Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AhmetSecerden Yazılar


ahmetsecer

Önerilen İletiler

.

.

.

Bunlarida okudunuzmu? Din bu. Muhammet bu. Bomba patlatip ve masum insanlari oldurenler Muhammetten ogrenmisler. Haklisiniz.

biggrin.gif ayrıca sana bunları nerden okudugunu yada bu hikayeleri kimlerden edindiğinide sormuyorum çünkü islamiyeti ve hz.muhammad(s.a.v) efendimizi o mübarek insanı kötülemek için ellerinden geleni yazıp çizmekteler... sen yaşadıgımız zamandaki şehler efendiler dini aracı olarak kullanan kötü niyetli insanlarla peygamber efendimizi karıştırıyosun.. allah(c.c)ın izni ile onun o yaşadıgı mütevazı hayatı anlayan yaşayan çok az mümin insan var zaten bende yaşadıgımı söylemiyorum allah(c.c) inşallah banada nasip eder... velhasıl bu fani dünyada herkeze bir gün ölüm gelecek orada ak koyun kara koyun meydana çıkacak nede olsa ;her canlı ölümü tadacak; ............................Gel, gel, ne olursan ol yine gel,

İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,

Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim

Ben HZ.MUHAMMAD'in ayağının tozuyum

Biri benden bundan başkasını naklederse

Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...

MEVLANACELALEDDİNRUMİ ..........................ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMAD....................................

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 230
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bir bakimdan haklisiniz. Bu bomba atip masum insanlari katil eden Muslumanlar, ahlaki islam dinini şamanistleştiren Yunus Emre, Mevlana gibi degerli insanlardan degilde; Muhammetten ogrenmisler.

 

Bakınız bir önceki iletideki son dört satırda Mevlana'nın Kuran'ı ve Hz.Muhammedi nasıl anladığını görebiliyoruz.

Kuran ve son peygamber hakkında bilginiz ne düzeyde merak ettim. Baştan sona kaç kez Kuranı okudunuz, ayet iniş sırasına göre hiç okudunuzmu? Hz.Muhammedin hayatını, hadislerini ve veda hutbesini okudunuz mu? Masum insanların öldürülmesini emreden ilgili bir ayet yada bir hadis gösterin var mı? Aksini ben size gösterebilirim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) güler yüzlü, nâzik tabîatlı, ince ve hassas rûhlu idi. Katı yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiç bir söz çıkmazdı. Kur'ân-ı Kerîm'de bu konuda: "Allah'ın rahmeti eseri olarak, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi."(471/1) buyrulmaktadır.

 

Rasûlüllah (s.a.s.) başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı.(471/2) Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse, "içinizden bazı kimseler, şöyle şöyle yapıyorlar..." şeklinde, bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi kırmadan yanlış ve hataları düzeltirdi.(472) Kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözü gereğinden çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz; kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Allah'a hürmetsizlik olmadıkça, şahsına yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline imkân geçince öc almayı düşünmezdi. Ancak Allah'ın yasaklarını çiğneyenlere hak ettikleri cezâyı verirdi.(473) Nitekim, Mekke'nin fethedildiği gün, daha önce kendisine her türlü kötülüğü ve hakareti reva gören Mekke müşriklerine:

 

Buhari ve Müslim'in E's-Sahihlerinindeiçinde bulunduğu kitaplarda yer verilen hadislere göre , bakın peygamberle ilgili bir olay nasıl anlatılıyor.

 

"Enes İbn Malik anlatıyor:

 

Uklyada Ureyne oymaklarından bir takım insanlar ,Medineye geldiler.Havasından hastalanmaları nedeniyle burada kalamayacaklarını peygambereanlattılar.Peygamber de: "İsterseniz Beytülmal develerinin bulunduğu kesime gidin.Develerin sidiklerinden vesütlerinden için!é dedi.Öyle yaptılar ve sağlıklarına kavuştular .İşte bu sıradaadamlar ,odevelerin çobanını öldürdüler .Develeriönlerine katıp götürdüler .Bu aradaislamdan da döndüler. Haber günün ilk saatlerinde iletildipeygambere .Peygamber onları izlettirdi.Ve güneş yükselmişti ki,yakalayıp getirdiler. Peygamber (kuranın buyruğunauygun biçimde) suçluların ellerininve ayaklarınınçapraz biçimde kesilmesini buyurdu. Buyruk yerine getirildi.Kesilen organlardan kanın akmaması için uygulanan yöntem uygulanmadı.Peygamberin buyruğu ile ayrıca gözleri oyuldu.Suçlular dahasonra , kara taşlı vesonderece sıcak bir yer olan Harreye götürülüp konuldular.Güneş sıcağına bırakıldılar .İçmek için su istiyorlardı.Su verilmedi kendilerine .Ve ölünceyedek öylece bırakıldılar.

 

 

 

Çok merhametli dediğiniz ve öve öve bitiremediğiniz peygamberin buyruğu ile. Kimi zaman kadın ve çocukların öldürülmelerini bile buyurmuştur.Hatta "kafrler "için bulduğunuz yerde yakın diye buyurmuştur.

 

İşinize gelen hadisleri almakla olmuyor bu işler neyazık ki.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

birincisi hz. MUHAMMED aşkı sevgisi dünya üzerindeki hiç bişeyle denk tutulamaz.. onu kötülüyenlere allahın gazabının üzerlerinde olmasını diliyorum.. türk silahlı kuvvetleriyle veya herhangibir başka bişeyle sen veye bi başkası hz. MUHAMMEDİ bir tutamazsın. he ben tsk ya veya atatürkün kurdugu cumhuriyete yapılan saldırıları tasvif ediyorumda demiyorum ama hz.MUHAMMED bi yana dünya bi yana... onu gönülden seven aklı selim hiç bir müslüman böyle saygısızca davranışları kabullenmez. insan anasına babasına küfür edilince çılgına dönüyor peygamperi için adamda öldürür bombada atar.. bunu imanı olmayan anlayamaz o ayrı...

Bakara 212

(Medenî 87) Kafir olanlar için dünya hayatı cazip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir. .................ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMAD..........

 

Bir insanın inandığı dinin peygamberini sevmesini anlayabiliyorum ama bu denli dünya bir yana o bir yanayı anlayamıyorum...

 

Hz. Muhammedi diğer insanlardan ayıran özelliklerini sayabilir misiniz? İnsanlığa ne kazandırmıştır mesela? Bulunduğu toplumu ne kadarve nasıl değiştirmiştir?

 

İman nedir arkadaşım, bir Budistte iman ediyor Budasına, bir Hindu iman ediyor Hindusuna, hatta bir satanist inanıyor satana, sence hangisi farklı?

 

İçinde mantık olmayan körü körüne bağlılık ve adına iman dediğiniz biat herşeye uyarlanır...

 

Sonra vay sen saygısızlık ettin diye gözünü kırpmadan adam keser birileri nedir adı inancını savunmuştur Allah'ını savunmuştur peygamberini savunmuştur! Siz seviyorsunuz diye siz inanıyorsunuz diye herkesin inanmasını ve sevmesini bekleyebilir misiniz? Bunlar saygısızlık değil ama biraz empati...

 

Korku ile iman olmaz korkutup öldürerek iyi insan olunmaz, iyi insan olmadan din sahibi olursa da işte sadece müstakbel katil olur bu kadar...

 

İnsanları domuz bağı ile bağlayıp el ve ayaklarını kesen gözlerini oyan türlü eziyetler yapanlar birde bunları kameraya çeker ve internete yayar, adam öldürürken Allah derler, Allah adına cinayet işlerler sonra saygı beklerler...

 

Bir densiz kalkıp peygamberlerden birinin karikatürünü yapıyor diye onu öldürmek gerekmez insanın kafatası içinde bulunan organında çiçek yetişmiyor akıl yetişiyor!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Buhari ve Müslim'in E's-Sahihlerinindeiçinde bulunduğu kitaplarda yer verilen hadislere göre , bakın peygamberle ilgili bir olay nasıl anlatılıyor.

 

"Enes İbn Malik anlatıyor:

 

Uklyada Ureyne oymaklarından bir takım insanlar ,Medineye geldiler.Havasından hastalanmaları nedeniyle burada kalamayacaklarını peygambereanlattılar.Peygamber de: "İsterseniz Beytülmal develerinin bulunduğu kesime gidin.Develerin sidiklerinden vesütlerinden için!é dedi.Öyle yaptılar ve sağlıklarına kavuştular .İşte bu sıradaadamlar ,odevelerin çobanını öldürdüler .Develeriönlerine katıp götürdüler .Bu aradaislamdan da döndüler. Haber günün ilk saatlerinde iletildipeygambere .Peygamber onları izlettirdi.Ve güneş yükselmişti ki,yakalayıp getirdiler. Peygamber (kuranın buyruğunauygun biçimde) suçluların ellerininve ayaklarınınçapraz biçimde kesilmesini buyurdu. Buyruk yerine getirildi.Kesilen organlardan kanın akmaması için uygulanan yöntem uygulanmadı.Peygamberin buyruğu ile ayrıca gözleri oyuldu.Suçlular dahasonra , kara taşlı vesonderece sıcak bir yer olan Harreye götürülüp konuldular.Güneş sıcağına bırakıldılar .İçmek için su istiyorlardı.Su verilmedi kendilerine .Ve ölünceyedek öylece bırakıldılar.

 

 

 

Çok merhametli dediğiniz ve öve öve bitiremediğiniz peygamberin buyruğu ile. Kimi zaman kadın ve çocukların öldürülmelerini bile buyurmuştur.Hatta "kafrler "için bulduğunuz yerde yakın diye buyurmuştur.

 

İşinize gelen hadisleri almakla olmuyor bu işler neyazık ki.

 

Şu hadis kaynaklarını ve kitapları tam isimleriyle verebilirseniz bir göz atmak isterim.

Kuran'da açık bir şekilde masum cana kıyılamayacağı belirtilmiştir, kıyılırsa cezası kısastır. Bu hususta da söz hakkı ölen kişinin yakınındadır.

 

İsrâ - 33

Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da kısas konusunda aşırı gitmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.

 

Maide - 32

Bundan dolayı İsrailoğullarına şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.

 

Peygamberin Kuran'ın hükümleri dışında hareket etmesi söz konusu değildir, bu bağlamdaki hadislerde yalandır. Ayrıca Kuran'da yakma, göz oyma gibi işkence türleri ve zulum kesinlikle yoktur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Enes ibn Malik'in hadislerini araştırırsanız bulursunuz. Yazımda belirttim zaten Buhari ve Müslimin hadis kitaplarını da. Zira kendisi en çok hadis bilen üçüncü sahabedir. Okuma yazması olması hasebiyle bunları yazmış ve aktarmıştır. Peygambere yakınlığı ile de bilinir.

 

Peygamberin Kuran'ın hükümleri dışında hareket etmesi söz konusu değildir, bu bağlamdaki hadislerde yalandır. Ayrıca Kuran'da yakma, göz oyma gibi işkence türleri ve zulum kesinlikle yoktur.

 

İşte mesele de orda bu hadislerde peygamberin kasdı aşan tavırları mevcuttur. İşinize gelmeyeni yalan diye adlandırmak yerine araştırmanızı öneririm

 

Maide suresi 33 ile alakalı anlatılmış bir olaydır. El ve ayakların çapraz kesilmesi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Enes ibn Malik'in hadislerini araştırırsanız bulursunuz. Yazımda belirttim zaten Buhari ve Müslimin hadis kitaplarını da. Zira kendisi en çok hadis bilen üçüncü sahabedir. Okuma yazması olması hasebiyle bunları yazmış ve aktarmıştır. Peygambere yakınlığı ile de bilinir.

 

İşte mesele de orda bu hadislerde peygamberin kasdı aşan tavırları mevcuttur. İşinize gelmeyeni yalan diye adlandırmak yerine araştırmanızı öneririm

 

Maide suresi 33 ile alakalı anlatılmış bir olaydır. El ve ayakların çapraz kesilmesi

 

Dün bir süre araştırdım fakat bulamadım, bulduklarımın hepsi de bu hareket ve görüşlerin tam zıttı, güzelliğin, iyiğin ve merhametin olduğu hadislerdi. Ama siz direk kitap ismini sayfasını yada varsa linkini verin görmek, incelemek isterim. Bu işinize gelen hadislere gelince bu işin uzmanları da hadis olayını böyle kabul etmişlerdir yani ilahiyatçı profesörler, doçentler vs. bu konuda ömrü araştımakla geçmiş, kitap, makale vs. yazmış insanlardır. Peygamberin Kuran'ın aksine hüküm vermesi imkansızdır ve yine söylüyorum bu bağlamdaki hadislerde uydurmadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir insanın inandığı dinin peygamberini sevmesini anlayabiliyorum ama bu denli dünya bir yana o bir yanayı anlayamıyorum...

 

Hz. Muhammedi diğer insanlardan ayıran özelliklerini sayabilir misiniz? İnsanlığa ne kazandırmıştır mesela? Bulunduğu toplumu ne kadarve nasıl değiştirmiştir?

 

İman nedir arkadaşım, bir Budistte iman ediyor Budasına, bir Hindu iman ediyor Hindusuna, hatta bir satanist inanıyor satana, sence hangisi farklı?

 

İçinde mantık olmayan körü körüne bağlılık ve adına iman dediğiniz biat herşeye uyarlanır...

 

Sonra vay sen saygısızlık ettin diye gözünü kırpmadan adam keser birileri nedir adı inancını savunmuştur Allah'ını savunmuştur peygamberini savunmuştur! Siz seviyorsunuz diye siz inanıyorsunuz diye herkesin inanmasını ve sevmesini bekleyebilir misiniz? Bunlar saygısızlık değil ama biraz empati...

 

Korku ile iman olmaz korkutup öldürerek iyi insan olunmaz, iyi insan olmadan din sahibi olursa da işte sadece müstakbel katil olur bu kadar...

 

İnsanları domuz bağı ile bağlayıp el ve ayaklarını kesen gözlerini oyan türlü eziyetler yapanlar birde bunları kameraya çeker ve internete yayar, adam öldürürken Allah derler, Allah adına cinayet işlerler sonra saygı beklerler...

 

Bir densiz kalkıp peygamberlerden birinin karikatürünü yapıyor diye onu öldürmek gerekmez insanın kafatası içinde bulunan organında çiçek yetişmiyor akıl yetişiyor!!!

sizin hayatta dünya bi yana o biyana dediğin kimse yokmu bu sevgilin annen veya büyük bir insan.... insanın yüregi okadar genişki illaki bir kişiyle bunu sınırlamak zorunda diilsin... hz. MUHAMMAD(S.A.V) özelliklerine gelince saymakla ne biter nede buraya yazmakla.. kazandırdığı en büyük şey insan oglunu ALLAH(C.C) varlıgını büyüklüğünü bildirmek KURAN-I KERİM'i insanlıga sunmak.. Mâide 92

(Medenî 112) Allah'a itaat edin, Resule de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resulümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.....peygamber efendimiz'den önceki cahiliye dönemini tek tek anlatmama gerek yoktur heralde örnek olarak yeni dogmuş kız cocuklarının gömülüp öldürülmesi mesela..gene söylüyorum sizin zihniyet her müslüman aynı teröris **** benim budist arkadaşımda var hindu arkadaşımda var herkesin imanı inancı kendine Bakara 139

(Medenî 87) De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlarız.. kimse benim gibi sevmek zorunda degil kimse iman etmek zorundada degil böyle bi iddaamda yok... internet'te izlediklerinin bir kısmını onaylıyorum bir kısmını onaylamıyorum çünkü orda haklı olanda var haksız olanda insanın kafasında çiçek yetişmiyor ama korku yetişiyor o karikatürü yapanın hayatı nasıl gidiyor acaba düşündünmü???? .........................ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMAD.................

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Buhari ve Müslim'in E's-Sahihlerinindeiçinde bulunduğu kitaplarda yer verilen hadislere göre , bakın peygamberle ilgili bir olay nasıl anlatılıyor.

 

"Enes İbn Malik anlatıyor:

 

Uklyada Ureyne oymaklarından bir takım insanlar ,Medineye geldiler.Havasından hastalanmaları nedeniyle burada kalamayacaklarını peygambereanlattılar.Peygamber de: "İsterseniz Beytülmal develerinin bulunduğu kesime gidin.Develerin sidiklerinden vesütlerinden için!é dedi.Öyle yaptılar ve sağlıklarına kavuştular .İşte bu sıradaadamlar ,odevelerin çobanını öldürdüler .Develeriönlerine katıp götürdüler .Bu aradaislamdan da döndüler. Haber günün ilk saatlerinde iletildipeygambere .Peygamber onları izlettirdi.Ve güneş yükselmişti ki,yakalayıp getirdiler. Peygamber (kuranın buyruğunauygun biçimde) suçluların ellerininve ayaklarınınçapraz biçimde kesilmesini buyurdu. Buyruk yerine getirildi.Kesilen organlardan kanın akmaması için uygulanan yöntem uygulanmadı.Peygamberin buyruğu ile ayrıca gözleri oyuldu.Suçlular dahasonra , kara taşlı vesonderece sıcak bir yer olan Harreye götürülüp konuldular.Güneş sıcağına bırakıldılar .İçmek için su istiyorlardı.Su verilmedi kendilerine .Ve ölünceyedek öylece bırakıldılar.

 

 

 

Çok merhametli dediğiniz ve öve öve bitiremediğiniz peygamberin buyruğu ile. Kimi zaman kadın ve çocukların öldürülmelerini bile buyurmuştur.Hatta "kafrler "için bulduğunuz yerde yakın diye buyurmuştur.

 

İşinize gelen hadisleri almakla olmuyor bu işler neyazık ki.

tebu arkadaşımın söyledigi gibi peygamber efendimizin kuranın dışında hareket etmesi mümkün degildir...

necm suresi: 1. Batmakta olan yıldıza and olsun ki,

 

 

2. Arkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır.

 

 

3. O, kendiliğinden konuşmamaktadır.

 

 

4. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir.

 

söylediklerimi yineliyorum onu kötülemek karalamak için ozamandan bu zamana türlü oyunlar hileler yapılmıştır... ama hamdolsunki imanlı müminlere bu işlemez

...........ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMAD...........

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Hadis Numarası: 1575

 

Ravi: Hz. Enes(r.a.)

Hadis Metni: Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup insan Resulullah (sav)'ın yanına gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Biz hayvancılıkla uğraşıp sütle beslenen (çöl) insanlarıyız, (çift-çubukla uğraşan) köylüler değiliz" dediler. Bu sözleriyle, Medine'nin havasının kendilerine iyi gelmediğini ifade ettiler. Resulullah (sav), onlara (hazineye ait) develerin ve çobanın (bulunduğu yeri) tavsiye etti. Kendilerine oraya gitmelerini, develerin sütlerinden ve bevillerinden içmelerini söyledi. Gittiler, Harra bölgesine yarınca, İslam'dan irtidad ettiler. Hz. Peygamber (sav)'in çobanını da öldürüp develeri sürdüler. Haber, Hz. Peygamber (sav)'e ulaştı. Resulullah (sav), derhal arkadaşlarından takipçi çıkardı (yakalanıp getirildiler). Gözlerinin oyulmasını, ellerinin kesilmesini ve Harra'nın bir kenarına atılmalarını ve o şekilde ölüme terkedilmelerini emretti.

Kaynak: Buhari, Muharibin 16, 17, 18, Diyat 22, Vudu 66, Zekat 68, Cihad 152, Megazi 36, Tefsir, Maide 6, Tı

 

http://www.risale-in...ex.php?hid=1575

Ben bu hadisi Turan Dursun'un kitaplarında okudum.Kutsal kitapların kaynakları 3 ciltlik bir kitaptır. Tavsiye ederim tek taraflı bakmamış olursunuz en azından.

 

Sizin için araştırdım , tasvip edeceğinizi umduğum büyük bir şahsiyetin(!) sitesinden de buldum.

 

Sanırım Turan Dursun'un çok iyi bir din alimi olup .6-7 yy ve 13-14yy arapçasını gramerleri ve lehçeleri ile bilen ender alimlerden biri olduğunu bilirsiniz.

Zaten araştırmalarının derinliği sonucu saçmalıkları gördüğünü ve sizin deyiminizle kafir olup , bu nedenle de öldürüldüğünü bilirsiniz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hepimiz çalan saati duyarak derin bir rüyadan uyandığımızda ilk başta büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz. Önce rüya ile gerçek hayatı algılamaya çalışıyoruz. Birkaç saniye önce rüyamızda yaşadığımız sevinçler, üzüntüler, trafik kazası, gülün kokusu, insanlar, hatta yediğimiz yemeğin tadı o kadar net ve gerçek gibi ki bunun rüya olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Peki uyandığımızda gerçek hayata mı geçiyoruz, hangisi hayal, hangisi gerçek? Bu sorular tarihte de birçok felsefeciyi düşündürmüştür. Rüyaların aldatıcılığının farkına varan Alman bir felsefeci bu konuda şunları söylemektedir:

 

Biz şimdi uyanık halde miyiz yoksa düş mü görüyoruz? Bu kuşkusuz anlamlı bir sorudur. Aslında bu soruyu çoğu kere düşümüzde de sorduğumuz olmuştur. Gene düşümüzde soruya verdiğimiz yanıtın, yani uyanık olduğumuz yanıtının, biz uyandıktan sonra yanlış olduğunu görmüşüzdür. Peki aynı yanılgı şimdi de olamaz mı? Hayır diyemeyiz, çünkü pekala bir gün düş gördüğümüz ortaya çıkabilir. (Hans Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, s. 179)

 

 

Descartes bu konu hakkında şu yorumu yapmıştır:

 

Rüyalarımda şunu bunu yaptığımı, şuraya buraya gittiğimi görürüm; uyanınca da hiçbir şey yapmamış, hiçbir yere gitmemiş olduğumu, uslu uslu yatakta yattığımı anlarım. Benim şu anda da rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir? İşte bütün bunlardan, içinde bulunduğum dünyanın gerçekliği tümü ile şüpheli birşey oluyor. (Macit Gökberg, Felsefe Tarihi, s.263)

 

Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Gerçek yaşamın sürekli olup, rüyanın kopuk kopuk olması ya da rüyada farklı sebep-sonuç ilişkilerinin bulunması mı? Bunlar temelde önemli farklar değildir. Çünkü sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşmaktadır.

 

İnsan rüya sırasında, gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsa, aynı durum dünya hayatı için de geçerlidir. Rüyadan uyandığımızda “gerçek yaşantı” denilen daha uzun bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel, hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. Elde hiçbir delil olmamasına rağmen, bu konuda herhangi bir şüphe duyulmamasının nedeni, alışkanlıklar ve önyargılardan başka birşey değildir.

 

Rüya ile ilgili bir örnek, konuyu daha iyi açıklayacaktır. Beynimizin içinde bir rüya seyrettiğimizi düşünelim. Rüyada hayali bir bedenimiz olacaktır. Hayali bir kolumuz, hayali bir gövdemiz, hayali bir gözümüz ve de hayali bir beynimiz. Rüya sırasında bize “nerede görüyorsun?” gibi bir soru sorulduğunda vereceğimiz cevap “beynimde görüyorum” olacaktır. Ama ortada gerçek bir beyin yoktur. Sadece hayali bir vücut, hayali bir kafatası ve hayali bir beyin vardır. Rüyanızdaki görüntüyü gören irade ise, rüyadaki hayali beyin değil, ondan daha “ötede” olan bir varlıktır.

 

Rüyadaki ortamla gerçek hayat denilen ortam arasında herhangi bir fiziksel fark olmadığı bilinmektedir. Öyleyse, gerçek hayat denilen ortamda, “nerede görüyorsun?” sorusu sorulduğunda da üstteki örnekteki gibi “beynimde” cevabını vermenin bir anlamı yoktur. Her iki durumda da gören ve algılayan irade, bir et parçası niteliğindeki beyin değildir.

 

Beyin analiz edildiğinde, yalnızca diğer canlı organlarda da bulunan protein ve yağ molekülleri gibi moleküllerden ibaret olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle, beyin dediğimiz et parçasında, görüntüleri seyrederek yorumlayacak, bilinci oluşturacak, kısacası “ben” denilen şeyi oluşturabilecek birşey yoktur.

 

O halde beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm algıları hisseden bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?

 

Bu şuur, Allah’ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.

 

Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana, tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah’ın gücünü düşünüp, O’ndan korkup, O’na sığınması gerekir.

 

Herkes aslında dünyanın sadece beynimizde yaratılan görüntülerden ibaret olup, imtihan olmamız için yaratıldığını anlayacağı bir an gelecektir. İşte bu an her insana ölümle birlikte gelecektir. Ölümle birlikte insanın beyninde seyrettiği dünya hayatına dair görüntü değişecek, bunun yerine ölüm anının, hesap gününün ve ahiretin görüntüsü gelecektir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, ölümle birlikte insan sanki bir uykudan uyanacak, rüyasından gerçek dünyaya geçer gibi, gerçek ve sonsuz hayatına geçecek, bu hayatında görüntüsü daha net ve gerçek olacaktır. Aynı rüyasındaki daha bulanık görüntüden uyanıp daha net olan dünya hayatına geçiş yapan insan gibi. Ayetlerde tüm alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

 

Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)

 

 

"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 22)

 

Peygamber Efendimiz (SAV) de bir hadis-i şeriflerinde "insanlar uykudadır, ölümle uyanırlar" (İmam Gazali, İslam Klasikleri 2, Bedir Yayınları, 18 sf. 36152) buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir.

 

Gerçek olan ölümden sonraki hayattır. Dünya hayatı ise, aynı bir rüya gibi insana beynindeki küçücük bir noktada izlettirilen bir görüntü aleminden başka bir şey değildir. Bir insanın bu görüntüye aldanıp, gerçek ve sonsuz hayatını unutması, düşünmemesi ise büyük bir gaflet ve yanılgıdır. Allah'ın bir rüya gibi gösterdiği dünya hayatına kapılıp gidenler, ölümü gerçek ve tek yaşantılarının sonu zannedenler, ölümle birlikte içinde bulundukları bu gaflet uykusundan uyanacak, rüyalarından ayrılacaklar ve işte o zaman asıl gerçeği göreceklerdir.

 

Çok kısa bir süre düşünen herkesin asıl hayatın ölünce başlayacağını kavrayacağını düşünüyorum. Önümüzde böyle büyük bir gerçek varken asıl hayatımız olan ahiret hayatımız için gayret göstermemiz gerekmez mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ben bu hadisi Turan Dursun'un kitaplarında okudum.Kutsal kitapların kaynakları 3 ciltlik bir kitaptır. Tavsiye ederim tek taraflı bakmamış olursunuz en azından.

 

Sizin için araştırdım , tasvip edeceğinizi umduğum büyük bir şahsiyetin(!) sitesinden de buldum.

 

Sanırım Turan Dursun'un çok iyi bir din alimi olup .6-7 yy ve 13-14yy arapçasını gramerleri ve lehçeleri ile bilen ender alimlerden biri olduğunu bilirsiniz.

Zaten araştırmalarının derinliği sonucu saçmalıkları gördüğünü ve sizin deyiminizle kafir olup , bu nedenle de öldürüldüğünü bilirsiniz.

 

Bu kaynaklarda öyle hadisler var ki bırak Kuran'la uyuşmayı zıttını söylemektedir, hatta öyle garipleri varki akıl almıyor. İslamın referansı Kuran'dır, bunun aksini iddia eden hadisler uydurmadır. İslam karşıtlarının bu hadis konusu çok hoşlarına gitmektedir, çünkü onlara çıkacak çok malzeme vardır. Kuran'da Recm yoktur, hadislerde var, Kuran'da vasiyet vardır, hadislerde yok, Kuran'da işkence yoktur, hadislerde var ve bunun gibi birçok örnek var. Hadisler gerçekten iyi incelenmesi gereken, üzerinde düşünülmesi gereken konudur güvenilir olduğu söylenen kaynaklarda bile Kuran'la ciddi anlamda çelişen, zıt düşen hadisler vardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aslında çok uzatmaya gerek yoktur sayın tebu.

 

Göründüğü üzere anlattığım olay maide suresine ilişkindir.Ellerin ve ayakların çapraz kesilmesi.Kuranda işkence yoktur diye idda ettiğiniz şeyler çok fazladır. Bunlarda sırf allaha inanmadıkları için insanlara uygulanır. Bunlar çok yazıldı çizildi, o nedenle tekrar yazmayacağım bunları.

 

İşinize gelen hadislere şöyle cevap vermişsiniz:

 

 

Bu işinize gelen hadislere gelince bu işin uzmanları da hadis olayını böyle kabul etmişlerdir yani ilahiyatçı profesörler, doçentler vs. bu konuda ömrü araştımakla geçmiş, kitap, makale vs. yazmış insanlardır

 

 

Gelmeyenlere de son iletinizdeki gibi. Turan Dursun'a itiraz edersiniz diye size uygun kaynaklar da buldum

Daha söylenecek şey var mı?

 

Yok. :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aslında çok uzatmaya gerek yoktur sayın tebu.

 

Göründüğü üzere anlattığım olay maide suresine ilişkindir.Ellerin ve ayakların çapraz kesilmesi.Kuranda işkence yoktur diye idda ettiğiniz şeyler çok fazladır. Bunlarda sırf allaha inanmadıkları için insanlara uygulanır. Bunlar çok yazıldı çizildi, o nedenle tekrar yazmayacağım bunları.

 

İşinize gelen hadislere şöyle cevap vermişsiniz:

 

Gelmeyenlere de son iletinizdeki gibi. Turan Dursun'a itiraz edersiniz diye size uygun kaynaklar da buldum

Daha söylenecek şey var mı?

 

Yok. :)

 

Sn. Gelincik Kuranda el kesilmesiyle ilgili ayete iyi bakınız bahsettiğiniz olayla ilgisi var mıdır? Sizin üstünde durduğunuz hadisin karşılığı Kuran'da idamdır başka birşey değil. Yok göz oymak, elleri ayakları çapraz kesmek, sıcakta bekletmek falan değil. Kuran'ın hükümleri açıktır oraya buraya çekiştirmeye gerek yok. Sırf inanmadıkları için insanlar öldürülmez Kuran'ı iyi anlamak için okumak lazım tam manada, baştan sona defalarca, yarım yada orasından burasından değil.

 

Bakara - 256
Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Kehf - 29

De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.

 

Kafirun - 1,2,3,4,5,6

De ki: “Ey Kâfirler!. Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim.Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”

Âl-i İmrân - 20

Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere6 de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kullarını hakkıyla görendir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Made:33 -Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır.

 

Hadis Metni: Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup insan Resulullah (sav)'ın yanına gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Biz hayvancılıkla uğraşıp sütle beslenen (çöl) insanlarıyız, (çift-çubukla uğraşan) köylüler değiliz" dediler. Bu sözleriyle, Medine'nin havasının kendilerine iyi gelmediğini ifade ettiler. Resulullah (sav), onlara (hazineye ait) develerin ve çobanın (bulunduğu yeri) tavsiye etti. Kendilerine oraya gitmelerini, develerin sütlerinden ve bevillerinden içmelerini söyledi. Gittiler, Harra bölgesine yarınca, İslam'dan irtidad ettiler. Hz. Peygamber (sav)'in çobanını da öldürüp develeri sürdüler. Haber, Hz. Peygamber (sav)'e ulaştı. Resulullah (sav), derhal arkadaşlarından takipçi çıkardı (yakalanıp getirildiler). Gözlerinin oyulmasını, ellerinin kesilmesini ve Harra'nın bir kenarına atılmalarını ve o şekilde ölüme terkedilmelerini emretti.

Kaynak: Buhari, Muharibin 16, 17, 18, Diyat 22, Vudu 66, Zekat 68, Cihad 152, Megazi 36, Tefsir, Maide 6, Tı

Aynen bu olayla ilgisi vardır arkadaşım. Zaten olay hadis bu maddeye dayanılarak anlatılmıştır.

 

Sizde çok iyi bilirsiniz ki ; yeryüzünde fesat çıkaranlar münafıklardır yani inanmayanlar, kuran ve tüm islam alimleri bunu böyle tefsir eder.

Eğer derdiniz örnekse kuran ayetlerine göre , Türklere karşı yapılan Talkan ve Curcan katliamları da bakara suresinin ;

 

"heryer allahın dini oluncaya kadar öldürün" ayetine dayanılarak yapılmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dikkat ederseniz Kuran’da her kavmin bir uyarıcı korkutucu geldiğinde inanmadıklarına, alaya aldıklarına, inanmak için ısrarla mucizeler göstermesini istediklerine şahit olursunuz. Çünkü inkar edenlerin en önemli özelliklerinden biri kendi akıllarını beğenmeleridir. Her zaman doğru yolda olduklarını düşünürler. Bu yüzden de Allah tarafından kendilerine bir uyarıcı geldiğinde kibirlerinden asla kabul etmeye yanaşmazlar. Allah’ın gönderdiği kendilerine ayetleri okuyan, onları doğru yola çekmeye çalışan bu kişiyi delililikle suçlarlar. İnanmak için mutlaka ama mutlaka mucizeler görmek isterler. Çünkü bir insanın gelip kendilerini uyarması, o insana itaat etmek, onu dinlemek ve söylediklerini yapmak inkâr edenlere çok ağır gelir.

 

Dediler ki: "Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek indirilmesi gerekmez miydi?" (Furkan Suresi, 7)

 

Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. (Sebe Suresi, 34)

 

Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu, ) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Fatır Suresi, 42)

 

Allah Kuran’da ahirette “bize uyarıcı gelmedi” dememeleri için her topluluğa mutlaka bir uyarıcı gönderdiğini bildirir. Şu anda yaşadığımız dünyaya bir bakın. Fuhuşun, kumarın, uyuşturucunun, dolandırıcılığın en yoğun yaşandığı dönem değil mi? İnsanlar adeta paraya tapmıyorlar mı? Çok az bir para için, ya da bir öfke uğruna birbirlerini öldürmüyorlar mı? Son derece güvensiz ve korku dolu bir ortam yok mu? Sokakta çaresiz insanlara elini uzatan var mı? İnsanlar kendilerine gönderilmiş Kuran’ı hiç ellerine alıp okuyorlar mı, Kuran ahlakı yaşanıyor mu? Aile içi yaşanan şiddet, tecavüz, gasp, hırsızlık olayları her geçen gün artmıyor mu? Böylesine şeytanın insanları saptırdığı ve yoğun bir gaflete düşürdüğü bir ortamda Hz. Mehdi’nin gelmesine neden şaşırıyorsunuz? Ahir zaman inkar edenlerin en azgınlaştıkları dönem değil mi? Her türlü pisliğin sonuna kadar yaşandığı dönem değil mi?

 

İşte Hz. Mehdi ahir zamanda insanların en çok batağa saplandığı dönemde gönderilmiştir. Tabii ki bu insanları uyaracak, onlara ayetleri okuyup hak yola davet edecek Hz. Mehdi gelmiştir. İnsanların Hz. Mehdi’nin geldiğini kabul etmemeleri ve kendilerini doğru yolda sanmaları, onu delilikle suçlamaları, okuduğu ayetleri görmezden gelmeleri Allah’ın kanunun değişmemesi nedeniyledir. Hz. Mehdi’ye kimlerin inanacağı da kaderde belirlenmiştir ve bu değerli insanların çok az olacağı bildirilmiştir. Kuran’da diğer peygamberlere ve uyarıcılara da baktığınızda hep çok az insanın bu kişilere inanıp güvendiklerini görürsünüz. Bu yüzden insanların çoğunun inanmaması, alay etmeleri, mucize beklemeleri, iftiralar atmaları sakın sizi yanıltmasın. Siz bu dönemde materyalizmi çökerten, size ayetleri okuyan, iman hakikatlerini anlatan ve tüm dünyayı saran etkisine rağmen delilikle suçlanan kişiyi izleyin, eğer samimi bir kalple bakarsanız ve Kuran’la düşünürseniz mutlaka görecek, mutlaka bileceksiniz…

 

Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Mü'minun Suresi, 70)

 

İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. (Zümer Suresi, 71)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Gerçekten hiç samimice düşündün mü, sen nasıl bir Müslümansın? Tam olarak Allah’ın Kuran’da tarif ettiği gibi bir Müslüman mı, yoksa birkaç şey yapıp da kendisini çok iyi gören bir Müslüman mı? Televizyonlarda Hac’ca giden bazı insanları görüyorum, marka kıyafetleri kuşanmışlar, uçağa binip rahatça Hacca gidiyorlar. Orada güzelce geziyor, alışveriş yapıyor, son derece lüks otellerde kalıyorlar. Gelirken de kutsal topraklarda bulunmanın müthiş manevi haz verdiğini söyleyerek Hacı olduklarını düşünüyor kendilerini son derece takva ve cennetlik görüyorlar. Şimdi uçağa binip hacca gitmek son derece kolay değil mi, zaten aynı kişi bu işi kendi zevki için de defalarca yapıp başka ülkeleri de gezmeye gitmiyor mu?

 

Kimi de sıcacık evinde namazlarını kıldığı için kendisini çok iyi görüyor. Kimi gecede 2000 zikir çektiğini, sabahlara kadar dua ettiğini söylüyor. Kimi eşinin yığdığı altınlardan zekat verdiğini söyleyerek kendisini son derece imanlı görüyor. Dikkat ederseniz bu insanların hepsinin ortak özelliği kendilerini asla tehlikeye atmamalarıdır. Dünyayı yaşamaya yönelik her türlü düzeni kurmuş, evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuşlardır. Düzenli bir işleri vardır ve asla her ne olursa olsun bu düzenlerini bozmak istemezler. Şimdi bu insan bankada milyarlarca lirası varken zekat verdiğinde, sıcacık evinde namaz kıldığında, oruç tuttuğunda, uçağa binip Hacca gittiğinde, yoksula yedirdiğinde herhangi bir zorluk çekiyor mu? En ufak bir zorluk çekmiyor değil mi? İşte bu durumda o insanın biran için durup samimiyetini gözden geçirmesi, Kuran’da tarif edilen Müslüman kimliğini öğrenmesi gerekir. Aynı insana hapse atılacaksın dini anlatma desen hemen anlatmaktan vazgeçer, çünkü asla kendisini tehlikeye atmaz.

 

Kuran’da tarif edilen Müslüman ise son derece samimidir, Allah’ın rızasını her şeyin ama her şeyin üzerinde tutar. Dünya için değil yalnızca ahiret için yaşar. Bu insanın dünyada kaybedecek hiçbir şeyi yoktur, gözü hiçbir şey görmez. Ayette belirtildiği gibi: De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (En'am Suresi, 162) İşte burada kastedilen bütün hayatın Allah’a adanmasıdır. Çok samimi bir Müslüman dini yaymak adına hayatta her şeyini feda eder, gerekirse kendisini ateşe atar, her türlü zorluğa talip olur, hapsedilmekten, sürgüne gönderilmekten, eziyet görmekten çekinemez. Peygamberimiz de kendi döneminde her türlü zorluğa göğüs germedi mi? Kendisine yapılan zulüm sonucunda hicret etmedi mi? O zaman yanındaki samimi Müslümanlar her şeylerini bırakıp peygamberimizle birlikte hareket ettiler. İçlerinden samimiyetsiz olanlarda ailelerinin olduğunu, ya da havanın çok sıcak olduğunu öne sürerek savaşa çıkmak istemediler. Bu onların son derece samimiyetsiz ve riyakar olduklarını gösteriyordu.

 

Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı. (Tevbe Suresi, 81)

 

Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün." Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13)

 

 

Şimdi Kuran ayetleriyle tekrar düşünün. Allah’ın nasıl bir Müslüman olmanızı istediği çok açık değil mi? Allah bir insanın Allah yolunda her şeyini vakfetmesini ister, bütün malını, mülkünü, canını Allah yolunda harcamasını ister. Samimi bir Müslüman Allah yolunda ne eşini, ne kardeşini ne çocuğunu gözü görür. Peygamberimizin de ailesi yok muydu, çocukları yokmuydu? Yanındaki salih sahabelerinde eşleri ve çocukları yok muydu? Her şeylerini bırakıp dini yaymak uğruna canlarını ortaya koymadılar mı? Zorluk çekmeden, hayatını vakfetmeden cennete girebileceğini düşünenler çok yanılırlar. Onlar kendilerini son derece samimi ve takva görürken Kuran’da tarif edilen Müslüman kimliğinden ne kadar uzak olduklarından tam anlamıyla gafildirler. Unutmayın ki insan ahirette dünyada yaptıklarının karşılığını tam olarak alacaktır. Samimiyetle, içtenlikle, fedakârlıkla her şeyini Allah yolunda harcayanların o gün yüzlerinin nurla kaplı olduğunu göreceğiz. Dünyada kendi çıkarlarını gözetip bir ucundan da dindar gözükmeye çalışanların da ne kadar büyük bir kayba uğrayacaklarına yine hep birlikte şahit olacağız…

 

Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)

 

Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Ali İmran Suresi, 142)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yaşadığımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile gelir. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Doğumumuzdan itibaren bu duyulara bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.

 

Oysa, bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar son derece farklı bir anlayışı beraberinde getirmiş, algılarımız ve algıladığımız dünya ile ilgili ciddi şüphelerin oluşmasına neden olmuştur.

 

Bu yeni anlayışın çıkış noktası ise şudur: Bizim "dış dünya" olarak algıladıklarımız, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde yarattığı etkilerdir. Elmanın kırmızılığı, tahtanın sertliği, dahası anneniz, babanız, aileniz, sahibi olduğunuz bütün mallar, eviniz, işiniz ve bu kitabın satırları yalnızca ve yalnızca beyninizdeki elektrik sinyallerinden ibarettir.

 

Frederick Vester bilimin bu konuda ulaştığı noktayı şöyle ifade eder:

 

Bazı düşünürlerin, 'insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir' şeklindeki sözleri günümüzde bilimsel olarak kanıtlanıyor gibidir.1

 

Ünlü filozof George Berkeley'in, bu şaşırtıcı gerçek ile ilgili açıklaması ise şöyledir: Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… Bütün bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir… Öyleyse bizi çevreleyen şeylerin hiçbirinin bizim zihnimizin dışında bir varlığı yoktur.2

 

Nasıl Görüyoruz, Duyuyoruz, Tadıyoruz?

 

Görme olayı oldukça aşamalı bir biçimde gerçekleşir. Görme sırasında, herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri (fotonlar), gözün önündeki lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters olarak düşerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülen görme uyarıları, sinirler aracılığı ile, beynin arka kısmındaki görme merkezi adı verilen küçük bir bölgeye ulaşırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani görme olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ışığın hiçbir şekilde giremediği, kapkaranlık bir noktada yaşanır.

 

Bir cisimden gelen uyarılar elektrik sinyaline dönüşerek beyinde bir etki oluştururlar. Görüyorum derken, aslında zihnimizdeki elektrik sinyallerin etkisini seyrederiz.

 

Bir cisimden gelen uyarılar elektrik sinyaline dönüşerek beyinde bir etki oluştururlar. Görüyorum derken, aslında zihnimizdeki elektrik sinyallerin etkisini seyrederiz.

 

 

Şimdi genelde herkesçe bilinen bu bilgiye bir kez daha dikkatlice bakalım: Biz, "görüyorum" derken, aslında gözümüze gelen uyarıların elektrik sinyaline dönüşerek beynimizde oluşturduğu "etkiyi" görürüz. Yani "görüyorum" derken, aslında beynimizdeki elektrik sinyallerini seyrederiz.

 

Hayatımız boyunca gördüğümüz her görüntü bir kaç cm3'lük görme merkezinde oluşur. Okuduğunuz bu satırlar da, ufka baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzara da, bu küçücük yerde meydana gelmektedir. Bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır. Az önce belirttiğimiz gibi, kafatası ışığı içeri geçirmez, yani beynin içi kapkaranlıktır. Dolayısıyla beynin ışığın kendisiyle muhatap olması asla mümkün değildir.

 

Buradaki ilginç durumu bir örnekle açıklayalım. Karşımızda bir mum olduğunu düşünelim. Bu mumun karşısına geçip onu uzun süre izleyebiliriz. Ama bu süre boyunca beynimiz, muma ait ışığın aslı ile hiçbir zaman muhatap olmaz. Mumun ışığını gördüğümüz anda bile kafamızın ve beynimizin içi kapkaranlıktır. Kapkaranlık beynimizin içinde, aydınlık, ışıl ışıl ve renkli bir dünyayı seyrederiz.

 

R.L.Gregory, bizim çok doğal karşıladığımız görme olayındaki mucizevi durumu şöyle ifade etmektedir:

 

Görme olayına o kadar alışmışız ki, çözülmesi gereken sorular olduğunun farkına varmak büyük bir hayal gücü gerektiriyor. Fakat bunu dikkate alın. Gözlerimize minik tepetaklak olmuş görüntüler veriliyor, ve biz çevremizde bunları sağlam nesneler olarak görüyoruz. Retinaların üzerindeki uyarıların sonucunda nesneler dünyasını algılıyoruz ve bu bir mucizeden farksız aslında.3

 

Aynı durum diğer algılar için de geçerlidir. Ses, dokunma, tad ve koku, birer elektrik sinyali olarak beyne ulaşır ve buradaki ilgili merkezlerde algılanırlar. Duyma olayı da böyledir: Dış kulak, çevredeki ses dalgalarını kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynı görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir. Kafatası ışığı geçirmediği gibi sesi de geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir.

 

Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Öylesine bir netliktir ki bu; sağlıklı bir insan kulağı hiçbir parazit, hiçbir cızırtı olmaksızın herşeyi duyar. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız, bir yaprağın hışırtısından jet uçaklarının gürültüsüne dek geniş bir frekans aralığındaki tüm sesleri algılayabilirsiniz. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi ölçülse burada derin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.

 

Bir cisimden gelen ışık demetleri retina üzerine ters olarak düşerler. Burada elektrik sinyaline dönüşen görüntü beynin arka tarafındaki görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezi dediğimiz yer küçücük bir alandır. Beyin ışığı geçirmediği için, görme merkezine de ışığın ulaşması mümkün değildir. Yani biz, ışıl ışıl ve derinlikli bir dünyayı küçücük ve ışığın asla ulaşamadığı bir noktada algılarız.

 

 

Bir cisimden gelen ışık demetleri retina üzerine ters olarak düşerler. Burada elektrik sinyaline dönüşen görüntü beynin arka tarafındaki görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezi dediğimiz yer küçücük bir alandır. Beyin ışığı geçirmediği için, görme merkezine de ışığın ulaşması mümkün değildir. Yani biz, ışıl ışıl ve derinlikli bir dünyayı küçücük ve ışığın asla ulaşamadığı bir noktada algılarız.

 

Koku algımızın oluşması da buna benzerdir: Vanilya kokusu, gül kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum denilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelirler ve bu alıcılarda etkileşime girerler. Bu etkileşim beynimize elektrik sinyali olarak iletilir ve koku olarak algılanır. Sonuçta bizim güzel ya da çirkin diye adlandırdığımız kokuların hepsi uçucu moleküllerin etkileşimlerinin elektrik sinyaline dönüştürüldükten sonra, beyindeki algılanış biçiminden başka bir şey değildir. Bir parfümü, bir çiçeği, sevdiğiniz bir yemeği, deniz kokusunu, hoşunuza giden ya da gitmeyen her türlü kokuyu beyninizde algılarsınız. Fakat koku molekülleri beyne hiçbir zaman ulaşamazlar. Ses ve görüntüde olduğu gibi beyninize ulaşan yalnızca elektrik sinyalleridir. Sonuç olarak, doğduğunuz andan itibaren dışarıdaki nesnelere ait olarak bildiğiniz kokular duyu organlarınız aracılığı ile hissettiğiniz elektrik uyarılarıdır.

 

Bir ateşin ışığını ve sıcaklığını hissettiğimiz anda bile beynimizin içi kapkaranlıktır ve ısısı hiç değişmez. Ateşin ışığını ve sıcaklığını hissettiğimiz anda bile beynimizin içi kapkaranlıktır ve ısısı hiç değişmez.

 

Benzer şekilde, insan dilinin ön tarafında da dört farklı tip kimyasal alıcı vardır. Bunlar tuzlu, tatlı, ekşi ve acı tadlarına karşılık gelir. Tad alıcılarımız bir dizi kimyasal işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dönüştürür ve beyne iletirler. Bu sinyaller de beyin tarafından tad olarak algılanırlar. Bir çikolatayı ya da sevdiğiniz bir meyveyi yediğinizde aldığınız tad, elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır. Dışarıdaki nesneye ise asla ulaşamazsınız; çikolatanın kendisini göremez, koklayamaz ve tadamazsınız. Örneğin, beyninize giden tad alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi birşeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz; tad duyunuzu tamamen yitirirsiniz.

 

Bu noktada karşımıza bir gerçek daha çıkar: Bir yiyeceği tattığımızda bir başkasının o yiyecekten aldığı tadın veya bir sesi duyduğumuzda başka birisinin duyduğu sesin bizim algıladıklarımız ile aynı olduğundan emin olmamız mümkün değildir. Bu gerçekle ilgili Lincoln Barnett şöyle demektedir:

 

Hiç kimse kendisinin kırmızıyı ya da Do notasını duyuşunun başka bir insanınki ile aynı olup olmadığını bilemez.4

 

Dokunma duyumuza gelince de, değişen bir şey olmadığını görürüz.. Bir cisme dokunduğumuzda dış dünyayı ve nesneleri tanımamıza yardımcı olacak bilgiler, derideki duyu sinirleri aracılığıyla beyne ulaştırılırlar. Dokunma hissi beynimizde oluşur. Zannedildiği gibi dokunma hissini algıladığımız yer parmak uçlarımız ya da derimiz değil, yine beynimizdeki dokunma merkezidir. Bizler nesnelerden gelen elektriksel uyarıların beynimizde değerlendirilmesi sonucu sertlik ya da yumuşaklık, sıcaklık ya da soğukluk gibi, nesneleri tanımlayan farklı farklı hisler duyarız. Hatta bir cismi tanımaya yarayan her türlü detayı bu uyarılar sonucunda elde ederiz. Bu önemli gerçekle ilgili olarak B. Russel ve L. Wittgeinstein gibi ünlü filozofların düşünceleri şöyledir: …Bir limonun gerçekten var olup olmadığı ve nasıl bir süreçle varlaştığı sorulamaz ve incelenemez. Limon, sadece dille anlaşılan tat, burunla duyulan koku, gözle görülen renk ve biçimden ibarettir ve yalnız bu nitelikleri bilimsel bir araştırmanın ve yargının konusu olabilir. Bilim, nesnel dünyayı asla bilemez.5

 

Yani maddesel dünyaya ulaşmamız imkansızdır. Muhatap olduğumuz tüm nesneler, gerçekte görme, işitme, dokunma gibi algıların toplamından ibarettir. Algı merkezlerindeki bilgileri değerlendiren beynimiz, yaşamımız boyunca maddenin bizim dışımızdaki "aslı" ile değil, beynimizdeki kopyaları ile muhatap olur. Biz ise bu kopyaları dışımızdaki gerçek madde zannederek yanılırız.

 

Ünlü düşünür Berkeley de bu gerçeğe şu sözleriyle dikkat çekmektedir:

 

İlkin renklerin, kokuların, v.b. "gerçekten var olduğu" sanıldı; ama daha sonra, bu çeşit görüşler reddedildi ve görüldü ki, bunlar duyumlarımız sayesinde vardır.6

 

Sonuç olarak; biz nesneleri onlar renkli olduğundan ya da dışarıda maddi bir varlığa sahip olduklarından renkli görmeyiz. Çünkü, varlıklara yüklediğimiz tüm nitelikler, "dış dünyada" değil, içimizdedir. Peki o zaman "dış dünya"da geriye ne kalır?...

 

Modern fiziğin bulguları da maddesel evrenin bir algılar bütünü olduğunu gösteriyor. 30 Ocak 1999 tarihli sayısında bu gerçeği ele alan ünlü Amerikan bilim dergisi New Scientist'’n kapağında şu soru yer alıyor:

 

"Gerçeğin Ötesinde: Evren, Bilginin Bir Dansı mı ve Madde Sadece bir Seraptan mı ibaret?”

 

R.L.Gregory beynin içinde görüntünün algılanması ile ilgili insanların düştükleri bir yanılgıyı şöyle dile getirmektedir:

 

Gözlerin beyinde resimler oluşturduğunu söylemeye yönelik bir eğilim söz konusudur, fakat bundan kaçınmak gerekir. Beyinde bir resim oluştuğu söylenirse bunu görmesi için içte bir göz daha olması gerekir -fakat bu gözün resmini görebilmek için bir göze daha ihtiyaç olacaktır, ... ve bu da sonsuz bir göz ve resim olması anlamına gelir. Bu mümkün olamaz.8

 

Maddeden başka bir varlığı kabul etmeyen materyalistlerin içinden çıkamadıkları asıl nokta burasıdır: Gören, gördüğünü algılayan ve tepki veren "içteki göz" kime aittir? Karl Pribram da bilim ve felsefe dünyasında, algıyı hissedenin kim olduğu ile ilgili bu önemli arayışa dikkat çekmiştir:

 

Yunanlılardan beri, filozoflar "makinenin içindeki hayalet", "küçük insanın içindeki küçük insan", vb. üzerine düşünüp durmuşlardı. Ben" -beyni kullanan varlık- nerededir? Asıl bilmeyi gerçekleştiren kim? Assisi'li Aziz Francis'in de söylemiş olduğu gibi: "Aradığımız şey bakanın ne olduğudur."9

 

Buraya kadar anlatılan fiziksel gerçekler bizi tartışılmaz bir sonuca ulaştırır: Bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına "madde", "dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar, sadece ve sadece beynimizde oluşan elektrik sinyalleridir.

 

İçinde yaşadığımız çağda ise, söz konusu gerçek, bilimin ortaya koyduğu kanıtlarla açıklanır hale gelmiş bulunmaktadır. Evrenin bir gölge varlık olduğu gerçeği, dünya tarihinde ilk kez bu denli somut, açık ve anlaşılır bir biçimde izah edilmektedir.

 

Bu nedenle 21. yüzyıl, insanların yaygın olarak İlahi gerçekleri kavrayacakları ve tek mutlak varlık olan Allah'a dalga dalga yönelecekleri bir tarihsel dönüm noktası olacaktır. 21. yüzyılda, 19. yüzyılın materyalist inançları tarihin çöplüğüne atılacak, Allah'ın varlığı ve yaratışı kavranacak, mekansızlık, zamansızlık gibi gerçekler anlaşılacak, insanlık asırlardır gözünün önüne çekilen perdelerden, aldatmacalardan ve batıl inanışlardan kurtulacaktır.

 

Bu kaçınılmaz gidişin hiçbir gölge varlık tarafından durdurulması da mümkün değildir...

 

 

Kaynaklar:

 

1 Frederick Vester, Düşünmek, Öğrenmek, Unutmak, İstanbul: Arıtan Yayınevi, 1991, s. 6.

2 George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Sosyal Yayınları, Çev: Enver Aytekin, İstanbul: 1976, ss.38-39-44

3 R.L.Gregory, Eye and Brain: The Psychology of Seeing, Oxford University Press Inc. New York, 1990, s.9

4 Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, Çev: Nail Bezel, sf.20

5 Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul: 1987, s.447

 

6"Treaties Concerning the Principle of Human Knowledge", 1710, Works of George Berkeley, vol. I, ed. A. Fraser, Oxford, 1871

8 R.L.Gregory, Eye and Brain: The Psychology of Seeing, Oxford University Press Inc. New York, 1990, s.9.

9 Karl Pribram, David Bohm, Marilyn Ferguson, Fritjof Capra, Holografik Evren I, Çev: Ali Çakıroğlu, Kuraldışı Yayınları, İstanbul: 1996, s.37

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

21. Yüzyılda Yaratılış artık Avrupa’da birçok ülke tarafından kabul görüyor. İşte basında çıkan birkaç örnek:

 

Yaşam ve yer bilimleri bölümü duayenlerinden olan Milli Eğitim genel müfettişi Annie Mamecier'ye göre: "Bazen öyle durumlar oluyor ki; lise öğrencileri imtihan kağıtlarına, evrim teorisi ile ilgili sorulara kendilerine derste öğretildiği şekliyle cevap verdiklerini, ancak Kendilerinin Evrim Teorisine İnanmadıklarını yazıyorlar." (Science et Vie, Aralık 2007, s. 98)

 

Demek ki Yaratılışçılık, göz ardı edilemez bir başarı ile bütün dini inanışları etkilemiş durumda. (Science et Vie, Aralık 2007, s. 100)

 

Yaratılışı savunanlar tam anlamıyla atakta, kitaplar, konferanslar, çalışmalar büyük bir hızla devam ediyor. Oysa evrimi savunanlardan çıt yok. Neden toplanıp bir konferans düzenleyip 150 yıl önce ortaya atılan evrim teorisindeki gelişmeleri açıklamıyorlar? Neden bir laboratuar kurup tek bir protein elde edemiyorlar? Neden yaratılışçıların karşısına bir türlü çıkamayıp sürekli kaçıyorlar? Tarihe baktığımızda bu çarpık teorinin adeta canla başla savunulduğunu, hatta bunun için birçok sahtekârlığa başvurduklarını ve halkı sürekli kandırdıklarını görüyoruz.

 

İşte Evrimcilerin Halkı Kandırma Yöntemlerinden Birkaç Örnek:

 

1- Bir insan kafatasına yeni ölmüş bir orangutan çenesini ekleyerek ve çene kemiğindeki dişleri özenle törpüleyerek Piltdown adamı adında sahte bir ara fosil oluşturdular ve bunu 40 yıl boyunca müzede sanki evrime kanıtmış gibi göstererek insanları kandırdılar.

 

 

2- Evrim teorisine göre canlılar birbirinden türediğine göre toprağın altının milyonlarca ara fosille dolu olması gerekir. Mesela denizden karaya geçen canlılarda yarı kanat, yarı akciğerli, tek bacaklı, tek kollu canavarımsı canlı fosillerinden hiçbirini bulamadılar. Aksine yerin altındaki bütün fosiller mükemmel canlılar ve hepsi şu anda yaşayan örneklerle tamamen aynı!

 

 

3- Tek bir yaban domuzu dişinden hayali Nebraska Adamı adında bir ara form meydana getirip, bunun sahte çizimlerini ve hatta ailesini çizerek insanları kandırdılar.

 

 

4- Sahte olduğunu itiraf ettikleri halde Atın Evrimi serisini müzede sergilemeye devam ettiler.

 

5- Ağaç kütüğüne tutkalla kelebekleri yapıştırıp, bu kelebekleri doğal seleksiyonla güya evrimleşmiş sanayi kelebekleri olarak gösterdiler.

 

6- Günümüzde derin sularda yaşamını sürdüren Coelacanth isimli balığı yıllarca ara fosil olarak gösterdiler. Hatta bu balık canlı olarak denizde bulunduğunda şaşkınlıktan hayrete düştüler.

 

7- Günümüz canlıları gibi komplex canlıların birdenbire kambriyen döneminde ortaya çıktığını bildikleri halde bunu gizlediler. Bu canlılar hiçte onların savunduğu gibi ilkel değil, olağanüstü gelişmiş canlılardı.

 

8- Haeckel’in insan embriyosunda solungaçlar olduğu yalanını ispat etmek için sahte çizimler yaptılar.

 

9- Evrimi kanıtlamak için sürekli hayali çizimler yaptılar, tamamen kafalarından yarı maymun yarı insan resimleri, hatta onların ailelerini de çizerek insanları kandırdılar.

 

10- Mutasyonların canlılara sadece zarar verdiğini bildikleri halde, mükemmel canlıların mutasyonlarla evrimleşerek oluştuğunu iddia ettiler.

 

11- Mükemmel canlılar milyonlarca proteinin çok düzenli dizilmesiyle oluşurken neden tek bir proteini bile tesadüfen elde edemediklerini itiraf etmeyip halkı sürekli yalanlarla oyaladılar.

 

12- İlkel toplumlara mensup Oto Benga gibi insanları sanki ilkel gelişmemiş insanlar gibi göstererek zalimce bir oyun oynadılar. Oysa günümüzde de ilke kabileler var, bu kabilelerde boyları kısa, kafataslarının yapısı farklı insanlar var, fakat bu insanlar günümüzde yaşıyorlar ve ilkel ırkı temsil etmiyorlar!

 

Bütün bu sahtekarlıklar, Darwinistlerin kendilerine yöneltilen soruları cevaplayamamaları, Richard Dawkins’in faydalı tek bir mutasyon örneği verememesi, tek bir ara fosil olmaması, evrimcilerin tartışmaktan kaçmaları, bilim adamlarının itirafları, evrim teorisinin 21. yüzyılda yıkıldığının göstergesidir. Evrimciler bu teoriyi adeta bir dogma olarak kabul ettiklerini artık itiraf etmeli, bu safsatanın peşinden ısrarla gitmeyi bırakıp insanlığa fayda getirecek çalışmalarla uğraşmaları gerekmektedir. Bu masalla çok vakit kaybettikleri gün gibi ortadadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aynen bu olayla ilgisi vardır arkadaşım. Zaten olay hadis bu maddeye dayanılarak anlatılmıştır.

 

Sizde çok iyi bilirsiniz ki ; yeryüzünde fesat çıkaranlar münafıklardır yani inanmayanlar, kuran ve tüm islam alimleri bunu böyle tefsir eder.

Eğer derdiniz örnekse kuran ayetlerine göre , Türklere karşı yapılan Talkan ve Curcan katliamları da bakara suresinin ;

 

"heryer allahın dini oluncaya kadar öldürün" ayetine dayanılarak yapılmıştır.

 

Lütfen Kuran'ı ordan burdan alarak, tırtıklayarak yalan yanlış yazmayın. Bu ayetin aslında onlarla savaşın diyor, kimlerle sizi yurdunuzdan çıkaran mekkeli müşriklerle yani gidin müslüman olmayan herkesi öldürün demiyor, nerden çıkarıyosunuz. Okurken tamamını okumuyorsunuz bari birkaç ayet öncesinden okuyun da kime hitap ediliyor anlayın.

Tek bir ayete bakarak yorum yapıyorsunuz, ayetler kime neye hitaben yazılmış ancak 1 sureyi tamamen okuyarak anlayabilirsiniz. Kuran'ı iyi anlamak için ise tamamını birden fazla okumanız gerekir.

Buyrun ayetin aslı.

 

Bakara - 193

Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.