Ufuk_efe tarafından postalanan herşey
-
Müzeyyen Senar / Mani oluyor halimi takrire hicabım
Mani oluyor halimi takrire hicabım (utancım halimi anlatmaya engel oluyor) mani oluyor halimi takrire hicabım üzme yetişir, üzme, firakınla* harabım mahv oldu sükunum, beni terk eyledi habım* üzme yetişir, üzme firakınla harabım *firakınla / ayrılık *habım / uyku Küçücük evimizin girişindeki oturma odasındayım. Sobanın yanında bir masanın başına oturmuşum, ağabeyimin getirdiği parçaları birleştirerek uçak yapıyorum. Pille çalışan motoru bile var. Uçağım uçacak! Yıl 1950 değilse 1951'dir. Kapı çalınıyor, faytondan inen ince uzun bir bayan giriyor içeri. Esmer mi esmer, kara kuru. Babam "Kara Kızım, hoş geldin." diyor ve uzun, sessiz bir kucaklaşma oluyor. Annem acele yemek hazırlıyor. Sofra kuruluyor, ama o neredeyse hiçbir şey yemiyor, konserden sonra, diyor. Konser? Ne demek bu? Neden sonra benimle konuşmaya başlıyor, sorular... sorular... Çocukça yanıtlar. Ama sıcak, korkusuz, yabancılık çekilmeyen sıcak bir söyleşi ve yakınlaşma oluyor çocukla onun arasında. Çocuk yaramaz! Hiç ilgisi olmayan yer ve anda bir soru soruyor: - Sen Atatürk'ü gördün mü? Atatürk bizim kanımızda dolaşıyor da yüzünü görmek... - Gördüm - Korktun mu? - Evet - Çok mu korktun? - Evet, çok korktum. - Nerede gördün? Neden korktun? Sonra anlatıyor neden korktuğu: - Atatürk bir gün İstanbul'a gelmiş. Beni çağırmışlar. Ben o sıralarda üç dört plağı yayımlanmış, müzik dünyasıyla yeni tanışmış bir ses sanatkarıyım. Beni özel olarak alıp Atatürk'ün sofrasının kurulduğu bir yere götürdüler. Sonra çağırdılar beni. Yanında boş bir iskemle vardı. "Gel, yanıma otur bakalım" dedi. Gözlerine bakamıyordum, büyülenmiştim. İncecik bir ses, nazik, sevecen, askerden çok şairi andıran biri idi ama ne de olsa Atatürk'tü. Çekingenliğimi anlamış kalkıp beni yanına oturtmuştu. Sesimi beğendiğini, plaklarımı dinlediğini söyledi. "Bu akşam benim için bir şarkı okur musun?" dedi. "Emredin paşam, ne isterseniz okurum." diye yanıtladım ama ellerim buz gibi, aklım başımdan gitmiş, onca erkeğin arasında bir kız çocuğuyum. Yurdumun Atası, kolay değil bu sofrada onunla yan yana oturmak. - O halde bana Mâni oluyor hâlimi takrire hicabım adlı parçayı oku. - !!! Ben bu parçayı bilmiyordum. Şimdi ne olacak? Yer yarılsa yerin dibine insem. Daha iyisi hemencecik ölsem de hicabımı tekrar yaşamasam. "Bilmiyorum o parçayı paşam" diyebilidim ama dünyam kararmıştı. Ben nasıl oldu da 'Ne isterseniz okurum' demiştim. Ne büyük ve affedilmez bir yanlıştı bu yaptığım! Bana daha da yaklaşarak bu şarkıyı çok net bir şekilde okudu. İnanın bütün güfteyi ve şarkıyı ondan o sofrada öğrendim. Daha sonra da birlikte okuduk. Bana, çağrısına geldiğim ve şarkı okuduğum için teşekkür etti üstelik. Bu güzel şarkıyı onu her hatırlayışımda okurum. Çocuk dayanamadı: - Bana da okur musun? - Söz veriyorum bu akşam okuyacağım. Yemekten sonra faytonlar geldi. Tayyare sinemasına gittik. Saz heyeti son derece etkileyici bir giriş yaptı. Safiye Ayla sahneye çıktı; gerçekten büyüleyici bir sesle kısaca yukarıda yazdıklarımı anlattı ve; - Şimdi aziz Atamızın ruhunu şad etmek ve sevgili Halit Umar'a verdiğim sözü tutmak için sizlere Mâni Oluyor Hâlimi Takrire Hicabım adlı şarkıyı okuyarak programıma başlıyorum, dedi. Eser, Besteci / şair / yazar: Leyla Hanım (Leyla Saz Hanım) .....
-
BEYAZ BASTON
BEYAZ BASTON - Dünyayı bir sopanın ucundan görmek Gözleri görmeyen engelli insanların dünyaya tutundukları, kendilerini toplumda farklı bir yere koymalarını sağlayan ve bizlerin yani dünyayı gözleriyle görenlerin mucizesini hayret ve takdirle izlediğimiz Beyaz Baston. Bugün sabah işe giderken aynı toplu taşıma aracını paylaştığım ve yanına oturup muhabbet ettiğime çok ama çok memnun kaldığım bir görme engelli vatandaşın ağzından dinlediğim dünyaya bakışının ana çizgilerini sizlerle de paylaşmak istedim. İnanın onlar bizlerden daha güçlüler, onların azmi ve dünyaya bağlanışları bizlere çok şey öğretecek cinsten. Görme engellilerin gözüdür o, güven dayanağı olmuştur yaşamında. Bedensel engelinin önündeki tüm engelleri aşmasını sağlamıştır. Çevresinde bulunanların daha dikkatli, daha duyarlı ve daha özenli davranmalarının açık bir uyarısıdır. Görme özürlüler, elinde bir Beyaz Baston ile çevresine yılmamışlığın, hayata küsmemişliğin, azmin neleri yenebileceğinin ve bu engele yenik düşülmeyişinin gücünü gösterirler. Asla yapmacık değildir onlar, “tak-tak-tak” yere vuran ve vururken etrafını kontrol edebilen bir duyguya hakim olmuşlardır. Onlar ki, bu tür duygularla hem çevrelerinin kendilerine zarar vermesinden, hem de kendilerinin çevrelerine zarar vermesinden çekinirler. Bizler yani gözleriyle dünyaya bakabilenler.. Peki, Beyaz Baston’a karşı bizlerin duyarlılıkları ne durumdadır? Karşımızda sergilenen bu cesarete, bu kendisine güvenen insanlara bakış açımız ve yaklaşımımız ne düzeydedir? Bir boş vermişlik içerisinde miyiz? Yoksa, hayatı onlara kolaylaştırma çabası içerisinde miyiz? Bir caddede koluna girip onlara göz olabiliyor muyuz? Ya da karşıdan karşıya geçme çabası içerisinde olan bir Beyaz Baston kullanıcısına, aracımızın içinden durarak yardımcı olabiliyor muyuz? Bugün bizler gibi hemen hemen ellerinden gelebilen her işte büyük bir azim ve başarıyla çalışma hayatlarını devam ettirebilen görme engelli insanlara bakıp, görebildiğimiz halde bir işin ucundan tutmayı ya da tuttuğumuz işi büyük bir istek ve azimle sonuçlandırabiliyor muyuz? Devlet olarak görme engellilere tanınan imkanlar yeterli mi? Bir engelliyi karşımıza alıp, hayata gönül gözüyle bakabilmenin sırrını hiç soruyor muyuz? Bir Beyaz Baston kadar desteğimiz var mı? ...
-
Ayrılmaz İkililer..!
Türkler ve Araplar
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
artık konuyu noktalama aşamasına gelinmiştir bir önceki yazdıklarıyla sonradan yazdıkları arasında çelişkiler olan sonradan yazdıklarıyla önceki yazdıklarını yalanlayan düşünce yapısı bir netice vermez .. hangisini göstereyim ? istersen atmış olduğun başlıktan, yolla çıkarak bir daha oku yazdıklarını neyse .. fikir tartışması hatayı ısrarla savunmak aşamasına getirilmiş olduğu andan itibaren benim için bitmiştir. Saygılar
-
İçim rakı dışım su
bizim Can Yücel 1926 - 1999 Can Yücel şiirleriyle olduğu kadar kendine özgü kişiliğiyle de Türk Edebiyatı’nın sıradışı şairlerinden biridir. İronik yaklaşımları, şiirlerindeki farklı üslûbu ile dikkat çeken ünlü şair de rakı sevgisiyle anılan isimlerden biridir. Aslında, dürüst olmak gerekirse Can Yücel her türlü alkollü içkiye olan sevgisiyle tanınır. Burada biz rakının diğerlerinden geri kalmadığına, önde olduğuna dikkat çekmeye çalışacağız. Kalemine düşkün olduğu kadar içkiye de düşkün olan ve ömrünün son günlerine kadar kadehi elinden bırakmayan ünlü şair “Şey gibi hiçbirşeyim yahu” dizeleriyle başlayan “Şey Gibi” adlı şiirinde şu dizelerle rakının adını da anmadan geçmez. “İçim rakı dışım su Bu mahmur cinayette” Şiirleriyle pek çok şaire yön çizen Can Yücel’in içkiye olan düşkünlüğü diğer şairlerin de şiirlerinde yer buluyor kendine. Örneğin Sunay Akın yazdığı “Şiiriçi Hatları Vapuru” adlı şiirinde Nazım Hikmet, Orhan Veli, Cemal Süreya gibi önemli şairlere bir vapur ayırırken şairin alaycı tavrını da belirterek Can Yücel’in adının verilmesi gereken vapuru şöyle tanımlıyor. “Can Yücel vapuru alaycı bir düdük çalar savaş gemilerine ki rakı şişeleri asılıdır can simitlerinin yerine” Rakı sevgisiyle bilinen bir başka ünlü şair Cemal Süreya ise “Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir” adını verdiği şiirinde o günlerde çok içmesini bazı isimlere bağlayarak şöyle sesleniyor; “Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem, Daha çok seviyorum Cansever'i, Uyar'ı, Can Yücel'i Bir de Fethi Naci'yi, ve elbet Mustafa Kemal'i” Rakı masasındaki eşsiz muhabbetiyle dinleyenleri kendine hayran bırakan Can Yücel’in masasını paylaştığı insanlardan biri de eleştirmen yazar Fethi Naci’dir. "Arkadaşlarla Cihangir'deki şimdi 'Susam Bar', eskiden 'Ege Bahçesi' olan yerde toplanmıştık. Can da geldi. Aramızda ona `bakan oğlu' diye takılmıştık. İnanır mısın az içerdi! Mesela biz Can'la çıkarken karısı Güler, ben daha fazla içtiğim için `Allahını seversen Can'a fazla içirme,' derdi!" Can Yücel’in rakı masasındaki bir diğer arkadaşı da ressam Burhan Uygur’dur. “Can Yücel'le çok anısı vardır. Bir gün birlikte Ankara'ya gidecekler. Can abi sarhoş. Burhan son anda geldi gara, o da sarhoş. Film gibi; tren hareket etmiş, Can abi yarı beline kadar camdan sarkmış bağırıyor, Burhan koşuyor, biz Güler'le birlikte Burhan'ı arkadan itiyoruz. Neyse Burhan da bindi trene. Tuna küçük o zaman, ben gidemedim o yüzden onlarla. Güler'e dedim ki "Keşke sen gitseydin başlarında, bunlar şimdi talan ederler Ankara'yı." O da "Vallahi Vesile iki-üç gün kafamı dinleyeceğim" dedi. "Hiç uğraşamam. Ne halleri varsa görsünler." Daha trende ortalık birbirine girmiş tabii. Bir kadın fenalaşmış, Can abi "Açılın ben doktorum, hayat öpücüğü vereceğim" diye gitmiş. Kadının kocası bizimkileri dövmeye kalkmış. Zaten her saniyeleri ayrı bir olaydı.” 1999 yılında kanser nedeniyle hayatını kaybeden ünlü şairin henüz tedavisi sürerken 01.08.1998 tarihinde Radikal Gazetesi için yapılan söyleşisinde ise Güler Yücel şairin hala yaşamak, şiir yazmak ve sövmek isteğiyle umudunu koruduğunu görüyoruz. Hatta Güler Yücel eşiyle “"Ulan Can be, hep şişeye bağlı yaşadın, 70'inden sonra da azdın, şimdi dört şişeye birden bağlı yaşıyorsun, ne bu böyle bir rakı şişesi, bir serum şişesi..." cümleleriyle dalga geçer. Şairliği yanında Brecht, Shakespeare, Charles Dickens gibi dünya edebiyatından pek çok ünlü yazarın eserini kendine has üslûbuyla çeviren, 1926 İstanbul doğumlu Can Yücel Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü'nde okuduktan sonra ailesinin isteğiyle İngiltere'de Cambridge Üniversitesi`nde eğitim görür. 1950 yılında ilk kitabı “Yazma”yı çıkartan ünlü şairin Çok Bi Çocuk, Her Boydan, Gezintiler, Kısa Devre, Seke Seke gibi pek çok eseri bulunmaktadır. Yakalandığı hastalık nedeniyle 1999 yılında hayatını kaybeden ünlü şair yaşamının son günlerini geçirdiği Datça’ya gömüldü. Şairin fıkralara konuk olacak nitelikteki anıları hala konuşulmakta; pek çok insanı etkileyen şiirleri ve çevirileri halen sevilerek okunmaktadır. ....
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım KuruluşlarıSayın Hocam, belirtmiş olduğunuz "Meydan Larousse" Ansiklopedisi tarafımdan Özel Mesajıma'a yazmış olduğunuz adrese gönderilmesi için, Istanbulda bir yayınevine sipariş verilmiştir saygılar
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
CYRANO arkadaşım bu yazmış olduğunuz ,, kendini ülkesine adayan bir kişiyi yalancılıkla suçlayarak ve görsel basının geçmiş olduğu haberleri hiçe sayarak uygurların maruz kaldığı şiddeti yok saymak degilmidir ? burada ezilen uygur halkını dünya basının'dan izleyerek yorum yapmamak görmemzlikten gelmek degilmidir ? @ sevgili Tengeriin boşig, iyi niyetinizden şüphem olmadığına emin ola bilirsiniz, sadece belirtmiş olduğunuz gibi arkadaşımızın uygurları haklı gösterme hidayetine sonradan ermiş olmuş olduğuna yukardaki alıntıdan okuyarak göre bilirsiniz. önceki ve sonraki yazdıkları arasında çok büyük çelişkiler var .. Saygılar
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım KuruluşlarıYurtdışında yaşadıgım için kitap gönderemiyorum, sizden ricam düşünmüs olduğunuz bir "Ansiklopedi" var ise Ansiklopedinin ismiyle beraber adresinizi bana yazınız internetden ısmarlayarak size ulaşmasını sağlayacağım. (maddi hükümlülükleri şahsıma aittir) yapmış olduğunuz çağrının önünde egiliyorum ,, sevgiyle kalınız ..
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
hangi fikri yüceltir böyle bir bakış açısı ve sayğınlık kazandırır okuyanın gözünde ? böyle bir bakış açısı olurmu ? ya benden olacaksın ve benim fikrimi alkışlayacaksın .. yok öyle degilisen ya etnik Milliyetci'sin yada insani değerleri hiçe sayan biri ? Saygılar
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
bukadarına pes diyorum .. yukarıda yazılanlarla konuya başlama ve değinme noktası arasında öyle bir aksi yöne dönüş var ki pes demeden geçemiyeceğim .. sanıyorum ben herşeyi bilir her konuda uzmanım düşüncesi arasıra çelişkiye düşmeye neden oluyor. Saygılar
-
SEHIT ANNELERIM-BARIS ANNELERIM
Sayın Jön size katılıyorum .. hangi savaş'ın barış'ını kutluyoruz bilelim ? yok öyle bir şey biz yıllarca Devletimizin Terörle mücadelesine şahit olduk. bizler, gencecik askerin orada yaşayan halkın refahı için vatan topragına düşmesine şahit olduk ve hepimiz teröristin kurşunuyla katledilen kürt kardeşlerimizin acısına tanık olduk yok öyle bir şey Savaşmadık ki barışalım Saygılar ......
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
buyurun buyurun Gudrun Wacker: ist China- Expertin der Stiftung Wissenschaft und Politik. Sie beschäftigt sich vor allem mit der Außen- und Sicherheitspolitik sowie mit der inneren Entwicklung Chinas. Gudrun Wacker, Çin uzmanı ilgi alani dış ve ic güvenlik politikası. Wacker: Chinesische Behörden haben etwa in der Vergangenheit Moscheen, Koranschulen und Imame der Uiguren überprüft und gewissermaßen Säuberungsaktionen durchgeführt SPIEGEL ONLINE: Das heißt, China trägt die Verantwortung für die sich zuspitzende Lage? Wacker: China folgt in Regionen wie Xinjiang oder Tibet einer Doppelstrategie. Zum einen geht es um wirtschaftliche Entwicklung und eine Verbesserung der Infrastruktur - dies lockt aber auch viele Han-Chinesen in die Region, birgt also neues Konfliktpotential. Zum anderen versucht die Führung in Peking alles zu unterdrücken, was sie als stabilitätsgefährdend betrachtet. Mit dieser Strategie schafft sich China möglicherweise Probleme, die es eigentlich gerade vermeiden will. SPIEGEL ONLINE: Die chinesischen Behörden machen die Uiguren für den Ausbruch der Gewalt verantwortlich und werfen Exil-Uiguren eine Verschwörung vor. Wie glaubwürdig tritt China in dem Konflikt auf? Wacker: Diese Reaktion Pekings folgt einem altbekannten Muster, das es in der Form schon seit 20 Jahren gibt: Bei amtlichen Meldungen aus der Uiguren-Provinz Xinjiang war früher standardmäßig von "einer handvoll Separatisten" die Rede, die von außen unterstützt beziehungsweise sogar gelenkt seien. özet: çinde uygur'lar karşı bir şiddet uyğulanmıştır şiddeti fitilliyen unsurlar ise Cin Devletinin bilinçli olarak uygur halkına, aynen tibbet halkına uyğulamış olduğu baskıcı ve kışkırtıcı politikasıdr Saygılar
-
Borisov: Osmanlı döneminde Bulgar soykırımı yapıldı
Borisov: Osmanlı döneminde Bulgar soykırımı yapıldı Bulgaristan Başbakanı Borisov Osmanlı döneminde Bulgarlara 'soykırım' yapıldığına inandığını söyledi. Sağcı lider 'soykırımı anma günü'ne de olumlu bakıyor SOFYA - Bulgaristan’ın ‘Batman’ lakaplı sağcı Başbakanı Boyko Borisov, aşırı milliyetçi ve ırkçı ATAKA partisinin ortaya attığı ‘Osmanlı döneminde Bulgarlara soykırım uygulandığı’ iddiasına destek verirken, bir ‘soykırımı bir anma günü’ belirlenmesine olumlu baktığını söyledi. Eski Sofya Belediye Başkanı Borisov, gazeteci Georgi Koritarov’un ‘Koritarov online’ adlı internet haber sitesine yaptığı açıklamada, “Kişisel bir tutum olarak, Bulgarlara soykırım uygulandığına inanıyorum ve soykırım günü ilan edilmesine destek verebilirim” ifadesini kullandı. Temmuz başındaki genel seçimde tek başına iktidar için yeterli oy alamamış Borisov’un kurduğu azınlık hükümetine şartsız destek veren tek parti ATAKA, parlamentonun 14 Temmuz’da yaptığı ilk oturumunda bu konuda bir karar tasarısının kabul edilmesini önermişti. Borisov, ATAKA’nın devlet radyo ve televizyonunda Türkçe haber programı yayımlarının kaldırılmasına ilişkin yaptığı bir başka öneri için ise kendi partisi GERB ile ATAKA’nın parlamento grupları arasında görüşmeler yapılması gerektiğini söyledi. “Konunun etnik hoşgörü eksikliği veya benzer bir yöne kaymaması için toplumda geniş olarak tartışılmasından yana olduğunu” söyleyen Borisov, “İki parlamento grubu bir araya geldiğinde, kendi fikrimi de belirtirim” dedi. Bulgaristan’da Türkiye ve Türk düşmanlığı üzerine politika izleyerek taraftar toplamaya çalışan ATAKA partisi, ayrıca Türklerin yoğulukta yaşadığı bölgelerde seçmeli ders olarak uygulanan Türkçe eğitimin kaldırılmasını ve camilerde hoparlörle ezan okunmasının yasaklanmasını istiyor. Ataka’nın 2006’da parlamentoya sunduğu ‘Ermeni soykırımı’nın tanınmasını öngören tasarı reddedilmişti. (aa) ..... vurun abalıya, nasıl olsa anlatamıyoruz kendimizi kimselere
-
Dağda operasyondaydım duruşmaya gelemedim!
Dağda operasyondaydım duruşmaya gelemedim! Cuma,07.08.2009 2. Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından Teğmen Eren Mumcu, ilk duruşmaya neden katılmadığını bu sözlerle anlattı 2. Ergenekon davasının 2. duruşması dün yapıldı. Kimlik tespiti sırasında Hakkari Yüksekova'da Dağ Komando Taburu'nda görevli olduğunu söyleyen Teğmen Eren Mumcu ilk duruşmaya operasyonda olduğu için katılamadığını söyledi. Apo'yu Türkiye'ye getiren ekipte yer alan tutuklu sanık emekli Albay Atilla Uğur ise 'Benim gibi adamı PKK'lı olarak nitelemek, benden sonraki arkadaşların azmini kıracaktır' dedi.
-
"Öcalan'ı göz ardı edemeyiz"
kanımca .. Gerek dünyada ve gerekse ülkemizde özellikle İran devriminden sonra İslâm`ın bir din olmanın yanında bir yönetim biçimi ve bir rejim olduğu yönündeki kanaatler yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla İslâmî yönetim biçiminin hakim olmadığı ve halkının çoğunlukla Müslüman olduğu ülkelerde böyle bir tehlikenin varlığı kabul edilmektedir. Dini fanatizmin körüklenmesi neticesinde Müslüman ülkelerde her zaman İslâm`ın bir terör sebebi olabileceği ileri sürülmektedir. Büyük devletler hakemlik görevlerini hakkâniyetle yapmadıkları gibi, emperyalist faaliyetlerinden de vazgeçmemektedirler. ABD`nin Irak`ı işgalinin gerçek nedeninin Saddam rejimini devirmek olmadığı ortaya çıkmıştır. Bugün herkes bilmektedir ki ABD Irak`ta petrol için vardır. Irak`a girerken dünyaya karşı ileri sürdüğü sebeplerin hiçbirisinin gerçek olmadığı gün gibi ortadadır. Yüz binlere varan insanın ölümüne sebep olan haksız bir işgalin teröre sebebiyet vermeyeceğini kim iddia edebilir? Terörün psikolojik sebeplerinin başında intikam alma duygusu gelir. İntikam alırken adalet ve hakkâniyet duygularından söz edilemez. ****** Saygılar ....
-
Kötü haber nasıl verilir
Kötü haber nasıl verilir İstanbul'da üniversitede okuyan genç kız Ankara'daki babasına telefon etmiş: "Baba, merhaba.. Ben Nurten...." "Ooooo. Güzel kızım benim. Ne habersin bakalım?..." "Hiç sorma babacığım. Hiç keyfim yok valla..." "Hayırdır? Bi sorun mu var?... Kız ağlamaya baslar; babası ise üzüntü ve meraktan kafayi yemektedir ! "Ne oldu kızım? Anlatsana..." "Murat evi terk etti. Boşanmak istiyormuş..." "Ne evi lan? Ne boşanması? Sen ne zaman evlendin de boşanıyorsun?..." "Hani senin hiç hoşlanmadığın esrarkeş çocuk vardı ya. Ben onunla evlendim." "İyi halt ettin, zilli. Neyse, artık yapacak bişey yok. Versin mahkemeye, hemen boşanın..." "Boşanalım ama benden 10 milyar istiyor. Eğer vermezsem, iyi zamanlarımızda çektiği çıplak fotoğraflarımı Internet ten herkese yollayacakmış...." "Tüüh. Rezil... Çıplak fotoğraf çektirdin, öyle mi?" "Ama babacığım. O benim kocamdı. Ne biliyim böyle bir puştluk yapacağını." "Peki. Olan olmuş artık. Yarin havale ederim parayı...Öğleden sonra bankaya gidip çekersin; sonra da alıp yakarsın o kahrolası fotoğrafları..." "Sağol baba. Eeee. şey....Bi de kürtaj için 2 milyara ihtiyacım var..." Adam artık iyice fenalaşır. Boğuk bir sesle konuşur: "Kürtaj mi? Bi de hamile mi kaldın o çocuktan sen?..." "Aslında ondan değil... Zenci bi çocuk vardi..Zaten o yüzden ayrılıyoruz ya...." Adam bayılmak üzeredir. Nabzı yükselir, tansiyonu düşer, artık inleyerek konuşmaktadır: " Biz seni oraya okumaya yollamıştık. Sen ne haltlar çevirmişsin. Allahım. Nedir bu basımıza gelenler...Okulu bitirir bitirmez Ankara'ya dönüyorsun, yoksa kırarım bacaklarını... "İstersen hemen dönebilirim babacığım. Ben geçen yıl okuldan atıldım çünkü..." Adam masanın üzerindeki soğuk su dolu sürahiyi basından aşağıya devirir ve ancak bu şekilde konuşmasını sürdürebilir: "Okuldan mi atıldın? Hani birlikte avukatlık yapacaktık, zilli?...Eh ulan? Sen hele bi gel buraya. Ben sana yapacağımı bilirim. Evden dışarıya adim attırmayacak sana. İlk isteyenle de evlendiricim...." "O is zor be baba.. Biliyorsun, moda oldu, artık evlenmeden önce esler birbirlerinden sağlık raporu istiyorlar... Pek iyi bi rapor sunacağımı zannetmiyorum ben..." "Allahım, çıldıracağım... Bir de cinsel hastalıklar haaa.....Kesin o zencidendir..." "Çok pis arkadaşları vardı. Bilmem artık hangisinden kapmışımdır..." Güm diye bir ses duyulur. Adam kısa bir Süre için kendinden geçmiştir; ancak hemen kendisini toparlayıp tekrar telefonu alır. "Hemen bu aksam dayını yolluyorum oraya. Seni alıp gelecek. Adresini ver bakiyim..." " Mahmut pasa Karakolu’ndayım... Gelirken kefalet için de biraz para getirsin yanında..." "Karakol mu?...Bi de karakola mi düştün lannn? Ne yaptın?...." "Dün kafam çok bozuktu, çok içmişim. Araba kiralayıp dolaşmaya çıktım. O kafayla Arnavut köy’de kokoreççi dükkanına girdim. Ama neyse ki kimse ölmedi. Dükkan sahibiyle kiralık araba firmasına biraz Para vermek gerekir sanırım..." Adam artık iyice fenalaşmıştır. Hatta fenalaşmak ne kelime; adeta kahrolmuştur. Telefonda kısa bir sessizlik olur. Kız tekrar konuşmaya baslar: "Babacığım. Sakin üzülme. Bütün bunlar bir sakaydı. Ben sadece sınıfta kaldığımı söylemek için aramıştım..." Bunun üzerine adam sevinçle ve mutlulukla haykırır: "Canın sağ olsun be güzelim, bosveeerrr. Okul da neymiş? Hiç mühim değil,tatlı canın sağ olsun senin.. ...
-
Salaklığın tarihi
Salaklığın tarihi Bob Fenster'in "Salaklığın Tarihi" kitabından örnekler . . . Arizonalı bir adam kelepçelerle oynarken kendini kelepçeledi ve anahtarı bulamadı... Kendisini kurtarmak için çilindir çağırmak yerine polisi arayınca başı belaya girdi... Onu kelepçeden kurtaran polisler,ödenmemiş bir kefalet borcu bulunduğunu belirleyince onu yeniden kelepçelediler... * Chevrolet, yeni model arabası için "Nova" ismini buldu ama sonra arabayı Latin Amerika'da satamayacakları anlaşıldı... Çünkü "Nova", Ispanyolca'da "gitmez" anlamına geliyordu... * 1932 yılında Los Angeles olimpiyatlarında Fransız atlet Jules Noel'in disk atmada kırdığı olimpiyat rekoru sayılmadı... Çünkü atışı izlemesi gereken bütün hakemler, sırıkla yüksek atlama yarışmasını izlemek için arkalarını dönmüşlerdi... * 1840'da ABD başkanlığına seçilen William Henry Harrison, çok soğuk bir günde Washington'da açık havada düzenlenen göreve başlama töreninde şapka ve palto giymeyi reddederek yaptığı uzun konuşma sonucu zatürree oldu... Yeni başkan sadece bir ay görev yaptıktan sonra öldü... * Meksika'daki bir sağlıklı yaşam merkezinin sahibi, vasiyetine mezarlığın sigara içilmeyen bölümünde gömülmek istediğini ısrarla ekletmeye çalıştı. * 1971'de toprak kaymalarını incelemek isteyen Japon bilim adamları, büyük bir yağmur fırtınası efekti yapmak için bir tepeyi yangın hortumlarıyla adam akilli suladılar. Bu yüzden tepenin çökmesi sonucu meydana gelen heyelanda, dört bilim adamıyla 11 izleyici hayatini kaybetti. * Fransız ordusu, askerlerin mayın tarlalarında yürüyebilmelerini sağlayan patlamaya dayanıklı botlar icat etti. Fakat botlar o kadar ağır ve içinde yürünmesi o kadar zordu ki, askerler mayınlarla havaya uçmadan önce pusuya yatan düşman askerleri tarafından vuruluyorlardı. * 1985'de New Orleans'li cankurtaranlar o yıl şehrin havuzlarında kimsenin boğulmamasını kutlamak için bir parti verdiler. Partide konuklardan biri boğuldu. * 1975'de İngiliz bir çift televizyonda en sevdikleri programı izlerken erkek yarim saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü... Eşi, cenazeden sonra programın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatinin son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti. * 1983'de mağazada hırsızlık yaparken yakalanan San Diego'lu bir kadın polislere eğer onu bırakmazlarsa morarana kadar nefesini tutacağını söyledi. Polisler kadını bırakmadılar, o da gerçekten ölünceye kadar nefesini tuttu. ...
-
Atatürk'ün koltuğunda...
Atam ülkenden çarpıcı gerçekleri ulaştıracağım sana 1-"laik cumhuriyetin sonu geldi" diyen biri ilk senin yaptığın cumhurbaşkanlığı görevinde şimdi. 2-"hem laik hem Müslüman olunmaz "diyen bir adama o "Türk Milleti çalışkandır.Türk Milleti zekidir." Dediğin halkın bu dediklerini yalanlarcasına neredeyse yarı yarıya oy verdi. 3-Bugün içinde muhalefet de olsun diyerek,demokratikleşmek isteyerek en zor günlerde açtığın meclisinin deri koltuklarında cumhuriyet düşmanları , vatan bölücüleri oturuyor. 4-Bugün senin kurduğun cumhuriyette halk 1 paket makarnaya 1 torba kömüre namusu olan oyunu satıyor. 5-yine senin kurduğun cumhuriyette gençler para uğruna şeriat bayrağı takıp,sözde demokrasiyi kullanarak "cumhuriyeti yıkma hakkı isteriz" diyecek konuma geldiler. 6-Sana küfreden adam senin ülkende suçsuz konuma geldi 7-İnsanlar el ele geziyor, içki içiyor diye dayak yedi. 8-Meydanlarda "kahrolsun laiklik" diye bağrıldı 9-Cumhuriyet bayramları formalite oldu. çoşkusu kalmadı 10-senin halkının dini duygularını istismar edenler iktidar oldular Peki hiç mi iyi bir şeyler yok diye soracak olursan. azız atam parasal olarak da imkanlarımız kısıtlı.ama Ata'm biliyor musun? Evimizden resmin , elimizden nutkun,aklımızdan devrimlerin ve gözlerimizin önünden gençliğe hitaben eksik olmuyo Saygılar
-
ACIMASIZ BİR AÇIKLIKLA SORALIM: Arap dünyası niye bu kadar geri? Niye bu kadar çok diktatör, az kitap okuyan ve işkenceler ülkesi...
Sayin Dogrucudavut, sanıyorum alğılamada bir hata var tekrar edeyim.. Ulu Önder Atatürk Emperyalizime karşı arkasına Türk Ulusunu alarak savaştı .. Türkler Tarih boyunca Devletler Kurmus, Milli Şur'la bilinçlenmiştir bunu belirtiginiz topluluklar için söyleyemeyiz. Atatürkü örnek almış olsalardı sizce bu duruma düşerlermiydi ? ..
-
ACIMASIZ BİR AÇIKLIKLA SORALIM: Arap dünyası niye bu kadar geri? Niye bu kadar çok diktatör, az kitap okuyan ve işkenceler ülkesi...
böyle yazmistim, Birçok kaynağa sahip olmalarına rağmen bazı ülkeler hiç gelişemezken bazılarının zenginlikleri yoktan var etmesi gösteriyor ki, gerikalmışlığın asıl nedeni emperyalizm değil, kültürdür. emperyalizimle savaşı ancak milli şur içinde olan milletler kazanır? eksik olanı ise yukarı'da bellirtmiştim
-
Kenan Evren Yoğun Bakımda
.. Darbeye ve Darbeci'ye HAYIR ama..!! Darbenin oldugu Dönemi göz ardı etmemek gerekiyor.. Darbeden önce sabah evinden çıkan insanların akşama evine dönemedikleri de bir gercekti.. etik olmayan bence, .. Darbeyi yapan Asker öcü gibi gösterilirken darbe'ye zemin hazırlayan Politikacılar birer kahraman oldular. Saygılar ...
-
ACIMASIZ BİR AÇIKLIKLA SORALIM: Arap dünyası niye bu kadar geri? Niye bu kadar çok diktatör, az kitap okuyan ve işkenceler ülkesi...
Arap kültüründe genel olarak zorluklara meydan okuma, ilerleme ve gelecek kavramları yok; var olanlar da, uygarlığa odaklanmaktansa ideolojilere, şu veya bu Şeyhin vizyonuna dayanabiliyor, doğa ve tarihe yönelik bir kültürel tutum oluşturmuyor. Bence Sorun burada .. Birçok kaynağa sahip olmalarına rağmen bazı ülkeler hiç gelişemezken bazılarının zenginlikleri yoktan var etmesi gösteriyor ki, gerikalmışlığın asıl nedeni emperyalizm değil, kültürdür. "Boyun eğme' kültürü yüzünden, Afrika ve Araplar olduğu yerde saydı." Saygılar
-
"O" Anayasadan zor çıkar.
"O" Anayasadan zor çıkar. Sen istediğin medyayı satın al, istediğin dış desteği sağla, ya da cürret edebilirsen resimlerini bile indir, heykellerini yık. Sana var olma hakkını tanıyan "O"nunla beraber savaşanların kanını hiçe sayarak bu ülkeyi batının **** yapmak için çabala. Ne kadar uğraşırsan uğraş. "O" senin şimdi becerebildiğinden daha kötü şartlarda kazanarak "O" oldu. Bunu unutma. "O"nun 10 yılda yaptığını sen 50 yıldır yıkamadın. Kafası bağımsızlığı, onurlu bir ülke olmayı, almayan anlamayan "sen" ... "Gaflet"tesin desem az kalır, "Dâlalet"tesin desem yine öyle...
-
Affedersiniz, siz ne sanmıştınız?..
Affedersiniz, siz ne sanmıştınız ?.. 'Oturumunuzu sonlandırmaya geldim, Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim, Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şey!! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok? Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrınız olmuş! Satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı.. Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz? Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz! Tanrının kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz! Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız. Siz ki, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı! Ve bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim. Vay halinize! Şimdi derhal defolun!!! Acele edin rüşvetin köleleri! Acele edin, gidin! Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!.. * * * * * * * * Yukarıdaki söylev, tarihte demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere'de geçmiştir.. Sözleri sarf eden kişi, 1653 senesinin 20 Nisan günü, meclis çatısı altında kükreyerek nutuk atan General Oliver CROMWELL isimli, sadece ülkesinin çıkarlarını kollayan yurtsever bir generaldi.. ...Ve bu nutuk tarihi şekillendiren 50 söylevden biri sayılıyor. Affedersiniz, siz ne sanmıştınız?... ...
-
Bir Hristiyan Misyonerin Günlüğünden
Bir Hristiyan Misyonerin Günlüğünden 8 Temmuz İşte Türkiye'deyim; bölge sorumlusu Tommy arkadaşla havaalanından kalacağımız eve giderken hayli uyarıcı bilgiler aldım; "Hemen başlama, biraz sağını solunu tanımalısın; Türkler acayip bir millettir" filan diye bir şeyler söyledi, ama aldırış etmedim. Bir dakika bile zayi edilmemeli; görev kutsal, görev ağır. 9 Temmuz Tommy'nin yanıldığı açık; bugün ilk tebliğimi yaptım bile.Adam parkta öylece oturuyordu.Söylediğim her şeyi gülümseyip başıyla tasdik ederek saatlerce dinlerken ruhumun göklere değdiğini hissetmiştim. Bizi seyreden simitçi, sonradan o adamın sağır olduğunu söyleyince biraz moralim bozuldu ama olur öyle şeyler.daha yolun başındayım 11 Temmuz Üçüncü gün; Tommy hâlâ "erken henüz" diye ısrar ediyor.Mânâsız bir ısrar bu; kurtulması gereken o kadar çok ruh var ki burada.Çorap almaya inmiştim semt pazarına. Nasıl oldu anlamadım ama eve dönerken artık benim altılı çelik tencere takımım vardı. Önemli değil, tencere gerekli bir araç nasıl olsa. Tencereci arkadaşa müjdeyi tebliğ ettim."Ayıpsın abi, Hazreti İsâ' ya can fedâ." dedi, ben ağladım. Söz verdi, pazar toplantılarına gelecek; hatta bana bir adres bile verdi.O adrese gidersem bir sürü insanı misyona katabilirmişim. 21 Temmuz Tommy hâlâ "gitme, bak karışmam" diyor; işte bu aşırı ihtiyatkârlık yüzünden buralarda İsa'nın mesajı yeterince bilinmiyor zaten. Gittim; şehrin kenarında kalabalık bir mahallede bir apartmanın altıncı katına çıktım. İçeride bir hayli erkek vardı; beni içeri aldılar, mobilyasız bir salona geçtik. Çay getirdiler; hatır sordular. Tam lâfa başlarken biri parmağıyla "sus" işareti yaptı. İçeriden yaşlıca bir adam çıkıp salona gelince herkes gibi ben de ayağa kalktım. Sonra adam konuşmaya, bir nevi vaaz vermeye başladı. Şöyle bir dinledim; eh fena şeyler değil. Toplantıdan sonra herkes birbirine sarıldı, yeniden çay ikram edildi. Burayı sevdim, yarın da geleceğim. 2 Ağustos Yine aynı şeyler oldu; bir ara fırsat bulup salondaki arkadaşları misyona kazandırayım dedim. Tam "İsa" demiştim ki, ihtiyar vaiz "İsa dedin de aklıma geldi." deyip çok tatlı bir bahis açtı. Öyle güzel anlatıyor ki başladım ağlamaya. Zor teselli ettiler; sonra ortaya sofra geldi. Yemek yedik. Kuşbaşılı pilav nefisti; hele cacık! 12 Ağustos Tommy beni tesbihle oynarken yakaladı. "Nereden buldun" diye sıkıştırıyor. "Dükkanın birinden aldım." dedim. Tesbih bana iyi geliyor, meditasyon yerine geçiyor. Bir tane de Tommy'e mi alsam? 6 Eylül Bugün hep birlikte camiye gittik. "Bakayım" dedim burada neler yapıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar. Mecit diye bir temiz yüzlü arkadaşım var cemaatten. Bana abdest almayı öğretti caminin avlusunda. Tuvaletleri pek temiz değil ama abdest çok güzel bir olay. Fırsatını kolluyorum; bunların hepsini Protestan etmezsem bana da Mahmut demesinler! 16 Eylül "Nereden çıktı bu Mahmut?!" diye çıldırdı Tommy. "Kod adım" dedim. Anlamadı. Anlamaz tabii. Ben ne yaptığımı biliyorum. Şimdilik sesimi çıkarmıyor, toplantılara muntazaman devam ediyorum; ezan okununca "Hadi camiye gidelim, Mahmut." diyorlar, gidiyorum. "Neler okuyorsunuz fısır fısır?" diye sordum. Öğrettiler. Fatiha çok güzel bir sûre. Tommy'e de öğretmeliyim. 1 Ekim Tommy beni evden atmaya kalkıştı dün. "Seni kandırıyorlar, Müslüman yapacaklar enayi." diye çıkıştı. İtiraz ettim, "Ben bunların içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum Pastör Tommy" dedim. "Sırlarını öğrendiğim an, bunları sürü halinde önüme katıp Sarayburnu' ndan denize sokup cümlesini birden çatır çatır vaftiz etmezsem bana da Mahmut demesinler." dedim. "Çık dışarı aptal." diye kovdu beni. Misyondan gelen aylığımı da kesti. Vermezse vermesin, cemaatteki arkadaşlar aralarında para toplayıp verdiler. Geceyi ucuz bir otelde geçirdim. Bugün Mecit'in evine taşınıyorum. Az kaldı, az.. Dayan, oğlum Mahmut! 6 Kasım Mecit benim için istihareye yatmış; "Yeşil gördüm, Mahmut." dedi, "Nurlar içindeydin, hidâyet nasip oldu sana, ne mutlu." dedi. Tabii, aldırış etmiyorum, fakat hoşuma gitmedi de değil. 9 Kasım Bugünlerde cemaate İngilizce dersleri vermeye başladım; sabah namazını topluca edâ ettikten sonra kuşluk vaktine kadar ders veriyorum. Kuşlukla öğle arasında tefsir dersleri yapıyoruz.Beni artık iyice kendilerinden zannediyorlar. 21 Kasım Yeni damat olduğum için dört günden beri günlük yazamadım. Mecit'in teyzesinin kızı Sabiha ile nikahlandık dün. Nikâhımızı Saadettin Hoca kıydı sağ olsun.Sünnet dediğin ise sinek ısırığı gibi bir şey zaten, çabucak geçti. Bu sabah yolda Tommy ile karşılaştık. "Kiliseye yazdım, seni defterden sildiler." dedi. Güldüm, hâlâ o bayatlamış misyoner kafası işte. Benim din değiştirdiğimi sanıyor, gerzek. Halbuki ben... 28 Kasım Ne kadar üzgünüm. Mecit, "Nasip değilmiş, seneye gidersin" diyor. Hac kayıtları kapanmışmış. İstesem ecnebi pasaportumla Mısır üzerindenvize alır giderim, ama ben olayı içeriden, herkesle bütün mü'minlerle birlikte yaşamak istiyorum oysaki. 19 Aralık Öğleden sonra yayıncımla sözlü anlaşma yaptık; ilk eserim iki ay sonra çıkıyor:"İslâm'ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar".Yayıncım, "Fiyatı iki lira yaparsak üç yüz bin satarız." diyor. "HAMD OLSUN" ...