Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ahmetsecer

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    185
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ahmetsecer tarafından postalanan herşey

  1. Hz. Mehdi ile ilgili tüm bu detayları peygamberimiz Hz. Muhammed hadislerle bildirmiştir. Eğer hadisleri incelerseniz bütün bu detayları görebilirsiniz. Hazreti Mehdi ile ilgili sitelerde bütün detaylar mevcut. Ayrıca dini konularda espri yapılmaması gerektiğini öenmle bildirmek isterim.
  2. Türk İslam Birliği Kurulduğunda Hiç Kan Akıtılmayacak Türk İslam Birliği, kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak anlatıldığı üzere, Kuran ahlakını temel alan dolayısıyla her düşünceden, her inançtan, her milletten insana karşı şefkatle ve anlayışla yaklaşan, herkesin hakkını koruyan, herkesi rahat ettiren bir huzur ve barış birliği olacaktır. Türk İslam Birliği tüm çatışmalara, terör eylemlerine, anarşiye tam anlamıyla son verecek, Türk İslam Birliği'nin kurulmasıyla tüm fitneler sona erecektir. Bu güzel birliğin tesis edilmesiyle Museviler ve Hıristiyanlar da güvenlik içinde ibadet edebilecekleri, diledikleri gibi ticaretlerini yapacakları, istedikleri yerde istedikleri gibi yerleşebilecekleri, kendilerini tam anlamıyla güvende hissedecekleri bir ortama kavuşacaklardır. Türk İslam Birliği'nin kuruluşu da tek damla kan dökülmeden, Müslümanların sevgiyle biraraya gelmesiyle, şefkatle, güzel sözle, akılcı ve hikmetli anlatımlarla dostluğun yaygınlaşmasıyla gerçekleşecektir. Türk İslam Birliği'nin kurulduğu dönemde tüm çatışmaların sona ereceği, tüm silahların susacağı, insanların barış ve sevgi içinde yaşayacakları Peygamber Efendimiz (sav)'in de müjdelediği bir gerçektir. Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as) döneminde yeryüzünde hiç kan dökülmeyeceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi (as)'ın zuhur ettiği ve Türk İslam Birliği'nin kurulduğu dönemde, yeryüzünü kaplayacak olan barış, adalet, güzellik, huzur ve güven hadislerde şu şekilde haber verilmiştir: İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)'nin çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (a.s.)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta asrı saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48) Hz. Mehdi (as), Peygamber (sav)’in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 163) (Hz. Mehdi (a.s.)) Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 44) Ona (Hz. Mehdi (as)'ye) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24) Bu (Emir) de (Hz. Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348) Zulüm ve fıskla dolu olan DÜNYA, O (HZ. MEHDİ (A.S.)) GELDİKTEN SONRA ADALETLE DOLUP TAŞACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 20) HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN ZAMANINDA ADALET O KADAR BOL OLACAK Kİ, zorla alınan her mal sahibine geri iade edilecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23) ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) ADALETİ HER YERİ KAPLAYACAK ve insanlar arasında Hz. Peygamberin sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir. Hatta birisinden, mala ihtiyacı olan kim varsa çağırmasını söyleyecek, o kişi emrini yerine getirdiğinde, sadece bir kişi gelecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20) Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah benim Ehl-i Beyt'imden bir zatı (Hz. Mehdi (a.s.)'yi) gönderecek yeryüzü zulümle dolduğu gibi, O YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92) Hz. Mehdi (a.s.) bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi, ONU DOĞRULUK VE ADALETLE DOLDURUR. (Süneni-i Ebu Davud, 5/93) Kap su ile dolduğu gibi YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. Hiçbir kimse arasında bir DÜŞMANLIK KALMAYACAKTIR. VE BÜTÜN DÜŞMANLIKLAR, BOĞUŞMALAR, HASETLEŞMELER MUHAKKAK KAYBOLUP GİDECEKTİR. (Sahih-i Müslim, 1/136) ... Cenab-ı Hak İslamı nasıl Bizimle başlatmışsa O'nunla (Hz. Mehdi (a.s.) ile) sona erdirecektir. Nasıl, Bizimle onlar aralarındaki ŞİRK VE ADAVETTEN (HUSUMET VE DÜŞMANLIKTAN) KURTULMUŞ VE KALPLERİNE ÜLFET (DOSTLUK) VE MUHABBET (SEVGİ) YERLEŞMİŞSE, (HZ. MEHDİ (A.S.) GELİŞİ İLE) YİNE ÖYLE OLACAKTIR. (Ahir Zaman Mehdisi'nin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 20) ... ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)) DÖNEMİNDE İYİ İNSANLARIN İYİLİĞİ ARTAR, KÖTÜLERE KARŞI BİLE İYİLİK YAPILIR. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)
  3. Bugün sizlerle Hz. Mehdi'yi gördüğünüzde rahatlıkla tanıyabilmeniz için ilgili hadisleri bildirmek istiyorum: Sağ Bacağında Siyah Bir İz Vardır (Hz. Mehdi'nin) Sağ bacağında SİYAH BİR İZ VARDIR. (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 251) Alnında Bir Ben Vardır Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır veya Cafer-i Sadık aleyhisselam (tereddüt raviden kaynaklanıyor). Şöyle buyurdu: "Ey Ebu Muhammed! Kaim'in iki alâmeti (veya alâmetleri) vardır. BAŞINDA BİR BEN ve bir iz vardır ve iki kürek kemiğinin arasında bir ben vardır. Sol kürek kemiğinin sol alt tarafında bir yaprak vardır, tıpkı mersin yaprağı gibi. (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 253) Alnında Bir İz (Yara İzi) Vardır Humrân bin A'yân der ki: İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam'a şöyle arzettim: ... ALNINDA İZ VARDIR, yüzünde ise ben. (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 252) Humran bin A'yân der ki: İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam'a: ... ALNINDA İZ VARDIR, yüzü güzellerin evladıdır. (Yani yüzü güzeldir)... " (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 252-253) Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır veya Cafer-i Sadık aleyhisselam (tereddüt raviden kaynaklanıyor). Şöyle buyurdu: "Ey Ebu Muhammed! Kaim'in iki alâmeti (veya alâmetleri) vardır. BAŞINDA bir ben ve BİR İZ VARDIR... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 253) Çekik Gözlüdür Humrân bin A'yân der ki: İmam Muhammed Bâkır aleyhisselam'a şöyle arzettim: ... Hz. Mehdi'nin GÖZLERİ ÇEKİKTİR, ... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 252) Sırtında Yaprak Şeklinde Bir Ben Vardır Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır veya Cafer-i Sadık aleyhisselam (tereddüt raviden kaynaklanıyor). Şöyle buyurdu: "... iki kürek kemiğinin arasında bir ben vardır. SOL KÜREK KEMİĞİNİN SOL ALT TARAFINDAN BİR YAPRAK VARDIR, tıpkı mersin yaprağı gibi." (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 253) Burada kastedilen, yaprak gibi kenarları olan ben, ten rengi olacağı, fakat zeminden yüksekte kenarlıklı bir ben olduğu ve yapısıyla yaprağı andıran, solmuş yaprak renginde bir ben olacağı anlaşılmaktadır.
  4. Samimi inanan bir insanın imtihanı ölene kadar durmaksızın devam eder Bir Müslüman Allah yolunda mücadele ederken tahmin edemeyeceğiniz kadar zorluklarla karşılaşabilir. Bu uğurda tüm malını bırakır, ailesinden ayrılır, hapse atılır, akıl hastanesine atılır, hakkında durmaksızın davalar açılır ama o asla hak yoldan dönmez. Sait Nursi’de dinimizi her ne pahasına olursa olsun tebliğ ederken, en zor şartlara göğüs gererken hapse atılmadı mı, akıl hastanesinde tutulmadı mı? Kışın en soğuk gecelerinde yaşlı ve hasta olduğu halde buz gibi hapiste yıllarca kalmadı mı? Allah dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak Müslümanların karşılaşacağı pek çok zorlu olay yaratabilir. Ancak unutulmamalıdır ki Allah’ın yarattığı her şey hayırlıdır. Dolayısıyla bu imtihanın içinde bir hikmet üzerine yaratılan her şey de mükemmel olarak yaratılmıştır. İmtihan Müslüman’ın şerefidir, gururudur. Onu cennette en üst mertebelere taşır. Müslümanlara karşı, inkâr edenler tarafından kurulan tuzaklar ve hileli düzenler de, işte bu imtihanın gereği olarak yaratılır. Bu tuzaklar, kimi zaman yaratıldığı anda hemen bozulmayabilir; tuzakların bozulması ve gerçeklerin ortaya çıkması belirli bir zaman alabilir. Müminin sorumluluğu, süresi ne olursa olsun her imtihana hoşnutlukla ve sevinçle güzel bir sabır göstermek ve Allah’a tevekkül etmektir. Müminlere karşı kurulan hileli düzen ve tuzaklar Müslümanların imtihanının bir parçasıdır. Allah’ın yarattığı mükemmel kader içerisinde müminler çeşitli zorluklarla karşılaşırlar ve buna Allah’tan razı olarak hoşnutlukla sabrederler. Allah’ın Kuran’da bahsettiği ve peygamberlerimizin sınandığı pek çok imtihanda olduğu gibi, müminlere karşı kurulan çeşitli düzen ve tuzaklar da Allah’ın dilemesiyle çok detaylı olarak yaratılmaktadır. Bu detaylı yaratılışa baktığımızda kimi zaman bu tuzakların hemen bozulmadığını; belirli bir sure devam ettiğini ve ancak Allah’ın takdir ettiği süre geldiğinde ortadan kalktığını görürüz. Fakat müminin yaşadığı imtihan ve zorlukların kısalığı veya uzunluğu müminin inancı, ahlakı ve tavrı açısından hiçbir şeyi değiştirmez. Müminlere kurulan her tuzak, her hileli düzen, iman edenlerin güzel bir ahlak ile sabretmeleri ve Allah’tan, bu durumun en hayırlı şekilde sonuçlanmasını isteyerek imtihanın gereğini yapmaları gereken bir olaydır. Çünkü müminler Allah’ın “düzen kurucuların hayırlısı" olduğunu bilirler Kuran’da bu gerçek müminlere şöyle bildirilmiştir: Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30) Allah hayrı ve şerri de yaratandır. İnsan için şer gibi gözüken bir durum, Allah’ın Kuran ayetinde bildirdiği gibi aslında tamamiyle hayırdır. Hayır gibi gözüken bir durum da, bazen bir insan için şer olabilir. Bunun ilmi yalnızca Allah Katında'dır. Bu sebeple iman edenlerin sorumluluğu, her türlü imtihana karşı güzel bir sabırla sabretmek ve Allah’ın razı olacağı en güzel tavrı göstermektir. Allah Kuran’da, kendilerine kurulan tuzaklara karşı sabır gösteren peygamberlerimizden ve müminlerden örnekler vermiştir. Bu örneklere baktığımızda, gerçek müminlerin her türlü imtihana karşı güzel bir sabırla sabrettiklerini ve imtihan ne kadar sürerse sürsün Allah için güzel davranışlarda bulunmaya devam ettiklerini görürüz. Örneğin Allah Kuran’ın Hz. Yusuf kıssasında, inkar edenlerin, Hz. Yusuf’un suçsuz olduğunu bilmelerine rağmen ona hileli bir düzen kurduklarını ve onu zindana attırdıklarını bildirmektedir: "Sonra onlarda (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı". (Yusuf Suresi, 35) Hz. Yusuf zindanda kaldığı sure içinde hak dini ve güzel ahlakı tebliğ etmeye devam etmiş, insanlara Allah’ın birliğini ve Allah’a şirk koşmamak gerektiğini anlatmıştır. Allah Kuran’da Hz. Yusuf’un nice yıllar zindanda kaldığını şöyle bildirmektedir: "… Fakat şeytan efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı." (Yusuf Suresi, 42) Allah’ın takdiri olan zaman geldiğinde ise, Allah Hz. Yusuf’u zindandan çıkarmış, kendisine ihanet edenlerin hileli düzenlerini başarıya ulaştırmadığını insanlara bildirmiştir. Dönemin hükümdarını vesile ederek Hz. Yusuf’u hazineler üzerine yönetici kılmıştır. Allah böyle bir imtihanın ardından Hz. Yusuf’a güç ve imkan (iktidar) vermiştir: "İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır’da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır." (Yusuf Suresi, 56-57)
  5. Aleviler Hz. Muhammed’e bağlıdır Alevi Dedesi Yücel: “Biz, tek bir canız, Aleviler Hz. Muhammed'e (SAS) bağlıdır. Bizi ayıran şartlardır. Alışkanlıklarımızın mahkûmuyuz. Hiçbir nesil Hz. Muhammetsiz olmaz. Biz, tek bir canız. İslam bilim dinidir. Aleviler Hz. Muhammed'e (SAS) bağlıdır." dedi. Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü tarafından 'Dedelerin Dilinden Alevilik' konulu panel düzenlendi. Atatürk Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen panelde konuşan Alevi Dedesi, İstanbul Alevi Bektaşi Derneği'nde görevli Araştırmacı Ali Yücel, yeni doğan bir çocuğun mezhebini seçme hakkı olmadığına dikkat çekti. Yücel, 'Bizi ayıran şartlardır. Alışkanlıklarımızın mahkûmuyuz. Hiçbir nesil Hz. Muhammedsiz olmaz. Biz, tek bir canız. İslam bilim dinidir. Aleviler Hz. Muhammed'e (SAS) bağlıdır. Bizler ayrıyı, gayrıyı yaptık. Hahamı, papazı, imamı bizler ayrı gayrı yaptık. Gerçek alevi kini nefreti, şehveti bilmez." diye konuştu. Sayın Yücel’in bildirdiği gibi biz tek bir canız. Aleviler, Sünni’ler, Caferi’ler, Şii’ler, hepimiz ahiret kardeşiyiz. Hepimiz aynı Allah’a inanıyoruz, hepimiz peygamberlerimizi, Hz. Muhammed’i, Hz. Ali’yi canımız gibi seviyoruz. Bugüne kadar Müslümanlar arasında yaşanan mezhep ayrılıkları ve düşmanlık tamamen yersiz ve son derece anlamsızdır. Bir Müslüman diğer Müslüman’a nasıl başka mezhepten olduğu için kin ve nefret duyabilir? Önemli olan samimiyettir, Kuran’a uymaktır ve Kuran’ın bize indirdiği hükümlere göre daima birlik olmaktır. Bir Müslüman’ın Müslüman kardeşini sevmesi, koruması ve kollaması farzdır. Hz. Mehdi döneminde bütün mezhepler kalkacak ve tüm Müslümanlar birleşecektir. Bunu başaracak ve Müslümanlar arasında barışı ve huzuru sağlayacak tek kişi Hz. Mehdi’dir. Müslümanlar Hz. Mehdi’yi tüm heybetiyle ve ihtişamıyla karşılarında gördüklerinde hangi mezhepten olurlarsa olsunlar hemen ona biat edecekler ve her sözünü tam anlamıyla emir kabul ederek yerine getireceklerdir.Hz. Mehdi’nin Müslümanlar arasında ayrılıkları kaldıracağı, kargaşaya ve mücadeleye son vereceği şu hadisle bildirilmiştir: Naim b. Hammad ve Ebu Naim, Mekhul vesilesiyle Hz. Ali’den tahric ettiler. Dedi ki: Dedim “Ya Resulullah (sav) Hz. Mehdi bizden Al-i Muhammed’den mi, yoksa bizden değil mi?” Buyurdu ki: Hayır, bilakis Bizdendir. Allah bu dini nasıl bizimle başlatmışsa O’nunla sona erdirecektir. Ve onlar Bizimle nasıl şirk’ten kurtulmuşlarsa, Onunla da fitneden kurtulacaklardır. Allah Bizimle, insanları nasıl müşrikçe düşmanlıktan kurtararak, onların kalplerine ülfet ve muhabbet yerleştirmiş ve din kardeşi yapmışsa, Hz. Mehdi ile fitne adavetinden (kin, buğz, garez ve düşmanlıktan) kurtaracak ve kardeş yapacaktır.
  6. Türkiye’yi almamakta direnen AB, şimdi Yunanistan’ı adam etmeye uğraşıyor Yıllarca Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almamakta direnen, sürekli yeni koşullar öne süren Avrupa Birliği şimdi birliğe kabul ettiği Yunanistan’ı adam etmeye uğraşıyor. Yunanistan'da krizden çıkış programına dair incelemelerde bulunan AB Komisyonu ile Avrupa Merkez Bankası ve IMF yetkililerinin Yunan muhataplarına tehditler savurduğu ortaya çıktı. To Vima gazetesinin manşetten verdiği tutanak diyaloglarına göre AB Komisyon heyeti, Yunan yetkililere "Biz ne diyorsak siz onu yapacaksınız" şeklinde sözler sarf ediyor. Atina'nın Euro bölgesine dahil olmak için ekonominin gidişatına ilişkin istatistiklerde oynadığının anlaşılması üzerine AB, bu defa işi daha sıkı tutuyor. Yunanistan'ın başkenti Atina'da Ekonomik İstikrar ve Kalkınma Programı için incelemelerde bulunan AB yetkililerin, Yunan bakanlık bürokratlarına çıkıştıkları basına yansıdı. To Vima gazetesinde yer alan görüşme tutanakları, AB heyeti ile Yunan yetkililer arasında yaşananlara ışık tutuyor. To Vima, AB heyetinin Atina temasları sırasında yaşanan olayların, Yunanistan'ın Brüksel tarafından yönetildiğini açıkça gösterdiğini savundu. Haberde, AB heyetinin temaslarıyla Brüksel'in Atina'ya nasıl baktığının gözler önüne serildiğini de belirtildi. Gazete, AB yetkililerinin bakanlık sekreterlerine verdikleri emirleri acilen yerine getirmelerini aksi takdirde "AB Komisyonu başkanına şikâyet ederek, Papandreu'ya mektup yazmasını söyleyecekleri" uyarısında bulunduklarını da aktardı. Şimdi Yunanistan’ın düştüğü durumu görebiliyor musunuz? Yunanistan şu anda ekonomisi tepetaklak olmuş, Avrupa Birliği tarafından yönetilen ve iç işlerine tamamen karışılan bir ülkeye dönüşmüş durumda. Aylardan beri Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihtiyacı olmadığını, Türk İslam Birliği’ni kurarak güçleneceğini yazıyorum. Türkiye Avrupa Birliği’ne ancak Türk İslam Birliği’ni kurduktan sonra girebilir. Ayrıca Türkiye’nin yaşlı ve ekonomisi çökmüş devletlerden kurulu Avrupa Birliği’ne ihtiyacı yoktur. Türkiye İslam ülkelerinin lideri olarak tüm dünyaya huzur ve barış getirecek Türk İslam Birliği’nin başına geçecektir. Yunanistan örneği Avrupa Birliği’ni adeta bir serap gibi gören insanların gerçeği görmeleri için çok güzel bir örnektir. Ekonomik krizle birlikte Avrupa’nın ve Amerika’nın çöküşü Türk İslam Birliği’nin ne kadar acil kurulması gerektiğini açıkça göstermektedir.
  7. Türkiye Türk İslam Birliğini kurup lider olarak başa geçtiğinde gerçek güce sahip olacak, şimdi atılan adımlar Türk İslam Birliğinin kurulma adımları, çok yakında bu birliğin kurulduğunu göreceğiz.
  8. İNCİL'DE FARAKLİT KELİMESİNİN GEÇTİĞİ YERLER FARAKLİT’İN KELİME ANLAMI: YARDIMCI, HAKİKAT RUHU, TESELLİCİ Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi gözetirsiniz. Ben de Allah’a yalvaracağım ve O size başka bir “Faraklit” gönderecektir. (Yuhanna, 14:15-16) Faraklit, öyle bir hakikat ruhudur ki, Rab onu benim ismimle gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır. (Yuhanna, 14:26) Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz. (Yuhanna, 15:26-27) Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu gönderirim. (Yuhanna, 16:7) Faraklit geldiğinde bütün alemi hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder. (Yuhanna, 16:8) Günah için, çünkü bana iman etmezler. Salah için, çünkü Allah’a gidiyorum ve artık beni göremezsiniz. Ve hüküm için, çünkü bu dünyanın reisinde hükmedilmiştir. Size söyleyecek daha çok şeylerim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o hakikat Ruhu gelince size her hakikate yol gösterecek. Zira kendiliğinden söylemeyecektir, fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir. (Yuhanna, 16:9-13) Mesih şöyle dedi: Artık ben sizinle çok söyleşmem. Çünkü bu alemin reisi geliyor. Bende asla onun nesnesi yoktur. (Yuhanna, 14:30)
  9. Reenkarnasyon hayali ve sapkın bir inançtır Günümüzde bazı insanlar, dünya üzerinde yaşanan kaostan, kargaşadan, kavgalardan, insaniyetsizlikten, samimiyetsizliklerden, bencilliklerden ve yalancılıktan uzaklaşmanın, huzur, güven ve barış içinde bir hayat kurmanın yollarını arıyorlar. Ancak bu arayışları sırasında ardındaki sapkın inanışları bilmeden mistik ve gizemli bir hava oluşturularak kendilerine sunulan bazı sapkın inanışlara da yöneliyorlar. Bu sapkın inanışlardan biri de karma felsefesine dayanan reenkarnasyon. Hint felsefelerinde Karma kavramı, bir " sebep-sonuç kanunu" olarak bilinmektedir. Bu nedenle Karma' ya inanan biri, öldükten sonra gerçekleşecek olan sözde yeni hayatındaki başarılarının, mevkisinin veya hayat şeklinin bir önceki hayatındaki davranışlarına ve ahlakına bağlı olduğuna inanır. Karma' nın temelinde ise, insanın ölümden sonra dünyaya tekrar başka bir bedenle geldiği ve bu ölüp dirilmenin sürekli devam ettiği anlamına gelen reenkarnasyon inancı bulunmaktadır. Reenkarnasyonda ahiret inancı yoktur; bunun yerine sürekli ölüp, tekrar dünya hayatında aynı ruhla, fakat yeni bir bedenle dirilme inancı vardır. Ancak bu, Allah' ın Kuran' da bildirdiği hükümler ile çelişen, batıl ve sapkın bir inançtır. Sözgelimi, bu sapkın felsefede, bugün zengin veya başarılı olan bir kişinin, geçmiş hayatında iyi bir insan olduğu için, bu hayatında zenginlikle ödüllendirildiği düşünülür. Aynı şekilde fakir, sakat ya da başarısız olan bir kişinin geçmiş hayatında kötülükler yaptığı ve bunun karşılığını şimdiki hayatında bu şekilde aldığı iddia edilir. Hatta bu batıl iddiaya göre, insan yaptığı kötülüğe göre bir sonraki yaşamında bir bitki veya bir hayvan görünümünde de olabilmektedir. Hem Karma, hem Karma'nın temelini oluşturan reenkarnasyon inancı, hem de Karma inancına sahip olan Hinduizm, Budizm gibi felsefelerin içerdiği birçok batıl inanış, insan aklına, mantığına, vicdanına ve fıtratına aykırıdır. Bu nedenle de, söz konusu felsefelerin içerdiği kanun ve uygulamaların insanlara güzel ahlak, toplumlara da gerçek anlamda huzur, güven ve mutluluk getirmesi mümkün değildir. Bu inançların yaygın olduğu -hatta milli din olarak kabul edildiği- ülkelerdeki yaşam koşulları ve adaletsizlikler bunun en açık örneklerindendir. Kuran' da en çok tekrarlanan konulardan biri, ölümle dünya hayatının sona erdiği ve dünya hayatında işlenen amellerin karşılığının ahirette alınacağıdır. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilmektedir: " Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir." (Al-i İmran Suresi, 185) Ayette bildirilen kıyamet günü ve ecirlerin eksiksizce ödeneceği gerçeğinin yanı sıra reenkarnasyon iddiasını geçersiz kılan ve Kuran' da bildirilen başka bir konu ise öldükten sonra dünyaya geri dönülmesini engelleyen bir sınır (berzah) olduğunun bildirilmesidir: " Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. " "Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır." (Müminun Suresi, 99-100) Ayetlerdeki ifadeler reenkarnasyon inancının ne denli sapkın ve hayali bir inanç olduğunun birer delilidir. Yüce Rabbimiz, kullarına ecir kazanabilmeleri için dünya hayatını bir kez nasip etmiş ve bu dünyadaki hayatlarını ölümle sonlandıracağını açıkça bildirmiştir. Reenkarnasyon hiçbir ilahi kaynağa dayanmayan batıl bir inançtır. Ancak sadece Hint felsefelerinde değil, dünyanın bazı bölgelerinde reenkarnasyona inanan, daha doğrusu reenkarnasyonun doğru olmasını isteyen insanlar bulunmaktadır. Bunun nedeni, dine inanmayan, ahiretin varlığını inkar eden, ölümden sonra yok olmaktan veya sonsuza kadar cehennemde kalmaktan korkan insanların, reenkarnasyonu, bu korkularını yenmek için bir çıkar yol olarak görmeleridir. Çünkü, reenkarnasyon inancının temelinde de ölümden korkmamak gerektiği ve insanın yeniden doğuşlarla arzularına ulaşabileceği yönünde gerçek dışı bir telkin yatmaktadır. Oysa Kuran' da ölümün ve dirilişin bir kez olduğu bildirilmektedir. Her insan dünyada sadece tek bir hayat yaşar, bu hayatından sonra ölür ve ölümünden sonra tekrar diriltilerek, dünyada tüm yapıp ettiklerine göre cennetle ödüllendirilir veya cehennemle azaplandırılır. Yani insanın bir dünya hayatı, bir de sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı vardır. İnsanların öldükten sonra dünya hayatına geri dönemeyecekleri Kuran'da çok açık olarak bildirilmektedir: "Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler." (Enbiya Suresi, 95) Her insan dünyada sadece tek bir hayat yaşar, bu hayatından sonra ölür ve ölümünden sonra tekrar diriltilerek, dünyada tüm yapıp ettiklerine göre sonsuza kadar cennette veya cehennemde kalmayı hak eder. Yani insanın bir dünya hayatı, bir de sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı vardır. İnsanların öldükten sonra dünya hayatına geri dönemeyecekleri, Kuran' da çok açık olarak bildirilmektedir. Unutulmamalıdır ki; her insan sadece bir kez ölecektir ve bu ölümünden sonra, Allah' ın takdiri olarak sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı başlayacaktır. Allah her insanı dünyada yaptığı iyilik veya kötülüklere göre, cennetle ödüllendirecek veya cehennemle cezalandıracaktır. Allah, sonsuz adalet sahibi, sonsuz merhametli ve şefkatli olandır ve herkese yaptığının karşılığını eksiksiz olarak verendir. Ölümden veya cehenneme gitme ihtimalinden korkarak, reenkarnasyon gibi batıl inançlarda teselli aramak ise, hiç şüphesiz insana çok büyük bir yıkım getirir. Akıl ve vicdan sahibi bir insan, bu yönde bir korkusu varsa, cehennem azabından kurtulup cenneti umabilmek için samimi bir kalple Allah'a yönelmeli, her an Allah'ı zikretmeli ve insanlar için tek hidayet rehberi olan Kuran'a uymalıdır. Sonsuz huzuru arayanlar için tek kurtuluş budur. Kuran'da bu önemli gerçek şu şekilde bildirilmiştir: "Orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabb' inden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur." (Duhan Suresi, 56- 57) "Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç Şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler." (Enbiya Suresi, 95)
  10. Evrimcilerin iddia ettiği milyonlarca ara fosil nerede? 1859 yılında Charles Darwin, son derece ilkel olanaklarla ve yoğun hayal gücünü kullanarak evrim teorisini ortaya attı. Bu teoriye göre doğada yaşam tesadüfler sonucu tek hücreli canlılarla başlıyor, canlı türlerinde yine tesadüflerle oluşan bir takım değişiklikler, yeni canlı türlerini meydana getiriyor ve bu şekilde virüslerden insana kadar bütün türlerin birbirlerinden yavaş yavaş evrimleşerek ortaya çıktıkları öne sürülüyordu. Darwin’in bu köhne teorisine göre doğada milyonlarca ara fosil bulunması gerekmektedir. Kanatları yarı gelişmiş kuşlar, yarı kuş yarı dinazor canlılar, yarı balık yarı sürüngen, tek gözlü, tek kulaklı, organlarının yerleri değişmiş milyonlarca canlı bu şekilde fosilleşmiş olmalıydı. Oysa yerin altından çıkarılan milyonlarca fosile baktığımızda hepsi şu anda yaşayan mükemmel canlılar ile tamamen aynıdır ve hiçbir değişikliğe uğramamışlardır! 150 milyon yıl önce yaşayan bir böcek fosili günümüzde yaşayan canlısıyla tamamen aynı, yine milyonlarca yıl önce yaşamış kuşlar, sinekler, kurtlar, bitkiler günümüz canlılarıyla tamamen aynıdır. Darwin gelişen bilim sayesinde ara geçiş canlılarının fosillerinin bir gün bulunacağını ümit ediyordu, oysa zannettiği gibi olmadı. Gelişen bilim sayesinde bulunan milyonlarca yıllık fosiller günümüzde yaşayan canlı örnekleriyle aynı olup kesinlikle yaratılışı ispat ediyordu. Bilim geliştikçe bu zırva teorinin tutunacak dalı kalmadığından evrimcilerden arka arkaya itiraflar dökülmeye başladı: Dünyadaki en kıdemli kuşbilimci Darwinist Prof. Alan Feduccia dinozordan kuşa evrimleşme masalı hakkında şunları söyler: "25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği teorisi, paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır."1 Dinazorların kuşa dönüşme yalanı ile ilgili gelen başka bir itiraf: Bu kadar büyük iki ayağı, kısaltılmış ön ayakları ve ağır bir kuyruğu olan bir canlının evrimleşerek uçması biyofizik açıdan imkansızdır.2 Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabında ara fosillerle ilgili kaygılarını şu şekilde dile getirmiştir: Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır.3 Evrimciler yıllarca tüm dünyayı ellerinde milyonlarca ara fosil olduğunu söyleyerek kandırdılar ama tek bir ara fosil bile bulamadılar. Ellerinde bulunan birkaç farklı canlının fosilini kesip, yapıştırarak ara fosil gibi göstermeye çalıştılar. Eğer söyledikleri gibi milyonlarca ara fosil bulmuş olsalar hiç kuşkum yok ki tüm dünyada bunları sergileyip, insanların görmesi için özel müzeler kurarlardı. 150 yıldan beri süren kazılarla yüzde 99'u açığa çıkarılmış olan fosil kayıtları canlı türlerinin yüz milyonlarca yıldır en küçük bir DEĞİŞİKLİK GEÇİRMEDİĞİNİ belgelemiştir. Bugüne kadar bilim adamlarının sınıflandırdıkları 250.000 türe ait tam 100 milyon fosil içinde evrimi destekleyebilecek bir tek örnek bile bulunmamaktadır. Dolayısıyla kusursuz ve kompleks organlara, mükemmel savunma tekniklerine, müthiş sosyal yaşamlara sahip olan canlılar evrim geçirmemiş yaratılmışlardır. Bu yazıma yaratılışı ispat eden fosillerden bir kısmıyla oluşturduğum resimleri ekleyeceğim ve fosillerin nasıl hiç değişmediğini ve yaratılışı ispat ettiğini göstereceğim. 1. New Scientist, 1 Şubat 1997, s. 28 2. A. Gibbons, "New Feathered Fossil Brings Dinosaurs and Birds Closer", Science, no. 274, 1996, ss. 720-721. 3. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189)
  11. Türkiye’nin süper devlet olma yolundaki müthiş adımları tüm dünyada hissediliyor ‘Türkiye yeni bir Osmanlı olma yolunda mı?’ başlıklı yazımda Türkiye’nin Ortadoğu’da çok güçlendiğini, Osmanlı İmparatorluğunun tekrar kurulabileceğini ve tüm Türki Cumhuriyetlerin de, İslam ülkelerinin de bunu gönülden desteklediğine değinmiştim. Hem Türkiye’de hem de dünya basınında Türkiye’nin bu süper devlet olma yolunda nasıl hızlı adımlarla ilerlediğini gösteren haberlerler yankılanıyor. Neredeyse her gün çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Bildiğiniz gibi yazılarımda daima gelişmeleri aktarmak ve gerçekleri tam olarak gözler önüne sermek istiyorum. Basında arada rastlanan haberler belki bir kişinin gözünden kaçabilir ama bütün gelişmelere aynı anda bakıldığında inkar edilemeyecek bir tablo ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin bu hem Ortadoğu’da, hem Rusya’da hem de Amerika’da önemle hissedilen güç artışı ve İslam ülkeleriyle birlik olma yolunda atılan adımlarla ilgili yaşanan gelişmelerin çok az bir kısmını aşağıda bildiriyorum. Bu gelişmeleri aktarmaya devam edeceğim. TÜRK PARLAMENTOSU KURULDU. 28 MÜSLÜMAN ÜLKENİN GİRİŞİMİYLE İSLAM ORTAK PAZARININ KURULMASI İÇİN ANLAŞMA YAPILDI. MÜSLÜMAN ÜLKELER ARASINDA VERGİ İNDİRİMİNE GİDİLMESİNE VE TİCARETİN ARTIRILMASINA KARAR VERİLDİ. AHMEDİNEJAD TÜRKİYE'Yİ ZİYARETİNDE, SÜNNİ BİR İMAMIN ARKASINDA NAMAZ KILDI VE İSLAM BİRLİĞİNİ DESTEKLEDİĞİNİ AÇIKLADI. "Türkiye'nin ilerlemesini kendi ilerlememiz gibi görüyoruz. BİZ KARDEŞİZ. AYNI DİNE MENSUBUZ. İki ülke arasındaki İŞBİRLİĞİ BÜYÜK BİR GÜÇ OLUŞTURABİLİR. BU GÜÇ BÖLGE VE DÜNYA BARIŞININ TESİSİNDE KULLANILABİLİR." dedi. TÜRKİYE, KAFKAS İTTİFAKI'NIN KURULMASININ ÖNCÜLÜĞÜNÜ YAPTI. AFRİKA BİRLİĞİ İSTANBUL'DA TOPLANDI. TARİHİ İPEK YOLU'NUN YENİDEN AÇILMASI İÇİN, GÜRCİSTAN, TÜRKİYE VE AZERBAYCAN'IN İTTİFAKIYLA BAKÜ TİFLİS KARS DEMİRYOLU İNŞAATI BAŞLADI. İSTANBUL'DA TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER PARLAMENTER ASAMBLESİ TOPLANTISI YAPILDI. BU TOPLANTI BASINDA TÜRK BİRLİĞİ İÇİN İLK ADIM OLARAK ANLATILDI. GÜRCİSTAN TÜRKİYE SINIR KAPISININ AÇILIŞI SIRASINDA, GÜRCİSTAN DEVLET BAŞKANI SINIRLARIN KALDIRILMASINI İSTEDİKLERİNİ SÖYLEDİ. TÜRKİYE VE ERMENİSTAN ARASINDA SINIRLARIN AÇILMASI VE ERMENİSTAN'IN DAĞLIK KARABAĞ'DAN ÇEKİLMESİ KONULARINDA GÖRÜŞMELER YAPILMAYA BAŞLANDI. 18 YIL ARADAN SONRA İLK DEFA BU YIL TÜRKİYE BAŞBAKANI IRAKI ZİYARET ETTİ, BU HAFTA DA SAYIN ABDULLAH GÜL IRAKA GİDİYOR. 33 YIL ARADAN SONRA İLK DEFA BİR TÜRK CUMHURBAŞKANI IRAKA GİDİYOR. AMERİKA, TÜRKİYE'NİN IRAK'TA BİRLEŞMİŞ MİLLETLERE ÖNCÜLÜK ETMESİ GEREKTİĞİNİ AÇIKLADI. TRT TÜRK KANALI AÇILDI, AZERİCE, KIRGIZCA, KAZAKÇA, TÜRKMENCE VE ÖZBEKÇE 24 SAAT YAYIN YAPACAK. SUUDİ ARABİSTAN KRALI, ULUSLARARASI İSLAMİ DİYALOG TOPLANTISI DÜZENLEDİ VE "ÖNCE İSLAM BİRLİĞİ" ŞEKLİNDE AÇIKLAMA YAPTI. SURİYE BAŞMÜFTÜSÜ TÜRKİYE VE SURİYE ARASINDAKİ SINIRLARIN KALDIRILMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ. BAHREYN DIŞİŞLERİ BAKANI, ORTADOĞU'DAKİ SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İÇİN TÜRKİYE VE İRAN'IN DA DAHİL OLACAĞI BİR BİRLİK OLUŞTURULMASI GEREKTİĞİNİ, İSRAİL'İN DE BU BİRLİĞE ALINMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ. SORUNLARI ÇÖZMENİN BAŞKA YOLU YOKTUR DEDİ. TÜRKİYE BM GÜVENLİK KONSEYİ ÜYELİĞİNE SEÇİLDİ. ARAP ÜLKELERİNİN VE AFRİKA ÜLKELERİNİN HEPSİ TÜRKİYENİN SEÇİLMESİ İÇİN OY VERDİ. AMERİKAN İSTİHBARAT KURUMLARININ EN ÜST KURULUŞU OLAN ULUSAL İSTİHBARAT KONSEYİ BİR RAPOR YAYINLADI. RAPORDA TÜRKİYE'DE MUHAFAZAKARLIĞIN DAHA DA ARTACAĞI VE TÜRKİYE'NİN YÜKSELEN GÜÇ OLACAĞI BELİRTİLİYORDU. PENTAGON'UN STRATEJİLERİNİ BELİRLEYEN ŞİRKETİN KURUCUSU VE GÖLGE CIA OLARAK TANINAN CORC FIRAYDMAN "TÜRKİYE İSLAM BİRLİĞİNİ KURSUN" AÇIKLAMASI YAPTI. TÜRKİYE'NİN ÖNCÜLÜĞÜNDE AMERİKA VE İRAN ANKARA'DA BİRARAYA GELDİ, OLASI BİR SAVAŞIN ENGELLENMESİ İÇİN TÜRKİYE ÖNCÜLÜK YAPTI. KATAR'DA TOPLANAN MÜSLÜMAN ALİMLER BİRLİĞİ, İSLAM ÜLKELERİNİN TÜM MEZHEP FARKLILIKLARINI BİR KENARA BIRAKARAK BİRLİK OLMASI GEREKTİĞİNİ AÇIKLADI. TBMM HEYETİNİN SURİYE ZİYARETİ SIRASINDA İLK DEFA SURİYE MİLLET MECLİSİNDE TÜRK BAYRAĞI GÖNDERE ÇEKİLDİ, İLK DEFA YABANCI BİR DEVLETİN BAYRAĞI SURİYE MECLİSİNDE DALGALANDI. LÜBNAN BASININDA "TÜRKİYE BAŞIMIZA GEÇSİN" BAŞLIKLI HABERLER YAYINLANDI. RUS DEVLET ADAMLARI, TÜRKİYE'NİN KAFKASLARDA ÜSTLENDİĞİ ROLÜ DESTEKLEDİKLERİNİ, TÜRK ORDUSUNA GÜVENDİKLERİNİ, TÜRKİYE'Yİ DOST OLARAK GÖRÜDÜKLERİNİ AÇIKLADILAR. İSLAM DÜNYASININ ÖNDE GELEN LİDERLERİ TÜRKİYENİN LİDER OLMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİLER. LÜBNAN İSLAMİ AMEL PARTİSİ LİDERİ FETHİ YEKEN, "TÜRKİYE İSLAM DÜNYASINA AĞABEYLİK YAPSIN" DEDİ. AMERİKA VE AVRUPA BASININDA TÜRKİYENİN LİDERLİK YAPMASI GEREKTİĞİ İLE İLGİLİ HABERLER ÇIKTI. WASHINGTON POST’TA "ORTADOĞU'DA YENİ GÜÇ DİNAMİĞİ TÜRKİYE"; FINANCIAL TIMES'DA "ORTADOĞU'DA BOŞLUĞU TÜRKİYE DOLDURUYOR." ŞEKLİNDE HABERLER ÇIKTI. FİLİSTİN TÜRKİYE BÜYÜK ELÇİSİ NEBİL MARUF, MÜSLÜMANLARIN KURTULUŞUNUN TEK YOLUNUN İSLAM DÜNYASININ BİRLİK OLMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ. Çok kısa bir süre zarfında yaşanan bu büyük gelişmeler olayların çok hızlı gelişeceğini doğrulamaktadır. Bu gerçeği tüm dünya görüyor, biliyor, takip ediyor ve itiraf etmek zorunda kalıyor. Tıpkı jeo stratejist Dr. George Friedman’ın ağzından dökülen şu itiraf gibi: "TÜRKİYE'NİN ESKİ OSMANLI COĞRAFYASINDA KURACAĞI EGEMENLİĞİN İZLERİNİ ŞİMDİDEN GÖREBİLİRSİNİZ.SÜREÇ ZATEN BAŞLADI… "
  12. Reenkarnasyon hayali ve sapkın bir inançtır Günümüzde bazı insanlar, dünya üzerinde yaşanan kaostan, kargaşadan, kavgalardan, insaniyetsizlikten, samimiyetsizliklerden, bencilliklerden ve yalancılıktan uzaklaşmanın, huzur, güven ve barış içinde bir hayat kurmanın yollarını arıyorlar. Ancak bu arayışları sırasında ardındaki sapkın inanışları bilmeden mistik ve gizemli bir hava oluşturularak kendilerine sunulan bazı sapkın inanışlara da yöneliyorlar. Bu sapkın inanışlardan biri de karma felsefesine dayanan reenkarnasyon. Hint felsefelerinde Karma kavramı, bir " sebep-sonuç kanunu" olarak bilinmektedir. Bu nedenle Karma' ya inanan biri, öldükten sonra gerçekleşecek olan sözde yeni hayatındaki başarılarının, mevkisinin veya hayat şeklinin bir önceki hayatındaki davranışlarına ve ahlakına bağlı olduğuna inanır. Karma' nın temelinde ise, insanın ölümden sonra dünyaya tekrar başka bir bedenle geldiği ve bu ölüp dirilmenin sürekli devam ettiği anlamına gelen reenkarnasyon inancı bulunmaktadır. Reenkarnasyonda ahiret inancı yoktur; bunun yerine sürekli ölüp, tekrar dünya hayatında aynı ruhla, fakat yeni bir bedenle dirilme inancı vardır. Ancak bu, Allah' ın Kuran' da bildirdiği hükümler ile çelişen, batıl ve sapkın bir inançtır. Sözgelimi, bu sapkın felsefede, bugün zengin veya başarılı olan bir kişinin, geçmiş hayatında iyi bir insan olduğu için, bu hayatında zenginlikle ödüllendirildiği düşünülür. Aynı şekilde fakir, sakat ya da başarısız olan bir kişinin geçmiş hayatında kötülükler yaptığı ve bunun karşılığını şimdiki hayatında bu şekilde aldığı iddia edilir. Hatta bu batıl iddiaya göre, insan yaptığı kötülüğe göre bir sonraki yaşamında bir bitki veya bir hayvan görünümünde de olabilmektedir. Hem Karma, hem Karma'nın temelini oluşturan reenkarnasyon inancı, hem de Karma inancına sahip olan Hinduizm, Budizm gibi felsefelerin içerdiği birçok batıl inanış, insan aklına, mantığına, vicdanına ve fıtratına aykırıdır. Bu nedenle de, söz konusu felsefelerin içerdiği kanun ve uygulamaların insanlara güzel ahlak, toplumlara da gerçek anlamda huzur, güven ve mutluluk getirmesi mümkün değildir. Bu inançların yaygın olduğu -hatta milli din olarak kabul edildiği- ülkelerdeki yaşam koşulları ve adaletsizlikler bunun en açık örneklerindendir. Kuran' da en çok tekrarlanan konulardan biri, ölümle dünya hayatının sona erdiği ve dünya hayatında işlenen amellerin karşılığının ahirette alınacağıdır. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilmektedir: " Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir." (Al-i İmran Suresi, 185) Ayette bildirilen kıyamet günü ve ecirlerin eksiksizce ödeneceği gerçeğinin yanı sıra reenkarnasyon iddiasını geçersiz kılan ve Kuran' da bildirilen başka bir konu ise öldükten sonra dünyaya geri dönülmesini engelleyen bir sınır (berzah) olduğunun bildirilmesidir: " Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. " "Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır." (Müminun Suresi, 99-100) Ayetlerdeki ifadeler reenkarnasyon inancının ne denli sapkın ve hayali bir inanç olduğunun birer delilidir. Yüce Rabbimiz, kullarına ecir kazanabilmeleri için dünya hayatını bir kez nasip etmiş ve bu dünyadaki hayatlarını ölümle sonlandıracağını açıkça bildirmiştir. Reenkarnasyon hiçbir ilahi kaynağa dayanmayan batıl bir inançtır. Ancak sadece Hint felsefelerinde değil, dünyanın bazı bölgelerinde reenkarnasyona inanan, daha doğrusu reenkarnasyonun doğru olmasını isteyen insanlar bulunmaktadır. Bunun nedeni, dine inanmayan, ahiretin varlığını inkar eden, ölümden sonra yok olmaktan veya sonsuza kadar cehennemde kalmaktan korkan insanların, reenkarnasyonu, bu korkularını yenmek için bir çıkar yol olarak görmeleridir. Çünkü, reenkarnasyon inancının temelinde de ölümden korkmamak gerektiği ve insanın yeniden doğuşlarla arzularına ulaşabileceği yönünde gerçek dışı bir telkin yatmaktadır. Oysa Kuran' da ölümün ve dirilişin bir kez olduğu bildirilmektedir. Her insan dünyada sadece tek bir hayat yaşar, bu hayatından sonra ölür ve ölümünden sonra tekrar diriltilerek, dünyada tüm yapıp ettiklerine göre cennetle ödüllendirilir veya cehennemle azaplandırılır. Yani insanın bir dünya hayatı, bir de sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı vardır. İnsanların öldükten sonra dünya hayatına geri dönemeyecekleri Kuran'da çok açık olarak bildirilmektedir: "Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler." (Enbiya Suresi, 95) Her insan dünyada sadece tek bir hayat yaşar, bu hayatından sonra ölür ve ölümünden sonra tekrar diriltilerek, dünyada tüm yapıp ettiklerine göre sonsuza kadar cennette veya cehennemde kalmayı hak eder. Yani insanın bir dünya hayatı, bir de sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı vardır. İnsanların öldükten sonra dünya hayatına geri dönemeyecekleri, Kuran' da çok açık olarak bildirilmektedir. Unutulmamalıdır ki; her insan sadece bir kez ölecektir ve bu ölümünden sonra, Allah' ın takdiri olarak sonsuza kadar yaşayacağı ahiret hayatı başlayacaktır. Allah her insanı dünyada yaptığı iyilik veya kötülüklere göre, cennetle ödüllendirecek veya cehennemle cezalandıracaktır. Allah, sonsuz adalet sahibi, sonsuz merhametli ve şefkatli olandır ve herkese yaptığının karşılığını eksiksiz olarak verendir. Ölümden veya cehenneme gitme ihtimalinden korkarak, reenkarnasyon gibi batıl inançlarda teselli aramak ise, hiç şüphesiz insana çok büyük bir yıkım getirir. Akıl ve vicdan sahibi bir insan, bu yönde bir korkusu varsa, cehennem azabından kurtulup cenneti umabilmek için samimi bir kalple Allah'a yönelmeli, her an Allah'ı zikretmeli ve insanlar için tek hidayet rehberi olan Kuran'a uymalıdır. Sonsuz huzuru arayanlar için tek kurtuluş budur. Kuran'da bu önemli gerçek şu şekilde bildirilmiştir: "Orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. Senin Rabb' inden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş' budur." (Duhan Suresi, 56- 57) "Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç Şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler." (Enbiya Suresi, 95)
  13. Hz. Mehdi’nin tüm çıkış alametleri gerçekleştiğine göre insanlar neden hala inanmak istemiyorlar? Peygamberimizin adeta görmüş gibi bildirdiği Hz. Mehdi’nin tüm çıkış alametleri arka arkaya gerçekleşmiştir. Peygamberimiz bir hadisinde Hz. Mehdi’nin geliş tarihini çok açık bir şekilde bildirmiştir: "İnsanlar 1400 senesinde Hz. Mehdi (a.s.)'nin yanında toplanacaklardır." Şu anda Hicri 1430 yılındayız ve söylenen bütün alametler gerçekleşti. Fakat buna rağmen insanlar hala Hz. Mehdi’nin geldiğine inanmak istemiyorlar, bütün bu gereçkleşen alametleri görmezden geliyorlar. Şimdi güneş bir kere doğup tüm dünyayı ışıl ışıl aydınlattıysa “hayır güneş doğmadı, her yer kapkaranlık” demenin bir alemi var mı? Böyle davranan insanlar sadece kendilerini kandırmış olmuyorlar mı? İşte Hz. Mehdi’nin gelmiş olduğunu gösteren ve ard arda gerçekleşen alametlerden bazıları: 1.İran-Irak Savaşı: (1980 Yılında ) İlgili Hadis: "Şevval ayında ayaklanma Zilkade'de harb konuşmaları, Zilhicce'de ise harb vaki olacak."(Kıyamet Alametleri, s. 166) 2. Afganistan’ın İşgali: (1979) İlgili Hadis: "Talikan'a (Afganistan'a) yazık oldu. Şüphesiz Allah Teala'nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır. Orada Allah'ı hakkıyla bilen insanlar vardır. Onlar ahir zaman Hz. Mehdi (a.s.)'sinin yardımcılarıdır."(Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59) 3. Fırat’ın Suyunun Kesilmesi: Bugün Fırat Nehri’nin; üzerine barajlar kurularak suyu kesilmiş ve ilgili hadis gerçekleşmiştir: İlgili Hadis: "Fırat Nehri'nin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın."(Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.)(Riyazü's Salihin, 3/332) 4. Üst Üste Güneş Ve Ay Tutulmalarının Olması : (1981-1982) İlgili Hadis: "Hz. Mehdi (a.s.) için 2 alamet vardır ki... Bunun birincisi, Ramazan'ın birinci gecesi Ay'ın ikincisi de ortasında Güneş'in tutulmasıdır."(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 47) 5. Bir Ordunun Çölde Kaybolması: Amerika’nın 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından Irak ordusunun Cumhuriyet Muhafızları olarak bilinen 60 bin kişilik bölümü ve Fedailer olarak bilinen yaklaşık 15 bin kişilik askeri kaybolmuştur. Gazeteler “MUHAFIZLARA NE OLDU? SADDAM CUNTASI KAYIP, SADDAM’IN UÇAKLARI KUMLARDAN ÇIKARILDI.” gibi haberlerle bu olağandışı durumu haber yapmışlardır. İlgili Hadis: ...Kendisine bir ordu gönderilecek. Bunlar yerin bir çölünde iken yere batırılacaklardır.(Müslim'den; Geleceğin Tarihi 4, s.31) 6. Yönü Doğudan Batıya Doğru Bir Kuyruklu Yıldızın Çıkması: - 1986 yılında (Hicri 1406'da) yani 14. yüzyıl başlarında "Halley" kuyruklu yıldızı Dünyamız'ın yakınından geçmiştir. Bu kuyruklu yıldız parlak ışıklı bir yıldızdır. İlgili Hadisler: O gelmeden önce, doğudan ışık veren bir kuyruklu yıldız görünecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 53) O yıldızın doğması, Güneş ve Ay tutulmasından sonra olacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 32) 7. Kabe Baskını ve Kabede Kan Akıtılması: 1979 yılında Hac sırasında Kabe’de büyük bir katliam olmuştur. Olayın meydana geliş tarihi Hicri 1400 yılının ilk günüdür. Bu sırada 30 kişi hayatını kaybetmiştir. Peygamberimiz hadiste; “Hz. Mehdi (a.s.)’nin çıkacağı yıl” Kabe’de böyle önemli bir olayın olacağından bahsetmektedir. İlgili Hadis: "Onun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler... Hep birlikte Beyt-i Şerif'i tavaf edecekler, sonra Mina'ya indiklerinde, köpekler gibi birbirine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak." (Kıyamet Alametleri, s. 168-169) 8. Boynuzu andıran iki uçlu bir yıldızın çıkması: Bu kuyruklu yıldız 24 Şubat 2009 yılında dünyaya en yakın noktadan geçen Lulin kuyruklu yıldızıdır. İlgili Hadis: "Vaad edilen Mehdi (a.s.)'nin zuhur mukaddimeleri olan Abbasi Melik Horasan'a vardığı zaman, ŞARK TARAFINDA İKİ DİŞLİ MÜNEVVER BİR BOYNUZ ÇIKAR."İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 381. Mektup, s.1184 Burada sadece Hz. Mehdi’nin çıkış alametlerinden gerçekleşenlerin çok az bir kısmına yer verdim. Bu şekilde tam hadislerde bildirildiği şekilde gerçekleşen 100’e yakın alamet vardır. Fakat insanlar hala bu alametlerin gerçekleştiğini ısrarla görmezden geliyorlar. Bazıları da bütün bu alametlerin tekrar gerçekleşmesini bekliyor. Bütün bu alametlerin tekrar gerçekleşmesini beklemek akla ve mantığa kesinlikle uygun değildir. Bütün bu alametlerin gerçekleşmesi Hz. Mehdi’nin gelmiş olduğunu anlamak ve inanmak için yeterlidir. Üstelik Hz. Mehdi’ye inanmama konusunda bu kadar ısrarlı olmanın da hiçbir anlamı yoktur. Çünkü Hz. Mehdi insanları Allah’a yöneltecek, tüm dünyaya müthiş bir bolluk ve bereket getirecek insandır ve onun döneminde yaşayan her insan onun adaletinden ve eşsiz merhametinden razı olacaklardır. Hz. Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi, ONU DOĞRULUK VE ADALETLE DOLDURUR. (Süneni-i Ebu Davud, 5/93)
  14. Atatürk’ün dinimizle ilgili bilinmeyen sözleri Bugüne kadar Atatürk’ün dindar yönü hiç dile getirilmedi. Oysa Atatürk her fırsatta Kuran okutmak için hafızları çağıran, Allah’tan güç bulduğunu söyleyen, peygamberimize övgüler yağdıran biriydi. Kuran’ın insanlar tarafından anlaşılarak okunması için ilk tefsirini Elmalı Hamdi’ye o yaptırmıştı. Oldukça iyi Kuran bilgisine sahipti, sürekli yanına hocaları çağırtıp sorular sorardı. Atatürk’ün dindar yönünün dışında bildiğiniz gibi vasiyeti de bizlerden saklanıyor. Atatürk vasiyetinde İslam ülkelerinin birleşeceğini gördüğünü, hatta bu devletlerden her birinin bu birliğe başkanlık edebileceğini söylemiş. Fakat Türk halkının bu vasiyeti öğrenmeye henüz hazır olmadığı söylenerek vasiyet kapatıldı ve böyle bir vasiyetin olmadığı söylemleri yayıldı. Atatürk’ün samimi bir dindar olduğunu şu aşağıda bildirdiğim sözlerinden ve kendisine yakın kişilerin sözlerinden rahatlıkla anlayabilirsiniz. Kendisi ölmeden çok kısa bir süre önce Türk halkını peygamberin yolunu izlemeye davet etmiştir. Herkesin bu sözleri bilmeye hakkı var diye düşünüyorum: Atatürk’ün samimi dindar olduğunu gösteren sözleri **Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. **Biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkar bir millettir. Bizim hükümet şeklimiz tam bir Demokrat Hükümetidir. **Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçildikten sonra TBMM’ye teşekkür konuşmasını şu şekilde bitiriyor: Ancak böylelikle ve Allah’ın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri iyi bir biçimde yapabileceğimi umarım. **"Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf. 66) **"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, sf.4) **Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam`ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. **Bazı kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslamların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Her fert din ve diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası mekteptir. Fakat nasıl ki her hususta yüksek mektep ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lazımsa, dinimizin hakikatini tetkik, tetebbu ilmi ve fenni kudretine sahip olacak güzide ve hakiki ulema yetiştirecek yüksek müesseselere sahip olmalıyız. **Tanrı, dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın varlık ve bolluk içinde olsun diye yaratmıştır. En çok derecede yararlanabilmek için de bugün evrenden esirgediği zekayı, aklı insanlara vermiştir. **Ezan ve Kuran`ı Türklerden başka hiçbir Müslüman ulus bu kadar güzel okuyamaz. **Kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslam`ın mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hiristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. `Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. **`Beyler, hiçbir ulus, yabancıların inanç ve geleneklerine ulusumuzdan çok uygun davranmamıştır. Üstelik denilebilir ki başka dinlerden olanların dinine ve ulusuna saygılı olan tek ulus bizim ulusumuzdur. Bizim dinimiz ulusumuza hakir, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. **Atatürk Hafız Yaşar`ı sever ve çok beğenirdi. Bazı zamanlar `Hafızı çağırın` derdi. Salonda Hafız Yaşar`ın makamı ile okuduğu Kuran-ı Kerim surelerini huşu ile dinlerken gözlerinden yaş aktığına ve bu gözyaşlarını, beyaz keten mendili ile sildiğine şahit olunmuştur. Atatürk bazı kereler çalışırken okuduğu tefsirlerin çok tesirinde kalırdı ve de `Hey büyük Allah’ım... Kuran`a inanmayan káfirdir, bize nasıl yol gösteriyor? Bunları tüm dünyaya okutmalıyız` diye söylenirdi. Sonra o an yanındakilere `Okurken ruhum coşuyor, size de oluyor mu?` diye sorardı ama o anlarda gözleri hafifçe dalar ve kızarırdı. **Uhud Savaşında Hazreti Resulullah düşmana yalnız gitti; neyine güveniyordu? Neye sığınıyordu? Allah`a değil mi? Ben de Allah`a sığınıyorum. Uhud Savaşı`nın planını çizdikten sonra İnönü`ye dönerek şöyle devam etmiştir `Bir komutan olarak bak bakalım bundan daha mükemmel bir savaş yapabilir miydin?` `...Hz. Muhammed`in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim...` Yakın arkadaşlarından Hafız Yaşar Okur, Atatürk`ün Peygamber Efendimiz`den her zaman büyük takdirlerle bahsettiğini ve O`nun yaşadığı yıllar için hep `Hz. Peygamber`in zaman-ı saadetlerinde...` şeklinde saygı ifadeleri kullandığını aktarmıştır. O yoklukta ve mahrumiyette, o cehalette, yoktan var ederek bir devlet kurmak kolay iş değildir ama Hz. Muhammed o zoru başarmıştır. **Hz. Muhammed`in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar. **Atatürk`ün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor: İnanışı samimiydi. Allah`a inanıyordu. Öyle ‘Allah` derdi ki yalnız kalınca, O`nun gibi kimse diyemez. Herkes çekilip yapayalnız kalınca gökyüzüne bakar, kendi kendine `Allah` derdi. Böyle güzel ‘Allah` diyen adam yoktur.
  15. Dindarlara Gelince Tamam, Ergenekonculara Gelince İsyan! Şu Ergenekoncular’ı ne pahasına olursa olsun koruyup kollamaya çalışanları ve temize çıkarmaya çalışanları gerçekten hayretle izliyorum. Her gün televizyonlarda yeni bir delille karşılaşıyoruz. Camilere suikast planları, okullara bombalı eylem planları, faili meçhul binlerce cinayet, Fadime Şahin ve Ali Kalkancı senaryosu ile hükümeti devirme planları, Susurluk ve Şemdinli olayları, bilgisayarlarda bulunan darbe planları, Türkiye’nin her köşesine özenle zulalanmış ve toprağa gömülmüş cephanelikler, bir komutanın evinde bulunan bomba düzeneği ve amirallere suikast planları… Bulunan delilleri daha sayalım mı? Ergenekon çetesinin Türkiye’yi resmen alttan çökertmeye çalıştığı ve hükümeti devirme uğruna her türlü kanlı eylemi göze aldıkları çok açık değil mi? Şimdi dün televizyonda Fatih Altaylı Teke Tek programında şöyle soruyor: “Tamam, bu insanlar eylem planı yapmışlar ama bunu uygulayamamışlar, çoğu komutan zaten şu anda emekli, şimdi bu suç mudur? Böyle bir sorunun sorulduğuna inanabiliyor musunuz? Ayrıca yine programda gözaltına alım sürecinde son derece hukuksuz uygulamalar yapıldığı, gece yarıları evlere baskınlar düzenlendiği, gizli tanığın kesinlikle kullanılmaması gerektiği söylendi. CHP lideri Deniz Baykal’da “adam evinde korku içinde bekliyor, ne zaman polis gelecek diye” diyor. Eğer adamın bir suçu yoksa, tertemiz devletine bağlı bir komutansa, ya da sade vatandaşsa neden korku içinde beklesin söyler misiniz? Şimdi bütün bu uygulamalar yıllar önce dindarlara da yapılmadı mı? Onların da evlerine gece yarısı baskınlar düzenlenmedi mi? Onlar da gece gözaltına alınıp günlerce şubede tutulmadılar mı? Onların da evleri didik didik aranıp, hiçbir suç unsuru olmadığı halde çete suçlamasıyla suçlanmadılar mı? O zaman hiç kimsenin çıkıp da “Bu haksız bir uygulama, insan haklarına aykırı, insanlar günlerce uyutulmadan sorgulanamaz, kimsenin telefonu dinlenemez, gece yarısı evi basılamaz” diye itiraz etmedi. Tam tersine bugün Ergenekonculara yapılan uygulamaların aynısı dindarlara yapıldığında zevkle ve neşe içinde televizyonlardan seyrettiler. Şimdi aynı uygulamalar Ergenekonculara yapıldığında hop oturup hop kalkıyorlar. Üstelik dindarlara yapılan baskınlarda basından takip ettiyseniz hiçbir delile rastlanmadı. Zaten savcı da suç teşkil edecek hiçbir delil bulunmadığını açıklamıştı. Oysa Ergenekonculara ait deliller anında kamerayla görüntülenip tüm milletin gözü önünde her gün çarşaf çarşaf sergileniyor. Bütün Türkiye şimdi gerçek çete kimmiş, Türkiye’de sinsi cinayetleri planlayanlar kimlermiş, bu cinayetleri dindarların üzerine atanlar kimlermiş, darbe planları yaparak hükümeti devirmeye çalışan, masum insanları bu uğurda feda eden kimlermiş, yargıdan tutun da politikaya ve orduya kadar birçok insanı bu uğurda örgütleyen, baskı ve tehditle insanları sindiren kimlermiş görsün. Bu insanları her ne pahasına olursa olsun savunmaya çalışanları da görsün. Daha önce tertemiz insanlara iftira atılırken sus pus olup bir köşesinden seyredenlerin kendi kuyruklarına basıldığında nasıl yerlerinden sıçradıklarını da görsün. Ve her vatandaş bu konuda elini vicdanına koyup bir düşünsün. Türkiye demokratik bir devletse her kesime, her dine, her vatandaşına karşı demokratik olacak, bu ülkede her vatandaşın hakkı aynı şekilde korunacak. Kimse dindarlara yapıldığında tamam ama Ergenekonculara yapıldığında isyan mantığında olmayacak. Aksi taktirde bu ülkede kimsenin aradığı huzuru, güveni ve sükuneti bulamayacağı açıktır. Bugün Ergenekoncuların insan haklarını savunanlar dindarların insan haklarını neden hiç savunmadıklarını bir düşünsünler, sonra yine haksız yere isyan etmeye devam edebilirler, ama artık kimseyi de inandıramazlar. Hukuk ve savcılar bu Ergenekon çetesinin peşini hiçbir şekilde bırakmayacaklar ve yapılan her gizli planı tek tek ortaya çıkaracak ve suçlulara gereken cezayı verecekler. Böylece Türkiye’nin özenle yetiştirdiği evlatları olan Bahriye Üçok’un, Çetin Emeç’in, Uğur Mumcu’nun ve daha binlerce değerli insanın kanı yerde kalmayacak…
  16. Bugün sizlerle dün basında yankılanan bir haberi paylaşmak istiyorum. Masonlar şimdi de Avrupa Birliği kurumlarında dinin artan nüfuzuna karşı mücadele etmek için Brüksel'de büro açmak istiyorlarmış. Avrupa'da kilise ve dini kurumların "laik zemini" erozyona uğrattığına inanan masonlar, özellikle AB kurumlarının laiklik konusundaki hassasiyetinin derinleşmesini talep ediyorlar. Belçika Le Soir gazetesinin haberine göre Fransız Büyük Doğu Locası'nın eski üstadı Jean-Michel Quillardet, AB kurumlarında dinin artan etkisinden rahatsız olduklarını ilan ederek, masonların bir kısmının Brüksel'de büro açarak laiklik yanlısı ve din karşıtı lobi yapma konusunda "arzulu" olduklarını belirtti. Basına konuşan Quillardet, bütün masonların kendileri gibi düşünmediğini vurgulayarak, Brüksel'de büro açmaları durumunda iki alanda mücadele edeceklerini belirtti. Masonlar, öncelikle AB kurumlarında dinin artan etkisine karşı şuurlandırma faaliyetleri yaparken diğer taraftan Anglo-Sakson kültürün çok-kültürlü anlayışı ile oldukça gevşek buldukları sekülarizm anlayışına karşı savaş açacaklar. Bir gün bütün mason derneklerini bir çatı altında toplayarak Brüksel'de temsilcilik açacakları konusunda ümitli olduğunu belirten Quillardet, 2008'de AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile ilk defa bir araya geldiklerini ifade etti. Mason localarının AB Komisyonu bünyesine faaliyet gösteren Avrupa Siyaset Danışmanları Bürosu'nda artık temsil edildiğini vurgulayan Fransız üstad, aydınlanmanın Avrupa'da daha fazla vurgulanmasına ihtiyaç olduğunu savunuyor. Avrupalı masonlar, AB'nin üç temel kurumu olan AB Komisyonu, AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosu başkanlarının Hıristiyan Demokrat olmasından da şikayetçi. Masonlar, Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso, AB'nin ilk başkanı Herman Van Rompuy ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek'in "dindar" siyasetçiler olmasından rahatsızlık duyduğunu gizlemiyor. Avrupalı masonlar 2009'da Türkiye'de bir araya gelmişlerdi. Kıta Avrupası'nın en eski ve en büyük mason locası olan Büyük Doğu, Türkiye'de üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin girişimlerden de rahatsız olmuştu. Paris'teki Avrupalı Gazeteciler Derneği'nde Şubat 2008'de konuşan dönemin Fransa Büyük Üstad'ı Jean-Michel Quillardet, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması için 'geriye gidiş' ifadesini kullanırken, o dönemde başörtüsü konusunda TBMM'den geçen düzenlemenin 'Türk laikliğinin yeniden tanımlanması yolunda açılan tehlikeli bir gedik' olduğunu savunmuştu. Büyük üstad, Türkiye'deki masonlarla sağlam bir diyalog kurduklarını kaydetmişti. Basına yansıyan bu haber Masonların dine ne kadar karşı olduklarının anlaşılması açısından son derece büyük önem taşıyor. Masonlar zaten bunu kendi çıkardıkları dergilerinde ve yayın organlarında çok açık bir şekilde dile getiriyorlar. Ama bir yandan da halkın tepkisini çekmemek için her üç dine inanan insanların Mason olabileceği propagandasını yapıyorlar. Daha önceki yazılarımda bu detayları çok net bir şekilde açıklamıştım. Üst düzey Masonların planlarından ve uyguladıkları eylemlerden düşük dereceli Masonların hiçbir şekilde haberi olmuyor. Olanlar da girerken yaptıkları törende verdikleri yemine sadık kalarak kimseye bir şey söylemiyorlar. Söylediğim gibi bu haberler dünya basınında yankılanıyor, Milliyet blog yazarlarının da bu gelişmeleri takip etmesi için sizleri bilgilendirmeye devam edeceğim.
  17. Hz. İsa Ve Hz. Mehdi Bu Yüzyılda Gelecek İnternetten kitabın ismini yazarak okuyabilirsiniz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur: "İnsanlar 1400 senesinde Hz.Mehdi (a.s.)'nin yanında toplanacaklardır."(Risaletül Huruc-ül Mehdi, s. 108)
  18. Yeryüzünde milyarlarca ölünün yaşadığının farkında mısınız? Bugün yazacaklarım gerçekten çok önemli. Bu yazımı okuyan herkesin biran olsun durup düşünmesi ve bazı gerçekleri fark etmesi gerekiyor. Bu çok önemli gerçeği tam olarak anladığınız taktirde hayatınız değişecek ve çok önemli bir sırrı kavramış olacaksınız. Kuran’da Allah iki insan tipinden bahseder. Biri Allah’ın varlığını fark edebilen, inançlı, yaşarken Allah’ın ayetlerini görebilen, ahiretin varlığını bilen ve hayatını ona göre düzenleyen insan. Bu kişinin şuuru tamamen açıktır. Olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu hisseder. Her olayın kendisi için bir imtihan olduğunu ve özel olarak yaratıldığını bilir. Her şeyden önemlisi bu dünyanın bir hayal olarak beyninde yaratıldığının ve Allah’ın kendisini her an denediğinin bilincindedir. Dolayısıyla hiçbir olaya şaşırmaz ve üzülmez. Çünkü olayların hepsinin Allah tarafından bilinçli ve bir hikmet üzerine yaratıldığını bilir. İşte şuuru açık olan imanlı insan olayların arkasındaki hikmetleri böyle görür. Mesela işe giderken yolda bir kaza ve ölü gördüğünde o insanın kaderinde belirlenen vaktinin geldiğini ve Allah’ın canını aldığını düşünür. O kişinin sonsuza kadar sürecek ahiret hayatının başladığını ve Allah’ın huzurunda hesap verdiğini bilir. İmanlı insan gerçek anlamda duyar, gerçek anlamda görür ve gerçek anlamda hisseder. İmanlı bir insan her baktığı yerde Allah’ın ayetlerini ve zatını görür. Kalbi ise imanından dolayı yumuşaktır. Kendisine Allah’ın bir ayeti hatırlatıldığında hemen harekete geçer, ayetler karşısında etkilenir ve kendisini düzeltir. İşte bu da o kişinin gerçek anlamda duyduğunu ve hissettiğini gösterir. Bir insan ancak kendisine iman verildiği anda gerçekten gören, duyan ve hisseden birine dönüşür. Yani yaşayan bir ölüden gerçek anlamda yaşayan bir insana dönüşür. Kuran’da bahsedilen diğer insan ise imansız, Allah’tan habersiz, sadece dünyayı yaşayan insandır. Bu insan dünya hayatına ve onun karmaşasına dalıp gider. Hızla ahirete yaklaştığını fark edemez. Gerçek hayatın asıl ölümden sonra başladığını ve sonsuz bir hayat olduğunu hiç düşünmez. Allah’ın ayetlerini bilmediği için bunları göremez. Allah’ın kendisini sürekli olarak denediğini, imtihan ettiğini bilmez. Olayları hep nedenlere göre değerlendirir. Eğer evden biraz geç çıksaydım kaza geçirmeyecektim, eğer yavaş gitseydi ölmeyecekti der. Halbuki herkesin kaderini yaşadığını ve bir saniyesini bile değiştiremeyeceklerini bilmez. Yolda kaza gördüğünde yerde yatan ölüye dehşetle bakar, kazanın nasıl olduğunu araştırır ama kaderi ve ahireti hiç düşünmez. Çok kısa bir süre sonra da unutur gider. Dünya işlerine dalıp oyalanır ve Allah’ı tamamen unutur. Bu insana Kuran ayeti söylesen kalbinde hiçbir etki oluşmaz, adeta duymamış gibi hayatına devam eder. Allah’ın varlığını anlatsan, yarattığı mükemmel canlıları göstersen bunları da doğal karşılar. Heyecanlanıyor gibi gözükse de iman etmez. Bu o kişinin gerçek anlamda duymadığını görmediğini ve hissetmediğini gösterir. Kalbinde bir heyecan oluşmaması, kişinin Allah’a iman etmemesi kalbinin de kaskatı olduğunu gösterir. Yani karşımızda görür işitir ve hisseder gibi duran ama aslında duymayan, görmeyen ve hissetmeyen bir insan vardır. Bu insan her ne kadar yaşıyor gibi gözükse de aslında tam anlamıyla ölüdür. Kuran’da Allah yeryüzünde yaşayan milyarlarca ölüden bahseder. Dünyada inançlı olan gerçek anlamda yaşar ve ruh taşır. Diğer çevrenizde gördüğünüz milyarlarca imansız insanın ruhu yoktur. Ruhu olmadığı için göremez, duyamaz ve hissedemez. Dışardan baktığınızda yaşadığını zannederek yanılırsınız ama aslında ölüdür. Bu çok önemli gerçeği düşünmenizi rica ediyorum. Çünkü bu gerçeği fark eden insan, eğer ruhu varsa hemen doğru yolu bulmaya çalışacaktır. Allah’ın varlığını hissedecek, Kuran ayetleri ruhunda etki uyandırıp iman edecektir. İnsan ancak iman ederse dirilir, aksi takdirde yaşayan bir ölü olmaktan asla kurtulamaz. Bu milyarlarca imansız insan asıl öldüklerinde canlanacak ve karşılarında tüm gerçekliğiyle duran Allah’ın varlığını ve sonsuz hayatı görecekler. Kuran ayetleri Allah’ın dünyada milyarlarca ruhu olmayan insan yarattığını çok net bir şekilde bildirir: Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. (NEML SURESİ / 80) Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. (FATIR SURESİ / 22) Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler. (BAKARA SURESİ / 18) İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (BAKARA SURESİ / 171) Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim. (EN'AM SURESİ / 104) Ve sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- sen mi doğru yola ulaştıracaksın? (YUNUS SURESİ / 43) Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (HUD SURESİ / 24) Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır.' (İSRA SURESİ / 72) Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır. (FURKAN SURESİ / 73) Ahirete inanmayanlara gelince; biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, 'körlük içinde şaşkınca dolaşırlar'. (NEML SURESİ / 4) Öyleyse sağır olanlara sen mi dinleteceksin veya kör olan ve açıkça bir sapıklık içinde bulunanı hidayete erdireceksin? (ZUHRUF SURESİ / 40) Şimdi çevrenizde yaşayan milyarlarca insana dikkatlice bakın, eğer gerçekten imanla bakarsanız bu insanların aslında görmediklerini, duymadıklarını, Kuran’a ve imana karşı kalplerinin kaskatı olduğunu anlarsınız. Şuurları yoktur, sadece dünyaya dalıp oyalanırlar. Görür zannedersiniz ama asla görmez ve duymazlar. Sakın bu kadar insanın iman etmemesi sizi aldatmasın. Allah bu insanları bir hikmetle bu şekilde yaratmıştır. Siz kendinizi ve yukarıda yazdığım ayetleri düşünün ve insanın ancak iman ederse dirileceğini bilin. Unutmayın, hepimiz Allah’ın huzuruna tek başına ve yalnız gideceğiz. O yüzden bu gerçeği çok geç olmadan ve ölünce uyanmadan önce mutlaka fark edin.
  19. Dünyada Hiçbir İnsan Maddenin Aslını Göremez İnsanlar her şeyi "gözleriyle" gördüklerini zannederler. Bunun sebebi, doğdukları andan itibaren aldıkları dış telkinlerdir. Oysa gören "göz" değildir ve bu bilimsel bir gerçektir. Nitekim gözlerin ve gözlere bağlı olan milyonlarca sinir hücresinin tek görevi, görme işleminin gerçekleşmesi için beyne mesaj iletmektir. Peki görme nasıl gerçekleşir? Bir cisimden gelen ışık, gözün ön kısmında bulunan mercekten geçer ve görüntüyü arka kısımdaki bölgeye yansıtır. Retina adlı tabakaya düşen görüntüler, buradaki milyonlarca sinir ucu tarafından elektriksel akıma dönüştürülür ve beyindeki görmeyle ilgili merkeze iletilir. Beyin, bu sinyalleri üç boyutlu, anlamlı görüntüler haline getirir ve böylelikle görüntü algılanır. Diğer bir anlatımla; görme eksenine gelen ışık demetleri anında elektrik sinyallerine dönüştürülür ve böylece biz bu sinyalleri renkli ve üç boyutlu bir dünya olarak görürüz. Bu bilgiden çıkan sonuç ise şudur: · Bizler hayatımız boyunca, gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Oysa göz görmez, sadece elektrik sinyallerini görme merkezine iletir. · Kulaklarımızla duyduğumuzu zannederiz. Oysa duyan kulaklarımız değildir. Kulaklarımız sadece elektrik sinyallerini duyma merkezine iletir. · Dışarıdaki dünyanın aslıyla muhatap olduğumuzu zannederiz. Oysa dışarıda dünya vardır ama biz bunun aslıyla hiçbir zaman muhatap olamayız, beynimizdeki küçücük bir noktanın içindeki dünyayı görürüz. Bilimin gösterdiği bu gerçeğe göre, biz, örneğin denizin üzerinde gitmekte olan bir tekneye baktığımızda denizi ve tekneyi gözlerimizle görmeyiz, çünkü bu manzaraya ait görüntü gözümüzün önünde değil, beynimizin arka tarafında oluşur. Büyük bir villanın sahibi olan kişi villasını, bahçesini, otoparktaki arabasını, villasında çalışan insanları, ailesini, arkadaşlarını gözleriyle gördüğünü zannederken, aslında bu kişi beyninin arka tarafındaki küçücük bir bölgede tüm bu sayılanların asıllarını değil sadece kopyalarını görmekte, kopyalarıyla muhatap olmaktadır. Ya da kafesteki kuşu seyreden bir insan, kafesi ve kuşu zannettiği gibi gözleriyle görüyor değildir. Işık bu kişinin gözündeki retinaya geldiğinde, retinada kafesin ve kuşun ters ve iki boyutlu görüntüleri oluşmakta, ardından bu görüntü, elektrik akımına dönüşerek beynin arkasındaki görme merkezine ulaşmakta ve kafes ile kuşun düz, üç boyutlu ve kusursuz görüntüsü burada görülmektedir. "Gözümle görüyorum" diyenleri yanıltan, derinlik algısıdır Karşımızda duran kişiye baktığımızda, biz, onun ancak beynimizde oluşan kopya görüntüsünü görürüz. Hiçbir zaman ve hiçbir şekilde o kişinin aslını göremeyiz. Örneğin televizyon seyrederken televizyonda, hareketli ve renkli oldukları için bize "gerçekten var" gibi görünen görüntüleri görür ve bunları da kesin olarak gözlerimizle gördüğümüzü iddia ederiz. Oysa televizyon seyrederken bizler yalnızca beyinlerimizdeki küçücük alanda elektrik akımlarının meydana getirdiği görüntüleri seyretmekteyizdir. Aynı şekilde, etrafımızda gördüğümüz her şey; bahçeler, ağaçlar, çiçekler, evimiz, evimizdeki bütün eşyalar, sahip olduğumuz bütün mal-mülk, ailemiz, arkadaşlarımız… hepsinin sadece beynimizin içerisindeki kopyalarıyla muhatap oluruz. Kısacası şu apaçık bir gerçektir ki, bugüne kadar hiçbirimiz hiç kimsenin ya da hiçbir eşyanın aslını göremedik. Bizler maddesel dünyanın ancak görüntüsüyle muhatap oluruz. Bu son derece açık ve kesin olan gerçeği insanların kavramasını engelleyen en önemli unsurlardan biri, gördüğümüz şeylerin aslıyla muhatap olduğumuz yanılgısına kapılmamızı sağlayan "derinlik algısı"dır. Camdan bakıldığında karşıda görülen apartmanla, bakan kişinin arasındaki uzaklık hissi onu bu gerçeğe inanmaktan alıkoyabilmektedir. Bu nedenle bazı insanlar, "Tamam, bütün görüntü beynimde oluşuyor, ama her şey beynimdeki küçücük bir noktaya nasıl sığıyor? Örneğin camdan baktığımda gördüğüm apartmanlar, yollar, arabalar ve ben, hep birlikte nasıl aynı noktada bulunabiliyoruz?" diye düşünebilmektedir. Oysa "uzaklık" da, beyinde meydana gelen bir boşluk hissinin algılanmasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla insanın kendisinden uzakta zannettiği şey de, aslında yine beynindeki küçücük bir noktada oluşmaktadır. Bunu şu örnekle daha iyi anlayabiliriz: Televizyon düz bir satıhta iki boyutlu görüntü oluşturduğu halde, ışık, perspektif ve gölge oyunları kullanıldığında bu düz satıhta üç boyutlu, derinlikli bir görüntü oluşturulabilmektedir. İşte beyinde oluşan algı da buna benzerdir. Beyinde oluşan iki boyutlu görüntüde biz uzak mesafeler algılayabiliriz, ama aslında bunların hiçbiri bizden uzakta değildir, aksine hepsi içimizde, beynimizdeki küçücük bir noktadadır. Gözümüzün gördüğü her yeri alabildiğine saran masmavi gökyüzü, denizin ufuk çizgisinde yükselen dağlar, Güneş, yıldızlar, içinde bulunduğumuz oda, üzerinde oturduğumuz koltuk… hepsinin kopyaları beynimizdeki küçücük noktada oluşmaktadır. Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için gördüğümüz rüyaları düşünebiliriz. Rüyalarımızda çok net ve gerçekçi görüntüler görürüz. Hiç gitmediğimiz ülkelere gider, hiç tanımadığımız insanlarla konuşur, sürat motorları, yarış arabaları kullanır, lezzetli yiyecekler yer, güzel bahçelerde dolaşır, sevinç, heyecan, korku gibi çeşitli duygular yaşarız… Gördüklerimizin gerçek olduğuna o kadar inanırız ki, kimi zaman uyandığımızda, kısa bir süre, gördüğümüz şeyin gerçek olup olmadığını düşünmekten kendimizi alamayız. Peki rüyayı gerçekten ayıran nedir? Her ikisi de zihinde algı olarak yaşanmaktadır. Bu açıdan rüya ile "gerçek" dediğimiz dünya hayatı son derece benzerdir. İşte burada çok önemli bir konu devreye girmektedir: Bu kadar kusursuz, eksiksiz, mükemmel bir algıyı beyin nasıl oluşturmaktadır? Bu görüntüyü nasıl algılayabilmektedir? Gerçek şu ki, görüntüyü algılayan ne beyindir, ne de elektrik akımları. Zira beyin yalnızca protein ve yağ moleküllerinden, atomlardan oluşan bir et parçasıdır. Bu durumda bütün görüntüleri atomların gördüğünü, dahası neşe, coşku, korku, heyecan gibi bütün hisleri atomların hissettiğini düşünmek imkansızdır. Öyleyse gören, işiten, güzel bir manzarayı gördüğünde, etkileyici bir müziği duyduğunda zevk alan, sevimli bir tavşan yavrusunu gördüğünde hayran olan, çileğin, karpuzun, şeftalinin tadından hoşlanan, bir dostunu gördüğünde sevinen kimdir? Hiç kuşkusuz bütün bunları yapan “göz” olmadığı gibi, “beyin” de değildir. Bu, hepsinin ötesinde bir varlık olan "ruh"tur. Görenin kim olduğu materyalizmle açıklanamaz Maddenin ezeli ve ebedi olduğunu iddia eden materyalizm, başta astronomi ve fizik dallarında ortaya konulan bulgular olmak üzere, 20. yüzyılda elde edilen bilimsel bilgiler doğrultusunda tamamen çökmüştür. Bilimsel araştırmalar, örneğin Big Bang, sabit evren teorisinin geçersizliğini göstermiş, kuantum fiziği maddenin yapısı hakkındaki yanılgıları ortadan kaldırmış, biyoloji ve paleontoloji dalında elde edilen bilgiler Darwinizm’in geçersizliği ortaya konmuş ve bütün bunlar materyalizmin tarih sahnesinden silinmesine vesile olmuştur. Materyalizmin asla açıklayamadığı konulardan biri de, görüntünün nasıl oluştuğu, beynin içindeki karanlıkta rengarenk bir dünyayı kimin gördüğü, yine beynin içindeki sessizlikte tüm sesleri kimin duyduğudur. Dahası materyalistler bu konuyu düşünmek dahi istemezler. Çünkü bu gerçeği düşünen ve kavrayan kişi, bütün malının-mülkünün, marka kıyafetlerinin, prestijinin… kısacası put edindiği her şeyin ömrü boyunca aslında sadece kopyalarıyla muhatap olduğunu, aslını hiçbir zaman görmediğini kabul etmiş olacaktır. Dolayısıyla aciz bir varlık olduğunu görecek, dünyevi bir temel üzerine kurduğu sahte hayatı yerle bir olacaktır. Oysa materyalistler kabul etse de etmese de, içinde yaşadığımız evrende gördüğümüzü söylediğimiz her şeyin sadece kopyalarını bilip tanırız ve tüm bunları ruhumuzla algılarız. Ruhumuzu ve algıladığımız bütün görüntüleri yaratan ise Allah'tır. Bu çok önemli bir gerçektir. Bu gerçeği kavrayamayan insanlar hep maddenin aslıyla muhatap olduklarını düşünerek yaşarlar. Hâlbuki Allah kapkaranlık beynimizin içinde ışıl ışıl parlayan görüntüler yaratır. Madde hayaldir demek, madde yoktur demek değildir. Aksine biz görsek de görmesek de maddesel bir dünya vardır. Ancak biz bu dünyayı beynimizin içinde bir kopya diğer bir deyişle algılarımızın yorumu olarak görürüz. Dolayısıyla madde, bizim için hayaldir ve insan ne yaparsa yapsın maddenin aslını asla göremez.
  20. Ahmedinejad: Nükleer silah insanlığın düşmanı! İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, ''nükleer silahları kullanma döneminin bittiğini ve bütün dünyanın bu silahlardan arındırılması gerektiğini'' söyledi. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Rusya'nın NTV kanalına verdiği demeçte nükleer silahlar konusunda da açıklamalarda bulundu.Nükleer silahların, tüm insanlık için tehdit olduğunu belirten Ahmedinejad, ''Bütün dünya kitle imha silahlarından arındırılmalı'' dedi. ''Nükleer silahları insanlığın düşmanı olarak görüyoruz. Bu silahlardan yararlanma dönemi sona ermiştir'' diye konuşan Ahmedinejad sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bugün hiç kimse, nükleer silahları kullanabilecek güce sahip değildir. ABD'nin nükleer silah depolamasını da yanlış buluyoruz. Amerika için Irak ve Afganistan'dan daha ciddi ve önemli bir konu olmayacak. Peki bu silahlar, ABD'yi zafere ulaştırabildi mi? Asla. Nükleer silahlar artık işe yaramıyor.'' Ahmedinejad, bölgede bazı ülkelerin nükleer silahlara sahip olduğunu ve kimi ülkelerce de himaye edildiğini belirtti ve ''Nükleer silahlara karşı olanlar, önce kendi nükleer silahlarını imha etmeli ki doğru söyledikleri anlaşılsın'' dedi. İran Cumhurbaşkanı, ''karşılıklı saygı esasına dayalı ve eşit şartlarda diğer ülkelerle nükleer konularda işbirliğine hazır olduklarını'' sözlerine ekledi. Şimdi İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’daki değişikliği görebiliyor musunuz? Ahmedinejad çok kısa bir süre önce ne nükleer silahlardan ne de savaş yanlısı olmaktan asla vazgeçmeyecek gibi görünüyordu. Hatta İsrail’i haritadan silecek güce sahip olduklarını açıklamış, bu sözleri dünya çapında etki uyandırmıştı. Fakat sonra birdenbire bu sözlerini değiştirdi ve barış yanlısı olduğuna dair açıklamalar yapmaya başladı. Bunun nedeni İran Cumhurbaşkanı’nın Hz. Mehdi’nin gelmiş olduğunun farkında olmasıdır. Hz. Mehdi hiçbir şekilde kan akıtılmasına izin vermeyecektir. İran'ın dini lideri Ayetullah Hamaney’de Hz. Mehdi’nin geldiğini bildiklerini açıklamış bu sözleri tüm dünya basınında yankılanmıştır. Sonuç olarak Hz. Mehdi barış yanlısı olduğu için, tüm dünyaya huzur ve güvenlik sağlayacağı için artık Ortadoğu’da savaş dönemi tam anlamıyla sona ermiştir. Ahmedinejad’ın son günlerde yaptığı barış yanlısı açıklamaların temel dayanağı Hz. Mehdi’ye olan derin sevgisinden ve bağlılığından kaynaklanmaktadır.
  21. Joshua Walker: Türkiye süper güç olacak! ABD Transatlantik Akademisi düşünce kuruluşundan Joshua Walker, Türkiye’nin gelecek 10 yıl içinde “süper güç” olacağını söyledi. Siyaset ve Toplum Araştırmaları Vakfı konferansında konuşan Walker Türk iç siyasetinde en önemli değişikliğin sivil asker ilişkilerinde görüldüğünü, “Deokratik Açılım” projesinin ise, “10 yıl önce fikri düzeyde bile tartışılamayacak, tüm tabuları yıkan tarihi bir adım” olduğunu kaydetti. AK Parti’nin ülke tarihindeki en reformcu hükümet olduğunu ve ülkenin çıkarlarına uygun hareket ettiğini ifade eden Walker: “Tüm bu gelişmeler şu anlama geliyor, Türkiye gelecek on yılda bölgeler arası süper güç olacak” dedi. Aylardan beri yazdıklarım tüm dünya basınında yankılanıyor, hem Amerika’dan hem Avrupa’dan Türkiye’nin süper güç olacağına dair haberler yağmaya devam ediyor. Fakat her ne hikmetse bu gerçeğe bir tek Türkler tam anlamıyla inanamıyorlar. Bakın, göreceksiniz, Türkiye tarihte olmadığı kadar süper büyük bir devlet olacak. Türk İslam Birliği, Türkiye’nin liderliğinde mutlaka kurulacak. Şu anda bu tarihi misyonun başlangıç aşamalarındayız. Bütün dünyayı, anarşiden, terörden sıkıntıdan azaptan ve her türlü acıdan kurtaracak olan Türk Milletidir. Hep birlikte mükemmel gelişmelerin yaşanacağına şahit olacağız. Tüm dünyadan gelen haberleri de, Türk İslam Birliği’nin nasıl adım adım kurulduğunu da sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
  22. Amacım kimseye iftira atmak değil, zaten savcılar delilleri araştıracak ve suçluları ortaya çıkaracaklar. Masum olanlarda serbest bırakılacaklar. Beni temennim bu. Aynı baskılar, zulümler dindarlara yapıldığında kimsenin sesi soluğu çıkmıyor kimse demokrasiden bahsetmiyordu bu ülkede. Saygılarımla
  23. Bir Müslüman’ın en büyük düşmanı kim biliyor musunuz? Günümüzde bir Müslüman’ın en büyük düşmanı ne inkar edenler, ne solcular, ne ateistler, ne Hıristiyanlar, ne Yahudiler, ne de Masonlardır. Günümüzde bir Müslümanın en büyük düşmanı kim biliyor musunuz? Tabii ki yine Müslümanlar. Müslümanlar arasında böyle kin, nefret ve düşmanlık olması son derece büyük bir fitnedir. Müslümanlar yıllardır kendilerine oynanan oyunlara, suni kışkırtmalara kanarak birbirlerini düşman bilip sürekli savaşıyor, birbirlerinin kanını akıtıyorlar. Suniler Şii’leri beğenmiyor, Caferiler Alevileri beğenmiyor, bazıları Fettullahçıları beğenmiyor, kimi Nurcuları beğenmiyor, sonuç olarak Müslümanlar arasında hep bir huzursuzluk, hep kendini en iyi görüp diğerlerini beğenmeme, hep bir kargaşa ve sevgisizlik hakim. Müslüman’ın Müslüman’a düşman olması söylediğim gibi çok büyük bir fitnedir. Müslüman’ların böyle büyük bir oyuna hiçbir şekilde gelmemeleri gerekir. Şeytan böyle fitne sokarak, çeşitli komplolar düzenleyerek Müslüman’ların arasını açmak istiyor ve birbirine düşürmeye çalışıyor. Halbuki Fettullahçılarda, Caferiler’de, Şii’lerde, Sunni’lerde, Aleviler’de hepsi tertemiz Müslümanlar. Hepsi Allah’a, peygamberlerine, Kuran’a inanıyorlar, ibadetlerinde son derece titizler, Allah yolunda canla başla mücadele ediyorlar.O zaman bu ayrılık niye, bu kin ve nefret nereden geliyor? Allah Kuran’da Müslümanların birlik olmasını şu ayetlerle bildiriyor: İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73) Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saff Suresi, 4) Şu anda Türk İslam Birliği’nin kurulmasındaki en büyük engellerden biri Müslümanların birbirini düşman bilmeleridir. Biran önce Müslümanlar artık bu oyunların farkında olmalı, tıpkı ayette bildirildiği gibi birbirlerine sıkıca kenetlenmeli ve Türk İslam Birliği’ni kurup tüm dünyaya İslam’ı hakim etmeye gayret etmeliler. Aralarında çok derin bir sevgi ve dostluk bağı oluşturmalılar. Vicdanlarını tam anlamıyla kullanıp birbirlerini kardeş bilmeli, birbirlerini koruyup kollamaları gerekir. Bunu yapmayan Müslüman ayetlerde belirtildiği gibi yeryüzünde büyük bir fitnenin oluşmasına yol açar ve bundan sorumlu olur. Müslümanların arasını açan ahirette, Allah’ın karşısında bunun hesabını veremez. Bu yüzden tüm Müslümanları dost olmaya, birlik olmaya ve hep birlikte Türk İslam Birliği’ni kurmaya çağırıyorum. Ahir zaman dostluk, sevgi ve kenetlenme dönemidir. Her Müslüman’a kuşkusuz Müslüman kardeşine düşman olmak değil, onu sahiplenmek ve her ne pahasına olursa olsun korumak ve kollamak yakışır.
  24. Bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç kazanması nasıl evrime delil olamaz? Evrimciler yıllarca evrim teorisine delil bulmak için çırpınıp durdular. Sürekli insanlara söyledikleri hayali delillerden bir tanesi de bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç geliştirmesiydi. Evrimciler teoriyi desteklemek adına kaynaklarında antibiyotik direncini "faydalı mutasyonların canlıları geliştirmesine dair bir örnek" olarak gösterdiler. Benzer bir iddia, DDT gibi böcek öldürücü ilaçlara karşı bağışıklık geliştiren böcekler için de ileri sürülür. Oysa bu konuda da evrimciler çok büyük bir yanılgı içindedirler. Antibiyotikler, bazı mikroorganizmalar tarafından diğer mikroorganizmalara karşı savaşmak üzere üretilen "öldürücü moleküllerdir". İlk antibiyotik, 1928 yılında Alexander Fleming tarafından keşfedilen penisilindir. Fleming, küf mantarının, Staphylococcus bakterisini öldüren bir molekül ürettiğini fark etmiş ve bu buluş tıp dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Mikroorganizmalardan alınan antibiyotikler çeşitli bakterilere karşı kullanılmış ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Ancak bir zaman sonra çok ilginç bir gerçek fark edilmiştir: Bakteriler antibiyotiklere karşı zamanla bağışıklık kazanmaktadırlar. Bunun mekanizması ise şöyle işlemektedir: Antibiyotiğe maruz kalan bakterilerin büyük kısmı ölmekte, ama bazıları bu antibiyotikten etkilenmemekte ve bunlar hızla çoğalarak tüm popülasyonu oluşturur hale gelmektedirler. Böylece tüm popülasyon, antibiyotiğe dirençli hale gelmektedir. Evrimciler ise bu olguyu, "bakterilerin şartlara uyum sağlayıp evrimleşmesi" olarak gösterme çabasındadırlar. Oysa olay bu yüzeysel evrimci değerlendirmeden çok daha farklı gerçekleşmektedir. Bu konuda en detaylı çalışmaları yapan isimlerden biri, 1997 yılında yayınlanan Not By Chance adlı kitabıyla tanınan İsrailli biyofizikçi Prof. Lee Spetner'dır. Spetner, bakteri bağışıklığının iki farklı mekanizma ile sağlandığını, ama bunların ikisinin de evrim teorisine hiçbir kanıt oluşturmadığını anlatır. Bu iki mekanizma: 1) Bakterilerde zaten var olan direnç genlerinin aktarılması 2) Mutasyon sonucunda genetik bilgi kaybına uğrayan bakterilerin antibiyotiğe dirençli hale gelmesidir. Spetner, 2001 tarihli bir makalesinde ilk mekanizmayı şöyle açıklamaktadır: Bazı mikroorganizmalar, antibiyotiklere direnç sağlayan genlere sahiptirler. Bu bağışıklık, antibiyotik molekülünün formunu bozma veya onu hücreden dışarı atma sayesinde gerçekleşir. Bu genlere sahip olan organizmalar bunu diğer bakterilere transfer ederek onlara da bağışıklık kazandırabilirler. Bağışıklık mekanizması belirli bir antibiyotiğe yönelik olsa da, pek çok patojenik bakteri farklı gen setleri edinmeyi ve çeşitli bakterilere karşı bağışıklık kazanmayı başarmıştır. (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001 Prof. Spetner bunun bir "evrim delili" olmadığını ise şöyle açıklar: Antibiyotik bağışıklığının bu şekilde elde edilmesi evrim için delil oluşturması beklenen mutasyonlar için bir örnek oluşturmaz. Teoriyi (evrimi) sergileyen mutasyonlar, bakterinin genomuna bilgi ekleyen genetik değişiklikler değildir; bu değişiklikler aynı zamanda tüm biokozma (biyolojik dünyaya) bilgi eklemelidir. Genlerin yatay transferi, sadece, zaten bazı türlerde var olan genetik bir bilgiyi dağıtmaktadır. (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001, Yani ortada bir evrim yoktur, çünkü yeni bir genetik bilgi ortaya çıkmamakta, sadece zaten daha önceden var olan bir genetik bilgi bakteriler arasında transfer edilmektedir. Bağışıklığın ikinci türü, yani mutasyon sonucunda ortaya çıkan bağışıklık da bir evrim örneği değildir. Spetner konuyu şöyle açıklar: Bazen de bir mikroorganizma, tek bir nükleotidin (DNA basamağının) rastlantısal olarak yer değiştirmesi sonucunda bir antibiyotiğe karşı bağışıklık edinir... Selman ilk kez Waksman ve Albert Schatz tarafından keşfedilen 1944'de rapor edilen Streptomisin (Streptomycin), bakterilerin bu yolla bağışıklık kazanabildiği bir bakteridir. Ama her ne kadar geçirdikleri mutasyon, Streptomisinin varlığı durumunda mikroorganizmaya yararlı olsa da, yine de bu, neo-Darwinist teori tarafından ihtiyacı duyulan mutasyon türü için bir prototip oluşturmaz. Streptomisine bağışıklık sağlayan mutasyonun etkisi ribozomda ortaya çıkar ve bu mutasyon, antibiyotik molekülü ile ribozom arasındaki moleküler eşleşmeyi bozar. (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001 Spetner, bu olayı Not By Chance isimli kitabında kilit-anahtar ilişkisinin bozulmasına benzetmektedir. Streptomisin, bir kilide birebir uyan bir anahtar gibi, bakterilerin ribozomuna yapışır ve bu rizobomu etkisiz hale getirir. Mutasyon ise, ribozomun şeklini bozmakta ve bu durumda Streptomisin ribozoma yapışamamaktadır. Bu, "bakteri Streptomisin'e karşı bağışıklık kazandı" gibi yorumlansa da, aslında bakteri için bir kazanç değil kayıptır. Spetner şöyle devam eder: Ortaya çıkmaktadır ki, (ribozomun yapısındaki) bu bozulma, bir spesifiklik azalması, yani bir bilgi kaybıdır. Asıl nokta şudur ki, (evrim) bu gibi mutasyonlar ile sağlanamaz, bu mutasyonlar ne kadar çok olursa olsun. Evrimin, spesifikliği azaltan mutasyonlarla inşa edilmesi mümkün değildir... (Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001 Konuyu özetlersek, bakterinin ribozomuna isabet eden bir mutasyon, bu bakteriyi Streptomisin'e karşı dirençli hale getirebilmektedir. Ama bunun nedeni, mutasyonun ribozomu "bozması"dır. Yani bakteriye bir genetik bilgi eklenmemektedir. Aksine ribozomunun yapısı bozulmaktadır, gerçekte bir anlamda bakteri "sakat" hale gelmektedir. (Nitekim bu mutasyonu geçiren bakterilerin ribozomunun normal bakterilere göre daha verimsiz olduğu belirlenmiştir.) Bu "sakatlık", ribozoma yapışacak şekilde bir tasarıma sahip olan antibiyotiği engellediği için, ortaya "antibiyotik bağışıklığı" çıkmaktadır. Sonuçta, ortada "genetik bilgiyi geliştiren" bir mutasyon örneği yoktur. Antibiyotik direncini evrime kanıt gibi göstermek isteyen evrimciler, konuyu çok yüzeysel bir biçimde değerlendirmekte ve yanılmaktadırlar. DDT ve benzeri ilaçlara karşı böceklerde gelişen bağışıklık için de aynı durum söz konusudur. Bu bağışıklık örneklerinin çoğunda, zaten daha önceden var olan bağışıklık genleri kullanılmaktadır. Evrimci biyolog Francisco Ayala; "Böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerine karşı gösterilen bağışıklık, bu insan-yapımı maddelerin böceklere uygulandığında, o böcek türünün çeşitli genetik varyasyonlarında açıkça vardı." diyerek bu gerçeği kabul eder. (Francisco J. Ayala, "The Mechanisms of Evolution", Scientific American, cilt 239, Eylül 1978, s. 64.) Mutasyonla açıklanan diğer bazı örnekler ise, aynen yukarıda anlatılan ribozom mutasyonunda olduğu gibi, böceklerde "genetik bilgi kaybı"na yol açan olgulardır. Bu durumda bakteri ve böceklerdeki bağışıklık mekanizmalarının evrim teorisine delil oluşturduğu ileri sürülemez. Çünkü evrim teorisi, canlıların mutasyonlar yoluyla geliştikleri iddiasına dayalıdır. Spetner, ne antibiyotik bağışıklığının ne de bir başka biyolojik olgunun böyle bir mutasyon örneği göstermediğini şöyle açıklar: Makroevrimin ihtiyaç duyduğu mutasyonlar hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. Neo-Darwinist teori tarafından ihtiyaç duyulan rastlantısal mutasyonları temsil edebilecek, moleküler düzeyde incelenmiş hiçbir mutasyonun genetik bilgi eklediği görülmemiştir. Araştırdığım soru "gözlemlenmiş mutasyonlar, teorinin destek bulmak için ihtiyaç duyduğu mutasyonlar mıdır" sorusudur. Cevap "HAYIR" çıkmaktadır.( Dr. Lee Spetner, "Lee Spetner/Edward Max Dialogue: Continuing an exchange with Dr. Edward E. Max", 2001 Evrimcilerin evrim teorisini kabul ettirmek adına öne sürdükleri tüm hayali delillerin geçersizliğini sizlere tek tek açıklamaya devam edeceğim.
  25. WALL Street Journal gazetesi, Türkiye'de siyasi gerginliklerin tırmandığını belirtirken 'Türkiye'de dini ve laik elitlerin, 2007'den beri, kansız, bir iç savaşı sürdürdüğünü' savundu. 'Türk savcısının tutuklanması, gerginlikleri artırdı' başlığını kullanan gazete, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in tutuklanmasının ardından Türkiye'deki 'siyasi gerginliklerin' arttığını, bunun da 'dini ve muhafazakar hükümet ile laik kurumlar arasındaki güç mücadelesini daha da ateşlediği' yorumunu yaptı. Önce Erzincan başsavcısı Cihaner’in tutuklanması, ardından Balyoz operasyonu ile 40’a yakın üst düzey komutanların gözaltına alınması Türkiye’nin ve dünya basınının gündemine bomba gibi düştü. Bu haberler arka arkaya patlak verdiğinde gerçekten de “Eregenekon da neymiş, böyle bir örgütlenme yok” diyenlerin yüz ifadelerini çok merak ediyorum. İlk Ergenekon olayları basında çıktığında Fatih Altaylı bir program yapıp Ergenekon diye bir şey yok deyip kahkahalarla gülmüş ve olayı son derece hafife almaya çalışmıştı. Fakat her gün ortaya çıkarılan deliller bu kahkahaların yüzlerde donmasına neden oldu. En son geçen gün bir albayın evinde Bahriye Üçok’a gönderilen bir bombanın benzeri bulundu. Bomba kağıt şeklinde bir düzenekle hazırlanmış ve buzdolabının arkasında gizli bir bölmeye bir not ile birlikte saklanmıştı. Hatırlarsanız Bahriye Üçok’da bir kargo şirketi aracılığıyla gönderilmiş kitap paketinin patlaması sonucu hayatını kaybetmişti. Paketi açarken, yanında bulunan kızını odadan çıkarttığı da biliniyor. Bomba uzmanlarınca eğitildiği halde paketi düzgün açamamıştı. Şimdi Türkiye toprağın altına gömülen cephaneliklerin, bilgisayarlarda sinsice saklanan darbe planlarının, camilere yönelik planlanan bombalama eylemlerinin ve faili meçhul birçok cinayetin hesabını tek tek soruyor. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Prof. Muammer Aksoy, Prof. Tamer Kışlalı, Çetin Emeç, Hrant Dink, Turgut Özal… Son olarak Bülent Ecevit’in de hastane kayıtları inceleniyor. İşte bu insanlar karanlık ve sinsi planlarlarla tek tek katledildiler. Bu olaylar olurken komünist ve solcu kesim hep birlikte ayaklanıp her cinayetin arkasından dindar kesimi suçladılar. Bütün faili meçhul cinayetleri dindar insanların üzerine yıkmaya çalıştılar. Memleketti sürekli iki cepheye bölmeye çalışıp laik kesimle dindar kesim arasında çok büyük bir düşmanlık oluşmasına ve şeriat korkusu yaymaya olağanüstü gayret sarfettiler. Fakat başa gelen hükümet yıllarca ince ince kurulan bütün planların altüst olmasına neden oldu. Bu Ergenekoncuların gerçekten de hiç beklemedikleri bir gelişmeydi. Gerçektende Türkiye’de kansız bir iç savaş yaşandığı doğru. Şimdi Ergenekon’dan gözaltına alınanların verdikleri ifadeler ve gizli tanıklar sayesinde bütün karanlık oyunlar ve faili meçhul cinayetler bir bir ortaya çıkarılacaktır. Susurluk olayından tutun da Şemdinli olaylarına kadar Türkiye’yi alt üst eden bütün hain eylemler çorap söküğü gibi tek tek çözülecek ve gün yüzüne çıkarılacaktır. O zaman bütün bu faili meçhul cinayetleri ve kirli eylemleri dindar insanların üzerine atan Ergenekon çetesi tüm yaptıklarının hesabını yargı önünde tek tek vereceklerdir. Her Türk vatandaşının Ergenekon çetesinin çökertilmesi için hükümete sonuna kadar destek olmaları vatandaşlık görevidir. Bu temizlik ne kadar derin yapılırsa Türkiye o kadar derin bir nefes alacak ve huzura kavuşacaktır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.