Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ahmetsecer

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    185
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ahmetsecer tarafından postalanan herşey

  1. Bediüzzaman: Risale-i Nur’a gerçek değeri Hz. Mehdi verecek Biri, Risale-i Nur’dur. Biri de, onun bir tercümanı. Ve Risale-i Nur hakkındaki hüsn-ü zannınız daha fevkinde Risale-i Nur’a lâyıktır. Çünki Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cize-i maneviyesidir. ÂHİRZAMANDA GELECEK HAZRET-İ MEHDİ DE ONA O KIYMETİ VERECEK İTİKADINDAYIM. Üstad’ın bu ifadesi Emirdağ Lahikası’nın el yazmasında yer almaktadır. Bediüzzaman Risalelerde ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi’den çok detaylı bahsetmiş ve risalelere Hz. Mehdi’nin sahip çıkacağını Emirdağ Lahikası’nda bildirmiştir. Üstad, Risale-i Nur Külliyatında tam olarak 63 defa Hz. Mehdi’nin bir şahıs, bir zat, bir insan olarak geleceğini çok net bir şekilde ifade etmiştir. Hz. Mehdi’nin çok yoğun olduğu için Risale’leri hazır eserler olarak tebliğde kullanacağını bildirmiştir. Hz. Mehdi’ye bu zorlu görevinde çok ihlâslı 313 talebesi yardımcı olacak, kendisini asla yalnız bırakmayacaklardır. BİRİNCİSİ: Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i Al-i Resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak: Birincisi : Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, HAZRET-İ MEHDİNİN (7. TEKRAR) , o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O ZÂT (8. TEKRAR), o taifenin uzun tedkikatı (o topluluğun uzun araştırmaları, incelemeleri) ile yazdıkları eseri KENDİNE (9. TEKRAR) hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir (öğrencilerdir). Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lâhikası-1, sf. 266-267) Bediüzzaman Hz. Mehdi’den “O ileride gelecek acib (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) bir şahıs olarak bahseder, kendisini de Hz. Mehdi’nin bir hizmetkârı, o büyük kumandanın pişdar bir neferi olduğunu söyler. Peygamberimizin hadislerine göre kıyamet saati çok yaklaşmıştır, kıyametten önce insanları hak din olan İslam’a döndürecek Hz. Mehdi’de gelmiştir. Risale’lerden tüm insanlara tebliğ yapacak, onlara televizyondan ve radyodan seslenecek muhterem kişi Hz. Mehdi olacaktır…
  2. Türk İslam Birliği kurulduğunda doğru söylediğimi göreceğiz.
  3. Brezilya, Türkiye ve İran Arasındaki anlaşma Ortadoğu’daki planları bozuyor! İran'ın tartışmalı nükleer programı sebebiyle Batı dünyası ile Tahran arasında uzun zamandan beri süren krizin aşılması yolunda Ankara'nın kararlı politikasıyla geçtiğimiz günlerde çok büyük bir adım atıldı. Ahmedinejad, Erdoğan ve Lulu'nun huzurunda İran, Türkiye ve Brezilya dışişleri bakanları tarafından Uranyum takasına ilişkin ortak formülle ilgili anlaşma geçtiğimiz günlerde imzalandı. Anlaşmaya göre 1200 kg uranyum takası Türkiye'de olacak. İran'ın uranyumu anlaşmadan bir ay sonra Türkiye'ye göndermesi bekleniyor. İran'ın 1200 kilogram düşük seviyede zenginleştirilmiş uranyumu yüksek seviyede zenginleştirilmiş uranyumla takas edeceği kaydedildi. İran Dışişleri Bakanı Muttaki, "Takas olmazsa Türkiye uranyumu İran'a geri gönderecek" dedi. İran lideri imzalanan uranyum takası anlaşmasının ardından basına açıklamalarda bulundu. İran lideri Mahmud Ahmedinecad, dünya güçlerine, ülkesinin nükleer programı konusunda yeni görüşmeler yapılması çağrısında bulundu. Ahmedinecad "5+1 ülkeleri için, Uranyum takası anlaşmasını takiben, İran ile dürüstlük, adalet ve karşılıklı saygıya dayanan görüşmelere girme vakti geldi" diye konuştu. Ahmedinecad'ın konuşmasında sözünü ettiği 5 1 ülkeleri, BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere'ye, Almanya'nın katılımıyla oluşuyor. Yaşanan bu gelişmeler Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği son derece hassas politikalar neticesinde oluşmuştur. Türkiye şu anda dünyada yaşanabilecek çok büyük bir nükleer savaşın engellenmesi konusunda tarihi bir rol üstlenmiş ve bunu çok büyük bir kararlılıkla yerine getirmiştir. Türkiye İran ile ilgili şüphelerin tamamen kalkmasını sağlamış böylece İran’a karşı yapılabilecek muhtemel saldırıları da engellemiştir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, anlaşmaya varılmasıyla ciddi bir krizin aşılmış olduğunu söylemiştir. Türkiye’nin çok yakında Türk İslam Birliği’ni kurarak Ortadoğu’da barışı sağlayacağını da sürekli yazıyorum. Gördüğünüz gibi Türkiye son günlerde tarihe geçecek adımlar atıyor. Bu atılan son adım giderek liderliğe nasıl yaklaştığını açıkça tüm dünyaya gösteriyor. Amerika’da dâhil olmak üzere tüm dünya ülkeleri yaşanan bu ani gelişmeleri büyük bir şaşkınlıkla izliyor. Türk İslam Birliği kurulduğunda ve Türkiye lider olduğunda bundan sonra tüm dünyaya barış ve huzur hâkim olacak. Hz. Mehdi’nin gelişiyle de artık hiçbir ülke başka bir ülkeye saldıramayacak, nedensiz yere masum kadınlar, çocuklar ve erkekler şehit edilemeyecek. Hz. Mehdi Deccal’in ve taraftarlarının planlarını hiç ummadıkları şekilde bozacaktır. Hep birlikte yaşanan güzel gelişmelere şahit olacağız…
  4. Darwinistlerin ''Yapay Yaşam'' Aldatmacası Son dönemlerde özellikle Darwinist yayınlarda ön plana çıkarılan bir haber gündeme geldi. Yapay olarak üretilen DNA molekülüne ait bir parça, bir başka hücre çekirdeğine transfer edilmiş ve bu DNA’nın söz konusu hücre içinde çalıştığı gözlemlenmiştir. Bazı Darwinist yayınlarda “sentetik yaşam üretildi”, “yaşayan hücre yaratıldı” (Allah’ı tenzih ederiz) gibi yanıltıcı başlıklarla verilen bu konu Darwinist spekülasyonlara malzeme haline getirilmiştir. Hatta Financial Times gibi bazı yayınlar, evrimcilerin cansızlıktan canlılık oluşturma konusunda hiç bitmeyen hayallerini sonunda gerçekleştirdiklerini dahi iddia etmiştir. Oysa söz konusu çalışma, Darwinistlerin asla açıklamasını yapamadıkları canlılığın nasıl başladığı sorusuna hiçbir cevap vermemektedir. Tam tersine bu çalışma, hücre DNA’sındaki kompleksliğin önemli bir ispatı hükmündedir. Konuyla ilgili açıklamalar şöyledir: •Amerikalı bilim adamı J. Craig Venter, bir mikoplazma (Mycoplasma mycoides) genini, laboratuvarda suni olarak düzenlendikten sonra, başka bir mikroplazma (Mycoplasma mycoides) hücresinin çekirdeğine dahil etmiş ve hücre bu DNA ile çalışmasına devam etmiştir. •Yapılan işlemler canlılığın bilinen klonlama yöntemlerinden farklı değildir. •Yapılan işlemde 1.08 milyon baz çiftinden oluşan Mikoplazma mikoides DNA’sından alınan bir kopya, laboratuvar şartlarında düzenlenmiş ve başka bir canlı hücresinin içine nakledilmiştir. •Yeni bir DNA üretilmemiş, daha önce var olmayan yeni bir bilgi oluşturulmamış, laboratuvarda yapay bir DNA dizilimi sıfırdan meydana getirilmemiştir. Hücre de DNA da zaten vardır. Yapılan işlem, olağanüstü bilgiye sahip olan mevcut DNA’nın alınıp yeniden düzenlenmesi ve başka bir hücreye nakledilmesinden başka bir şey değildir. •Söz konusu düzenleme, zaten DNA’da var olan olağanüstü komplekslikteki bilgi dahilinde, bilinçli bilim adamlarının kontrolü altında, en teknolojik laboratuvarlarda, kontrollü koşullar altında, Allah’ın yoktan yaratmış olduğu mevcut bir örnek kullanılarak ve yıllarca denenerek gerçekleştirilebilmiştir. •Sadece tek bir bakteriye uygulanan bu klonlama işlemi, temelde 20, arka planda binlerce bilim adamının dahil olduğu, 40 milyon dolara mal olan 10 yıllık bir çalışma sonunda gerçekleştirilebilmiştir. •Sadece var olan bir örneği, bilinçli bir ortamda bilinçli kişiler tarafından kopyalayabilmek için bilim adamlarının gösterdiği bu çaba, söz konusu kompleks yapının, mevcut bir örnek olmadan, bilinçli bir müdahale ve teknik imkanlar olmadan bir kopyasının dahi yapılamayacağını açıkça gözler önüne sermiştir. •Söz konusu gelişme bilim adına güzel bir gelişmedir. Genom çalışmaları ilerledikçe canlı hücrelerinden DNA kopyalamaları yapmak ve bunları diğer hücrelere nakletmek mümkün olabilecektir. Bu çalışmalar, Allah’ın izniyle çeşitli hastalıkların tedavisi gibi çok fazla yönde faydalı şekilde kullanılabilecektir. Fakat bunların tümü mevcut yapılara yapılan bilinçli bir müdahaledir. Yaratılmış üstün yapılar üzerinden yapılan bu bilinçli ve kontrollü deneylerin evrime delil olarak sunulmaya çalışması hem büyük bir aldatmacadır hem de Darwinistler adına bir çaresizlik göstergesidir. Yaşamın başlangıcını ve kompeksliğini açıklayamayan Darwinistlerin kullandıkları acizce bir spekülasyondur. •Darwinistler eğer iddialarını kanıtlamak istiyorlarsa, canlılığı oluşturan parçaları YOKTAN VAR EDEBİLMELERİ gerekir. Ardından da bunun başıboş tesadüfler sonucunda, kontrolsüz ve canlılık için son derece tehlikeli bir ortamda, hiçbir bilinçli müdahale olmaksızın nasıl olabileceğini izah etmeleri gerekmektedir. Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİ BİLE, kontrollü şartlar ve bilinçli müdahaleler sonucunda dahi meydana getirememektedirler. Meydana getirmeleri de imkansızdır. •Darwinist bilim adamları, bu çalışma ile aslında, kendi elleriyle yaşamın kompleksliğini, hayatın en küçük parçasının dahi tesadüfen meydana gelemeyeceğini bir kez daha kanıtlamış bulunmaktadırlar. •Şunu da belirtmek gerekir ki bu sonuç, CANLILIK ANLAMINA GELMEMEKTEDİR. Canlı hücre, sayısız parçadan oluşan kompleks yapıların bütünüdür ve ancak bunların tümünün aynı anda ve aynı yerde var olmaları ve kompleks bir organizasyon oluşturmaları ile meydana gelir. Olağanüstü komplekslikteki tek bir DNA’nın kopyalanması, sadece zaten var olan bir sistemin küçük bir parçasının taklit edilmesinden başka bir şey değildir. Kopyalama yoluyla elde edilen bir DNA’nın varlığına sevinen Darwinistler, hayal ettikleri ilk canlıyı yani hayali ilk hücreyi açıklamaktan kesin engellerle uzaktırlar. •Dahası ve en önemlisi, söz konusu çalışmanın HAYATIN NASIL BAŞLADIĞI KONUSUYLA HİÇBİR İLGİSİ YOKTUR. Bu çalışma, hayatın başlangıcı hakkında Darwinistlerin içinde bulunduğu açmazı ortadan kaldırmamaktadır. Darwinizm’i temelinden bitiren bu derin açmaz, daha da büyüyüp gelişerek Darwinizmi çöküşe sürüklemektedir. •Nitekim Boston üniversitesi Biomedikal Mühendislik Profesörü Jim Collins de, söz konusu klonlama çalışması üzerinden yapılan spekülasyonlara karşı çıkarak Nature dergisine şunları söylemiştir: “Venter ve arkadaşları tarafından rapor edilen bu çalışma organizmaların yeniden inşası konusundaki yeteneğimiz için önemli bir gelişme. Fakat sıfırdan yeni bir yaşam ortaya çıkarma konusunu açıklamıyor .”[1] Darwinistlerin özelliği, yaratılışın muhteşemliğini gösteren yapıları taklit etme konusundaki çabalarını, büyük puntolarla, eldeki tüm Darwinist yayınların manşetlerini kullanarak Darwinist yaygaraya dahil etmektir. Darwinist yaygara, özellikle bilimin evrimi reddettiğinin tüm dünyaya gösterildiği şu son dönemlerde sıklıkla kullanılmaya başlamıştır. Demek ki Darwinistler müthiş bir darboğazdadır. Hayatı çok basit anlatmaya çalışan evrim teorisi için, hayatın yapı taşlarının da o oranda basit olması gerekir. Öyle ki canlılığa dair her şey, her şeyi tesadüflerle açıklayan Darwinistlerin bu sahte ve basit iddialarına uygun düşmelidir. Dolayısıyla, eğer Darwinistlerin iddiası doğru olsaydı, çamurlu suda oluştuğunu savundukları hayali ilk hücrenin, tıpkı Darwin’in sandığı gibi su dolu bir baloncuktan başka bir şey olmaması gerekirdi. Oysa durum hiç böyle değildir. Canlılığı oluşturan proteinlerden tek bir tanesi daha son derece kompleks bir yapıya sahiptir. Tüm dünyada Darwinist bilim adamları tam 150 yıldır aynı şey için çabalayıp durmakta ve kesinlikle başarılı olamamaktadırlar: TEK BİR PROTEİNİ ÜRETEBİLMEK İÇİN. İşte bu sebeple DNA’nın klonlanmasını evrime delil gibi göstererek bu yaygarayı sürdürmek isteyen Darwinistlerin çaresiz çırpınışları önemli bir gerçeği değiştirmemekte ve insanları aldatamamaktadır. Bu önemli gerçek, yaşamın olağanüstü kompleksliğidir. Bu kompleks yaşamın tek bir parçasının anlaşılabilmesi, bir kopyasının elde edilebilmesi için gösterilen çabanın büyüklüğü bunu ortaya koymaktadır. Oysa bu insanlar, laboratuvarlarda onlarca yıl boyunca tek bir DNA’yı anlamaya çalışırlarken, onların her birinin 100 trilyon hücresinde muhteşem DNA molekülleri olağanüstü bir sistem ve düzen içinde zaten kendilerine ilham edilmiş olan görevlerini yapmaktadırlar. Çünkü onları yaratan Allah’tır. Onları yokluktan var eden Allah’tır. Yüce Allah tüm varlıkların Hakimi, yerlerin ve göklerin Yaratıcısı’dır. Bilim, her geçen gün Yüce Rabbimiz’in Şanını yücelten deliller sunmaya devam edecektir. Bilimde gerçekleşen her yeni buluş, bu görkemli yaratılışın ihtişamlı delillerini sunmayı sürdürecektir.
  5. İsviçre'de Darwinist panik! Dün akşam İsviçre’nin Lozan şehrinde gerçekleşen “Evrim Aldatmacası ve Yaratılış Gerçeği” konferansı Darwinist çevrelerde çok büyük bir panik meydana getirdi. İsviçre’nin tüm büyük gazeteleri konferansa geniş yer verdi, İsviçre Devlet televizyonu dahil birçok televizyon kanalı konferansa katıldı. Haberlerde, HY müstear ismini kullanan Sayın Adnan Oktar’ın evrim teorisinin ne kadar büyük bir aldatmaca olduğunu ortaya koyan eserlerine geniş yer verildi. Aslında bu İsviçre için ilk değildi. İsviçre ilk büyük şoku 2007 yılında HY’nın “Yaratılış Atlası” isimli eserinin ülkenin önde gelen siyasetçilerine ve akademisyenlerine gönderilmesi sırasında yaşamıştı. O dönemde İsviçre basınında çıkan haberler yine Darwinistlerin içinde bulundukları çaresizliği açıkça ortaya koyan ifadelerle doluydu. Yaratılış Atlası'nın tüm dünyada oluşturduğu şoku gözler önüne seren bu haberler, aynı bugün olduğu gibi, Darwinizm'in bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde, güçlü bir yıkım darbesi aldığını ortaya koyuyordu. Yaratılış gerçeğini ortaya koyan 300 milyon fosil karşısında büyük bir sessizliğe gömülen, tek bir proteinin dahi tesadüfler sonucu ortaya çıkmasının imkansız olduğunu itiraf etmek zorunda kalan ve tek bir arageçiş formu dahi ortaya koyamamış olan Darwinistlerin yaşadığı bu panik tek bir gerçeği ortaya koymaktadır: Darwinizm artık yenilmiştir VE DARWİNİSİTLERİN BU YENİLGİYİ KABUL ETMEKTEN BAŞKA BİR YOLLARI YOKTUR.
  6. Yusuf Suresi'nde Hz. Mehdi'ye Dair İşaretler! Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (MEHDİ’NİN) SAHİBİNDE DÖRT PEYGAMBERİN SÜNNETİ VARDIR:... Dedim ki: "HZ. YUSUF’UN SÜNNETİ NEDİR?" BUYURDU Kİ: "ZİNDAN VE GAYBET."... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 190) Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde, Kuran-ı Kerim’in Yusuf kıssasında anlatılan Hz. Yusuf (a.s.)’ın hayatıyla, Hz. Mehdi (a.s.)’ın hayatı arasında çok büyük benzerlikler olduğu haber verilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in verdiği bu bilgi doğrultusunda Kuran ayetlerine bakıldığında, Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili hadislerle çok mutabık olayların yer aldığı görülür (Doğrusunu Allah bilir). Uzun yıllardır tüm dünyada yayımlanan ve çok büyük teveccühle karşılanan eserleriyle Hz. Mehdi (a.s.)’ın nüzulünü ve İslam ahlakının dünya hakimiyetini müjdeleyen Sayın Adnan Oktar, gerek röportajlarında gerekse makalelerinde bu mutabık olaylara dikkat çekmektedir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası ile Hz. Mehdi (a.s.)’ın benzerliklerini Sayın Adnan Oktar şöyle anlatmıştır: Hz. Mehdi (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.)’a Hapis Yönünden Benzer “Zaten suçluyken hapis yatmak çok zordur. Haksızlığa uğrayıp yatmak ise, çok büyük bir şereftir ve nimettir. Nitekim Hz. Mehdi (a.s.) da yine iftiraya uğrayacaktır. Hz. Mehdi (a.s.) da hapis yatacaktır. Hz. Yusuf (a.s.)’a benzeyecek diyor çünkü Peygamberimiz (s.a.v.). “Ne cihetle benzer?” diyor. Zindan cihetiyle benzer. İnşaAllah. Demek ki aynı Hz. Yusuf (a.s.)’a benzer bir iftira da aynı Hz. Yusuf (a.s.)’a atıldığı gibi Hz. Mehdi (a.s.)’a atılacak. İnşaAllah. Ve haklı olduğu bilinmesine rağmen, yani Hz. Mehdi (a.s.)’ın haklı olduğu bilinmesine rağmen yine hapiste yatacak. Buna dikkat çekilmiş inşaAllah.” Yıldızlar Hz. Yusuf (a.s.)’a da Hz. Mehdi (a.s.)’a da Hizmet Eder “12. suredir Yusuf Suresi. 111 ayettir inşaAllah. “Hani Yusuf babasına babacağım,” şeytandan Allah’a sığınırım, “gerçekten ben rüyamda 11 yıldız, Güneş ve Ay’ı gördüm. Bana secde etmektelerken gördüm” (Yusuf Suresi, 4) diyor. Bir kere yıldız. Yıldızlar şu an, mesela Halley kuyruklu yıldızı, Hz. Mehdi (a.s.)’a hizmet etti, özel olarak. Diyor ki burada, ne diyor? “Bana secde etmektelerken gördüm” diyor. Yani Hz. Yusuf (a.s.)’ın emrindeler bu yıldızlar. Şimdi ahir zamanda da mesela Lulin kuyruklu yıldızı Hz. Mehdi (a.s.)’a hizmet ediyor. Ona bir alamet olarak geliyor. “Ben” diyor “Hz. Mehdi (a.s.)’ı müjdelemeye geldim” diyor koskoca yıldız. İki taraftan ışık saçarak geliyor. “Niye geldin?” dediğimizde, “Ben” diyor “Hz. Mehdi (a.s.)’ı müjdelemek için Allah tarafından gönderildim” diyor. Yani lisan-ı haliyle bunu söylüyor. Halley kuyruklu yıldızı ne yapıyor? “Ben de Hz. Mehdi (a.s.)’ı müjdelemek için geldim” diyor. Beni gördüğünüzde bilin ki Hz. Mehdi (a.s.) gelmiştir diyor. Lulin geldiğinde ne diyor? “Beni gördüğünüzde bilin ki Hz. Mehdi (a.s.) gelmiştir ve ben geldiğimde, gelmeden önce kuraklık olacak, ben geldikten sonra yağmurlar yağacak” diyor lisan-ı haliyle. Bakın Kuran burada da buna işaret ediyor. Yani yıldızlar nasıl Hz. Yusuf (a.s.)’ın emrindeyse, ona bir işaret ve ona bir müjdeyse aynı şekilde Hz. Mehdi (a.s.)’ı da müjdeliyor yıldızlar. Ona açıkça burada işaret var.” Hz. Mehdi (a.s.) Öncülerine de Hz. Yusuf (a.s.)’da Olduğu Gibi Tuzak Kurulacaktır “Demişti ki oğlum,” şeytandan Allah’a sığınırım, “rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanlar için apaçık bir düşmandır. Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim, İshak’a tamamladığı gibi senin ve Yakup ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Yusuf Suresi, 5-6) Bakın, “böylece Rabbin seni seçkin kılacak,” 2020 ebcedi. Mehdi (a.s.)’ın çıkış tarihi, ortaya çıkışı 2020 ebcedi. 5 ve 6. ayetlerde bu var. 5 ve 6. “Demişti ki oğlum rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana tuzak kurarlar.” Mesela Mehdiyetin de açıklanmasıyla beraber bütün anti Mehdi hareketlerde biliyorsunuz, muazzam bir depreşme başladı. Bir kısmı “Mehdi (a.s.) çıkmıştır” derken, bir kısmı “Mehdi (a.s.) çıkacaktır, ama 570 yıl sonra çıkacaktır”, bir kısmı, “Mehdi (a.s.) ruhtur, televizyon yayınları gibidir, görünmez. Televizyon dalgaları gibidir” dedi. Bir kısmı “şahs-ı manevidir, fikir sistemidir, Mehdi (a.s.) diye biri yok” dediler. Ve her yerde bir anti Mehdi hareket başladı değil mi? Mehdi (a.s.) gelmeyecek demeye başladılar. Bakın Kuran buna işaret ediyor. “Demişti ki oğlum rüyanı kardeşlerine anlatma.” Biz mesela şimdi Mehdiyet’i bir anlattık, dediler “sen Mehdilik iddia ediyorsun o zaman”. “Sen nasıl anlatırsın böyle bir şeyi?” bu fitnedir diyorlar. “Mehdi konusunu biz eskiden beri hep gizlerdik, gizli tuttuğumuz bir konuydu, bunu niye ortaya çıkarttın? Niye anlatıyorsun?” diyorlar. Mesela bak bana bile Mehdi (a.s.) öncüsü olarak, faaliyet yapan bir insan olarak bana bile kendi Müslüman kardeşlerim muazzam tavır aldılar. Yani Mehdi (a.s.)’ı nasıl anlatırsın diye. Değil mi? Bak o bizim bir rüyamız o İslam’ın dünyaya hakimiyeti. Bak diyor ki: “Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma” Biz de bak rüyamızı kardeşlerimize anlattık. “Yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” Mesela iddia edilen Ergenekon örgütünün faaliyetlerinde kendine Müslüman denen kişiler de görev aldılar bize karşı yapılan oyunda. Yani bize karşı sırf zannediyor ki millet dinsizler faaliyet yapıyor. Öyle bir şey yok. Bizzat Müslüman görünen kişiler de bu işin içinde. Yani bize karşı faaliyette görev alıyorlar. Bakın Mehdi (a.s.) öncüsü olarak bizde de benzerlik olduğunu görüyoruz. Yani Kuran her yere, her olaya işaret ediyor.” Hz. Mehdi (a.s.)’a Karşı da Hz. Yusuf (a.s.)’a Olduğu Gibi Kıskançlık Duyulacaktır ““Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler vardır.” Yedinci ayet. Bu da çok manidar. 12 ve 7 Yusuf Suresi’nde kilit rakamlardır. “Onlar şöyle demişti: ‘Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz.’...” (Yusuf Suresi, 8) Bakın mesela kıskançlık var Hz. Yusuf (a.s.)’a karşı. Hz. Mehdi (a.s.)’a karşı da kıskançlık olacaktır ve bu kıskançlık ve hasetten dolayı da Hz. Mehdi (a.s.)’a karşı bir çok Müslüman bilinen kişi tavır alıp eylem yapacaktır. Kuran buna da işaret ediyor. Bakın ayete: “Öldürün Yusuf’u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın...” (Yusuf Suresi, 9) Bak sırf haset görüyorsunuz ve haset yüzünden öldürmeyi dahi göze alıyorlar.” Hz. Yusuf (a.s.) İlk Başta Nasıl Önemsenmediyse Hz. Mehdi (a.s.) da İlk Başta Önemsenmeyecektir “Bir çocuk müjdeleniyor. “Onu pek önemsemediler.” diyor. Mesela bu da çok önemli. Mehdiyet’in bir özelliğidir. Önemsenmeyecektir Hz. Mehdi (a.s.). Bırak canım sen de diyecekler. Ne alaka falan diyecekler. Önemsenmemesi Mehdi (a.s.)’ın örtüsüdür, perdesidir. Allah onu önemsenmediği için örtecektir, kapatacaktır. Önemsenmesi tehlikeli olurdu. Önemsenmediği için korunacak inşaAllah.” Allah Hz. Yusuf (a.s.)’ı Yeryüzünde Yerleşik Kıldığı Gibi Hz. Mehdi (a.s.)’ı da Yeryüzünde Yerleşik Kılacaktır “Bakın “İşte böylece Biz yeryüzünde...” Bakın belli bir alanda demiyor, bütün dünyada, yeryüzünde. “Yusuf’a...” yani Hz. Mehdi (a.s.)’a inşaAllah, “...güç, imkan ve iktidar verdik.” diyor Allah. 2017 ve iktidar. Dünya çapında 2017. “... ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız.” (Yusuf Suresi, 56) Bu da 1998 veriyor, ayetin devamı inşaAllah.” Hz. Yusuf (a.s.)’da Olduğu Gibi Halk Hz. Mehdi (a.s.)’ı Tanımayacak Ama Hz. Mehdi (a.s.) Onları Tanıyacaktır “Yusuf Suresi ikinci anlamıyla doğrudan Mehdiyet’e bakan bir suredir. Kehf Suresi de öyle. Hz. Süleyman (a.s.) ile ilgili olan açıklamalar da öyle hep Mehdiyet’e işaret eden surelerdir. Yani birinci dereceden buraya bakar, Mehdiyet’e bakar. Ama birçok işari anlamı vardır. Bak mesela Yusuf Suresi’nin 58. ayetinde “Kuraklık başlayınca Yusuf’un kardeşleri gelip yanına girdiler.” Bak “onu tanımadıkları halde kendisi hemen onları tanıdı.” Mesela Mehdi (a.s.)’ın özelliğidir o. Halk onu tanımaz diyor Mehdi (a.s.)’ı ama Mehdi (a.s.) onları tanır diyor. Bakın ayet ne diyor; “Onu tanımadıkları halde kendisi onları hemen tanıdı.” Aynısıdır hadisin birebir aynısı inşaAllah.” Hz. Yusuf (a.s.) Gibi Hz. Mehdi (a.s.)’ın da Güzel Bir Kokusu Olacaktır “Kafile (Mısır’dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: “Eğer beni bunamış saymıyorsanız, inanın Yusuf’un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum.” (Yusuf Suresi, 94) Demek ki Hz. Yusuf (a.s.)’ın o güzel kokusu, birçok yerde insanlar tarafından hissedilecek. Neye bakıyor? Mehdi (a.s.)’ın da güzel bir kokusu olacağına işaret ediyor, inşaAllah.” Hz. Yusuf (a.s.) Kıssasında Mehdiyet Çağındaki Ekonomik Krize Dikkat Çekilmektedir ““Dedi ki: “Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın.” 47. ayet ve burada yine 7’ye dikkat çekiliyor. “bunun arkasından (kuraklığı) zorlu yedi yıl gelecektir” İşte şimdi başladı şu. Ekonomik kriz başladı. 2007’de başladı, 2014’e kadar devam edecek. Kuran buna işaret ediyor. “Sonra bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bol bol yağmura kavuşturulacak...” diyor. 2009’da nasıl yağmurlar başladı? Bakın, 49’un 9 rakamına işaret var. Değil mi? İnşaAllah. Yağmur yağmayacak diyorlardı, bol bol yağmaya başladı. “...iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız.” diyor Allah, Yusuf Suresi’nde, 1998 ebcedi. 56. ayet, Yusuf Suresi’nde 56. ayet. Ki Bediüzzaman 56’ya çok dikkat çekmiştir. 1956’ya. Münafıkane sistemin ölümünün başladığı tarihtir diyor. Münafıkane sistemin ölümünün başladığı tarihtir 1956. 56. ayette diyor ki, “- İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkan (iktidar) verdik.” Ebcedi 2017 tarihini veriyor. Yani demek ki 1956’larda başlayan münafıkane sistemin, Darwinizmin, materyalizmin çöküşü 2017’de tamamlanacak ve devrin Yusuf’u yani Mehdi (a.s.) ortaya çıkacak inşaAllah.” Hz. Yusuf (a.s.) Kıssasında Mehdiyet Çağının Kova Burcu Çağı Olacağına Dikkat Çekiliyor “Kuran’ı haşa bir kısım insanlar, hikaye gibi zannediyor olabilirler. Yani ne güzel bir menkıbe bu diye dinliyorlar. Halbuki bunlardaki her kelime, her cümle önemli bir olayı açıklamış oluyor. Bakın: “Bir yolcu-kafilesi geldi” bir. “Sucularını gönderdiler.” iki. “O da kovasını sarkıttı.” üç. “Hey müjde... Bu bir çocuk.”. (Yusuf Suresi, 19) Şimdi bak bir çocuktan bahsediliyor ve müjdeleniyor. “O da kovasını sarkıttı.” Mehdiyet çağı Kova Burcu’nun hakim olduğu bir çağdır. Mesela biz şimdi Kova Burcu Çağı’na girdik biliyorsunuz. Bütün dünya biliyor. Kova Burcu Çağı’ndayız. Değil mi? Bakın Kuran’da Kova Burcu’na da işareten; “O da” diyor “kovasını sarkıttı.” Evet ve bir çocuktan bahsediliyor. Bak: “Hey müjde... Bu bir çocuk.” Kova Burcu’ndan bahsediliyor ve bir çocuktan bahsediliyor.” Hz. Mehdi (a.s.) Zuhur Ettiğinde Bazı Çevrelerde Hayret Uyandıracaktır “90. ayette Yusuf belli olmaya başlıyor. “Sen gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?” dediler.” O da diyor ki, ”Ben Yusuf’um” diyor inşaAllah. “Dediler ki: “Allah adına, hayret, Allah seni gerçekten bize karşı tercih edip-seçmiştir...” Şimdi Mehdi (a.s.) için de her cemaat, her topluluk, kendi şeyhinin Hz. Mehdi (a.s.) olmasını bekliyor. Kendi toplumundan bekliyorlar. Bakın Kuran buna da işaret ediyor, “Dediler ki: “Allah adına, hayret,” müthiş bir hayret nidası. “Allah seni gerçekten bize karşı tercih edip-seçmiştir...” Yani bizi seçecekken seni seçti diyorlar, şaşırıyorlar. Yani Mehdi (a.s.) da aynısıyla karşılaşacaktır. Cemaatler, topluluklar kendi mürşitlerini, kendi ağabeylerini, kendi büyüklerini Mehdi (a.s.) olacak diye beklerlerken hiç ummadıkları bir kişi Mehdi (a.s.) olunca ne diyecekler? “Allah adına, hayret, Allah seni gerçekten bize karşı tercih edip-seçmiştir ve biz de gerçekten hataya düşenler idik.” Sonra Hz. Mehdi (a.s.)’a karşı yaptıkları mücadeleden dolayı utanç duyacaklarına da Kuran işaret etmiş oluyor.” Hz. Yusuf (a.s.)’ın Gömleği Babasının Gözlerinin Açılmasına Vesile Olmuştur. Hz. Mehdi (a.s.)’ın Zuhur Ettiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Gömleğini Giymesi Manen Kör Olan Gözlerin Açılmasına Vesile Olacaktır ““Bu gömleğimle gidin de, babamın yüzüne sürün...” (Yusuf Suresi, 93) Şimdi, burada da Mehdi (a.s.)’a bir işaret vardır. Mesela ne vardır? Peygamber (s.a.v.)’in gömleğini giyecektir Mehdi (a.s.). Değil mi? Ona bir işarettir. “...babamın yüzüne sürün. Gözü (yine) görür hale gelir. Bütün ailenizi de bana getirin.” Mehdi (a.s.)’ın üzerinde o gömleği gördün mü, bütün insanların gözü görür hale gelecek. En kör gözler açılacak, manen kör gözler, Kuran buna da işaret ediyor.” Konu ile İlgili Diğer İşaretler Hz. Yusuf (a.s.) Gibi, Hz. Mehdi (a.s.)’a da Allah Katından Özel Bir İlim ve Hikmet Verilmiştir Kuran’da Hz. Yusuf (a.s.)’a Allah Katından özel bir ilim ve hikmet verildiği bildirilmektedir: “Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek...” (Yusuf Suresi, 6) “... Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik...” (Yusuf Suresi, 21) Kuran’da Hz. Yusuf (a.s.) ile ilgili olarak verilen bu bilgilerden, Hz. Mehdi (a.s.)‘ın da sözlerin yorumunu iyi bileceği; özel bir ilim ve hikmet sahibi olacağı anlaşılmaktadır. Nitekim rivayetlerde de Hz. Yusuf (a.s.) gibi, Hz. Mehdi (a.s.)’ın da Allah tarafından kendisine verilmiş “özel bir güce sahip olduğu” bildirilmektedir. “Keza (N.b. Hammad) Kaab’dan tahric etti, O dedi ki: O kimsenin bilmediği gizli bir duruma kılavuzlandığı için kendisine “Mehdi” denilmiştir....” (Ahir zaman Mehdi’sinin Alametleri, Ali Bin Hüsameddin el Muttaki, sf.77) Büyük İslam alimlerinden Muhyiddin Arabi, eserlerinde Hz. Mehdi (a.s.)’ın dikkat çeken başlıca 9 özelliğini şu şekilde belirtmektedir: •Basiret sahibi olması •Kutsal Kitabı anlaması •Ayetlerin manasını bilmesi •Tayin edeceği kimselerin hal ve hareketlerini bilmesi •Öfkelendiğinde bile merhamet ve adaletten ayrılmaması •Varlıkların sınıflarını bilmesi •İşlerin girift taraflarını bilmesi •İnsanların ihtiyacını iyi anlaması •Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibi ilimlere vukufu bulunması (bilmesi) gaibi (gizli, görünmeyen) ilimlerden haberdar olması. Hz. Yusuf (a.s.) Gibi, Hz. Mehdi (a.s.) da Kendisinden Ümidin Kesildiği Bir Dönemde Ortaya Çıkacaktır “Sen gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?” dediler. “Ben Yusuf’um” dedi. “Ve bu da kardeşimdir. Doğrusu Allah bize lütufta bulundu. Gerçek şu ki, kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilikte bulunanların karşılığını boşa çıkarmaz.” (Yusuf Suresi, 90) Kardeşleri bir düzen kurarak Hz. Yusuf (a.s.)‘ı bir kuyuya atmış, babalarına da “Hz. Yusuf (a.s.)‘ı bir kurdun yediğini” söyleyerek üzerine yalandan kan sürülmüş gömleğini getirmişlerdir. Babası bu anlatılanların bir düzen olduğunu anlamıştır. Ancak babası da, kardeşleri de uzun yıllar Hz. Yusuf (a.s.)‘dan haber alamamışlardır. Daha sonra Allah, beklemedikleri bir zamanda, Hz. Yusuf (a.s.)‘ı Mısır’ın hazinelerinin başında “güç ve iktidar” sahibi olarak karşılarına çıkarmıştır: “(Yusuf) Dedi ki: “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim.” İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır’da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız.” (Yusuf Suresi, 55-56) Bu ayetler, Hz. Mehdi (a.s.)‘ın da çıkışından ümidin kesildiği, insanların “Mehdi” diye bir kimsenin olmadığı iddiasında bulundukları bir dönemde ortaya çıkacağına işaret etmektedir. Yine ayetlerin işaretine göre bu dönemde Allah Hz. Mehdi (a.s.)‘ı, “güç ve iktidar sahibi ve tüm inananların manevi lideri olarak” ortaya çıkaracaktır. Peygamberimiz (s.a.v.) de bu durumu hadislerinde şöyle müjdelemiştir: “İnsanların ümitsiz olduğu ve “Hiç Mehdi falan yokmuş” dediği bir sırada Allah Mehdi (a.s.)‘ı gönderir...” (Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 55) Hz. Yusuf (a.s.) Gibi, Hz. Mehdi (a.s.)’a da Bir Kısım Kadınların Komplo Kurması ve Bir Kadının Hz. Mehdi (a.s.)’ın İffetine Yönelik İftira Atması “Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: “İsteklerim senin içindir, gelsene” dedi. (Yusuf) Dedi ki: “Allah’a sığınırım. Çünkü o benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez.”” (Yusuf Suresi, 23) “Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: “Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?” (Yusuf) Dedi ki: “Onun kendisi benden murad almak istedi.”...” (Yusuf Suresi, 25-26) “Sonra onlarda (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı.” (Yusuf Suresi, 35) Kuran’da vezirin karısının, masum olduğunu bildiği halde Hz. Yusuf (a.s.)‘ın iffetine yönelik iftira attığı bildirilmiştir. Vezirin karısı, bu iftirasını güçlendirebilmek için şehirdeki birtakım kadınları da kendisine şahit tutmuştur. Ayetlerin işaretinden Hz. Mehdi (a.s.)‘a karşı da bir grup kadının birlik olup komplo kuracakları ve ona da, “bir kadına karşı suç işlediği iddiasıyla iftira atılacağı” anlaşılmaktadır. Hz. Yusuf (a.s.) kendisine kurulan bu komplo sebebiyle hapis cezasıyla cezalandırılmış ve uzun yıllar haksız yere hapiste kalmıştır. Bu durum, Hz. Mehdi (a.s.)‘ın da, masum olduğu halde, bu tarz yalan ve uydurma bahanelerle haksız yere hapisle cezalandırılacağına işaret etmektedir. Hz. Yusuf (a.s.) Gibi, Hz. Mehdi (a.s.) Devrindeki Yönetim de Onun Haklı ve Suçsuz Olduğundan Emin Olacak; Ama Bazı Siyasi Nedenlerle Onu Hapsetme Görüşü Ağır Basacaktır “Sonra onlarda (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)ağır bastı.” (Yusuf Suresi, 35) Hz. Yusuf (a.s.)‘ın masum olduğu delillerden çok açık bir şekilde anlaşılmıştır. Ancak yönetici konumundaki kimseler bu delilleri çok aleni şekilde gördükleri halde, bazı siyasi sebeplerle Hz. Yusuf (a.s.)‘a karşı kurulan düzeni kabul etmiş ve onu suçlu bulmuşlardır. Hz. Yusuf (a.s.)‘ın bu durumundan, Hz. Mehdi (a.s.)‘ın da kendisini savunmak ve haklı olduğunu ispatlamak için çok güçlü deliller sunacağı, ancak yönetici konumundaki kişilerin bu açık delillere rağmen bazı siyasi sebeplerle onu hapisle cezalandıracakları anlaşılmaktadır. Allah Kuran’da, her dönemde insanlar için “hidayete yönelten bir elçi” gönderdiğini bildirmiştir. Bütün Peygamberler hidayet ile gönderildiğine; hidayete erdiren, vesile olan kişiler olduklarına göre, her Peygamber birer Mehdi’dir. “Hz. Yusuf (a.s.) da yaşadığı dönemin Mehdisi”dir. Bu yönüyle de, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi (a.s.)‘ın hayatıyla, Hz. Yusuf (a.s.)‘ın hayatı büyük benzerlikler göstermektedir.
  7. İsviçre'de düzenlenen konferansın afişini de gönderiyorum:
  8. İsviçre’de Evrimi Çökerten Konferanslar Dizisi Başlıyor! Yaratılışçılar yine atakta! Yaratılışçıların İsviçre’de ard arda düzenleyeceği konferanslar Avrupa’da çok büyük yankı uyandırdı. Birçok yabancı basın “İsviçre’de Yaratılışçı Tur” diyerek konuyu gündeme taşıdı. Konferansların ilki bugün başlıyor. Türkiye’deki evrimcilerin haberi olması açısından ilgili detayları da vereyim: İlk konferans bugün 25 Mayıs Salı günü Lausanne’da, saat 21:00’da Beaulieu Centre de Congrés Av. des Bergières 10’ da düzenlenecek. İkinci konferans 26 Mayıs Çarşamba günü Cenevre’de saat 21:00’da Centre int. de Conférence Rue de Varembé 17’da düzenlenecek. Üçüncü konferans 28 Mayıs Cuma günü Zürih’te saat 21:00’da Kongresshaus, Gotthardstrasse 5’da düzenlenecek. Şimdiden söylüyorum, yaratılışçılar ortalığı yine toz duman edecekler, evrimcilerin şimdiye kadar teoriyi ayakta tutma adına öne sürdükleri her konunun mantıksızlığını, delil diye gösterdikleri her konunun aslında hiç de delil olmadığını ortaya koyacaklar. Yıllardır insanları nasıl oyaladıklarını, sahte delillerle ve masallarla kandırdıklarını ortaya çıkaracaklar. Hepsinden önemlisi 21. Yüzyıl bilimiyle, tek bir proteinin bile asla tesadüfen oluşamayacağını ispat ederek, binlerce ansiklopediye sığan bilgiyi depolayan DNA’nın asla tesadüfen oluşamayacağını ispat ederek evrim teorisini yerle bir edecekler. Sonuçta evrim teorisi bilim dünyasının gözlerinin önünde bilimsel delillerle yıkılacak. Tüm Avrupa’daki bilim adamlarını bu konferansları izlemeye davet ediyorum. Çok tarihi günler bunlar. 21. Yüzyıl evrim teorisinin tam anlamıyla çöktüğü yüzyıl olacak, hep birlikte bizlerde buna şahit olacağız. Konferansların ardından yabancı basında çıkan haberleri de sizlere aktarmaya devam edeceğim…
  9. Hz. Mehdi Hicri 1400 (Miladi 1980) yılında çıkmasının ardından hemen tanınmayacak, tam olarak tanınması yaklaşık olarak 40 yılı bulacaktır. Allah Hz. Mehdi’yi insanlardan saklayacak ve koruyacak, bu mübarek insan kendisine son derece sadık 313 talebesiyle büyük bir mücadele vererek İslam’ı tüm dünyaya yayacaktır. Hz. Mehdi Hicri 1400 yılında İslam dinini anlatmaya, materyalizmi yıkmaya, halkı delaletten ve içine düştüğü gafletten kurtarmaya başlarken çok az kimse dışında kimse onun Hz. Mehdi olduğunu bilmeyecektir. Bediüzzaman’da Hz. Mehdi çıktığında insanlar tarafından tanınmayacağını bildirmiştir. Ahir zaman son derece zorlu bir dönemdir, ateistlerin, materyalistlerin son derece saldırgan, çıkarlarıyla çatıştığı zaman son derece acımasız olacağı dönemdir. Bu yüzden Allah kıyametten önce göndereceği Hz. Mehdi’sini koruyacak, onu hain saldırılardan ve komplolardan tanınmaması sayesinde kurtaracak, fakat yine de çok zorlu imtihanlarla da karşılaşacaktır. Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin kendisinin de ilk başta kendisinin Mehdi olduğunu bilmeyeceğini söylemiştir. Ancak derin iman sahibi insanlar onu tanıyabileceklerdir. Halbuki demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. ÖYLE İSE O EŞHAS (KİŞİLER), hattâ o müthiş Deccal dahi ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ KENDİSİ DE BİDAYETEN (BAŞLANGIÇTA) DECCAL OLDUĞUNU BİLMEZ. BELKİ NUR-U ÎMÂNIN DİKKATİYLE, O EŞHAS-I ÂHİR ZAMAN (AHİR ZAMAN ŞAHISLARI) TANINABİLİR. (Sözler, ss. 343-344) Hadislerde bildirildiği üzere Hz. Mehdi uzun ömürlü olacak, bütün Hicaz ülkelerine manen ve fikren hâkim olması, Kuran ahlakını tüm dünyaya hâkim etmesi yaklaşık 40 yılı bulacaktır. Hz. Mehdi talebeleriyle birlikte büyük bir şevkle İslam’ı yayarken birçok tuzaklara, komplolara maruz kalacak tıpkı Hz. Yusuf gibi hapsedilecek fakat hiçbir saldırı ve tehdit onu ve talebelerini hak yoldan döndüremeyecektir. Yaşanan acı, zulüm ve baskı ortamı tamamen kalktığında Hz. Mehdi İslam Birliği’ni oluşturmak için yoğun bir gayret gösterecek, fakat bütün bu gelişmeler 40 yıl gibi uzun bir sürede yaşanacaktır. Hadislerden Hz. Mehdi’nin tüm dünyaya hâkim olduğu dönemin kısa süreceği asıl bu dönemden önce çok zorlu bir kırk yıl geçireceği anlaşılmaktadır. Hz. Mehdi ve talebeleri tüm ömürlerini, tüm mallarını, mülklerini, gençliklerini İslam’ı yaymak uğruna şerefle harcayacaklardır. Onların ihlâsı, samimiyeti ve tükenmez gayreti şükre şayan olacaktır…
  10. Evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmayan iddiasına göre, yeryüzünde henüz hayat yokken, cansız maddeler tesadüfler sonucunda bir araya gelerek ilk canlı organizmayı meydana getirmiştir. Bu evrimci iddiaya göre, ilk canlı organizmanın tesadüfen gelişebilecek kadar basit bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİN BİLE NASIL ORTAYA ÇIKTIĞINI AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR. Tek bir proteinin kendi kendine oluşamayacağı gerçeği zaten evrim teorisini tamamen temelinden yok eden bir gerçektir. Fakat bir an için bu imkansız ihtimalin gerçekleştiğini varsaysak bile, Darwinistlerin iddia ettiği “ilkel hücre”nin zaten yaşamın kendi kendine başlaması ihtimalini çok daha kesin delillerle ortadan kaldırdığını görürüz. 21. yüzyılda bilimin sağladığı bilgiler, en sade yapılı denebilecek canlının bile aslında çok kompleks olduğunu ve bu nedenle tesadüfen ve kendiliğinden oluşmasının imkansız olduğunu göstermektedir. Bu bilgiyi bize genom araştırmaları vermektedir. Bilim adamları en küçük genoma sahip olan canlıların (ekstremofilik arke ve öbakteriler) en az kompleksliğe sahip canlılar oldukları düşüncesinden yola çıkarak, bu canlıların tesadüfen ve kendiliğinden oluşma ihtimallerini hesaplamışlardır. Burada önemle belirtilmesi gereken bir nokta ise şudur: Bu canlılar aynı zamanda bilim adamlarının dünyadaki en eski yaşam formu olarak gördükleri canlılardır. Genom araştırmaları sonucunda yaşam için gerekli olan en düşük protein sayısının 250 ile 450 arasında olması gerektiği ortaya konulmuştur. [1]Yani hücrenin yapısal özelliklerini oluşturmak ve hayatın devamı için gerekli olan temel fonksiyonları yerine getirmek için aynı anda bir araya gelmesi gereken minimum farklı protein sayısı 250 ile 450 arasındadır. Şu noktayı da ayrıca belirtmek gerekir ki, bu bulunan 250-450 minimum protein sayısı, parazit olarak yaşayan mikroplardan elde edilen protein sayısıdır. Bir organizmanın, başka bir canlı organizmaya bağımlı olmadan yaşayabilmesi için gereken minimum protein sayısı ise yaklaşık 1500 proteindir. Yani Darwinistlerin, tek bir işlevsel hücrenin oluşabilmesi için gereken 1500 ayrı proteinin varlığını ayrı ayrı açıklamaları gerekmektedir. Fakat tekrar hatırlatmak gerekirse, Darwinistler tek bir proteinin kendi kendine oluşumunu dahi açıklayamamışlardır. Bir organizmanın canlı sayılabilmesi için gereken 250 ila 1500 arasındaki farklı proteinin tesadüfen, aynı anda ve aynı ortamda kendiliğinden oluşması olasılığı imkansızın da ötesindedir. Konuyla ilgili yapılan olasılık hesapları aşağıdaki tabloda verilmektedir: Minimum Protein Sayısı[2] Aynı Anda Oluşma Olasılğı 250 1018,750 350 1026,250 500 1037,500 1,500 10112,500 1,900 10142,500 Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi en az proteine sahip bir canlı organizmanın tesadüfen oluşma ihtimali, 1018,750’de 1 ihtimaldir. (Sayının büyüklüğünü anlayabilmek için, tüm evrendeki atomların sayısının 10 üzeri 78 olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.) Yani böyle bir ihtimal yoktur. Evrimciler tüm bu hesaplara ve bilimsel verilere rağmen, yine de büyük bir ısrarla imkansızın gerçekleştiğine inanmak istemektedirler. Bu ısrarın tek nedeni ise, her şeyi yoktan var eden Yüce Allah’ın varlığını inkar etmedeki kararlılıklarıdır. Morowitz’in olasılık hesabı Yukarıda bahsedilen olasılık hesapları, biyofizikçi Harold Morowitz’in yaptığı bir hesaplama ile de uyumludur. Morowitz, E.koli bakterisinin tüm kimyasal bağlarını kırıp, E. Koli bakterisini oluşturan tüm atomların serbest kaldığını varsaymış ve sonra bu atomların tekrar kendiliklerinden bir araya gelerek tekrar E.koli bakterisini oluşturma ihtimalini hesaplamıştır. Bu teorik deneyde hem gerekli olan tüm atomlar gerekli olan miktarda ortamda bulunmaktadır,, hem de dışarıdan hiçbir başka atomun aralarına karışmayacağı farz edilmiştir. Buna rağmen, yani tüm gerekli atomlar, gerektiği kadar sayıda ve en elverişli ortamda bir arada bulunmalarına rağmen, belirli bir düzende kendiliklerinden bir araya gelerek tekrar E. koli bakterisini oluşturma ihtimallerinin 10100,000,000,000 ‘da bir ihtimal olduğunu tespit etmiştir. [3]Bu imkansızın da ötesinde bir ihtimaldir. Böyle bir sayı evrende en az kompleksliğe sahip bir bakterinin bile, tüm koşullar ve malzemeler bir araya getirilse dahi kendiliğinden oluşmasının imkansızlığını gözler önüne sermektedir. Canlılığın oluşması için sadece yeterli sayıda proteinin bir araya gelmesi de yeterli değil Canlılık için gereken sayıda proteinin elimizde hazır olduğunu düşünelim. Herhangi bir şekilde oluşması imkansız olan bu proteinlerin var olması dahi TEK BİR HÜCRENİN OLUŞMASI İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR. Mikrobiyologlar veya biyokimyacılar, bu proteinlerin hücre içerisindeki organizasyonlarının da çok önemli olduğunu, aksi takdirde proteinlerin hiçbir işe yaramayacağını açıkça belirtmektedirler. Üstelik Darwinist bilim adamlarının da çok iyi bildiği gibi hücre, proteinlerden çok daha kompleks olan, proteinleri üreten organellere ve muhteşem bilgi bankası DNA’ya sahiptir. Canlı bir hücre, bütün bu yapıların tamamının aynı anda, aynı işlev ve organizasyona sahip olarak, aynı bilinç ile haraket etmeleriyle mümkün olur. Bu, Darwinizm’i yıkan en temel gerçektir. 1990’ların ortalarına kadar bakterilerin olağanüstü bir iç organizasyona sahip oldukları bilinmiyordu. Oysa, artık tek hücreli protozoanları oluşturan kompleks hücrelerin (ökaryot) bir çekirdek, organeller, zar sistemleri, bir sitoiskelet, birçok iç bölüm ve moleküler seviyede hücre içeriğini organize eden diğer içeriklerden oluştuğu bilinmektedir. [4] Bu sistemlerin tamamı, olağanüstü derecede komplekstirler. Biri diğerinden ayrı işlev göremezler, Sonuç Burada verilen bilgilerden görüldüğü gibi mikrobiyoloji, biyokimya, genom araştırmaları, kısacası 20. yüzyılın ikinci yarısına ve 21. yüzyıla hakim olan başlıca bilimsel gelişmeler, evrim teorisinin tüm iddialarını ortadan kaldırmıştır. Bu bilimsel sonuçlar, Darwinizm’in kesinlikle gerçeklikten uzak, bilim dışı iddialardan oluştuğunu çok açık olarak ortaya koymuştur. Evrimcilerin “çok basit ilk canlı organizma” iddiaları, bilimle çürütülmüştür. Bir organizmanın canlı olabilmesi için gereken minimum protein sayısı ve minimum komplekslik dahi, evrimcilerin tesadüf iddialarıyla açıklanamayacak kadar komplekstir ve mükemmel bir organizasyona sahiptir. Tüm bu komplekslikler bir yana, evrim teorisini, yalnızca tek bir hücenin varlığı sona erdirmektedir. Canlılığın, Allah’ın sonsuz Aklı, İlmi ve Gücü ile yoktan var edildiği çok açık bir gerçektir. Akıl ve vicdanla çok açık olan bu gerçek, günümüzde sayısız bilimsel veriyle de desteklenmektedir. [1] Jack Maniloff, “The Minimal Cell Genome:’On Being the Right Size’,” Proceedings of the National Academy of Sciences, USA 93 81996), pp. 10004-10006; Mitsuhiro Itaya, “An Estimation of Minimal Genome Size Required for Life,” FEBS Letters 362 (1995), pp 257-260; Rana and Ross, Origins of Life, p. 163 [2] Rana and Ross, Origins of Life, p. 163 [3] Robert Shapiro, Origins: A Skeptic’s Guide to Creation of Life on Earth (New York:Bantam Books, 1986), p. 128; Rana and Ross, Origins of Life, p. 164 [4] Lucy Shapiro and Richard Losick, “Protein Localization and Cell Fate in Bacteria,” Science 276 (1997), pp.712-718; Rana and Ross, Origins of Life, p. 166
  11. Darwinistlerin ''Yapay Yaşam'' Aldatmacası Son dönemlerde özellikle Darwinist yayınlarda ön plana çıkarılan bir haber gündeme geldi. Yapay olarak üretilen DNA molekülüne ait bir parça, bir başka hücre çekirdeğine transfer edilmiş ve bu DNA’nın söz konusu hücre içinde çalıştığı gözlemlenmiştir. Bazı Darwinist yayınlarda “sentetik yaşam üretildi”, “yaşayan hücre yaratıldı” (Allah’ı tenzih ederiz) gibi yanıltıcı başlıklarla verilen bu konu Darwinist spekülasyonlara malzeme haline getirilmiştir. Hatta Financial Times gibi bazı yayınlar, evrimcilerin cansızlıktan canlılık oluşturma konusunda hiç bitmeyen hayallerini sonunda gerçekleştirdiklerini dahi iddia etmiştir. Oysa söz konusu çalışma, Darwinistlerin asla açıklamasını yapamadıkları canlılığın nasıl başladığı sorusuna hiçbir cevap vermemektedir. Tam tersine bu çalışma, hücre DNA’sındaki kompleksliğin önemli bir ispatı hükmündedir. Konuyla ilgili açıklamalar şöyledir: Amerikalı bilim adamı J. Craig Venter, bir mikoplazma (Mycoplasma mycoides) genini, laboratuvarda suni olarak düzenlendikten sonra, başka bir mikroplazma (Mycoplasma mycoides) hücresinin çekirdeğine dahil etmiş ve hücre bu DNA ile çalışmasına devam etmiştir. Yapılan işlemler canlılığın bilinen klonlama yöntemlerinden farklı değildir. Yapılan işlemde 1.08 milyon baz çiftinden oluşan Mikoplazma mikoides DNA’sından alınan bir kopya, laboratuvar şartlarında düzenlenmiş ve başka bir canlı hücresinin içine nakledilmiştir. Yeni bir DNA üretilmemiş, daha önce var olmayan yeni bir bilgi oluşturulmamış, laboratuvarda yapay bir DNA dizilimi sıfırdan meydana getirilmemiştir. Hücre de DNA da zaten vardır. Yapılan işlem, olağanüstü bilgiye sahip olan mevcut DNA’nın alınıp yeniden düzenlenmesi ve başka bir hücreye nakledilmesinden başka bir şey değildir. Söz konusu düzenleme, zaten DNA’da var olan olağanüstü komplekslikteki bilgi dahilinde, bilinçli bilim adamlarının kontrolü altında, en teknolojik laboratuvarlarda, kontrollü koşullar altında, Allah’ın yoktan yaratmış olduğu mevcut bir örnek kullanılarak ve yıllarca denenerek gerçekleştirilebilmiştir. Sadece tek bir bakteriye uygulanan bu klonlama işlemi, temelde 20, arka planda binlerce bilim adamının dahil olduğu, 40 milyon dolara mal olan 10 yıllık bir çalışma sonunda gerçekleştirilebilmiştir. Sadece var olan bir örneği, bilinçli bir ortamda bilinçli kişiler tarafından kopyalayabilmek için bilim adamlarının gösterdiği bu çaba, söz konusu kompleks yapının, mevcut bir örnek olmadan, bilinçli bir müdahale ve teknik imkanlar olmadan bir kopyasının dahi yapılamayacağını açıkça gözler önüne sermiştir. Söz konusu gelişme bilim adına güzel bir gelişmedir. Genom çalışmaları ilerledikçe canlı hücrelerinden DNA kopyalamaları yapmak ve bunları diğer hücrelere nakletmek mümkün olabilecektir. Bu çalışmalar, Allah’ın izniyle çeşitli hastalıkların tedavisi gibi çok fazla yönde faydalı şekilde kullanılabilecektir. Fakat bunların tümü mevcut yapılara yapılan bilinçli bir müdahaledir. Yaratılmış üstün yapılar üzerinden yapılan bu bilinçli ve kontrollü deneylerin evrime delil olarak sunulmaya çalışması hem büyük bir aldatmacadır hem de Darwinistler adına bir çaresizlik göstergesidir. Yaşamın başlangıcını ve kompeksliğini açıklayamayan Darwinistlerin kullandıkları acizce bir spekülasyondur. Darwinistler eğer iddialarını kanıtlamak istiyorlarsa, canlılığı oluşturan parçaları YOKTAN VAR EDEBİLMELERİ gerekir. Ardından da bunun başıboş tesadüfler sonucunda, kontrolsüz ve canlılık için son derece tehlikeli bir ortamda, hiçbir bilinçli müdahale olmaksızın nasıl olabileceğini izah etmeleri gerekmektedir. Oysa Darwinistler, TEK BİR PROTEİNİ BİLE, kontrollü şartlar ve bilinçli müdahaleler sonucunda dahi meydana getirememektedirler. Meydana getirmeleri de imkansızdır. Darwinist bilim adamları, bu çalışma ile aslında, kendi elleriyle yaşamın kompleksliğini, hayatın en küçük parçasının dahi tesadüfen meydana gelemeyeceğini bir kez daha kanıtlamış bulunmaktadırlar. Şunu da belirtmek gerekir ki bu sonuç, CANLILIK ANLAMINA GELMEMEKTEDİR. Canlı hücre, sayısız parçadan oluşan kompleks yapıların bütünüdür ve ancak bunların tümünün aynı anda ve aynı yerde var olmaları ve kompleks bir organizasyon oluşturmaları ile meydana gelir. Olağanüstü komplekslikteki tek bir DNA’nın kopyalanması, sadece zaten var olan bir sistemin küçük bir parçasının taklit edilmesinden başka bir şey değildir. Kopyalama yoluyla elde edilen bir DNA’nın varlığına sevinen Darwinistler, hayal ettikleri ilk canlıyı yani hayali ilk hücreyi açıklamaktan kesin engellerle uzaktırlar. Dahası ve en önemlisi, söz konusu çalışmanın HAYATIN NASIL BAŞLADIĞI KONUSUYLA HİÇBİR İLGİSİ YOKTUR. Bu çalışma, hayatın başlangıcı hakkında Darwinistlerin içinde bulunduğu açmazı ortadan kaldırmamaktadır. Darwinizm’i temelinden bitiren bu derin açmaz, daha da büyüyüp gelişerek Darwinizmi çöküşe sürüklemektedir. Nitekim Boston üniversitesi Biomedikal Mühendislik Profesörü Jim Collins de, söz konusu klonlama çalışması üzerinden yapılan spekülasyonlara karşı çıkarak Nature dergisine şunları söylemiştir: “Venter ve arkadaşları tarafından rapor edilen bu çalışma organizmaların yeniden inşası konusundaki yeteneğimiz için önemli bir gelişme. Fakat sıfırdan yeni bir yaşam ortaya çıkarma konusunu açıklamıyor .”[1] Sonuç: Darwinistlerin özelliği, yaratılışın muhteşemliğini gösteren yapıları taklit etme konusundaki çabalarını, büyük puntolarla, eldeki tüm Darwinist yayınların manşetlerini kullanarak Darwinist yaygaraya dahil etmektir. Darwinist yaygara, özellikle bilimin evrimi reddettiğinin tüm dünyaya gösterildiği şu son dönemlerde sıklıkla kullanılmaya başlamıştır. Demek ki Darwinistler müthiş bir darboğazdadır. Hayatı çok basit anlatmaya çalışan evrim teorisi için, hayatın yapı taşlarının da o oranda basit olması gerekir. Öyle ki canlılığa dair her şey, her şeyi tesadüflerle açıklayan Darwinistlerin bu sahte ve basit iddialarına uygun düşmelidir. Dolayısıyla, eğer Darwinistlerin iddiası doğru olsaydı, çamurlu suda oluştuğunu savundukları hayali ilk hücrenin, tıpkı Darwin’in sandığı gibi su dolu bir baloncuktan başka bir şey olmaması gerekirdi. Oysa durum hiç böyle değildir. Canlılığı oluşturan proteinlerden tek bir tanesi daha son derece kompleks bir yapıya sahiptir. Tüm dünyada Darwinist bilim adamları tam 150 yıldır aynı şey için çabalayıp durmakta ve kesinlikle başarılı olamamaktadırlar: TEK BİR PROTEİNİ ÜRETEBİLMEK İÇİN. İşte bu sebeple DNA’nın klonlanmasını evrime delil gibi göstererek bu yaygarayı sürdürmek isteyen Darwinistlerin çaresiz çırpınışları önemli bir gerçeği değiştirmemekte ve insanları aldatamamaktadır. Bu önemli gerçek, yaşamın olağanüstü kompleksliğidir. Bu kompleks yaşamın tek bir parçasının anlaşılabilmesi, bir kopyasının elde edilebilmesi için gösterilen çabanın büyüklüğü bunu ortaya koymaktadır. Oysa bu insanlar, laboratuvarlarda onlarca yıl boyunca tek bir DNA’yı anlamaya çalışırlarken, onların her birinin 100 trilyon hücresinde muhteşem DNA molekülleri olağanüstü bir sistem ve düzen içinde zaten kendilerine ilham edilmiş olan görevlerini yapmaktadırlar. Çünkü onları yaratan Allah’tır. Onları yokluktan var eden Allah’tır. Yüce Allah tüm varlıkların Hakimi, yerlerin ve göklerin Yaratıcısı’dır. Bilim, her geçen gün Yüce Rabbimiz’in Şanını yücelten deliller sunmaya devam edecektir. Bilimde gerçekleşen her yeni buluş, bu görkemli yaratılışın ihtişamlı delillerini sunmayı sürdürecektir. [1]“Artificial life? Synthetic genes 'boot up' cell, Reuters
  12. Ben burada Anchiornis Huxleyyii'n ara fosil olamayacağını bilimsel delillerle ispat ediyorum. Yaratılışçılar hangi delili getirirlerse getirsinler evrimciler zaten kabul etmeyeceklerdir. Proteinlerin, DNA'nın tesadüflerle oluşamayacağını, 300 milyon değişmeyen fosili hiçbir şekilde açıklayamayacaklardır, çünkü inkar edecek şekilde yaratılmışlardır. Bizler elimizden geldiği kadar"anlatıyoruz, belki içlerinden anlayan olur diyoruz.
  13. Yeni bulunan fosil Anchiornis Huxleyii'i ara fosil zannetmek son derece komiktir! Evrimciler en uzman oldukları konulardan birini söyleyeyim mi size, son derece gelişmiş canlıları durup durup ara fosil gibi göstermek, sonra da “pardon yanılmışız!” deyip tüm söylediklerini geri almak, Ardi de olduğu gibi, Lemur’da olduğu gibi, Nebraska adamında olduğu gibi, Piltdown adamında olduğu gibi… Şimdi de bir blog yazarı Anchiornis Huxleyii’i ara fosil gibi göstermeye çalışmış, şimdi bu canlının nasıl ara geçiş formu olamayacağını tekrar açıklayalım. Aslında evrimciler de bu canlıyı ara form gibi göstermeye çalışırlarken hiçbir şekilde ara form olmadığını biliyorlar ama yine de belki inanan olur diye her zaman olduğu gibi “bir olta atalım, belki yakalayan olur” diye düşünüyorlar… Anchiornis Huxleyii geçtiğimiz günlerde Çin’de bulundu ve dört kanatlı kuş olarak aceleyle evrimciler tarafından dünya basınında sanki ara fosilmiş gibi tanıtıldı! Evrimciler aceleyle bu canlıya hemen bir isim uydurdular. Fosile Darwin’in bulldogu olarak bilinen atesit evrimci Thomas Huxley’in anısına Anchiornis Huxleyii adını verdiler. Fosil, kanatları olan aynı zamanda da arka bacaklarında da tüyler bulunan bir kuş fosili idi. Evrimcilerin bir türlü açıklamasını yapamadıkları bu fosil, aslında evrim teorisinin kendi iddiaları ile de çelişiyordu. Bilindiği gibi Archaeopteryx, mükemmel bir kuş olmasına rağmen, Darwinistler tarafından tamamen çocuksu iddialarla ara fosil olarak kabul edilir. Daha önce yazdığım yazılarda bu iddianın nasıl çürütüldüğünü yazmıştım. 151-161 milyon yıl öncesine ait katmanların arasında bulunan bu yeni fosil ise, Archaeopteryx’den yaşlıydı. Fakat evrimciler açısından Archaeopteryx’e doğru gitmesi gereken hayali ara geçiş özelliklerini göstermiyordu. Canlının sahip olduğu dört kanadı ile aslında evrim teori açısından büyük bir açmaz teşkil etmekteydi. Evrimciler, iki kanadın hayali evrimini açıklamaya uğraşırlarken, şimdi ne dinozorlarda, ne uçan sincaplarda, ne de kuşlarda görülmeyen üçüncü ve dördüncü kanatları açıklamak zorundaydılar. Bu durum elbette ki evrimcilerin iki ayaklı dinozorlardan evrimleşme iddiasına derin ve büyük bir darbe indirmekteydi. İşte bu sebeple evrimciler, “arkadaki kanatsı yapıları zamanla körelen” bir ara formdan bahsetmeye başladılar. Daha henüz kuşun iki kanadını açıklayamazken, “bir şekilde oluşup sonra da her nedense körelen iki çift kanat” açıklamasını savundular. Oysa bu açıklama, bir çaresizlik itirafından başka bir şey değildi… Anchiornis Huxleyii fosili üzerinde kısa bir inceleme yaptığımızda günümüzde bu kuşun benzerlerinin yaşadığını görüyoruz. Ayrıca bu fosil, kafatası ve genel vücut yapısı bakımından tam olarak kuş özellikleri göstermektedir. Sahip olduğu kanatlar ve tüyler açısından da canlının, günümüzde yaşayan paçalı güvercin türüne benzediği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi söz konusu canlılarda, kanatların yanı sıra, hayvanın bacaklarında kanatları andıran tüyler bulunmaktadır. Söz konusu tüyler, doğrudan kanat görevi görmese de canlının gösterişli görünümü için önemlidirler. Yaklaşık 160 milyon yıllık bu canlı da, günümüzde yaşayan paçalı kuşlarla aynı özelliği taşımaktadır. Bu familyaya ait söz konusu türlerin, soyu tükenmiş bir mensubunu oluşturmaktadır. Bu öylesine açıktır ki, fosil resmini inceleyen her bilim adamı, bu açık benzerliği kolaylıkla görecektir. Evrimciler kendileri için bir açmaz teşkil eden bu fosili bir ara fosil görünümünde sunabilmek için, teorilerine oldukça zorluk çıkaran arka tüylerin zamanla “köreldiğini” iddia ederler. Bu, aslında evrime göre şu demektir: “Bir dinozor zamanla uçmaya karar verdi, ardından bunun için iki kanat geliştirdi, bir çift daha kanadın iyi olacağını düşünerek onları da geliştirdi. Fakat son iki kanadı geliştirirken aniden bunların gereksiz olacağını düşündü. Sonra bu kanatların körelip ortadan kalkması gerektiğine karar vererek iki kanatla hayali evrim sürecine devam etti.” İşte evrimcilerin dünyaca ünlü dergilerde süslü bilimsel kelimelerle anlatmaya çalıştıkları masal özetle budur. Çocukları bile artık aldatamayacak olan bu olağanüstü derecede mantıksız senaryoda, evrimcilerin ne kadar çaresiz kaldıklarını açıkça göstermektedir…
  14. Evrimciler Sansürsüz Programında yine büyük hezimete uğradılar! Öncelikle Yiğit Bulut’u böylesine önemli bir konuyu tekrar tartışmaya açtığı için, evrimcilerin nasıl yenildiklerini tekrar milyonlarca insana gösterdiği için tebrik ediyorum. Ayrıca evrimcileri de hala yaratılışçıların karşısına çıkmaya cesaret ettiklerinden dolayı da kutlamak istiyorum. Çünkü evrim teorisini yıkan bu kadar delile rağmen yaratılışçıların karşısına yine de çıkabilmeleri taktire şayan doğrusu. Gece boyunca evrimciler köşeye sıkıştıkça sıkıştılar, oflayıp pufladılar, iyice daraldılar, yaratılışçıların delillerine verecek hiçbir cevap bulamadılar ve tüm Türkiye teorinin nasıl da desteksiz temellere oturtulduğunu Darwin’in bile teorisinden nasıl bir “hipotez paçavrası” olarak bahsettiğini öğrenmiş oldu. Evrimciler tek bir proteinin bile tesadüfle oluşamayacağına hiçbir cevap veremediler… Yeraltından çıkan 300 milyona yakın fosilin hiç değişikliğe uğramadığına, dolayısıyla canlıların birbirlerinden evrimleşmediklerine hiçbir cevap veremediler… Kambriyen döneminde nasıl olup da birçok kompleks canlının birdenbire ortaya çıkmasına cevap veremediler… Nasıl olup da bir balığın tüm sistemlerini değiştirerek karaya çıkıp bir sürüngene dönüştüğüne cevap veremediler… Yine nasıl olup da bir dinazorun sinek avlarken kanatlanıp uçtuğuna cevap veremediler… Kelebekteki muhteşem simetri karşısında da yine ezildiler. Darwin canlılardaki renklerin neden özel anlamlarının olduğunu anlayamadığını şöyle ifade ediyor: "Zorlandığım nokta, neden bazı tırtılların oldukça güzel ve sanatsal bir şekilde renkli olduklarıdır. Bazıları tehlikelerden korunmak için renklendirilmişlerdir. Sadece fiziksel şartlar için böylesine parlak renklerinin olmasını zorlukla anlayabiliyorum... Eğer birisi, erkek kelebekler cinsiyet seçimi ile güzel bir görünüm almalarına rağmen neden aynı sebeplerle tırtılları kadar güzel olmadıklarını sorarlarsa nasıl cevap verirsin? Ben buna cevap veremem." Evrimciler ilkel bir canlıya mutasyon uygulandığında o canlıyı sadece bozacağına, hiçbir şekilde yeni bir canlıya dönüştüremeyeceğine cevap veremediler… Programı seyretmediyseniz çok şey kaçırmışsınız demektir, evrim teorisi debelene debelene çöküyor, bazı kişiler teoriyi kurtarmak adına kendilerini yerlere atıyor, çırpınıyor da çırpınıyor. Fakat nafile! Teori 21. Yüzyıl bilimi karşısında tamamen çökmüştür. Dün akşam evrimcilerin yaratılışçıların karşısında nasıl büyük bir hezimete uğradıklarına da 70 milyon şahit olmuştur… Programı seyredemeyenler youtube'a "Sansürsüz" yazarak izleyebilirler.
  15. New York Times: Türkiye’nin küresel gücü teyit ediliyor Yazılarımda sürekli Türkiye’nin hem Ortadoğu’da hem de tüm dünyada gücünü giderek arttıracağından bahsetmiştim. Şimdi Türkiye İran’la yaptığı yeni uranyum takasıyla gündemde.Wall Street Journal ve New York Times, İran'ın uranyum takasıyla ilgili olarak Türkiye, İran ve Brezilya arasında imzalanan anlaşmaya geniş yer verdi. WSJ gazetesinin internet sayfasında yer alan haberde, "İran'ın nükleer yakıt değiş tokuşunu kabul ettiği ve 1200 kilogram düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye'ye göndereceği" belirtildi. NYT'nin haberinde, anlaşmanın başarılı olması halinde, bunun Türkiye ve Brezilya'nın küresel güç olarak yükselen gücünü teyid edeceği belirtildi. Washington Post gazetesinin "İran ve Türkiye, zenginleştirilmiş uranyum konusunda beklenmedik anlaşmaya vardı" başlıklı haberinde de "İran, Türkiye ve Brezilya arasında varılan sürpriz nükleer anlaşmanın, Obama yönetiminin İran'ın nükleer arzularına set çekme çabalarını ve daha geniş boyutta Amerikan diplomatik stratejisini zayıflatmakla tehdit ettiği" ifadesine yer verildi. Sürekli yazdığım yazılarda İran’ın nükleer silah kullanamayacağını, bunun Kuran’a göre haram olduğunu yazıyorum. Nükleer silah kullanıldığı taktirde bu binlerce masum kadının ve çocuğun şehit olmasına yol açacaktır. Kuran’a göre bir Müslüman haksız yere bir insanın canını hiçbir şekilde alamaz, Allah terk bir kişiyi suçsuz yere öldürenin tüm dünyayı öldürmüş gibi olacağını bildirmiştir. Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır. (Maide Suresi, 32) Bu yüzyıl Hz. Mehdi’nin ve Hz. İsa’nın geldiği tüm dünyanın İslam’a yöneldiği barış yüzyılı olacak. Türkiye bu yüzyılda Türk İslam Birliği’ni kurarak Osmanlı’dan devraldığı çok önemli bir görevi yerine getirecek. İran’da Hz. Mehdi’ye ilk tabii olan
  16. Ahir Zamanda Hadisler Nasıl Tek Tek Gerçekleşiyor! Resimler 3 Şam ve Mısır Meliklerinin Öldürülmesi Hadis: Ondan önce Şam ve Mısır melikleri öldürülecektir... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49) Çölde Bir Ordu Kaybolacak Hadis: ...Kendisine bir ordu gönderilecek. Bunlar yerin bir çölünde iken yere batırılacaklardır.(Müslim'den; Geleceğin Tarihi 4, s.31) Müslümanlar Baskı Görecek Hadis: Ahir zamanda ümmetimin başına sultanlarından şiddetli belalar gelir, öyle ki yerler Müslümanlara dar gelir. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 12) Kasırgalar ve Tsunamiler Artacak Hadis: Kıyametten önce on alamet görmeden o kopmayacaktır. Onuncusu, insanları denize atacak olan kasırga… (Kıyamet Alametleri, s. 288) Dünya Kuraklıkla Boğuşacak, Yağmurlar Kesilecek Hadis: Deccal'ın çıkmasından önce gökyüzü üç sene yağmurunu tutar. Birinci senede normal yağmurun üçte birini tutup üçte ikisini yağdırır. Yeryüzü bitkisinin üçte birini bitirmez. İkinci yılda gökyüzü normal yağmurunun üçte ikisini yağdırmaz. Yeryüzü de bitkisinin üçte ikisini bitirmez. Üçüncü yılda ise gökyüzü yağmurunun tamamını keser, yeryüzü de bitkisinden hiçbirini bitirmez. (Ebu Davud, İbni Mace, Taberani; Geleceğin Tarihi 3, s.241) Kuyruklu Yıldızın Doğması- Halley Hadis: “Mehdi'nin çıkışından evvel, (her tarafı) aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır.” (Kıyamet Alametleri, s. 200) Kişi Kardeşini Öldürecek Hadis: Kişi, kardeşini öldürmedikçe kıyamet kopmaz. (Kıyamet Alametleri, s. 141) Afganistan İşgal Edilecek Hadis: “Talikan'a (Afganistan'a) yazık oldu. Şüphesiz Allah Teala'nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır. Orada Allah'ı hakkıyla bilen insanlar vardır. Onlar ahir zaman Mehdi'sinin yardımcılarıdır.” (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59) Ahir Zamanda Hadisler Nasıl Tek Tek Gerçekleşiyor! 4 Sistemler Değişecek Hadis: Zamanın inkitaa uğradığı (sistemlerin değiştiği) bir dönemde Mehdi denen bir adam gelecek... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14) Masum İnsanlar Katledilecek Hadis: Masum insanlar katloluncaya kadar Mehdi çıkmayacak ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde zuhur edecektir... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37) Hz. Mehdi’nin Gelişinden Ümit Kesilecek Hadis: İnsanların ümitsiz olduğu ve "Hiç Mehdi falan yokmuş" dediği bir sırada Allah Mehdi'yi gönderir... (Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 55) Ramazan Ayı'nda Ay ve Güneş Tutulmaları Hadis: “Mehdi için 2 alamet vardır ki... Bunun birincisi, Ramazan'ın birinci gecesi Ay'ın ikincisi de ortasında Güneş'in tutulmasıdır.” (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 47) Peygamberimiz 1400 yıl önce ahir zamanda gerçekleşecek bütün bu olayları adeta görmüşçesine anlatmıştır, bütün bu hadislerinin ard arda gerçekleşmesi tam anlamıyla bir mucizedir. Şimdi tüm Müslüman alemi bütün bu hadislerin ardından kıyametten önce gelecek olan Hz. Mehdi’sini büyük bir şevkle beklemektedir. "İnsanların ümitsiz olduğu ve "HİÇ MEHDİ FALAN YOKMUŞ" DEDİĞİ BİR SIRADA ALLAH HZ. MEHDİ (A.S.)'Yİ GÖNDERİR..." (Ali Bin Husameddin el-Muttaki, Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 55) "... HZ. MEHDİ (A.S.), Resulullah'ın bayrağı ile, insanların başlarına bela üzerine bela yağdığı ve ÇIKIŞINDAN ÜMİT KESİLDİĞİ BİR SIRADA ÇIKAR..." (Ali Bin Husameddin el-Muttaki, Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 55)
  17. Ahir Zamanda Hadisler Nasıl Tek Tek Gerçekleşiyor! Resimler 2 Irak Halkı Şam’a Kuzey’e Kaçar Hadis: Şerli kişiler Irak'a saldırmadıkça kıyamet kopmaz. (işte o zaman) Masum ve temiz Irak halkı Şam'a kaçar.(Risaletül Huruc ül Mehdi... sf. 210) Şam’da Fitneler Hadis: Şam'da fitneler bir taraftan sakinleştikçe, diğer bir taraftan alevlenir. Gökten çağırıcı bir melek "Mehdi emirinizdir. Mehdi Halifenizdir" demedikçe de fitneler bitmez. (Risaletül Huruc ül Mehdi... s. 63) Bağdat Alevlerle Yok Edilir Hadis: Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir...(Risaletül Huruc ül Mehdi, Cilt 3, sf. 177, Kayıt 854) Irak Yeniden Yapılanır Hadis: "İnsanların en şerlileri Irak'a saldırmadıkça kıyamet kopmaz.Ve ıraktaki masum insanlar Şam'a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak da yeniden yapılanır." ."(Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame, kısm-ul efal. c.5 sf. 254, El Muttaki) Ekonominin Bozulması Hz. Mehdi’nin Çıkış Alametlerinden Biridir Hadis: Hz. Mehdi çıkmadan önce, milletler arasında TİCARET ve YOLLAR KESİLECEK, insanlar arasında fitneler çoğalacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 39) Herkesin AZ KAZANÇTAN YAKINMASI, paraları için zenginlerin saygı görmesi olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 146) Hz. Mehdi Döneminde Çift Kuyruklu Yıldız Çıkacak- Lulin Hadis: Hz. Mehdi (a.s.)’nin zuhurunda çift kuyruklu bir kuyruklu yıldız çıkacak ve öyle parlak olacak ki, dolunay gibi parlayacak. Bu yıldızın çıkışından sonra öyle çok yağmur yağacak ki, büyük hasar olacak. Fakat halk bu yağmurları sevinçle karşılayacak. Çünkü bundan önceki 3 yılda hiç yağmur yağmamış olacak.(Murtaza Lakha, R &K Tyrell Basımevi, Londra, 1993) Tozlu Dumanlı Bir Fitne Görülecek Hadis: Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26) Uzayda insan eli biçiminde bir görüntü oluşacak Hadis: ... Esma binti Umeys dedi ki: O GÜNÜN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN ZUHURUNUN) ALAMETİ SEMADAN UZATILMIŞ VE İNSANLARIN KENDİSİNE BAKIP DURDUĞU BİR EL’DİR. Celalettin Suyutinin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, S. 69 Hadis: "Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi helak olur." (Kitabül Burhan Fi Alametil Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 38)
  18. Ahir Zamanda Hadisler Nasıl Tek Tek Gerçekleşiyor! Resimler 1 Mehdi'den önce halkın başına felaketler, fitneler ve belalar gelecek Hadis: Sonra şöyle buyurdu: Kaim zuhur etmeden hemen önce halkta ŞİDDETLİ KORKU OLACAK, HALKIN BAŞINA FELAKETLER, FİTNELER VE BELALAR GELECEK.(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s.301) Ahir zamanda depremler artacak Hadis: Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Depremler çoğalacak. (Ramuz-El Ehadis, 476/11) Salgın Hastalıklar Artacak Hadis: "Ey Malik oğlu Avf! Kıyamet öncesi altı (alamet) sayayım mı?" Dedim ki: "Onlar nelerdir ya Resulullah?" O da şöyle buyurdu: "...Sizin aranızda kolera ve şarbon gibi ölümcül iki hastalık yaygınlaşacaktır." (Sahih-i Buhari; Beklenen Mehdi, 3. baskı, s.147) Fırat Nehrinin Suyu Kesilecek Hadis: “FIRAT NEHRİ’NİN SULARI ÇEKİLEREK ALTINDAN BİR DAĞ ORTAYA ÇIKACAK, İNSANLAR BUNU ALMAK İÇİN VURUŞACAK VE HER YÜZ KİŞİDEN, SADECE BİRİ HAYATTA KALACAK. Bu zaman gelinceye kadar kıyamet kopmaz.” (Müslim, Fiten, 29) Mehdinin Zuhurundan Önce Cinayetler Ve Uyuşturucu Artacak Hadis: Ali (a.s.) şöyle buyurmuştur: "MEHDİ'NİN KIYAMININ ÖNCESİNDE KIRMIZI ÖLÜM ve BEYAZ ÖLÜM OLACAK...(Ikdü'd-Dürer, s. 98, Gaybet-i Numani, s. 397, Gaybet-i Şeyh Tusi, s. 267, Biharü'l-Envar, c. 52, s. 211) Güneşte Büyük Alametler Olacak Mehdi, Güneş'ten bir alamet belirinceye kadar gelmeyecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 49) Güneş bir alamet olarak doğmadıkça Mehdi çıkmaz. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 33) Irak Üçe Bölünecek Hadis: Resulullah (s.a.v.)in bildirdiğine göre, Irak halkı üç fırkaya ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler.Siz bunları gördüğünüz vakit kıyamete hazırlanın. (Fera İdu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar)" Fırat ve Dicle Arasında Büyük Savaş Olacak Hadis: "Fırat ile Dicle arasında Zevra denen bir şehir olacak. Orada büyük bir savaş olacak. Kadınlar esir edilecek, erkekler ise, koyun kesilir gibi boğazlanacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame, kısm-ul efal. c.5 sf. 38 El Muttaki) Fırat ve Dicle Arasında Büyük Savaş Olacak Hadis: "Fırat ile Dicle arasında Zevra denen bir şehir olacak. Orada büyük bir savaş olacak. Kadınlar esir edilecek, erkekler ise, koyun kesilir gibi boğazlanacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame, kısm-ul efal. c.5 sf. 38 El Muttaki) Ahir Zamanda Ömürler Uzayacak Hadis: "Onun zamanında… ömürler uzayacaktır." (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyyil Muntazar s. 43) Irak Ordusu Kaybolacak Hadis: "Mehdi'nin beş alameti bulunur. Bunlar Süfyani, Yemani, samadan bir sayha, Beyda'da bir ordunun batışı ve günahsız insanların öldürülmesidir."(Naim Bin Hammad)
  19. Archæopteryx yanılgısı "Dinozorlarla kuşlar arasında geçiş formu" olduğu öne sürülen Archæopteryx, bundan yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamıştır. Teoriye göre küçük yapılı dinozorların bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmış ve uçmaya başlamışlardır. Archæopteryx, sözde dinozor atalarından ayrılan ve yeni yeni uçmaya başlayan ilk türdür. Oysa Archæopteryx'in fosilleri üzerinde yapılan son incelemeler bu anlatımın bilimsel bir temeli olmadığını göstermektedir. Bu canlı bir ara geçiş formu değil, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türüdür. Archæopteryx'in iyi uçamayan bir "yarı-kuş" olduğu tezi yakın zamana kadar evrimci kaynaklarda sıklıkla dile getirilmekteydi. Bu canlının "sternum"unun, yani göğüs kemiğinin olmaması canlının uçamayacağının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. (Göğüs kemiği, uçmak için gerekli olan kasların tutunduğu göğüs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan tüm kuşlarda, hatta kuşlardan çok ayrı bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda bile bu göğüs kemiği vardır.) Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosili bu iddianın yanlış olduğunu gösterdi. Zira bu son bulunan Archæopteryx fosilinde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları göğüs kemiği vardı. Nature dergisinde bu yeni bulunan fosil şöyle anlatılıyordu: Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili, uzun zamandır varlığından şüphe edilen, ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir dikdörtgensel göğüs kemiğinin varlığına işaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçuş yeteneği hala spekülasyona dayalı, ama göğüs kemiğinin varlığı güçlü uçuş kaslarının olduğunu gösteriyor.1 Bu bulgu, Archæopteryx'in tam uçamayan bir yarı-kuş olduğu yönündeki iddiaların en temel dayanağını geçersiz kıldı.Öte yandan, Archæopteryx'in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısı oldu. Archæopteryx'in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini gösteriyordu. Ünlü paleontolog Carl O. Dunbar'ın belirttiği gibi, "Tüylerinden dolayı bu yaratık tam bir kuş özelliği gösteriyordu".2 Archæopteryx'in tüylerinin ortaya çıkarmış olduğu bir başka gerçek, bu canlının sıcakkanlı oluşuydu. Bilindiği gibi sürüngenler ve dinozorlar soğukkanlı, yani vücut ısılarını kendileri üretmeyen, çevrenin vücut ısılarını etkilediği canlılardır. Kuşlarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi ise, vücut ısısını korumalarıdır. Archæopteryx'in tüylü olması, dinozorların aksine sıcakkanlı bir canlı olduğunu, yani vücut ısısını korumaya ihtiyacı olan gerçek bir kuş olduğunu gösteriyordu. ARCHÆOPTERYX'İN ANATOMİSİ VE EVRİMCİLERİN HATASI Evrimci biyologların, Archæopteryx'i ara geçiş formu olarak gösterirken dayandıkları en önemli iki nokta ise, bu hayvanın kanatlarının üzerindeki pençeleri ve ağzındaki dişleridir. Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri ve ağzında dişleri olduğu doğrudur, ancak bu özellikleri canlının sürüngenlerle herhangi bir şekilde bir ilgisi olduğunu göstermez. Zira günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Touraco corythaix ve Opisthocomus hoatzin'de de dallara tutunmaya yarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bu canlılar, hiçbir sürüngen özelliği taşımayan, tam birer kuştur. Dolayısıyla Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri olduğu ve bu sebeple de bir ara form olduğu yolundaki iddia geçersizdir. Archæopteryx'in ağzındaki dişler de yine bu canlıyı bir ara form kılmaz. Evrimciler bu dişlerin bir sürüngen özelliği olduğunu öne sürerek insanları yanıltmaktadırlar. Çünkü dişler sürüngenlerin tipik bir özelliği değildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin dişleri varken bazılarının yoktur. Daha da önemli olan nokta, dişli kuşların Archæopteryx'le sınırlı olmamasıdır. Günümüzde dişli kuşların artık yaşamadıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtlarına baktığımız zaman gerek Archæopteryx ile aynı dönemde gerekse daha sonra, hatta günümüze oldukça yakın tarihlere kadar "dişli kuşlar" olarak isimlendirilebilecek ayrı bir kuş grubunun yaşamını sürdürdüğünü görürüz. İşin en önemli yanı ise, Archæopteryx'in ve diğer dişli kuşların diş yapılarının, bu kuşların sözde evrimsel ataları olan dinozorların diş yapılarından çok farklı olmasıdır. Martin, Stewart ve Whetstone gibi ünlü kuşbilimcilerin yaptıkları ölçümlere göre, Archæopteryx'in ve diğer dişli kuşların dişlerinin üstü düzdür ve geniş kökleri vardır. Oysa bu kuşların atası olduğu iddia edilen Theropod dinozorlarının dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır ve kökleri de dardır.3 Aynı araştırmacılar, aynı zamanda Archæopteryx ile onun sözde ataları olan Theropod dinozorların bilek kemiklerini karşılaştırmışlar ve arada hiçbir benzerlik olmadığını ortaya koymuşlardır.4 Archæopteryx'in dinozorlardan evrimleştiğini iddia eden ve bu konudaki önde gelen otoritelerden John Ostrom'un, bu canlı ile dinozorlar arasında var olduğunu öne sürdüğü bazı "benzerlik"lerin ise gerçekte birer yanlış yorum olduğu Tarsitano, Hecht ve A. D. Walker gibi anatomistlerin çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır.5 Tüm bunlar, Archæopteryx'in bir ara geçiş formu olmadığını; sadece "dişli kuşlar" olarak isimlendirilebilecek ayrı bir sınıflandırmaya ait olduğunu gösterir. Bu canlıyı Theropod dinozorlarla ilişkilendirmek ise son derece tutarsızdır. Amerikalı biyolog, Richard L. Deem Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory ("Kuşlar Dinozordur" Teorisinin Sonu) başlıklı makalesinde, kuş-dinozor evrimi iddiası ve Archæopteryx hakkında şunları yazmaktadır: Son çalışmaların sonuçları göstermektedir ki, Theropod dinozorların elleri (önkol kemiklerindeki) birinci, ikinci ve üçüncü hanelerden türemiştir. Ama kuşların kanatları, ikinci, üçüncü ve dördüncü hanelerden türer... ' Kuşlar dinozordur' teorisiyle ilgili başka problemler de vardır. Theropodların ön ayakları Archæopteryx'e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. Bu canlıların ağır vücutları da düşünüldüğünde, bir tür "ön-kanat" (proto-wing) geliştirmeleri olası gözükmemektedir. Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kuşlarda bulunan) semilunatik bilek kemiğinden yoksundur ve Archæopteryx'te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Bütün Theropodlarda V1 sinirleri diğer bazı sinirlerle birlikte kafatasını yandan terk eder, kuşlarda ise aynı sinirler kafatasını ön taraftan kendilerine ait bir delikten geçerek terk eder. Bir başka sorun ise, Theropodların çok büyük kısmının Archæopteryx'ten daha sonra ortaya çıkmış olmalarıdır."6 Kısacası Archæopteryx'in birtakım özgün özellikleri, bu canlının bir "ara form" olduğunu göstermemektedir. Nitekim bugün evrim teorisinin ünlü savunucularından Harvard Üniversitesi paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx'in farklı özellikleri bünyesinde barındıran bir "mozaik" canlı olduğunu, ama bir ara form sayılamayacağını kabul etmektedirler.7 ARCHÆOPTERYX EFSANEİNİN SONU: LONQISQUAMA Evrimcilerin Archaeopteryx hakkındaki iddialarını çürüten en somut kanıt ise, 2000 yılında bilim dünyasının gündemine gelen Longisquama insignis adlı bir başka fosil kuş oldu. Bu fosil 1970'lerde Kırgızistan'da bir böcek bilimci tarafından bulunmuş, fakat uzun yıllar bir müze köşesinde dikkat çekmeden kalmıştı. 2000 yılında ise fosili inceleyen Batılı uzmanlar bunun bilinen en eski kuş olduğunu fark ederek bu önemli bulguyu dünyaya duyurdular. Longisquama'nın anatomik özellikleri, modern (günümüzdeki) kuşlardan farksızdır. Tüyleri, içi boş kemikleri ve lades kemiği vardır. Oregon State University paleontoloğu Terry Jones, "İskelet (yaşayan) kuşlara çok benziyor... Bir kuş kafasına, omuzlarına ve lades kemiğine sahip. Lades kemiğini Archaeopteryx'inkinden ayırmak mümkün değil" diye yazmaktadır.8 Konunun en önemli yönü, Longisquama'nın 220 milyon yıl yaşında olmasıdır. Bu, Longisquama'nın Archaeopteryx'ten yaklaşık 70 milyon yıl daha eski olduğunu göstermektedir. Elbette ki bu durum, Archaeopteryx'in "tüm kuşların ilkel atası" ve "sürüngenler ile kuşlar arasındaki kayıp ara form" olduğu yönündeki evrimci iddiaları çürütmektedir. Science ve Nature isimli ünlü bilim dergileri ve dünyaca tanınmış BBC televizyonu tarafından kabul edilen bu gelişme evrim teorisi lehindeki yaklaşımıyla tanınan Milliyet gazetesinde ise şöyle ifade edilmiştir: "Orta Asya'da bulunan ve günümüzden 220 milyon yıl önce yaşadığı anlaşılan söz konusu fosilin tüm vücudunun tüylerle kaplı olduğu, kuşların atası olduğu iddia edilen Archaeptoryx'de ve günümüz kuşlarında olduğu gibi bir lades kemiğine sahip olduğu ve tüylerinde ise içi boş sapların bulunduğu tespit edildi. Bu ise, ARCHÆOPTERYX'İN KUŞLARIN ATASI OLDUĞU İDDİALARINI GEÇERSİZLEŞTİRİYOR... Çünkü bulunan fosil Archaeopteryx'ten 75 milyon yıl daha yaşlı; yani kuşların atası olduğu iddia edilen canlıdan 75 milyon yıl önce de tüm özellikleriyle tam bir kuş yaşıyordu."9 Longisquama'nın bulunmasıyla birlikte, sadece Archaeopteryx efsanesi değil, aynı zamanda "kuşların evrimi" hakkındaki tüm evrimci varsayımlar da sarsılmış durumdadır. Fosili inceleyen paleontologlardan biri olan Jones, "Bu fosil, insanların kuşların dinozorlardan evrimleştiği fikrini sorgulaması için son derece yeterlidir" demektedir.10 Kaynaklar: 1 Nature, cilt 382, 1 Ağustos 1996, s. 401 2 Carl O. Dunbar, Historical Geology, New York: John Wiley and Sons, 1961, s. 310 3 L. D. Martin, J. D. Stewart, K. N. Whetstone, The Auk, cilt 98, 1980, s. 86 4 L. D. Martin, J. D. Stewart, K. N. Whetstone, The Auk, cilt 98, 1980, s. 86; L. D. Martin "Origins of Higher Groups of Tetrapods", Ithaca, New York: Comstock Publising Association, 1991, s. 485, 540 5 S. Tarsitano, M. K. Hecht, Zoological Journal of the Linnaean Society, cilt 69, 1985, s. 178; A. D. Walker, Geological Magazine, cilt 177, 1980, s. 595 6 Richard L. Deem "Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory" 7 S. J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, cilt 3, 1977, s. 147 8 Science, 23 Haziran 2000, cilt. 2149 9 "Kuşların Atası Kuş Çıktı", Milliyet, 25 Haziran 2000 10 Science, 23 Haziran 2000, cilt. 2149
  20. Baykal'ı bu kadar acımasızca suçlamak vicdana sığar mı? Günlerdir son derece acımasız suçlamalar arka arkaya devam ediyor, hangi gazeteyi açsam, hangi televizyon kanalını açsam hep aynı konu: Baykal’ın istifası ve buna neden olan videodan bahsediliyor. Tüm basın adeta ölmek üzere olan birinin üzerine üşüşen akbabalar gibi saldırıyorlar. Hepsinin yüzünde sinsi bir gülümseme, bir insanı siyasetten silmenin verdiği derin heyecan var. Şimdi materyalist zihniyetin ne kadar acımasız olduğunu görüyorsunuz değil mi? Bir insanı nasıl da bir anda bitiriliyor görüyorsunuz değil mi? Ki bu insan yıllardır siyasette emek veriyor, yıllardır özveriyle çalışıyor. Ama materyalist zihniyet hiçbir zaman affetmeme, en ufak bir açık gördüğünde saldırma, kanıt olmasa da suçlama ve sonuna kadar baskı yapma ve yıldırma üzerine kuruludur. Son olarak Baykal’da yaşanan da bu acımasızlığın ne kadar ürkütücü boyutta olabileceğini tüm Türkiye’ye göstermiştir. Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki hiç kimse bir videoya bakarak Baykal’ı suçlama hakkına sahip değildir. Bir video bir insanın suçlu olduğunu hiçbir şekilde kanıtlamaz. O video tamamen farklı insanlar tarafından, çok farklı kasıtlarla hazırlanmış olabilir, bir Müslüman gözüyle görmediği hiçbir şeye inanmaz. Çünkü Kuran’a göre bir insanın zina yaptığını söylemek için tam olarak dört şahit gerekir. Dört kişinin böyle bir olayı gözleriyle görmüş olmaları şarttır. Üstelik bir insan hakkında zina iddiasında bulunan bu dört kişinin hiçbir şekilde yalan söylemeyen tam anlamıyla Allah’tan korkan mümin kimseler olması gerekir. Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12) Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir. (Nur Suresi, 13) O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür. (Nur Suresi, 15) Açıkça görüldüğü gibi Kuran’a göre bir insana zina iddiasında bulunulacaksa mutlaka dört şahit gerekir. Allah “hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz” diyerek bir insana iftira atmanın ne kadar büyük bir suç olduğunu bildirir. Bir Müslüman daima Kuran’la düşünür ve Kuran’la hüküm verir. Allah’tan korkar ve hiçbir şekilde gözüyle görmediği bir konuda peşin hüküm vermez ve konuşmaz. Materyalist insanların yaptığı gibi bir insanın zor duruma düşmesinden zevk almaz, bir köşeye çekilip onun sıkıntıya düşmesini seyretmez. Kuran’da daima şefkat ve merhamet esastır. Ayrıca bir insan günah işlemişse bile, her ne günah işlerse işlesin tövbe eder ve hayatına devam eder. Tekrar aynı hataya dönmedikçe, samimi bir kalple Allah’a yöneldikçe o insan tertemiz bir Müslüman’dır. Bir insanın daima son hali önemlidir. Baykal’a bu şekilde, toplumun her kesiminden son derece acımasızca saldırılması çok ama çok yanlıştır. Bir insanın tüm toplum tarafından bu kadar mağdur edilmesi vicdana yakışmaz. Dört şahit getirilmediği takdirde kimsenin bu sözlere ehemmiyet vermemesi, bu insanların konuşturulmaması gerekir. Baykal’da iddiaların tamamını görmezden gelip görevine devam etmelidir. Hiç kimsenin yıllarca verdiği emek böyle bir çırpıda yerle bir edilmemelidir…
  21. ahmetsecer

    ÖTENAZİ........

    Bir insan ötenaziye karar verme hakkına sahip midir? Ağır ölümcül bir hasta, ya da yıllardır komada olan bir hasta, çok acı çeken yıllardır yatağa bağımlı olan bir hasta…Peki bu hastalara ötenazi yapılması doğru mu? Bir insan şuurunu kaybetmiş şekilde yıllardır komada olan bir hastanın fişinin çekilmesine izin verip ölmesine karar verebilir mi? Böyle bir hakkı var mı? Uzun süredir bu konuda yazmak istiyordum, çünkü bildiğiniz gibi ötenazi de ara ara hep Türkiye’de gündem konusu olur. Bir insanın çok yakını komaya girebilir, komada yıllarca şuursuz bir şekilde yatabilir, doktorlar beyin ölümünün gerçekleştiğini söyleyebilirler. Burada insanların yanılgıya düştükleri nokta Kuran’la düşünmemeleridir.. Her ne durumda olursa olsun bir hastanın ölümüne, yaşam ünitesinden koparılmasına, fişinin çekilerek ölüme terk edilmesine başka bir insan karar veremez. Başka bir insan karar veremeyeceği gibi kişinin kendisi dahi böyle bir karar alamaz. Çünkü Kuran’da kişinin intihar etmesi de başka bir kişiyi öldürülmesi de (fiilen öldürmesi ya da izin vererek öldürmesi) kesinlikle yasaklanmıştır. Bir insan bir şeye karar vereceği zaman öncelikle Kuran’la düşünmesi ve ona göre karar vermesi gerekir. Kuran’da tek bir insan öldüren kişinin konumu ile ilgili şu ayet yer alır: "... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur..." (Maide Suresi, 32) Ayette çok açık belirtildiği gibi hasta ne konumda olursa olsun, ne doktorun, ne bir akrabanın hastaya ötenazi yapılması konusunda karar verme yetkisi yoktur. Allah tek bir insanı öldürenin bütün insanları öldürmek gibi olacağını çok açık şekilde bildirmiştir. İnançlı bir insan Allah’ın yasakladığı bir eylemi karşı taraf hangi konumda olursa olsun yapmaz. Hastaya son nefesine kadar bakılır, her türlü tedavi uygulanır. İsterse o hasta yıllarca komada kalsın, isterse en ağır ölümcül hastalığa yakalansın, yine de tedavi sonuna kadar uygulanmalıdır. Bütün bunların yanında yıllarca komada kalıp daha sonra iyileşen çok fazla hasta var, insan kendi kendine hastanın iyileşmeyeceğine nasıl ve hangi akılla karar verebilir? Burada insanların düşünmesi gereken çok önemli bir konu daha var. Hastalığı da şifayı da yaratan Allah’tır. İnsanlar hep sebeplere bağlı olarak düşünüyorlar. İlacı alırsa iyileşeceklerini, en iyi doktora giderse mutlaka kurtulacaklarını düşünüyorlar. Halbuki işin aslı öyle değildir. Hastalığı ancak Allah iyileştirir, doktor ve ilaçlar sadece bir sebeptir. Eğer Allah dilemezse doktor ne yaparsa yapsın o hasta asla iyileşemez. Allah dilediği taktirde en ağır ölümcül hastalığı hemen iyileştirir, bunu Kuran çok açık bir şekilde bildirmiştir: "Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;" "Bana yediren ve içiren O'dur;" "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;" "Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur, " (Şuara Suresi, 78-81) Ayrıca insanların hastalıkla ilgili şu önemli konuyu da düşünmeleri gerekir. Eğer Allah bir insana çok ağır bir hastalık veriyorsa yıllarca o kişi komada kalıyorsa mutlaka bunun bir hikmeti vardır. Allah bu dünyayı tüm insanlar için bir imtihan olarak yaratıyor. Kişinin en yakını hastalanabilir, kendisi de hastalanabilir. Kişi mutlaka buna sabır göstermek, çok güzel ahlakla karşılamakla yükümlüdür. Aksi taktirde dünyada hiçbir zorluk ve sıkıntı olmasa imtihan ortamı olmaz. Ne kadar zorluk olursa insanın kazanacağı sevap o kadar fazla olur. Bu yüzden ağrıyı çeken hasta eğer isyan etmeyip şükrederse onun sevabını kazanır, ona bakan kişide yine güzel ahlakla sabrederse o da onun sevabını kazanır. Bu yüzden hastalıkları Allah’ın kıymetli bir imtihanı olarak görmek gerekir. Hayatta her ne konuda olursa olsun bir karar verirken önce Kuran’a bakın, Allah daima insanlara en doğru ve en akılcı tavrı ayetlerle bildirmiştir. Kuran’ı bilmeyen bir insan sonsuza kadar pişman olacağı bir tavrı yapabilir ve sonunda bunun karşılığını çok ağır bir şekilde öder. Bu yüzden ötenazi içinde insan hiçbir şekilde hiçbir konuda başka bir insanın yaşamını sonlandıramaz, böyle bir kararı alamaz. Söylediğim gibi bir konuda karar verirken daima Kuran’a göre karar verin, o zaman en doğru ve hikmetli kararı alırsınız.
  22. İslam Birliği sayesinde teröre köklü çözüm Amerika ve 11 Eylül 11 Eylül tarihinde New York Dünya Ticaret Merkezi'ne ve Pentagon'a düzenlenen, binlerce masum insanın ölümüne, pek çok insanın da yaralanmasına neden olan saldırı, dünya düzeninin yeniden şekilleneceği bir dönemin başlangıcı oldu. Pek çok teorisyen tarafından farklı görüşler ortaya konuldu. Bir kısım uzmanlar, bu terör saldırısının daha büyük çatışmalara neden olacağını öne sürerken, büyük bir çoğunluk da Amerika'nın bundan sonra izleyeceği politikanın itidal ve adalet üzerine inşa edilmesinin şart olduğuna dikkat çektiler. Çözümü İyi Tespit Etmek Saldırının ardından, Amerika Birleşik Devletleri teröre karşı geniş çaplı bir mücadele başlattı. Hemen tüm dünya ülkeleri ve uluslararası topluluklar ABD'ye bu mücadelesinde destek verdiler. Teröre ve teröre destek veren tüm unsurlara karşı yürütülen bu mücadelede, ağırlıklı olarak askeri tedbirlere başvuruldu. Ancak bugün gelinen noktada, bazı başarılar elde edilmiş olmasına rağmen, söz konusu mücadelenin kesin çözüme ulaşamadığı açıkça görülmektedir. Bunun temel nedenlerinden biri, terörle mücadele stratejisinin -büyük ölçüde- askeri tedbirler çerçevesinde belirlenmiş olması ve eğitim ve kültür alanında askeri mücadeleyi destekleyecek gerekli girişimlerin yeterince yapılmamış olmasıdır. Oysa bir sosyo-psikolojik ve ideolojik sorun olan terörü; sadece "teröre destek olan rejimlerin değiştirilmesi" gibi askeri yöntemlerle çözmeye çalışmak yanlıştır. Bu, hem arada masum insanların da hayatlarını kaybedebilecekleri bir trajedidir, hem de radikalizmi ve dolayısıyla terörizmi besleyen yeni bir etken olur. Terörün tam anlamı ile ortadan kaldırılması, ancak terörist grupların propagandalarını etkisiz hale getirecek fikri bir mücadele ile mümkündür, askeri mücadele ise bir noktaya kadar fayda sağlayabilir. Amerika İslam Birliğini Desteklemelidir Ayrıca, ABD'nin sorunu "dışarıdan" halletmeye çalışması da istenilen sonucu vermeyecektir. Sorun, İslam ahlakının birtakım insanlar tarafından yanlış anlaşılması veya çarpıtılmasından doğduğuna göre, çözüm de İslam dünyasının içinden gelmelidir. İslam ahlakının doğru anlaşılması ve İslam'ı yanlış anlayıp uygulayanların bundan men edilmesi, Müslümanlar tarafından yapılabilecek bir iştir. ABD'nin bu konuda izlemesi gereken politika, İslam dünyasının içinden gelecek bir çözümü -başından beri üzerinde durduğumuz gibi bu çözüm İslam Birliği'nin kurulmasıdır- desteklemesi, bunun yolunu açmasıdır. İslam Birliği'nin Ortadoğu'ya Getireceği Kalıcı Çözüm İslam Birliği'nin Ortadoğu'daki Arap-İsrail çatışmasına da getireceği çok önemli bir çözüm bulunmaktadır. İslam ülkelerinin ortak bir strateji izlemesi, İsrail'e, Ortadoğu'da on yıllardır izlediği "beka için parçalama" stratejisinin veya bir İslam ülkesini diğerine karşı denge unsuru olarak kullanmaya çalışma gibi taktiklerin bir sonuç vermeyeceğini gösterecektir. Bu da İsrail'i Ortadoğu'da gerçek bir barış yapmaya yöneltecektir. İsrail bu durumda 1967 Savaşı'nda işgal ettiği tüm bölgelerden çekilmeye ve Arap komşuları ile barış içinde yaşamaya ikna olabilir. Bu, Araplar için olduğu kadar İsrailli Yahudiler için de en doğru çözümdür. İslam Birliği'nin İsrail'e Sunacağı Çözüm 1) İsrail'in (Doğu Kudüs dahil) tüm işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve İsrail ile tüm Arap ülkeleri arasında barış yapılması, 2) Filistin topraklarının, Filistin yönetiminde kalacak olan kısmında (örneğin Doğu Kudüs'te, el-Halil'de ve diğer Batı Şeria kentlerinde), Yahudilerin ibadet yerlerinin özenle korunması ve Yahudilerin (ve elbette Hıristiyanların da) buraya serbest ulaşım hakkının olması, 3) İslam Birliği'nin, İsrail vatandaşlarına yönelik her türlü terörist harekete ve saldırıya engel olması, 4) İslam Birliği'nin gerek Ortadoğu'da gerekse dünya genelinde anti-semitizme karşı mücadele etmesi, Yahudi cemaatlerinin huzur ve güvenliğini savunması gibi temel esaslara dayanabilir. Böylesine kapsamlı bir barış planı uygulandığında, bir yüzyıldır huzur görmeyen Ortadoğu'ya barış ve istikrar gelecek, on yıllardır silahlara ve savaşlara harcanan paralar insanların mutluluğu, refahı, sağlığı, eğitimi için harcanacaktır.
  23. Yaratılış Atlası’na tüm dünyadan gelen yorumlar! Bir sabah aniden dev boyutlarda tam 7 kilo civarında, parlak 800 adet muhteşem resimlerden oluşan Yaratılış Atlası’nı masalarında bulan bilim adamları adeta büyük bir travma geçirdiler. Yaşadıkları o kadar büyük bir şoktu ki, bir sabah masalarında beliren bu dev eser şimdiye kadar inandıkları evim teorisini tam olarak çürütüyordu. Kitabın içinde canlıların milyonlarca yıl hiç değişmediğini kanıtlayan yüzlerce fosil resmi konmuştu. Çiçekler, yapraklar, kuşlar, böcekler, aslanlar, tavşanlar, balıklar, sürüngenler milyonlarca yıl en ufak bir değişikliğe bile uğramamışlardı! Dolayısıyla evrimcilerin canlıların kademeli olarak birbirinden türediği iddiası yerle bir oluyordu. Kitap dünya çapında çok büyük yankı uyandırdı, dünya basını günlerce, haftalarca kitaptan ve yarattığı deprem etkisinden bahsetti. Yaratılış Atlası, Fransa’nın, Darwin’in teorisine körü körüne sahip çıkan kesiminde, kendi ifadeleri ile "ideolojik bir deprem" etkisi yarattı. İsveç gazetelerinde “Darwin’e meydan okuyan muhteşem eser” başlığı ile yer aldı. Bugün Yaratılış Atlası ile ilgili yurt dışında basında çıkan bazı haberleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Belçika'nın Flemenkçe olarak yayınlanan ve 55 bin tirajı olan tanınmış günlük gazetelerinden De Morgen, 27 Haziran 2008 tarihinde evrim teorisine ve bu teoriyi çürüten Yaratılış Atlası adlı esere bir kez daha değindi. Haberde gazetenin daha önce "Evrim Teorisine Karşı En Büyük Komplo" başlığıyla iki tam sayfa özel yer ayırdı. 2 Şubat 2007 tarihli Le blog d'Yves Daoudal kişisel sitesi Yaratılış Atlası ile ilgili haberi "Darwinist Panik" başlığı ile vermiştir. Belçika'da yayınlanan A Voix Autre isimli gazetede Yaratılış Atlası isimli eserin Fransa'da oluşturduğu etki, "Kulisler arkasında yaşanan panik!" ve "Yaratılışçı literatür hiçbir dönemde bu kadar güçlü olmamıştı" ifadeleriyle yer almıştır. Science dergisi, 16 Şubat 2007 tarihli sayısında, Fransa'ya ve tüm diğer ülkelere gönderilen Yaratılış Atlası ile ilgili, "Uzun zamandır evrime yapılan 'en göz kamaştırıcı görünümlü saldırı': Bu, son haftalarda kendilerine Yaratılış Atlası gönderilen Avrupalı bilim adamlarının ortak görüşü, " yorumunu yapmıştır. 3 Şubat 2007 tarihli Le Monde gazetesi Yaratılış Atlası'nı "benzersiz bir eser" şeklinde yorumlamıştır. Hollanda'da yayın yapan Radio Netherlands'ın internet sitesinde yer alan Nicolien Den Boer'in makalesinde "Yaratılış Atlası tüm Avrupa'da büyük bir tufan oluşturdu" ifadesi yer aldı. 2 Şubat 2007 tarihli Le Figaro gazetesinde "İslami yaratılışçılığın Fransa'ya hücumu" başlıklı bir haber yer aldı. 3 Şubat 2007 tarihli Le Monde gazetesinde "Yaratılışçılar Fransız okullarına doğru atağa geçti" başlıklı bir haber yer aldı. 5 Şubat 2007 The Washington Post gazetesi Yaratılış Atlası'nın etkisini "Darwinizm'e karşı çoşkulu bir atak" olarak tanımlıyor. Le blog des bactéries et de l'évolution isimli kişisel bir evrim temalı sitede, 8 ve 9 Şubat 2007 tarihlerinde, iki haber yayınlandı. Haberde Yaratılış Atlası için şu ifade yer alıyor: "Kur'an ayetlerinden geniş alıntılar kullanan bu koca savaş gemisi" Liege Üniversitesi'ninden Prof. Bernard Rentier'nin kişisel sayfasında şu yorumlarda bulunuyor: İçerik şaşırtıcı, ama etkileyici. Bu kuşatmanın, atlasın tüm dünyaya dağıtılmasının, ardından oluşacak etkiyi düşünmeye insan cesaret dahi edemiyor..." 23 Mart tarihinde Polonya'nın internet dergisi olan Interia.pl'da, Yaratılış Atlası eseri ile ilgili olarak "Anti-darwinist eğitim kitabı otoriteleri şok etti" başlıklı haber yer almıştır. 'Glos Nauczycielski' isimli internet haber sitesi Belçika Milli Eğitim Bakanlığının bir kitaptan duyduğu korkuyu "Antidarwinist kitap Belçika okullarını vurdu" başlığıyla haber yapmıştır. Yaratılış Atlası’nın nasıl tüm dünyayı derinden sarstığına dair yurt dışı basınında yüzlerce haber çıktı, bugün burada sadece bir kısmını sizlerle paylaştım, aşağıda bildirdiğim linkten diğer haberleri okuyabilirsiniz. Bu dünya çapında yaşanan gelişmelerden herkesin haberdar olması gerektiğini düşünüyorum.
  24. İttihad-ı İslam (İslâm Birliği) ve Bediüzzaman Bediüzzaman Said Nursî (r.a)’ın hayatının en mühim gaye, maksat ve hedeflerinden biri de İslâm Birliğinin tesisi ve Müslümanların ittihadının gerçekleşmesiydi. Konuyu daha iyi anlayabilmek için, bazı terim ve kelimelerin anlamlarının bilinmesine ihtiyaç vardır. ittihad; birleşmek, birlik, aynı fikirde olmak… İttihad-ı maksad; gaye ve fikir birliği… İttihad-ı menafi' ; Menfaatlerin bir ve ortak oluşu. İş birliği… İttihad-ı millet ; milletin birliği. Birleşmek, aynı fikirde olmak olan ittihadın; ittihad-ı İslam diye terimleşmiş anlamı, Müslümanların birleşmesi, kaynaşmasıdır. Bu birleşme gerek ferdî, gerekse devlet bazında ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim paylaşımı, turizm, dinî meselelerin müzakeresi, şeâirin yerleşmesi ve ihyası gibi pek çok meselede düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle; maksatta ittifak eden Müslümanların yöntem farklılıklarını dikkate almadan inançları çerçevesinde tek çatı altında toplanmaları, AB , BM gibi birlik ve ittifaklardan çok daha ileri, hak ve adalet ölçülerine dayanan Kur’ân ve Sünnet temelli bir birlik oluşturmalarıdır. Bediüzzaman ise ittihadı-ı Muhammmedî’yi şöyle ta’rîf eder :”Tarif ettiğim ve dahil olduğum İttihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) tarifi budur ki: Şarktan garba, cenubdan şimale uzanan bir silsile-i nûranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da, bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetü'l-vahdeti ve irtibatı, tevhîd-i İlahîdir; peyman ve yemîni, îmandır; müntesipleri, "kalû bela"dan dahil olan umum mü'minlerdir; defter-i esmaları da, Levh-i Mahfûzdur. Bu ittihadın naşir-i efkarı, umum kütüb-ü İslamiyedir; günlük gazeteleri de, Îla-i Kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dînî gazetelerdir; kulüp ve encümenleri, cami ve mescidler ve dînî medreseler ve zikirhanelerdir; merkezi de, Harameyn-i Şerifeyn'dir.”(1) Bu ittihadın tüzüğünün Sünnet-i Peygamberî (asm), kanunnâmesinin şer’î emir ve yasaklar olduğunu, kesin delil ve isbatının Kur’ânî ve Nebevî kaynağa dayandığını ifade etmektedir. Bediüzzaman; maksadının İslâm Birliği fikrini harekete geçirmek, teşvik ve teşci’ ederek Müslümanları ve İslâm milletlerini maddî/mânevî terakkînin, yükselişin en yüksek noktasına taşımak olduğunu belirterek, bu birliğin en önemli unsurlarından olan maddî terakkiye dikkati çekerek kendisinin bu ittihadın fertlerinden bir ferd ve bir cüz’ olduğunu beyan buyururlar. Ve bu fikrin ilk takipçilerini sayarak bu konudaki biatını bildirir: “Elhasıl, Sultan Selim'e bîat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki fikrini kabul ettim. Zîra O, vilayat-ı şarkiyeyi ikaz etti; onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamanki Şarklılardır”(2) Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1909 senesinde neşrettiği bir makalesinde diyor ki: «Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevketmektir.» (3)İslâm Birliği düşüncesi; çekirdekten, aileden ve cemaatın oluşumundan itibaren başlamalı ve başlatılmalıdır. Dahilde ve hâriçte bu birliği zedeleyecek tutum ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Cemaat fertlerine, amaç ve hedef net olarak işaretlenmeli, daha ilk safhalardan itibaren münakaşa, ayrılık ve farklılıklar asla körüklenmemelidir. Bu konuda cemaat ve kanaat önderlerinin sorumluluk ve görevlerinin bilincinde ve farkında olmaları gerektiği hususu unutulmamalıdır. Örnek davranışlar sergilemelidirler. Hele hele siyasî bakış açıları, yorum ve anlayış farklılıkları bir ayrılık sebebi olarak cemaate dikte ettirilmemeli, aradaki bağların zayıflamasına, ayrışmanın derinleşmesine asla sebep olunmamalıdır. “İttihad-ı İslâm/İslâm Birliği” fikrinin sosyolojik olarak yeniden Müslümanların gündemini meşgul ediyor olmasının sebepleri arasında; toplumumuzda son yıllarda artma temayülü gösteren terör olayları ve İslâm toplumlarının yaşadıkları dramların varlığıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin yüz yıl önce bütün İslâm Âleminin nazarına bu konuyu sunması, o günden bu güne özellikle O’nun tabileri ve talebeleri tarafından daha çok gündemde tutulması gerekirken ve meselenin Kur’ân, Sünnet ve Risale-i Nurlar bağlamında büyük bir kampanyaya dönüştürülmesi icâb ederken, Üstad’ın “Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır “(4) vurgusu ortada iken, bu vazifenin hakkıyla ve birlik şuuruyla yapıldığını söyleyebilmek mümkün olmasa gerek… Bu konunun yeniden gündeme gelmesi tüm Müslümanlar ve insanlık için kaçırılmayacak büyük bir fırsattır. “İnsanlık için büyük bir illet” olan milliyetçilik/ırkçılık anlayışı Osmanlı’ya 19. yüzyılda girdi. Cenâb-ı Hakk’ın Kur'ân’da ‘Siz Müslüman kimliğinizin dışında farklı bir kimlikle ölmeyiniz, Müslümanlar olarak ölünüz’(5 ) emr-i İlâhîsi, günlük hayat şartlarının ve İslâmî sosyalitenin müslümana yüklediği misyon gereği, her Müslüman’a ‘İttihad-ı İslâm’ fikrine sahip çıkmayı gerektirmektedir. Üstad Hazretleri, İstikbalde inşâallah gerçekleşecek olan bu İttihadı ‘Bayram’ olarak nitelendirmektedir: “... İnşâAllah, alem-i İslâm’ın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i müttefika-i islâmiyenin (İslam cumhuriyetlerinin birleşmesinin) kudsî kanun-u esasiyelerinin (Kitaba ve Sünnete dayanan kutsal Anayasalarının) menbaı (kaynağı) olan Kur'an-ı Hakim, istikbale tam hâkim olup beşeriyete (insanlığa) tam bir bayramı getireceğine çok emareler (işaretler) var.”(6) Kur’ânın da, Resulullah (s.a.v)’in de dâveti birlik ve kardeşliğedir. Bediüzzaman (ra)’ın şu hitabı ve dâveti ne kadar anlamlıdır:” Ey muhâtap! Ben çok bağırıyorum. Zîrâ asr-ı sâlis-i aşrın minâresinin başında durup sûreten medenî (7) fikren mâzînin en derin derelerinde olanları câmiaya (İslâm Birliğine) dâvet ediyorum.”(8) Konumuzun derinliği ve şumûlü mâlumunuzdur. Bir köşeye ve makaleye sığacak boyutun çok üzerindedir. Seyyidler cemaatinin feveranı ve ittihada omuz vermesi, meselenin önemli bir rüknünü oluşturmaktadır. Şu kadarını da söylemeliyiz ki, ikinci ve üçüncü vazîfenin yolu ve tahakkuku, İslâm Birliğin’den geçmektedir. Dipnotlar: 1.B. Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Birinci Kısım : İlk Hayatı, 58 2.A.g.e 3.B. Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, 90 4.A.g.e 5.Âl-i İmrân, 3/102 6.B. Said Nursî, Emirdağ Lahikas II, s. 76 7.‘sûreten medenî’ kısmı müellif tarafından bilahere ilave edilmiştir. 8.B. Said Nursî, Münazarat
  25. Meryem Suresi'nin 33. Ayeti Kuran'da Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişine işaret eden önemli delillerden biridir Meryem Suresi'nin 33. Ayeti Kuran'da Hz. İsa (a.s.)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişine işaret eden önemli delillerden biridir Hz. İsa (a.s.)’ın yeryüzüne yeniden gelecek olması ahir zamanın en önemli müjdelerinden birisidir. Allah Kuran’ın bazı ayetlerinde Hz. İsa (a.s.)’ın ölmediğini, öldürülmediğini, Allah Katı’na yükseltildiğini ve yeryüzüne yeniden gönderileceğini açıkça bildirmiştir. Kuran’da Hz. İsa (a.s.)’ın yeryüzüne ikinci kez geleceğini ifade eden delillerden bir tanesi de Meryem Suresi’nin 33. ayetidir. Bu ayet-i kerime hem içerdiği Arapça kelimelerin anlamları, hem ayetin numarası, hem de ayetin ebced değerleri itibariyle Hz. İsa (a.s.)’ın nüzulüne dair pek çok sır içermektedir. -1- Bilindiği üzere Arapça çok zengin bir dildir ve Arapça’da tek bir kelime birden fazla hatta kimi zaman 20’den fazla manaya gelebilmektedir. Meryem Suresi'nin 33. ayetinin de Arapça anlamı incelendiğinde çok önemli bilgilerin haber verildiği görülmektedir. Bu ayet, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden dünyaya gelişine işaret eden ayetlerde biridir.Meryem Suresi 33. ayette Cenab-ı Allah şu şekilde bildirmektedir: "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." Ayetin Arapçası ise şu şekildedir: “Ve esselamu aleyye yevme vulidtu ve yevme emutu ve yevme ubasu hayyen.” Bu ayette “öleceğim gün” şeklinde tercüme edilen “yevme emutu” ifadesindeki “emutu” kelimesi “mate” fiilinden türemiştir ve “ölmek” anlamını taşımasının yanısıra “uyumak” anlamına da gelmektedir. En güvenilir hadis imamlarından olan İmam-ı Buhari ve İmam-ı Tirmizi Hazretleri’nin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den naklettikleri bir duanın Arapça'sında da, “uyur” şeklinde tercüme edilen kelime “emutu” kelimesidir. Allahümme bismike EMÛTÜ ve ahyâ. (Buhari ve Tirmizi) Allah'ım! Senin ismini anarak UYUR ve senin ismini anarak uyanırım. (Buhari ve Tirmizi) Meryem Suresi'nin 33. ayetinde “emutu” kelimesi yer almaktadır. Yani, bu ayetin meallerinde "öldüğüm gün" şeklinde tercüme edilen kelime, Peygamberimiz (sav)'in hadisinde uyumak olarak geçmektedir. Ayette “diri olarak yeniden kaldırılacağım gün” şeklinde tercüme edilmiş olan “yevme ubasu hayyen” ifadesindeki “ubasu” kelimesi ise “diriltilmek” anlamının yanısıra “uyandırılmak, gönderilmek, vazifeli kılınmak” anlamlarını da içermektedir. Görüldüğü üzere hem “emutu” hem de “ubasu” kelimelerinin diğer anlamları birarada değerlendirildiğinde, ayette Hz. İsa (a.s.)’ın ölmediği, uyku benzeri bir halde Allah Katı’na yükseltildiği ve içinde bulunduğumuz ahir zamanda yeniden Allah’ın vazifeli kıldığı bir elçi olarak yeryüzüne gönderileceği bildirilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) -2- Meryem Suresi’ndeki bu ayetin ayet numarası da önemli bir sır içermektedir. Bu sırrı anlayabilmek için Allah’ın Hz. İsa (a.s.)’dan bahsettiği Maide Suresi’nin 110. ayeti ve Al-i İmran Suresi’nin 46. ayetine bakmak gerekmektedir. Allah bu ayetlerde şu şekilde bildirmektedir: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun.” (Maide Suresi, 110) "Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran Suresi, 46) Ayetlerde Hz. İsa (a.s.)'ın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Hristiyan kaynaklarda da Hz. İsa (a.s.)’ın Allah Katı’na yükseltildiğinde 33 yaşında olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Büyük İslam alimlerinden Kurtubi Hazretleri de Hz. İsa (a.s.)’ın "kehl" halinde insanlarla konuşmasını, yeryüzüne indirildiğinde konuşacağı şeklinde yorumlamakta ve şöyle söylemektedir: "Hz. İsa 33 yaşındaki bir kıvamda indirilecek ve, ‘Ey insanlar ben Allah'ın kuluyum!’ diyecektir." (Kurtubî, el-Camiu liahkami’l-Kur’ân, 4/90-91.) Bütün bu bilgiler topluca değerlendirildiğinde, Meryem Suresi’ndeki ayetin numarasının 33 olmasının da, Hz İsa (a.s.)’ın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gönderileceği yaşa işaret etmesi açısından manidar olduğu görülmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) -3- Meryem Suresi’nin 33. ayetinin ebced değerleri hesaplandığında ortaya çıkan tarihlerde de Hz. İsa (a.s.)’ın ikinci kez yeryüzüne gönderilişine dair sırlar bulunmaktadır. Ayetteki kelimelerin harflerinin sayısal değerleri toplandığında elde edilen tarihler, hadislerde bildirilen ahir zaman alametlerinin yaşanacağı, Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhur edeceği ve Hz. İsa (a.s.) ile birlikte görev yapacağı tarihlere denk gelmektedir. Ayetin ebced hesaplaması şu şekildedir: “Ve esselamu aleyye yevme vulidtu ve yevme emutu ve yevme ubasu hayyen” 6 + 222 + 120 + 56 + 440 + 6 + 56 + 447 + 6 + 56 + 573 + 19 = 2007 (Şeddeli, tenvinsiz) 6 + 162 + 110 + 56 + 440 + 6 + 56 + 447 + 6 + 56 + 573 + 69 = 1987 (Şeddesiz, tenvinli) 6 + 222 + 120 + 56 + 440 + 6 + 56 + 447 + 6 + 56 + 573 + 69 = 2057 (Şeddeli ve tenvinli) Farklı şekillerde yapılan üç hesaplamada ortaya çıkan tarihlerin hepsi ahir zaman dönemlerine işaret etmektedir. Bu tarihler Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhur edeceği, Hz. İsa (a.s.)’ın nüzul edeceği ve Hz. Mehdi (a.s.)’yle birlikte vazife yapacakları dönemlere işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Allah kullarına bir rehber ve yol gösterici olarak indirdiği hak kitabımız Kuran-ı Kerim’deki ayetlerinde pek çok sır ve hikmet gizlemiştir. Ayetlerin ilk okunduğunda anlaşılan birinci anlamları dışında, daha pek çok derin anlamları bulunmaktadır. Nitekim Meryem Suresi’nin 33. ayetinde de Allah derin hikmetler gizlemiştir. Allah takdir ettiği zamanda bu sırları ve hikmetleri kullarından dilediğine açmakta ve ayetlerin diğer anlamlarının da kulları tarafından anlaşılmasını nasip etmektedir. Bu ayetin içerisinde de Cenab-ı Allah hem kelimelerle, hem sayısal değerlerle hem de ayet numarasıyla bir güzellik bildirmiştir. Bütün bu bilgileri birarada ele aldığımızda ise, Allah’ın bu ayetiyle biz kullarına Hz. İsa (a.s.)’ın ölmediğini, uykuya benzer bir halde Kendi Katı’na yükselttiğini ve içinde bulunduğumuz bu dönemde yeniden yeryüzüne geri göndereceğini müjdelediği anlaşılmaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.)
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.