Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AKP'YE KAPATMA DAVASI AÇILDI


Misafir meraba

Önerilen İletiler

Siyasi parti kapatma davalarının, ceza muhakemesi hukuku anlamında ceza davası olmaması, kapatmaya konu eylemlerin de ceza hukuku kapsamında suç olma zorunluluğunu gerektirmemektedir. Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ile SPY’nın 101 ve 103 ncü maddesindeki düzenlemelere göre, kapatmaya konu eylemlerin “sadece işlenmiş” olması yeterli olup, bu eylemlerin hükmen sabit olması koşulu da aranmamaktadır. Bu nedenle kapatmaya konu eylemler hakkında açılmış ve mahkümiyetle sonuçlanmış davaların bulunmaması sonuca etkili değildir.

 

Cumhuriyet Savcısı haklıdır ama sonuca ne etkilidir merak konusudur...

 

Arkasından çok uzun bir laiklik'i vuzuha kavuşturma çabası...

 

Bir siyasi partinin kapatılmasını gerektiren eylemlerin, aleniyet kazanmış, belli bir konuyu ihtiva etmesi yeterli olup, ceza hukuku kapsamında mutlaka suç olarak düzenlenmiş ve bu konudaki davaların da mahkumiyetle sonuçlanmış olması gerekmemektedir. Ancak eylem aynı zamanda ceza hukuku kapsamında suç olarak düzenlenmiş ise, bu konuda ceza mahkemesindeki davaların sonuçlanmasını beklemeye gerek bulunmamaktadır. Ceza mahkemesinde sonuçlanarak kesinleşen davalarda verilen kararlar ise, sadece eylemin kesin olarak işlenmemiş olduğu veya işlenmiş olduğu yönündeki tespitler yönünden bağlayıcıdır.

 

Yine enteresan bir konu...

 

Kaldı ki Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına dayanan ve bu fıkrayı açıklayarak siyasi partiler hakkındaki yasaklamaları sıralayan SPY’nın 78 nci ila 89 ncu maddeleri arasındaki düzenlemelere aykırılık, SPY’nın 117 nci maddesinde suç olarak ta öngörülmüştür.

O zaman, bu suçun işlendiğine dair kanıt şarttır. Var mı...YOK...

 

Kapatma davasına konu edilen eylemlerin işlendiği tarihlerin bir önemi bulunmamaktadır. Eylemlerin üzerinden ne kadar süre geçse de, bu eylemlere, “odaklığın” ortaya konulması yönünden iddianamede dayanılması olasıdır.

 

Bu aslında, Tayyip Erdoğan; 18 yaşında bir söz söylemiş olsa da, bu parti kurulmamış olsada bu partiyi kapatacak eylem bulurum ben demektir...

 

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tüzük ve programı incelendiğinde, soyut metinlerde hedeflenen laiklik karşıtı modele yönelik hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Ancak davalı parti, laiklik karşıtı eylem ve söylemleriyle yasalara ve Anayasa’ya aykırı olarak tüzük ve programının ötesine geçmiştir.

 

Tüzük'te bir sorun yok...

 

İmam-Hatip konusunda katsayı engelinin kaldırılması isteminin kapatma talebine temel teşkil ettiğini biliyor muydunuz?

"Kişiler laik olmaz" demeinin kapatma davasının gerekçelerinden birini oluşturduğunu (kişiler değil devlet laik olur)

Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz. İnsan iki dine mensup olamaz. Asıl itibarıyla laiklik bir sistemdir ve fertlerin değil, devletin laikliği söz konusudur. Dine mensupluksa ferdi bir tasarruftur. O manada söyledim." dediği

Bunu birçoğumuz zaten savunuyor. Beni de kapatacaklar yakında...

 

Ben insan olarak laik değilim; devlet laiktir. Buna mukabil laik düzeni korumakla yükümlüyüm.

Bu sözlerinde kapatma gerekçesi olduğunu...

 

Geldik "örtülü" kısma...Türban yasağının kalkmasını savunan her partinin bundan sonraki iddianame maddelerine dikkat etmesi şarttır. Zira, bu maddelere göre birgün CHP'nin dahi kapatılması gündeme gelebilir. 2002'deki seçim propagandalarına göre zaten gerekiyordu da ayrı hikaye...

…"Toplumda mutabakat olduğuna göre, kurumlar arasındaki, kuruluşlar arasındaki uyumsuzluğu anlamak mümkün değil. Ülkede toplumsal mutabakatı tesis etmişsin. Kurumsal mutabakat da tesis edilsin ki, birbirine şüpheyle bakan bir ülke olmayalım" dediği, Başbakan, "türban sorunu"nu nihai kertede aşmak için referanduma gidilmesi gereğinin de "zaman zaman kendi düşünce dünyasına girdiğini" söylerken, "Tabii, bunun taymingi (zamanlama) önemli. Olayın sosyal boyutu var, siyasal boyutu var. Bütün bunların değerlendirmesini, analizini aramızda hükümet olarak, parti olarak yapmamız lazım. Diğer partilerle bunu değerlendirmemiz lazım. Ben yaptım oldu, şeklinde olmaz" diye söylediği, (Ek.11)

 

Bundan sonra, forumda sürekli karşılaştığımız "ben İstanbul'um imamayım, elhamdülillah şeriatçiyim" kökenli Tayyip Erdoğan söylemleri var ancak bu söylemler olduğunda AKP olmadığı gibi bu sözler 90'ların ortasında söylenmiştir de...Bu sözlerden yargılanmadı, dokunulmazlığı yoktu, suç unsuru yok, bir partinin kapatılmasını gerektirecek de birşey yok. Zira 15 yıl öncesine dayanıyor belki de...

 

1994'teki konuşması dahi iddianamede kanıt olarak konulmuş...Vay canına...

 

AB'yi İslamlaştırmaya çalışacak mısınız? sorusuna; “Biz dini misyonerler değiliz... Türkiye'de laiklik geleneği var. Avrupa bir Hıristiyan kulübü değildir. İslami haçlı seferleri asla olmadı. Bizim topraklarımızdan ne dini, ne de askeri şiddet çıkmayacaktır”, Fransa'daki başörtüsü yasağı konusunda ise "Yasaklama, Fransızların kullandığı bir yöntem. Türkler, laikliğin Anglo-sakson yorumunu daha uygun buluyor. İnsanlara 21. yüzyılda bir şeyleri yasaklamayı saçma buluyoruz." yanıtını verdiği

 

Bu bile iddianamede var ama niye var düşünüyorum düşünüyorum bulamıyorum...

 

BURADA BİR DURAYIM...GERİSİNE SONRA BAKACAĞIM....Elimizde daha yaklaşık 100 sayfa inci var...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 364
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Her ülke bir bölünme sürecine girebilir. Şimdi türban yoluyla yapıldığı gibi çok önemsiz görünen bir ayrımla başlayan gelişmeler, her ülkeyi bir Yugoslavya, Çekoslavakya, Sovyetler, Irak, Afganistan, Lübnan yapabilir. Bunların bazısı fiilen parçalanmış, bazısı eşiğine gelmiştir.

 

Bölünme ya iç savaşla, ya dış müdahale, yani işgal ile gelir. Bu süreçlere gitmeden önce yapılacak işler vardır. Yargıyı işletmek bunların başında gelir. Diyorlar ki ne olacak, yine daha fazla oyla gelecek. O zaman sıra muhtıraya gelir. O da işe yaramazsa demokrasiyi tatile çıkarmaya gelir. Bunlar kaçınılmazdır. Eğer yapılmazsa sorun ancak iç savaşla çözülür çünkü. Ağzımdan yel alsın, ağzıma almamış olayım. Ama bunları bilmek, hesap etmek gerek.

 

Şu an yargıyı çalıştırmamak demek, bir adım sonra muhtıra verilsin anlamına gelir. Muhtıra verilmesin demek, darbe olsun anlamına gelir. Darbe olmasın demek, iç savaş çıksın anlamına gelir. İç savaş çıkacaksa da çıksın canım, battı balık yan gider demek ihanettir, sözkonusu bile etmiyorum. Yine de sözkonusu ettik sayalım, bir adım sonrası işgale uğramaktır. Bu coğrafyada başka şık yoktur. Dünyanın göbeğinde duruyorsunuz, şaka götürür yanı yok işin...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu düğümler çok yaman düğümler, çok yaman çelişkiler demirefe :)

Bu düğümler yüzünden bazan kendimi okyanusun ortasında tek başıma yüzmeye çalışırken buluyorum ki sonu zaten belli...

Yok be dostum, hayattaki tüm sanatların, bilimin, duygu ve akıl karmaşalarımızın, kısaca hayatın tadı ve sürükleyiciliği bu yaman düğüm ve çelişkilerden kaynaklanıyor.

 

Okyanusun ortasında tek başına duygusu güzel bir duygudur. Okyanusta nasip olmadı ama denizde yaşamışımdır. Son yıllarda bunu yaşamayı savsakladım veya zorunda kaldım. Ama en kısa zamanda yaşayacağıma inanıyorum. Bir zirvede tek başına da enfes bir duygudur. İnsanlara döndüğünde herkes gözüne bir başka görünür, hayat sanki yeniden hayat bulur...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Taraf gazetesi AK Parti hakkındaki kapatma davasının önceden bazı kesimlerce bilindiğini öne sürdü. Dahası bir devalüasyon olacağını iddia etti. Sürmanşette yer alan haberde buna iki önemli dayanak gösterildi;

 

Birincisi bir başyazıydı.

İkincisi ise bir kendilerine gelen bir ihbardı.

 

"Demokrasi için kırmızı alarm" başlığını atan Taraf, haberin spotunda kehanet iddiasını şöyle aktardı; "Birşeyler olacak" diye yazdıktan hemen sonra kapatma davası açılınca "aynı gazete"nin bu kez de "hukuk ve davaların yetmeyeceğini yazması yeni "kehanetin" de doğru çıkacağı endişesini yarattı."

 

Söz konusu gazetenin adı belirtilmiyor. Ama biz açıklayalım; o gazete Cumhuriyet... Ve söz konusu yazı da gazetenin başyazarı İlhan Selçuk'un kaleminden çıkma.

 

Taraf gazetesine göre o yazıyı kaleme alan İlhan Selçuk,

davadan haberdardı. Yazı da tam o gün yani kapatma davasının duyurulduğu 14 Mart cuma günü yayınlanmıştı.

 

Peki Selçuk ne yazmıştı?

Taraf'ın kehanet iddiasına dayanak olan kısmı şöyleydi;

 

"-Ne olacak?

Bu gidişle birşeyler olacak...

Ama, ben Cumhuriyet'e 'İslamcı AKP Devleti'nin el koymasını isteyen gazeteye şimdiden haber vereyim. Bir şeyler olduğunda sonuç düşündükleri gibi çıkmazsa, oturup mazlum rolünde ağlamasınlar."

 

DEVALÜASYON İDDİASI

 

Taraf gazetesinin ikinci iddiasına gelince. O da bir holdingin orta düzey yöneticilerinden birinin telefon ihbarına dayanıyor.

İhbar şöyle; "Bir süre önce holdingin üst düzey yöneticileri bir toplantı yaparak bize "döviz rezervleriniz ne durumda? Size tavsiyem, döviz rezervlerinizi dolu tutun. Çünkü yaklaşın 20 gün sonra bir devalüasyon olma ihtimali yüksek ihtimal ve ülkenin nereye gideceği belirsiz" dedi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

PEKİ YA SONUÇ NE OLDU?

 

Kapatma davasının ardından halkın siyasi partilere olan bakışını anlamak adına Show Ana Haber seçim anketi yaptı.

 

"Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?" şeklindeki sorunun yöneltildiği anket SMS yoluyla yapıldı.

 

264 bin 840 kişi oy kullanırken sonuçlar, canlı yayında Eyüp 4. Noteri 1. Başkatibi gözetiminde açıklandı.

 

İddianameye tepki oylarıyla AK Parti'nin oyunu ciddi derecede artırdığı gözlendi. Ali Kırca, sonuçları açıklarken büyük bir şaşkınlık içindeydi.

İşte o sonuçlar;

 

AK Parti: 70

CHP: 18

MHP: 6

DTP: 4

 

BAŞBAKANIN NASIL BUKADAR OY ALIP BAŞBAKAN OLDUĞUNU Bİ HATIRLAYIN BAKALIM,NEREDEYSE HERGÜN ŞEYHLERLE ÇEKİLMİŞ FOTOLarı yayınlanıyodu.Demek istediğim şuki bu iddaname akp yi daha uzun süre iktidarda tutacak gibi görünüyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hırsızın hiç mi kabahati yok?

 

 

AKP yanlışta! GÜNGÖR MENGİ

 

Parti kapatmaya mecbur kalan bir rejim, çağın gerisinde kalmış özürlü demokrasidir, doğru...

Ama suçlanan partiyi değil de görevini yapan yargıyı eleştirmek ağız dolusu tehdit ve hakaret savurmak neyin nesi?

O da özürlü demokrasiye toplum niçin mahkûm olmuş; onun gerekçesi...

Evet, parti kapatma davaları nedeniyle Türkiye’nin kalitesi ve dünyadaki saygınlığı geriliyor.

Ama insaf, Nasrettin Hoca’nın dediği gibi: “Hırsızın hiç mi kabahati yok?”

Rejimin yargı kurumu eliyle kendini savunma hakkını kullanması mı ayıptır, yoksa milletvekilleri laikliğe sadakat yemini etmiş bir iktidarın böylesine ağır bir suçlamanın hedefi durumuna düşmesi mi?

Bu ayrımı hakkaniyet içinde yapma becerisini gösteremediğimiz sürece demokrasimizi geliştiremeyiz.

Anayasaya bağlılık yeminini çiğnemiş iktidarlara kayaya tosladıklarında mağdur muamelesi yapmaya devam ettikçe onlara sürgit mahkûm olmaktan kurtulamayız.

Daima suçlananları kahramanlaştıran bir toplum, öncelikle kendisi için tehdittir.

Yargı sigortadır

Laikliğe karşı eylemlerin odağı olmakla suçlanan bir iktidarı doğru yola sokacak olan güç yargı değilse nedir?

Yargı denetimine itiraz edenlerin askeri müdahalelere karşı oldukları iddiaları samimi olamaz.

Türkiye’de etkili bir demokratik toplum yok. Seçimin sonucunu belirleyecek büyüklükte bir çoğunluk, eğitimsizliğin ve yoksulluğun yarattığı bağımlılıkla maluldür.

Siyasal İslâmcı partiler bu kitleyi mürit haline getirmek için ellerinden geleni yaptılar ve başarılı oldular.

Gelinen nokta ortada: Türkiye hızla dönüşüyor. Yalnız özel yaşam değil, devlet kadroları da dinselleşiyor.

AKP iktidarı ilk döneminde böyle değildi. Kendilerine yöneltilen şüphelerden arınmak için dört yıl dikkatli yürüdüler, sonra gözleri kararmış bir ideolojik örgüt havasına girdiler.

Türkiye’nin son beş yılda laiklik kalitelerinde ne kadar önemli irtifa kaybettiğini herkes görüyor. Başbakan dün Şanlıurfa’da “Geceyle gündüz arasındaki mesafe neyse AKP ile dincilik arasındaki mesafe de odur” dedi.

Keşke doğru olsa. Yargıtay C. Başsavcısı’nın mahkemeye gönderdiği klasörler dolusu delil ve sadece Başbakan’ın kendisine yöneltilen 61 suçlama keşke gerçek olmasa.

Kahraman yüreği

Bülent Arınç, AKP’nin kimliğine damgasını vurmuş bir siyasetçidir.

Tuhaf ama hukukçudur!

“Bu iddianame ile suçlanmak bana ancak şeref getirir” dedi.

Önümüzdeki seçimde AKP’nin oyunu bu yüzden yüzde 70’e çıkaracağını iddia etti.

Yargıya, halka hakaret değil mi bu?

Halkın bilinç eksiğini sömürerek, düştüğü yerden bir avuç toprakla kalkmaya çalışan kurnazlık “devletine inat bir millet” oluşturmaya çalışıyor.

AKP’nin lider takımı, asıl büyük menfaatinin laik rejimi savunmak olduğu bilincini kazanamamış yığınlar üstündeki etkisini bu şekilde kullanırsa yalnız devlete ve rejime değil kendine de zarar verir.

Ulusal onurlarının incindiğini söyleyen bazı yetişkin, aydın insanlar bile suçlamaları niçin hak ettiğine dair AKP’ye soru sormuyor, sitem etmiyor, hemen herkes Başsavcıya yükleniyor.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapmak için bile kahraman yüreği isteyen bir ülke durumuna düşmüşsek, bunun sorumluluğunu da iktidarda aramamız gerekmez mi?

AKP, kapatılma tehdidi altında bile devleti ve rejimi savunan bir parti olmalıdır. Değilse kapanırsa kapansın.

 

 

 

Haddinizi bilin! MUSTAFA MUTLU

Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’yi kapatma davası açmasının üzerinden sadece bir saat geçmişti... Henüz Ankara’daki deneyimli muhabirler bile kapatma gerekçelerini bilmiyordu...

İşte; televizyonların ana haber bültenleri böyle bir belirsizlik ortamında başladı.

Yeni anayasa taslağının mimarı Prof. Dr. Ergun Özbudun böyle bir ortamda canlı yayınlara bağlanmaya ve “değerli” görüşlerini kamuoyuyla paylaşmaya başladı!

Ama bir “hukukçu” ya da “akademisyen” edasıyla değil; yüreğini AKP’ye emanet etmiş bir sempatizan tavrıyla...

Dava gerekçesini öğrenmeye bile gerek duymadan, “Yüzde 50’ye yakın oy almış bir partiyi kapatmanın izahı olamaz” diye racon kesti!

Hem de daha birkaç yıl önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen Refah’ın kapatılmasıyla ilgili davada bu sözlerin tam tersini söylediği halde!

Bir hukuk hocasının, hukuku böylesine ayaklar altına alabilmesini tüm varlığımla kınıyorum!

Ergun Hoca iyi ki hâkim değil... Yoksa bu mantıkla yapacağı yargılamanın kriterleri belli:

Zenginsen, güçlüysen cinayet bile işlesen yargılanamazsın...

Ama yoksulsan, güçsüzsen; vay haline!

 

 

 

Bir hukuki sürece tek saldırı bununla kalsa yine iyi... Özbudun telefonu kapattı, spiker bu kez Cumhurbaşkanı Gül’ün kapatma davasıyla ilgili demecini okumaya başladı... Senegal’de olmasına rağmen bir saat içinde laf yetiştirmeyi başarmıştı Cumhurbaşkanı:

“Açılan davanın tarafı” olduğunu ve sadece bu yüzden bile konuşmaması gerektiğini unutarak, yargı organlarını açıkça tehdit ediyordu:

“Meclis’te bu kadar çoğunluğu olan bir iktidar partisiyle ilgili yapılan bu taleplerin Türkiye’ye ne kazandıracağı, ne kaybettireceği iyi düşünülmeli!”

Bu sözler hukukun üstünlüğü ilkesine ihanetti... Yargı sürecine müdahaleydi... Dolayısıyla suçtu!

Ama Cumhurbaşkanı bunları umursamıyordu!

 

 

 

Dikkat edin; “Bu dava şöyle sonuçlanmalıdır” demiyorum... Demem de!

Ama ben sıradan bir yazar olarak bu kadar titizlenirken, iktidarla ilişkisi olan işadamı örgütleri, dernekler, vakıflar, akademisyenler başta olmak üzere herkes Anayasa Mahkemesi üyelerini baskı altına almaya çalışıyor!

Tek söyledikleri ise “AKP’nin son seçimlerde aldığı oyun yüksekliği...”

Aslında bunların hepsi, hukukun üstünlüğünün tartışılmaz olduğunu, anayasaya aykırı eylemde ve söylemde bulunan partilerin kapatılabileceğini çok iyi biliyor...

Ama nemalandıkları düzenin bozulmaması uğruna, bilmezlikten geliyor!

Bu adamlara ve kadınlara tek sözüm var:

Haddinizi aşmayın ve yargı sürecini etkilemeye daha fazla devam etmeyin!

 

 

AKP’yi aşmanın tek yolu: SANDIK TUFAN TÜRENÇ

BAŞSAVCININ AKP’nin kapatılması için dava açtığını duyar duymaz kendi kendime söylendim:

"Vay canına! Tayyip Bey’e yine büyük ikramiye vurdu." Nitekim haklı çıktım.

Başbakan daha ilk günden başladı mazlum edebiyatına. Sanki sütten çıkmış ak kaşık.

Lisede bir edebiyat öğretmenimiz vardı. Rıfat Necdet.

Sınıfta gevezelik eden, düzeni bozanlara çok kızar, şöyle bağırırdı:

"Bak delikanlı, gelir seni tuttuğum gibi pencereden aşağı atarım. Sonra da başına geçer ağlarım."

AKP’nin durumu da öyle.

Pencereden atılmayı fazlasıyla hak ediyor.

Geriye ise demokrasi adına oturup başında ağlamak kalıyor.

 

"Laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelse" bile parti kapatmak çözüm değil.

Cumhuriyet tarihinde bunun örneklerine çok tanık olduk.

Menderes’in Demokrat Parti’si kapatıldı, yerini Adalet Partisi aldı. O kapatıldı, DYP kuruldu.

Erbakan’ın Milli Nizam Partisi kapatıldı, Milli Selamet Partisi oldu.

O kapatıldı, Refah Partisi çıktı sahneye. O kapatıldı, Fazilet Partisi, o kapatıldı Saadet Partisi doğdu.

Sonunda Saadet Partisi’nden kopanların kurduğu AKP iktidara geldi.

Şimdi o kapanırsa ne değişecek?

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adı örneğin Hak ve Kalkınma Partisi (HAK parti) olacak.

 

Önceki akşam bir TV kanalında AKP’ye açılan dava tartışılırken bir konuk şöyle dedi:

"Ben gazetelerde çıktığı kadar iddianameyi okudum. Bana göre burada AKP’ye yöneltilen suçların tümü düşünce düzeyinde. Yani söylem, eyleme dönüşmemiş."

Program yapımcısı da bu yanlış sava karşı bir şey söyleyemedi.

Oysa başbakanlar eylem adamlarıdır. Siyasi erki elinde tutan, ülkeyi yöneten kişilerdir.

Hele Türkiye gibi demokrasisi kör topal işleyen bir ülkede tam anlamıyla hükümrandır.

Her şey onun iki dudağının arasındadır.

Nitekim Başbakan İspanya’da türban için "Velev ki siyasi simge olsun, ne çıkar?" dedi.

Bu düşünce olarak mı kaldı? Hayır!

Türkiye’ye döner dönmez MHP ile birlikte türbanı üniversitelere sokmak için Anayasa’yı değiştirdi.

Böylece Başbakan’ın söylemi kısa zamanda eyleme dönüştü.

Elinde siyasi erk olmayan bir insanın her sözü düşünce özgürlüğüne girer. Ama ülkeyi yöneten, elinde siyasi erk bulunduran başbakanlarınki öyle değil.

Söylemleri onların icraatının sesidir.

Şimdi olay yargıda. Herkes yargıya saygı duymak ve onun kararını beklemek zorunda.

Hukuk devletinin vatandaşlarına düşen sorumluluk budur.

AKP sağduyusunu kullansa iyi eder.

Bağırmaların, çağırmaların, tehditlerin, yüzde 47 nutukları atmanın bir yararı yok.

Bulunduğumuz noktadaki gerçeği bir kez daha vurgulayalım:

Türkiye laik demokratik rejime karşı olan ve rejimi değiştirmek isteyen AKP iktidarından sandıkta kurtulmalıdır.

Sabırla, inatla, dik durarak ve de elimizi taşın altına sokarak bunu başarmak zorundayız.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KAPATMA girişimi Türkiye'deki siyasal kadroların ve medyadaki okuryazar takımın "demokratik hukuk devleti" nden ne anlamakta olduklarını iyice belli etti.

 

Ortaya çıkan tablo, sistemin geleceği açısından pek güven verici sayılmaz. Anlaşılıyor ki, bazı şeyleri en basitinden başlayarak anlatmak gerekecek.

 

Hukuk fakültelerinin birinci sınıfına, hatta yurttaşlık bilgisi okuyanlara anlatırcasına.

 

Cumhuriyet ilanından sonraki ilk anayasa olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Meclis üstünlüğüne dayanırdı ama, "Hiçbir yasa anayasaya aykırı olamaz" ilkesini de açıkça belirtmekteydi. Ne var ki, anayasa mahkemesi gibi bir organın yokluğunda bu ilkeyi gözetmek yine Meclis'e, dolayısıyla oradaki çoğunluğa düşmekteydi. Bu durumda, sistemin 27 Mayıs 1960'ta yıkılışına yol açan, o günkü iktidar çoğunluğunun kendisini "ulusal irade" yerine koyup sınırsız davranışlara kalkışması, "anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş" sayılmasıdır. Sistem, kendi kendisini düzeltememişti.

 

1961 Anayasası'nın Türk hukuk sistemine getirdiği Anayasa Mahkemesi, bu çeşit sapıtışları sistem içinde çözmeye yarıyor. Artık yasalardaki "anayasaya aykırılık" lar mahkemenin iptal kararıyla gideriliyor, partilerin tutum ve davranışlarıyla "anayasa ihlali" ne benzer biçimde sistem dışına çıkışları da Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davasına konu oluyor.

 

Fena mı?

 

Anayasal düzeni değiştirme girişimlerinin doğurabileceği huzursuzluğu yine anayasa sistemi içinde karşılayabilme açısından böyle bir denetim mekanizmasının var olmasına şükretmek gerekmez mi?

 

Herkes biliyor ki, özellikle 22 Temmuz seçimlerinden beri AKP iktidarını yönlendirenler, hayret verici bir biçimde, neredeyse 27 Mayıs öncesinin pervasızlığını andırırcasına, tek başlarına her şeyi yapabilecekleri inancıyla iş görmeye başlamışlardır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ise, rastgele bir hukukçu değil; onun görevi Cumhuriyetin temel niteliklerini ve ilkelerini korumak, bunlar tehlikeye girmişse anayasanın kendisine tanıdığı yetkileri kullanıp görevini yerine getirmektir. Kaldı ki, kendisinden önceki Cumhuriyet başsavcılarından Vural Savaş "AKP Çoktan Kapatılmalıydı" diye bir kitap bile yayımlamıştı geçen ay. Şimdiki Başsavcı'nın geçen dönemin başından beri gözlemledikleri de onu bu noktaya getirmişse, ne var bunda kızacak?

 

Endişe verici olan şudur: Başbakan ve çevresi, olanları sistemin doğal işleyişine bağlamak yerine şimdiden yargı mensuplarına karşı kafa tutmaya başlamıştır. Bu davranışı, aslında, sisteme çok yabancı kaldığını gösteriyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Salih Tuna

 

Başsavcımla hasbihal

 

Muhterem Abdurrahman Bey, noktasına virgülüne kadar okuduğum oldukça hacimli iddianamenizden çıkardığım sonucu tek cümleyle özetlemek istiyorum:

 

Sanırım, hal diliyle de olsa, “Yüce Türk Milleti”ne bir şeyler anlatmaya çalışıyorsunuz!

 

Tuttuğunuz yol, yol değildir, demek mi istiyorsunuz, tam olarak bilemiyorum.

 

Lakin “Laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesini öne sürerek AK Parti'nin kapatılmasını istemenizle, 162 sayfalık iddianameniz arasında direkt bir bağ kuramadım.

 

Muhterem Başsavcım, sakın yanlış anlamayınız, iddianamenizin gazete kupürlerinden ibaret olduğunu söyleyerek azminizi kırmaya çalışan bedbahtlardan değilim.

 

Ayrıca, söz konusu gazete haberlerinin birçoğunun asparagas olduğu, vaktiyle yalanlandığı veya tekzip edildiğinin hiç önemi yoktur.

 

Kapatılmasını talep ettiğiniz partinin aldığı oy yüzdesiyle ilgilenmediğiniz gibi gazete kupürlerinin doğru olup olmadığıyla da ilgilenmek zorunda değilsiniz.

 

Önemli olan malzemeden çalmamaktır.

 

Okuduğum kadarıyla, iddianamenizi oluştururken malzemeden çalmamış, Doğan Medya Grubu'nun neşrettiği haber malzemelerini sonuna kadar kullanmışsınız.

 

Yeri gelmişken belirtelim ki, kapatma davasıyla nicelik (oy yüzdesi) arasında bağlantı kurulmasına karşı çıkan bilumum insan evlatlarını tebrik ediyorum.

 

Ne yani, oy yüzdesi bakımından fakir partiler gerektiğinde kapatılacak da, oy zengini partiler kapatılmayacak mı?

 

Misal: Bir an için AK Parti'nin yüzde 99 virgül 99'la iktidara geldiğini düşünelim. Ve diyelim ki, yine “laikliğe karşıt eylemlerin odağı” haline geldi. Ne olacak? Kapatılmayacak mı?

 

Oy yüzdesi, milli irade, bilmem ne, geçin bunları. Parti kapatmanın bunlarla alakası yoktur.

 

Bir partinin kapatılması için ihtiyaç maddeleri bellidir:

 

Uygun bir başsavcı, iddianameyi çiçeklendirebilecek gazete kupürleri ve kapatılması yönünde oy kullanabilecek yeterli miktarda Anayasa Mahkemesi üyesi.

 

Başka bir şeye lüzum yoktur.

 

Demem o ki; “militan demokrasi” gereği, işin “odak” mevzusuna odaklanmak lazım, gerisi fasa fisodur.

 

Muhterem Başsavcım, demokratların milli irade masalına hiç kulak asmayın.

 

Onları dinleyecek olursanız sittin sene parti kapatma davası açamazsınız. Bunlar insanı laiklikten bile çıkarırlar.

 

Kapatma davası yüzünden borsanın tepetaklak olacağını, dış borç sarmalındaki ülkemizin ağır bedel ödeyeceğini dillendirenlere de aldırış etmeyin.

 

Borsaya duyarlığınızı, kapatma davasını hafta sonu (cuma akşamı) açmakla gösterdiğiniz halde, hiç sıkılmadan böyle konuşabiliyorlar.

 

Ekonomiyi kirli emellerine alet edenler, “Dolar 3 bin sınırına dayansın da, o zaman göreceğim senin 'odak' muhabbetini…” diyecek kadar haddi aşabilirler.

 

Bunların dini imanı borsa olmuş; ne desek boş!

 

Moraliniz bozulmasın.

 

Kanaatim odur ki; sizin gibi bir başsavcımız olsun, 500 milyar dolar dış borcumuz olsun…

 

İdeolojik mülahazalarla, niyet okumalarla yargıyı siyasallaştırdığınızı söyleyenler olabilir.

 

İddianamenizi saçma ve hukuk dışı bulanlar millet iradesine, demokrasiye saygı duymadığınızı ileri sürebilirler.

 

Açtığınız davayla ülkemizi en az 10 yıl geriye attığınızı iddia edebilirler.

 

Bu mantık yoksunlarına soracağım soru şudur:

 

Madem memleket geri gidiyor, kapatılan partiler niçin her seferinde büyüyerek geri dönüyorlar? Onların da gerilemeleri gerekmez mi?

 

Artık iş, işten geçmiştir. Ne söylerlerse söylesinler, beyhudedir.

 

Onu, “En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir.” diyerek başı açıklarla başı kapalıları bir tuttuklarında düşüneceklerdi.

 

İstiklal Marşı'mızın şairi Mehmet Akif Ersoy'un “Safahat”ını öğrencilere bedava dağıtırken hesap edeceklerdi.

 

Muhterem Başsavcım Abdurrahman Bey, dahili ve harici bedbahtların söylemleri sizi davanızdan asla geri döndürmesin.

 

Ya da…

 

İddianamenizi derhal geri çekip, istifa edin. Bırakın ne halleri varsa görsünler.

YENİ ŞAFAK

 

Menderes Hitler miydi?

 

Adnan Menderes Hitler miydi? Ya Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu? Yargılandılar (!) ve asıldılar! Çünkü "onları oraya gönderen kuvvet öyle istiyordu!"

 

Evet bir yargı kararı vardı, ama askeri darbe iradesine hınk diyen bir yargı kararıydı bu. -Millet çoğunluğu Hitler'i iktidara getirirse bu da meşru mu sayılacak? Yargı bunun yolunu kesmek için var! Şu sıralar kapatma davasının hınk deyicilerinin dilindeki söylem bu. "-Siyasete müdahale oluyorsa, bu, Hitler türü demokrasi dışı arayışların önünü kesmek içindir!" O zaman gelin şu soruyu da soralım: -Demirel Hitler miydi? Bir askeri darbeye ve bir askeri muhtıraya muhatap oldu.

 

Her iki lider ne Hitler'di, ne de siyasal islamcı... Halktan oy almışlardı ve oligarşik yapıya karşı halk iradesini temsil etmekteydiler, bunun bedeli, Türkiye'de, laiklik sopasıyla dövülmekti, dövüldüler; hem önceki üçü, canlarından oluncaya kadar dövüldüler. Türkiye'de asıl sorun milletle. Siyasi liderler, milleti cezalandırmak için cezalandırılıyor. Oyu - sandığı terbiye etmek için. 1960'tan beri yargı, siyasetin üstünde bir Demokles'in Kılıcı durumunda...

 

Askeri darbeye gelinceye kadar yargı millet iradesini terbiye enstrümanı olarak devrede bulunsun... Hesap bu. Yüksek yargı resmen siyasi operasyon yapıyor. Yargıtay Başsavcısı bir tek kişi. Halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi partinin ipini çekmek üzere iddianame hazırlıyor. Cumhurbaşkanını, Başbakanı bile biçiyor.

 

O, bir tek başına herkesten daha sağduyulu! O siyasi bir operasyon yaptı diye, memleket ekonomisi batmışsa, onda da bir keramet vardır! Dış ilişkiler yara almışsa, ülkenin imajı çökmüşse, Başsavcı hatırına herkes buna razı olmalıdır. Çünkü başsavcı yargının uzantısıdır. Başsavcının başlattığı süreçte Anayasa Mahkemesi, 11 kişi ile, bu siyasi operasyonun nihai kararını veriyor. Bu sistem, özde halkın aldatılabileceği, yanlış yapacağı yaklaşımından yola çıkarak oluşmuş bir sistem.

 

Sandığa güvenmeyen bir sistem.

 

Bu halkın yüzde 99'u bile yanlışta birleşebilir! "Yüzde 47 oy aldı diye hukuk ihlal mi edilmeli?" itirazının hemen bir adım ötesinde "Yüzde 99 oy aldı diye..." şeklinde bir cümle daha kurulabilir. Türkiye'de en kolay şey, halk iradesini dışlamak. Siz, yüksek yargının, mesela bir askeri operasyona karşı hukuku savunduğuna tanık oldunuz mu? -27 Mayıs'ta yargı nerede idi? Siyasetçileri yargılayıp asıyordu.

 

Ya 12 Mart'ta? Muhtıracılara hınk diyordu.

 

Ya 12 Eylül'de? Milli Güvenlik Konseyi'nin kararlarına gerekçe yazıyordu. -Ya 28 Şubat'ta? Parti kapatıyor ve brifinglerde askerleri ayakta alkışlıyordu. Bu mudur "Millet adına yargılama görevi" yapmak? İnsanlar endişe ile soruyor?

 

Acaba kapatılır mı? Bu sorunun altında derin bir kuşku var. Olağanüstü bir sürece mi girdik, yargı kötü niyetler için kullanılır mı? Türk yargı sistemi için derinden akan böyle bir kuşkunun bulunması bile yeterli problem değil mi? "Kapatma davası haberi" bir meyhanede kadeh kaldırılarak kutlanmış! CHP lideri Baykal da, "İddianame objektif hazırlanmış" demiş. Alın bakalım. Bu haberle, Ak Parti'nin oylarının yüzde 60'lara fırladığı haberlerini birlikte değerlendirin. Yargı kanalıyla girişilen bir siyasi operasyonun toplumsal yansıması bu. Bu görüntü "Millet adına iş yapan" Yargı için çok şık bir görüntü müdür? "Acaba milletin yüzde kaçı adına yargılama yapılıyor?" sorusu gelmiyor mu bu denklem karşısında?

 

Yargı devreye girince içi durulmalı insanın... Bizde yaşanan bu mu? -Millet Hitler'i mi getirsin? Hangi millet? Hangi Hitler? Kim Hitler? Hitler'e özenenleri de biliyor bu ülke... "Milli Şeflik" günlerini de... Hitler özentisi bir tek o zaman olmuş ve onu da millet ilk fırsatta sandığa gömmüş. Türkiye, 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü, 28 Şubat'ı tarihe havale etti, bu süreci de atlatır. Her kademeden yargıçlar, bu süreçte Yargı'ya güveni zedelemesin. Şu anda titizlik gösterilmesi gereken husus bence bu.

Ahmet Taşgetiren - Bugün

 

Sadece Salih Tuna'dan bahsetmiştim dün, bugün Ahmet Ağabeyimin de güzel bir yazısını gördüm... Almadan edemedim...

 

Biraz sonra iddianameye devam edeceğiz...İnşallah...Kaşınıyorum galiba...Yahu iddianameyi inceliyorum komik geliyor...Sanki birileri Savcı Bey, yaz da getir biz gerisini hallederiz demiş gibi...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Fikri Akyüz

[email protected]

 

Başsavcıdan 'hamdolsun' açıklaması!

 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddianamesindeki “sav”ları yani “iddiaları” satır satır okudum.

 

İddia ediyorum ki bu savları okuduğumda bir tane dahi şöyle dört başı mamur bile değil bir başı mamur derecede “iddialı” bir delil bulamadım.

 

(Bu arada küçük bir ekleme yapmak istiyorum: Yukarıda zikredilen “sav” sözcüğündeki harflerin arasında nokta işareti yoktur. Yani o sözcüğün haşa “S.A.V.” yani Sallallahü Aleyhi Ve Sellem ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Kalkıp da laikliğe aykırı eylemlerin odağı olacak tarzda bir sözcük yazacak kadar kendimden geçmedim!!)

 

Evet iddianameyi okuyunca içlerinden iki tanesi özellikle “merakımı mucip oldu”..

 

Birincisi şu.. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan trafik kurallarını içeren bir kitap bastırmış; kitabın içinde şu yazılıyormuş: “Trafik kazaları takdir-i ilahidir..”

 

Tekrar yazıyorum: “Trafik kazaları takdir-i ilahidir..”

 

Şimdi bu cümlenin geçtiği bir kitabı bir partiyi kapatmak için gerekçe olarak sunan Başsavcı herhalde şu iki ihtimalden birini ya da ikisini birden aklına getirdi.

 

İhtimallerden biri şu: “Bir kamu görevlisi 'Allah'ın takdiridir' diyemez. Çünkü laik bir rejimle yönetiliyoruz. İnanan var inanmayan var..”

 

İkinci ihtimal de herhalde şudur: “Bu kitabı okuyan bir öğrenci trafik kazalarının takdir-i ilahi olduğunu düşüneceği için trafikte hiçbir tedbir almaz..”

 

Şimdi birinci ihtimalden başlayalım:

 

“Takdir-i ilahi” şayet bir kamu kurumunda kullanılamayacak derecede “dini” bir kavramsa o zaman devlet tiyatrolarında, Dante'nin yazdığı bir şaheser olan “İlahi Komedya” isimli oyun neden oynatılıyor?

 

“Efendim ama o bir oyun..” demeyiniz; derseniz ben de çıkıp “Ama siz de hukukla oyun oynuyorsunuz..” derim.

 

Evet ikinci ihtimale gelirsek: Şu yeryüzünde dini hassasiyeti azami derecede yüksek olan bir tek sürücü ya da yaya yoktur ki, trafik kazaları takdir-i ilahidir düşüncesiyle tedbirsiz olarak yola fırlasın ya da gözü kapalı araba sürmüş olsun..

 

“Nasıl olsa kazalar Allah'tan geliyor..” diyerek bir otobanın ortasında yatan bir insan büyük ihtimalle sarhoştur.

 

Eh sarhoş biri laikliğe aykırı eylemlerin odağı olabiliyorsa meyhaneler de kapatılsın!

 

Yani neresinden bakacak olursanız bakın, ortada “gayriilahi bir komedya” vardır!

 

Ve böyle bir komediyi pardon böyle bir iddianameyi yazabilme ferasetini ya da cüretini İtalyan yazar Dante'nin bile yazabileceği kuşkuludur.

 

İddianamede yer alan delillerden biri de bir genel müdürün “Hamdolsun ki..” diye başlayan bir cümle kurup cem-i cümlemizin laiklik damarını tam ortadan ikiye bölmesiymiş.

 

Neymiş? Bir kamu kurumu görevlisi dini bir kavram olan “Hamd” sözcüğünü kullanamazmış..

 

Yani hamdolsun ki askerlik yaptım!

 

Çünkü Diyarbakır'ın bir mezrasında askerlik yaparken yemekhanenin duvarında “Tanrımıza hamdolsun..” ibaresi yer alıyordu.

 

Biz askerler de günde üç öğün hem de bir astsubayın komutasında bu duayı okurduk.

 

Evet ne diyorduk? Bir genel müdür “Hamdolsun ki..” dedi diye bir partinin kapatılması istenebiliyormuş.

 

Peki laikliğin yılmaz bekçisi Yalçınkaya, laikliğin yılmaz kalesi kışlaları ne zaman kapatacak?!

 

Öyle ya, kışlalar tekke midir, zaviye midir, dergah mıdır?

 

Ya da kışlalar “Komşu, kızını zapteyle; bizim oğlan aşıktır; dilo dilo yaylalar..” diye türkü “çığrılan” Kardeşler Düğün Salonu'nun pisti midir?

 

İlköğretim okullarında dini öğretim (eğitim değil..) talebine karşı “Ama okullarda ateisti var, agnostiği var; siz nasıl olur da inanmayan bir insana din öğretimi verirsiniz?” diyen siz değil miydiniz?

 

O halde, kışlada dini terimler kullanılıyor diye erinden genelkurmay başkanına kadar tüm askerlerin askerlik yapmasını beş yıl süreyle niye yasaklamıyorsunuz?!

 

Bilmediğim için soruyorum: Asker karşısında tir tir titrediğiniz için mi yasaklamıyorsunuz yoksa “Bize asker lazım, ülkemizi kim savunacak?” diye mi düşünüyorsunuz?

 

Peki bu memlekette kışlalar gerekli ise (Ki, elbette gereklidir..) TBMM gerekli değil midir?

 

Bu arada yukarıda kışladaki yemekten bahsederken yazmayı unuttum; ekleyeyim:

 

Kışladaki yemekhanede bir ara bir er duayı okurken “Allah'ımıza hamdolsun..” demişti de yemek yemeden önce “ara sıcak” olarak yüzbaşıdan okkalı bir tokat yemişti.

 

Ve bu tokadı atarken de “Sen nasıl olur da Tanrı'ya Allah dersin” demeyi de ihmal etmemişti.

 

Hatta yüzbaşı kendini tutamamış “Allah'ım bana sabır ver, şu askerlere bir türlü Tanrı dedirtemedim..” demişti!

 

Tamam korkmayın, bütün gazeteleri buraya aktarmayacağım...Birkaç orjinal yazıyı buraya aktardım bu konuda...Şu yukarda yazan ara sıcak çok hoş geldi bana yahu...Arkadaşlar, aramızdan bazıları iddianameyi bir okursa ne komiklikler olduğunu görecek. Dahası, hemen hergün kullandığımız inşallah bazı sözlerin parti kapatma davasında delil olarak sunulduğunu da farkedeceksiniz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İddianameden incilere devam...

 

Her gün üniversite kapılarından töre cinayetlerine, fabrikadan mahkeme salonlarına, gazete sütunlarından televizyon ekranlarına yürekleri yakan binlerce dram karşımızdayken, yılda bir kez Kadınlar Günü kutlamanın bana göre anlamı yok. Kadına karşı ayrımcılık, ırkçılıktan daha tehlikeli, daha ilkel bir tutumdur. Her tür ayrımcılığa karşı mücadele etmek zorundayız. Kadına ve kız çocuklarına karşı ayrımcılık insanlığın cahiliye dönemlerinden kalma meselesidir.’’ diye söylediği, (Ek.16)

 

Ek.16, hayli önemli bir kanıt galiba...

 

“Bu soruyu her yerde soruyorlar, ama artık sormayın. Ben bu konuyu iyi biliyorum. Benim çocuğum Boğaziçi’ni kazandığı halde imam hatip lisesi mezunu olduğu için puanı düşürüldü, buraya gidemedi. Kızlarım başlarını örttükleri için Türkiye’de okuyamadı. Biz ailece bu konunun mağduruyuz. Bu tip ayrımlara karşıyız. Ama sizin bu sorunlarınızın çözümü sadece bizim isteğimizle değil tüm siyasi partilerin katılımı ve uzlaşmasıyla çözülmeli. Bunu tek başımıza getirmek istemiyorum, çünkü o durumda gerginlik çıkıyor. Ben ülkede gerginlik yaratmak istemiyorum… Kızlarım başını örttükleri için Türkiye’de okuyamadı” dediği, (Ek.17)

 

Bu da delil lan...Bu nasıl delil...

 

Bizdeki sorun, üniversitelerde başörtülü kızlara yer verilmemesi sorunudur. Tabii bu sorunu burada dile getirmem de hemen sanki bunu burada şikâyet etmiş gibi ifade ediliyor. Benim böyle bir şikâyete ihtiyacım yok. Bu noktada benim bu tür sorunları paylaştığım, ülkemin insanıdır. Tek sorunum, ülkemde toplumsal bir mutabakat var, ama kurumsal bir mutabakat yok, bunu halletmenin gayreti içerisindeyiz. Ve artık bunları aşmanın gereğine inanıyoruz'' diye konuştuğu, (Ek.19)

 

Dikkat ettiniz mi...Etmediyseniz ben belirteyim, kaç tane madde aldıysam kanıt olarak; ya imam-hatip meselesi veya başörtüsü sorunu üzerinden. Bunları çözüme kavuşturmaya çalışmak kapatma davasının en önemli kanıtları olarak görülüyor...

 

''Genciyle, yaşlısıyla, bak buradan bir kez daha açık ve net söylüyorum, başı örtülü, başı örtüsüz, kim olursa olsun bütün benim bayan kardeşlerim canımdır, ciğerimdir...Ülkemizin yüzde 99'u Müslüman. Ve bu ülke bir Müslüman ülkesidir. Halkının yüzde 99'u Müslüman olan ülkemizde şunu unutmayalım ve gerçekleri birbirine hiçbir zaman karıştırmayalım; İslam devleti olmak başka bir şey, bir İslam ülkesi olmak başka bir şey. Bir defa bunu çok iyi kavrayacağız, çok iyi anlayacağız ve bu anlayışla yarına bakacağız. Ben teşkilatımızın insanlarını bu hassasiyete özellikle davet ediyorum…” diye beyanda bulunduğu, (Ek.27)

Bu cümleler bile delil olarak geçiyor...Bu yüzde 99'u kim çıkardı ilk defa merak ediyorum...Nere/lerin/den uyduruyorlar

 

Biraz işim çıktı, gerisine sonra bakalım...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayin karabekir :)) dikkat et simdi sende bu yazilari buraya veriyorsun birileri gorur sonra senin hakkindada sorusturma acabilirler.. traji komik, guleriz aglanacak halimize herseyi laiklige peskes cekip birileri birileri uzerinde baski uygulamaya calisiyor sonra neymis laiklik elden gidiyor.. ya kardesim sen isine gelince diyorsunki turk milleti zekidir ben turk milletinin aklina verecegi karara guveniyorum.. madem guveniyorsun madem turk milletinin milli iradesinden haberdarsin ozaman neden halkin uzerinde baskilar yapmaktasin.. zaten bu kapatilma davasida universitelerde turban yasagi kalksin diye olmuyormu .. aslinda yeni bir soyle yasa cikarilmali kamu gorevlerinde gayri muslum memur alinacak universite sinavlarinada gayri muslum ogrencilerden baska kimse sinavlara giremez.. kaldiki bugun ex cumhurbaskani suleyman demirel tvye cikip turbanli ogrenciler gidip sudi arabistanda okusun diyor ve herkes bunu alkisliyorsa kafalarda soru isareti olmali.. ve yine universitelerde turbani serbest birakmasini isteyen AKP MHP ile uzlasiyor ve AKP kapatilma davasi ile suclanip MHP aklaniyorsa yine kafalarda soru isareti olmalidir .... turkiyede yargi nekadar tarafsiz isliyor acaba ?? yoksa yargi birilerinin elindemi.. AKP'yi kapatmakla kimse birsey kazanamaz sadece diger bir secimde oylari yukselir hepsi bu...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türban'ın islamda yeri olup olmadığı konusunda "Mahkemenin de bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. " dediği ve bu ifadesinin altı çizilerek verildiğini de belirteyim. Hakikaten bir şeyin dinde var olup olmadığını belirleme yetkisi o din hakkındaki bilginin gerçek sahibi olan Profesörlerin (Ulema ile Müctehid farklıdır) mi yoksa yargı mensubunun mu işidir...

 

Gerisi şöyle...

 

Cehalet içinde konuşuyorlar. Açsınlar Türk Dil Kurum lugatını. Milli Eğitim Ansiklopedisi'ni, diğer lugatları açsınlar. Ulemanın ne anlama geldiğini okusunlar. Bunlar şecaat arzederken sirkatlerini de ortaya koyuyorlar. Yani kendilerini överken açıklarını da ortaya koyuyorlar. Ulema, alimin çoğuludur. Bugünkü söyleyişle bilginin çoğuludur. Ulema ise bilginler anlamına gelir.(…)Danimarka'da yaptığımız konuşmada, AİHM'nin Müslümanlara ait örtü ile ilgili karar verirken bu konuda bilirkişi olarak İslam'ın din bilginlerine sorması gerekirdi. Bu örtü ideolojik mi, sosyolojik mi, dinin gereği mi? (…) Sorduktan sonra kararını yine orası versin. Biz onların kararına uyarız. Türkiye'de de kimse bunu saptırma yoluna gitmesin." dediği, (Ek.38)

 

Kadına karşı ayrımcılık bizim geleneğimizde cahiliye örneğidir. Kadını özel alana hapseden, kamusal alandan dışlayan, cinsiyet ayrımcılığına dayanan baskıcı ve tutucu anlayışlar medeni olamaz. Bazı eksiklerimiz var. Biraz zaman alacak, ama kurumlararası, toplumsal mutabakat sağlanarak elimizden geleni yapacağız. Bu ülke bu sorunu da çözecek…Sorun adalet sorunu. Bugün kadına karşı adaletsizlikler dünyanın neresinde varsa orada zulüm ve acı vardır. Bu haksızlık ve acıları onaylamak imkânsız. Kadına karşı ayrımcılık, kız çocuklarını temel haklarından mahrum bırakmak, kadını üretim sürecinden dışlamak gibi anlayışlar cahiliye geleneği…Günlük hayatta toplumsal ve geleneksel yapıdan kaynaklanan kadınlarımızın halen karşılaştığı sorunları görmezden gelemeyiz. Bu sorunların çözümü için yasal düzenlemeleri yapan bir kurumu, bir duyarlılığı hayata hâkim kılmalıyız. Toplumların olduğu gibi devletlerin de kadına karşı ayrımcılığı töre haline getirmesi kabul edilemez. Kadına karşı cinsiyet ayrımcılığı en az ırkçılık kadar tehlikeli. Hiçbir mazeret insana karşı şiddet kullanılmasını haklı kılamaz. “ diye söylediği,

 

Bu metnin neresine imza atmazsınız. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcımız bu metni niye beğenmemiş ve yasalara aykırı görmüş merak ediyorum. Yoksa O, hala cahiliye devrinin olmasını mı istiyor...

 

41) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2006 yılı Mayıs ayında Berlin’de halkla buluşma toplantısında, vatandaşların pasaportlarında türbanlı fotoğraf bulunması hususunda tartışma yaşanmış, Büyükelçinin durumu açıklamaya çalışması sırasında Başbakan Erdoğan’ın; “Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliği’ne benim vatandaşım bu kıyafetiyle girer, bir genelge olduğunu hiç zannetmiyorum, bunu bir kere göreceğim, "Bakacağım. Çözümünü de buraya emredeceğim inşallah. Bu genelge nasıl gönderildiyse o şekilde de iptal edilir" dediği, Büyükelçimizin Başbakan’ın yanında yuhalandığı, (Ek.41)

 

Bu meseleyi hatırlıyorsunuz herhalde...Savcımız acaba aba altından sopa mı gösteriyor. Partinin kapatılması talebiyle bu meselenin ne alakası var...

 

Ölümün nerede ne zaman geleceği belli mi? Musalla taşına yatırıldığınız zaman 'Falanca cumhurbaşkanıydı, falanca başbakandı' veya 'Cumhurbaşkanı niyetine ya da başbakan niyetine' demeyecekler. "Er kişi niyetine' diyecekler. Bu makamlar, bu mevkiler gelip geçici. Bunlar bizleri şımartmasın. Ben tüm Adalet ve Kalkınma Partiler'e şunları söylüyorum: Mütavazı ol

 

Bu metinde kapatma davasında delil...

 

En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir. Bunun için uğraşıyoruz. Bunu çözmek en büyük aşkımdır (…) Bunun için çalışıyoruz. Bunlar aşama aşama yapılacak şeyler, birden olmuyor. Bazı mutabakatlar aranıyor. Bu konuyu her getirdiğimizde önümüze engel çıkarılıyor. Şu an tek sorunumuz başörtüsü değil. Anayasa meselesi de var.(…) Bu durumun da sonu gelecek. Üniversitelere özgür, istediğiniz gibi girebileceksiniz.(…) İki oğlumun ikisi de istedikleri üniversiteleri katsayı nedeniyle kaybetti. Bu bana hak mı? Çocuklarım da katsayı kurbanı. Bizim imkânımız var da yurtdışında okutuyoruz(…)” şeklinde yanıtladığı, (Ek.44)

Yine türban meselesi ve Ek.44'e gelmişiz...Bu eklerin birçoğunun gazeteler olduğunu belirteyim...

 

45. başlık benim doğduğum yer. Kozan...Hani, şu ödülü almaya çalışıp da iki muzip görevli tarafından başı...neyse ne canım...Arkasından bir milletvekilinin ödülü başörtüsüyle alan kızla fotograf çektirmesi de kapatma gerekçeleri arasında gösteriliyor...

 

Ve "velev ki..." Ben, başörtüsü neyin siyasi simgesidir dedikten sonra "Bir üniversite öğrencisinin siyasi partiye üye olması yasak mıdır, Siyasi partinin simgesini taşıması yasak mıdır, başörtüsü hangi siyasi partinin simgesidir gibi sorular sormuştum. Benim sorulara karşı, başbakanın sorusu çok basit kalmış ama onun parti o gerekçeyle kapatılmak isteniyor. Ulan- iyiki bir parti filan kurmamışım...

 

49) Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 2008 yılı Ocak ayında partisinin İstanbul Ümraniye Kadın kollarının düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmada; Üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasının laiklik ilkesiyle çelişeceği yönünde açıklamalar yapan kurumları hedef alarak,”…Bizim önümüze ikide bir Anayasayı çıkarmasınlar. (…) En az onlar kadar Anayasa’yı biz de biliriz. (…)kimse kendini yasama-yürütme organının üstünde göremez. Yargı ihsası rey makamı değil.(…)Herkes konumunu, yerini gayet iyi bilmeli…” diye söylediği, (Ek.49)

Yani ki, hergün duyduğunuz, hergün hemen hepimizin söylediği birçok şey; bu partinin kapatılması için gerekçe oluşturulmaya çalışılmış...Açıkçası bu gerekçeler son derece sığ, uygun değil, saçma, komik...Devletimizin koskoca Cumhuriyet Başsavcısının ancak bu gerekçeleri bulabilmiş olması acınası bir durum. Forumdaki birçok arkadaşımız çok daha kesin gerekçeler bulabilirdi AKP'nin kapatılması gerekçeleri olarak...Kimseyi bir şekilde nitelemiyorum ama 3. sınıf bir düşünce yapısı, kalem, bilgi fukaralığı var gibi geldi bana...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kapatmakla sorunlar dahada büyüyor, dikkat ederseniz hiçbiri yok olmuyor, güçlenerek geliyorlar, halkın iradesi bir şekilde onları üste çıkartıyor !

 

Kapatmakla güçlendiklerini düşünmüyorum.

Güçlenmelerinin ardında başka nedenler var, bunlar analiz edilmeli ve buna göre hareket edilmelidir.

 

Bunlardan bir kaçı:

1. Sosyal demokratların yıllardır izledikleri yanlış politikalar.

2. Bir tarafatan sosyal demokratım, Atatürkçüyüm diyerek bir taraftan da yolsuzluktan geri kalmayan siyasilerin yarattığı alternatifsizlik.

3. Sözkonusu oluşumların ana muhalefette iken dahi izlediği yanlış politikalar ve yanlış muhalif duruşlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kapatmakla güçlendiklerini düşünmüyorum.

Güçlenmelerinin ardında başka nedenler var, bunlar analiz edilmeli ve buna göre hareket edilmelidir.

 

Bunlardan bir kaçı:

1. Sosyal demokratların yıllardır izledikleri yanlış politikalar.

2. Bir tarafatan sosyal demokratım, Atatürkçüyüm diyerek bir taraftan da yolsuzluktan geri kalmayan siyasilerin yarattığı alternatifsizlik.

3. Sözkonusu oluşumların ana muhalefette iken dahi izlediği yanlış politikalar ve yanlış muhalif duruşlar.

 

sayin yarasa kapatlamaka guclenmediklerini soyluyorsun hayret sanirim 22 temmuzu cok cabuk unutmussun AKPnin bugun bukadar bir cogunlukla oy toplayip iktidar olmasinin nedeni gece yarisi yollanan e-muhtira degilmi..

aslinda bir konuda sana katiliyorum tespit etmis oldugun 3 noktada cok dogru... o halde kisaca sunu soyleyebiliriz turkiyeyi yonetecek hali hazir hic bir parti yok al birini vur otekine assagi tukursen sakal yukari tukursen biyik...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Güçlenmelerinin ardında başka nedenler var, bunlar analiz edilmeli ve buna göre hareket edilmelidir.

 

Evet güçlenmelerinin ardında bir neden var ! o da halkın iradesi

 

bu halk Adnan Menderes'te rekor kırdığı gibi, Tayyip Erdoğan'da da rekor kırdı diyebiliriz, yani Menderesten sonra 30 -40 yıllık bir süreçte değişen bir şey olmamış, hala güçlü konumdalar, onları güçlü kılan halk ve göreceksiniz bundan sonraki seçimdede AKP yontulmazsa oylarını dahada arttıracak, yontulursa başka bir oluşumla yine bunlara benzer bir parti kurularak halkın iradesi devam edecek !

 

%50 lere yakın oy toplamak kolay değil bunu başarabilen partilere bir göz atınız !

 

o halde kisaca sunu soyleyebiliriz turkiyeyi yonetecek hali hazir hic bir parti yok al birini vur otekine assagi tukursen sakal yukari tukursen biyik...

 

Türkiyeyi yönetecek hali hazırda parti hiçbir zaman olmamıştır ! %100 oy toplayacak bir parti var mıdır tarihimizde ?

 

yani olmaması zaten doğaldır

 

saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayin yarasa kapatlamaka guclenmediklerini soyluyorsun hayret sanirim 22 temmuzu cok cabuk unutmussun AKPnin bugun bukadar bir cogunlukla oy toplayip iktidar olmasinin nedeni gece yarisi yollanan e-muhtira degilmi..

aslinda bir konuda sana katiliyorum tespit etmis oldugun 3 noktada cok dogru... o halde kisaca sunu soyleyebiliriz turkiyeyi yonetecek hali hazir hic bir parti yok al birini vur otekine assagi tukursen sakal yukari tukursen biyik...

 

Öncelikle, daha önce de söylediğim gibi bu oyların gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum. İstanbul'da çöpten çıkan oy pusulalarını hatırlayınız...

 

Tabi bu, tüm oyların yalan olduğu anlamına da gelmez.

Neden yüksek oy aldıklarının (görünen oyların) nedenlerinden bir tanesi. Diğerlerini de yukarıda söylemiştim.

AKP'yi de yeniden eleştirmeye gerek yok sanırım. Ne oldukları ortada, ülkenin ekonomik durumu ortada, ülkeyi getirdikleri kaos ortada. Bölücülüğün alasını yaptılar. AKP yi destekleyen insanlar, Atatürkçüyüm, demokratım laikim diyen insanlara dinsiz, imansız ve kıblesiz gibi yakıştırmada (hangi hakla bunu da anlamış değilim). Bunun ötesinde, yine de, sonuç önemli: ülke insanını böldüler. Düşmanlık yarattılar. Daha önce olmayan (ancak potansiyelini koruyan) bir düşmanlık... Ülkeye verdikleri zararın haddi hesabı yok!

 

Diğer taraftan, evet meclisteki partilerin al birini vur ötekine... Bir ülke meclisinde sicili temiz vekil bulunmaz mı yahu! Bu durumda yapılacak tek şey, ülke değerlerine ve Cumhuriyete sahip çıkarak ülkeyi daha iyi duruma getirmeyi hedefleyen yeni oluşumların aranması gerekli: tabi temiz sicilli insanlarla; yani yeni yüzlerle... Ancak bu kadar da kolay olmasa gerek bu danışıklı dövüşü tersine çevirmek... Öncelikle ekonomik yönden bağımsızlığını elde edeceksin. Ama artık o da çok zor. Herşeyini satmışlar düşünsene! Topraklarını bile satıyorlar... Yabancı sermaye elini bir çekse kıtlık kapıda gibi bir şey... Bu ülke bu durumdan nasıl kurtulur bilemiyorum... Çok ama çok zor. Gerçi Kurtuluş Savaşını da hatırlamak lazım. Bu ülke insanı bunu da yapar. Yeter ki doğru yönlendirilsin, 1 torba kömürle, olmayacak vaadlerle kandırılıp karanlık emelleri uğruna duyguları sömürülmesin...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bu halk Adnan Menderes'te rekor kırdığı gibi, Tayyip Erdoğan'da da rekor kırdı diyebiliriz, yani Menderesten sonra 30 -40 yıllık bir süreçte değişen bir şey olmamış, hala güçlü konumdalar, onları güçlü kılan halk ve göreceksiniz bundan sonraki seçimdede AKP yontulmazsa oylarını dahada arttıracak, yontulursa başka bir oluşumla yine bunlara benzer bir parti kurularak halkın iradesi devam edecek !

 

Öyle mi?

Şu yorumu okudunuz mu?

 

AKP'NİN OYU ARTMAZ

"Şu anda bütün basında pek çok çevrede kapatma isteklerinin ve kararlarının AKP'nin oyunu artıracağı demagojisi yapılıyor.

 

Bizim tarihimizde böyle bir durum yoktur. Bunun bilimsellikle, gerçeklerle hiç bir alakası yoktur.

 

1960 yılında Demokrat Parti kapatılmış, 1961 eki seçimlerde DP'nin devamı olan AP çok gerilerde kalmıştır. Bunun pek çok örnekleri vardır.

 

1980 yılında keza böyledir. Bu yoktur. AKP'nin oyunun artmasının başka nedeni vardır. Bu nedeni sembolik olarak çok yakın bir zamanda gördük.

 

Kaynak için

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bülent Arınç hakkında dahi bulunanlar komik...Savcımız, bir-iki belge isteseydi, Arınç hakkında en alasını verirdik...Yazık olmuş..

 

Ama yasama yetkisini elinde tutan Meclis’in üstünde hiçbir organ yoktur. Bugüne kadar yoktu, bundan sonra da olmayacak. Yasama yetkisini biz, halkımızın egemenliğinden alıyoruz. Bunu da kimseyle paylaşmaya niyetimiz yok." dediği,

 

Bir gazetecinin "Anayasa Mahkemesi’nin kapatılabileceğini söylüyorsunuz. Burada hukuk ne işe yarıyor?" şeklindeki sorusunu, "(Anayasa Mahkemesi’ni kapatırız) şeklinde bir cümlem olmadı. Anayasa Mahkemesi kaldırılabilir, Anayasa Mahkemesi ile ilgili Anayasa’nın hükümleri değiştirilebilir. TBMM, yasama yetkisine sahiptir. Bir örnek olarak söylenmiştir." biçiminde yanıtladığı,

 

Sahi, Meclisin Anayasa Mahkemesini kurmak yetkisine sahip olduğu hatırlanırsa, kaldırma hakkına sahip olup olmadığını soramaz mı bu garip. Tamam ilk üç madde de öyle de...Anayasa Mahkemesini koruyan herhangi bir madde yok, kendi maddesi haricinde...

 

"Anayasa’nın değiştirilemeyecek 1, 2 ve 3. maddelerinin dışında her kurum değişebilir", "Türkiye’de demokrasi varsa, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse, bu Anayasa 1982’den beri yürürlükte. Bunun hükümleri milletimiz tarafından kabul edilmişse, yasama yetkisi önüne engel koymak isteyenlere demokratik ülkelerde ancak gülerler...

 

5) Başkanlığını yaptığı TBMM’nin mescidinde Kuran kursu açıldığının yazılı basında yer aldığı, (Ek.60)

Var mı yok mu, haber tekzip edilmiş mi edilmemiş mi...Yazılı basında yer alan herşey doğru mu yanlış ta olabilir mi...

 

Ama laiklikten ne anladığınızı ortaya koymalısınız. Katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayışlar ne kadar zararlıysa, laikliği bir barış ve özgürlük, din ve vicdan hürriyeti olarak tanımak ve insanların inançlarına müdahale etmemek de o kadar toplumsal barışa hizmet edecektir.” biçiminde yanıtladığı, (Ek.62)

 

Bu söz de çok doğru bir söz gibi geldi ben garibe...

 

"Anayasanın hiçbir yerinde, 'laiklik şu anlama gelir' şeklinde bir madde yok" diye söylediği, "laikliğin, devletin, Cumhuriyetin bir vasfı olduğunu, insanların laiklik vasfının olmadığını" ifade ettiği, (Ek.63)

 

İddianamede birkaç yerde bu ve benzeri sözlere değinildiği için; Savcı, insanın mı yoksa devletin mi laik olacağı konusunda bir bilgiye sahip değil gibi görülüyor. Laiklik, devlet yönetiminde herhangi bir din kuralına dayanmama ve devletin bütün dinlere eşit mesafede olması anlamına geldiği cihetiyle; kişilerin ise böyle bir alanlarının, durumlarının olmayacağını idrak etmesi şarttır. Umarım, bu iddianame paralelinde Savcımız bunu da öğrenir...

 

12) TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın 2003 yılı Eylül ayında, Türkiye Demokrasi Vakfı'nca Armada Otel'de düzenlenen toplantıda 'Meclis ve Demokrasi' konulu yaptığı konuşmada “Siz ifade özgürlüğüne tam sahip değilseniz, kapatılmamak için, önünüze engeller çıkmaması, iktidara giderken bir takoza ayağınız takılıp da düşmemek için yalan söylemeye, samimiyetsiz davranmaya, takiyye yapmaya mecbursunuz.” diye söylediği, (Ek.67)

Buradaki karakterler siyahla belirgin hale getirildiği için alıntıladım. Bu varsayım, ifade özgürlüğüne sahip olamayanlar için geçerlidir. Savcımıza sormak gerekiyor. Türkiye'de ifade özgürlüğü tam olarak var mıdır yok mudur? Eğer yoksa takiyye yapılabilir eğer varsa gerek yoktur yukardaki denkleme göre...İfade özgürlüğü var mı yok mu?

 

8. Cumhurbaşkanımız Edirnekapı'da defnedildi. O cenazede küçük kartona elle yazılmış pankart taşınmıştı. Halkın arasından biriydi kuşkusuz. Tekbirler eşliğinde taşınan cenazenin arkasından tutuluyordu. Şöyle yazıyordu o kartonda: "Sivil, dindar, demokrat Cumhurbaşkanı" Bu Özal'ın kendisiydi. Bu milletin özlediği Cumhurbaşkanının tanımıydı. Baylar, Bayanlar son elli yılda yaşanan tartışmaların nedeni işte bu kartona yazılmış bu tanımdır. Sivil, dindar ve demokrat Cumhurbaşkanı taraftarları ile onun tam tersi tanımların tartışması son elli yıldır hiç bitmedi. Bugün de tartışmanın adı budur. Meclisimizin sivil, dindar, demokrat bir Cumhurbaşkanı seçecek olmasına yine itiraz ediliyor.

 

Bahsi geçen Cumhurbaşkanı bildiğiniz gibi Turgut ÖZAL'dır.

 

Vay canına...Ben, Bülent Arınç'ın dindar Cumhurbaşkanı istiyorum dediğini sanıyordum. Savcı'ya çok teşekkür ediyorum. O sözün aslı o değilmiş. Haa, bunu niye aldım. Bunun da altı çiziliydi.

 

Ah Demirel üstadımın " Isparta'da seçim çalışmalarında verdiği vaatleri iktidara geldiğinde kesin olarak yerine getireceğini ve bu sözlerimin altını çizin dediğini, iktidara geldiğinde de Isparta'daki bir konuşması esnasında o sözlerin altını çizen birinin söz alarak; Sayın Demirel, iktidara geldiğimde şunları şunları yapacağım altını çizin demiştiniz demesi üzerine;

-Sen onların altını çizdin mi diye sorup aldığı cevap üzerine şimdi bir de üstünü çiz demesi geldi"

 

Gelmeyecek onun gibi bir adam daha...

 

Rahmeti Özal dindar olduğu için hakkında söylenmedik şey bırakılmadı. "Takunyalı" gibi seviyesiz sıfatlar Özal'a ve onun çalışma arkadaşlarına o dönemde takıldı. Cuma namazına gitmesi, bayram namazına gitmesi, Hacca gitmesi hep eleştirildi. Sivil olması, dindar olması, demokrat olması nasıl sorun çıkartabilirdi bu ülke için?...” şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.68)

Hemen yukardakinin devamı...

 

16) Türbanın yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılması amacıyla Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisisin ittifak yaparak Anayasanın 10 ncu ve 42 nci, Yüksek Öğretim Kanunun Ek 17 nci maddesinin değiştirilmesi teklifini 1 Şubat 2008 tarihinde TBMM’nin gündemine taşımaları sonrasında, 22 nci dönem TBMM Başkanı ve halen davalı parti milletvekili olan Bülent Arınç’ın, “…İnsanlar sokakta teneke çalmaya başladı. Yüzde 47 oy almış bir parti, mütevazi olacağım diye, teneke çalıp gürültü yapanların karşısında neredeyse mahcup durumda…” dediği, türbanlı öğrencileri kastederek, “…Onlar bu kıyafetiyle giremezken, çok sevgili arkadaşları hangi kıyafetle okula giriyorlar, hepiniz biliyorsunuz…” diye söylediği, (Ek.71)

 

İnanır mısınız, Bülent Arınç faslı burada bitiyor ve burada aktardıklarımdan daha başkaca birşey yok hakkında olan...Bülent Arınç hakkında da yukardakiler dolayısıyla siyaset yasağı isteniyor...Tirajıkomik...Savcı'ya, formumuzdan acilen teknik, hukuki ve belgesel destek lazım...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

dünyada sinir tanimiyan baska bir basbakan olabilirmi ,,,sehitlerini kelle diyen imrali dakine sayin diyen,, bence bu kelime bile yeterlidir bir basbakanin isine son verilmesi icin, özünde oda bir iscidir ..

 

sehitlerini kelle diyen imrali dakine sayin diyen,, basbakanin bu sözleri ne yazikki korunmaya alinmis tutanaklarda yok garip cok garip????

 

hani bir söför nasil alkolla yakalanip ehliyeti aliniyorsa hani isyerlerinde nasil taciz edenin isine son veriliyorsa ,, burdada öyle olmasi gerekir gerisi hikaye .. yok yüzde elli yok yüzde yetmis hadi canim sende bazi seyler oy´ a tabiii tutulmaz!!!

 

 

Efendi Türkler

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Akpye acılmıs kapatma davasına karsı cıkan yada dogru bulmayan arkadaslardan rica ediyorum. 1930-1940 arasında Almanyada yasananları arastırsınlar... İsimler farklı, yerler farklı, tarihler farklı...

 

Bİr zahmet arastırırlarsa bulacakları isimleri ve yerleri, olayları okurken filanca kisiler ibaresini kullansınlar... Filanca yerler ve sonuclar olarak okusunlar. Sonra 2002-2008 arası Türkiye'de olanları okusunlar...

 

Sundan eminim ki akp kurmayları ve akp politikasını belirleyenler Alman tarihi konusunda hic bilgi sahibi değillerdi yada oylesine iyi biliyorlardıki nasıl nereye varacaklarını iyi biliyorlardı.. Akpde Alamnya kökenli kimler var merak ediyorum...

 

Dunya tarihinde demokrasiyi kullanarak demokrasiyi ortadan kaldırmaya ilk tesebbus eden ve bunu basaran partinin kim oldugunu biliyormusunuz? Bugun o partinin kurulması yada kurulma calısmaları bile o ulkede yasaktır. Kurulmus bir parti bir sekilde bu yolda tek bir adım atarsa yada bunun imasını bile yaparsa hemen kapatılır. Bu bir avrupa ulkesidir.

 

Diger avrupa ulkelerinde belli baslı uç noktalara yonelen partilerin kurulması yasaktır. BU demokrasinin gereğidir.

 

1930-1940 yılları arasında Almanya'da bizim savcımız gibi tek bir savcı olsaydı eğer 2. Dunya savası yaşanırmıydı? Dunya savasını bosverin 2. Dunya savası olmasaydı bugun Almanya dunyada kacıncı buyuk ulke olurdu?

 

Bir zahmet Almanyanın nasıl gunlerden gectigini, yasananları ekonomik ve siyasi acıdan arastırın.. fAzla zamanınızı alacagını sanmıyorum. Sonra bugune bir bakın...

 

Arada tek fark olarak bıyıklarını goruyorum.. Birininki 1,5 santimdi digerininki biraz daha geniş....

 

 

Bu arada ekmeğe zam geldi...

 

Durmak yok yola devam..!!!!!!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Öncelikle, daha önce de söylediğim gibi bu oyların gerçeği yansıtmadığını düşünüyorum. İstanbul'da çöpten çıkan oy pusulalarını hatırlayınız...

 

Tabi bu, tüm oyların yalan olduğu anlamına da gelmez.

Neden yüksek oy aldıklarının (görünen oyların) nedenlerinden bir tanesi. Diğerlerini de yukarıda söylemiştim.

AKP'yi de yeniden eleştirmeye gerek yok sanırım. Ne oldukları ortada, ülkenin ekonomik durumu ortada, ülkeyi getirdikleri kaos ortada. Bölücülüğün alasını yaptılar. AKP yi destekleyen insanlar, Atatürkçüyüm, demokratım laikim diyen insanlara dinsiz, imansız ve kıblesiz gibi yakıştırmada (hangi hakla bunu da anlamış değilim). Bunun ötesinde, yine de, sonuç önemli: ülke insanını böldüler. Düşmanlık yarattılar. Daha önce olmayan (ancak potansiyelini koruyan) bir düşmanlık... Ülkeye verdikleri zararın haddi hesabı yok!

 

Diğer taraftan, evet meclisteki partilerin al birini vur ötekine... Bir ülke meclisinde sicili temiz vekil bulunmaz mı yahu! Bu durumda yapılacak tek şey, ülke değerlerine ve Cumhuriyete sahip çıkarak ülkeyi daha iyi duruma getirmeyi hedefleyen yeni oluşumların aranması gerekli: tabi temiz sicilli insanlarla; yani yeni yüzlerle... Ancak bu kadar da kolay olmasa gerek bu danışıklı dövüşü tersine çevirmek... Öncelikle ekonomik yönden bağımsızlığını elde edeceksin. Ama artık o da çok zor. Herşeyini satmışlar düşünsene! Topraklarını bile satıyorlar... Yabancı sermaye elini bir çekse kıtlık kapıda gibi bir şey... Bu ülke bu durumdan nasıl kurtulur bilemiyorum... Çok ama çok zor. Gerçi Kurtuluş Savaşını da hatırlamak lazım. Bu ülke insanı bunu da yapar. Yeter ki doğru yönlendirilsin, 1 torba kömürle, olmayacak vaadlerle kandırılıp karanlık emelleri uğruna duyguları sömürülmesin...

 

Sayin yarasa

 

Istanbulda copten oylar ciktigini soyluyorsun cikmistir eminim ama bu sadece akp icin gecerli degildir yillardir bu tur vakalar turkiyede malesef olmakta en basit ornegini ben sana kendi koyumden vereyim bizim koy yillardir CHPye oy vermekte isin dozunu okadar fazlaya kacirmislarki mezardakiler dahi CHPye oy atmakta.. sen dunyanin hangi ulkesinde gordunki bir kilo seker oy satildigini ama gariptirki boyle seyler bizim ulkemizde oluyor hepsi rant ve koltuk derdinde yanilmiyorsam suleyman demireldi veyahut tansu ciller secimlerde halka 2 anahtar vaad ediyordu.. bunlardan birisi ex basbakan diger hem ex basbakan hemde ex cumhurbaskani.. sozde simdi laikligi savunuyor ve basi kapali okumak isteyen sudi arabistana gitsin diye halkina yol gosteriyor tabi onun yigeni bankalari hortumlasin ama okumak isteyende sudi arabistana gitsin.. Bugun turkiyenin hangi kurumuna bakarsaniz bakin yolsuzluk ve rusvet aldi basini gidiyor bugun dunyanin neresinde ilk okul diplomasiyla muhendislik yapan milletvekili yapan var ??.... sayin yarasa birakin meclisi bugun turkiye geneline bakarsaniz eminimki nufusun yarisindan fazlasinin sicili sabikalidir... devleti dolandirip rusvet yiyen vergi kacakciligi yapan ardindan laikligi savununca vatan sever olup cikiyor basimiza.. eger vatan severlik boyle oluyorsa ozaman ben vatan sever degilim..

saygilar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ve göreceksiniz bundan sonraki seçimdede AKP yontulmazsa oylarını dahada arttıracak,

 

TARAFSIZ, tarafsız anketler öyle demiyor...İnternette ararsan bulursun...

 

Soru : AKP kapatılsın mı?

AKP kapatılsın

(34.1%)

 

AKP kapatılmasın

(31.4%)

 

AKP'yi savunmuyorum ama kapatılması iyi olmaz

(14.1%)

 

Bedeli ne olursa olsun AKP kapatılmalı

(17.2%)

 

Bu dava sadece AKP'nin kaybettiği oyları geri kazandırır.

(3.2%)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

dünyada sinir tanimiyan baska bir basbakan olabilirmi ,,,sehitlerini kelle diyen imrali dakine sayin diyen,, bence bu kelime bile yeterlidir bir basbakanin isine son verilmesi icin, özünde oda bir iscidir ..

 

Efendi Türkler

 

4857'ye tabi olduğunuzda hiçbirşeye de gerek yoktur işe son verilmesi için. Ancak, başkaca şeye tabii olduğunuzda sayın veya kelle tabiri önem arzetmez. Bence etmeli o ayrı hikaye...Bu durum da gösteriyor ki, Savcımız sadece "türban, imam-hatip, Yök, Anayasa Mahkemesinin Kararları" konularındaki iktidar temsilcilerinin sözlerine karşı dava açmıştır. Bu durum ise aba altından sopa gösterme, korkutma, kıstırma çabası olarak okunmuştur tarafımdan. Bunlara karışmayın, biz de size karışmayalım. Ne yaparsanız yapın manasına gelmektedir bu iddianame...Özellikle türbanla ilgili düzenlemeden sonra davanın açıldığını dikkat etmek şarttır.

 

Geldik Abdullah GÜL, ile ilgili iddialara...

 

2) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 2005 yılı Kasım ayında bir gazetecinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, AİHM’nin türban kararını din alimlerinden görüş almadan vermesini eleştirdiği açıklamasını hatırlatarak “AİHM kararından önce din bilginlerine danışması gerekir mi?” şeklinde soru sorması üzerine “Bunu AİHM’ne sormanız gerekir. Sayın Başbakan'ın söylediği gayet açık. Mademki din ve inançlarla ilgili konular söz konusu, o zaman din bilginlerinden de görüş almak gerekir şeklinde düşüncelerini paylaşmış arkadaşlarla. Bunu farklı mecralara çekmenin bir anlamı yok. Buradaki tuzağı da gayet iyi görüyoruz biz. O açıdan bu konularla ilgili dikkatli hareket etmeye devam edeceğiz. İnanıyorum ki günü geldiğinde Türkiye kendi sorunlarını kendisi çözecek olgunluğa ulaşacak.” dediği, (Ek.73)

 

3) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, 2003 yılı Kasım ayında Roma'daki AB Troykası toplantısına giderken uçakta yaptığı söyleşide Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nun demokrasi ve insan hakları alanlarındaki sorunlar listesinde türban yasağının dâhil edilmemesini eleştirdiği, (Ek.74)

Yine türban. Bir partinin kapatma gerekçesi, bugün bu olabilir mi? Refah partisini kapatırken dahi zorlanan bir yargının elinde sadece türban konusundaki açıklamalar ve düzenlemeler nasıl kapatma gerekçesi olacak şaşmamak mümkün değil...

 

5) Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün 55. yıldönümü nedeniyle özel gündemle toplanan TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu toplantısında, hedeflerinin ifade ve inanç özgürlüğünün işkence ile terörden arındırılması olduğunu, bununla ilgili yasal düzenlemelerin hepsinin, kararlı şekilde gerçekleştirileceğini belirterek; “ifade ve inanç özgürlüğünde kararlıyız; herkes inandığını yaşayabilmeli..Herkes güven içinde, korkudan, endişeden uzak olmalıdır. Düşündüğünü inandığını rahatlıkla ifade etmeli, inandığını rahatlıkla yaşayabilmelidir. İfade ve inanç özgürlüğü, işkenceden ve terörden tamamen arınmak, bizim hedefimizdir. Bununla ilgili yasal düzenlemelerin hepsi, kararlı şekilde gerçekleştirilmeye devam edilecektir” şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.76)

 

İÇİNİZDE BÖYLE DÜŞÜNMEYENLER VAR MI? YANİ KALINLAŞTIRILMIŞ ŞEYLERİ İSTEMEYENLER VAR MI?

 

Adalet ve Kalkınma Partisi olarak türban konusunu biz fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında görüyoruz ve değerlendiriyoruz. İsteyen başını örter, isteyen de örtmez, örten de nasıl örteceğine karar verir...

yİNE KOYU RENK...

 

10) Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a ilişkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün; “Doğrusu bunu kaygıyla karşılıyorum ve hayretler içinde kaldık. Türkiye'nin giderek demokratikleşme eğilimine ters bir davranıştır bu. Bu yaklaşımın altında negatif özgürlükler anlayışı vardır. Bu anlayış bildiğiniz gibi otoriter, diktatör rejimlerin felsefesidir. Halbuki Türkiye giderek demokratikleşen, bireyin, toplumun haklarının daha da genişletilmesine doğru bir yöneliş içindedir. Bu, Türkiye'nin yönelişine ters bir karardır”… “Bizim anlayışımız hep pozitif özgürlüklerden yanadır. Bu açıdan kararı yanlış ve tehlikeli görüyorum… “Çünkü böyle bir yaklaşımla giderek, yarın oruç tutan bir öğretmeni bile, (öğreniciye yanlış örnek oluyor) diye suçlarsınız. Çünkü görebildiğim kadarıyla bu karar dini bir vecibeyi yanlış bir örnek olarak gösteriyor. Bunlar çok tehlikeli ve yanlış şeylerdir, umut ederim ki düzelir. Bütün bu kararlar alınırken, şu herkesin zihninde olması gerekir ki Türkiye giderek özgürleşen, demokratikleşen, sivil alanı daha da genişleten bir toplum olacaktır. Buna kararlıyız. Toplum olarak, meclis olarak, hükümet olarak kararlıyız. Bu bakımdan bu kararın ciddi şekilde kamuoyunda büyük bir olgunlukla tartışılacağını ve herkesin bir kez daha düşüneceğini ve yanlışlarını düzelteceğini tahmin ediyorum.” dediği, (Ek.81)

 

Ben, bu tespitleri inanılmaz manidar buldum ve bence çok haklı tespitler. Ama, bu doğru tespit onun bir doğru olmasına filan değer vermeden parti kapatmada delil olarak kullanılmaya çalışılıyor...

 

Ve Abdullah Gül hakkındaki iddialarda bitti...Yukarda bir iki tanesini ben atladım. türban konusu ve yurt dışı teşkilatına gönderilen bir genelge meselesi var. Pek bir önem arzetmiyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaslar Türkiye'de ilk defami bir parti kapatiliyor??? Digerleri kapatilirken neredeydikte bu kadar tartismamistik??? Daha DTP'nin kapatma davasi anayasa mahkemesinde bekliyor, ama o konuda hic veya cok az bir görüs bildiriyoruz??? Terör ile iliskisi oldugu iddaa edilen bir parti ile seriat düzenini getirmek isteyen veya laiklige karsi tavir aldigi iddaa edilen partiler arasinda bu kadarmi ayrim yapacagiz??? Biri digerinden dahami vatansever de biri icin kapatilma sebeplerine amen diyoruz ama digeri cin demokrasiye aykiri diyoruz? Parti kapatmaya karsi isek tümünü göz önüne almamiz gerekli, yoksa benim partimle ilgili olunca demokrasi var, digeri icin hak etti mantigi cok yanlis olur. Cagdas bir demokrasi anlayisi bu tip davranislari kabul etmez. MHP AKP gibi partilerin kapatilmasina karsiymis ama DTP gibilere raziymis. Iste cifte standartli demokrasi anlayisi ülkemizde. Cik simdí isin icinden cikabilirsen, anlatin bakalim ülkemizin ne kadar cagdas bir demokrasiye sahip oldugunu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.