-
İçerik Sayısı
278 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
3
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Ufuk_efe tarafından postalanan herşey
-
"]Hayat mı Zor İnsanlık mı? İyi niyetli olursunuz insiyatifinizi sonuna kadar kullanırlar. Yardım sever olsanız yaranamassınız kimseye , hep bir açığınızı ararlar. Güzel biriyseniz rahat bıramazlar, asılırlar. Çirkinseniz alay ederler, şişman yada çok zayıf olsanız yine de dalga geçerler. Yazma beceriniz varsa çekemez bazıları sorun çıkarırlar, yazamassanız sorun değil aslında. Bunlar ufak tefek mevzular tabi. *** Adaletsizlik almış başını gidiyor, herkes güç gösterisi içinde meşgul. Yetim hakkı yemek marifet sanılmakda, Birisini işinden gücünden etmek ve zirveye konmak için yarışılmakda. Üç kuruş için insan satılmakda. Bu çıkarcı ve menfaatçi zihniyetler günden güne çoğalmakda. Üstelik biri bunu yaparken diğeride tüm bu yanlışlıkları alkışlamakda.. Biz seyrindeyiz! Peki söyleyin hayat mı zor insanlık mı? Kırdığınız gönüller için takılmış kaç madalya var göğsünüzde? Birilerine acı verdiğinizde kaç adet ödül sahibi oldunuz? Adaletsiz davrandığınızda plaket ve çiçek alıp dizdiniz mi vitrine? Hak etmediğiniz varlıkla keyif çatabilmek sonsuz mutluluk olsa gerek! Garibanı ezip muzipce gülebilmek ne kadar gurur verici bir davranışdır anlatılamaz! Ya fitnelik ve fesatlıkla can yakmak ne kadar onur verici, tadına doyulmayan değilmi! Marifet melek kılığında dolanmakda değil; şeytanca planlar yapmamakda gizli. Ahlakı olmadık bir yerde aramayalım , o beynimizin içinde saklıdır. ....
- 1 cevap
-
- Hayat
- Adaletsizlik
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Suda Boğulan Balıklar Kent kültürünün yozlaşması ,göç alan tümkentlerin kanayan yarasıdır. Göç alan kentlerde bir kültür zenginliği yaşanırken ,temeli toplu yaşama bağlı olan tüm saygı sevgi ve özveriye ait davranışlarda yozlaşmaya başlar. Kırsaldan getirilen feodal aile tipi ,yeni sosyal çevresiyle çeliştiğinde bir tepki oluşur. Genelde kentlerin kıyılarına yerleşen bu kültür kent kültürüne dayatır. Tamamen ekonomik şartların ve kültürün etkisiyle şekilenen bu davranış biçimleri bir süre sonra kendi getolarını oluşturarak olası bir kültürel etkileşimin de önünü tıkarlar. Toplum bilimcilerinin merak ettikleri konulardan biride kırsaldaki feodal kültürün kentte nasıl birden bire yozlaştığıdır. Yapılan gözlemler göstermiştirki kırsaldaki sosyal hayatta her zaman eğemen tavır sergileyen baba kent kültüründe bocalamaktadır. Kırsalda feodal aile yapısında her türlü sosyo ekonomik konuda eğemen olan baba ,cazibe merkezi haline gelen kente göçtükten sonra umduğunu bulamamkta ,geri dönüşü bile düşünmektedir. İnformal sektörde bile iş bulamayan babanın erkeklere göre daha kolay günlük iş bulabilen evdeki kadın ve çocuklara ekonomik olarak muhtaç olması ,aile içerisindeki otoritesinide yıkarak, kırsal kültürle mayalanmış ,yüzeysel bir kent kültüründen oluşan yeni bir aile modelinin oluşumuna yol açmaktadır. Aile içinde annenin verdiği parayla sıgara alıp dışarı çkabilen baba modeli ,çocuklar üzerindeki baba otaritesiyle sağlanan kırsal aile terbiyesinide etkilemekte ,böylelikle yeni yetişen kesimin yaşamında bir başıbozukluk oluşmaktadır. Daha iyi bir yaşam ğruna her şeyi göze alarak kente göçen aile akarsulardan denize inebilen tatlı su balıkları misali boğulmaktadırlar. Boğulmadan yaşamını sürdürebilenler ise yukardaki tanıma uygun olarak orjinlerini kaybederek yeni bir model yaratmaktadırlar. ...
-
Sayin Tengeriin boşig, yazdıklarınız çok açık ve net +1
-
"Türk şiirinin büyük şairi Dağlarca" AĞIR HASTA Üfleme bana anneciğim korkuyorum Dua edip edip, geceleri. Hastayım ama ne kadar güzel Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri. Niçin böyle örtmüşler üstümü Çok muntazam, ki bana hüzün verir. Ağarırken uzak rüzgarlar içinde Oyuncaklar gibi şehir. Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum Ağlıyorsun, nur gibi. Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha Duvardaki resimlerle, nasibi. Anneciğim, büyüyorum ben şimdi, Büyüyor göllerde kamış. Fakat değnekten atım nerde Kardeşim su versin ona, susamış. Fazıl Hüsnü Dağlarca ....
- 1 cevap
-
- 1
-
-
Değer Yargıların ve Kavramların Yanlış Yorumlanması
Ufuk_efe şurada bir blog başlığı gönderdi: Ufuk_efe's Blog
Değer Yargıların ve Kavramların Yanlış Yorumlanması İnsanların günlük hayatta sergiledikleri birtakım davranış biçimleri ve modeller vardır. Bazı olaylar karşısında nasıl davranılması gerektiği,bunların yorumlanması ve analizini genelde bu tutum ve davranışlar belirler. Tüm bunlar insanlarda, çocukluk devrelerinde, aile ortamında ve yaşadığı çevreden aldıkları izlenimlerle oluşur. Bunlar zamanla aile ortamından ,kişilerden ve olaylardan etkilenerek(anne,baba,arkadaş veya bir film kahramanı olabilir.) veya empoze edilerek zaman içerisinde oluşur Kişiler böylelikle kendilerine bir rol- model seçerek kişiliklerini ve genel davranış biçimlerini oluştururlar. Aile içersinde ilişkiler şiddete ve baskıya dayanıyorsa, en güçlü olan en çok otoriteye sahiptir gibi bir izlenim oluşacaktır. Bir başka ortamda,sorunlar ve problemler politik yöntemlerle,hile,şantaj ve saman altında su yürütme gibi vs. çözülüyorsa bu durumda da kişi kendini ispatlama ve kanıtlama yönteminin sıkça yalan söylemek,iki yüzlülük ve içten pazarlılıkla olacağına inanacaktır. Bir baba çocuklarını sürekli korkutuyor ve kızıyor ve bu şekilde cezalandırıp yönlendiriyorsa,burada otorite sahibi en güçlü olandır imajı ortaya çıkar. Bu kişi bir ağabey veya arkadaş olabilir. Çoğu zaman böyle davranış sergileyen kişilere bu şekilde davranmak gerektiği kendisine daha öncede başka birisi tarafından empoze edilmiştir. Kişi bundan dolayı kendini ispatlama yönteminin bu olduğuna inanır. Gelenekçi toplumlarda dışa bağımlılık ve kendini toplum tarafından kabul ettirme isteği daha fazla olarak görülür. Bu insanlar dış referanslı bir hayat biçimi sergileyerek, doğrularını,yaşam biçimlerini ve kararlarını diğer insanların genel bakış açısına göre,toplumda varolma güdüsünü kullanarak belirlerler. Bu bir seçim değil bir zorunluluktur. Öyle yapılması gerekiyordur,bu şekilde davranmazsa dışlanacak istenmeyen insan olacaktır.Genelde neyin neden yapıldığı,bunların sonuçları ve nedenleri hakkında düşünülmez . Günlük hayatta da bazı meclislerde,iş hayatında da buna benzer olaylar ve hadislere rastlarız. Çekemediğimiz ve bizden farklı düşünen ve farklı davranan bir insan gördüğümüzde,dışlayarak,lakaplar takarak, alay ederek,komplolar hazırlayarak yıpratma oyunları oynarız . Hatalar: 1-Önyargılar 2-Neyi savunduğunu bilememe 3-Kişisel çıkar sağlama ve örgütlenme 4-Amaçları bırakıp,araçlarla ilgilenme 5-Cehalet,geçmişi bilememe,geçmişle bağlantı kuramama. 6-Kavramları karıştırma Siz böyle insanları kömür dağıtarak kandırabilirsiniz. Düşünmezler. Bize kömür veren yarında verecek mi,biz bebek miyiz şeker verilerek kandırılalım diye düşünmezler. Hoşgörü getiren bir dine,bağnazlık tutuculuk aşılamaya çalışırlar. Bizim değerimiz bir çuval kömür,televizyon olamamalı. Böyle düşünenler kurtuluş savaşında ne yaptı. Kimler bu ülkeyi ayakta tuttu bilmezler. Kavramların yanlış yorumlanmasına bir örnek de bazı davranış modellerine verilen yakıştırmalardır. Kendini çok fazla ön plana çıkaran,saman altından su yürüten,her şeyin kolay ve illegal olan taraflarına yönelen,insanlara kaş göz işareti yapıp onları yanıltmaya çalışan kimseler hakkında “ne kadar uyanık, ne kadar gözü açık ve girişken” gibi ifadeler kullanılır. Aslında uyanıklık bir farkındalık bir bilinçlilik durumunu ifade eder. Yani gafletin zıttı anlamındadır. Ne yazık ki cehalet ve geri kafalılık birleşince ve her şey maddi kazanımlar doğrultusunda değerlendirilince “Üç kağıtçının” tanımı uyanık olabiliyor. Yüzsüzlüğün ve görgüsüzlüğün adı da “girişkenlik” Bir de böyle insanlar el üstünde tutulup bu davranışlar meşru bir platforma oturtulunca işte o zaman toplumsal kıyım başlıyor. Birde birisinin gelip sizin bu şekilde davranmadığınızı görünce “hadi ya biraz girişken olsana” dediğini düşünsenize. Fakat sizin bunu yapmamanız girişken olmanızla bir ilgisi olmayıp, aldığınız eğitim,aile terbiyesi ve görgü kurallarının buna müsaade etmemesidir. Kemik gelişimi ve protein ihtiyacını gidermek süt içen bir insana “çocuk musun?” Sokakta sağlıklı kalabilmek için spor yapan bir insana “deli gibi koşuyor” ifadelerini kullananlar,elinde sigarayla kurulup gezen,içki masası kurup,bir takım insanlara sarkıntılık yapmayı “delikanlılık, erkeklik” olarak görür. Aslında tüm bu kavramlar çoğu zaman amaçlarından saptırılıp başka kazanımlar için bir araç halini alırlar. Bir takım geleneksel yaptırım araçları bulunup insanları yönetmek ve yönlendirme aracı yapılır. Düşünmediğimizde,saplantılarımızla ve hislerimizle hareket ettiğimizde ve başkalarının yalan yanlış yönlendirmesiyle hareket ettiğimizde hayatımız soru işaretleri ve hayal kırıklıklarıyla dolacaktır.Hayat daima bize ikinci bir şans veremeyebileceği için telafisi olmayan durumlara düşmekten kaçınmalıyız. ..... -
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım Kuruluşları
Siparişinizin daha hızlı ulaşması için UPS kargo ile gönderildi. UPS’nin sitesinden “U34K55.........” kargo takip numarasıyla takip edebilirsiniz. Sayın Hocam, sipariş yapmış olduğum yayınevinden bana gönderilen eMail'de (yukarıda) 12.08.09 tarihin de paketin kargoya verildigi belirtiliyor, sizden ricam Kitapları aldıysanız beni haberdar ederseniz sevinirim. Saygılar -
Sayın politika çok güzel ******
-
Bu Vatan sizlere minetdar Milis Yüzbaşı Recep Reis (1828-1928) Atatürk’ün “Recep Amca” diye hitap ettiği kahraman çeteci İpsiz Recep’in Milli Mücadele’deki yeri çok önemliydi. Katılmasında en önemli rolü ise 23’ncü Fırka Kumandanı Atıf Bey oynamıştı. Binbaşı Tufan’ın 43’ncü Alayına bağlanan çete, gözünü budaktan esirgemeden savaşmıştı. Recep Reis ise bu mücadelede milis yüzbaşılığa kadar yükselecekti. Sakarya Nehri’nin Kandıra yakasında Yunanlılar, Karasu tarafında da Milli Kuvvetler bulunuyordu. Sakarya, Ereğli ve Boğaziçi’nde baskınlar yapıp silah ve cephaneye el koymakla kalmaz, düşmanı da yıpratırdı. Çetesine ilk katılan Mehmet Kaptan olmuştu. Rizeli Mehmet işgal İstanbul’unda düzenlediği bir baskın sırasında Çeşme Meydanı’nda İngilizler tarafından yakalanmış ve işkenceden geçmiş biriydi. Recep’in yanındakiler her geçen gün büyüyecek, işgalcilerin korkusu haline gelecekti.Çete her seferinde değişik baskın yöntemleri uyguluyordu. Bazen motorla Şile’ye geliyorlar, kara yolu ile Boğaziçi’ne gelip Küçükağız’da cephane yüklü Yunan gemilerini basıp tüm yükü Anadolu’ya sevk ediyorlardı. İpsiz Recep’le kader birliği yapanlardan Zekeriya Tiryakioğlu, Batum harekatını Murat Sertoğlu’na şöyle anlatmıştı: “Ben bombacıydım. İpsiz Recep’le birlikte bize Orek Tabyaları’nı ele geçirme emri verilmişti. Rus askerlerinin bu kadar karşı koyacağını sanmıyorduk. Batum önünde tam bir hafta savaştık. Sonunda Orek Tabyaları’nı ele geçirdik ve Türk bayrağını diktik.” Recep Reis Milli Mücadele’nin şanlı gemisi Alemdar’ın kurtarılmasında da yer almıştı. Çarkçıbaşı Osman Efendi şiddet gemiye ihtiyaç olduğunu biliyor ve gemiyi kaçırmaya karar veriyordu. Gemi personeli ile birlikte 23 Ocak 1921 gecesi yola çıktığında başarı şansları oldukça azdı. Uluca ile Çamlı arasında Fransız gambotuna yakalanmış ve Ereğli Limanı’na yakın olan Çobançeşme mevkiine sokmayı başarmışlardı. Baba Burnu’nda mevziilenen Recep Reis ve adamları yaylım ateşine başlıyor ve Fransız gambotunun iki ateş arasında kalmasını sağlıyordu. Mücadele 2 saat sürmüş ve Alemdar kurtarılmıştı. Mart 1921 ise İpsiz Recep’in düşman değil, dalgalara yenildiği tarihti. Kocaeli cephesine silah götürmek üzere yola çıkan İpsiz Recep, fırtınadan motorlarının arıza yapması üzerine İnebolu’ya çıkmak zorunda kalmıştı. İnebolular onu coşku içinde karşılıyordu. Bir hafta kalmış, kafile “Hicret”in onarılmasından sonra yola çıkmıştı. Kaymakam İsmail Hakkı Bey, Kastamonu Valiliği’ne durumu telgrafla bildiriyordu: II. İnönü muharebesi sırasında bir Yunan taburu Sakarya’nın batısında Seyfiler’de karargah kurmuştu. Recep Reis ve birliği 29 Mart 1921’de gerçekleştirecek, Sakarya yakınındaki Boğaz bölgesine hücum eden bir başka Yunan taburuna geçit vermeyecekti. Recep Reis’in savunması 12 saat sürmüş, düşman kuvvetleri Boğaz hattını yarmak imkanını bulamamıştı. Bölgede savunma hattını iki hafta koruyan Recep Reis, daha sonra Kocaeli Grup Komutanlığı’nın 17 Nisan 1921 tarihli emri gereği, Sakarya bölgesinden hareketle Hendek-Sakarya üzerinden Çatalköprüler mevkiine gelmişti. Bu sırada Mürettep Kolordu Komutanı Kazım Bey, karargahını Düzce’den Gevye’ye nakletmişti ve hatıralarında Recep Reis’e de yer verecekti:“Kolordumuz 6 piyade taburu, 6 top ve 1 milli süvari alayından meydana geliyordu. İpsiz Recep’in milli müfrezesi de vardı (İpsiz Recep bu sıralarda 70 yaşını aşmıştı). Ali Fuat Paşa’nın da emrinde çalışmıştı. Abaza Seyit’i vurup, Keskin’de Yunan karargahını da basan oydu. Birliğin düzenli orduya katılışı ve 41’nci Alay’ın 3’üncü Taburu’nu teşkil edişi 8 Mayıs 1921 tarihini taşır. Düzenli orduya katılışında şüphesiz Muhittin Paşa’nın büyük etkisi olmuştu. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı yayınlarından edinilen bilgilere göre Recep Reis 19 Ağustos 1921’de Kocaeli bölgesindedir. Recep Reis ve Mustafa Kemal Recep Reis savaş sonrası İstiklal Madalyası’na hak kazananlardan biriydi. Efradı ile birlikte Ankara’ya gelmiş ve bando ile karşılanmıştı. Ankara’da bir hafta kalmışlar ve Atatürk’ün iltifatlarına mazhar olmuşlardı. Atatürk: “Recep Reis bir daha harp olursa ne kadar kuvvetle gelirsin?” dediğinde şu cevabı vermişti: “Adamlarım dağıldı artık. Yanımda bir yeğenim var. Ne zaman emredersen atımı ve silahımı alır gelirim.” Atatürk Recep Reis’e 250 lira maaş bağlamıştı. Paradan başka her şeye önem veren Recep Reis, maaşını da Tayyare Cemiyeti’ne bağışlayacaktı. Kendisine verilen arazinin altı dönümünü bırakıp gerisini de etrafındakilere dağıtacaktı. Artık tek dostu topraktı. Silahını duvara asmış, toprağını bekliyordu. 35 numaralı ahşap evinde yanında sadece eşi Nadire vardı. 1928 yılı geldiğinde son aylarını yaşıyordu. Son gündoğumunu karşıladığında ihtimaldir ki yeniden doğuyordu. ...
-
Müzeyyen Senar / Mani oluyor halimi takrire hicabım
Ufuk_efe şurada bir video gönderdi: Türkçe Müzik Videoları
Mani oluyor halimi takrire hicabım (utancım halimi anlatmaya engel oluyor) mani oluyor halimi takrire hicabım üzme yetişir, üzme, firakınla* harabım mahv oldu sükunum, beni terk eyledi habım* üzme yetişir, üzme firakınla harabım *firakınla / ayrılık *habım / uyku Küçücük evimizin girişindeki oturma odasındayım. Sobanın yanında bir masanın başına oturmuşum, ağabeyimin getirdiği parçaları birleştirerek uçak yapıyorum. Pille çalışan motoru bile var. Uçağım uçacak! Yıl 1950 değilse 1951'dir. Kapı çalınıyor, faytondan inen ince uzun bir bayan giriyor içeri. Esmer mi esmer, kara kuru. Babam "Kara Kızım, hoş geldin." diyor ve uzun, sessiz bir kucaklaşma oluyor. Annem acele yemek hazırlıyor. Sofra kuruluyor, ama o neredeyse hiçbir şey yemiyor, konserden sonra, diyor. Konser? Ne demek bu? Neden sonra benimle konuşmaya başlıyor, sorular... sorular... Çocukça yanıtlar. Ama sıcak, korkusuz, yabancılık çekilmeyen sıcak bir söyleşi ve yakınlaşma oluyor çocukla onun arasında. Çocuk yaramaz! Hiç ilgisi olmayan yer ve anda bir soru soruyor: - Sen Atatürk'ü gördün mü? Atatürk bizim kanımızda dolaşıyor da yüzünü görmek... - Gördüm - Korktun mu? - Evet - Çok mu korktun? - Evet, çok korktum. - Nerede gördün? Neden korktun? Sonra anlatıyor neden korktuğu: - Atatürk bir gün İstanbul'a gelmiş. Beni çağırmışlar. Ben o sıralarda üç dört plağı yayımlanmış, müzik dünyasıyla yeni tanışmış bir ses sanatkarıyım. Beni özel olarak alıp Atatürk'ün sofrasının kurulduğu bir yere götürdüler. Sonra çağırdılar beni. Yanında boş bir iskemle vardı. "Gel, yanıma otur bakalım" dedi. Gözlerine bakamıyordum, büyülenmiştim. İncecik bir ses, nazik, sevecen, askerden çok şairi andıran biri idi ama ne de olsa Atatürk'tü. Çekingenliğimi anlamış kalkıp beni yanına oturtmuştu. Sesimi beğendiğini, plaklarımı dinlediğini söyledi. "Bu akşam benim için bir şarkı okur musun?" dedi. "Emredin paşam, ne isterseniz okurum." diye yanıtladım ama ellerim buz gibi, aklım başımdan gitmiş, onca erkeğin arasında bir kız çocuğuyum. Yurdumun Atası, kolay değil bu sofrada onunla yan yana oturmak. - O halde bana Mâni oluyor hâlimi takrire hicabım adlı parçayı oku. - !!! Ben bu parçayı bilmiyordum. Şimdi ne olacak? Yer yarılsa yerin dibine insem. Daha iyisi hemencecik ölsem de hicabımı tekrar yaşamasam. "Bilmiyorum o parçayı paşam" diyebilidim ama dünyam kararmıştı. Ben nasıl oldu da 'Ne isterseniz okurum' demiştim. Ne büyük ve affedilmez bir yanlıştı bu yaptığım! Bana daha da yaklaşarak bu şarkıyı çok net bir şekilde okudu. İnanın bütün güfteyi ve şarkıyı ondan o sofrada öğrendim. Daha sonra da birlikte okuduk. Bana, çağrısına geldiğim ve şarkı okuduğum için teşekkür etti üstelik. Bu güzel şarkıyı onu her hatırlayışımda okurum. Çocuk dayanamadı: - Bana da okur musun? - Söz veriyorum bu akşam okuyacağım. Yemekten sonra faytonlar geldi. Tayyare sinemasına gittik. Saz heyeti son derece etkileyici bir giriş yaptı. Safiye Ayla sahneye çıktı; gerçekten büyüleyici bir sesle kısaca yukarıda yazdıklarımı anlattı ve; - Şimdi aziz Atamızın ruhunu şad etmek ve sevgili Halit Umar'a verdiğim sözü tutmak için sizlere Mâni Oluyor Hâlimi Takrire Hicabım adlı şarkıyı okuyarak programıma başlıyorum, dedi. Eser, Besteci / şair / yazar: Leyla Hanım (Leyla Saz Hanım) ..... -
BEYAZ BASTON - Dünyayı bir sopanın ucundan görmek Gözleri görmeyen engelli insanların dünyaya tutundukları, kendilerini toplumda farklı bir yere koymalarını sağlayan ve bizlerin yani dünyayı gözleriyle görenlerin mucizesini hayret ve takdirle izlediğimiz Beyaz Baston. Bugün sabah işe giderken aynı toplu taşıma aracını paylaştığım ve yanına oturup muhabbet ettiğime çok ama çok memnun kaldığım bir görme engelli vatandaşın ağzından dinlediğim dünyaya bakışının ana çizgilerini sizlerle de paylaşmak istedim. İnanın onlar bizlerden daha güçlüler, onların azmi ve dünyaya bağlanışları bizlere çok şey öğretecek cinsten. Görme engellilerin gözüdür o, güven dayanağı olmuştur yaşamında. Bedensel engelinin önündeki tüm engelleri aşmasını sağlamıştır. Çevresinde bulunanların daha dikkatli, daha duyarlı ve daha özenli davranmalarının açık bir uyarısıdır. Görme özürlüler, elinde bir Beyaz Baston ile çevresine yılmamışlığın, hayata küsmemişliğin, azmin neleri yenebileceğinin ve bu engele yenik düşülmeyişinin gücünü gösterirler. Asla yapmacık değildir onlar, “tak-tak-tak” yere vuran ve vururken etrafını kontrol edebilen bir duyguya hakim olmuşlardır. Onlar ki, bu tür duygularla hem çevrelerinin kendilerine zarar vermesinden, hem de kendilerinin çevrelerine zarar vermesinden çekinirler. Bizler yani gözleriyle dünyaya bakabilenler.. Peki, Beyaz Baston’a karşı bizlerin duyarlılıkları ne durumdadır? Karşımızda sergilenen bu cesarete, bu kendisine güvenen insanlara bakış açımız ve yaklaşımımız ne düzeydedir? Bir boş vermişlik içerisinde miyiz? Yoksa, hayatı onlara kolaylaştırma çabası içerisinde miyiz? Bir caddede koluna girip onlara göz olabiliyor muyuz? Ya da karşıdan karşıya geçme çabası içerisinde olan bir Beyaz Baston kullanıcısına, aracımızın içinden durarak yardımcı olabiliyor muyuz? Bugün bizler gibi hemen hemen ellerinden gelebilen her işte büyük bir azim ve başarıyla çalışma hayatlarını devam ettirebilen görme engelli insanlara bakıp, görebildiğimiz halde bir işin ucundan tutmayı ya da tuttuğumuz işi büyük bir istek ve azimle sonuçlandırabiliyor muyuz? Devlet olarak görme engellilere tanınan imkanlar yeterli mi? Bir engelliyi karşımıza alıp, hayata gönül gözüyle bakabilmenin sırrını hiç soruyor muyuz? Bir Beyaz Baston kadar desteğimiz var mı? ...
-
Türkler ve Araplar
-
artık konuyu noktalama aşamasına gelinmiştir bir önceki yazdıklarıyla sonradan yazdıkları arasında çelişkiler olan sonradan yazdıklarıyla önceki yazdıklarını yalanlayan düşünce yapısı bir netice vermez .. hangisini göstereyim ? istersen atmış olduğun başlıktan, yolla çıkarak bir daha oku yazdıklarını neyse .. fikir tartışması hatayı ısrarla savunmak aşamasına getirilmiş olduğu andan itibaren benim için bitmiştir. Saygılar
-
bizim Can Yücel 1926 - 1999 Can Yücel şiirleriyle olduğu kadar kendine özgü kişiliğiyle de Türk Edebiyatı’nın sıradışı şairlerinden biridir. İronik yaklaşımları, şiirlerindeki farklı üslûbu ile dikkat çeken ünlü şair de rakı sevgisiyle anılan isimlerden biridir. Aslında, dürüst olmak gerekirse Can Yücel her türlü alkollü içkiye olan sevgisiyle tanınır. Burada biz rakının diğerlerinden geri kalmadığına, önde olduğuna dikkat çekmeye çalışacağız. Kalemine düşkün olduğu kadar içkiye de düşkün olan ve ömrünün son günlerine kadar kadehi elinden bırakmayan ünlü şair “Şey gibi hiçbirşeyim yahu” dizeleriyle başlayan “Şey Gibi” adlı şiirinde şu dizelerle rakının adını da anmadan geçmez. “İçim rakı dışım su Bu mahmur cinayette” Şiirleriyle pek çok şaire yön çizen Can Yücel’in içkiye olan düşkünlüğü diğer şairlerin de şiirlerinde yer buluyor kendine. Örneğin Sunay Akın yazdığı “Şiiriçi Hatları Vapuru” adlı şiirinde Nazım Hikmet, Orhan Veli, Cemal Süreya gibi önemli şairlere bir vapur ayırırken şairin alaycı tavrını da belirterek Can Yücel’in adının verilmesi gereken vapuru şöyle tanımlıyor. “Can Yücel vapuru alaycı bir düdük çalar savaş gemilerine ki rakı şişeleri asılıdır can simitlerinin yerine” Rakı sevgisiyle bilinen bir başka ünlü şair Cemal Süreya ise “Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir” adını verdiği şiirinde o günlerde çok içmesini bazı isimlere bağlayarak şöyle sesleniyor; “Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem, Daha çok seviyorum Cansever'i, Uyar'ı, Can Yücel'i Bir de Fethi Naci'yi, ve elbet Mustafa Kemal'i” Rakı masasındaki eşsiz muhabbetiyle dinleyenleri kendine hayran bırakan Can Yücel’in masasını paylaştığı insanlardan biri de eleştirmen yazar Fethi Naci’dir. "Arkadaşlarla Cihangir'deki şimdi 'Susam Bar', eskiden 'Ege Bahçesi' olan yerde toplanmıştık. Can da geldi. Aramızda ona `bakan oğlu' diye takılmıştık. İnanır mısın az içerdi! Mesela biz Can'la çıkarken karısı Güler, ben daha fazla içtiğim için `Allahını seversen Can'a fazla içirme,' derdi!" Can Yücel’in rakı masasındaki bir diğer arkadaşı da ressam Burhan Uygur’dur. “Can Yücel'le çok anısı vardır. Bir gün birlikte Ankara'ya gidecekler. Can abi sarhoş. Burhan son anda geldi gara, o da sarhoş. Film gibi; tren hareket etmiş, Can abi yarı beline kadar camdan sarkmış bağırıyor, Burhan koşuyor, biz Güler'le birlikte Burhan'ı arkadan itiyoruz. Neyse Burhan da bindi trene. Tuna küçük o zaman, ben gidemedim o yüzden onlarla. Güler'e dedim ki "Keşke sen gitseydin başlarında, bunlar şimdi talan ederler Ankara'yı." O da "Vallahi Vesile iki-üç gün kafamı dinleyeceğim" dedi. "Hiç uğraşamam. Ne halleri varsa görsünler." Daha trende ortalık birbirine girmiş tabii. Bir kadın fenalaşmış, Can abi "Açılın ben doktorum, hayat öpücüğü vereceğim" diye gitmiş. Kadının kocası bizimkileri dövmeye kalkmış. Zaten her saniyeleri ayrı bir olaydı.” 1999 yılında kanser nedeniyle hayatını kaybeden ünlü şairin henüz tedavisi sürerken 01.08.1998 tarihinde Radikal Gazetesi için yapılan söyleşisinde ise Güler Yücel şairin hala yaşamak, şiir yazmak ve sövmek isteğiyle umudunu koruduğunu görüyoruz. Hatta Güler Yücel eşiyle “"Ulan Can be, hep şişeye bağlı yaşadın, 70'inden sonra da azdın, şimdi dört şişeye birden bağlı yaşıyorsun, ne bu böyle bir rakı şişesi, bir serum şişesi..." cümleleriyle dalga geçer. Şairliği yanında Brecht, Shakespeare, Charles Dickens gibi dünya edebiyatından pek çok ünlü yazarın eserini kendine has üslûbuyla çeviren, 1926 İstanbul doğumlu Can Yücel Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü'nde okuduktan sonra ailesinin isteğiyle İngiltere'de Cambridge Üniversitesi`nde eğitim görür. 1950 yılında ilk kitabı “Yazma”yı çıkartan ünlü şairin Çok Bi Çocuk, Her Boydan, Gezintiler, Kısa Devre, Seke Seke gibi pek çok eseri bulunmaktadır. Yakalandığı hastalık nedeniyle 1999 yılında hayatını kaybeden ünlü şair yaşamının son günlerini geçirdiği Datça’ya gömüldü. Şairin fıkralara konuk olacak nitelikteki anıları hala konuşulmakta; pek çok insanı etkileyen şiirleri ve çevirileri halen sevilerek okunmaktadır. ....
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım Kuruluşları
Sayın Hocam, belirtmiş olduğunuz "Meydan Larousse" Ansiklopedisi tarafımdan Özel Mesajıma'a yazmış olduğunuz adrese gönderilmesi için, Istanbulda bir yayınevine sipariş verilmiştir saygılar- 43 cevap
-
- 1
-
-
CYRANO arkadaşım bu yazmış olduğunuz ,, kendini ülkesine adayan bir kişiyi yalancılıkla suçlayarak ve görsel basının geçmiş olduğu haberleri hiçe sayarak uygurların maruz kaldığı şiddeti yok saymak degilmidir ? burada ezilen uygur halkını dünya basının'dan izleyerek yorum yapmamak görmemzlikten gelmek degilmidir ? @ sevgili Tengeriin boşig, iyi niyetinizden şüphem olmadığına emin ola bilirsiniz, sadece belirtmiş olduğunuz gibi arkadaşımızın uygurları haklı gösterme hidayetine sonradan ermiş olmuş olduğuna yukardaki alıntıdan okuyarak göre bilirsiniz. önceki ve sonraki yazdıkları arasında çok büyük çelişkiler var .. Saygılar
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım Kuruluşları
Yurtdışında yaşadıgım için kitap gönderemiyorum, sizden ricam düşünmüs olduğunuz bir "Ansiklopedi" var ise Ansiklopedinin ismiyle beraber adresinizi bana yazınız internetden ısmarlayarak size ulaşmasını sağlayacağım. (maddi hükümlülükleri şahsıma aittir) yapmış olduğunuz çağrının önünde egiliyorum ,, sevgiyle kalınız ..- 43 cevap
-
- 1
-
-
hangi fikri yüceltir böyle bir bakış açısı ve sayğınlık kazandırır okuyanın gözünde ? böyle bir bakış açısı olurmu ? ya benden olacaksın ve benim fikrimi alkışlayacaksın .. yok öyle degilisen ya etnik Milliyetci'sin yada insani değerleri hiçe sayan biri ? Saygılar
-
bukadarına pes diyorum .. yukarıda yazılanlarla konuya başlama ve değinme noktası arasında öyle bir aksi yöne dönüş var ki pes demeden geçemiyeceğim .. sanıyorum ben herşeyi bilir her konuda uzmanım düşüncesi arasıra çelişkiye düşmeye neden oluyor. Saygılar
-
Sayın Jön size katılıyorum .. hangi savaş'ın barış'ını kutluyoruz bilelim ? yok öyle bir şey biz yıllarca Devletimizin Terörle mücadelesine şahit olduk. bizler, gencecik askerin orada yaşayan halkın refahı için vatan topragına düşmesine şahit olduk ve hepimiz teröristin kurşunuyla katledilen kürt kardeşlerimizin acısına tanık olduk yok öyle bir şey Savaşmadık ki barışalım Saygılar ......
- 52 cevap
-
- 1
-
-
buyurun buyurun Gudrun Wacker: ist China- Expertin der Stiftung Wissenschaft und Politik. Sie beschäftigt sich vor allem mit der Außen- und Sicherheitspolitik sowie mit der inneren Entwicklung Chinas. Gudrun Wacker, Çin uzmanı ilgi alani dış ve ic güvenlik politikası. Wacker: Chinesische Behörden haben etwa in der Vergangenheit Moscheen, Koranschulen und Imame der Uiguren überprüft und gewissermaßen Säuberungsaktionen durchgeführt SPIEGEL ONLINE: Das heißt, China trägt die Verantwortung für die sich zuspitzende Lage? Wacker: China folgt in Regionen wie Xinjiang oder Tibet einer Doppelstrategie. Zum einen geht es um wirtschaftliche Entwicklung und eine Verbesserung der Infrastruktur - dies lockt aber auch viele Han-Chinesen in die Region, birgt also neues Konfliktpotential. Zum anderen versucht die Führung in Peking alles zu unterdrücken, was sie als stabilitätsgefährdend betrachtet. Mit dieser Strategie schafft sich China möglicherweise Probleme, die es eigentlich gerade vermeiden will. SPIEGEL ONLINE: Die chinesischen Behörden machen die Uiguren für den Ausbruch der Gewalt verantwortlich und werfen Exil-Uiguren eine Verschwörung vor. Wie glaubwürdig tritt China in dem Konflikt auf? Wacker: Diese Reaktion Pekings folgt einem altbekannten Muster, das es in der Form schon seit 20 Jahren gibt: Bei amtlichen Meldungen aus der Uiguren-Provinz Xinjiang war früher standardmäßig von "einer handvoll Separatisten" die Rede, die von außen unterstützt beziehungsweise sogar gelenkt seien. özet: çinde uygur'lar karşı bir şiddet uyğulanmıştır şiddeti fitilliyen unsurlar ise Cin Devletinin bilinçli olarak uygur halkına, aynen tibbet halkına uyğulamış olduğu baskıcı ve kışkırtıcı politikasıdr Saygılar
-
Borisov: Osmanlı döneminde Bulgar soykırımı yapıldı
Ufuk_efe şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Borisov: Osmanlı döneminde Bulgar soykırımı yapıldı Bulgaristan Başbakanı Borisov Osmanlı döneminde Bulgarlara 'soykırım' yapıldığına inandığını söyledi. Sağcı lider 'soykırımı anma günü'ne de olumlu bakıyor SOFYA - Bulgaristan’ın ‘Batman’ lakaplı sağcı Başbakanı Boyko Borisov, aşırı milliyetçi ve ırkçı ATAKA partisinin ortaya attığı ‘Osmanlı döneminde Bulgarlara soykırım uygulandığı’ iddiasına destek verirken, bir ‘soykırımı bir anma günü’ belirlenmesine olumlu baktığını söyledi. Eski Sofya Belediye Başkanı Borisov, gazeteci Georgi Koritarov’un ‘Koritarov online’ adlı internet haber sitesine yaptığı açıklamada, “Kişisel bir tutum olarak, Bulgarlara soykırım uygulandığına inanıyorum ve soykırım günü ilan edilmesine destek verebilirim” ifadesini kullandı. Temmuz başındaki genel seçimde tek başına iktidar için yeterli oy alamamış Borisov’un kurduğu azınlık hükümetine şartsız destek veren tek parti ATAKA, parlamentonun 14 Temmuz’da yaptığı ilk oturumunda bu konuda bir karar tasarısının kabul edilmesini önermişti. Borisov, ATAKA’nın devlet radyo ve televizyonunda Türkçe haber programı yayımlarının kaldırılmasına ilişkin yaptığı bir başka öneri için ise kendi partisi GERB ile ATAKA’nın parlamento grupları arasında görüşmeler yapılması gerektiğini söyledi. “Konunun etnik hoşgörü eksikliği veya benzer bir yöne kaymaması için toplumda geniş olarak tartışılmasından yana olduğunu” söyleyen Borisov, “İki parlamento grubu bir araya geldiğinde, kendi fikrimi de belirtirim” dedi. Bulgaristan’da Türkiye ve Türk düşmanlığı üzerine politika izleyerek taraftar toplamaya çalışan ATAKA partisi, ayrıca Türklerin yoğulukta yaşadığı bölgelerde seçmeli ders olarak uygulanan Türkçe eğitimin kaldırılmasını ve camilerde hoparlörle ezan okunmasının yasaklanmasını istiyor. Ataka’nın 2006’da parlamentoya sunduğu ‘Ermeni soykırımı’nın tanınmasını öngören tasarı reddedilmişti. (aa) ..... vurun abalıya, nasıl olsa anlatamıyoruz kendimizi kimselere-
- 1
-
-
Dağda operasyondaydım duruşmaya gelemedim! Cuma,07.08.2009 2. Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından Teğmen Eren Mumcu, ilk duruşmaya neden katılmadığını bu sözlerle anlattı 2. Ergenekon davasının 2. duruşması dün yapıldı. Kimlik tespiti sırasında Hakkari Yüksekova'da Dağ Komando Taburu'nda görevli olduğunu söyleyen Teğmen Eren Mumcu ilk duruşmaya operasyonda olduğu için katılamadığını söyledi. Apo'yu Türkiye'ye getiren ekipte yer alan tutuklu sanık emekli Albay Atilla Uğur ise 'Benim gibi adamı PKK'lı olarak nitelemek, benden sonraki arkadaşların azmini kıracaktır' dedi.
-
- 1
-
-
kanımca .. Gerek dünyada ve gerekse ülkemizde özellikle İran devriminden sonra İslâm`ın bir din olmanın yanında bir yönetim biçimi ve bir rejim olduğu yönündeki kanaatler yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla İslâmî yönetim biçiminin hakim olmadığı ve halkının çoğunlukla Müslüman olduğu ülkelerde böyle bir tehlikenin varlığı kabul edilmektedir. Dini fanatizmin körüklenmesi neticesinde Müslüman ülkelerde her zaman İslâm`ın bir terör sebebi olabileceği ileri sürülmektedir. Büyük devletler hakemlik görevlerini hakkâniyetle yapmadıkları gibi, emperyalist faaliyetlerinden de vazgeçmemektedirler. ABD`nin Irak`ı işgalinin gerçek nedeninin Saddam rejimini devirmek olmadığı ortaya çıkmıştır. Bugün herkes bilmektedir ki ABD Irak`ta petrol için vardır. Irak`a girerken dünyaya karşı ileri sürdüğü sebeplerin hiçbirisinin gerçek olmadığı gün gibi ortadadır. Yüz binlere varan insanın ölümüne sebep olan haksız bir işgalin teröre sebebiyet vermeyeceğini kim iddia edebilir? Terörün psikolojik sebeplerinin başında intikam alma duygusu gelir. İntikam alırken adalet ve hakkâniyet duygularından söz edilemez. ****** Saygılar ....
- 31 cevap
-
- 2
-
-
Kötü haber nasıl verilir İstanbul'da üniversitede okuyan genç kız Ankara'daki babasına telefon etmiş: "Baba, merhaba.. Ben Nurten...." "Ooooo. Güzel kızım benim. Ne habersin bakalım?..." "Hiç sorma babacığım. Hiç keyfim yok valla..." "Hayırdır? Bi sorun mu var?... Kız ağlamaya baslar; babası ise üzüntü ve meraktan kafayi yemektedir ! "Ne oldu kızım? Anlatsana..." "Murat evi terk etti. Boşanmak istiyormuş..." "Ne evi lan? Ne boşanması? Sen ne zaman evlendin de boşanıyorsun?..." "Hani senin hiç hoşlanmadığın esrarkeş çocuk vardı ya. Ben onunla evlendim." "İyi halt ettin, zilli. Neyse, artık yapacak bişey yok. Versin mahkemeye, hemen boşanın..." "Boşanalım ama benden 10 milyar istiyor. Eğer vermezsem, iyi zamanlarımızda çektiği çıplak fotoğraflarımı Internet ten herkese yollayacakmış...." "Tüüh. Rezil... Çıplak fotoğraf çektirdin, öyle mi?" "Ama babacığım. O benim kocamdı. Ne biliyim böyle bir puştluk yapacağını." "Peki. Olan olmuş artık. Yarin havale ederim parayı...Öğleden sonra bankaya gidip çekersin; sonra da alıp yakarsın o kahrolası fotoğrafları..." "Sağol baba. Eeee. şey....Bi de kürtaj için 2 milyara ihtiyacım var..." Adam artık iyice fenalaşır. Boğuk bir sesle konuşur: "Kürtaj mi? Bi de hamile mi kaldın o çocuktan sen?..." "Aslında ondan değil... Zenci bi çocuk vardi..Zaten o yüzden ayrılıyoruz ya...." Adam bayılmak üzeredir. Nabzı yükselir, tansiyonu düşer, artık inleyerek konuşmaktadır: " Biz seni oraya okumaya yollamıştık. Sen ne haltlar çevirmişsin. Allahım. Nedir bu basımıza gelenler...Okulu bitirir bitirmez Ankara'ya dönüyorsun, yoksa kırarım bacaklarını... "İstersen hemen dönebilirim babacığım. Ben geçen yıl okuldan atıldım çünkü..." Adam masanın üzerindeki soğuk su dolu sürahiyi basından aşağıya devirir ve ancak bu şekilde konuşmasını sürdürebilir: "Okuldan mi atıldın? Hani birlikte avukatlık yapacaktık, zilli?...Eh ulan? Sen hele bi gel buraya. Ben sana yapacağımı bilirim. Evden dışarıya adim attırmayacak sana. İlk isteyenle de evlendiricim...." "O is zor be baba.. Biliyorsun, moda oldu, artık evlenmeden önce esler birbirlerinden sağlık raporu istiyorlar... Pek iyi bi rapor sunacağımı zannetmiyorum ben..." "Allahım, çıldıracağım... Bir de cinsel hastalıklar haaa.....Kesin o zencidendir..." "Çok pis arkadaşları vardı. Bilmem artık hangisinden kapmışımdır..." Güm diye bir ses duyulur. Adam kısa bir Süre için kendinden geçmiştir; ancak hemen kendisini toparlayıp tekrar telefonu alır. "Hemen bu aksam dayını yolluyorum oraya. Seni alıp gelecek. Adresini ver bakiyim..." " Mahmut pasa Karakolu’ndayım... Gelirken kefalet için de biraz para getirsin yanında..." "Karakol mu?...Bi de karakola mi düştün lannn? Ne yaptın?...." "Dün kafam çok bozuktu, çok içmişim. Araba kiralayıp dolaşmaya çıktım. O kafayla Arnavut köy’de kokoreççi dükkanına girdim. Ama neyse ki kimse ölmedi. Dükkan sahibiyle kiralık araba firmasına biraz Para vermek gerekir sanırım..." Adam artık iyice fenalaşmıştır. Hatta fenalaşmak ne kelime; adeta kahrolmuştur. Telefonda kısa bir sessizlik olur. Kız tekrar konuşmaya baslar: "Babacığım. Sakin üzülme. Bütün bunlar bir sakaydı. Ben sadece sınıfta kaldığımı söylemek için aramıştım..." Bunun üzerine adam sevinçle ve mutlulukla haykırır: "Canın sağ olsun be güzelim, bosveeerrr. Okul da neymiş? Hiç mühim değil,tatlı canın sağ olsun senin.. ...
-
Salaklığın tarihi Bob Fenster'in "Salaklığın Tarihi" kitabından örnekler . . . Arizonalı bir adam kelepçelerle oynarken kendini kelepçeledi ve anahtarı bulamadı... Kendisini kurtarmak için çilindir çağırmak yerine polisi arayınca başı belaya girdi... Onu kelepçeden kurtaran polisler,ödenmemiş bir kefalet borcu bulunduğunu belirleyince onu yeniden kelepçelediler... * Chevrolet, yeni model arabası için "Nova" ismini buldu ama sonra arabayı Latin Amerika'da satamayacakları anlaşıldı... Çünkü "Nova", Ispanyolca'da "gitmez" anlamına geliyordu... * 1932 yılında Los Angeles olimpiyatlarında Fransız atlet Jules Noel'in disk atmada kırdığı olimpiyat rekoru sayılmadı... Çünkü atışı izlemesi gereken bütün hakemler, sırıkla yüksek atlama yarışmasını izlemek için arkalarını dönmüşlerdi... * 1840'da ABD başkanlığına seçilen William Henry Harrison, çok soğuk bir günde Washington'da açık havada düzenlenen göreve başlama töreninde şapka ve palto giymeyi reddederek yaptığı uzun konuşma sonucu zatürree oldu... Yeni başkan sadece bir ay görev yaptıktan sonra öldü... * Meksika'daki bir sağlıklı yaşam merkezinin sahibi, vasiyetine mezarlığın sigara içilmeyen bölümünde gömülmek istediğini ısrarla ekletmeye çalıştı. * 1971'de toprak kaymalarını incelemek isteyen Japon bilim adamları, büyük bir yağmur fırtınası efekti yapmak için bir tepeyi yangın hortumlarıyla adam akilli suladılar. Bu yüzden tepenin çökmesi sonucu meydana gelen heyelanda, dört bilim adamıyla 11 izleyici hayatini kaybetti. * Fransız ordusu, askerlerin mayın tarlalarında yürüyebilmelerini sağlayan patlamaya dayanıklı botlar icat etti. Fakat botlar o kadar ağır ve içinde yürünmesi o kadar zordu ki, askerler mayınlarla havaya uçmadan önce pusuya yatan düşman askerleri tarafından vuruluyorlardı. * 1985'de New Orleans'li cankurtaranlar o yıl şehrin havuzlarında kimsenin boğulmamasını kutlamak için bir parti verdiler. Partide konuklardan biri boğuldu. * 1975'de İngiliz bir çift televizyonda en sevdikleri programı izlerken erkek yarim saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü... Eşi, cenazeden sonra programın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatinin son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti. * 1983'de mağazada hırsızlık yaparken yakalanan San Diego'lu bir kadın polislere eğer onu bırakmazlarsa morarana kadar nefesini tutacağını söyledi. Polisler kadını bırakmadılar, o da gerçekten ölünceye kadar nefesini tuttu. ...
- 1 cevap
-
- 1
-