evrensel-insan tarafından postalanan herşey
-
Hükümet TC’yi sildi
Salı, 02 Nisan 2013 17:25 ANAYASA DEĞİŞMEDEN TABELALAR DEĞİŞTİRİLDİ AKP iktidarı ‘TC’yi ortadan kaldırdıTürkiye Halk Sağlığı Kurumu, 3 ay önce sağlık kurumlarından tabelalarındaki ‘TC’ ibaresinin kaldırılmasını istedi. Ardından tabelalar söküldü, yerine ‘TC’siz tabelalar takılmaya başlandı. CHP’li Topal, ‘İyice gözünü karartan AKP kamudan ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni söküyor’ dedi AKP-PKK görüşmeleri kapsamında şimdi de “TC” tabelalarını sökmeye başladı. Sağlık Bakanlığına bağlı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, sağlık kurumlarına bir yazı göndererek tabelalarındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltması olan “TC” ibaresinin kaldırılmasını istedi. Ve hemen ardından tabelalar bir bir değişmeye başladı. CHP Amasya Milletvekili Ramis Topal, Aydınlık’a yaptığı açıklamada, “AKP iyice gözünü kararttı. Anayasadan Türk adını çıkarmak için uğraşıyor. Daha anayasayı değiştirmeden kamudan Türkiye Cumhuriyeti’nin söküyorlar” diye konuştu. Konuyu TBMM taşıyan Ramis Topal, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
-
AÇILIM AKP’Yİ ERİTİYOR
Salı, 02 Nisan 2013 17:32 Halk AKP’ye ‘hayır’ dedi Yüzde 63.7: Başkanlık sistemine hayır Yüzde 88,6: Eyalet sistemine hayır Yüzde 70,4: Öcalanlı açılıma hayır Yüzde 58,8: AKP Kürt sorununu çözemez Yüzde 63,8: Bölünme endişesi taşıyorum Gezici Araştırma Şirketi’nin son anketi, Hükümet-Öcalan görüşmeleri ve yeni açılım sürecinin AKPnin oylarında ciddi bir oy kaybına neden olduğunu ortaya koydu. “Bugün yerel seçim olsa AKP’ye oy veririm” diyenlerin oranı yüzde 38! AKP kendi yaptırdığı anketlerde kendi oyunu yüzde 50’nin üzerinde gösteriyordu. Başbakan Erdoğan, AKP’deki erimeyi “Baldıran zehirini içmeye hazırım” sözleriyle itiraf etmişti.
-
Kadınlara özel otobüs
21. yuzyilda 14. yuzyil zihniyeti tasimak; boyle bir sey olsa gerek.
-
Hoşgörü
Hosgoru de misilleme yoktur. Hosgoru "kisasa kisas" degil; egitici, ogretici, bilinclendirici, empatetik ve insanliga yonlendirimlidir. Herhangibir inanc ve ideoloji temelli bir yanasimdan hosgoru beklemek, abesle istigaldir.
-
Orta Dogu Neye Gore Sekillendiriliyor?
"Umut fakirin ekmegi, umar ha umar umar."
-
Maymunlar ve Para Kullanimi
Yoldan cikmadilar, cikarildilar.
- GÜNAYDIN
-
Bugün 1 Nisan şakalara dikkat!
Birinci 1 Nisan Senaryosu: Roma Kralı Julius Caesar M.ö 46 senesinde takvimin başlangıcı olarak Ocak ayını olarak ilan etti. Fakat 16. yüzyıla kadar Avrupa'da yeni yıl bahar aylarının başlangıç tarihi olarak da kabul edilen, Mart ayının 25. günü başlardı. 1564 yılında da Fransa Kralı Charles, takvimi değiştirip yıl başlangıcını Ocak ayının 1. gününe aldı. Zamanın iletişim durumlarında bazı insanların haberi olmadı, bazıları da bu kararı protesto için eski adetlerine devam etmekte ısrar etti. 1 Nisan'da partiler düzenleyip, hediyeleştiler. Diğerleri de bunları Nisan ayının delileri olarak nitelendirip bu güne “Bütün Aptalların Günü” ismini verdiler. Bu gün için diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak bir partiye davet ettiler, gerçek olması mümkün olmayan haber ve olaylar senaryoladılar.. Daha sonra takvimin ayları yerine oturup, Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına insanlar alışınca. Bu adeti gittikçe süsleyip yaygınlaştırıp devam ettiler. Bu adetin İngiltere'ye ulaşması tam 2 yüzyıl sürdü sonra Amerika'ya ve tüm dünyaya yayılıverdi. 1 Nisan şakalarının sembolünün “Nisan Balığı” olmasının sebebine gelince Mart ayının sonuna doğru, Güneşin Balık Burcunu terk etmesidir. İkinci 1 Nisan Senaryosu: 15. yüzyılın sonunda, Haçlı ordusu Müslümanlarının son kalesini almak niyetiyle kuşatır. Uzun süren bu kuşatmanın olmasına karşın, kış ve soğukların etkisiyle kale korunabilmekteydi. Durumun vahimliğini fark eden komutan değişik taktikler düşünür. Sonunda 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kur'an bir elinde de İncil “Şu iki kitap üzerine and içerim ki teslim olur iseniz bu akşam size bişey yapmayacağım” dedi.. Ertesi sabah yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verdi. Bunun üzerine Müslümanlar “Yemin edip, söz vermiştiniz” diye hatırlattıklarında komutan “Benim sözüm size dün akşam geçerliydi, bugün bir sözüm yoktur” der, bütün Müslümanlar orada öldürülür. Bu sebepten dolayı 1 Nisan o günden buyana hristiyanlar arasında “Hile Günü” diye kutlanmaktadır.
-
Bugün 1 Nisan şakalara dikkat!
Tarihi ile ilgili farklı rivayetler olmasına karşın şakanın ''Evrensel Günü'' olarak kabul edilen 1 Nisan'da, farkında olmadan siz de kötü bir şakanın kurbanı olabilirsiniz. Yoğun bir günün telaşındayken birileri size ''ilginç bir şaka'' hazırlığında olabilir, zira takvimler 1 Nisan'ı göstermekte. Dünyanın pek çok ülkesinde farklı şakaların gelenek haline geldiği 1 Nisan'ın geçmişine ilişkin farklı rivayetler olsa da ''Şaka Günü'' olarak adlandırılan bu geleneğinin tarihçesi, 16. yüzyıla kadar uzanıyor. Rivayete göre, Fransa'da, 1564'e kadar yeni yıl 1 Nisan'da başlarmış. 1564 yılında Fransa Kralı IX. Charles'ın takvimi değiştirme kararı ile yılbaşı 1 Nisan'dan 1 Ocak'a alınmış. Yeni yılda herkes birbirine hediyeler sunmuş, ''mutlu yıllar'' dilemiş ancak bazı muzipler ise 1 Nisan'ı unutmamış. Sanki yılbaşı kutlanıyormuşcasına, eskiden olduğu gibi yine hediyeler alıp vermişler. Bunu muziplik nedeniyle ''şaka'' niyetine, gülmek için yaptıklarını söylemişler. O günden itibaren, her yılın 1 Nisan günü, büyük-küçük herkes birbirine şaka yapmaya koyulmuş. 1 Nisan'ı hala yılbaşı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelmiş. 1 Nisan'ı yılbaşı kabul edenlere ise ''Nisan balığı'' ismi verilmiş. TARİHE GEÇEN ÜNLÜ ŞAKALAR Dünyanın pek çok ülkesinde 1 Nisan'da yapılan şakalar güldürürken, kimileri ise tarihe geçecek kadar ilgi çekti. Güldüren şakaların yanı sıra sonucu mahkemelere kadar uzanan şakalar da bulunuyor. Ünlü 1 Nisan şakalarından bazıları şöyle: -İngiliz yayın kuruluşu BBC'nin 1957'deki 'Panorama' adlı programında, aşırı ılık geçen kış ve spagettilere saldıran böceklerin ortadan kalkması sayesinde, İsviçreli köylülerin ağaçlarından görülmemiş spagetti rekoltesi elde ettiği bildirildi. Bunun üzerine binlerce İngiliz telefona sarılarak, evlerinde nasıl spagetti yetiştirebileceklerini sordu. -1962'de İsveç'in siyah beyaz yayın yapan tek televizyon kanalına 1 Nisan'da çıkan bir teknisyen, yeni ve çok basit bir teknoloji sayesinde izleyicilere renkli televizyon izleyebilecekleri müjdesi verdi. Bu yöntem ekranın önüne bir naylon kadın çorabı germekti ve yüz binlerce kişi bu öneriyi gerçekten denedi. -1976'da da İngiliz gök bilimci Patrick Moore, 1 Nisan 09.47'de Pluton Jüpiter'in arkasında geçerken sıra dışı bir olay meydana geleceğini, gezegenlerin bu dizilişinin dünyanın çekim gücünü azaltacağını söylemişti. Tam bu anda sıçrayanların havada uçma hissini duyumsayacaklarını söyleyen Moore'un bu açıklaması binlerce kişi tarafından uygulanmıştı. -1998'de New Mexicans for Science and Reason dergisi, Alabama Eyalet Meclisi'nin Pi sayısının 3.14159 olan değerini yuvarlayıp 3.0 olarak değiştirmeyi kabul ettiğini yazdı. Haber kısa sürede internette yayıldı. Bunun bir şaka olduğu, Alabama Eyalet Meclisi'nin protesto dolu mektuplar alması üzerine ortaya çıktı. -2010'da Kosova'nın Klina kentinde bir banka şubesinde ''soygun var'' diye bağırarak 1 Nisan şakası yapan bir kişi ise mahkeme tarafından 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. ARKADAŞINI 1400 KİLOMETRELİK YOLA GÖNDERDİ Türkiye'de yapılan şakalar da diğerlerini aratmıyor. Geçen yıl 1 Nisan şakalarının en fazla konuşulanı Kastamonu'da yaşanmıştı. En yakın arkadaşı Sedat Toygar'ın sınav başvuru şifresini öğrendikten sonra YGS'ye gireceği ili Kastamonu yerine Hakkari olarak değiştiren İsmail Kaya, olayı 1 Nisan şakası olarak tasarladığını söylemişti. Toygar, sınav için bin 400 kilometre yol katederek, Hakkari'de sınava girmişti. Geçen yıl en çok yankı uyandıran şakalardan biri de Antalya'da gerçekleştirilmişti. Kepez'de dayısı Cemil Atlay'a şaka yapmak isteyen Mehmet Pınar, arkadaşı Alim Karık'a mahalle camisinin imamı Muharrem Sevim'i telefonla aratarak, dayısının vefat ettiğini söyleyip camiden selasını okutmuştu. Yeğen ve arkadaşı, Atlay'ın şikayetçi olması üzerine 2,5 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. 2011'de Ankara'nın Pursaklar İlçesi'nde yayınlanan bir bölge gazetesi ise belediye başkanının, partisinden ayrılıp başka bir partiye geçtiğini yazdı. İlçeyi karıştıran haber nedeniyle, belediye başkanı ilçede araçlarla anons yaptırarak, olayın 1 Nisan şakası olduğunu açıklamak durumunda kaldı. 15 AY HAPİS CEZASI Sonucu en ağır olan şaka ise 1 Nisan 2006'da İstanbul'da yaşandı. Moda vapuruyla Kadıköy'den Beşiktaş'a giden Murat Alas, ''Üzerinde bomba olduğunu'' söyledi. Şakacı, vapur iskeleye yaklaşınca gözaltına alındı ve 2 Nisan'da tutuklandı. Alas hakkında, İstanbul 8. Asliye Ceza Mahkemesinde, ''Halk arasında korku ve panik yaratma'' iddiasıyla dava açıldı. 15 ay hapis cezasına çarptırılan Alas, mahkemenin hakkında verdiği hapis cezası kararını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına temyize gönderdi ancak Yargıtay talebi reddetti. AA'NIN ABONELERİNE 1 NİSAN ŞAKASI Anadolu Ajansı'nın, geçen yıl ve 2009'da şakanın günü 1 Nisan'da yayına verdiği iki haber de çok konuşulmuştu. Geçen yıl yayına verilen ve ''Hamilelik süresini 5 aya indirecek mucizevi buluş'' başlıklı haberde, İsviçreli bilim adamlarının, anne karnında bebeğin gelişimini hızlandırmayı başardığı, çalışmalar tamamlandığında kadınların 5 ayda doğum yapabileceği bilgisine yer verilmişti. Birçok internet sitesi tarafından kullanılan haber, dünyada ve Türkiye'deki Twitter'da TT olmuştu. AA'nın diğer haberi de 2009'un 1 Nisan günü yayına verilen ''İlk kez dünya'ya çok benzeyen gezegen keşedildi'' başlıklı haberiydi. Haberde, dünyadan 2 milyon ışık yılı uzaklıkta bize en yakın gökada olan Andromeda'da bilim adamlarını çok heyecanlandıran keşifte bulunulduğu bilgisi yer alıyordu. Habere göre keşif, Hubble ve Chandra teleskoplarıyla Hawaii'de 4 bin 200 metrelik rakımda kurulu Mauna Kea Keck ikiz teleskopları marifetiyle yapılmış, bulunan gezegende dünyanın jeolojik zaman dilimlerinden Devon'a çok benzeyen bilgisayar bulguları saptanmıştı.
-
Hoşgörü
Hosgorulu olabilmek icin; empati gelistirebilecek duzeyde bilinc sahibi olmak gerekir. Genelde ideolojiler ve inanclar; indirgemeci ve determinist bir mutlak dogru takintisina sahip olduklarindan, onlardan kendi dogrularini elestirenlere ya da karsi cikanlara karsi bir hosgoru beklenemez. Cunku bu duzeydeki beyinler dogrularina iman ile ve duygusal/egosal baglidirlar. Onlar icin tek yonlendirim ve yaptirim odur.
-
DIYANET'in anketi ne anlama geliyor?
Nedeni acik, hem fislemek hem de "dindar/kindar nesil yetistirmek" Ileri diktatorluk, boyle bir sey iste.
-
Atatürk'ün Kürt Politikası
Bizde her konuda bir "kiymet vermeme" aliskanligi vardir. Cunku otekilestirmek ve distalamak o kadar yerlesmistir ki; karsit olan sadece dislanir ve otekilestirilir. Sahip cikilmaz. Buna en guzel ornek sanatcilarimiz, akademisyenlerimiz v.s. dir.
-
Harçlıklar teröristlere
Bu isler boyledir. Birileri kendi cikari icin terorizmi beslemese, terorizm yasayamaz. O yuzden herkes kendi teroristine karsi cikar, karsi tarafin teroristini destekler.
-
Günde 300 soru soruyorlar
İngiltere'de yapılan bir araştırmada anneler çocukları tarafından günde en az 300 soruya maruz bırakılıyor. En meraklılar ise dört yaşındaki kız çocukları. Politikacılar çok soru sorulmasından hoşlanmıyorlar ama en çok soruya annelerin maruz kaldığı araştırmalar tarafından ortaya kondu. Annaleri ilkokul öğretmenleri 19 soru ile, doktor ve hemşireler ise 18 soruyla izliyor. Araştırmada dört yaşındaki kız çocuklarının en meraklı olduğu ortaya çıktı. Bu çocuklar günde ortalama 390 soru soruyor. Yani uyanık olduğu her 1 dakika 56 saniyede bir soru soruyor. Littlewoods.com tarafından yapılan araştırmada tipik bir çocuklu İngiliz evinde yaşananlar incelendi. 7.19 kahvaltı saatinden akşam 7.59 çay saatine kadar ortalama bir anne 12.5 saat soruya maruz kalıyor. Çalıştığı her 2 dakika 36 saniyede bir soru soruluyor. En çok soru yemek saatinde soruluyor. Yemek saatinde arka arkaya 11 soru sorabiliyorlar. Bunu alışveriş saatleriyle 10, yatakta kitap okurken 9 olarak sıralanıyor. Çocukların yüzde 82'si bir şeyi merak ettiğinde ilk kez babaya değil anneye gidiyor. Çocukların dörtte biri bir sorusu olduğunda annesine gittiğini söylüyor çünkü babası "annene sor" diye cevap veriyor. Anneler "Su nedne ıslak?" ve "Gölge neden yapılıyor?" gibi sorulara da maruz kalabiliyor. Diğer garip sorular ise "Neden biz okula gitmek zorundayız?" ve "Neden sen çok yaşlısın?" Araştırmalara göre bir anne yılda 105 bin 120 soruyla karşı karşıya geliyor. Çocuklarda soru sorma sıklığı cinsiyete ve yaşa göre değişiyor. 9 yaşınbdaki bir erkek çocuk 144 soru soruyor. Yaş ilerledikçe soru sorular düşerken annelerin yüzde 82'si onlara yanıt veremediklerini kabul ediyor. Araştırma yaşları 2 ile 10 yaş arasında değişen çocuklara sahip 1000 anne ile yapıldı. Littlewoods.com'un sözcüsü Gary Kibble bu araştırmanın annelerin bir soru bombardumanıyla karşı karşıya olduğunu gösterdiğini söyledi. İşte en çok sorulan beş soru: 1) Neden su ıslak? (Yüzde 35) 2) Gökyüzünün sonu nerede bitiyor? (Yüzde 34) 3) Gölge neden yapılıyor? (Yüzde 33) 4) Neden gökyüzü mavi? (Yüzde 20) 5) Balık suyun altında nasıl nefes alıyor? (Yüzde 18)
-
"Bize muhafazakar demokratlık yakışır"
Başbakan Erdoğan, AK Parti'nin siyaset anlayışının Türkiye'ye özgü olduğunu belirterek, "Muhafazakar demokratlık kuramını dünya siyaset literatürüne soktuk, model olduk" dedi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'yi kurarken 18'inci yüzyıl, 20. yüzyıl siyaset düşünürlerinin argümanlarını tartıştıklarını, ancak bunların Türkiye ölçeğine uygun olmadığı kanaatine vardıklarını söyledi. Siyaset anlayışını kendilerinin dizayn ettiğini belirten Erdoğan, "Muhafazakar demokratlık terimini dünya siyaset literatürüne biz soktuk. Batıdan model almadık, model olduk" dedi. Erdoğan'ın, Akdeniz Bölgesi vekilleriyle önceki gün yaptığı partisinin siyasi argümanlarına ilişkin bilgi verdiği de ortaya çıktı. Akşam gazetesinin haberine göre; AK Parti'nin kuruluş sürecinde "sosyal demokrasi liberalizm, sosyalizm" gibi perspektifleri ele aldıklarını, Fransız düşünürler Jean Jacques Rousseau, Charles de Secondant de Montesquie gibi isimlerin siyaset yaklaşımlarından bahsedildiğini aktaran Erdoğan, "Ben bunların Türkiye'ye özgü olmadığını söyledim. Partimizin kimliği ne olacak, hangi anlayışı savunacak, bunu enine boyuna tartıştıktan sonra 'muhafazakar demokratlık' anlayışını uygun bulduk. Bunu sadece Türk siyaset tarihine değil, dünya siyaset tarihine de ilk kez biz soktuk. Şimdi birçok ülke, bizim anlayışımızı inceleyip örnek almaya başladı, bu konuda tezler de hazırlanıyor" diye konuştu. Erdoğan, çözüm sürecine eleştiriler getiren muhalefeti de eleştirdi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP lideri Devlet Bahçeli'ye gönderme yapan Erdoğan, "Birisi memurluktan gelme, birinin ne doktoru olduğunu bilmiyoruz. Toplumdan kopuklar. Toplumsal gerçeği bilmiyor ve görmüyorlar, o yüzden bu süreci anlamalarını da beklemiyoruz" dedi. İNŞALLAH BAŞARACAĞIZ" Erdoğan, bugüne kadar MHP'li vekillerinin Çanakkale Şehitlerini Anma törenlerine katılamadığını savunarak, "Nasıl katılsınlar? Arapların bizi arkamızdan vurduğunu söylüyorlar. Orada yatan Araplar da var. O yüzden gidemezler" görüşünü öne sürdü. Sürece halkın destek verdiğini, anketlerin bunu gösterdiğini söyleyen Erdoğan, "Şu anda süreç istediğimiz gibi gidiyor. İnşallah başaracağız. TC vatandaşlığı, birleştirici unsurdur. Dinimiz aynı, İslam dini altında yüzyıllardır bu coğrafyada ortak yaşama kültürümüz var. Süreçte kesinlikle pazarlık yok. Halktan gizlenen bir şey yok" görüşlerini dillendirdi. 'Kuvvetler ayrılığı' tezi Montesquieu'dan Aydınlanma çağı düşünürlerinden Montesquieu, "Yasaların Ruhu" adlı eseriyle yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılması tezini işleyerek, "kuvvetler ayrımı" ilkesini ilk kez ortaya atmıştır. Ünlü düşünür, siyasi sistemlerin iklimlerler doğrudan bağlantısı olduğu tezini de savunmuştur. Fransız devriminin düşüncel zeminini oluşturan Jean Jacques Rousseau da, fikirleriyle Mustafa Kemal Atatürk'ü de çok etkileyen isim olarak bilinir. Atatürk'ün kütüphanesinde Rousseau'nun "Toplum Anlaşması" adlı eseri, altı çizili notlarla doludur. Kaynak : gazeteport
-
Komünizm nedir?Neden komünist olunur?
Senin ezberlerine ve algilayamayacak olan beyin duzeyine, kusura bakma artik yanit vermeyi hic dusunmuyorum. Cunku sadece bos konusuyor, bos yaziyor ve sadece anlamsiz ve mantik icermeyen inadinda diretiyorsun. Ben bu konularda bir suru baslikta yeri geldigince her seyi acikladim. Temcit pilavi gibi ustelik tarafindan algilanamayacagini bile bile ayni seyleri tekrar etmenin hem siteye hem de okura bir yarari yok. Baslik ile ilgili bir seyler yazabilecek bilgin varsa; belki o zaman yanit verebilirim. Cunku sen ne bilgi ne de dusunce olarak bilimsel bilgi ile ideolojiyi inanci ve farklarini algilayacak duzeyde degilsin. Bu o kadar cok kere ispatlandi ki! Neyse dagarciginda yeni birseyler varsa ve dile getirebilecek bilgin de varsa; ben de gozlemlersem, o zaman yanit verebilirim.
-
KORKU İHALESİ
Unutma, turk milliyetciligi basta TSK'ne dayanir ve TSK' ni kendine guvence olarak algilar. Sonucta milliyetciligin her bir cesidi askeri zihniyetin bir urunudur. Iste bu yuzden uluisalcilar/milliyertciler 1960 Askeri darbesini "devrim" olarak degerlendirirler. Ustelik bu nasil bir "devrim" ise 1971'de de geri alinmistir. Hatta bu ideolojik inanc sahiplerinin cogu asilan uc fidan'in bir yerde asilan 3 hukumet karakterinin misillemesi olarak algilarlar. TC tarihi bir garip tarihtir, vesselam.
-
Kizildere Katliami
ölüm onları apansız yakalamadı ülkemizin uçsuz bucaksız sıradağlarında ve ovalarında kentlerin yoksul mahallelerinde ve uğuldayan meydanlarında kuşatmalar altında ve barikatlar arkasından sömürüye zulme boyun eğmemenin onuruyla ölümün üstüne yürüdü onlar tereddüt etmediler yok "biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" diyerek türkülerle, marşlarla karşıladılar ölümü özgür ve eşit bir gelecek için canımızdan bir parça koparırcasına en iyilerimizi verdik toprağa onlar, yaratılan devrimci değerlerin onurun, erdemin, inancın simgeleri olarak yüreklerimizi dolduruyor bilincimizi aydınlatıyor bizi kopmaz bağlarla bağlıyor devrime... oy dere kızıldere böyle akışın nere onlar biter mi sandın sana can vere vere oy... dere bizim evimiz suyu alın terimiz söyle nedendir dere vurulur gençlerimiz oy... dere böyle durulmaz gence kurşun sıkılmaz sanma faşist olandan bir gün hesap sorulmaz oy... söz-müzik: aşık sinem bacı http://www.youtube.com/watch?v=dWn3KRix1XQ
-
Kizildere Katliami
Kizildere Katliaminin bugun 41. Yildonumu. Turkiye modern tarihinde yer almis insanligin yuz karasi tarihinden ve en kanlilarindan biri yasandi, bundan tam 41 yil once 30 Mart 1972 yilinda, kizildere de. Insan haklarinin en temel hak veozgurlugu olan yasam hak ve ozgurlugunu elinden alan bu katliam, 41 yil degil ne kadar yil gecerse gecsin; modern tarihimizin bir insanlik ayibi olarak daima hafizalarda kalacaktir. Ben o tarihte lise ogrencisiydim. Kızıldere KatliamıMahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna güvenlik güçlerince öldürüldü; Ertuğrul Kürkçü yakalandı. Kızıldere Katliamının sorumluları hala serbest. Kızıldere Katliamı, Türkiye devrimci sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktası. 12 Mart muhtırası sonrasında devlet şiddeti artarken, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı 11 kişi Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamını engellemeye çalışırken Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Aşağıda o günlerin hikayesi... İstanbul'da Ulaş Bardakçı'nın öldürülmesi ve Ziya Yılmaz'ın ağır yaralı olarak yakalanması, Orhan Savaşçı ve arkadaşlarının tutuklanması, ardından Koray Doğan'ın öldürülmesi ve Oğuzhan Müftüoğlu'nun da tutuklanması üzerine, tasarlanan birkaç umutsuzca çıkışın ve Ankara'da ya da başka bir büyük kentte barınma olanağının olmadığının görülmesi üzerine asıl örgütlenmeden geriye kalan iki kişi Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü, THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, THKP-C'nin Doğu Karadeniz'deki kitle çalışmalarından edindiği ilişkiler alanına geçmek üzere yollarda yapılan sıkı aramalardan kurtulabilmek için makarna yüklü bir kamyonun yükleri arasına gizlenerek Fatsa'nın Yapraklı köyünde Ahmet Atasoy'un bir akrabasının evine yerleştirildiler. Cezaevinden kaçıştan başlayarak yapılması mümkün ve gerekli ilk girişimin Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarının önlenmesi olduğu düşüncesinin aralarında sürekli olarak güçlendiği topluluğun eline Fatsa'ya yerleştikten sonra Ankara ve İstanbul'da sahip olmadıkları kadar elverişli bir imkan geçti: Varlığı daha önceden bilinen ve belirlenmiş olan NATO dinleme üssünde görevli İngiliz personeli. Kısa bir durum muhasebesinin ardından CHP'nin üç THKO'lunun idam cezalarının yerine getirilmesine ilişkin TBMM kararına Anayasa Mahkemesi'nde yaptığı itirazın sonucunun beklenmesi ve idamları önleyecek başka hiçbir yasal yol kalmadığında İngiliz görevlilerin rehin alınarak idamların yerine getirilmesinin engellenmesine karar verildi. Ancak, bu kararın yerine getirilebilmesi için gerekli bilgi, araç, barınma olanakları ve ilişkiler, kısacası yerel örgütlenme, ancak seyrek bir sempatizanlar çevresinin gevşek örgütlenmeleri içinde vardı. Beri yandan bürokrasi içindeki mücadele, 12 Mart sonrasında devletin korunabilmiş kimi yasallıklarının askeri diktatörlüğü kalıcılaştırma yanlısı güçler tarafından sürekli olarak aşındırılması biçiminde sürüyordu. Bir yandan Anayasa Mahkemesi'nde davaya bakılırken öte yandan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı infazlar için darağaçlarının hazırlanmakta olduğuna ilişkin bildiriler yayınlayarak Anayasa Mahkemesi'ni baskı altında tutmaya çalışıyordu. Devletin kurumları arasında idama mahkum üç devrimcinin hayatları üzerinde süren bu mücadelenin doğurduğu gerilimli ve belirsiz atmosfer içinde, henüz hazırlıkların tamamlanmadığı bir sırada grubun büyük kentle olan son bağlantısı da koptu. Artık yerlerinin devlet güçlerinin bilgisi içine girip girmediğinden hiç bir zaman emin olmayarak, arkadaşlarının idamlarını engelleyemeden yakalanmak ya da her türlü riski göze alarak harekete geçmek kararıyla, 25 Mart 1972 gecesi saat 19.30'da Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan ve Ertan Saruhan ellerinde kendilerine ait herhangi bir araçları olmaksızın yöredeki bir tanıdıklarının aracıyla Ünye'de İngiliz teknisyenlerin kaldığı apartmana keşif yapmaya gittiler. Evin önünde İngiliz görevlilere ait aracın durmakta olduğunu görünce, o gece İngilizleri kaçırmayı düşündülerse de çevrenin kalabalıklığından ötürü bundan vazgeçtiler. Geceyi Ünye'deki bir tanıdıklarının evinde geçirdiler. 26 Mart 1972 sabaha karşı devlet güçleri, kalabalık komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri ile Ankara'da elde ettikleri bilgileri değerlendirerek Ünye'deki bağlantı noktalarını ele geçirmek ve ardından aranmakta olan THKP-C ve THKO üyelerini yakalamak üzere Fatsa'yı abluka altına aldılar. Daha sonra 1979'da Fatsa Belediye Başkanı olan terzi Fikri Sönmez ve çırağını gözaltına alan devlet güçlerinin kendi yerlerini öğrenmek üzere onları işkence altında sorgulamakta olduğunu öğrenen grup iki seçenekle karşı karşıya kaldı; ya İngiliz görevlileri de yanlarına alarak Ünye'den ayrılacak ve arkadaşları Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna'nın bulunduğu Kızıldere köyüne ulaşacaklardı ya da etkili herhangi bir eylemde bulunma olasılığı bulunmayan bu köye kendi başlarına gitmenin yolunu bulacaklardı. Aralarında yaptıkları tartışmada birinci seçeneğin uygulanması kararlaştırıldı. İngiliz görevlilerin araçları kaldıkları konutun önündeyse onları kaçıracak ve birlikte gideceklerdi. Değilse, yakalanmadan önceki son şansı kullanarak zorunlu olarak Ünye'den ayrılacaklardı. Yapılan keşifte İngilizlerin arabasının yerinde durduğu belirlendi ve eylem gerçekleştirildi. Üç İngiliz görevli alındı. Geride kalanlar bağlanarak hareket edemez hale getirildi ve Mahir Cayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar. Kızıldere köyüne tırmanan toprak yolun başında Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'dan ayrılan grup, rehinelerle birlikte arkadaşlarıyla birleşmeye giderlerken Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz da aracı uygun bulacakları uzak bir yerde terkederek Ankara ya da İstanbul'a gitmekle görevlendirildiler. Kızıldere'de Soğuk ve rüzgarlı bir havada yokuş yukarı tırmanarak ancak gün ağarırken köy civarındaki ağıllara ulaşabilen grup, görünmemek için ağıllarda saklandı. 27 Mart 1972 gecesi yanlarında rehineleriyle birlikte, arkadaşlarının da kalmakta olduğu Kızıldere köyü muhtarının evine ulaştılar. 27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine gelen hizmetlinin durumu polise bildirmesi üzerine, bütün bölgede topçu keşif uçakları ve helikopterlerle keşif uçuşlarına başlayan askeri birlikler aramalarını sürdürürken Kızıldere köyüne ilk giden grubun bağlantılarını kuranların ele geçmesi ve Niksar'daki bağlantı unsurunu açıklaması üzerine bu kişi 29 Mart 1972 günü yakalandı ve çok geçmeden güvenlik güçlerine muhtarın evini değilse de köy civarını tarif etti. Bu arada topçu keşif uçakları kar üzerinde Kızıldere köyüne çıkan yolun başında İngilizlerin aracının tekerlek izlerini tesbit ettiler. Nihayet aynı gün Niksar ilçesi girişinde Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'ın bıraktıkları araba bulunduğu gibi, İstanbul ya da Ankara'ya gitmek yerine geriye Kızıldere'ye dönmeyi daha güvenlikli bulan Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz dönüş yolu üzerinde çevre köylerden ekmek alırlarken kuşku uyandırdılar. Bütün belirtilerin Kızıldere köyü dolayını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00'de bilgi edinmek için köy muhtarının evine gelen jandarmalara muhtar önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların evinde kaldığını bildirdi. Evin ve köyün sarılması üzerine evde sıkışıp kalan THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna teslim olmamayı, taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirtildiği biçimde öldürerek sonuna kadar çarpışmayı kararlaştırdılar. Evin giriş ve çıkışlarını hububat ve un çuvalları, dolap, yastık ve yataklarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar. "Teslim ol" çağrılarını reddettiler. Öğleden sonra saat 14.00 sularında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere İngilizleri gösterip konuşturdular. Kısa bir süre sonra içlerinden birinin çatıya çıkması ve görüşme yapılması isteğine uyarak çatıya çıkan Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerlerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makinalı tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı. Bu ateşin kimin emriyle açıldığı ve neyi amaçlamış olduğu bugün de açıklığa kavuşmuş değildir. Teknisyenleri ve devrimcilerin tümünü uzun bir kuşatmadan sonra sağ olarak yakalamanın askeri olarak mümkün olduğunu konuyla ilgilenen hemen hemen her uzman belirtmiştir. Ancak amacın birarada kıstırılmış geniş bir önderliğin bir an öce temizlenmesi olduğu tahmin edilebilir. Kendilerini çatıdaki delikten eve atmayı başarabilen üç kişiden geride kalan Mahir Çayan başından yediği kurşunla öldü. Ardından daha önce alman karar uyarınca İngilizler öldürüldü. Kerpiçten yapılma evde kendi silahlarının atış menzili dışında kalan güvenlik kuvvetlerinin atışlarına karşı koyamayan, buna karşılık siper aldıkları duvarları delen makinalı tüfek mermileriyle isabet alan devrimcilerden Ömer Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı. Bir süre sonra ateş kesilip çağrılar yapıldıysa da kendilerini fiilen kurşuna dizmiş olan güçlerle görüşme yapmayı reddeden devrimciler evin sahanlığında toplandılar. Eve yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye başladılar. Ancak doğrudan değil, uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu isabetle tahrip olan bölümde el bombası taşıyanlardan birinin pimi çekilmiş bombası elinden fırlayınca ötekilerin de ortasında patlayan bomba bir dizi patlamaya yol açtı. Evin arkasından sahanlığa girilen ikinci girişi tutmakta olan Ertuğrul Kürkçü dışındakilerin önemli bir bölümü ölürken Ertuğrul Kürkçü evin bitişiğindeki samanlığa geçerek saklandı. Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve girenler can çekişmekte olan Saffet Alp'i kurşuna dizdiler. Evdekilerin tam sayısını bilmemeleri ve muhtar Emrullah Arslan'ın verdiği sayıyla ölülerin sayısının uyması üzerine hava kararırken cesetleri de alarak köyden ayrıldılar. Ertuğrul Kürkçü saklandığı yerden çıkamadı. Ertesi gün ölülerini almak üzere gelen yakınlarının teşhisleri sırasında Ertuğrul Kürkçü'nün babasının ölenler arasında oğlunun bulunmadığını söylemesi üzerine yeniden yapılan arama sırasında Ertuğrul Kürkçü de yakalandı. Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde "Kızıldere Katliamı" olarak bilinen olay, gerçekleşmesi ve gelişmesi sürecinde Türkiye'de ve Türkiye dışında büyük tepkilere yol açtı. Ancak yapılan bütün yanlış bilgilendirme, saptırma ve spekülasyonlara karşın devletin bu "katliam"ı savunması ve meşrulaştırabilmesi mümkün olmadı. Halkın vicdanı Kızıldere'de öldürülenlerin yanında yer aldı. Ancak, devletin özgül amaçları bakımından "Kızıldere Katliamı" hedeflerine ulaştı. Öncelikle THKP-C'nin önderliğine vurulan ağır darbe, yalnızca bu örgütün değil, sosyalist hareketin 1968'lilerin içinden çıkan önemli bir grup önderinin yokolmasına yol açarken özellikle THKP-C'nin atomize olmasına ve örgütsel olarak dağılmasına neden oldu. Sürekli ve güvenilir bir önderlik yoksunluğu sosyalist hareketin "devrimci" kanadında sonraki on yıl boyunca da esaslı olarak giderilemeyen bir önderlik bunalımına yol açtı.(SA/EÜ) * Bu yazı Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi 'nden alındı. İletişim Yayınları, Cilt 7, sf. 2185-88
-
Atatürk'ün Kürt Politikası
Okadar celiskili bir yazi ki, nersinden tutacagima karar veremedim. Kurdistan neresi? Neden "bolunme gerceklesmistir" diyerek; pire deve yapilmis ve yangina korukle varilmis. (Tesadufe bak ki, ayni konuda bir baslik var) Bir ulusta bir kimlik olmaz. Ayrica vatandaslik neliktir, kimlik degil. Yani vatandas bir nenin vatandasidir, bir kimin degil. Vatan'in ya da yurdun adi ne ise cografi, ya da yurdun devledinin sekli ne ise siyasi olarak vatandastir. Yani turkiye vatandasi, ya da Turkiye Cumhuriyeti vatandasi. VATANDAS KIMLIK DEGIL; NELIKTIR. Kimlik ise her bir vatandasin kendini ait olarak gordugu yani milliyetidir. Senin boluculuge iman etmene de gerek yok. Zaten herkese turk dedirtmek zaten ayrimciliktir. Yani "kendine turk demeyen ayrilsin" demektir. Konu ozerklik degil; uniterliktir. Bu da ancak hak ve ozgurlukler temelinde saglanir. Bu ulkede turk sorunu vardir. Cunku herkesin bir milliyeti ya da etnisitesi kimligi vardir. Sahi turkun milliyeti ya da etnisitesi nedir? Yoksa hala kendini ustun ve hakim gorme hayalinde mi? Evet insan olan ancak insan olanin yaninda durabilir. Insani turk demedi diye ayiranlar ve milliyetciluigi insanligin onune koyanlar degil.
-
Komünizm nedir?Neden komünist olunur?
Darwin'in guc kavrami ile ilgili dile getirdikleri tamamen fiziksel ve builimsel olarak gozlem veren bir icerikte ve, ne bir ideolojik inancsal izmi ne de sosyalligi iceren bir icerikte degildi. Darwin'in dedigi "guclu olanin ayakta kalmasi" evrimsel gelisim olarak duruma ortama ve sarta, zamana gore uyum saglayabilenin yasamina devam edebilecegi anlaminda idi. Soyle bir ornek verirsek; ceylani yakalayabilen aslanin ve aslandan kacabilen ceylanin yasamlarini surdurebilecegi ytam da bu soyleme goredir. Cunku aslana yakalanan ceylan ile, ceylani yakalayamayan aslan turu zamanla ortama ayak uyduramayacagindan, nesil olarak tukenecektir. Darwin'in bu dedigini siyasi iktidar ve otorite adina zihinsel bir guc olarak topluma sisteme duzene tasimak isteyen izmler ise; diktatorluk, baski zorbalik v.s. ile bu iktidar ve otoriteyi ideolojik inancsal temellerine dayanarak elde etmek ve sistemlestirmek/somutlastirmak adina savasmislardir. Bu ikisi arasinda bir bag kurmak; ancak bilgisi olmayanlar ile bundan kendine bir cikar saglayanlarin tam da kendilerini avutmak adina cikartacaklari akilciliktir. Bugun aklinin ermedigi bilimsel temeli kendince yalanlayanlar; tarihin her doneminde o yalanladiklari bilimi kullanarak yasayabilmislerdir. Bilim de evrim gibidir, bilime ayak uyduramiyanlar onu algilayamiyanlar ve onun ile yasayamayanlar, yasamlarinin yasatilmasina teslim olmaya ve kendi varliklarindan bi haber olmaya mahkumdurlar. Ayrica gucu hakka baglayanlar da tarihte daima yenilmis olanlardir. Cunku HAKLIYI SAPTAYAN GUCLU OLANDIR. Onun guclulugu onu hakli kilar. Bu da hak denen kavramin anlamsizligini ve sadece guce dayandigini gosterir. Sonucta hakki veren hukuk guclunun hukukudur. Adalet de onun dagittigidir. Iste ayni teslimiyetci zihniyet; tek birseye teslim olur, guce. Yani butun degerlerini guce gore ayarlar. Zaten degerlerin ayarini veren de guctur. Unutmamak gerekir ki, en buyuk guc fiziksel olan degil; zihinsel olandir. Cunku fizigi harekete geciren de zaten bu zihinsel guctur. Iste burada onemli olan bu zihinsel gucun insan ve insanlik yararina islemesidir herhangibir degere ve ustelik insanoglu aklinin yarattigi bir degere teslim olmak ve teslim edilmek yerine.
-
KORKU İHALESİ
Neden, ayni jandarma degil miydi; askeri darbelerde halka karsi kullanilan?
-
Osmanlı'daki gibi eyalet sistemi 2023'te neden olmasın!
Tamirci ciragi adli muzikte; soyle bir bolum var. "umut gonlumun ekmegi, umar ha umar umar" Yalniz en aszindan umudu milliyetcilik uzerinde degil de; birey devletinin her turlu kisiye hak ve ozgurlugunu tanimasi uzerinde kurmak gerekir. Yoksa, bu sorun surdukce, bugun AKP gider yarin baskasi gelir. Konu AKP degil; milliyetcilik sorununun cozumunde yatmaktadir. Buradaki sorun da turk sorunudur.
-
Orta Dogu Neye Gore Sekillendiriliyor?
Evet, kendi mantigina gore yugoslavya'nin parcalanabilirligini ne guzel de oturtmussun. Yugoslavya ile ilgili soylediklerin, aynisi Turkiye icin de gecerli. Herhalde ulkesinin parcalanmasini senin gibi yugoslav milliyetciligine baglayamayan bir yugoslav'da Turkiye icin ayni seyleri soylerdi. Unutma zoraki hic bir politika yurutulemez. Elbet iflasetmeye mahkumdur. Ustelik tam da emperyalizmin istedigi kozu eline vermektir. Isin acisiu bugun o tek ve uniter cografya butunlugunden dogan 6 farkli milliyetin de hic birinde "yugoslav" adi yok. Tarihten ders cikarmayanlar, tarihte ayni tarihi yasamaya mahkum edilirler.
-
PERİNÇEK HAKKINDA 10 YALAN
Doğu Perinçek hakkında 10 yalan Ergenekon Davası 4 yılı aşkın süredir devam ediyor. İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek de 5 yıldır dava kapsamında tutuklu. Peki neden? Bu soru ortada duruyor. Ama bir yanıtı yok. Çünkü savcıların Perinçek hakkındaki 10 iddiası, davanın en başında geri çekilmişti. Savcılar, Perinçek'in itirazına verdikleri yanıtta, iddiaların psikolojik savaşın bir parçası olduğunu da itiraf ediyorlardı. 4 yılı aşan Ergenekon yargılamaları, aslında en başında çöktü. 2 bin sayfayı aşan iddianame çıktığında, gerçeğe yakın hiçbir suçlamanın bulunmadığı görüldü. Bunun en somut örneği de İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek hakındaki iddialardı. Perinçek iddianamede yazılan 10 iddiaya itiraz ettiğinde ise, savcılar büyük itiraflarda bulundular. Doğu Perinçek, Ergenekon savunmasında bu iddialara tek tek yanıt verdi. Peki, o iddialar neydi? İddianameye göre, Ergenekon Yeniden Yapılanma Temel Belgesi'ni Doğu Perinçek, Suphi Karaman, Hasan Yalçın, Deniz Bilge, Erol Bilbilik 1999 yılında Bilecik'te hazırlamışlardı. Oysa ne Perinçek, ne de diğer isimler iddia edilen tarihte Bilecik'te değildi. Bu iddianın gerçek dışı olduğu yapılan itirazda vurgulandı. Perinçek'in savunması üzerine savcılar iddiayı çekmek zorunda kaldı. Gerçek dışı olduğu ortaya çıkan iddialardan bir diğeri, Perinçek'in, Veli Küçük'e "arz ederim" ifadesiyle biten bir mektup yollamasıydı. Savcılar bu iddiayı iddianameye yazdılar. Ancak ortada böyle bir mektup yoktu. Delil dosyalarına bakıldığında, "arz ederim" ifadesiyle biten mektubun Veli Küçük'e değil, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e hitaben yazıldığı anlaşıldı. Ergenekon savcıları, Doğu Perinçek'in koordinasyonunda Kuzey Irak'a 24 bin silah götürüldüğünü iddia ediyordu. Perinçek savunmasında, 24 bin silahın 120 ton ağırlığa ulaştığını, taşınması için de 20 tırlık konvoya ihtiyaç olduğunu açıkladı. İddia edildiği gibi, sadece iki araçla taşınması mümkün değildi. Genelkurmay Başkanlığı da bu iddianın gerçek dışı olduğunu net bir dille duyurdu. Ergenekon Savcıları, İşçi Partisi Lideri Doğu Perinçek ile, PKK arasında bağ kurmaya da çalıştı. Bunun için iddianamede, Perinçek'in TSK ile PKK arasında görüşme örgütlediğini öne sürüldü. İddia edilen görüşmeler, Öcalan'ın Suriye'den çıktığı 10 Ekim 1998 ile Türkiye'ye getirildiği 15 Şubat 1999 tarihleri arasına denk geliyordu. Oysa Perinçek, 30 Eylül 1998'de tutuklanmış, Haymana Cezaevi'nde bulunuyordu. Yani Öcalan yakalandığında 5 aydır cezaevindeydi. Savcıların Doğu Perinçek'in PKK kurucusu olduğunu iddia etti. İddianın dayanağı yine Tuncay Güney'in ifadeleriydi. Perinçek Tuncay Güney'in ifadeleriyle, PKK'lılar tarafından yazıldığı iddia edilen mektuplarla da suçlandı. Doğu Perinçek aynı mektuplarla 1997 yılında da suçlanmış, mahkeme kararıyla aklanarak mektupların sahteliğini belgelemişti. Savcıların yalan olduğu ortaya çıkan iddialarından biri de, "Ulusal Kanal'ı Ergenekon kurdu" uydurmasıydı. Aynı iddianamede Ergenekon'un 1998'de kurulduğu yazılıydı. Ulusal Kanal ise 1994 yılında kuruluştu. Perinçek, 10 maddeye itiraz etti. Savcılar ise, iddianamede bu ifadelerin yer aldığını, ancak herhangi bir suçlama yapılmadığını öne sürdü.