Zıplanacak içerik

ahmetsecer

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ahmetsecer tarafından postalanan herşey

  1. Gerçekten hiç samimice düşündün mü, sen nasıl bir Müslümansın? Tam olarak Allah’ın Kuran’da tarif ettiği gibi bir Müslüman mı, yoksa birkaç şey yapıp da kendisini çok iyi gören bir Müslüman mı? Televizyonlarda Hac’ca giden bazı insanları görüyorum, marka kıyafetleri kuşanmışlar, uçağa binip rahatça Hacca gidiyorlar. Orada güzelce geziyor, alışveriş yapıyor, son derece lüks otellerde kalıyorlar. Gelirken de kutsal topraklarda bulunmanın müthiş manevi haz verdiğini söyleyerek Hacı olduklarını düşünüyor kendilerini son derece takva ve cennetlik görüyorlar. Şimdi uçağa binip hacca gitmek son derece kolay değil mi, zaten aynı kişi bu işi kendi zevki için de defalarca yapıp başka ülkeleri de gezmeye gitmiyor mu? Kimi de sıcacık evinde namazlarını kıldığı için kendisini çok iyi görüyor. Kimi gecede 2000 zikir çektiğini, sabahlara kadar dua ettiğini söylüyor. Kimi eşinin yığdığı altınlardan zekat verdiğini söyleyerek kendisini son derece imanlı görüyor. Dikkat ederseniz bu insanların hepsinin ortak özelliği kendilerini asla tehlikeye atmamalarıdır. Dünyayı yaşamaya yönelik her türlü düzeni kurmuş, evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuşlardır. Düzenli bir işleri vardır ve asla her ne olursa olsun bu düzenlerini bozmak istemezler. Şimdi bu insan bankada milyarlarca lirası varken zekat verdiğinde, sıcacık evinde namaz kıldığında, oruç tuttuğunda, uçağa binip Hacca gittiğinde, yoksula yedirdiğinde herhangi bir zorluk çekiyor mu? En ufak bir zorluk çekmiyor değil mi? İşte bu durumda o insanın biran için durup samimiyetini gözden geçirmesi, Kuran’da tarif edilen Müslüman kimliğini öğrenmesi gerekir. Aynı insana hapse atılacaksın dini anlatma desen hemen anlatmaktan vazgeçer, çünkü asla kendisini tehlikeye atmaz. Kuran’da tarif edilen Müslüman ise son derece samimidir, Allah’ın rızasını her şeyin ama her şeyin üzerinde tutar. Dünya için değil yalnızca ahiret için yaşar. Bu insanın dünyada kaybedecek hiçbir şeyi yoktur, gözü hiçbir şey görmez. Ayette belirtildiği gibi: De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (En'am Suresi, 162) İşte burada kastedilen bütün hayatın Allah’a adanmasıdır. Çok samimi bir Müslüman dini yaymak adına hayatta her şeyini feda eder, gerekirse kendisini ateşe atar, her türlü zorluğa talip olur, hapsedilmekten, sürgüne gönderilmekten, eziyet görmekten çekinemez. Peygamberimiz de kendi döneminde her türlü zorluğa göğüs germedi mi? Kendisine yapılan zulüm sonucunda hicret etmedi mi? O zaman yanındaki samimi Müslümanlar her şeylerini bırakıp peygamberimizle birlikte hareket ettiler. İçlerinden samimiyetsiz olanlarda ailelerinin olduğunu, ya da havanın çok sıcak olduğunu öne sürerek savaşa çıkmak istemediler. Bu onların son derece samimiyetsiz ve riyakar olduklarını gösteriyordu. Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı. (Tevbe Suresi, 81) Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün." Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13) Şimdi Kuran ayetleriyle tekrar düşünün. Allah’ın nasıl bir Müslüman olmanızı istediği çok açık değil mi? Allah bir insanın Allah yolunda her şeyini vakfetmesini ister, bütün malını, mülkünü, canını Allah yolunda harcamasını ister. Samimi bir Müslüman Allah yolunda ne eşini, ne kardeşini ne çocuğunu gözü görür. Peygamberimizin de ailesi yok muydu, çocukları yokmuydu? Yanındaki salih sahabelerinde eşleri ve çocukları yok muydu? Her şeylerini bırakıp dini yaymak uğruna canlarını ortaya koymadılar mı? Zorluk çekmeden, hayatını vakfetmeden cennete girebileceğini düşünenler çok yanılırlar. Onlar kendilerini son derece samimi ve takva görürken Kuran’da tarif edilen Müslüman kimliğinden ne kadar uzak olduklarından tam anlamıyla gafildirler. Unutmayın ki insan ahirette dünyada yaptıklarının karşılığını tam olarak alacaktır. Samimiyetle, içtenlikle, fedakârlıkla her şeyini Allah yolunda harcayanların o gün yüzlerinin nurla kaplı olduğunu göreceğiz. Dünyada kendi çıkarlarını gözetip bir ucundan da dindar gözükmeye çalışanların da ne kadar büyük bir kayba uğrayacaklarına yine hep birlikte şahit olacağız… Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214) Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Ali İmran Suresi, 142)
  2. Dikkat ederseniz Kuran’da her kavmin bir uyarıcı korkutucu geldiğinde inanmadıklarına, alaya aldıklarına, inanmak için ısrarla mucizeler göstermesini istediklerine şahit olursunuz. Çünkü inkar edenlerin en önemli özelliklerinden biri kendi akıllarını beğenmeleridir. Her zaman doğru yolda olduklarını düşünürler. Bu yüzden de Allah tarafından kendilerine bir uyarıcı geldiğinde kibirlerinden asla kabul etmeye yanaşmazlar. Allah’ın gönderdiği kendilerine ayetleri okuyan, onları doğru yola çekmeye çalışan bu kişiyi delililikle suçlarlar. İnanmak için mutlaka ama mutlaka mucizeler görmek isterler. Çünkü bir insanın gelip kendilerini uyarması, o insana itaat etmek, onu dinlemek ve söylediklerini yapmak inkâr edenlere çok ağır gelir. Dediler ki: "Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek indirilmesi gerekmez miydi?" (Furkan Suresi, 7) Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. (Sebe Suresi, 34) Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu, ) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Fatır Suresi, 42) Allah Kuran’da ahirette “bize uyarıcı gelmedi” dememeleri için her topluluğa mutlaka bir uyarıcı gönderdiğini bildirir. Şu anda yaşadığımız dünyaya bir bakın. Fuhuşun, kumarın, uyuşturucunun, dolandırıcılığın en yoğun yaşandığı dönem değil mi? İnsanlar adeta paraya tapmıyorlar mı? Çok az bir para için, ya da bir öfke uğruna birbirlerini öldürmüyorlar mı? Son derece güvensiz ve korku dolu bir ortam yok mu? Sokakta çaresiz insanlara elini uzatan var mı? İnsanlar kendilerine gönderilmiş Kuran’ı hiç ellerine alıp okuyorlar mı, Kuran ahlakı yaşanıyor mu? Aile içi yaşanan şiddet, tecavüz, gasp, hırsızlık olayları her geçen gün artmıyor mu? Böylesine şeytanın insanları saptırdığı ve yoğun bir gaflete düşürdüğü bir ortamda Hz. Mehdi’nin gelmesine neden şaşırıyorsunuz? Ahir zaman inkar edenlerin en azgınlaştıkları dönem değil mi? Her türlü pisliğin sonuna kadar yaşandığı dönem değil mi? İşte Hz. Mehdi ahir zamanda insanların en çok batağa saplandığı dönemde gönderilmiştir. Tabii ki bu insanları uyaracak, onlara ayetleri okuyup hak yola davet edecek Hz. Mehdi gelmiştir. İnsanların Hz. Mehdi’nin geldiğini kabul etmemeleri ve kendilerini doğru yolda sanmaları, onu delilikle suçlamaları, okuduğu ayetleri görmezden gelmeleri Allah’ın kanunun değişmemesi nedeniyledir. Hz. Mehdi’ye kimlerin inanacağı da kaderde belirlenmiştir ve bu değerli insanların çok az olacağı bildirilmiştir. Kuran’da diğer peygamberlere ve uyarıcılara da baktığınızda hep çok az insanın bu kişilere inanıp güvendiklerini görürsünüz. Bu yüzden insanların çoğunun inanmaması, alay etmeleri, mucize beklemeleri, iftiralar atmaları sakın sizi yanıltmasın. Siz bu dönemde materyalizmi çökerten, size ayetleri okuyan, iman hakikatlerini anlatan ve tüm dünyayı saran etkisine rağmen delilikle suçlanan kişiyi izleyin, eğer samimi bir kalple bakarsanız ve Kuran’la düşünürseniz mutlaka görecek, mutlaka bileceksiniz… Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Mü'minun Suresi, 70) İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. (Zümer Suresi, 71)
  3. Hepimiz çalan saati duyarak derin bir rüyadan uyandığımızda ilk başta büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz. Önce rüya ile gerçek hayatı algılamaya çalışıyoruz. Birkaç saniye önce rüyamızda yaşadığımız sevinçler, üzüntüler, trafik kazası, gülün kokusu, insanlar, hatta yediğimiz yemeğin tadı o kadar net ve gerçek gibi ki bunun rüya olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Peki uyandığımızda gerçek hayata mı geçiyoruz, hangisi hayal, hangisi gerçek? Bu sorular tarihte de birçok felsefeciyi düşündürmüştür. Rüyaların aldatıcılığının farkına varan Alman bir felsefeci bu konuda şunları söylemektedir: Biz şimdi uyanık halde miyiz yoksa düş mü görüyoruz? Bu kuşkusuz anlamlı bir sorudur. Aslında bu soruyu çoğu kere düşümüzde de sorduğumuz olmuştur. Gene düşümüzde soruya verdiğimiz yanıtın, yani uyanık olduğumuz yanıtının, biz uyandıktan sonra yanlış olduğunu görmüşüzdür. Peki aynı yanılgı şimdi de olamaz mı? Hayır diyemeyiz, çünkü pekala bir gün düş gördüğümüz ortaya çıkabilir. (Hans Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, s. 179) Descartes bu konu hakkında şu yorumu yapmıştır: Rüyalarımda şunu bunu yaptığımı, şuraya buraya gittiğimi görürüm; uyanınca da hiçbir şey yapmamış, hiçbir yere gitmemiş olduğumu, uslu uslu yatakta yattığımı anlarım. Benim şu anda da rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir? İşte bütün bunlardan, içinde bulunduğum dünyanın gerçekliği tümü ile şüpheli birşey oluyor. (Macit Gökberg, Felsefe Tarihi, s.263) Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Gerçek yaşamın sürekli olup, rüyanın kopuk kopuk olması ya da rüyada farklı sebep-sonuç ilişkilerinin bulunması mı? Bunlar temelde önemli farklar değildir. Çünkü sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşmaktadır. İnsan rüya sırasında, gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsa, aynı durum dünya hayatı için de geçerlidir. Rüyadan uyandığımızda “gerçek yaşantı” denilen daha uzun bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel, hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. Elde hiçbir delil olmamasına rağmen, bu konuda herhangi bir şüphe duyulmamasının nedeni, alışkanlıklar ve önyargılardan başka birşey değildir. Rüya ile ilgili bir örnek, konuyu daha iyi açıklayacaktır. Beynimizin içinde bir rüya seyrettiğimizi düşünelim. Rüyada hayali bir bedenimiz olacaktır. Hayali bir kolumuz, hayali bir gövdemiz, hayali bir gözümüz ve de hayali bir beynimiz. Rüya sırasında bize “nerede görüyorsun?” gibi bir soru sorulduğunda vereceğimiz cevap “beynimde görüyorum” olacaktır. Ama ortada gerçek bir beyin yoktur. Sadece hayali bir vücut, hayali bir kafatası ve hayali bir beyin vardır. Rüyanızdaki görüntüyü gören irade ise, rüyadaki hayali beyin değil, ondan daha “ötede” olan bir varlıktır. Rüyadaki ortamla gerçek hayat denilen ortam arasında herhangi bir fiziksel fark olmadığı bilinmektedir. Öyleyse, gerçek hayat denilen ortamda, “nerede görüyorsun?” sorusu sorulduğunda da üstteki örnekteki gibi “beynimde” cevabını vermenin bir anlamı yoktur. Her iki durumda da gören ve algılayan irade, bir et parçası niteliğindeki beyin değildir. Beyin analiz edildiğinde, yalnızca diğer canlı organlarda da bulunan protein ve yağ molekülleri gibi moleküllerden ibaret olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle, beyin dediğimiz et parçasında, görüntüleri seyrederek yorumlayacak, bilinci oluşturacak, kısacası “ben” denilen şeyi oluşturabilecek birşey yoktur. O halde beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm algıları hisseden bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir? Bu şuur, Allah’ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz. Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana, tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah’ın gücünü düşünüp, O’ndan korkup, O’na sığınması gerekir. Herkes aslında dünyanın sadece beynimizde yaratılan görüntülerden ibaret olup, imtihan olmamız için yaratıldığını anlayacağı bir an gelecektir. İşte bu an her insana ölümle birlikte gelecektir. Ölümle birlikte insanın beyninde seyrettiği dünya hayatına dair görüntü değişecek, bunun yerine ölüm anının, hesap gününün ve ahiretin görüntüsü gelecektir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, ölümle birlikte insan sanki bir uykudan uyanacak, rüyasından gerçek dünyaya geçer gibi, gerçek ve sonsuz hayatına geçecek, bu hayatında görüntüsü daha net ve gerçek olacaktır. Aynı rüyasındaki daha bulanık görüntüden uyanıp daha net olan dünya hayatına geçiş yapan insan gibi. Ayetlerde tüm alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir: Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52) "Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 22) Peygamber Efendimiz (SAV) de bir hadis-i şeriflerinde "insanlar uykudadır, ölümle uyanırlar" (İmam Gazali, İslam Klasikleri 2, Bedir Yayınları, 18 sf. 36152) buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Gerçek olan ölümden sonraki hayattır. Dünya hayatı ise, aynı bir rüya gibi insana beynindeki küçücük bir noktada izlettirilen bir görüntü aleminden başka bir şey değildir. Bir insanın bu görüntüye aldanıp, gerçek ve sonsuz hayatını unutması, düşünmemesi ise büyük bir gaflet ve yanılgıdır. Allah'ın bir rüya gibi gösterdiği dünya hayatına kapılıp gidenler, ölümü gerçek ve tek yaşantılarının sonu zannedenler, ölümle birlikte içinde bulundukları bu gaflet uykusundan uyanacak, rüyalarından ayrılacaklar ve işte o zaman asıl gerçeği göreceklerdir. Çok kısa bir süre düşünen herkesin asıl hayatın ölünce başlayacağını kavrayacağını düşünüyorum. Önümüzde böyle büyük bir gerçek varken asıl hayatımız olan ahiret hayatımız için gayret göstermemiz gerekmez mi?
  4. Hatırlayacağınız gibi Danimarka’da 2005 yılında bir karikatür rezaleti yaşanmış, dünyanın her yerinde milyonlarca Müslüman bu rezalete tepki göstermişti. Yine İtalya’da Reform Bakani Roberto Calderoli, üzerinde bu karikatürlerin basılı olduğu tişörtle televizyona çıkmış ve çok büyük tepki almıştı. Ara ara yine bu aşağılık karikatürler gündeme Tüm dünyadaki Müslümanlar bu peygamberimize ithaf edilen karikatürleri gördüklerinde adeta çılgına dönüyorlar, sokaklara dökülüyor, isyan çıkarıyor, o ülkenin bayrağını yakıyor yine o ülkenin mallarını boykot ediyorlar. Peki bu tavır doğru mu? Her çizilen bu rezil karikatürlerin ardından sokağa mı dökülmek gerekir? Öncelikle biri çıkmış, eline kalemi kağıdı almış ve peygamberimizi çizdiğini iddia etmiş. Şimdi bu insan bu karikatürü çizince peygamberimizi mi çizmiş oluyor? Biz neden böyle bir insanı muhatap alalım? Neden bu insanın lafına ve yaptığına değer verip tepki gösterelim? İşte tüm dünyadaki Müslümanlar bu noktada yanılgıya düşüyorlar. Böyle son derece uygunsuz karikatürler yapıldığında Müslümanların tek yapacağı karşı tarafı görmezden gelmek ve hiç değer vermemektir. Zaten bu rezilliği yapanların amacı Müslümanları provoke etmek ve aşırı sinirlendirip sokaklara dökmektir. Böyle bir konu yokmuş gibi davranıldığında olay kendiliğinden kapanır, hatta bu akılsız ve aciz insanlar bir daha böyle aşağılık bir yöntemi denemezler, çünkü hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilirler. Zaten onların istediği Müslümanları taşkınlığa sürüklemek, onları manevi olarak rahatsız etmek, sinirlendirmek değil mi? Bir yaparlar, iki yaparlar, üçüncü de vazgeçip bırakırlar. Böylece basın da sürekli bu rezaleti gündemde tutamaz. Aksi taktirde Müslümanlar tepki gösterdiklerinde bu aşağılık karikatürleri ve tepkileri günlerce yayınlıyorlar. Peygamberimiz dünyanın gelmiş geçmiş en değerli, en muhterem, en nurlu insanıdır. Aklı sığ olan birkaç kişinin eline kalem alıp bir şeyler çizmesi peygamberimizin şanına hiçbir şekilde zarar veremez ancak bunu yapanı aşağılar ve küçültür. Dolayısıyla Müslümanlar bu çirkin oyuna gelmemeli, değersiz insanların yaptığı bu aşağılık hareketlerden yüz çevirmeli ve onları hiçbir şekilde muhatap kabul etmemelidir. (Kullandığım bütün uygun olmayan ifadelerden peygamberimizi tenzih ederim.)
  5. Cehennemdeki insanlara "Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?" (Müddesir Suresi, 42) diye sorulduğunda verdikleri ilk cevap ne oluyor biliyor musunuz? Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler. (Müddesir Suresi, 43) İnsanın dünyada ertelediği çok fazla şey varken, işlediği onca günah varken orada insan cehenneme atılma nedeni olarak ilk namaz kılmamasını dile getiriyor. İşte tek başına bu ayet namazın ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeterlidir. Allah Kuran’da tam 79 ayette namazdan bahseder. İnsanlara mutlaka namaz kılmalarını öğütler, namazın onları kötülüklerden arındıracağını bildirir. Günümüzde ise insanlar namazla ilgili bu kadara ayet olmasına karşın sürekli yüz çeviriyorlar. Kimi alayının kendisini gizliden gizliye kuşattığını bilmeden anlatılanları alayla dinliyor, kimi işlerinin çokluğundan yakınıyor, kimi hasta olduğu için eğilemediğini söyleyerek yalan söylüyor (gerçekten hasta olanları kastetmiyorum), kimi yaşlanınca yapacağını söyleyerek sürekli erteliyor. Şu bir gerçek ki insanlar Allah’a şükretmenin, O’nu yüceltmenin en güzel yollarından biri olan namaza çok üşeniyorlar. Asla sabahları sıcacık yataklarından kalkmak istemiyorlar. Gün ortasında işlerine ara vermek istemiyorlar, akşam televizyonun karşısında dizilerinin başından kalkmak istemiyorlar ve değil şükretmek Allah akıllarına bile gelmiyor. Oysa onlar Allah’ı unuturken ve şükretmezken O yine insanları sürekli yediriyor, içiriyor, her türlü nimeti önlerine seriyor, sağlık veriyor, imkân veriyor ama insan o kadar nankör ki başını eğip bir türlü yere koymuyor, bir türlü namaza yanaşmıyor, bin dereden su getiriyor, türlü türlü bahaneleri ard arada sıralıyor ama asla ve asla namaz kılmıyor. Çünkü büyükleniyor, orada başını yere koyarak Allah’ın karşısında aciz olduğunu kabullenmek istemiyor. Kendisine ait bir gücü olduğunu zannederek çok yanılıyor. Allah dilese o insanın gücünü hemen elinden alır ama Allah şefkatinden süre tanıdıkça tanıyor. Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. (Meryem Suresi, 59) Namaza kalkmaya üşenen aynı insan sırf zevki uğruna kalkıp başka bir şehre yemek yemeğe gidebiliyor, saatlerce aynı alışveriş merkezinde turluyor, arka arkaya birkaç diziyi hiç kalkmadan seyrediyor, saatlerce sıkılmadan boş muhabettler, maç sohbetleri yapıyor, sevdiği bir insanı görmek için kilometrelerce yol gidiyor, biraz para teklif etsen kalkıp çok uzak bir yere koşa koşa gidiyor ve bunların hiçbirine üşenmiyor. Ama kendisine durmaksızın nimetler veren, onu bir damla sudan yaratan, ona ailesini çoluğunu, çocuğunu bağışlayan Allah’ı görmezden gelip, O’nu hayatı boyunca unutup, namaz kılmayı hayatının sonuna kadar sürekli erteliyor. Şimdi burada biran olsun durup düşünün. Zalim olan kim, gerçekten azabı hak eden kim, sürekli bahanelerini ortaya sürüp hiçbir sözünü tutmayan kim, her türlü uyarıyı ve hatırlatmayı dinlemeyip yüz çeviren kim? İşte böyle bir insanın cehenneme atıldığında verdiği ilk cevap “biz namaz kılanlardan değildik” oluyor. Onlar, siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır. (Maide Suresi, 58) Bu konuyu yazmamın nedeni namaz ibadetinin insanın sonsuz hayatı için çok büyük önem taşımasıdır. Bu yazımı okuyan tek bir insanın düşünmesi ve namaza başlaması gerçekten çok değerlidir. Çünkü namaz bir insanın hayatını tahmin edemeyeceğiniz kadar değiştirir. Allah o insanı dost edinir, onun sürekli yanında olur, namazı kendisini kötülüklerden korur. Gününün bir saatini Allah’a ayırmayanlar ahirette tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır bir pişmanlık içinde olacaklar. Sakın o insanlar arasında olmayın. Allah’a olan şükrünüzü, sevginizi namazla gösterin. Unutmayın ki samimi bir Müslüman gününün bir saatini değil hayatının her anını Allah’a adamıştır, sürekli Allah’ı düşünür, sürekli O’nu yüceltir. Daha yataktan kalkar kalkmaz bütün gün Allah’ın hoşlanacağı işleri yapma peşindedir. Bir tarafta daha namaza üşenen bir insan varken diğer tarafta hayatının her anında Allah’ı yücelten bir insan vardır. Unutmayın ki Allah ahirette her insana yaptıklarının karşılığını tastamam ödeyecektir. Bu yüzden çok geç olmadan hangi tarafta olacağınıza mutlaka karar vermeniz gerekir… 'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum Suresi, 31)
  6. İnsanlar öldüklerinde neyle karşılaşacaklar, neler hissedecekler biliyor musunuz? Önce ölüp de dirilirken insanlar kendilerine ne olduğunu anlamayacaklar, sanki uykudan uyandığınızda hafif bir şuur kapanıklığı olur ya, işte aynı o şekilde, o an nerede olduklarını anlamayacaklar. Daha sonra birbirlerine şu soruyu soracaklar ve birinin onları uykudan uyandırdığını sanacaklar: Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52) O gün inkar eden insanlar son derece perişan olacaklar, çırılçıplak yerlerde sürünürken, büyük bir korku içinde uzaktan bir çağrıcının sesini işitecekler. Ve bu sesi işittikleri anda hep birlikte bu sese ve dikili bir şeye doğru hızla koşmaya başlayacaklar: Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün." (Kamer Suresi, 8) Kabirlerinden koşarcasına çıkarılacakları gün, sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler. (Mearic Suresi, 43) O gün insana “dünyada ne kadar kaldın” diye sorulacak ve onlar da çok az bir süre kaldıklarını söylecekler, çünkü dünya hayatı bir göz çarpması gibidir, 70-80 yıl adeta birkaç gün gibi geçer: Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." (Mü'minun Suresi, 113) Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz, " (Mü'minun Suresi, 114) O gün Allah’ın huzurunda duran her insanın eline dünyada yapıp ettiklerini tek tek ortaya döken bir kitap verilecek ve o zaman inkar eden insan bu gördükleri karşısında hayretler içinde kalacak. Nasıl olup da kendisinin çoktan unuttuğu ve kimsenin görmediğini düşündüğü günahlarını, dünyada bütün yapıp işlediklerini, söylediği her sözü, aklından geçen her düşünceyi bu kitabın saniyesi saniyesine sayıp döktüğüne inanamayacak: (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp herşeyi sayıp-döküyor?" Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi, 49) Kendi kitabının dışında o çok güvendiği bedeni de kendisine ihanet edecek, gözleri, elleri ve bedeni bütün işlediği günahları bir bir sayıp ortaya dökecek. Derileri dünyada nasıl sınır tanımadan günah işlediğini, nasıl Allah’ın hükümlerinden yüz çevirdiğini anlatacak: Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet Suresi, 20) Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz." (Fussilet Suresi, 21) Allah inkar eden insanı çok zorlu bir şekilde hesaba çekecek, insan her yediği nimeti ve neden şükretmediğini, Allah’ı nasıl inkar ettiğini, ayetleri nasıl görmezden geldiğini, ibadetleri neden yapmadığını, neden büyüklendiğini tek tek kahırla ve büyük bir sıkıntı ile anlatacak. Çünkü kendisini çok zorlu sonsuz bir ızdırabın beklediğini anlayacak, sonsuza kadar cehenneme atılacağını hissedecek. Kendisine yardım eli uzatacak kimsenin olmadığını bilecek. İşte o zaman bu insanın en çok istediği şey ne olacak biliyor musunuz? Ağzından neler dökülecek biliyor musunuz? “Ah keşke, keşke dünyaya bir kere daha dönebilsem” Bir kere daha dünyaya geri dönmeyi, kendisine son bir fırsat verilmesini her şeyden ama her şeyden çok isteyecek, fakat kendisine böyle bir fırsat asla verilmeyecek. Çünkü inkar edenler dünyadayken kendilerine yapılan çağrıların hiçbirini dinlememişler, Allah’ı ve ahireti inkar etmişlerdir. Şimdi azabı gördüklerinde geri dönmek istemeleri yalnızca kendi zalimliklerindendir. Ancak azabı görünce diz çöken bu insan sonsuza kadar cehennemde kalarak dünya hayatındaki umursuzluğunun ve zalimliğinin karşılığını alacaktır. Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 12) Her insan bu gerçeklerle mutlaka ama mutlaka karşılaşacaktır. Benim bütün bunları ayrıntılarıyla anlatmamın nedeni insanları bu çok zorlu güne karşı uyarmak ve hiç vakit kaybetmeden hak yola davet etmektir. Dünya hayatı o kadar kısadır ki her insan hiç beklemediği bir anda o çağrıcının sesini mutlaka işitecek ve ona doğru koşmaya başlayacaktır. Bugün aldığınız bir karar, hak yola dönmeniz ve iman etmeniz o gün Allah’ın huzuruna tam bir güvenle gelmenizi sağlayacaktır. İşte o zaman “Keşke dünyaya geri dönebilsem…” diyerek hayıflanan ve yalvaran insanlar arasında olmayacaksınız… -ALINTIDIR-
  7. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz gün Haiti’de meydana gelen 7 şiddetindeki depremde ölü sayısının 200 bine ulaştığı ve bu sayının 500 bini bulabileceği bildirildi. Bölgede arama kurtarma çalışmaları aralıksız sürerken, yaralılara müdahale eden doktorlar, içme suyu sıkıntısından yaralıların susuzluk nedeniyle ölebileceği uyarısında bulundu. Uluslararası Kızılhaç yetkilileri ise açık cesetler nedeniyle salgın hastalık çıkabileceğini açıkladı. Cesetlerin çoğu toplu mezarlara gömülüyor. Öncelikle bu çok büyük afet karşısında yapılması gereken tüm dünyanın süratle kargo uçaklarıyla bölgeye yardım ulaştırması, oradaki insanların bir an önce koruma altına alınmasıdır. Mağdur durumda kalan insanlara bir an önce yiyecek ve barınak sağlanmalıdır. Çünkü birkaç gün geç kalınması bile o insanların tam anlamıyla perişan olmalarına yol açar. Türkiye’nin bölgeye acil yardımda bulunması ve diğer ülkeleri de teşvik etmesi gerekir. Depremde ölenlerin arkasından üzülmek olmaz. Her zaman yazılarımda söylediğim gibi insanların bedenleri Allah’a aittir. Canlarını istediği zaman ve istediği şekilde alır. O yüzden inançlı insanlar olarak bize düşen Allah’ın hükmüne sabretmek ve mutlaka razı olmaktır. Üzülmek, yakınmak ve isyan etmek son derece yanlış olur. Allah kiminin canını selle, kiminin depremle, kiminin domuz gribi ile kimininkini de uykusunda sıcacık yatağında yatarken alır. Bazen küçücük bir virüsü vesile edip bir insanın hayatına son verir, bazen de hiç ummadığınız anda gelen bir kaza bir insanın ölümüne neden olur. Burada insanlar toplu ölüm olduğunu düşünüp çok yanlış bir inanca kapılmamalılar. Çünkü Allah canımızı tek tek alacak diye bir şey yok. Allah dilerse insanların canını toplu olarak da alır. Dünyadaki herkesin daha doğmadan önce kaderinde hangi gün ve hangi saatte öleceği belirlenmiştir. Biz bilmeyiz ama Allah bilir. Ve o an geldiğinde ister tek kişi olsun, ister binlerce kişi olsun o insanların canı alınır. Depremde ölen insanlar şehit hükmündedir. Bu yüzden arkalarından ağlamak inançlı insanlara yakışmaz. Eğer ölen insanlar inançlı iseler zaten gerçek yaşamları olan sonsuz cennete kavuşacaklardır. Burada yapmamız gereken her olay karşısında sabretmek ve hemen hiç beklemeden mağdur insanlara yardım eli uzatmaktır. Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34) -ALINTIDIR-
  8. HZ. MEHDİ (A.S.) TEMİZ VE HUZURLU BİR ÇEHREYE SAHİPTİR Tanınmış şair Ağa Seyyid Hasan, Hazretleri’nden (Hz. Mehdi (a.s.)’dan) söz etmiştir: “GÜZELLİĞİ TEMİZ YÜZÜNDEN YÜKSELİR, SABAH MELTEMİ HUZUR VEREN ÇEHRESİNDEN YAYILIR.”[Minanur Rahman, 2/237] HZ. MEHDİ (A.S.)'IN TENİ AÇIK RENK OLACAK VE PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)'DEKİYLE AYNI RENKTE İKİ BEN BULUNACAKTIR Ebu Cafer, İmam Muhammed Bekir (as) Hazretleri cetleri yoluyla, Ehli Beytin lideri, Hazretleri, Müminlerin Emiri (as)’in minberden söylediklerini nakletmiştir, “AHİR ZAMANDA SOYUMDAN BİR KİŞİ ÇIKACAK, AZ AL RENKLE KARIŞIK AÇIK TENLİ OLACAK, ... PEYGAMBERİN RENGİNDE İKİ ET BENİ BULUNACAK. O (HZ. MEHDİ (A.S.)) YÜKSELECEK.” (İmam Hz. Mehdi (a.s.)’nin Hayatı, Allame Bakır Şerif el- Kureyşi) HZ. MEHDİ (A.S.) GENİŞ YAPILI YANİ HEYBETLİ OLACAKTIR • “Mehdî bendendir. ALNI GENİŞ, ... (Ebû Dâvud. 4285) • Onun ALNI GENİŞ, burnu ise ince olacaktır.(Tırmizi, Büyük Hadis Külliyatı, Rudani 5.Cilt, sf. 365) • O, AÇIK ALINLI, küçük burunlu...(Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, "Kıyamet Alametleri" • Mehdi bendendir... AÇIK ALINLIDIR. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 21) • ... Ebu'l Carud der ki: İmam Muhammed Bakır aleyhisselam'a: "... İMAM (HZ. MEHDİ (A.S.)) NE İLE TANINIR?" diye arzedince şöyle buyurdu:"HİDAYET VE HEYBETİ İLE VE ALİ MUHAMMED'İN, ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)'NİN) FAZİLETLERİNİ İKRARI İLE." (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 284)
  9. HZ. MEHDİ (A.S.) HİÇBİR TARİKATA BAĞLI OLMAYACAK, ZUHUR ETMESİYLE TARİKATLERİN TÜMÜ ONA BİAT EDECEKTİR Ebu Said’den: Hasan b. Ali aleyhi’s-selâm ... şöyle buyurdu: “... YÜCE ALLAH ONUN VELADETİNİ (DOĞUMUNU) GİZLEYECEK VE ŞAHSINI SAKLAYACAKTIR. BÖYLECE O, ZUHUR ETTİĞİNDE KİMSENİN BİATI ONUN BOYNUNDA OLMAYACAKTIR... ONUN GAYBETİNDE ALLAH ONUN ÖMRÜNÜ UZATACAK, SONRA KENDİ KUDRETİ İLE ONU KIRK YAŞINDAN DAHA GENÇ GÖRÜNÜMLÜ OLARAK AŞİKÂR EDECEKTİR ve bu, Allah’ın her şeye kadir olduğunun bilinmesi içindir.” (Kemal-ud Din, c. 1, s. 315) Peygamberimiz (s.a.v.) hadis-i şerifinde Hz. Mehdi (a.s.)’ın doğumunun gizli olacağını yani kendisinin evde doğacağını bildirmiştir. Ayrıca Hz. Mehdi (a.s.) uzun bir dönem insanların gözünden uzak bir şekilde evinde yaşayacak, insanların arasına çıkmayacaktır. Hz. Mehdi (a.s.) hiçbir tarikata mensup olmayacak yani zuhur ettiğinde ne Nakşibendi, ne Kadiri ne de başka bir tarikatle bağlantısı olmayacaktır. Aksine tarikatlerin tamamı ona bağlanacak ve Hz. Mehdi (a.s.) bütün tarikatlerin üstünde olacaktır. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Mehdi (a.s.)’ın uzun ömürlü olacağını ve kendisi daha yaşlı olmasına rağmen Allah'ın onu 40 yaşından daha genç görünümlü olarak zuhur ettireceğini de bildirmiştir.
  10. HZ. MEHDİ (A.S.) HZ. İSA (A.S.)'IN DA İMAMI OLACAKTIR Resulullah (sav) Efendimiz Saadetle şöyle buyurmuşlardır: “Daima ümmetimden bir cemaat kıyamet’e kadar hakkı yükseltmek için fikri mücadele yapacak, MERYEM OĞLU İSA (AS) YERYÜZÜNE İNECEK. EMİRLERİ (HZ. MEHDİ (A.S.)), ONA (HZ. İSA (A.S.)’A) “BİZE NAMAZ KILDIR” DEDİKLERİ ZAMAN, HAYIR DİYECEK ... VE “İMAM-I MEHDİ’Yİ” İMAMETE GEÇİRİR” (Sahih-i Müslim, c. 1, s. 209) HZ. MEHDİ (A.S.) PEYGAMBERLERİN NİŞANELERİYLE ÇIKACAKTIR Salih b. Ukbe’den, o babasından, o da İmam Muhammed Bâkır’dan, o ise babalarından nakleder ki, Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle buyurdu: “Mehdi benim evlatlarımdandır, ONUN GAYBET DÖNEMİ OLACAKTIR. BU DÖNEMDE ÜMMETTEN BİRÇOĞU DELALETE DÜŞECEKTİR. O, PEYGAMBERLERİN NİŞANELERİYLE (alamet, işaret) GELECEK,... (Kemal-ud Din, c. 1, s. 287 ve Bihar-ul Envar, c. 51, s. 72) Hz. Mehdi (a.s.)’ın gaybet döneminde yani insanların arasında olmadığı, tanınıp bilinmediği, hapis - sürgün, iftira, işkence ve zulüm gördüğü dönemlerinde birçok münafık çıkacaktır. Bu kişiler Hz. Mehdi (a.s.) ve talebelerinin gördüğü kötü muamele ve İslam ahlakının hakim olmamasından kaynaklanan zor şartlar nedeniyle delalete düşeceklerdir. Ancak Hz. Mehdi (a.s.) Allah'ın kendisi için belirlediği zaman geldiğinde peygamberlerden günümüze gelmiş olan çeşitli nişanelerle zuhur edecektir. Bu nişanelerden biri de Hz. Mehdi (a.s.)’ın Peygamberimiz (s.a.v.)’in Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan Hırka-ı Şerifi ve Sancak-ı Şerif’idir. Hz. Mehdi Gelmeyecek Deseler de O Bir Yıldız Gibi Zuhur Edecek: Safvan b. Mihran-ı Cemmal’dan: İmam Cafer-i Sadık aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “Allah’a andolsun ki Mehdiniz aranızdan gaybete çekildiğinde, İÇİNİZDEN BAZI CAHİLLER DİYECEK Kİ: ALLAH’IN ÂL-İ MUHAMMED’E (HZ. MEHDİ (A.S.)’A) İHTİYACI YOKTUR. SONRA O, YERYÜZÜNE PARLAK YILDIZ GİBİ DÖNECEK ve yeri zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi, adalet ve eşitlikle dolduracaktır.” (Kemal-ud Din, c. 2, s. 341) Hz. Mehdi Ledün İlmi Gibi Özel Bir İlme Sahip Olacak: Abdullah sordu: Öyleyse gaybeti ardındaki hikmet nedir? İmam cevap verdi: “... Hikmetinin nedeni, Hızır Peygamber Hazretleri’nin gemiye hasar vermesi, çocuğun öldürülmesi ve duvarın inşa edilmesi sırasında yaptığı işlerin ardındaki hikmetler gibi, ortaya çıkmasının ardından anlaşılacaktır. Hazreti Musa (as) Hazretlerine onunla yolları ayrılana dek aşikar olmamıştır. Ey Fazl’ın oğlu! Bu Allah’ın bir işidir ve gaybetin sırrı ve hikmeti, Allah’ın sırlarından ve hikmetlerinden biridir. ALLAH’IN EN ÜSTÜN AKIL SAHİBİ OLDUĞUNA İMANIMIZ OLDUĞU GİBİ, O’NUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’IN) TÜM İŞLERİNİN DE HİKMETLİ OLDUĞUNDAN KESİNLİKLE EMİN OLMALIYIZ. DETAYINDA GİZLENEN HİKMETİN FARKINDA OLMASAK BİLE BÖYLE YAPMALIYIZ.” [Molla Bakır Meclisi, Cila-ul-Uyun, 3/157]
  11. HZ. MEHDİ (A.S.) ZAMANINDA SAÇI TIRAŞLI BAZI SAHTE ALİMLER ORTAYA ÇIKACAK, DİN HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARIYLA İSLAM AHLAKINDAN SAPACAKLARDIR Hz. Ali (r.a.) dan: Ahir zamanda öyle bir kavim meydana çıkacak ki KURAN OKUYACAKLAR FAKAT BOĞAZLARINDAN AŞAĞIYA GEÇMEYECEK. DİNDEN OKUN YAYDAN ÇIKMASI GİBİ ÇIKACAKLAR. ONLARLA MÜCADELE ETMEK HER BİR MÜSLÜMAN İÇİN BİR HAKTIR GÖRÜNÜMLERİNDE SAÇLARI TIRAŞLIDIR. Hadislerle Hz. Ali, İmam Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmed Bin Şuayb, sf. 142 Peygamberimiz (s.a.v.) hadislerinde Hz. Mehdi (a.s.) zamanında yani ahir zamanda yaşayacak bazı sözde din alimlerine dikkat çekmiştir. Söz konusu hadislerden biri de Hz. Ali (r.a.)’dan rivayet edilmiştir. Bu hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.), söz konusu kişilerin Arapça’yı kaideli ve şeddeli konuşmaları, Kuran’ı tecvidli okumaları ile övünen ancak dinin hükümlerini uygulamaya, Kuran’ın ayetlerini doğru anlayıp yaşamaya geldiğinde bu konuda son derece samimiyetsiz bir yol benimseyen kişiler olduklarını ifade etmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) bu kişilerin durumlarını “... Kuran’ı okuyacaklar fakat boğazlarından aşağıya geçmeyecek...” şeklinde ifade etmiştir. Söz konusu sahte din alimleri yaptıkları işler ve söyledikleri sözlerle fark etmeden Kuran’ın hak yolundan tamamen çıkacaklardır. Bu kişiler İslam’ın hakimiyetinden bahsedemeyecekler, Müslümanların şevklerini gayretlerini kırma amacında olacaklardır. Samimi Müslümanlara has Allah’tan ümitvar olan ve teslimiyetli ruhtan uzaklaşacaklar ve olaylara cahiliye insanına ait yüzeysel bir gözle bakacaklardır. Söyledikleri sözler Kuran’la, İslam ahlakıyla çelişecektir. Gerçek müslümanlar bir taraftan Allah’ı ve dini inkar edenlerle fikri bir mücadele içindeyken bir yandan da din ahlakının hakimiyetini gizlemeye ve müslümanlar arasında fitne fesat çıkmasına çalışan bu zihniyetteki insanlarla bir mücadele içinde olacaklardır. Peygamberimiz (s.a.v.) hadisinde bu kişilerle fikri bir mücadelede bulunmayı her müslümanın görevi olarak bildirmiştir. Bir de ahir zamanda bu kişilerin müslümanlarca tanınması için Peygamberimiz (s.a.v.) onların saç şekilleriyle ilgili bir bilgi de vermiştir.
  12. Bugün yine sizlerle tüm dünyaya barış, huzur ve güvenlik getirecek olan kutlu şahıs Hz. Mehdi ile ilgili detayları bildirmek istiyorum. Bu hadisleri bilmek Hz. Mehdi’yi daha iyi tanımaya vesile olacaktır. Yazılarımda bildirdiğim gibi dünyanın ömrü iyice kısalmıştır, peygamberimizin hadislerine göre kıyamet 2120 yılında kopacaktır. Fakat kıyametten önce Hz. Mehdi ve Hz. İsa birlikte tüm dünyayı İslam’a döndüreceklerdir. Şimdi Hz. Mehdi ile ilgili detay bildirilen hadislere bakalım: HZ. MEHDİ (A.S.)'A ÇOK AZ SAYIDA İNSAN TABİ OLACAKTIR Hasan b. Salih-i Bezzaz’dan: Hasan b. Ali Askeri aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “DOĞRUSU BENİM OĞLUM, BENDEN SONRAKİ KAİM (HZ. MEHDİ (A.S.)(DIR)) DİR. UZUN ÖMÜRLÜLÜKTE VE GAYBETTE PEYGAMBERLERİN SÜNNETİ ONDA (HZ. MEHDİ (A.S.)’DA) VUKU BULACAKTIR. BU SÜRE ÇOK UZADI DİYE BAZI KALPLER TAŞ GİBİ SERTLEŞECEKTİR. ALLAH’IN KALBİNE İMAN YAZDIĞI VE RAHMETİYLE DESTEKLEDİĞİ KİMSELER DIŞINDA ONA (HZ. MEHDİ (A.S.)’A) İNANAN KALMAYACAKTIR.” (Kemal-ud Din, s. 526 ve Bihar-ul Envar, c. 51, s. 224) Hz. Mehdi (a.s.), peygamberlerde olduğu gibi uzun ve çile dolu bir ömür sürecektir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın gaybet dönemi olacak hatta bu gaybet döneminin uzun olması yani Hz. Mehdi (a.s.)’ın insanlar tarafından tanınmasının; zuhurunun bazı kişilerin zannettiğinden daha uzun sürmesi imanı zayıf bazı kişilerin kalplerinin katılaşmasına neden olacaktır. Bu nedenle Hz. Mehdi (a.s.)’a inananlar 313 gibi çok az bir sayıda kalacaktır. Bu kişiler Allah'ın kalplerine özel olarak iman yazdığı, çok samimi insanlar olacaktır.
  13. ahmetsecer şurada bir başlık gönderdi: Webmasterlar Tartışıyor
    Kuran'dan Sırlar Kuran'dan Sırların açıklandığı çok güzel bir site, mutlaka ziyaret edin.
  14. Düşünen Çocuklar İçin http://www.dusunencocuklar.com/ Çocuklar, sizin için hazırlanmış olan bu sitede Allah'ın yarattığı harika canlılardan örneklere yer verdik. Amacımız, bu canlılardaki şaşırtıcı özellikleri ve akıllı bazı davranışları anlatarak bütün bunların kendiliğinden var olamayacağını, hepsini yaratanın Allah olduğunu bir kere daha anlamanızı sağlamaktır.
  15. İnsanlar Allah’ın huzurunda nasıl hesap vereceklerini hiç düşünmüyorlar. Hesap günü nasıl olacak, nasıl Allah’ın huzuruna yapayalnız gelecek, yanında hiçbir dostu, yakını olmayacak, tek başına Allah’ın huzurunda boyun eğmiş bir halde duracak. Peki Allah hesap günü insanlara neyi soracak, onları nasıl hesaba çekecek? Dünyada yaptığı her şey ortaya dökülecek mi, yoksa bunları bir bir kendisi mi anlatacak? Allah’ın sorduğu tüm soruları kendi ağzıyla mı cevaplayacak? İşte insan dünyada yaşarken kendisi için hayatındaki en önemli anı bir kere olsun düşünmüyor, düşünmediği için de tamamen şuursuz bir şekilde, her yaptığının bir karşılığı olduğunu bilmeden yıllarını geçirip gidiyor ve kaderinde belirlenmiş o an gelip öldüğünde hiç bekletilmeden Allah’ın huzuruna hesap vermek üzere getiriliyor. Her şeyden önce Allah insanlara karşı son derece merhametli ve şefkatlidir. Onlara Kuran’ı indirerek her detayı, nasıl sorguya çekileceklerini, cenneti, cehennemi tüm detaylarıyla ve yüzlerce ayetle açıklamıştır. Dolayısıyla insan Allah’ın huzuruna geldiğinde “ben bunların hiçbirini bilmiyordum” diyemez. Allah insanları hesap gününde dünyada kendilerine verdiği her nimetten bir bir sorguya çekeceğini “Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz. (Tekasür Suresi, 8) diyerek bildirmiştir. Peki her nimet ne demek biliyor musunuz? Dünyada size verilen her şey demek. Ahiret gününde insanlar dünyada yedikleri içtikleri her yiyecekten, her meyveden, evindeki buzdolabından, arabasından, kullandığı kalemden, içtiği sudan, yattığı yataktan, kullandığı gözlükten, giydiği gömlekten kısaca her şeyden, her detaydan sorulacak. Çünkü Allah bütün bunları insanlar için çok güzel, tüm detayları ile insanlar için yaratıyor. Topraktan bir mucize olarak çıkardığı meyveleri tam insanın ihtiyacına göre sulu, tadı nefis, kokusu mükemmel olarak yaratıyor. Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı biz miyiz? (Vakıa Suresi, 59) diyerek Allah bütün bu detayları kendisinin yarattığını bildiriyor. Burada Allah bütün bu nimetleri bir emekle yaratır, tabii ki Allah’ın yaratma için emeğe ihtiyacı yoktur ama insanların anlaması için bu şekilde ifade ediyorum. Bütün nimetleri Allah insanlar için tek tek, hem de her gün, hiç kesinti olmadan yaratmaktadır. Allah dilemese insan tek bir damla su bile bulamaz, isterse her yolu denesin, tüm imkânlarını ortaya sersin, bir damla suyu elde edemez. Bütün bu nimetler dışında insan her sabah yatağından kalktığında da tam sağlıklı bir şekilde yaratılır, gözleri görür, kulakları duyar, kalbi tüm gece hiç durmaksızın atmıştır. Tüm gece nefes alıp vermiştir, ama bunun farkında bile değildir. Peki o uyurken kalbinin atmasını sağlayan kimdir, ona nefes alıp verdiren kimdir? Onu uyutan, dinlenerek yatağından kalkmasını sağlayan kimdir? Mesela insan kalkar kalmaz yatağından yürümeye başlar. Peki onun bu adımları atmasına izin veren kimdir? İşte insanlar bütün bunları tek tek yapanın Allah olduğunu hiç düşünmezler. Oysa insanın bunlara sürekli şükretmesi, kendisine verilen her nimetin Allah’tan olduğunu bilmesi gerekir: De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23) İşte ahirette Allah’ın huzuruna yapayalnız gelen insanlar dünyadaki bütün bu detayların, kendilerine verilen nimetlerin tek tek hesabını verecekler. Mesela bir muz düşünün, Allah bu meyveyi topraktan harika kokusuyla, nefis tadıyla yaratıyor. Eğer insan dünyada bu nimeti Allah’ı düşünmeden, şükretmeden yiyorsa bunun hesabını verecek, mesela Allah kendisine verdiği gözlerin hesabını soracak. Orada “dışarıda hiç ışık yokken sen beyninin içinde apaydınlık bir görüntü görüyordun, bu nasıl yaratılıyordu” diye sorulduğunda insan “bilmiyorum, hiç düşünmemişim” diyemez. Orada “Allah’ım hepsini sen yarattın diyecek” Mesela her sabah suyu açtığınızda su o an yaratılır, peki nerden geliyor bu su? Tabii ki bütün detaylarıyla Allah tarafından yaratılıyor. Sadece bir sebep olarak size musluğu açıyormuşsunuz gibi gösteriliyor. İşte insan bütün bu milyarlarca detaydan sorulacak, hepsi için teker teker hesap verecek. Allah “17 Şubat Cuma saat 13:00’da yemek yiyordun, ama Allah aklına gelmiyordu, hiç şükretmiyordun” diye soracak. Daha önce yazdığım yazılarda söylemiştim, dünyada yaptığımız her iş, aklımızdan geçen her düşünce saniyesi saniyesine saklanmıştır, Allah hiçbir detayı unutulmaz. O yüzden insanlar Allah’ın huzurunda şöyle diyorlar: (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp herşeyi sayıp-döküyor?" Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi, 49) İşte bütün bunlara cevap veremeyen insan orada asıl kendisinin zalim olduğunu, Allah’ın çok esirgeyen ve bağışlayan olduğunu kabul edecek. Eğer Allah bu insanı dünya hayatını gaflet içinde geçirdiğinden, Kuran’ı hiç okumadığından, ibadetlerini yapmadığından, şükretmediğinden ve Allah’tan tamamen habersiz olduğundan cehenneme atıyorsa bunu tam anlamıyla hak etmiş olacak. Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı seri görendir. (Mü'min Suresi, 17) Mümin ise hayatının her anında şükreder, güzel bir çocuğun yüzünü görür, güzel bir meyvenin tadını alır, güzel bir çiçeğin kokusunu alır, hemen Allah aklına gelir, hemen şükreder. Sabah yataktan kalkar kalmaz Allah onu şuurlu ve mümin olarak yarattığı, ona görebilecek göz, duyabilecek kulak verdiği için, hayatındaki bütün nimetler için sürekli şükreder. Gün içinde kalbi sürekli Allah ile birlikte olduğundan her gördüğü detayda Allah aklına gelir. İçi hep coşkuyla ve Allah sevgisi ile dolu olduğundan hep Allah’ı anar, her nimete şükreder. Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205) Allah yarattığı milyarlarca insanı huzurunda toplayıp hepsini tek tek hesaba çekecek. Allah bu hesabın çok çabuk olacağını ayetinde şöyle bildiriyor: Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı seri görendir. (Mü'min Suresi, 17) Allah insanları o kadar hızlı hesaba çekecek ki en son hesaba çekilen en önce kendisinin hesap vereceğini sanacak. İşte Müslüman hesap gününe güvenle gelecek, tüm dünyada yaptıklarından, şükründen, Allah için yaşadığından emin olarak gelecek ve çok kolay hesap verecek. İnkar edende kalbi yerinden sökülürcesine korkuyla, dehşete kapılmış bir şekilde, diz çökerek Allah’ın huzuruna gelecek, dünyada kendisine verilen tüm nimetlerden sorguya çekilecek ve tüm hayatı boyunca kendisine durmadan nimet veren Allah’ı nasıl unuttuğunun, nasıl şükretmediğinin hesabını verecektir. Kendisi yaptıklarını anlatmadığında kendi bedeni kendi aleyhine şahitlik edecektir. Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet Suresi, 20) Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz." (Fussilet Suresi, 21)
  16. Dün okuduğum bir blog yazarı kızının her şeyine karıştığını, ona birçok yasaklar getirdiğini yazıyordu. Bu yazı üzerine düşüncelerimi yazmaya karar verdim. Neden çocuğunun her şeyine karışıyor ve yasak getiriyor biliyor musunuz? Müthiş bir koruma içgüdüsü var da ondan. Bir anne ve bir baba evladı için her şeyi yapabilir. Aklınıza gelen her türlü fedakârlığı yapar. Yemeyip yedirir, içmeyip içirir. Çok büyük çaba sarfedip, en ağır işlerde çalışıp çocuklarını en iyi okullarda okutmak için uğraşırlar. Bir yangın olsa çocuğunu kurtarmak için bir dakika bile düşünecek anne ve baba tanımıyorum. Bir evladın hayatını kurtarmak dünyada her şeyin ama her şeyin önüne geçer. Peki aynı anne ve baba ahirete gittiklerinde yine evlatları için kendilerini ateşe atarlar mı? Evlatlarını korumak için aynı fedakârlığı gösterirler mi? Bir baba Allah’ın huzurunda durduğunda evladını kurtarmak için sonsuz ahiret hayatını feda eder mi? İşte bu konu gerçekten çok önemli. Çünkü insanlar bazı konularda çok yanılıyorlar, dünyada birbirini kollayan, arka çıkan, gerekirse canını veren anne ve baba ahirette sadece kendilerini kurtarma telaşına düşüyor. Orada insanlar Allah’ın huzurunda durduklarında aile, anne, baba ve çocuk kavramı hiçbir şekilde kalmıyor. Allah ayetinde bu gerçeği şöyle bildiriyor: Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33) Dünyada evladını kurtarmak için hiç düşünmeden kendini ateşe atan bir baba orada sonsuza kadar sürecek azaptan kurtulmak için her şeyini feda etmek, dünyada sahip olduğu tüm mallarını, mülklerini, eşini, evlatlarını vermek isteyecektir. Bu gerçek ayetlerde şöyle bildirilir: Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: (Mearic Suresi, 11-15) Bir annenin ve babanın ahirette bütün mallarını, evlatlarını vererek kurtulmak istemesinin nedeni çok zorlu bir azabın kendisini beklemesidir. Cehenneme gireceğini anlayan bir insan bu çok şiddetli ateşten kurtulmak için her şeyini hiç düşünmeden verir. Allah ayetlerle insanlara ahirette malların ve evlatların değerini yitireceğini hatırlatır. Allah zaten bu gerçekleri Kuran’da birçok ayetle açıklamıştır. Ama insan hayatı boyunca kendisine indirilen Kuran’ı okumazsa bu kesin olarak karşılaşacağı gerçeklerden de habersiz olur. Allah dünyada insanlara bu evlatları, eşleri, malları, mülkleri şükretmeleri ve iman etmeleri için vermiştir. Gerçek sevgi daima Allah’a yöneltilmelidir. İnsanın bunları kendisine verenin Allah olduğunu mutlaka bilmesi gerekir. Fakat insan zalim olduğundan dünya hayatında evlatlarının yaratanın Allah olduğunu unutur, Allah’a iman etmez, ahireti tamamen unutur, kendisine verilenlerle alabildiğine şımarır ve büyüklenir. Ama sonunda Allah’ın huzuruna geldiğinde bütün bunlardan anında vazgeçecek, Allah’ın huzurunda diz çökecek ve kurtulmak için çırpınacaktır. Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah) Sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Mümtehine Suresi, 3) Fakat 'kulakları patlatırcasına olan o gürleme' geldiği zaman, Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından, Eşinden ve çocuklarından, (Abese Suresi, 33-36) Açıkça gördüğünüz gibi bir anne ve baba dünyada evlatları için her fedakarlığı yaparken, gerekirse aç kalırken, gerekirse kendini ateşe atarken ahirette bunun tam tersini yaparlar. Ahirette bu duruma düşmemek için her insanın Allah’a iman etmesi, ahiret hayatının kesin gerçek olduğunu bilmesi, evladını da mutlaka imanlı yetiştirmesi gerekir. Çünkü bir evlada verilecek en büyük nimet onu imanlı ve Allah inancıyla, ahiret inancıyla yetiştirmektir. Bir evladın da ailesine yapacağı en büyük iyilik budur. Evlatta eğer anne ve babası iman etmiyorsa onları Allah’a iman etmeye çağırmalıdır. Aksi taktirde dünyada birbirine arka çıkan baba ve oğul, anne ve çocuklar ahirette mutlaka birbirlerinden yüz çevirecekler, azaptan kurtulmak için kendi ailelerini vermeyi teklif edeceklerdir. Bu gerçekleri anlatmamın nedeni bu olayların mutlaka ama mutlaka yaşanacak olmasıdır. Bu gerçekleri anlatmamak demek insanların ahiretteki bu sonsuz azaba hazırlıksız yakalanmaları demektir. Halbuki insanların bu gerçekleri bilmesi, Allah’a iman ederek yaşamaları onlara sonsuza kadar evlatlarıyla birlikte, nimetlerle dolu cenneti kazandırır. Kişi hem kendini kurtarırken hem eşini, hem de evlatlarını sonsuz ateşin içinden kurtarır. Ama iman etmezse, çocuklarını da imansız yetiştirirse hem kendini, hem de tüm ailesini sonsuza kadar çıkmamak üzere kendisiyle birlikte uçuruma sürükler.
  17. Bazı evanjelik Hristiyanlar, bazı masonik odaklar tarafından çok yanlış yönlendirildiler. Hz. Mehdi’nin gelip dünya nüfusunun üçte birini katledeceğini, tam 2 milyar 335 milyon insanın yok edileceğini söyleyerek onları kandırdılar. Bazı Musevilerde yine aynı dönemde hem Hıristiyanların hem de Musevilerin katledileceğine inanıyorlar. Bu yüzden hem Hristiyanlar hem Museviler Hz Mehdi’yi durdurmak için yoğum bir çaba göstermeye başladılar. Amerika’nın hem Irak’a hem de Afganistan’a saldırmasının arka planında Hz. Mehdi’yi arayıp bulma ve yok etme çabaları vardır. Son derece yanlış yönlendirilen Evanjelikler, masonların uyguladıkları kusursuz planlar sayesinde etrafı kan gölüne çevirmişlerdir. Şu anda dünyada Müslüman, Yahudi, Evanjelik ve Hıristiyan masonların en büyük tedirginliği Hz. Mehdi’nin çıkması ve Hz. İsa’nın geri dönmesidir. Ortadoğu’da yapılan yoğun faaliyetlerin, yoğun savaşların kökeninde de bu vardır. Masonlar sürekli bu konuda istihbarat toplarlar, sürekli bilgi alırlar. Bölgede en ufak bir hareket olduğunda bilmek isterler. Halbuki Hz. Mehdi asla yenilemeyecek bir insandır. Çünkü kaderinde yenilmek yoktur. Fakat masonlar bunu akledemezler. Allah’ın Hz. Mehdi’yi koruyacağını kavrayamazlar. Masonların Hz. Mehdi’nin çıkışını ve Hz. İsa’nın yeryüzüne inişini engellemeleri mümkün değildir. Masonlar Hristiyanları ve Musevileri Hz. Mehdi’ye ve Müslümanlara karşı sürekli kışkırtıyorlar. Hz. Mehdi’nin Müslümanların başına geçip bütün dünyayı kana bulayacağını söylüyorlar. Deccal Hıristiyanları Hz. İsa'nın gelişine kadar, dünyada bir savaş, kargaşa ve anarşi ortamı olması gerektiğine inandırmaya çalışıyor. Irak savaşının da, oluşmasını bekledikleri bu kıyamet alametlerinde anahtar bir rol üstlendiği fikrini benimsetiyor. Etkisi altına aldığı insanlara, Mesih'in gelişinden önce barışı vaaz etmenin sözde bir delalet, kutsal kitapların sözüne karşı gelmek ve hatta Deccallik olacağına inandırıp, bu yolla Ortadoğu'da gerilimin düşürülmemesi gerektiğine ikna ediyor (Evanjelizm Beyaz Saray'ın Gizli Dini, İsmail Vural, s. 23 (Grace Hallsell, Prophecy and Politics: Militant Evangelists on the Road to Nuclear War)) Bu doğrultuda savaş karşıtı ülkeleri ve barış hareketlerini Deccal hareketi olarak göstermekte, Mesih gelene kadar asla barış olmaması için bölgedeki savaş ortamının mutlaka sürmesini sağlamayı amaçlıyorlar. Halbuki Hz.Mehdi masonların kışkırtarak Hıristiyanları ve Musevileri korkuttuğu gibi geldiğinde asla kan akıtmayacak, Hz. İsa ile birlikte tüm dünyaya barış ve huzur getirecektir. Bu hadislerle şöyle bildirilir: İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)'nin çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (a.s.)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta asrı saadet devrine geri döner. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48) Hz. Mehdi (as), Peygamber (sav)’in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 163) (Hz. Mehdi (a.s.)) Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 44) Ona (Hz. Mehdi (as)'ye) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24) Bu (Emir) de (Hz. Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348) Hz. Mehdi geldiğinde masonların gizli planları tamamen bozulacak, Masonların ve onların destekçisi haline getirilmiş olan bir kısım Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin kan ve vahşet beklentileri boşa çıkacaktır. Gerçek Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler ittifak ederek tüm dünyaya sevgi, barış, huzur getireceklerdir. Dünya çapında yaşanan büyük zulüm, savaşlar ve katliamlar sona erecektir. Konuyla ilgili kapsamlı bilgi edinmek için aşağıda tavsiye ettiğim siteyi ziyaret etmenizi öneririm. Önemli Not: Benim burada anlattığım, dünya çapında kan dökmek üzere Hıristiyanları, Musevileri ve Evanjelikleri yönlendirenler 33. derecede Masonlarla ateist Siyonistlerdir. Bunlar bütün bu savaş kararlarını, bütün bu katliam kararlarını birlikte alırlar. Ateist-Siyonistlerin ve masonların birlikte kurdukları gizli bir dünya devleti var ve bu dünya çapında biliniyor. Bu çok gizli oluşum hakkında yurt dışında sürekli kitaplar yazılıyor. Bu yüzden burada da konuşulmamasının, saklanmasının hiçbir anlamı yok. Bu üst düzey masonların ateist Siyonistlerle aldıkları kanlı savaş kararlarını düşük dereceli Masonlar bilemezler, dünya çapında kötülüğü nasıl organize ettiklerinden haberleri yoktur. Asıl Alman locaları ve özellikle Fransız locaları çok güçlüdür. Bu yüzden benim burada kastettiğim düşük dereceli hiçbirşeyden haberi olmayan Masonlar değildir. Bu konunun da bilinmesi gerektiği kanaatindeyim.
  18. Osmanlı hükümdarları Kabe için ''Hádimu'l-Haremeyn-i Şerifeyn", "Mekke ile Medine'nin hizmetkarı'' unvanını kullanıyorlardı ve bu şehri canları pahasına korudular. Peki Mekke şehir içinde yer alan bütün Müslümanların ortak kıblesi olan Mescid-i Haram ve onun içinde bulunan Kâbe’nin son halini gördünüz mü? Tüm Müslümanlar için kutsal olan Kabe’yi ve çevresini Araplar tamamen beton yığını haline getirmişler, dev gökdelenleri neredeyse Kabe’nin içlerine kadar sokmuşlar. Allah ayetlerde Kâbe-i Muazzama ve etrafında yer alan Mescid-i Haram için “Kendi evi” ifadesini kullanmıştır. Bu kutsal mekan her yıl dünyanın pek çok ülkesinden Müslüman tarafından ziyaret edilir. İslamiyetten önce Roma ve Bizans İmparatorları, Acem ve Habeş Kralları Mekke’yi topraklarına katmaya çalıştılar ama şehri hiçbir şekilde ele geçiremediler. Çünkü Kabe Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından inşa edilmesinden itibaren Allah tarafından korunmuştur. “Hani Evi insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim’in makamını namaz yeri edinin”, İbrahim ve İsmail’e de, “Evimi, tavaf edenler, itikâfa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin” diye ahid verdik.“ (Bakara Suresi, 125) Osmanlı devlet adamları 600 yıllık ömürlerinin sonuna kadar Mekke ve Medine’nin hizmetkârı olmuşlar, kendilerine verilen bu kutsal görevi en mükemmel şekilde yerine getirmişler. Fakat şimdi Suudi Arabistan hükümetinin idaresi olan bu topraklarda, İslam dünyasının tümüne yol gösterecek ciddi bir otoritenin eksikliği hissediliyor. Kutsal beldeler peygamberlerimizin dolaştıkları kutsal topraklar, namaz kıldıkları mekanlar tek tek yok ediliyor ve yerlerine gökdelenler dikiliyor! Tüm Müslümanlar tarafından kutsal olan bu mekanlar turistik bir belde haline getirilmeye çalışılıp, Kabe’nin çevresini otellerle, işyerleriyle, yüksek binalarla adeta bir beton yığınına dönüştürülüyor. Bunun sonucunda Kabe bu gökdelenlerin arasında adeta görülemeyecek kadar küçük ve dar bir alana sıkıştırılıyor. Kabe’nin çevresinin tamamen açılması, şehrin çok uzağa taşınması, çevredeki bütün bu beton yığının biran önce kaldırılması gerekiyor. Kabe’nin çevresinin tam anlamıyla betonlaştırılmasına bir an önce son verilmeli. Türkiye’nin de bu kutsal mekanların korunmasında söz sahibi olması gerekir. Türkiye, Osmanlı'dan gelen miras gereği, İslam dünyasının manevi lideri sayılır, bu yüzden Kabe’nin yüksek gökdelenler arasına sıkıştırılmamasına kesinlikle izin verilmemelidir. Peygamberlerimizin ayak bastığı, namaz kıldığı bu kutsal beldedeki toprakların bu şekilde harap edilmesine göz yumulmamalıdır. Peygamberlerin bu topraklarda namaz kıldıkları yerler tüm Müslümanlar için kutsal sayılır, bu namaz kılınan yere camiler inşa edilmelidir. Kabe ve çevresi turistik bir mekan değil tüm dünyadaki Müslümanların Hac ibadetini yapmak üzere toplandıkları kutsal topraklardır. Bu konuda Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı mirası gereğince elinden geleni yapması, Kabe’nin korunması için bir komisyon kurulmasına öncülük etmesi, kutsal mekanların beton yığınına dönüştürülmemesi için mutlaka çaba göstermesi gerekir.
  19. Sürekli yazdığım yazılarda dışarıda gördüğümüz insanların, hayvanların, olayların, arabaların, işyerlerinin, kokladığımız, dokunduğumuz, tattığımız, dinlediğimiz her şeyin beynimizin içinde oluşan görüntü ve hislerden ibaret olduğunu yazıyorum. Bu anlattığım gerçekten çok hayati bir konu, bu konuyu çok net anlayan bir insan dışarıda maddenin olmadığını, sadece beyninde oluşan görüntüleri seyrettiğinin farkına varacaktır. Dışarıda ışık yoktur, dışarısı tamamen karanlıktır. Dışarıda ses yoktur, tamamen sessizdir. Ayrıca dışarıda renk de yoktur. Ama biz tamamen kapalı beynimizin içinde apaydınlık ve rengarenk bir dünyayı seyrediyor ve duyuyoruz. Şimdi burada ne kadar olağanüstü bir şeyin beynimizde yaratıldığını görebiliyor musunuz? Bizler aldığımız telkinle hep bedenimizin dışındaki bir kumaşa dokunduğumuzu, bizden 25 cm uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki çiçeklerin kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki kuşları gördüğümüzü, kulaklıktan gelen bir müziği duyduğumuzu zannediyoruz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylar. Kitabın görüntüsünden, müziğin sesine kadar her şey kapkaranlık beynimizin içinde meydana geliyor. Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşıyoruz: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bütün bu görüntüleri algılayan ruhtur. Yani gören gözlerimiz değildir, görüntü beynimizin içinde oluşur ve bunu ruhumuz algılar. Maddenin var olmadığını bilmek insanın hayata bakışını tamamen değiştirir. Artık o insan lüks arabasının, yüzlerce insanın çalıştığı şirketinin, bankadaki paralarının, ailesinin, beyninin içinde bir görüntü olarak yaratıldığını bilir. Bu gerçeği kavrayan bir insan, her şeyin tek sahibinin, bu görüntüleri beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar. Maddenin Gerçeği isimli kitabı okuyan Vanguard Araştırma Enstitüsü Kurucusu ve Başkanı Jon Roland dış dünyada maddenin olmaması ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmiş: Yüzyıllardır felsefecileri meşgul eden sorular sormuşsunuz... Biz bir süper bilgisayarın içinde sanal bir dünyada da yaşıyor olabiliriz ve böyle bir durumda hiçbir zaman farkı anlayamayız; aynı The Matrix ve Tron isimli filmlerde olduğu gibi. Doğa kanunları da bu programın bir parçası olduğu takdirde, gerçekle hayal arasındaki farkı asla söyleyemeyiz, çünkü arada bir fark olmaz. Birçok insan bunları düşünmekten korkar çünkü rahatlarına gelen dünya görüşlerini tehdit ettiğini düşünürler. Bu konuyu daha iyi anlayabilmeniz için aşağıda verdiğim linki mutlaka ziyaret etmenizi önemle tavsiye ederim. Maddenin ardındaki sırrı keşfetmek hayata bakışınızı tamamen değiştirecektir. Burada yazdığım yazılarda dışarıda gördüğümüz insanların, hayvanların, olayların, arabaların, işyerlerinin, kokladığımız, dokunduğumuz, tattığımız, dinlediğimiz her şeyin beynimizin içinde oluşan görüntü ve hislerden ibaret olduğunu yazıyorum. Bu anlattığım gerçekten çok hayati bir konu, bu konuyu çok net anlayan bir insan dışarıda maddenin olmadığını, sadece beyninde oluşan görüntüleri seyrettiğinin farkına varacaktır. Dışarıda ışık yoktur, dışarısı tamamen karanlıktır. Dışarıda ses yoktur, tamamen sessizdir. Ayrıca dışarıda renk de yoktur. Ama biz tamamen kapalı beynimizin içinde apaydınlık ve rengarenk bir dünyayı seyrediyor ve duyuyoruz. Şimdi burada ne kadar olağanüstü bir şeyin beynimizde yaratıldığını görebiliyor musunuz? Bizler aldığımız telkinle hep bedenimizin dışındaki bir kumaşa dokunduğumuzu, bizden 25 cm uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki çiçeklerin kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki kuşları gördüğümüzü, kulaklıktan gelen bir müziği duyduğumuzu zannediyoruz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylar. Kitabın görüntüsünden, müziğin sesine kadar her şey kapkaranlık beynimizin içinde meydana geliyor. Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşıyoruz: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bütün bu görüntüleri algılayan ruhtur. Yani gören gözlerimiz değildir, görüntü beynimizin içinde oluşur ve bunu ruhumuz algılar. Maddenin var olmadığını bilmek insanın hayata bakışını tamamen değiştirir. Artık o insan lüks arabasının, yüzlerce insanın çalıştığı şirketinin, bankadaki paralarının, ailesinin, beyninin içinde bir görüntü olarak yaratıldığını bilir. Bu gerçeği kavrayan bir insan, her şeyin tek sahibinin, bu görüntüleri beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar. Maddenin Gerçeği isimli kitabı okuyan Vanguard Araştırma Enstitüsü Kurucusu ve Başkanı Jon Roland dış dünyada maddenin olmaması ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmiş: Yüzyıllardır felsefecileri meşgul eden sorular sormuşsunuz... Biz bir süper bilgisayarın içinde sanal bir dünyada da yaşıyor olabiliriz ve böyle bir durumda hiçbir zaman farkı anlayamayız; aynı The Matrix ve Tron isimli filmlerde olduğu gibi. Doğa kanunları da bu programın bir parçası olduğu takdirde, gerçekle hayal arasındaki farkı asla söyleyemeyiz, çünkü arada bir fark olmaz. Birçok insan bunları düşünmekten korkar çünkü rahatlarına gelen dünya görüşlerini tehdit ettiğini düşünürler. Bu konuyu daha iyi anlayabilmeniz için aşağıda verdiğim linki mutlaka ziyaret etmenizi önemle tavsiye ederim. Maddenin ardındaki sırrı keşfetmek hayata bakışınızı tamamen değiştirecektir.
  20. İbni Abbas (ra)'dan: "Yüzü insan yüzüne benzer,Gagası kıllı..." (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 276) Yüzü insan yüzüne benzer: Yüzü insan yüzüne benzer ifadesiyle Dabbe’nin insana benzer özelliklere sahip olacağına işaret edilmektedir. Günümüzde bilgisayarlar da tıpkı insan gibi kameralar vesilesiyle görmekte, algılayıcı sistemleriyle işitmekte ve doğrudan konuşmaktadır. Gagası kıllıdır: Bu hadiste bildirilen “gagası kıllıdır” ifadesi, bilgisayarların şarj edilmesi için kullanılan ve ince tellerden oluşan elektrik kablosuna işaret ediyor olabilir. Hayvanların gagası plastik gibidir, adeta bir mikayı andırır. İnce kabloları olan plastik şarj, hadiste belirtilen benzetmeye işaret ediyor olabilir. Hüzeyfe (ra)'dan: "... Hiç kimse ona yetişemeyecek kaçan da kurtulamayacak." (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 276) Günümüzde bilgi iletiminde, bilgisayarın hızına erişebilmek mümkün olamamaktadır. Ve Dabbe’nin çıktığı dönemde, Kuran’ı ve Müslümanların tebliğini dinlemek istemeyenler bile, bilgisayarlar evlerine kadar girdiğinden, Allah’ın Yüce kudretini ve Kuran ahlakını mutlaka öğrenmek zorunda kalacaklar, kaçamayacaklardır. Ebu Hureyre (ra)'dan: "Dabbet-ül Arz’da her türlü renk mevcuttur... " (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 276) Şu anda günümüz bilgisayarlarında 16.8 milyon renk mevcuttur. Ebuz Zübeyr (ra)'dan nakletmiştir: "... Gözü hınzır gözü gibi, kulağı fil kulağı gibi ..." (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 276) Günümüz bilgisayarlarında artık küçük göz şeklinde kameralar vardır, bu kameralar vesilesiyle bilgisayarlar her türlü görüntüyü algılayabilmektedirler. Günümüzde laptop bilgisayarların görünümü, fil kulağını andırır şekildedir. Aynı şekilde bilgisayarların ses kayıt özelliği sayesinde, mekandaki tüm sesler rahatlıkla bilgisayar tarafından algılanmakta, hatta kaydedilebilmektedir. Beraberinde Hz. Musa (as)'ın asası ... olacak. Yüksek sesle şöyle bağıracak: "İnsanlar artık ayetlerimize yürekten iman etmez oldular." Sonra mümin ile kafiri damgalayacak (iman edenlerle inkar edenlerin tanınmasına vesile olacaktır). (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 277) Hz. Musa (as)'ın asası olacak: Yüce Allah,Hz. Musa (a.s.)’ın asasını bir anda canlı yılana dönüştürerek, dönemin Darwinist ve materyalistlerine karşı yoktan Yaratılışın en büyük delillerinden birini göstermiştir. Ahir zamanda da bilgisayar ve internet yoluyla tüm Darwinist ve materyalistlere Yaratılışın delilleri gösterilecektir. Sonra mümin ile kafiri damgalayacak: Ahir zamanda müminlerin de kafirlerin de bilgisayar ve internet yoluyla Peygamberimiz (s.a.v)’in mührü ile karşılaşacağı anlaşılmaktadır. Hadiste, internete giren herkesin Resulullah (s.a.v.)’ın mührünü göreceğine, bu mührün müminlerin şevkini arttırıp, yüzlerini aydınlatacağına, inkar edenlerin ise enaniyetlerini kıracağına işaret etmektedir. "Mümine rastlayacak müminin yüzünü damgaladığında yüzü pırıl pırıl olacak. Kafiri damgalayınca simsiyah kesilecek." (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 277) İnternete girdiklerinde Allah’ın varlığının delilleriyle, Kuran ayetleriyle ve İslam ahlakını anlatan eserlerle karşılaşan ve Peygamberimiz (s.a.v)’in mührünü karşılarında gören müminlerin hidayetleri artacak, imanları daha da kuvvetlenecektir. Peygamberimiz (s.a.v)’in mührü ile karşılaşan inkarcıların ise öfkelerinin şiddetinden yüzleri kapkara olacaktır. “...Yeryüzünde bir yıldız gibi seyredecek. Peşine düşen onu yakalayamıyacak, ondan kaçarsa kurtulamayacak.... (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 277) Bilgisayarlar, internet yoluyla tüm bilgileri dünyanın her yanına saniyeler içinde ulaştırabilmektedir. Bilgisayarlar hemen her evde olduğu için insanlar hak ve doğrudan kaçamayacaklardır. "Çıkacak üç defa yerle gök arasında olan herkesin duyabileceği bir sesle haykıracak." "Doğuya yönelip haykıracak, bütün Doğulular sesini duyacak. Şam'a yönelip haykıracak, bütün Yemenliler sesini duyacak." (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 277) Dabbet-ül Arz yerin altına da hakim, yerin üstüne de hakim, gökyüzüne de hakimdir. Ulaşmadığı, girmediği hiçbir şehir, hiçbir ev kalmayacaktır. Şu anda bilgisayarlar evlerin tümüne girmiştir ve uydu teknolojileri ve internet vesilesiyle yer altında çalışan insanlardan, gökdelenlerin tepesinde yaşayan ya da gökyüzünde uçakla seyahat eden insanlara kadar bütün insanlara her ses ve her görüntü ulaşabilmektedir. Gerçekten namaz kılan kişinin yanına gelecek, "bu senin namazın olmadı çünkü sen yalancısın ve mürainin (ikiyüzlü riyakar kimsenin) ta kendisisin" diyerek iki gözünün arasına, yalancı damgası vurulacak. (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 278) Kuran’ı kendince şahit tutarak dilini eğip büken, Kuran’a muhalif olduğu halde dindar görünümü altında hareket eden ikiyüzlü kişilere, bilgisayar ve internet yoluyla cevap verilmekte ve onların “yalancı” oldukları açıkça ifşa edilmektedir. Şeytanı öldüreceği (fikren yok edeceği) hususundaki beyanat hatırlanacağı vechiyle (üzere) yukarıda geçmiştir. (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 278) Şeytanın sistemi olan Darwinizm, materyalizm, ateizm; internet yoluyla dünyaya ulaşan ve Allah’ın birliğini ve yüceliğini anlatan yayınlar vesilesiyle tamamen yerle bir olacak, şeytanın dini bu vesileyle ortadan kalkacaktır. ...bir adım atışta üç günlük mesafeyi birden katedecek... (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed B. Resul Al-Huseyni El Berzenci, Pamuk Yayıncılık, s. 278) Günümüzde, bilgisayar ve internet vesilesiyle tek bir saniye içinde dünyanın diğer ucuna bilgiler iletilebilmekte, tüm insanlara ulaşabilmektedir.
  21. İman edenleri, iman etmeyen insanlardan ayıran en büyük sırlardan biri, dünya hayatında karşılaştıkları zorluklar, sıkıntılar, hastalıklardır. Bir kısım insanlar için inkara sebep olan şeyler, Müslümanlar için birer nimettir, kendilerini Allah'a yaklaştıran birer vesiledir. İşte bu, imtihanın sırrıdır. Bu sır ile müminler, dünyada inkarcılardan tamamen farklı bir hayat yaşarlar. Hastalık, özellikle de ağır hastalık, bir insanın yalnızca kendisinin yaşayıp bildiği, zorluğunu yalnızca kendisinin çektiği özel bir imtihandır. Fakat her şey gibi hastalık da Allah'tan gelir. Ve elbette ki bunun şifası da yine Allah'tandır. Hastalığa dayanıp sabretmek, hastalığın Allah'tan geldiğini bilerek güzel bir tevekkülle tevekkül etmek, samimi, gerçek, halis Müslümana has bir özelliktir. Yüce Rabbimiz Allah, Hz. Eyüb'ü bu konuda örnek verir: Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 83-84) Müslüman, nimetin Allah'tan geldiğini bildiği gibi zorluk ve sıkıntıların da Allah'tan geldiğini ve bunun özel bir imtihan olduğunu bilir. Rabbimiz'e olan sevgisi ve imanı nedeni ile bu zorluklara güzel bir sabır ile sabredilmesi gerektiğinin bilincindedir. Bu sabrın, Allah'a sevginin ve Allah'a olan dostluğun göstergesi olduğunun farkındadır. Bunların tümünün Allah'ın yalnızca "Ol" emri ile son bulacağını, bunların varlığının imtihanın bir sırrı olduğunu ve Allah dilediğine göre bunların nimet olarak görülmesi gerektiğini bilmektedir. Bu şuur açıklığına sahip olan insanın yaşadığı zorluklara karşı sabrı ve tevekkülü, samimi olmayan bir insanın başarabileceği bir şey değildir. İnsanların büyük bir bölümü için ise hastalık ve zorluklar, (Allah'ı tenzih ederiz) Allah'a karşı küskünlüğe, hatta Allah'a karşı inkara birer bahanedirler. Kendisini Müslüman tanıtan bazı insanlar bile, zorlukları Allah'tan gelmiş büyük belalar olarak addederek, Allah inancından uzaklaşır, birer Müslüman olarak üzerlerine düşen görevleri yapmaktan uzaklaşırlar. Samimi Müslümanların birer imtihan ve nimet olarak gördükleri ve sabretmelerinin karşılığında cennetle müjdelendikleri bu ortamlar, genellikle aksini düşünen insanlar için red ve inkarın vesilesi olarak karşılanırlar. Kuşkusuz ki bu, dünyada da ahirette de en büyük kayıpları beraberinde getiren bozuk ve çarpık bir anlayıştır. Hz. Yusuf, Vezir'in karısının isteklerini reddetmesine ve hiçbir suçu olmamasına rağmen hapsi tercih etmiştir. Ve yıllarca haksız yere orada kalmıştır. Zahiren bakıldığında, nefsani menfaati bir kenara bırakarak yıllarca zindanı tercih etmek, Allah'tan gereği gibi korkmayan, imtihanın sırrını kavrayamayan insanlar için mümkün gözükmemektedir. Fakat Hz. Yusuf, Allah'a olan sevgisinden, Allah'tan güçlü korkusundan dolayı, böyle bir ortamın kendisine özel olarak yaratıldığının, imtihan edildiğinin farkındadır. Kendisine nimetlerin en güzelini yaratacak olan Rabbimizin o sırada böyle bir ortamı yaratmasının özel bir anlamı ve hikmeti olduğunun bilincindedir. Bunun karşılığının inşaAllah ahirette sonsuz nimet olabileceğine iman etmiş, Allah'a olan güçlü sevgisi onu en doğru harekete yöneltmiştir. İnsanın imtihanın sırrını görebilmesi, zorluk ve hastalıklara güzellikle ve şükürle karşılık verebilmesi, güzel bir tevekkülle tevekkül edebilmesi için gereği gibi Allah'tan korkması gerekmektedir. Elbette ki her şeyin Allah'tan geldiğini bilmek ve her çözümü Allah'ın yaratacağına iman etmek, insanı en büyük kurtuluşa götüren yollardan biridir. Yüce Rabbimiz ayetlerinde şöyle bildirir: Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 155-156)
  22. Yüce Allah, sonsuz akıl sahibidir. Sonsuz ilim ve nimet sahibidir. Ve Rabbimiz sonsuz güzelliktedir, sonsuz sevgi sahibidir. Sonsuz güzelliğinin bir tecellisi olarak insanı yaratmıştır ve onu suret suret kılmıştır. İnsan ise, Allah’ın kendisine vermiş olduğu ruhu taşımaktadır. Bunun anlamı ise şudur: İnsan, Yüce Rabbimiz’in rahmeti ve dilemesi ile her şeyin çok fazlasına sahip olabilir. İnsanlar genellikle dünya hayatında bunu bilmeden yaşarlar. Bu nedenle uçsuz bucaksız bir sevgi gücüne ve akla sahip olabileceklerini düşünmezler. Bunun bir sonucu olarak, karşılarındaki insanı Allah’ın ruhu olduğu için sevemez bunu akıllarından dahi geçirmezler. Karşılarındaki insanın, Allah’ın ruhu olmasından kaynaklanan bir ruh derinliği olduğunu dolayısıyla bu ruh derinliği içinde onunla içli ve güçlü bir sevgi yaşayabileceklerini bilemezler. Kuşkusuz ki bu çok büyük bir eksikliktir. Tüm bu sebeplerle bu insanların sevgi anlayışları genel anlamda son derece yüzeyseldir. Gösterdikleri ve yaşadıkları sevgi bedenle sınırlıdır. Ya da eve, arabaya, gelecek güvencesine... Bunun bir sonucu olarak bedene zarar geldiğinde, ev, araba ortadan kalktığında, gelecek tehlikeye girdiğinde sevgi de biter. Bu anlayışta bunun ötesi yoktur. Bunu telafi edip yeniden oluşturacak bir sistem yoktur. Hepsi geçici değerlere bağlı olduğundan, dünya hayatı da geçici olduğundan, bunların zamanla ortadan kalkıp yok olması dolayısıyla sevginin de yok olması kaçınılmazdır. Nitekim böyle de olur. Kişi, karşısındaki insanı Allah’ın ruhu olduğu için sevdiğinde ve Allah’tan gelecek sonsuz bir sevgi ve sevme ihtimali olduğunu bildiğinde ise, bu duygunun tükenmesi Allah’ın dilemesi dışında imkansızdır. Zamanla, hastalıklarla, yokluk ve zorluklarla azalan değil; zaman geçtikçe olgunlaşan, derinleştikçe artıp çoğalan bir sevgi yaşayabileceğinin farkında olur. Bunun bir sınırı yoktur. İnsanın asıl hali ahiretteki halidir. Orada acizlikler yoktur, güçlükler yoktur. Orada Allah, dilediği mükemmel beden ile insanı istediği şekilde tecelli ettirecektir. Allah’ın ruhunu taşıyan bir insanın sırf ruhun aldığı zevki hissederek sevgiyi yaşaması, o kişinin gözlerindeki, aklındaki derin kişiliği ve varlığı keşfederek onunla zihninde derin bir bağlantı kurabilmesi ancak Allah’a bağlanması ve Allah’ı anlaması ile mümkün olabilir. İnsan, Allah’ın ruhunu taşıdığını bilerek sonsuz nimet içindedir. Allah’ın dilemesi ile her şeye sonsuz kere sahip olabilir. Elbette ki sevgiye de. Yüce Rabbimiz bir ayetinde gerçek sevginin ancak Allah’ın katından insana bahşedileceğini haber vermiştir: İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)
  23. İmam Rabbani Hazretleri Hz. Mehdi (a.s.)’nin zuhurunun YÜZYIL BAŞLARINDA OLACAĞINI bildirmiş, kendi döneminde yüzyıl başından on sekiz sene geçmiş olmasına rağmen bu zuhurun gerçekleşmediğini ifade etmiştir: Halbuki bu doğuş, Mehdi'nin zuhuru zamanında olacak zuhur değildir. Zira, ONUN ZUHURU, YÜZ BAŞLARINDA OLACAKTIR. Şu anda dahi, yüz başını, on sekiz sene geçmiş vaziyettedir. İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 381. Mektup, s.1184 İmam Rabbani Hazretleri’nin “ONUN ZUHURU YÜZ BAŞLARINDA OLACAKTIR” ifadesi HZ MEHDİ’NİN ZUHUR ALAMETLERİNİN YÜZYIL BAŞLARINDA TAHAKKUK ETMEYE BAŞLAYACAĞI ANLAMINDADIR, yoksa yüzyıl başında Hz. Mehdi (a.s.) hemen zuhur edecek, İslam ahlakı hemen hakim olacak ve Hz. Mehdi (a.s.) görülür görülmez hemen halk tarafından tanınacak ANLAMINDA DEĞİLDİR. Nitekim İmam Rabbani Hazretlerinin söylediği gibi HİCRİ 1400 YILINDAN GÜNÜMÜZE KADAR OLAN 30 YILLIK SÜREÇ İÇERİSİNDE HZ. MEHDİ’NİN ZUHURU İÇİN PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN BAHSETTİĞİ HEMEN HEMEN BÜTÜN ALAMETLER ÇIKMIŞTIR. (Hz. Mehdi (a.s.)’nin çıkış alametleri için bkz. http://www.hazretimehdi.com/cikis.php) İmam Rabbani Hazretleri’nin bu sözünde kullandığı “ŞU ANDA DAHİ, YÜZ BAŞINI, ON SEKİZ SENE GEÇMİŞ VAZİYETTEDİR.” ifadesi de önemlidir. İmam Rabbani Hazretleri bu sözüyle eğer ki Mehdi çıkmış olsaydı, keşif ve keramet sahibi veli bir insan olarak kendisinin de yüzyıl başından o ana kadar geçen 18 yıl içerisinde yaşanan zuhur alametlerinin tahakkukundan Hz. Mehdi’yi imanın nuru ile hissedeceğine ve farkedeceğine işaret etmektedir. Oysa ki İmam Rabbani Hazretleri’nin kendi döneminde yüzyıl başını onsekiz sene geçmiş olmasına rağmen Hz. Mehdi’nin çıkış alametleri gerçekleşmemiş, dolayısıyla Hz. Mehdi (a.s.) de zuhur etmemiştir. Dolayısıyla İmam Rabbani Hazretleri Hz. Mehdi (a.s.) zuhur eder etmez İslam ahlakının bütün dünyaya hakim olacağı, dolayısıyla da Hz. Mehdi (a.s.)’nin bakan herkes tarafından hemen tanınacağı yönünde bir izahta ve imada bulunmamaktadır. Ancak kendisi gibi derin ilimlere sahip veli şahısların Hz. Mehdi (a.s.)’yi farkedebileceklerine dikkat çekmektedir. Hz. Mehdi (a.s.) ilk zuhur ettiğinde herkes tarafından hemen tanınmayacağı, halkın arasında olmasına rağmen bilinmeyeceği ancak KEŞİF VE KERAMET SAHİBİ VELİ İNSANLARIN ONU İMAN NURUNDAN, İMANIN DERİNLİĞİNDEN VE İMAN HEYBETİNDEN TANIYABİLECEKLERİ Said Nursi Hazretleri’nin ifadelerinden de anlaşılmaktadır: Halbuki demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. ÖYLE İSE O EŞHAS (yani ahir zamanın mühim şahısları –HZ. MEHDİ (A.S.) ve HZ. İSA (A.S.)), hattâ o müthiş Deccal dahi ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ KENDİSİ DE BİDAYETEN (BAŞLANGIÇTA) Deccal olduğunu BİLMEZ. BELKİ NUR-U ÎMÂNIN DİKKATİYLE, O EŞHAS-I ÂHİR ZAMAN (yani ahir zamanın mühim şahısları HZ. MEHDİ (A.S.) ve HZ. İSA (A.S.)) TANINABİLİR. (Sözler, ss. 343-344) İmam Rabbani gibi keşif ve keramet sahibi veli bir insan olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Mektubat adlı eserinde Hz. İsa’nın da yeniden dünyaya geldiğinde hemen herkes tarafından bilinemeyeceğini, ancak yakınındaki DERİN İMANLI TALEBELERİ TARAFINDAN İMANIN NURU İLE TANINACAĞINI ifade etmiştir: ... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT, herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA, olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile ONU TANIR. Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde HERKES ONU TANIMAYACAKTIR... Mektubat, s. 60 GEREK İMAM RABBANİ HAZRETLERİ’NİN SÖZLERİNDEN GEREKSE SAİD NURSİ HAZRETLERİ’NİN AÇIKLAMALARINDAN HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN ZUHURUYLA BİRLİKTE İSLAM AHLAKININ BÜTÜN DÜNYAYA HEMEN HAKİM OLACAĞI, HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN HEMEN HERKES TARAFINDAN BİLİNECEĞİ ANLAMI ÇIKMAMAKTADIR. Hz. Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde İslam ahlakı dünyanın dört bir yanına hemen hakim olacak olsa, o zaman Hz. Mehdi (a.s.)’yi herkes tanır ve farkederdi. Öyle bir ortamda Hz. Mehdi (a.s.) hiçbir zorlukla karşılaşmazdı. Oysa ki Hz. Mehdi (a.s.)’nin halk tarafından tanınmayacağı hatta bu yönüyle Hz Yusuf’a benzerlik taşıyacağı, zorluklarla ve baskıyla karşılaşacağı, Hz. Musa gibi öldürülme, tuzak kurulma, gözaltına alınma, sürgün edilme gibi her türlü tehlikeyle içiçe olacağı, gaybette yaşayacağı Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadislerinde de açıkça belirtilmiştir: ... SONRA HZ. MEHDİ ALEYHİSSELAM HZ. YUSUF’A BENZEMEKTE ve ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) HALKI GÖRDÜĞÜNÜ AMA HALKIN ONU (HZ. MEHDİ (A.S.)) GÖREMEDİĞİNİ ve Hz. Ali’nin de buyurduğu gibi GÖKTEN NİDA OLUNANA DEK ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) GÖRÜLMEYECEĞİ KESİNDİR. (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 167) "Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (MEHDİ’NİN) SAHİBİNDE DÖRT PEYGAMBERİN SÜNNETİ VARDIR:... Dedim ki: "HZ. YUSUF’UN SÜNNETİ NEDİR?" BUYURDU Kİ: "ZİNDAN VE GAYBET."... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 190) İmam Zeyn-ul Abidin aleyhi's-selâm şöyle buyurmuştur: "Bizim Kaim'imiz (Mehdi) ile Allah'ın resulleri arasında bir takım benzerlikler vardır. Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Eyyub ve Muhammed sallâ'llâhu aleyhi ve alih peygamberlerin her biri ile bir benzerliği vardır. Nuh ile uzun ömürlü olmasında, İbrahim ile, doğumunun gizli olması (doğumunun evde olmasında) ve halktan uzak durmasında; MUSA İLE, KORKU HALİ (MEHDİ'YE YÖNELİK TEHLİKELERİN YOĞUNLUĞUYLA; ÖLDÜRME, TUZAK KURMA, TUTUKLANMA, GÖZALTINA ALINMA, SÜRGÜN GİBİ HER TÜRLÜ TEHLİKEYLE İÇ İÇE OLMASIYLA) ve GAYBETTE YAŞAMASINDA (SÜREKLİ GİZLENEREK YAŞAMASINDA); İsa ile halkın onun hakkındaki ihtilafa düşmesi (bir kısım insanların, 'Mehdi gelecek', bir kısımının da 'gelmeyecek', bir kısmının ‘Mehdi çok daha ileride gelecek’ ya da ‘gelmiş geçmiştir’ demesinde, bir kısmının ise ‘Mehdi hiç gelmeyecektir’ demesinde); Eyyub ile, beladan sonra kurtuluşun yetişmesinde (Hz. Mehdi'ye de birçok zorluk, sıkıntı ve dert gelmesi; ancak aynı Hz. Eyüp gibi Allah'ın rahmetiyle hepsinden kurtulmasıyla); Muhammed sallâ'llâhu aleyhi ve alih ile de kılıçla kıyam etmesinde (Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı, kılıcı ve hırkasının, Mehdi'nin yanında olmasıyla), benzerliği vardır." (Kemal'ud-Din s. 322, 31. babin 3. hadis) Sedir-i Seyrefi der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık aleyhisselam'dan duydum ki: Şöyle buyurdu: "BU İŞİN SAHİBİNDE (HZ. MEHDİ (A.S.)’DE) YUSUF'A BİR BENZERLİK VARDIR." ŞÖYLE ARZETTİM: SEN BİZE BİR GAYBETİ VEYA HAYRETİ BİLDİRİYOR GİBİSİN. (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 189)
  24. Muhammed Bâkır aleyhisselam buyurdu ki: “BU İŞİN SAHİBİNDE (MEHDİ’DE) YUSUF’A BİR BENZERLİK VARDIR.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 189) (“Bu işin sahibi” yani, velayetin sahibi demektir. Bütün imamlarımız velayet sahibidir. Bununla birlikte mezkur hadislerimizde geçen velayetin sahibi sadece onikinci imamımız Hz. Mehdi aleyhisselam’dır. (Ç.)) "Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (MEHDİ’NİN) SAHİBİNDE DÖRT PEYGAMBERİN SÜNNETİ VARDIR:... Dedim ki: "HZ. YUSUF’UN SÜNNETİ NEDİR?" BUYURDU Kİ: "ZİNDAN VE GAYBET."... (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 190) ... SONRA HZ. MEHDİ ALEYHİSSELAM HZ. YUSUF’A BENZEMEKTE ve onun halkı gördüğünü ama halkın onu göremediğini ve Hz. Ali’nin de buyurduğu gibi gökten nida olunana dek onun görülmeyeceği kesindir. (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 167) Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Kuran'ın Yusuf kıssasında anlatılan Hz. Yusuf’un hayatıyla, Hz. Mehdi'nin hayatı arasında çok büyük benzerlikler olduğu haber verilmiştir. Peygamberimiz (sav)'in verdiği bu bilgi doğrultusunda Kuran ayetlerine bakıldığında, Hz. Mehdi ile ilgili hadislerle çok mutabık olayların yer aldığı görülür (En doğrusunu Allah bilir). Hz. Yusuf, Yaşadığı Dönemin Mehdisi’dir Allah Kuran'da, her dönemde insanlar için “hidayete yönelten bir elçi” gönderdiğini bildirmiştir. Bütün peygamberler hidayet ile gönderildiği, hidayete erdiren, vesile olan kişiler olduğuna göre, her peygamber birer Mehdi'dir. “Hz. Yusuf da yaşadığı dönemin Mehdisi”dir. Bu yönüyle de, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Hz. Mehdi'nin hayatıyla, Hz. Yusuf'un hayatı büyük benzerlikler göstermektedir. Hz. Yusuf Gibi, Hz. Mehdi’ye de Allah Katından Özel Bir İlim Ve Hikmet Verilmiştir Kuran'da Hz. Yusuf’a Allah Katından özel bir ilim ve hikmet verildiği bildirilmektedir: "Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek..." (Yusuf Suresi, 6) "... Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik..." (Yusuf Suresi, 21) "Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz." (Yusuf Suresi, 22) Kuran'da Hz. Yusuf ile ilgili olarak verilen bu bilgilerden, Hz. Mehdi'nin de sözlerin yorumunu iyi bileceği; özel bir ilim ve hikmet sahibi olacağı anlaşılmaktadır. Nitekim rivayetlerde de Hz. Yusuf gibi, Hz. Mehdi’nin de Allah tarafından kendisine verilmiş “özel bir güce sahip olduğu” bildirilmektedir. O, kimsenin bilemediği gizli bir gücün sahibi olduğu için kendisine Mehdi denilmiştir. (Ahir zaman Mehdisinin Alametleri, Müellif: Ali Bin Hüsameddin El Muttaki, Kahraman Neşriyat. S. 77) Büyük İslam alimlerinden Muhyiddin Arabi, eserlerinde Hz. Mehdi’nin dikkat çeken başlıca 9 özelliğini şu şekilde belirtmektedir: 1. Basiret sahibi olması 2. Kutsal kitabı anlaması 3. Ayetlerin manasını bilmesi 4. Tayin edeceği kimselerin hal ve hareketlerini bilmesi 5. Öfkelendiğinde bile merhamet ve adaletten ayrılmaması 6. Varlıkların sınıflarını bilmesi 7. İşlerin girift taraflarını bilmesi 8. İnsanların ihtiyacını iyi anlaması 9. Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibi ilimlere vukufu bulunması (bilmesi) gaibi (gizli, görünmeyen) ilimlerden haberdar olması. Hz. Yusuf Gibi Hz. Mehdi de, Belirli Bir Döneme Kadar Yaşadığı Toplumda Tanınmayacaktır Ama Hüccet (Mehdi) halkı tanır, halk ise onu tanıyamaz. Tıpkı Yusuf gibi. Yusuf halkı tanıdığı halde onlar Yusuf’u inkar ederlerdi. Sonra Hz. Ali şu ayeti okudu: “Kullara yazıklar olsun, Resül onlara geldikçe onunla alay ediyorlardı.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 162) Yaşadığı toplumdaki insanlar Hz. Mehdi’nin üstün özelliklerini, yürüttüğü hayırlı faaliyetleri açıkça gördükleri halde, Hz. Mehdi ve cemaatini tam olarak fark edemeyeceklerdir. Hz. Mehdi’nin bu durumu Hz. Yusuf’un hayatıyla büyük benzerlik göstermektedir. Kuran’ın, “(Kuraklık başlayınca) Yusuf’un kardeşleri gelip yanına girdiler, ONU TANIMADIKLARI HALDE kendisi onları hemen tanıdı.” (Yusuf Suresi, 58) ayetiyle, kardeşlerinin Hz. Yusuf’u tanıyamadıkları, ancak Hz. Yusuf’un kendi kardeşlerini tanıdığı haber verilmiştir. Hadislerin işaretine göre, Hz. Mehdi de, aynı Hz. Yusuf gibi olacak; ilk başlarda o insanları görecek ama insanlar onu fark edemeyeceklerdir. Hz. Yusuf Gibi, Hz. Mehdi de Kendisinden Ümidin Kesildiği Bir Dönemde Ortaya Çıkacaktır "Sen gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?" dediler. "Ben Yusuf'um" dedi. "Ve bu da kardeşimdir. Doğrusu Allah bize lütufta bulundu. Gerçek şu ki, kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilikte bulunanların karşılığını boşa çıkarmaz." (Yusuf Suresi, 90) Kardeşleri bir düzen kurarak Hz. Yusuf'u bir kuyuya atmış, babalarına da ‘Hz. Yusuf'u bir kurdun yediğini’ söyleyerek üzerine yalandan kan sürülmüş gömleğini getirmişlerdir. Babası bu anlatılanların bir düzen olduğunu anlamıştır. Ancak babası da, kardeşleri de uzun yıllar Hz. Yusuf'tan haber alamamışlardır. Daha sonra Allah, beklemedikleri bir zamanda, Hz. Yusuf'u Mısır’ın hazinelerinin başında “güç ve iktidar” sahibi olarak karşılarına çıkarmıştır: (Yusuf) Dedi ki: "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim." (Yusuf Suresi, 55) İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. (Yusuf Suresi, 56) Bu ayetler, Hz. Mehdi'nin de çıkışından ümidin kesildiği, insanların “Mehdi” diye bir kimsenin olmadığı iddiasında bulundukları bir dönemde ortaya çıkacağına işaret etmektedir. Yine ayetlerin işaretine göre bu dönemde Allah Hz. Mehdi'yi, “güç ve iktidar sahibi ve tüm inananların manevi lideri olarak” ortaya çıkaracaktır. Peygamberimiz (sav) de bu durumu hadislerinde şöyle müjdelemiştir: İnsanların ümitsiz olduğu ve "Hiç Mehdi falan yokmuş" dediği bir sırada Allah Mehdi'yi gönderir... (Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 55) ...Mehdi, Resulullah'ın bayrağı ile, insanların başlarına bela üzerine bela yağdığı ve çıkışından ümit kesildiği bir sırada çıkar... (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 55) Hz.Yusuf Gibi, Hz.Mehdi’ye Karşı da Kıskançlık Duyulacaktır Onlar şöyle demişti: "Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir." "Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz." (Yusuf Suresi, 8-9) Kuran'da kardeşlerinin Hz. Yusuf’a karşı büyük bir kıskançlık duydukları ve bu sebeple onu öldürmeyi dahi göze aldıkları bildirilmiştir. Bu amaçla ona zarar verebilmek için tuzak kurmuş, Hz. Yusuf'u bir kuyunun dibinde ölüme terk etmişlerdir. Ayette Hz. Mehdi döneminde de, bazı kişilerin Hz. Mehdi'ye karşı kıskançlık duyacaklarına ve bu sebeple ona cephe alacaklarına işaret etmektedir. Yine bu kişilerin, kıskançlık nedeniyle Hz. Mehdi'ye karşı mücadele veren karşıt güçler içerisinde yer alacakları ve Hz. Mehdi'yi etkisiz hale getirebilmek amacıyla ona bir düzen kurulacağı anlaşılmaktadır. Hz. Yusuf Gibi Hz. Mehdi’ye de Haksızlık Yapılacaktır Kuran'da Hz. Yusuf’a pek çok defa düzen kurularak haksızlık yapıldığı anlatılmıştır. Önce kardeşleri onu öldürme amacıyla bir tuzak kurmuş, ardından da yanında kaldığı vezirin hanımı Hz. Yusuf'a iffetine ilişkin iftira atmıştır. Bu konuyu bildiren ayetlerden bazıları şöyledir: "Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın...” (Yusuf Suresi, 9) İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız, öldürmeyin Yusuf'u, onu kuyunun derinliklerine bırakıverin de bir yolcu kafilesi alsın." (Yusuf Suresi, 10) Akşam üstü babalarına ağlar vaziyette geldiler. Dediler ki: "Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf'u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin." (Yusuf Suresi, 16-17) Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve elbette küçük düşürülenlerden olacak." (Yusuf Suresi, 32) Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35) Kuran'da Hz. Yusuf hakkında verilen bu bilgilerden, Hz. Mehdi'nin de ortaya çıkışından önce aynı şekilde çeşitli haksızlıklara maruz kalacağı anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav)'in aşağıdaki hadislerinde de Hz. Mehdi'ye pek çok kez haksızlık yapılacağı haber verilmiştir: ...Biz öyle bir ev halkıyız ki; Allah bizim için ahireti dünyaya tercih etmiştir. Benim ehl-i beytim (soyum) muhakkak benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne uğrayacaktır. Benden sonra ehl-i beytim (soyum) bela ve mihnetlerle (eziyet, sıkıntı) karşılaşacaklar ve darba maruz kalacaklardır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14) ... (Mehdi) İki rekat namaz kılar. Namazdan dönünce şöyle der: "Ey insanlar! Ümmet-i Muhammed ve bilhassa onun ehl-i beyti çok belalar gördü ve bizler kahr (azap) ve HAKSIZLIĞA MARUZ KALDIK (uğradık)." (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 55) Hz. Yusuf Gibi, Hz. Mehdi’ye de İftira Atılacak ve Tuzak Kurulacaktır (Babası) Demişti ki: "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, YOKSA SANA BİR TUZAK KURARLAR. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır." (Yusuf Suresi, 5) Sonra onlarda (YUSUF’UN İFFETİNE İLİŞKİN) DELİLLERİ GÖRMELERİNİN ARDINDAN, mutlaka onu belli bir vakte kadar ZİNDANA ATMAK (GÖRÜŞÜ) AĞIR BASTI. (Yusuf Suresi, 35) Kuran'da, masum olduğuna dair deliller çok açık olmasına rağmen, yine de Hz. Yusuf’un haksız yere ve kasıtlı olarak suçlu gösterildiği bildirilmiştir. Bu durum Hz. Mehdi'nin de ortaya çıkışından önce çeşitli iftiralara, tuzak ve komplolara maruz kalacağına işaret etmektedir. Nitekim Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, “Hz. Mehdi'nin de yaşadığı toplumda zulüm, cefa, eziyet ve baskı göreceği” haber verilmiştir. Ama Allah halkın nefislerine karşı ZULMÜ, CEFASI VE İSRAFI YÜZÜNDEN, onu (Mehdi’yi) halktan gizleyecektir. (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 162) Hz. Yusuf Gibi, Hz. Mehdi’ye de Bir Kısım Kadınların Komplo Kurması ve Bir Kadının Hz. Mehdi’nin İffetine Yönelik İftira Atması Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez." (Yusuf Suresi, 23) Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf) Dedi ki: "Onun kendisi benden murad almak istedi."... (Yusuf Suresi, 25-26) Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35) Kuran'da vezirin karısının, masum olduğunu bildiği halde Hz. Yusuf'un iffetine yönelik iftira attığı bildirilmiştir. Vezirin karısı, bu iftirasını güçlendirebilmek için şehirdeki birtakım kadınları da kendisine şahit tutmuştur. Ayetlerin işaretinden Hz. Mehdi'ye karşı da bir grup kadının birlik olup komplo kuracakları ve ona da, “bir kadına karşı suç işlediği iddiasıyla iftira atılacağı” anlaşılmaktadır. Hz. Yusuf kendisine kurulan bu komplo sebebiyle hapis cezasıyla cezalandırılmış ve uzun yıllar haksız yere hapiste kalmıştır. Bu durum, Hz. Mehdi'nin de, masum olduğu halde, bu tarz yalan ve uydurma bahanelerle haksız yere hapisle cezalandırılacağına işaret etmektedir. Hz. Yusuf Gibi, Hz. Mehdi Devrindeki Yönetim de Onun Haklı ve Suçsuz Olduğundan Emin Olacak; Ama Bazı Siyasi Nedenlerle Onu Hapsetme Görüşü Ağır Basacaktır Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35) Hz. Yusuf'un masum olduğu delillerden çok açık bir şekilde anlaşılmıştır. Ancak yönetici konumundaki kimseler bu delilleri çok aleni şekilde gördükleri halde, bazı siyasi sebeplerle Hz. Yusuf'a karşı kurulan düzeni kabul etmiş ve onu suçlu bulmuşlardır. Hz. Yusuf'un bu durumundan, Hz. Mehdi'nin de kendisini savunmak ve haklı olduğunu ispatlamak için çok güçlü deliller sunacağı, ancak yönetici konumundaki kişilerin bu açık delillere rağmen bazı siyasi sebeplerle onu hapisle cezalandıracakları anlaşılmaktadır. Hz. Yusuf Gibi Hz. Mehdi’nin de Gaybet (Hapis) Dönemi Olacaktır Nitekim onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman, Biz ona (şöyle) vahyettik: "Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin." (Yusuf Suresi, 15) ... böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı. (Yusuf Suresi, 42) Sedir-i Seyrefi der ki: İmam Ebu Abdullah Cafer-i Sadık Aleyhisselam'dan duydum ki: Şöyle buyurdu: "Bu işin sahibinde (Mehdi'de) Yusuf'a bir benzerlik vardır." Şöyle arzettim: "Sen bize bir GAYBETİ (hapsi) veya HAYRETİ bildiriyor gibisin." Hz. Yusuf ilk olarak kuyuda, daha sonra da uzun yıllar boyunca bir zindanda hapsedilmiştir. Yusuf aleyhisselam biri kısa diğeri uzun süre, iki defa insanların gözünden kaybolmuştur. Birincide, Yusuf (as) kuyuya bırakılmış, kısa bir süre sonra oradan geçen kafile onu oradan çıkarmış, ikincide ise haksız yere zindana atılmış, uzun bir müddet orada kalmıştır. Fakat sonradan masumluğu anlaşılarak, zindandan da çıkartılmıştır. Hz. Mehdi de Hz. Yusuf gibi hayatının çeşitli dönemlerinde pek çok kez hapsedilecektir. Ancak aynı Hz. Yusuf gibi Hz. Mehdi'nin de masum olduğuna dair deliller çok açık olacaktır. Rüyasında Onbir Yıldız, Güneş ve Ay’ın Hz. Yusuf’a Secde Etmeleri, İslam Dünyasının Hz. Mehdi’nin Manevi Liderliği Altında Toplanmasına İşaret Etmektedir "Hani Yusuf babasına: "Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) ONBİR YILDIZ, GÜNEŞ’İ VE AY’I gördüm; bana secde etmektelerken gördüm" demişti.(Yusuf Suresi, 4) "(Babası) Demişti ki: "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır." (Yusuf Suresi, 5) Hz. Yusuf, rüyasında Yıldız, Güneş ve Ay’ı kendisine secde ederlerken görmüş, ilerleyen yıllarda da Allah, Hz. Yusuf'u Mısır’a yönetici kılmıştır. Bu durum Hz. Mehdi'nin hayatına yönelik de çok önemli işaretler içermektedir. Bilindiği gibi genellikle İslam ülkelerinin bayraklarında Yıldız, Güneş ve Ay amblemleri yer almaktadır. Hz. Yusuf ile ilgili bu ayetlerin işaretinden, İslam ülkelerinin Hz. Mehdi'nin manevi liderliği altında toplanıp birlik olacakları, Hz. Mehdi'nin de bu şekilde tüm Müslümanların manevi lideri olacağı anlaşılmaktadır. Yusuf Suresi’nde Ahir Zamandaki Ekonomik Krize de İşaretler Vardır (Zindana gidip:) "Yusuf, ey doğru (sözlü insan)... Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yediği ve yedi yeşil başakla diğerleri kuru olan (rüya) konusunda bize fetva ver. Umarım ki insanlara da (senin söylediklerinle) dönerim, belki onlar (bunun anlamını) öğrenmiş olurlar." Dedi ki: "Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın." (Yusuf Suresi, 46-47) Sonra bunun arkasından (kuraklığı) zorlu yedi yıl gelecektir, sakladığınız az bir miktar dışında, daha önce biriktirdiğinizi yiyip bitirecektir." Sonra bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bol bol yağmura kavuşturulacak ve onda sıkıp-sağacaklar." (Yusuf Suresi, 48-49) Ayetlerde, hapiste olduğu sırada Hz. Yusuf’tan, dönemin hükümdarının gördüğü bir rüyayı yorumlamasının istendiği bildirilmiştir. Hz. Yusuf bu rüyanın “uzun süreli ekonomik bir zorluğa” işaret ettiğini söylemiştir. Peygamberimiz (sav)'in Hz. Yusuf’un hayatında Hz. Mehdi'nin hayatıyla benzerlikler olacağını bildirmiş olması, o dönemdeki gibi Hz. Mehdi'nin çıkışından önce de yeryüzünde ciddi boyutlarda bir ekonomik kriz yaşanacağına işaret etmektedir. Ayette işaret edilen ekonomik sıkıntının, günümüzde dünya çapında yaşanan büyük ekonomik kriz olması kuvvetle muhtemeldir (en doğrusunu Allah bilir). Yine Hz. Yusuf’un “kuraklığı zorlu yedi yıl” sözleriyle bahsettiği kıtlık ve ekonomik zorluk yılları, 2007 ve 2008 yıllarına işaret ediyor olabilir (en doğrusunu Allah bilir). Hz. Yusuf, “inek ve buğday”dan bahsedilen rüyayı yorumlamış ve o dönemde yaşanacak ekonomik zorluğa karşı, “tarıma önem verilmesinin çözüm olacağını” söylemiştir. Bilindiği gibi “inek ve buğday”, tarım ve hayvancılığın en önemli kalemleridir. Dolayısıyla Hz. Yusuf’un yaptığı yorumdan, “ahir zamanda Hz. Mehdi'nin çıkışından önce yaşanacak ekonomik kriz sırasında da, tarım ve hayvancılığa önem verilmesinin çözüm olacağı” anlaşılmaktadır. Ayetlerin işaretinden bu ekonomik krizin “blok olarak tek bir dönem” ya da “tekrarlı bir dönem” de olabileceği anlaşılmaktadır.
  25. Hz. Mehdi (a.s)’nin gelişi ve varlığı konusunda çeşitli yanılgılara düşen çok sayıda insan vardır. Bu yanılgılardan bazıları şöyledir: 1. Hz. Mehdi (a.s.) gelip geçmiştir, eskiden çıkmıştır. 2. Hz. Mehdi (a.s.) şahsi manevidir, yani görünmez bir ruh gibidir. Dolayısıyla şahıs olarak beklemenin bir anlamı yoktur. 3. Hz. Mehdi (a.s.) gelecektir ama yüzyıllar sonra gelecektir. 4. Hz. Mehdi (a.s.) herhangi bir insan olacaktır. Hz. Mehdi (a.s.), Bediüzzaman’ın eserlerinde; “Hz. Mehdi (a.s.)'nin üç görevi vardır“ diye bildirdiği görevlerden 2. ve 3. görevleri yapacak, materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapmayacak, iman hakikatlerini anlatmayacak sadece Risaleleri okuyacak herhangi bir siyasi liderdir. Dolayısıyla fazla dikkat çekici birisi değildir. 5. Hz. Mehdi (a.s.) diye bir kişi hiç yoktur ve hiçbir zaman da gelmeyecektir. 6. Hz. Mehdi (a.s.) gelebilir ama bu konuları araştırmak doğru değildir. Hz. Mehdi (a.s.) geldiğinde bizi vazife başında bulması gerekir dolayısıyla incelemeye gerek yoktur. Gelirse gelir, gelmezse gelmez. 7. Başının üstündeki bir meleğin bütün insanların göreceği şekilde “Bu Mehdi'dir, ona uyun” demesi, Hz. Mehdi (a.s.)’ye tank, top, silahın etki etmemesi gerekir. Böyle özellikleri olmayan kişi de zaten Hz. Mehdi (a.s.) değildir. 8. Ahir zamanda çok fazla sayıda Mehdi gelecektir. Üç, beş, on tane Mehdi gelebilir. Hepsi de sessizce Mehdilik görevlerini yapıp vefat ederler dolayısıyla bu gerçeği çok az kişi bilir. Hz. Mehdi (a.s)’nin gelişi ile ilgili Resulullah (s.a.v)’i bu kadar açık ve sarih hadis-i şerifi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin bu kadar net ve anlaşılır sözü varken bu konuyu bu derece karmaşık ve anlaşılmaz bir hale getirmek ve kapatıp ört bas etmeye çalışmak, ahirzamanın garip ve vahim özelliklerinden bir tanesidir. Hz. Mehdi (a.s)’nin gelişi ve varlığı ile ilgili yukarıda anlattığımız yanılgılara düşen yüz milyonlarca insan vardır. Hz. Mehdi (a.s)’nin bu yüzyılda geleceğini düşünen ise başlangıçta 313 kişi olacaktır. Şu andaki genel durumdan da bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Resulullah Efendimiz (sav) hadis-i şeriflerinde Hz. Mehdi (a.s)’nin yanında 313 kişinin toplanacağını bildirmiştir. Açık ve sarih hadislere göre Hz. Mehdi (a.s)’yi anlayabilecek 313 kişi dışında kimse olmayacaktır. Anlamamalarının nedenleri de yukarıda sayılan yanılgılardır. İnsanların bir kısmı Hz. Mehdi (a.s)’nin varlığını gerçekten anlamayacak, bir kısmı da şeytani bir gaye ile anlamazlıktan gelecek ve Hz. Mehdi (a.s)’nin zuhuruna kadar bu durum böyle devam edecektir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Hz. Mehdi (as)'nin imanın nuru ile anlaşılacağını ve onu farkederek yanında bulunacak kişilerin çok az sayıda olacağını şöyle bildirmektedir: Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve manevi ordusu yalnız ihlas, sadakat ve tesanüd (birlik) sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdlerdir (talebelerdir). Ne kadar da az olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. İşte o pek kesretli, o muktedir ordu, Al-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam'dır ve Hz. Mehdi'nin en has ordusudur. (Emirdağ Lahikası, s. 259) Hz.Mehdi (a.s.)’nin zuhuruna ait bütün alametler ortaya çıkmış olmasına ve bu işaretlerin son derece açık ve aleni olmasına rağmen Hz. Mehdi (a.s.)'nin bilinememesi çok büyük bir mucizedir. Ancak insanların büyük bölümünün gözüne perde çekilmiştir ve insanlar bu açık gerçeklere rağmen Hz. Mehdi (a.s)’yi fark edememektedirler. Bu durum ahirzamanın şiddetinin azametini, vahametini, basiretin ve ferasetin ne kadar ortadan kalkmış olduğunu, insanların nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğunu göstermektedir. Ancak Hz. Mehdi (a.s.)’nin gerçekten tek bir şahıs olduğunu ve bu yüzyılda zuhur edeceğini Allah’ın izniyle bütün dünya ileride anlayacaktır.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.