Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AhmetSecerden Yazılar


ahmetsecer

Önerilen İletiler

Kıyametten önce gelecek uzun boylu siyah adam Obama olabilir mi?

'Büyük Kurtarıcı'.

 

Bunun yanı sıra ”Barack Hüseyin“ Farsça’da ”Kutsanmış Hüseyin“ anlamında. İsmi Fars alfabesiyle O-BA-MA diye hecelendiğinde, ”O bizden biri“ anlamına geliyor.

 

Gerçekten de Obama , ahir zamanda beklen Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi’nin habercisi olabilir mi? Peygamber efendimizin kıyametin habercisi olarak gösterdiği birçok hadis çıktığına, kıyamet yaklaştığına ve dünyada tam da böyle bir dönemde bir zenci başkan seçildiğine göre bu konuda düşünülmesi kanaatindeyim.

İşte bu da hadislerle aramı kurcalayıp duran bir mesele.Nedense ülkemizdeki tarikatların cemaatlerin altında hep bir amerikan yandaşlığı var.Fettullah yaşar amerikada, ağzına şiş sokan tarikatın lideri yaşar amerikada,aman bi sever amerikayı bi sever ,ve daha nicesi.Obama bizdenmiş demek?Ya bunuda müslümanlara okutup bi de inanır buluyorlar pes artık.Dünyada bozulmadık parçalanmadık ülke kalmayacak seviştikleri amerika ve israil sayesinde.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 230
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

İşte bu da hadislerle aramı kurcalayıp duran bir mesele.Nedense ülkemizdeki tarikatların cemaatlerin altında hep bir amerikan yandaşlığı var.Fettullah yaşar amerikada, ağzına şiş sokan tarikatın lideri yaşar amerikada,aman bi sever amerikayı bi sever ,ve daha nicesi.Obama bizdenmiş demek?Ya bunuda müslümanlara okutup bi de inanır buluyorlar pes artık.Dünyada bozulmadık parçalanmadık ülke kalmayacak seviştikleri amerika ve israil sayesinde.

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

birincisi hz. MUHAMMED aşkı sevgisi dünya üzerindeki hiç bişeyle denk tutulamaz.. onu kötülüyenlere allahın gazabının üzerlerinde olmasını diliyorum.. türk silahlı kuvvetleriyle veya herhangibir başka bişeyle sen veye bi başkası hz. MUHAMMEDİ bir tutamazsın. he ben tsk ya veya atatürkün kurdugu cumhuriyete yapılan saldırıları tasvif ediyorumda demiyorum ama hz.MUHAMMED bi yana dünya bi yana... onu gönülden seven aklı selim hiç bir müslüman böyle saygısızca davranışları kabullenmez. insan anasına babasına küfür edilince çılgına dönüyor peygamperi için adamda öldürür bombada atar.. bunu imanı olmayan anlayamaz o ayrı...

Bakara 212

(Medenî 87) Kafir olanlar için dünya hayatı cazip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir. .................ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMAD..........

Muhammed i büyük yazıp Allah kelimesini küçük yazamazsın.İslam gereği,Muhammed i diğer Peygamberlerden üstünde tutamazsın.Biz hepsini eşit severiz Çünkü onların dereceleri ALLAH katındadır.

 

İnsan ,eğer Kitabını uygulamaya çalışan bir müslüman ise,anne babasına küfredilirse dahi öfkesini yenmeye çalışıp,küfür ile anne babasının şekil değiştirmeyeceğini bilip,bu kötü davranışı iyi bir davranış ile karşılık vererek atlatmaya çabalar.Küfür,sahibinin seviyesini belirler.Edilen kişinin değil.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

malesef medya önündeki amcalar ulemalar bu özel dini küçük düşürüyorlar.. ama bütün müslümanları aynı kefeye koyup atamazsın gayet aklı selim mü'min insanlarımızda var islamiyeti çok güzel anlatan,allah(c.c) sevgisini kudretini büyüklüğünü gönüllere yayan hz. muhammedin yaşayış tarzını yaşatmaya çalısan çok mübarek insanlarda var... senin için (Sonra müslümandan ola ola canlı bomba olur hepsi bu kadar!!![/b]) demek kolay o insanların yaşadıgı en ufak acıyı yaşamadın ne bilim ülkemizi işgal etmediler yada anamıza bacımıza tecavüz etmiyorlar evlerimizi bombalamıyorlar kardeşimizi akrabamızı kurşunlamıyorlar.... can bogaza gelince eminim birçok insan gözünü karartır ve ne yapması gerekirse yapar.....

 

allahümme salli ala muhammed

Diğer ülkelerde yaşanan canlı bomba olaylarının,anlattığın şeylerin yaşanması ile alakası yoktur.Bazen mezhep derdine ,müslüman müslümanı öldürüyor canlı bomba ile.Hiç bir cihad eylemi,canlı bomba olup intihar etme eylemi olamaz. Neredeyse madımak ,hadi geçtim ikiz kule olayları bile İslama mal edilmeye çabalandı.Ama hiç bir gerçek müslüman,içinde müslüman olup olmadığından emin olmadığı bir yeri,içinde dinsizler var diye bombalayamaz,havaya uçaramaz.Bir müslüman öldüren(kısasa kısas olmadan,bozgunculuk suçu olmadan)dünyadaki tüm insanları öldürmüş gibi olur.
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bakın ayetlerde kime ve neden hitap edildiği bellidir ama maalesef Kuran'ı çok az bildiğinizden Mekkeli müşriklere indiği 2 ayet önce açıklanmış olan ayeti, hemde yanlış olarak buraya yazabiliyorsunuz. Gözünü kapatıp körü körüne sorgulamadan inananlar değiliz, Kuran'ı kaç kez okuduğumun sayısını bile hatırlamıyorum ama neden defalarca okuyorum, kendimi ve inancımı sorgulamak için, Kitabı ve Hz.Muhammed'i anlamak için. Tabi sizin dediğiniz gibi olanlar da var, hiç Kuran'ı okumadan, hurafelerle, oradan buradan duyarak inanan ve yaşayanlar. Sizin öfkenizde onların anladığı dinedir. Objektif olmak lazım, körü körüne savunarak, tartışmalı Kuran'la çelişen hadisleri buraya korayak biryere varılmaz maalesef.

Kuranı bir çok müslüman geçinenden çok daha iyi bilirim. Dine öfke falanda duyduğum yok ayrıca sadece kabul etmiyorum. Ve islam dininin aslında vahşet dini olduğu ayetler incelenince açık ve seçik ortaya çıkıyor. Milletin ağzına bakarak değil , din alimlerinin tefsirlerine ve sahih kabul edilen hadislere bakarak ta bunu görebiliyorum. Asıl anlamadığınız olay, burda söz konusu edilen ayetin, kime niçin ve neden indiği ile alakalı değil. Israrla bunda direnmeniz oldukça ilginç. Bakın ne demişim.

 

Arkadaşım ne anlatmaya çalışıyorsunuz anlamış değilim. Bana nerdeyse bir sayfa dolusu peygamberin iyiliğinden bağışlayıcılığından söz etmişsiniz. Bende size bu hadisi göstermişim. Yani sandığınız kadar adil yada bağışlayıcı olmadığını. Bunu yaparken de sahih hadisleri ile ünlü adamlardan örnek vermişim. Hatta sizinde kabul edeceğiniz sitelerden örneklerle. O halde nedir içinize sindiremediğiniz. Peygamberin kasdı aşan uygulamaları mı yoksa insanlık dışı ceza yöntemleri mi?
Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çocuklarımıza Allah sevgisini ve dinimizi öğretelim

 

Allah’ı tanımadan, bilmeden İslam dinini öğrenmeden yetiştirilen bir çocuk hayatında birçok zorlukla karşılaşıyor. Allah sevgisi ve korkusu anne babası tarafından öğretilmediğinden çocuk karşılaştığı olaylar karşısında hep nefsi ile hareket ediyor. Yalan söyleyerek kendini kurtaracağını zannettiği için kolaylıkla yalan söylüyor, haksız kazanç elde etmeyi normal karşılıyor, yardımsever ve yumuşak başlı olmak yerine bencil ve isyankar oluyor. İslam ahlakını yaşamayan bir insan mutlaka bu belalardan birinin içine düşer, ya annesine babasına isyan edip hayırsız bir evlat olur, ya hırsızlık yapar, ya eşine yalan söyleyerek onu aldatır, ya uyuşturucuya, içkiye ve kumara saplanır ve hepsinden önemlisi bütün bunlardan en çok azap duyan yine kendisi olur.

 

Özenle bakıp büyüttüğümüz, büyük fedakarlıklarla yetiştirdiğimiz çocuklarımıza öncelikle Allah sevgisini küçük yaşta aşılamalıyız. her şeyden önce kendisini Allah’ın yarattığını, bütün evrenin yaratıcısının Allah olduğunu öğretmeliyiz. Allah’ın her şeyi gördüğünü, bildiğini duyduğunu, tüm insanlara karşı çok merhametli olduğunu, çok adaletli olduğunu söylemeliyiz. Çocuğu güzel ahlakından dolayı ödüllendirmeli, bütün bu ödüllerin Allah tarafından verildiğini anlatmalıyız. Çocuğa küçük yaşta sorumluluk aşılarsak, çocuğun şımarık ve asi olmasını baştan önleyebiliriz. Çocuğumuza hep şefkatli ve merhametli bir uslupla güzel ahlaklı olmasını, her şeyini kardeşleriyle arkadaşlarıyla paylaşmasını, güzel söz söylemesini, yoksullara yardım etmesini, kimseyle alay etmemesini, böyle yaptığı taktirde Allah’ın kendisini çok seveceğini öğretmeliyiz. Çocuk yalan söylediğinde ya da bir şey çaldığında kendisinin yalnız olmadığını Allah’ın gördüğünü bilmelidir. Çünkü çocuk hayatının hiçbir anında yalnız olmayacaktır.

 

Yapmakta oldukları dolayısıyla her biri için dereceler vardır. Rabbin, onların yapmakta olduklarından habersiz değildir. (En’am Suresi / 132)

 

 

Çocuklarımıza çevresinde gördüğü her canlıyı Allah’ın yarattığını anlatalım, o harika çiçekleri, hayvanları, bitkileri, topraktan mükemmel tat ve kokuda çıkan portakalları, çilekleri Allah’ın yarattığından bahsedelim. Hastalandığı zaman ona bakan ve şifa verecek olanın Allah olduğunu anlatalım. Mutlaka dua etmesini öğretelim, hatta onunla birlikte dua edelim. Allah’ın onu çok sevdiğini, dualarını işittiğini söyleyelim. Dua ettiği bir şey olmazsa bunun Allah tarafından bir güzellik olduğunu, Allah dilerse kabul edeceğini etmezse de yine bunda hayır görmesini öğretelim. İnsanın her istediği şeyin onun için hayırlı olmayabileceğini, bunda da bir güzellik görmesi gerektiğini hatırlatalım.

 

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi / 186)

 

 

"… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216)

 

Çocuğumuza yapacağımız en büyük iyilik O’na Alah’ın çok güçlü olduğunu hissettirmek ve O’nu dost edinmesini sağlamaktır. Eğer bir çocuk tevekküllü ve inançlı yetiştirilirse sağlam bir karaktere sahip olur. Eğer tüm gücün Allah’tan olduğunu bilmezse, hep insanlardan korkar, hep insanlara yaranmaya çalışır, hep insanlardan medet umar. Halbuki tüm insanlar Allah’ın kontrolündedir. Çocuğumuzu tevekküllü yetiştirmek onun tüm hayatı boyunca rahat ve huzurlu yaşamasını sağlar. Bunun ne kadar önemli olduğunu düşünebiliyor musunuz? O zaman çocuk en ufak bir olayda depresyona girmez, küçük bir sıkıntıda duygusal çöküntüye uğramaz. Hoşuna gitmeyen bir olayla karşılaştığında bunu dünyanın en önemli olayı gibi görüp günlerce ağlamaz, yakınmaz, çevresindekileri kırmaz. Olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu bilir, tevekkül eder, güzel tavır gösterir. Her şeyden önemlisi dünya hayatında imtihan olduğunu bilir ve güzellikle sabreder.

 

Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer Suresi / 38)

 

Çocuğumuza mutlaka Allah tarafından indirilen Kuran’ı okumalı, ayetleri çok net bir şekilde öğrenmesini sağlamalıyız. Kuran onun her zaman yol göstericisi olacak mükemmel bir kitaptır. Kuran ayetlerini öğrenen bir çocuk dünyada karşılaştığı her olayı Kuran’la değerlendirecek ve dolayısıyla çok akılcı bir bakış açısına sahip olacaktır. Çocuk bir olayla karşılaştığı zaman bunun Kuran’da bahsedilen sabretmesi gereken an olduğunu, şükretmesi gereken, tevekkül etmesi gereken, dua etmesi gereken an olduğunu bilecektir. Böylece Allah’ın istediği gibi, imanlı bir insan olarak hayatını sürecek ve hayatının her anından sevap kazanacaktır.

 

Çocuğumuza Allah sevgisi ile birlikte mutlaka Allah korkusunu da öğretmemiz gerekiyor. Çünkü Allah’ın razı olacağı bir insan olmak için sadece Allah sevgisi yetmez, Allah Kuran'da, razı olduğu takva sahibi kullarının, Allah'ı çok sevmelerinin yanında, Kendisi'nden güçlerinin yettiği kadar korkup sakındıklarını bildirmektedir. Allah'ı tüm sıfatlarıyla tanıyan, O'nun büyüklüğünü gereği gibi takdir edebilen, akıl ve vicdan sahibi her insan, Allah'tan gücü yettiğince korkup sakınır. Örneğin, Allah'tan korkup sakınan bir kişi asla yalan söylemez. Çıkarları zedelense de, aksinde Allah'ın rızasını kazanamamaktan ve O'nun kendisine verebileceği karşılıktan korkup sakınır ve dürüst davranır. Bir anlık bir gaflet sonucunda yanlış bir şey söylese bile, hemen günahından dolayı Allah'a tövbe eder ve hatasını düzeltir. Allah, Kendisi'nden korkup sakınan kullarına doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme yeteneği verir; Allah'ın sınırlarına eksiksiz olarak uyması, daima vicdanına göre hareket etmesi için ona güç kazandırır.

 

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

 

Eğer çocuğumuza ahiretin varlığını öğretmezsek çocuk hayatını sadece bu dünyadan ibaret sayacaktır. O zamanda bu dünyaya yönelik hırsları, çıkarları, bencillikleri hiçbir şekilde tükenmeyecektir. Halbuki çocuğun ahiretten habersiz olması öldüğünde mutlaka karşılaşacağı bu büyük gerçekten tamamen habersiz bırakılmasıdır. Çocuğumuz dünyada yaptığı bütün iyiliklerin ve kötülüklerin karşılığını alacağını bilmeden koskoca bir hayat geçirmiş olacaktır. Hepimiz Allah’ın huzurunda bir gün yapayalnız hesap vereceğiz. Bu gerçekten kaçmak bu hakikati asla değiştirmez. Bu yüzden çocuğumuza dünya hayatında Allah’ın istediği gibi güzel ahlaklı, merhametli, sabırlı, dürüst, Kuran ahlakını yaşayan bir insan olmasını öğreteceğiz ve onun Allah’ın izniyle hem dünyayı hem de ahirette cenneti kazanmasına vesile olacağız. Ancak inançlı yetiştirdiğimiz bir insanın gerçek akla ve çok üstün bir ahlaka kavuştuğunu göreceğiz. Hiç şüphesiz Allah’ı seven, O’nu tanıyan, O’na güvenen çocuğumuz dünya hayatında da çok güçlü ve çok akıllı olacaktır. Çünkü her olayın kaderinde yaratıldığını bilecek, gerektiğinde sabredecek, şükredecek ve tevekkül ederek tamamen kendinden emin bir hayat sürecektir.

 

Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Rad Suresi / 26)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aylardan beri burada Türk İslam Birliği’nin kurulacağından bahsediyorum. İki yıl öncesine kadar böyle bir konu hiç ortada yokken, insanlar Türk İslam Birliği konusundan tamamen habersizken şu anda yaşanan gelişmelere bakın. Şu anda Türkiye ile vizeyi kaldıran ülke sayısı 57’ye ulaştı. Her gün yeni bir gelişme ile karşılaşıyoruz. Daha önce vizelerin kaldırılması gibi bir durum var mıydı? Türkiye’nin Ortadoğu’da bu kadar ağırlığı ve şahsiyeti var mıydı? İşte şimdi tüm dünya basınından Türkiye’nin çok güçlendiğine yönelik haberler yağmaya devam ediyor.

 

Son haber Wall Street Journal’dan şöyle geldi: Avrupa’nın Beklediği Kurtarıcı: Türkiye! Wall Street Journal, AB'nin Türkiye'yi tam üye yapması halinde uluslararası alanda azalan etkisini arttıracağını belirtti. ABD’nin ekonomi çevrelerinin önemli gazetesi Wall Street Journal (WSJ), uzman görüşlerine yer verdiği bir yazıda, “AB’nin ancak Türkiye’yi tam üye olarak kabul etmesi durumunda uluslararası alanda azalan etkisini artırabileceğini” belirtti.

 

WSJ’nin haberinde, 27 ülkenin üye olduğu AB’nin özellikle ABD ve Çin’in giderek güçlendiği yeni jeopolitik düzende nüfuzunu giderek kaybettiği görüşü dile getirildi. Star'ın haberine göre, Hindistan Uluslararası Ekonomik İlişkiler Araştırma Konseyi Direktörü Rajeev Kumar, AB’nin 2009’da ABD’den daha derin ekonomik daralma yaşadığını ve daha yavaş ekonomik iyileşme sürecinde olduğunu belirtti.

 

AB’nin sihirli değneği Türkiye

 

Yaşlanan nüfusun AB ülkelerinin bütçelerini giderek daha çok sıkıntıya sokacağını belirten Kumar, AB’nin dünya oyuncusu olma iddiasının da kendi içindeki meselelerle uğraşmaktan etkinliğini kaybettiğine dikkat çekerek, şöyle konuştu: “AB’nin uluslararası alanda etkisini artıracak tek bir sihirli değneği var, o da Türkiye’yi birliğe kabul etmek. Türkiye’nin girişi, AB’nin demografik yapısını değiştirecek, AB’nin daha az oranda Hristiyan bir kulüp olarak görülmesini sağlayacak ve Asya ile Ortadoğu’da daha fazla oranda saygı görmesini sağlayacaktır.”

 

Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihtiyacı yok, asıl hem yaşlı nüfusa sahip olan hem de ekonomik krizle boğuşan Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ihtiyacı var. Şimdi Türkiye’nin hedefi bir an önce Türk İslam Birliği’ni kurmaktır, bu birliğe Rusya’dan tutun da Ermenistan, Azerbaycan, Afganistan, Irak, İran, Lübnan, Suriye, İsrail, Hindistan, Pakistan gibi birçok ülke üye olacaktır. Türkiye lider olarak bu birliğin başına geçecek tüm dünyaya barış ve mutluluk getirecektir. Bu birlik kurulduğunda Ortadoğu’da haksız yere hiçbir ülkenin topraklarına bomba atılamayacak, haksız yere tek bir masum çocuk, tek bir kadın ve erkek şehit edilmeyecektir. Şimdi tüm dünya basınında yaşanan olağanüstü gelişmeleri görüyor musunuz? Bütün ülkelerden “Türkiye lider olsun” talepleri sürekli gelmeye devam ediyor. Şu anda Hz. Mehdi’nin evi hazırlanıyor, çok yakında hep birlikte Türk İslam Birliği’nin kurulacağına, tüm dünyada görülmemiş huzur, güvenlik ve barış ortamının sağlanacağına şahit olacağız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kuranı bir çok müslüman geçinenden çok daha iyi bilirim. Dine öfke falanda duyduğum yok ayrıca sadece kabul etmiyorum. Ve islam dininin aslında vahşet dini olduğu ayetler incelenince açık ve seçik ortaya çıkıyor. Milletin ağzına bakarak değil , din alimlerinin tefsirlerine ve sahih kabul edilen hadislere bakarak ta bunu görebiliyorum. Asıl anlamadığınız olay, burda söz konusu edilen ayetin, kime niçin ve neden indiği ile alakalı değil. Israrla bunda direnmeniz oldukça ilginç. Bakın ne demişim.

 

Kuran'dan çıkardığınız sonuç ve ayetleri ne kadar düzgün yazdığız Kuran'ı ne kadar çok bildiğinizi gösteriyor boşuna anlatmanıza gerek yok.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

evvela buckminister arkadaşa soralım.duyu organlarının tamamen kaybettiğin birortamda varolduğunu kendine nasıl isbat edersin.el cevap ısbat edemessin denemesi bedava. gelelim dayıya. rüyada suçvar ceza yok budünyadaki yaşamda rüya ise çelişkimi var.çelişki yok aynı boyutta farklı birzamandilimini yaşamak mümkün dür.

 

 

Öncelikle 'Buckminister' arkadaşa soralım;

Duyu organlarının tamamen kaybettiğin bir ortamda var olduğunu kendine nasıl ispat edersin. El cevap ispat edemezsin denemesi bedava.

 

Gelelim 'Dayı' ya; Rüyada suç var ceza yok bu dünyadaki yaşamda rüya ise çelişkimi var.? Çelişki yok aynı boyutta farklı bir zaman dilimini yaşamak mümkün dür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir gün yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınız sizi arıyor, çok şaşırıyorsunuz. Başka bir gün çok sevdiğiniz bir yakınızdan hediye alıyorsunuz, bir gün annenizin çok hasta olduğunu öğreniyorsunuz, başka bir gün bir trafik kazası geçiriyorsunuz… Peki sizce hayatınız boyunca yaşadığınız her olay kaderinizde mi? Yoksa tesadüfler üzerine kurulu bir hayat mı yaşıyorsunuz? Bütün olayların kendi kontrolünüzde olduğunu mu sanıyorsunuz?

 

İman etmeyen insanlar Allah’ın her insan için bir kader belirlediğini bilmeden bir ömür geçirirler. Allah’ı ve Kuran’ı tanımadıkları, ayetleri bilmedikleri için her konuya oldukça yüzeysel yaklaşırlar ve olaylar karşısında hep şaşkınlığa veya üzüntüye düşerler. İşte bu onların gaflette olduğunun bir göstergesidir. Kaderi bilmeyen bir insan ufacık bir hastalıkta sanki dünya yıkılıyormuş gibi tepki gösterir. Herhangi bir eşyasını kaybetse günlerce üzülür. İşyerinde müdürü kızsa hayatı kararır. İflas etse, evini barkını satmak zorunda kalsa ağır depresyona girer. Bir yakınını kaybetse yıllarca üzüntüden kahrolur.

 

Neden biliyor musunuz? Çünkü iman etmeyen insanlar hep kaderlerini değiştirebilecekleri yanılgısına düşerler. Sanki doğru sözü söylese eşiyle kavga etmeyecektir, çocuğu biraz daha hızlı yürüse belki de araba çarpıp ölmeyecektir, biraz daha gayret etse iflas edip her şeyini kaybetmeyecektir. Hâlbuki bu çok ama çok büyük bir yanılgıdır. Çocuk binlerce kere dünyaya gelse yine aynı anda araba çarpıp ölecektir, binlerce kere olay geri alınsa insan yine o saniyede o lafı söyleyecektir, ne kadar gayret ederse etsin o insan mutlaka aynı tarihte yine iflas edecektir. İşte kaderi bilmeyen insanlar tüm hayatlarını gaflet içinde her olaya üzülüp yakınarak, sinirlenerek, acı çekerek, kahrolarak geçirirler. Kendilerinin ne kadar aciz olduğunun, bütün gücün Allah’a ait olduğunun da şuuruna varamazlar.

 

Halbuki insanın hayatındaki her an, her dakika her saniye o insanın kaderindedir. Daha biz doğmadan Allah tarafından belirlenmiştir. Her ne yaparsak yapalım, istersek bütün dünyadaki insanları toplayalım, onlarında yardımını alalım, asla ve asla kaderimizi değiştiremeyiz. İşte bu imtihanın sırrıdır. İnsan boş bir amaçla dünyaya gelmemiştir. Her insan Allah tarafından bazen iyi bazen kötü gözüken olaylarla denenir. Bu olaylar karşısındaki tavırları sonucunda cenneti veya cehennemi kazanır. Kaderi kavrayabilmek için Kuran ayetlerini bilmek çok önemlidir. Çünkü ancak ayetleri bilen insan bu sırrı kavrayabilir.

 

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz. (ENBİYA SURESİ / 35)

 

Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (BAKARA SURESİ / 155)

 

Allah insanların kaderini belirlediği gibi tüm kainatın kaderini de belirlemiştir. Bu kainatın ne zaman yok olacağı, kıyametin ne zaman kopacağı da saniyesi saniyesine bellidir. Allah bir ayette ‘Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. (EN'AM SURESİ / 59)’ bildirmektedir. Bu ayet Allah’ın muazzam gücünü anlayabilmek için yeterlidir. Allah’tan habersiz tek bir yaprak bile düşmez ve dünyada yaşayan milyarlarca insanın kaderi kendi kitaplarında tüm detaylarıyla Allah tarafından yazılmıştır.

 

Kader gerçeğini ve imtihanın sırrını kavrayan bir insanın hayata bakışı bambaşkadır. Öncelikle imanlı olduğu için Allah’a sonsuz güveni vardır. Allah’ın sonsuz aklının farkındadır ve her olayı hikmetle yarattığını bilir. Olayların içinde boğulmaz, kaybolmaz, olayları dışarıdan seyreder. Her olayda hayır ve hikmet arar. Zor bir olayda sabretmesi ve tevekkül etmesi gerektiğini aslında olayın bunun için özel yaratıldığını bilir. Eğer insan tüm hayatı boyunca sabretmesi, tevekkül etmesi gereken hiçbir olayla karşılamasa o zaman güzel ahlak gösterdiğini, sabredebildiğini nasıl kanıtlayabilir? Allah’ın rızasını ve cenneti nasıl kazanabilir? İnançlı bir insan ayrıca kendi istekleri gerçekleşmediğinde mutlaka bu isteklerin doğru olduğuna inanmaz. Eğer gerçekleşmiyorsa bunda mutlaka bir hayır vardır der. Allah bunu bir ayette çok net bir şekilde açıklamıştır: …Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (BAKARA SURESİ / 216)

 

Derin imana sahip olan bir insan hayatında karşılaştığı hiçbir olay karşısında üzülmez, hiçbir olay karşısında şaşırmaz, aşırı tepki vermez. Allah’ın yarattığı kaderde mutlaka ve mutlaka güzellik olduğunu bilir. Bir yakının kanser olduğunu duysa, Allah’ın onu hastalıkla imtihan ettiğini, eğer sabrederse bunun karşılığını kat kat fazlasıyla cennette alacağını düşünür. Tüm malını kaybetse Allah’a tevekkül eder, çünkü malın mülkün zaten Allah’ın olduğunu dilediği zaman çekip aldığını bilir. Yanlış tek bir söz söylese hemen Allah’tan bağışlanma diler, daha dikkatli olmaya niyet eder. En yakını ölse, ahirete derin bir imanla inandığından o kişinin sonsuz hayatına kavuştuğunu düşünür. Eğer ölen kişi müminse cennete ve Allah’ın rızasına kavuştuğu için sevinç duyar. Allah’ın dilemesiyle cennette kavuşacaklarını düşünür. Müminler dünyaya binlerce kere gelseler de yaşadıkları bütün olayları aynı saniyelerde tekrar yaşayacaklarını çok iyi bilirler.

 

Müminin böyle derin bir bakış açısına sahip olmasının diğer bir sırrı da asıl hayatının ahiretteki sonsuz hayatı olduğunu çok iyi bilmesidir. Bu dünya sadece bir geçiş yeridir, göz açıp kapayıncaya kadar da geçer. İnsan bir anda kendini Allah’ın huzurunda hesap verirken bulur. Dolayısıyla mümin dünyada kaybettiği ne makamdan, ne paradan, ne bedeninde oluşan zaaflardan etkilenmez. Çünkü ahiretteki sonsuz hayat karşısında bunlara zaten tenezzül etmez. Dünyada nimetlere kavuşursa şükreder, kaybederse tevekkül eder ve her olayda Allah’ı görür, kaderinde ne kadar ince bir plan olduğunu hisseder ve şükreder.

 

İman eden bir insanla etmeyen bir insanın bakış açısında ne kadar büyük bir uçurum olduğunu görebiliyor musunuz? İman ederek, ayetleri yaşayarak tüm hayatınızı büyük bir coşkuyla, kalbiniz Allah’la yaşayabilirsiniz. Olayların hikmetini kavrayabilir, tüm ince yönlerini yakalayabilirsiniz. Kısaca asla ve asla değiştiremeyeceğiniz kaderinizi dışarıdan seyredersiniz. Aksi takdirde olayların içinde boğulup gerçekleri asla kavrayamadan, sürekli sıkıntıdan sıkıntıya düşerek ömrünüzü bitirirsiniz. Sonuç olarak eğer bir insan eğer kadere inanmıyorsa, hayatının her anını Allah tarafından belirlendiğine ve imtihan edildiğine inanmıyorsa bu da zaten onun kaderindedir...

 

Hiç şüphesiz, biz her şeyi kader ile yarattık. (KAMER SURESİ / 49)

 

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evrim teorisinin çöküşünü ispatlayan yazılarımın dikkatlice okunması çok iyi. Çünkü şimdiye kadar herkes sanki evrim teorisinin ispatlanmış bir teori olduğu inancındaydı. Oysa evrimcilerin bu teoriye bir dogma olarak inandıkları bilinmiyordu. Evrimcilerin itiraflarına ise hiç yer verilmediği için doğal olarak bunları da duymuyordunuz. Sahtekarlıkları ise hemen kapatıldığı için bunlara da rastlamıyordunuz. Ben bu itiraflara ve sahtekarlıkları detaylı olarak anlatmaya devam edeceğim. Bu itiraflar ve sahtekarlıklar o kadar çok ki, bu konuda fazla yazı göndermemiş olmam sadece vakit darlığımdan kaynaklanıyor.

 

Bir yazımda ‘eğer evrim teorisi doğruysa milyarlarca tek kanatlı, tek akciğerli, gelişmemiş, kafasında gözü olan milyarlarca ara fosil olmalıdır’ sözünü anlamayan bir okuyucunun konuyu daha iyi anlaması için fosillerin evrim teorisini nasıl çürüttüğünü daha detaylı yazmaya karar verdim.

 

Evrim teorisinin iddiasına göre, yeryüzündeki canlı türleri ortak bir atadan, küçük değişiklikler sonucunda türemişlerdir. Diğer bir deyişle, teoriye göre, canlı türleri birbirinden kesin farklılıklarla ayrılmamakta, süreklilik göstermektedir. Ancak, doğada yapılan gözlemler, ortada iddia edildiği gibi bir süreklilik olmadığını göstermiştir. Canlılar dünyasında görülen, birbirinden belirgin değişikliklerle ayrılan, farklı kategorilerdir. Omurgalı paleontolojisinde uzman olan evrimci Robert Carroll, bunu Patterns and Processes of Vertebrate Evolution (Omurgalı Evriminin Örnekleri ve Süreçleri) adlı kitabında şöyle itiraf eder:

 

Bugün dünya üzerinde neredeyse kavranamayacak kadar çok sayıda tür yaşıyor olmasına rağmen, bunlar birbirinden güçlükle ayırt edilebilen ara formlardan oluşan sürekli bir dağılım oluşturmazlar. Bunun yerine, türlerin neredeyse tamamı, birbirinden belirgin şekilde farklı temel gruplara aittirler.1

 

Evrim, tarihte yaşandığı iddia edilen bir süreçtir ve bizlere canlılığın tarihi hakkında bilgi verecek yegane bilimsel kaynak da fosil bulgularıdır. P. Grassé, bu konuda şunları söyler:

 

Doğa bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar. Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.2

 

Fosil kayıtlarının bu konuda bize ışık tutabilmesi için de, evrim teorisinin öngörüleri ile fosil bulgularını birbirleriyle karşılaştırmamız gerekir. Evrim teorisine göre sözde bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre, bu dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.

 

Örneğin geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Geçmişte yaşamış olduklarına inanılan bu teorik canlılara "ara geçiş formu" adı verilir.

 

Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa, bunların sayılarının ve türlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Bu gerçek, Darwin tarafından da kabul edilmiştir ve Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabında bunu şöyle açıklamıştır:

 

"Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş türleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.3

 

Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Difficulties on Theory" (Teorinin Zorlukları) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:

 

Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.4

 

Darwin'in, bu büyük açmaz karşısında öne sürdüğü tek açıklama ise, o dönemdeki fosil kayıtlarının yetersiz olduğuydu. Darwin, fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, kayıp ara formların mutlaka bulunacağını iddia etmişti.

 

Fosil Kayıtlarının Yeterliliği

 

Acaba ara form fosillerinin yokluğu karşısında, Darwin'in 140 yıl önce savunduğu "ara formlar şimdi yok, ama yeni araştırmalarla bulunabilir" iddiası hala geçerli midir? Bir başka deyişle, yapılan tüm fosil araştırmalarının sonucuna bakarak, ara formların gerçekte hiçbir zaman yaşamadıklarının kabul edilmesi mi gerekir, yoksa yeni araştırmaların sonuçları mı beklenmelidir?

 

Bu soruya verilecek cevabı, elbette elimizdeki fosil kayıtlarının zenginliği belirler. Paleontolojik verilere baktığımızda ise, fosil kayıtlarının olağanüstü derecede zengin olduğunu görürüz. Dünyanın farklı bölgelerinden elde edilmiş milyarlarca fosil örneği vardır.5 Bu fosillere bakılarak, 250 bin farklı canlı türü tanımlanmıştır ve bunlar, şu anda yaşamakta olan yaklaşık 1.5 milyon türe olağanüstü derecede benzerdir.6 (Yaşamakta olan bu 1.5 milyon türün 1 milyon kadarı böceklere aittir.) Ancak bulunan sayısız fosil örneği arasında hiçbir hayali ara-geçiş formu fosili bulunamamıştır. Zengin fosil kayıtlarına rağmen bulunamayan ara formların, yeni kazılarla bulunması ise mümkün gözükmemektedir.

 

Glasgow Üniversitesi paleontoloji profesörü T. Neville George, bu gerçeği yıllar önce şu şekilde kabul etmiştir:

 

Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkânsız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir.7

 

Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Müdürü ünlü paleontolog Niles Eldredge ise, Darwin'in "fosil kayıtları yetersiz, ara formları o yüzden bulamıyoruz" iddiasının geçerli olmadığını şöyle açıklamaktadır:

 

Tüm deliller, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu sonucun doğru olduğunu göstermektedir: (Fosil kayıtlarında) gördüğümüz boşluklar, hayatın tarihindeki gerçek olayları yansıtmaktadır, bunlar yetersiz bir fosil birikiminin sonucu değildir.8

 

Robert Wesson ise, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki boşlukların gerçek ve olgusal" olduklarını şöyle açıklamaktadır:

 

Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soy oluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiçbir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir.9

 

Bu durum, evrim teorisinin 140 yıldır öne sürdüğü "ara form fosilleri bulunmuş değil, ama ileride bulunabilir" argümanının artık geçerli olmadığını göstermektedir. Fosil kayıtları canlılığın kökenini anlamak için yeterince zengindir ve bu gerçek karşımıza somut bir tablo çıkarmaktadır: Farklı canlı türleri, aralarında hayali evrimsel "geçiş formları" olmadan, yeryüzünde bir anda ve farklı yapılarıyla, ayrı ayrı ortaya çıkmışlardır.

 

Fosil Kayıtlarının Gösterdiği Gerçek

 

Peki on yıllardır toplumların bilinçaltlarına yerleşen "evrim-paleontoloji" ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Neden çoğu insan, fosil kayıtlarından söz edildiğinde, bu kayıtlar ile Darwin'in teorisi arasında olumlu bir bağlantı olduğu izlenimine kapılmaktadır? Bu soruların cevabı, ünlü bilim dergisi Science'daki bir makalede şöyle açıklanır:

 

Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi yanlış bir fikre kapılmıştır. Bu büyük olasılıkla, ikincil kaynaklardaki olağanüstü basitleştirmeden kaynaklanmaktadır; alt seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düşünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmiştir.10

 

N. Eldredge ve Ian Tattersall ise bu konuda şu önemli yorumu yaparlar:

 

Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise, gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur... Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının, Darwin'in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir.

 

Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.11

 

Yazımda milyarlarca canavarımsı canlı fosilinin bulunması gerektiğini hangi Darwinist söylemiş sorusunu soran okuyucu umarım bu sözü Darwin’in bizzat kendisinin söylediğini anlamıştır. Ayrıca aynı okuyucu yerbilimci olması vesilesiyle milyarlarca mükemmel fosilin varlığından da haberi vardır. Bu blog yazarının bütün sorduğu sorulara yazdığım yazılarla cevap veriyorum, okuması yeterli olacaktır. Üstelik evrimin çöküşü ve teorinin tutarsızlığı o kadar açıktır ki aslında uzun uzun tartışacak bir konu da yoktur.

 

21. Yüzyılda bu teorinin tutunulacak hiçbir noktası kalmadığı gibi artık bu teoriye inananlar iyice gülünç duruma düşmekteler. Evrimci profesörlere bir tane ara geçiş fosili gösterin dediğimizde ‘balinalar ara fosil işte!’ diyecek kadar komik duruma düşüyorlar. En çok şaşırdığım konu ise 21. yüzyılda oldukça ilerleyen bilim yaratılışı açıkça gösterdiği halde nasıl olup da evrimcilerin inanılmayacak derece cahil kaldığıdır.

 

1 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 9

2. Pierre Grassé, Evolution of Living Organisms. New York, Academic Press, 1977, s. 82

3. Charles Darwin, The Origin of Species, 1 b., s.179

4. Charles Darwin, The Origin of Species, 1 b., s.172

5. Duane T.Gish, Evolution: Fossils Still Say No, CA, 1995, s.41.

6. David Day, Vanished Species, Gallery Books, New York, 1989.

7. T. N. George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress, vol. 48, January 1960, s.1

8. N. Eldredge and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s.59

9. R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s. 45

10. Science, July 17, 1981, s. 289

11. N. Eldredge ve I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46

12. S. M. Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of Species, Basic Books Inc. Publishers, N.Y., 1981, s.71

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Asrın eşsiz güzelliği, Bediüzzaman’ı kavramak ancak yüksek imanla mümkündür

 

Bediüzzaman İslam’ın inanç, moral ve vicdani enginliğini, hem de en katıksız ve tesirli şekilde ortaya koyan çağın bir numaralı insanıdır. Hayatını her okuduğumda tekrar kendisindeki yüksek ahlaka, imani derinliğe, vakarına, onuruna, şahsiyetine, tevazusuna, cesaretine bir kez daha hayran oluyorum. Bedüzzaman kendisine “Asrın eşsiz güzelliği” denmesini tam anlamıyla hak eden mükemmel bir şahsiyettir.

 

Şimdi onun hayatından birkaç bölüm anlatarak gösterdiği olağanüstü ahlakı biraz anlatmaya çalışacağım fakat onda gözüken güzellikler o kadar çoktur ki ancak kısaca bir kısmını aktarabileceğim.

 

Keskin zekası, harikulade hafızası ve üstün kabiliyetleriyle çok küçük yaşlardan itibaren dikkatleri üzerine toplayan Said Nursi, normal şartlar altında yıllar süren medrese eğitimini 3 ay gibi kısa bir zamanda tamamlamıştır.

 

Said Nursi daha çocuk yaşlardayken rüyasında kıyametin koptuğunu ve kendisinin mahşer meydanında bulunduğunu görür. “Peygamberimizi bulmalıyım” diyerek Sırat köprüsünün başına gider. Bütün peygamberleri tek tek gördükten sonra Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamla görüşür ve ondan ilim talep eder. ALLAH Resulü “Ümmetimden kimseye soru sormamak şartıyla sana ilim verilecektir!” buyurur. Budan sonra Said Nursi için ilim tahsili hayat tarzı olur.

 

Öğrenim hayatı boyunca pek çok hocası olmuştur. Bunlardan biri olan Fethullah Efendi bir gün kendisine “Geçen sene Suyuti okuyordun, bu sene Cami mi okuyorsun?” diye sorar. Said Nursi “Cami’yi okudum!” cevabını verir.Bunun üzerine, Fethullah Efendi, hangi kitabın ismini söylediyse, Said Nursi’nin, o kitabı okuduğunu beyan etmesi, onu kendisi hakkında hayrete düşürür. Said Nursi, saydığı kitaplardan imtihana hazır olduğunu ifade eder ve fiilen de kendisine yöneltilen bütün soruları en ufak bir tereddüt göstermeksizin cevaplar. Bu da Fethullah Efendi’yi dehşete düşürür. Nihayet kendisine “Pek ala, zekanız harika, fakat ezberleme gücünüz nasıl? Şu kitaptan birkaç satırı iki defa okuyarak ezberleyebilir misiniz?” deyip “Makamat-ı Hariri” isimli kitabı uzatır. Said Nursi’nin kitabı alarak bir sayfasını bir defa okumakla ezberlemesi Fethullah Efendi’yi şaşkına çevirir ve şöyle demesine sebep olur: “Zeka ile hafıza kuvvetinin aşırı derecede bir kimsede toplanması nadirdir.”

 

Daha sonra Said Nursi burada Usul-i Fıkıh ilmine dair büyük bir kitap olan “Cemul-Cevami” kitabını bir haftada, her gün bir iki saat çalışarak okur. Bu okuması, kitabı ezberlemesine yeter ve Fethullah Efendi’yi kitabın kapağına şu ifadeyi yazmaya sevk eder: “Cemul-Cevami isimli kitabın bütününü bir haftada ezberledi!”

 

Zamanın Bitlis Valisi Ömer Paşa, kendisini çok ısrarlı bir şekilde davet ettiğinden bu arzuyu geri çeviremez ve bir dönem Vali’nin konağında kalır. Said Nursi burada kelam, mantık, nahv, tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerine dair bir çok kitap okuyup İslami ilimlerin ana kaynaklarından 80 kitaptan fazlasını ezberler. Bunları her gün ezberden okumak suretiyle 3 ayda bir devreder. Yüksek ilminden dolayı kendisine çok büyük ikram ve ihtiramlar olur. Başka bir zaman Van’a gider ve Tahir Paşa’nın konağında kalır. Burada bulunan kütüphaneden büyük ölçüde faydalanır. Kısa zamanda tarih, felsefe, coğrafya, matematik, jeoloji, fizik, kimya, biyoloji, ve astronomi gibi bilimleri, bu bilimlerde uzmanlaşacak kadar öğrenir.

 

Genç yaşlarından beri ilmi münazaralara katılmakta olan Said Nursi, bu münazaralarda gösterdiği akıl almaz başarı sayesinde diğer alimler tarafından çok büyük bir takdir görmüş ve “Said-i Meşhur” ve “Bediüzzaman” diye anılır olmuştur. 1907 senesinde İstanbul’da, Fatih semtindeki Şekerci Hanına yerleşir ve odasının kapısına şöyle bir levha astırır: “Burada her suale cevap verilir, her müşkül halledilir. Fakat sual sorulmaz.”

 

Hasan Fehmi Başoğlu bu konudaki hatırasını şöyle anlatıyor: “Bir gece, ilahiyat ilimlerinden bahseden gayet derin ve ancak birkaç kitapta bulunan mevzuları soru halinde hazırladım. Ertesi gün kendisini ziyarete gittim, soruları sordum. Sanki o akşam beraber imişiz ve kitaba beraber bakıyormuşuz gibi, sorularımın cevabını tam olarak verdi. Ben tamamen mutmain oldum ve kesin olarak anladım ki, onun ilmi bizimki gibi kesbi (gayret gösterilerek elde edilen) değil, vehbi (ALLAH vergisi)dir.

 

Bediüzzaman’ın cesareti ise tek kelimeyle “eşsiz”dir. Bediüzzaman bir vesileyle Sultan Abdulhamitle görüşür. Mevcut sistemdeki bazı eksiklikleri eleştirir. Bundan dolayı Sultan’ın yakınındaki bazı adamlar onu askeri mahkemeye sevk ederler. Bu mahkemede öyle büyük bir cesaretle konuşur ki, mahkeme reisi Bediüzzaman’ın deli olup olmadığını tespit ettirmek için onu bir doktora yollatır. Doktor kendisini muayene ederken Bediüzzaman öyle bir açıklama yapar ki doktor şöyle demek zorunda kalır: “Eğer Bediüzzaman da zerre kadar bir delilik varsa, bütün yeryüzünde tek bir akıllı insan yok demektir.”

 

Bundan hemen sonra Bediüzzaman Emniyet Müdürlüğüne gönderilir ve Emniyet Müdürü kendisine şöyle der: “Padişah sana selam etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış.” Bediüzzaman da “Ben maaş dilencisi değilim… Kendim için gelmedim, memleketim için geldim” der. Müdürün, “İradeyi reddediyorsun. İrade reddolunmaz” demesine mukabil, o “Reddediyorum, ta ki Padişah darılsın, beni çağırsın, ben de doğrusunu söyleyeyim!” der. Müdür “Bu işin neticesi vahimdir!” deyince de şu müthiş açıklamayı yapar: “Neticesi deniz olsa, geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir milletin kalbinde yatacağım. Hem de İstanbul’a geldiğim vakit, hayatımı rüşvet getirmişim. Ne ederseniz ediniz. Bunu da ciddi söylüyorum!”

 

31 Mart hadisesi meydana gelir. Bediüzzaman’ın gizli düşmanları bu hadiseyi bahane ederek, hiçbir alakası olmamasına rağmen onu da mahkemeye çıkarırlar. Bu hadiseye ismi karışan on beş kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde, sert bir şekilde muhakeme olunur. Üstad’ın tavrı ise daha sert olmuştur: “Bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım. Nasıl ki, bir bedevî, İstanbul'un güzelliğini işitmiş, fakat görmemiş; nasıl müthiş bir arzuyla görmeyi ister! Ben de acayip ve garip şeylerin sergisi olan ahiret alemini öyle büyük bir arzuyla görmek istiyorum. Beni oraya sürmek, bana ceza değil! Sizin elinizden gelirse, beni vicdanen azaplandırın! Ve illâ başka suretle azap, azap değil, benim için bir şandır!”Bediüzzaman bu dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraat etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmed'e kadar, arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcut olduğu halde dimdik yürümüştür.

 

Bediüzzaman 1. Dünya Savaşında gönüllü alay kumandanlığı yapmış ve talebeleriyle yaptığı müdafaalarla Ermenilerin ve Rusların gönlüne korku salmıştır. Üstad’ın savaştaki hünerleri saymakla bitmez. Ayrıca fevkalade bir şekilde vücuduna pek çok gülle isabet etmesine rağmen kendisine hiçbir şey olmadığı bizzat talebelerinin şahitliğiyle sabittir. Üstad bu savaşın sonunda hem yaralı, hem de ayağı kırık bir şekilde 33 saat su ve çamurun içinde kalır. Fedakar talebeleri de kendisiyle beraberdir. Üstad talebelerine “Beni bırakın, siz kendinizi kurtarın!” demesine rağmen talebeleri kendisini bırakmaz.

 

Daha sonra Üstad Hazretleri Ruslar tarafından esir edilir. Esir kampında başından şöyle bir olay geçer. Rus orduları Başkumandanı Nikola Nikolaviç esir kampını teftişe gelir. Herkes ayağı kalkar, fakat Bediüzzaman kalkmaz. Nikolaviç bir tercüman vasıtasıyla “Beni tanımadılar mı?” der. Üstad da “Evet, tanıdım. Nikola Nikolaviç’tir” der. Nikolaviç “O halde niçin kalkmadılar?” der. Üstad Hazretleri “Ben İslam alimiyim. Eğer sana kıyam etseydim mukaddesatıma hürmetsizlik etmiş olurdum. Onun için ben sana kıyam etmem” deyince de, Üstad’ın infazına karar verilir. Çevresindekiler kendisine “Özür dile, belki kurtulursun” derler. Fakat Üstad’ın kararı kesindir: “Ben ahiret diyarına göçmek ve Huzur-u Resulullah’a (s.a.v.) varmak istiyorum. Bana bir pasaport lazımdır. Ben imanıma muhalif hareket etmem!”Üstad Hazretleri infazdan evvel namaz kılmak istediğini söyler. Kendisine izin verilir. Nikolaviç kendisini hayranlıkla izler ve daha sonra Üstad’a şu açıklamayı yapar: “"Beni affediniz. Sizin beni aşağılamak için bu hareketi yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanunî muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatın emirlerini yerine getiriyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiş; dinî salâhatinizden (salihliğinizden) dolayı şâyân-ı takdirsiniz. Sizi rahatsız ettim, tekrar tekrar rica ediyorum, beni affediniz."

 

Evet, Bediüzzaman’da cesaret öylesine doruklaşmıştır ki, arkasından çevrilen onca oyuna ve yapılan onca suikaste rağmen boynundaki kefeniyle ölüme meydan okuduğunu göstermiş ve kendisi hakkında söylenmiş bir söz olan “O, mahkumken bile hükmediyordu!” sözünü tamamen hak etmiştir. Mesela bir mahkemede kendisinden sarığını çıkarmasını isteyen bir hakime şöyle kükremiştir: “Bu sarık ancak bu başla birlikte çıkar!”

 

Ömrünün yarısını hapis ve sürgünlerde geçiren bu iman mücahidini defalarca zehirlendiği, kışın en soğuk günlerinde hücresinde ıslatıldığı ve akla hayale gelmedik işkencelere maruz kaldığı halde ayrıca çok fazla hastalığı olduğu halde davasına olan sadakatinden zerre miktar taviz vermemiştir.O, bin bir günahın sel olup aktığı karanlık bir çağda, aklını, kalbini, fıtratını, dolayısıyla insanlığını bozulmaktan korumuş bir irade insanıdır. Bu haliyle o, sanki 20. asra Asr-ı Saadet’ten düşmüş gibidir. Üstad Hazretlerinin dini yaşamadaki hassasiyeti, imanı, ihlası, iffeti, takvası, tasavvufi yönü, sünnete bağlılığı ve İslam’ı yaşama ve yaymadaki cihadı da benzersizdir. Ömrü boyunca bir kere bile laubali hareket ettiğine, yalan söylediğine ve günah işlediğine şahit olunmamıştır. O, ısmarlama bir zattır. Bu yüzden Cenab-ı Hakk onu her türlü kötü şeyden muhafaza buyurmuştur.

 

Bediüzzaman’ın eşiz özelliklerini anlatmaya kitaplar yetmez. Ama onun hikmetli bir sözü belki de onu anlatmaya yeter: “Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir” Bediüzzaman’ı anlamak, onun tefekkür boyutunu kavramak ancak onun gibi yüksek bir akılla mümkün olabilir. Ondaki bu mükemmel yönler ancak olağanüstü beğeni ile izlenebilir. Kendisi Müslümanların özeneceği ve üzerlerinde oluşmasını isteyeceği bütün güzelliklerin tamamını üzerinde barındıran kişidir ve Asrın eşiz güzelliği sıfatını tam olarak hak etmiştir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk Peygamberimize saygısını göstermek için özel kartpostal hazırlatmıştır

 

‘Atatürk gerçek bir dindardı’ yazımda Atatürk’ün özenle saklanmaya çalışan dindar yönünü anlatmış, peygamberimize verdiği değeri şu sözüyle dile getirdiğini bildirmiştim.

 

O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O anılacaktır, yaşayacaktır.”

 

Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin yaşanmasına olan inancı onun dindar yönünü her dönemde ortaya çıkarmıştır. Hz. Muhammed'i överek O'nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed'in peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Hz. Muhammed'e duyduğu hayranlığı ve O'nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata'nın o anki halini şöyle anlatmıştır:

 

"... Atatürk'ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askeri harita idi ve Hz. Muhammed'in büyük Bedir Cengi'ni adım adım gösteriyordu. Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi'ni göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" diye heyecanlandı. Ata'nın son sözü şu olmuştu:

 

- Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir, O'nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)

 

Atatürk"ün Hz. Muhammed'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği diğer sözleri ise şöyledir: "Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

 

 

Atatürk, peygamberimiz Hz. Muhammed’e olan sevgisini ifade etmek için kendi yüksek ahlakına uygun bir yol daha seçmişti. Mustafa Kemal Atatürk 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine Kasım 1918’de Adana`ya gelmiş, burada kaldığı 10 günlük süre içinde Yıldırım Orduları kumandanlık görevini devralmıştır. Atatürk`ün Adana`da kaldığı günlerde ordu kumandanı olmanın hatırasını ebedileştirmek için resmi kıyafetiyle fotoğraflar çektirmiştir ve fotoğrafın birinde Mustafa Kemal hasır sandalyede otururken ayakta duran yaverlerinden Salih Bozok ve Cevat Abbas görülmektedir. Göğsünde madalyalar da olduğu halde çektirdiği fotoğrafın birisinden de kartpostal yaptırmıştır. Aynı kartpostalın alt kısmına `Bir gaza ettik ki hoşnud eyledik peygamberi` yazdırarak İslam Peygamberi Hz. Muhammed`e(s.a.v) olan saygı ve bağlılığını belirtmiştir.

 

Suudiler 1926 yılında peygamberimizin mezarını da yıkmaya kalktıklarında Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim’ diye telgraf çekerek Suudilerin mezarın tek bir taşına bile dokunamamasını sağlayan da Atatürk’tü. Hz. Muhammed Allah tarafından gönderilmiş müthiş aklıyla, derin imanıyla, olağanüstü ahlakıyla cihanda tektir. Üstün zekası, herkes tarafından kabul edilen dehası ile tüm dünya tarafından tartışmasız lider olan Atatürk’te peygamber efendimizin hayranıydı…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaratılış gerçeğine savaş açan, evrimi sırf bir dogma olarak savunan, kainattaki muhteşem kompleks yapıya ve ihtişama ‘tesadüf’ diyerek zırvalayan Darwinistlere sorular dizisi hazırlamaya karar verdim. Her gün okuduğum bir kitapta, seyrettiğim bir belgeselde, sokakta rastladığım taşların arasından çıkan mükemmel renklerdeki bir çiçekte Allah’ın yüksek aklını ve sanatını görebiliyorum. Binlerce galaksiden oluşan uzaya, evrendeki müthiş düzene, atomun tamamen boşluktan oluşmasına rağmen sapasağlam gözüken maddeye baktığımda ise hayretler içinde kalıyorum. Bütün bu ihtişamı Allah’a vermemek ve sadece rastlantılarla açıklamak vicdansızlıktan başka bir şey değildir.

 

Evrimcilerin yaratılış harikası canlılardan bazılarının özelliklerini gördüklerinde çok şaşaladıklarını, gözlerinin dehşetle açıldığını da görüyorum. Kolayca bu zırva teoriyi kabul etmeleri düşünmemelerinden, araştırmamalarından ve oldukça cahil kalmalarından kaynaklanıyor. Çünkü aslında gözle görülemeyecek kadar küçük bir canlı dahi insanın iman etmesi için yeterlidir.

 

Şimdi evrimcilerin kafalarını kumun altından çıkarıp bu sorularıma cevap vermelerini istiyorum. İstedikleri kadar süre veriyorum, oturup istedikleri kadar düşünebilirler, araştırabilirler. Hatta geniş ve güncel kaynaklardan araştırma yaparlarsa daha da iyi olur, böylece daha geniş bilgi sahibi olup biraz cahillikten kurtulabilirler. Bu yazı dizimi uzun bir süre devam ettirmeyi düşünüyorum. Bir seferinde 10-15 soru soracağım ki akılları çok karışmasın…

 

Bu soruları Allah’ın yaratırken nasıl ince planlar kurduğunu, bunların nasıl insanın aklının alamayacak kadar mükemmel olduğunu görülmesi amacıyla yazıyorum. Verdiğim bu bilgilerin nasıl tesadüfen oluşamayacağını net bir şekilde açıklasınlar bakalım…

 

1. İncebağırsak, içinde bulunan kıvrımlar ve bu kıvrımların üzerinde bulunan mikro pompalar sayesinde, yaklaşık iki küçük tenis kortunun toplam alanına denk gelen bir yüzey alanına (300m2) sahiptir ve bu büyüklük, bükülerek, katlanarak paketlenmiş bir halde insan karnının içine yerleştirilmiştir.

 

2. 0, 5 hektarlık bir çiftlik toprağında, yaklaşık olarak birkaç ton bakteri ve 1 ton mantar, 100 kg tek hücreli protozoan hayvanı, yaklaşık 50 kg maya ve aynı miktarda alg (su yosunu) bulunur. Bu varlıkların her biri yaşadıkları topraklara oldukça büyük faydalar sağlarlar ve son derece kompleks yapılara sahiptirler.

 

3. Karaciğer hücreleri olan epitel ve bağ dokusu hücreleri büyük bir disiplin içinde, görevlerini karıştırmadan ve aksatmadan, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirirler ve bu disiplinli çalışma sisteminde meydana gelebilecek bir bozulma insan için ölüm anlamına gelir. Örneğin karaciğer hücreleri glikozu depolamaktan birdenbire vazgeçerlerse, vücuda besin girmediği anlarda hücreler enerji yetersizliğinden görevlerini yapamazlar ve beyin hücreleri çalışmaz, bu da ölüme veya kalıcı sakatlıklara sebep olur.

 

4. Scientific American dergisinin 1852 yılında yayınlanan 5 Haziran tarihli sayısında haber verilen 100 bin yıllık metal kap, çinko ve gümüşün kullanıldığı bir alaşımdan yapılmıştır, üzerindeki ince işçilikle yapılmış çiçek buketleri, üzüm asması ve taç desenleri üstün bir sanat eseri niteliğindedir. Bu kabı yapan kişiler metal alaşımları yapan, metalleri işleyebilen gelişmiş bir kültür birikimine sahip insanlardır. Dolayısıyla evrimleşmemişlerdir.

 

5. Etobur bitkiler, kas sistemleri olmadığı halde üzerine konan böceği avlamak için hızla yapraklarını kapatan, avladığı böceği sindirecek enzimleri üreten, herhangi bir beyne, göze ve şuura sahip olmayan bitkilerdir ve tesadüfen gelişen doğa olayları sonucu oluşamazlar.

 

6. Kapkara bir çamurun içerisinde yetişen sulu ve kokulu güzel meyvelerin, bir kimyager gibi topraktan sadece insanlar için gerekli olacak mineralleri özümseyip almaları evrimle hiçbir şekilde açıklanamaz.

 

7. Edinburg Üniversitesi Hücre ve Moleküler Biyoloji Enstitüsü üyesi olan Anthony Trewavas'ın, Nature dergisinin 21 Şubat 2002 sayısındaki "Bitkilerdeki Bilinç: Akıldan Yoksun Beceriler" başlıklı makalesinde: "Bitki hücreleri birbiriyle kimi zaman proteinleri ve hormonları; kimi zaman nükleik asit, karbonhidrat ve şekerleri; kimi zaman da kimyasal ve elektriksel sinyalleri kullanarak haberleşirler. Bireysel bitki hücrelerinin çok miktardaki bu bilgiyi nasıl barındırdıkları anlaşılamamaktadır..." itirafında bulunur. Bu mükemmellik asla evrimle açıklanamaz.

 

8. Muhteşem matematiksel bir altın oranı ifade eden ve Fibonacci serisi olarak bilinen özel dizilimin, bitkilerde ve hayvanlarda sıkça rastlanması evrimle hiçbir şekilde açıklanamaz.

 

9. Midedeki bir takım hücreler besinleri parçalamak için asit salgılarken, bu hücrelerin yanıbaşında bulunan başka hücrelerde yapışkan bir sıvı salgılarlar. Mukus adı verilen bu sıvı midenin yüzeyini örterek mide duvarını asitlere karşı bir kalkan gibi korur ve enzimlerin mideye zarar vermesini engeller. Bu mükemmellik evrimcilerin söylediği gibi asla tesadüfen ve aşamalı oluşamaz.

 

10. Bir tohumdan çıkan filizler, önlerine çıkan her engelin etrafından dolaşabilecek kadar uzarlar veya büyüdükleri yerde baskı meydana getirerek eninde sonunda mutlaka gün ışığına çıkmayı başarırlar.

 

11. Arı larvalarının ördükleri kozanın içinde bulunan "fibroin" isimli protein kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon gidericidir. Kozanın bu özelliği sayesinde larvalar mikroplardan korunur. Ama bu kadar hassas dengeleri bilmeyen Darwinistler safsatalara inanmaya devam ederler.

 

12. Aynı arılar dünyanın her yerinde, birbirlerinden habersiz olmalarına rağmen, daima aynı şekilde petek yaparlar, aynı şekilde bal toplarlar, aynı haberleşme ve yuva sistemine sahiptirler. Hep aynı işbölümünü yaparlar ve bu asla tesadüfle oluşamaz.

 

13. Yapraklar fotosentez işlemi ile, yılda 300 milyar ton şeker üretimi yaparak dünyanın en büyük kimyasal işlemini gerçekleştirirler ve böyle bir işlem laboratuvar ortamında bilinçli koşullar altında bile gerçekleşemez. Ama Darwinistler biraz olsun akıllarını kullanmadıkları için bunu göremezler.

 

14. Bitkilerin merkezi sinir sistemi ve bunu kontrol eden bir beyinleri yoktur, buna rağmen toprağın içinden tam gereken oranlarda mineralleri ve suyu alarak, havayı ve Güneş'i kullanarak insanlar için besin üretirler. Bu mükemmel işlemlerin tesadüfen oluşması mümkün değildir.

 

15. Ağaçlar, hiçbir pompa veya hidrofor sistemi olmadan ihtiyaçları olan suyu metrelerce uzunluktaki en uç dallarda bulunan yapraklara kadar ulaştırabilirler. Fakat Darwinistlerin gözleri bu noktadaki mükemmeliğe de kapalıdır.

 

Darwinistlerin yaratılış mucizelerine verebilecek hiçbir cevapları yoktur. Bu mükemmel yapıları gördüklerinde ağızları açık bir şekilde yaratılışçıların suratına bakakalıyorlar ve bilmiyoruz, açıklayamıyoruz, keşfedemedik diye aciz ifadelerden başka söz edemiyorlar. Bu köhne teorinin saçmalıklarını anlattığım yazılar adeta dumura uğramış beyinlerini belki bir parça açar, gerçekleri görmelerini sağlar diye düşünüyorum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ataturk kendi eli ile yazdigi ..."Medeni Bilgiler" kitabindan.

 

"Türk'ler Arap'ların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türk'lerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu arap fikri ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah'a kendi lisanında değil Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyyet karşısında Türk Milleti bir çok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler."

 

Bu konuda ki dusunceleri bayagi bellidir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk Kuran'ın ilk Türkçe'ye tercümesini yaptıran kişiydi, çünkü Müslümanların Kuran'ı anlayarak okumalarını

istiyordu, kendisi de sürekli Kuran okuturdu. Atatürk ölmeden öncede peygamberimizin izinden gidilmesi gerektiğini söylemiştir.

Gizli vasiyeti de var. Bu konularda yazmaya devam edeceğim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Peygamberimiz (sav) hadislerinde ahir zamanı (kıyamet öncesindeki son dönem) detaylı olarak tarif etmiştir. Ahir zaman iki dönemden oluşmaktadır. Birinci dönem bozulmaların, dejenerasyonun, felaketlerin, çatışmaların, savaşların, yoklukların yaşanacağı dönemdir. İkinci dönemi ise, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışıyla birlikte, yeryüzüne barışın, huzurun, özgürlüğün hakim olduğu, bolluğun ve bereketin yaşandığı, insanların her açıdan memnun oldukları güzelliklerle dolu bir dönemdir.

 

Allah Kuran'da, elçilerinden seçtiklerine Kendi Katında saklı olan gayb bilgisinden verdiğini bildirmektedir. Peygamber (sav) efendimiz de ahir zamanı adeta görmüşçesine ahir zamanda gerçekleşecek olayları tek tek sayarak detaylı olarak tarif etmiştir. Bütün bu gerçekleşecek olan olayların tüm ayrıntılarıyla bundan 14 asır önce bu kadar kapsamlı bir şekilde açıklanmış olması ve belirli bir dönem içinde art arda gerçekleşmesi son derece mucizevi bir durumdur.

 

Ahir zamanda gerçekleşen alametler çok fazla, bu yüzden bu alametlerin bir kısmına yer verebileceğim. Yazımın galeri bölümüne gerçekleşen ahir zaman alametlerinin basında çıkan gazete haberlerini de koyacağım.

 

Afganistan’ın Rusya tarafından işgali (1979)

 

“Talikan'a (Afganistan'a) yazık oldu. Şüphesiz Allah Teala'nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır. Orada Allah'ı hakkıyla bilen insanlar vardır. Onlar ahir zaman Hz Mehdi'sinin yardımcılarıdır.”(Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59)

 

Dördüncü Sulh (Arap-İsrail Barışı) (1979)

 

“Sizinle insanlar (bir nüshada Rumlar deniyor) arasında dört sulh olacak, dördüncü sulh, Heraklius ehlinden bir adam vasıtası ile olur ve bu yedi sene devam eder..." (Kıyamet Alametleri, Osman Çataklı, 299/8)

 

Kabe’de Kan Akıtılması (1979)

 

“Onun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler... Hep birlikte Beyt-i Şerif'i tavaf edecekler, sonra Mina'ya indiklerinde birbirine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak.” (Kıyamet Alametleri, s. 168-169)

 

“İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın hac ederler. Mina'ya indiklerinde büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır.” (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)

 

İran-Irak Savaşı (1980)

 

Şevval ayında ayaklanma Zilkade'de harb konuşmaları, Zilhicce'de ise harb vaki olacak.” (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 166)

 

Depremlerin Çoğalması

 

“Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır… depremler çoğalacak…” (Ramuz-El Ehadis, 476/11)

 

Mısır Meliğinin Öldürülmesi (1981)

 

“Ondan önce Şam ve Mısır melikleri öldürülecektir...” (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)

 

Ramazan Ayında Güneş ve Ay Tutulmaları (1981-1982)

 

“Hz. Mehdi için 2 alamet vardır ki... Bunun birincisi, Ramazan'ın birinci gecesi Ay'ın; ikincisi de, Ramazan'ın ortasında Güneş'in tutulmasıdır.” (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 47)

 

Kuyruklu Yıldızın Doğması (1986)

 

“Hz. Mehdi'nin çıkışından evvel, (her tarafı) aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır.” (Kıyamet Alametleri, s. 200)“

 

Tozlu Dumanlı Bir Fitne (2001- 11 Eylül olayları)

 

“Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek...” (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)

 

Bağdatın Alevlerle Yokedilmesi ( 2003)

 

“Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir...” (Risalet-ül Huruc-ül Hz. Mehdi, Cilt 3, sf. 177)

 

Irak Halkı Üç Fırkaya Bölünür (2003)

 

“Irak halkı üç fırkaya ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz vakit kıyamete hazırlanın.” (Fera İdu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar)

 

Irak ve Şam’a Ambargo (2003)

 

Ebu Nadre (r.a.) dedi ki; Cabir (r.a.)'ın yanında idik, şöyle dedi: "Öyle bir zaman yaklaşıyor ki, Irak ahalisine bir kafiz (ölçek), bir dirhem (bir ağırlık ölçüsüdür) sevk olunmayacak". Dedik ki: "Bu kimden dolayı olur." Dedi ki: "Acemler ('Arap olmayanlar) bunu men' ederler." Sonra dedi: "Şam ahalisine bir dinar, bir müdy (kile, bir ölçü birimidir) sevk olunmayacak". "Bu kimden dolayı olur" dedik. "Rumlar'dan dolayı" dedi. (Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseyni)

 

Irak Halkı Şam’a ve Kuzeye Kaçar (2003)

 

“Masum ve temiz Irak halkı Şam'a kaçar.” (Risalet-ül Huruc-ül Hz. Mehdi, s. 210)

 

Iraklıların Parası Kalmayacak (2003)

 

"Iraklıların elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış-veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 45)

 

Ordunun Kaybolması (Irak- 2003)

 

“Hz. Mehdi'nin beş alameti bulunur. Bunlar Süfyani, Yemani, semadan bir sayha (çağrı, nara), Beyda'da bir ordunun batışı ve günahsız insanların öldürülmesidir”. (Naim Bin Hammad)

 

“...Kendisine bir ordu gönderilecek. Bunlar yerin bir çölünde iken yere batırılacaklardır.” (Müslim'den; Geleceğin Tarihi 4, s.31)

 

Irak’ın Yeniden Yapılanması (2003)

 

“…Irak'a saldırmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Irak'taki masum insanlar Şam'a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak da yeniden yapılanır.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 254)

 

Doğuda Yer Batması Tsunami (2004)

 

“On alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır; ... Biri doğuda, biri batıda, bir diğeri de Arap Yarımadası'nda meydana gelecek yere batma hadisesi..." (Müslim, Fiten, 39)

 

Batıda Yer Batması Katrina (2005)

 

“On alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır; ... Biri doğuda, biri batıda, bir diğeri de Arap Yarımadası'nda On alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır; ... Biri doğuda, biri batıda, bir diğeri de Arap Yarımadası'nda meydana gelecek yere batma hadisesi..." (Müslim, Fiten, 39)

 

Fırat'ın Suyunun Kesilmesi (Keban Barajı)

 

Gerçekten de Keban Barajı, Fırat Nehri'nin suyunu durdurarak kesmiştir."Resulullah buyurdu ki: Fırat Nehri'nin suyu çekilip altından bir dağ meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz... (Riyazü's Salihin, 3/332)

 

Açıkça görüldüğü gibi peygamber (sav) efendimizin hadislerinin çıkması iman edenlerde büyük şevk meydana getirmektedir. Bu kutlu döneme şahitlik etmek ve daha gerçekleşmemiş olan hadislerin gerçekleşmesini beklemek tüm Müslüman aleminde tarif edilemeyecek kadar büyük bir heyecana yol açmaktadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Muhammed i büyük yazıp Allah kelimesini küçük yazamazsın.İslam gereği,Muhammed i diğer Peygamberlerden üstünde tutamazsın.Biz hepsini eşit severiz Çünkü onların dereceleri ALLAH katındadır.

 

İnsan ,eğer Kitabını uygulamaya çalışan bir müslüman ise,anne babasına küfredilirse dahi öfkesini yenmeye çalışıp,küfür ile anne babasının şekil değiştirmeyeceğini bilip,bu kötü davranışı iyi bir davranış ile karşılık vererek atlatmaya çabalar.Küfür,sahibinin seviyesini belirler.Edilen kişinin değil.

degerli kardeşim o bi anlık konu başlıgına kendimi kaptırmamdan oldu ondan sonraki yazılarımda ALLAH(C.C.) adını büyük yazdıgımı görebilirsin..konu omu büyük bumu büyük digeldi zaten..

Ne haddime HZ.MUHAMMAD'i diger peygamberlerden üstün tutmak diger peygamberler hakkında çirkin iftiralar kullanılırsa onlar içinde gereken özeni gösteririm..

Dikkat ettiysen ben kitabı uygulayan müslümandan degil bir insan örnegi yazdım orda oraya kitabı uygulayan bir müslüman imanlı bir insan diye başlamadım...

ama bırakta HZ.MUHAMMAD sevgisi içimde bir kademe yüksek olsun çünkü o hak din müslümanlıgın peygamberi oldugu için...

Saygılar.....ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMAD...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk Kuran'ın ilk Türkçe'ye tercümesini yaptıran kişiydi, çünkü Müslümanların Kuran'ı anlayarak okumalarını

istiyordu, kendisi de sürekli Kuran okuturdu. Atatürk ölmeden öncede peygamberimizin izinden gidilmesi gerektiğini söylemiştir.

Gizli vasiyeti de var. Bu konularda yazmaya devam edeceğim.

Okurlar Ataturkun,

 

"Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır." dedigini bilirler.

 

Yani, Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettirerek, Turk Milletinin akıllarını kullanıp, Arap adetlerinin ne oldugunu anlasınlar, ve aldanmakta devam etmesinler diye umit etti.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ahir zamanda neler yaşanacak, Hz.İsa, Hz. Mehdi ve deccal nasıl çıkacak?

 

‘Ahir zamanda olduğumuzun farkında mısınız’ adlı yazımda ahir zaman alametlerini, peygamberimizin söylediği hadislerin çoğunun çıktığını bildirmiştim. Gerçekten de peygamberimizin hadisleri hayret verecek şekilde tam söylediği gibi ard arda gerçeklemiştir. İran-Irak Savaşı yaşanmış, Afganistan işgal edilmiş, Fırat’ın suyu kesilmiş, Şam ve Mısır Melikleri öldürülmüş, Bağdat’ın ordusu kaybolmuş, Irak üçe bölünmüş, Şam, Irak ve Arabistan’da kargaşalar başlamış ve Bağdat alevlerle yok edilmiştir.

 

Ortadoğu topraklarında karışıklıkların, fitnelerin ve büyük olayların gerçekleşmesi tüm Müslümanların beklediği Hz. Mehdi çıkana kadar devam edecektir.

 

Şam'da fitneler bir taraftan sakinleştikçe, diğer bir taraftan alevlenir. Gökten çağırıcı bir melek "Hz. Mehdi emirinizdir, Hz. Mehdi Halifenizdir" demedikçe de fitneler bitmez. (Mustafa Reşit Filizi, Risalet-ül Huruc-ül Hz. Mehdi, s. 63)

 

Ortadoğu'da yaşanacak olaylar yalnızca kargaşa, çatışma ve savaşlardan ibaret olmayacaktır. Hz. Mehdi, çıkışının ardından büyük bir çoğunluğu bu bölgede bulunan İslam dünyası ülkelerini biraraya getirecek, çok güçlü bir ekonomik ve siyasi birliğin oluşmasına vesile olacaktır. Hz. Mehdi, Hz. İsa ile bu bölgede buluşacak ve birlikte namaz kılacaklardır. Dünya tarihine damgasını vuracak daha pek çok önemli olayın yine bu bölgede gerçekleşeceğini hadisler ışığında ve İslam alimlerinin izahları doğrultusunda söyleyebiliriz.

 

Ahir zamanda çıkacak olan Müslümanların sahibi kutlu insan Hz. Mehdi, ahir zamanda tekrar yeryüzüne gelecek olan Hz. İsa ile Mehdi ve Hz. İsa’nın birlikte savaşacakları Deccal ile ilgili hadislerden bir kısmı şu şekildedir:

 

Hz. İsa'nın Gelişi

 

"...Allah (c.c) Meryem oğlu İsa (as)'ı yeryüzüne indirir. O da iki güzel elbise giymiş olarak ve avuçlarınıda iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak Şam'ın doğusunda beyaz minare yanına iner." (Tirmizi, Fiten 59)

 

 

"Daha sonra Hz. İsa Dımaşk'ın (Şam'ın) doğusundaki Beyaz minareye inecektir. İmam yerinden geriye çekilecek, Hz. İsa öne geçecek ve insanlara namazı kıldıracaktır." (Muhyiddin İbn-i Arabi, Futuhat-El Mekkiye, 366. bab, c. 3, s. 327)

 

Hz. Mehdi'nin Zuhuru

 

"Meşrik (doğu) cihetinden siyah bayraklar (taşıyan bir ordu) zuhur edecek, ..., onları görünce onlara derhal biat edin, kar üzerinde emekleyerek de olsa!" buyurdular. Çünkü o, Allah'ın halifesidir, Hz. Mehdidir." (İbn-i Mace; Kitabu-l Fiten, 4084)

 

Hz. Mehdi'ye Biat Edilmesi

 

‘Sonra da hilafet yeryüzünün en hayırlısı olan Hz. Mehdi'ye evinde otururken gelecektir.' (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Hz. Mehdiyy-ül Ahir Zaman, s. 26)

 

 

"Rükun ile Makan arasında kendisine biat edilecektir...' (El Kavlü'l Muhtasar Fi Alametül Mehdiyy-il Muntazar, s. 42)

 

‘… Hz. Mehdi, Rükun ile Makan arasında oturur ve elini uzatarak biatları Kabul eder.' (El Kavlü'l Muhtasar Fi Alametül Mehdiyy-il Muntazar, s. 39-40)

 

Hz. Mehdi'nin Hicreti

 

"O, Kudüs-ü Şerif'e hicret edecektir. Bu hicretten sonra Medine tahrip edilip vahşilerin sığınağı olacaktı." (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s.162)

 

 

"Süfyani'nin ordusu ile savaşırlar, ancak Sufyani galip gelir. Haşimi genç kaçar. Şuayp bin Salih de saklanarak Kudüs'e gelir ve Hz. Mehdi Şam'a ulaştığında onun için Kudüs'te bir ev hazırlar." (Nuaym bin Hammad, Kitabu-l Fiten, s.57)

 

 

Nuaym'ın, Selman b. İsa'dan rivayetine göre; "Hz. Mehdi Beyt-i Makdis (Kudüs)'de 14 yıl kalacak.." (Yusuf el-Makdisi, Fera İdu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar)

 

Hz. Mehdi'nin "Tabut-u Sekine"yi Çıkarması

 

"Antakya mağarasında "Tabut-u Sekine"yi çıkaracaktır. Şam'daki dağdan da gerçek Tevrat'ı çıkaracak ve bunun üzerine Yahudilerle tartışacak, birçok Yahudi Müslüman olacak." (Risaletül Huruc ül Hz. Mehdi, s.124-125)

 

"Hz. Mehdi, "Tabut-u Sekine"yi (Kutsal Sandığı) Taberiye gölünden çıkaracak." (Ikdı'd Dürer, s. 51)

 

"Ona Hz. Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya denilen bir yerden "Tabut'u" (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır." (Suyuti, el- Havi li'l Feteva, II. Cilt, s. 82)

 

Hz. Mehdi'nin İslam Birliği'ni Kurması

 

"O zatın (Hz. Mehdi'nin) üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslam'a bina ederek, İsevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslam'a hizmet etmektir." (İslam toplumunu birleştirmek ve Hrıstiyan alemi ile ittifak etmektir) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9, Bediüzzaman Said Nursi)

 

Hz. Mehdi'nin Kutsal Emanetlerle Çıkması

 

"Hz. Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in sancağı, gömleği, kılıcı, işaretleri, nuru ve güzel ifadesiyle yatsı vaktinde çıkar.' (Ali b. Sultan Muhammed el- Kari el-Hanefi, ‘Risaletül Meşreb elverdi fi mezhebül Hz. Mehdi')

 

‘Beytül Mukaddes'in hazinelerini, Tabut-u Sekine'yi, Beni İsrail sofrası ile levhaların madenlerini, Hz. Adem'in cübbesini, Hz. Süleyman'ın minberinin asasını ve Allah'ın Beni İsrail'e gönderdiği süt kadar beyaz olan eldivenleri çıkaracaktır.' (El Kavlü'l Muhtasar Fi Alametül Mehdiyy-il Muntazar, s.33)

 

Hz. Mehdi'nin İstanbul'u Manen Fethetmesi

 

‘Allah Konstantiniyye'yi (İstanbul'u) çok sevdiği dostlarının eliyle fethedecek... Onlardan hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak.' (Kıyamet Alametleri, s.181)

 

‘Beldeler onun emrine girer. Allah-u Teala onun elinde Konstantiniyye'nin fethini müyesser kılar.' (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Hz. Mehdiyy-ül Ahir Zaman, s. 56)

 

Hz. İbni Amr'dan (r.a.) rivayet edilmiştir: Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: Ey Ümmet! Altı şey vardır ki; onlar olmadan kıyamet kopmaz… (altıncısı) medinenin fethi.

 

-Denildi ki : Hangi medine? (Hangi şehir?)

 

-Buyurdu ki: Konstantiniyye.

 

(*) Bu Konstantiniyye'nin Hz. Mehdi tarafından yapılacak fethidir. (Kıyamet Alametleri, 204 Ramuz-el Ehadis, 296)

 

Deccal'in Ortaya Çıkışı

 

Ebu Hureyre (ra)'den rivayete göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur :

 

"...Onlar Şam diyarına (Kudüs) civarına gelince, Deccal ortaya çıkar." (Müslim, Fiten 34)

 

Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin Birlikte Kılacakları Namaz

 

"(Sabah) namazı için kamet okunur. O sırada Meryem oğlu İsa (as) (yeryüzüne) iner. (Hz. Mehdi) ona imamlık teklif eder. Fakat o, (Hz. Mehdi'yi) işaret eder." (Müslim, Fiten 34)

 

İmam Ebu Amr Osman b. Said El-Makarri'nin "sünen"inde: Cabir b. Abdullah (R.A)'dan rivayetine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

 

"Benim ümmetimden bir grup, daima hak üzere savaşırlar. Nihayet Meryem oğlu İsa, fecir vakti Beyt-i Makdis (Kudüs)'de nazil olacaktır. Ona şöyle denilecek: "Ey Allah (c.c)'ın peygamberi! Öne geç de bize namaz kıldır. O da şöyle diyecektir: "Bu ümmet (öyle bir ümmettir ki) onların bazıları, bazıları üzerine emir olurlar." (Ukayli, En-Necmu's-sakıb fi Beyanı Enne'l Hz. Mehdi min Evladı Ali b. Talib Ale't-Temam ve'l kamal)

 

Hz. İsa'nın Deccal'i Yok Etmesi

 

"...Hz. İsa (as) onu (yakalamak) ister. Nihayet onu (Deccal'i) Lut şehrinin (Filistin) kapısında yakalar ve yok eder." (İbn-i Mace, Fiten 33)

 

"Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "... Allah'ın düşmanı (Deccal), Hz. İsa'yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir." (Müslim, Fiten 34)

 

Ahir zamanda tüm Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi alemi Hz. Mehdi ve Hz. İsa’nın birlikte Deccal’i yenmesine ve tüm dünyaya İslam’ı hakim etmesine tanık olacaklar. Ahir zaman öyle bir dönemdir ki bu dönemde yaşamak Allah’ın çok büyük bir lütfudür. Çünkü bu dönemde yaşayan herkes Allah’ın Hadi sıfatıyla nasıl herkese iman vereceğini, muhteşem bir bollukla nasıl Altınçağ’a gireceğimizi ve iki kutlu şahıs olan Hz. Mehdi ve Hz. İsa’nın zaferini seyredeceklerdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cenneti bir saniye görseniz dünyaya katlanamazsınız

 

Eğer Allah insanlara bir saniye olsun cenneti gösterseydi, insanlar bu dünyaya asla katlanamazlardı. Neden biliyor musunuz? Çünkü cennet Allah’ın aklı ve sanatıyla o kadar mükemmel yaratılmıştır ki, bu eşsiz güzellikleri gören bir göz, gördüğü ihtişam karşısında kamaşıp kalır. Bu güzelliği gören bir ruh, sadece oraya girme arzusuyla dolar. Cennetin olağanüstü güzellikteki bahçelerini, altından ırmaklar akan köşklerini, kusursuz güzellikteki insanlarını, oradaki bolluğu, güzel yiyeceklerle dolu sofraları, karşılıklı mücevherden tahtlar üzerinde oturan neşe ve mutluluk içindeki insanları bir kere gördüğünüzü düşünün. İşte bu mükemmelliği gören insan için dünyada geçirdiği her saniye adeta azap olur. Dünyanın o gri sokakları, acizlikle dolu insanları, soğuğu, sıcağı, hastalıkları, yiyecekleri, evleri, insana inanamayacağınız kadar kötü gelir. Dünyanın en güzel bahçesi cennet bahçesi yanında çok kötü kalır. Dünyanın en güzel insanı, cennet insanının yanında dönüp bakılamayacak kadar çirkin kalır.

 

Peki Allah’ın inanan insanlara vaat ettiği cennet nasıl bir yer? Cennet’i nasıl bir yer olduğunu Allah’ın Kuran’da bildirdiği ayetlerden ve peygamberimizin hadislerinden anlayabiliyoruz. Cennette çok sıcak veya çok soğuk hava yok, hep insanın çok hoşuna giden bahar havası var, hani dünyada bildiğimiz o çok kısa süren ve insanın çok hoşuna giden. Cennette üşüme, terleme yok. Korkmak, üzülmek, acıkmak, hastalanmak yok. Cennette insanın hiçbir acizliği yok. Cennette insanların uyku uyuma ihtiyaçları yok. Allah insanların tüm acizliklerini alıyor. İnsan nimetlerle donatılmış sofralara oturuyor, dilediği kadar yiyor ama doymuyor. Cennette insanların görüş gücü çok keskinleşiyor. Çok uzağı çok net görebiliyor, çok iyi duyabiliyor, çok daha fazla lezzet alabiliyor. Mesela gördüğü eşiz güzellikteki insanlardan, bahçelerden, duyduğu bir müzikten inanılmaz zevk alıyor. Cennette insan dilediği zaman dilediği yerde oluyor, birçok bedene sahip olup her biriyle dilediği başka bir şeyi yapabiliyor ve hepsinden zevk alabiliyor ve dilediği surete bürünebiliyor.

 

Cennette Allah insanın nefsini ve şeytanın etkisini kaldırıyor. Böylece insan müthiş bir nimete kavuşuyor. Çünkü dünyada imtihanı gereği insan hep nefsiyle ve şeytanla mücadele ediyor, her zaman Allah’ın rızasını seçmesiyle deneniyor. Haram ve helallere dikkat edip, Allah’ın razı olmayacağı bir hareketi yapmaktan sakınıyor. Şuurunu tamamen açarak her an dikkatli olması gerekiyor. Oysa cennette insanın nefsi tamamen kötülüklerden arınmış, onunla uğraşan şeytan yok, her şey helal olduğu için istediği her şeyi yapabiliyor. Cennette kin yok, öfke yok, haset yok, bencillik yok. Hastalık, acı, ağrı yok.

 

Allah cennette nereye bakılsa büyük bir mülkle karşılaşılacağını söylüyor. Cennetin yollarının pırlantalardan, ağaçlarının yapraklarının yakutlardan oluştuğunu düşünün. Size hizmet eden göz kamaştırıcı güzellikte hizmetkârların çevrenizde dolaştığını düşünün. Etrafınızda dolaşan harika hayvanların çağırdığınızda yanınıza geldiklerini düşünün. Dilediğiniz, aklınızdan geçen her şeyin anında yaratıldığını düşünün. Üstelik aklınıza ve hayalinize gelmeyecek sürprizlerin sizin için hazırlandığını hayal edin…

 

Allah cennette böylesine olağanüstü nimetleri inananların önüne serecektir. Ama inanan bir insan için kuşkusuz en büyük nimet Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun sözlü selamına kavuşmaktır. Bu nimet şüphesiz hepsinin üzerindedir.

 

Cennetin olağanüstü nimetlerini biraz olsun kavramak için ayetlere ve hadislere bakmak gerekir.

 

Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (NAHL SURESİ / 31)

 

 

Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri ipek(ten)tir. (HAC SURESİ / 23)

 

 

"Orada diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var." (Kaf Suresi, 35)

 

 

"Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün"(İnsan Suresi, 20)

 

Peygamberimizin hadisleri ise cennetin eşsiz güzelliklerini çok güzel dile getirir:

 

 

Cennete koşan yok mu? Çünkü cennette akla hayale gelmeyen nimet vardır. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 306-307/499]

 

Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır... [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]

 

Eğer cennette olan şeylerden bir tırnaklık miktar görünseydi yer ile gök arasını süse boğardı. Eğer cennet ehlinden bir adam görünüp bileziklerini gösterseydi, Güneş'in yıldızların ışıklarını bastırdığı gibi Güneş'in ışığını bastırırdı. [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409/10096]

 

 

Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek inci, meşrık (Doğu) ile mağrib (Batı) arasını aydınlatır. [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]

 

Gurfeler (cennet köşkleri) kırmızı yakut, yeşil zebercet (zümrüt) ve beyaz incidendir. Onlarda hiçbir kusur ve ayıp yoktur. Cennet ehli bunlara, sizin gökte, doğu ve batıdaki parlak yıldızlara baktığınız gibi bakarlar... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 225/6]

 

 

Cennette "Reyyan" denilen bir nehir vardır. Üzerinde mercandan bir şehir kurulmuştur. Onun altın ve gümüşten yetmiş bin kapısı bulunur. İşte bu, hamil'i Kur'an'a mahsustur. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 326/4]

 

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Cennet ehli uyur mu?" diye sordular. Şöyle buyurdu: "Uyku, ölümün kardeşidir. Cennet ehli uyumazlar." [büyük Hadis Külliyatı-5, s.414/10125]

 

Cennetin içinde inciden bir saray vardır. O sarayın içinde kırmızı yakuttan yetmiş konak vardır. Her konağın içinde yeşil zebercedden (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) yetmiş ev vardır. Her evin içinde yetmiş taht, her taht üzerinde de her renkten yetmiş yatak vardır. Her evin içinde yetmiş sofra, her sofranın üzerinde de yetmiş çeşit yemek vardır. Keza her evin içinde yetmiş adet hizmetçi vardır... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 323/554]

 

Muhakkak cennette bir çarşı vardır ki melekler orayı ziyaret ederler. Orada gözlerin mislini görmediği, kulakların duymadığı ve kalplere gelmeyen nimetler vardır. Canımızın istediği herşey bize getirilir. Fakat orada satılan ve satın alınan hiçbir şey yoktur. O çarşıda cennet halkının bazısı diğer bazısı ile karşılaşır. Yüksek menzil ve mevki sahibi döner de mevki bakımından kendinden aşağı derece olan kimse ile karşılaşır. Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerine gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür. Şu muhakkak ki cennette hiçbir kimsenin üzülmesi, kederlenmesi yoktur. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]

 

Şüphesiz ki cennette bir çarşı vardır. Fakat orada hiçbir şeyi satın almak ve hiçbir şeyi satmak yoktur. Ancak erkekler ve kadınlar suret ve şekilleri vardır. Binaenaleyh orada hangi kılığı istediğinde ona girecektir. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/564]

 

... Cennetin meyvesinden koparınca, yerine yenisi biter. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 98/9]

 

Cennetteki hurma ağacının dalları kırmızı altındır. Sapları yeşil zümrüttür. Yaprakları ipek gibidir. Meyvesi kule gibi iri taneli, kaymaktan yumuşak ve çekirdeksizdir. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 451/4]

 

Cennette senin canın kuş isteyecek. Hemen kızartılmış olarak önüne getirilip konacaktır. [büyük Hadis Külliyatı-5, s. 414/10]

 

Cennetteki huriler yakut ve mercan gibidirler. Adam onlardan birinin yüzüne bakar da, kendini onun yanağında, aynada gördüğünden daha berrak görür. Onların incilerinin en ednası (en küçük, en önemsiz) şark ile garbi ışıklandırır. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 337/7]

 

... Eğer cennet ehli kadınlarından bir kadın yer ehline görünseydi, dünyayı ve içindekileri aydınlığa boğar ve ikisinin arasını da güzel koku ile doldururdu... [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409/10095]

 

... Orada muazzam köşkler, geniş nehirler, bol ve olgun meyveler, güzel ve dilber zevceler (kadın, eş), ebedi pek çok ve renkli güzel elbiseler vardır. Orası yüksek, güzel ve selim yurtlardan parlak hayat sürülen bir yerdir... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 170/1]

 

Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın. [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 427/10]

 

Cennette, bal denizi, şarap denizi, süt denizi ve su denizi bulunmaktadır. Diğer nehirler bunlardan çıkacaktır. [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s.409/10097]

 

"Biz burada ebedi kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Asla üzülüp sıkılmayız. Başka aleme göçmeden hep burada kalacağız. Biz bu halimizden memnunuz ve herşeye razıyız. Hiç kimseye kızmaz ve öfkelenmeyiz. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere." [Gençlik ve Ölüm, s. 422-423]

 

Yaşadığımız her gün bir adım daha hızla cennete ve cehenneme yaklaşıyoruz. Ölüm çok yakın, Sabah uykumuzdan uyanıp uyanmayacağımızı dahi bilmiyoruz. Peki Allah’ın vaadi olan sonsuz güzelliklerle donatılmış cennete dünyayı neden tercih edelim? Üstelik göz açıp kapayıncaya kadar geçen dünyayı, eksikliklerle, zorluklarla, acizliklerle, hastalıklarla dolu dünyayı neden beğenip ahireti unutalım? Bütün bu yazdıklarım öldüklerinde bu gerçeklerle çok net bir şekilde karşılaşacak olan insanları uyarmak için. Ve orada pişmanlıktan dizüstü çökmelerini önlemek için. Neyi neye tercih etmişim diye pişmanlıkla kahrolmamaları için. Unutmayın, Allah’ın vaadi haktır. Sonsuz cennet Allah’a kul olmamızla hepimize büyük bir nimet olarak sunulacaktır…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.