Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Ufuk_efe

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    278
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    3

Ufuk_efe tarafından postalanan herşey

  1. unutmamak için tarihten zihnimize bir not düşelim Topkapılı Cambaz Mehmet’in emrinde Milli Müdafaa Grubu Mustafa Kemal Paşa’nın emri böyle: “Anadolu’ya silah ve insan kaçıracağız.” İstanbul’un bütün kabadayıları, Topkapılı Cambaz Mehmet’in emrinde Milli Müdafaa Grubu olarak toplanmıştı. Topkapı’ nın dar sokaklarında sağımızda koyu gölgeler bırakarak uzayıp giden ağaçlar arasında gizlenmiş demir parmaklıklarla çevrili bahçesinde, üç çoban köpeğinin dolaştığı ahşap bir ev var. Evin pencereyle köşe duvarı arasında yerleştirilmiş kanepede uzanan Topkapılı Cambaz Mehmet, bir yandan yağmurun sesini dinliyor, bir yandan da Çanakkale’de beraber savaştığı büyük komutan Mustafa Kemal’in dünkü görüşmede söylediği,”Göreyim seni Cambaz Mehmet Bey!” sözleri sonra geçmişi canlanıyor gözlerinde Topkapı’daki üç sınıflı mahalle mektebinden haylazlığı yüzünden ayrılışı daha sonraları İstanbul’un sayılı külhânbeyleri arasında sivrilişi… Cambaz Mehmet Bey’in Özellikleri: Tüm İstanbul’da zâlimlere karşı gaddar; mazlumlara karşı merhametlidir. Çok zeki, şeytana bile külahı ters giydiren, tazı gibi koşan, silah atmada, bıçak sallamada üstüne adam olmayan İstanbul’da elli bin silahlı adamı ile tüm gizli işlerin yolu Topkapı’lıdan geçer. Aynı zamanda padişahın amansız düşmanıdır. Topkapılı, Mustafa Kemal’in emrine binâen görüşmelerini kendi evinden yürütüyordu. Yine bir akşam, Ali Bey ve arkadaşları ile gizli bir görüşme yapacaklardı. O gece, eve Yüzbaşı Emin Ali Bey’den başka deniz yüzbaşısı İsmail Hakkı Bey, polis müdürü Sarazlı Ahmet Niyazi Bey ve diğer arkadaşları da gelmişlerdi. Toplantıda alınan istihbarata göre, 13 Kasım günü itilaf devletlerinin savaş gemileri limana geldiği haberi alınmış, buna karşı Osmanlı devleti hükümetinin hiçbir karşı harekette bulunmayacağı belirtilmiştir. Bunun üzerine Cambaz Mehmet; “Arkadaşlar, bu millet asla uşak olamaz!” diye söze başladı. Mustafa Kemal’in emirlerini arkadaşlarına da anlattı: "Önce İstanbul’da örgütleneceğiz sonra depo ettiğimiz silah ve cephaneleri Anadolu’ya kaçıracağız. Bunun yanında Kurtuluş mücadelesine katılacak cesur Türk gençlerini Anadolu’ya kaçıracağız." Toplantının ardından herkes bu görüşmenin saklı kalması üzerine yemin etti. Düşman komutanını kaçıracaktık: 13 Kasım 1918, Türk tarihinin unutulmaz günlerinden biriydi. Cambaz Mehmet’ e göre; düşmanın ilk hedefi “Anafartalar Kahramanı” olacaktı. “En küçük bir tutuklama girişiminde düşman komutanını kaçıracağım.” diyordu. Miralay İsmet Bey’in Harbiye nezareti müsteşarlığına getirilmesi haberi, Milli Müdafa Grubu üyelerini çok memnun etmişti; çünkü bu sayede, terhis olan erlerin adreslerini ve ordudan alınan silahların nerede depolandığını öğrenmiş olacaklardı. Anadolu'ya Silah Kaçırmanın Yolları: Birinci yol olarak, Karadeniz kanalı. Küçük deniz araçlarıyla silahlar önce Mürsel’e, oradan da İç Anadolu’ya gönderilecek. Ağır silahlar ise, İtalyan tüccarlar tarafından taşınacak. İstanbul hükümetinin Avrupa’ya gönderdiği temsilci Damat Ferit. Kendisini karşılayanlar arasında Türk yok. İstanbul’un tüm hırsız ve yan kesicileri göreve çağırıldı: Topkapılı: “Depolardan silah çalma işini üzerime alıyorum. İstanbul’un bütün tanınmış hırsızları, yankesicileri benim emrimdeler. Bu insanlar; hırsızdırlar, yankesicidirler; ama aynı zamanda sizin kadar, benim kadar vatanseverdirler.” Topkapılı’nın evindeki toplantılar devam ediyor ve Milli Müdafa Grubu'na katılımlar her geçen gün artıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın koruma işini de Topkapılı, bizzat üzerine almıştı. Bu gelişmelerin ardından yurdun çeşitli bölgelerinde meydana gelen Türklere karşı Rumların ve Ermenilerin işkenceleri artmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için o bölgeye gitmesi, bunun için görevlendirilmesi gerekiyordu. Harbiye nezaretindeki arkadaşlarının nüfuzlarını kullanması ile Mustafa Kemal’in istediği gerçekleşti ve Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin oldu. Bu durum, İtilaf devletlerinin hoşuna gitmeyeceğinden bir takım hazırlıkların yapılması gerekiyordu. 15 Mayıs 1919 günü, Galata rıhtımında olağanüstü önlemler alındı. Amaç, Mustafa Kemal Paşa ile 19 kişilik maiyetinin Bandırma vapuruna sağ salim binişini sağlamaktı. Ayrıca Cambaz Mehmet, yolculuk esnasında da güvenliği sağlıyacak 50 fedâisini vapura yerleştirmişti. Milli Müdafa Grubu, İstanbulda bir çok hıyanet şebekesi ortaya çıkarmıştı. Bunlar içinde Kürt Teâli ve Teâvün Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Amerikan Mandası vb.cemiyetler .Bu cemiyetleri etkisiz hale getirmek, yine Milli Müdafa Grubu'na düşüyordu. Saraydaki her türlü konuşma, Damat Ferit’in yâverleri ve hizmetçileri tarafından Topkapılı’ ya ulaştırılıyordu. İşgal altındaki İstanbul'da İngiliz askerlerinin Türk direnişçileri kurşuna dizmesi Anadolu’daki silahlı mücadeleye destek için gerekli silah ve cephanenin temininde Topkapılı’ nın adamları büyük bir ustalıkla çalışmış ve bir gecede koca bir cephanelik boşaltılmış, ardından Taksim ve Maçka kışlaları da boşaltılmıştı. Milli Müdafa Grubu'nun merkezi güvenlik nedeniyle başka yere taşınmıştır. Şimdi yapılacak daha önemli bir iş vardı: Damat Ferit’in konağını kontrol edecek M.M. ajanı gerekiyordu. Bu iş için olağan üstü yakışıklı mülazım-ı evvel (üsteğmen) Galip Bey, biçilmiş kaftandı. Genç üsteğmen Galip Bey’ in Damat Ferit’in yalısından göndereceği haberleri dikkatle bekleniyordu. Ferit Paşa’nın yalısında, General Harrington’un şerefine verilen yemekte, tercümanın hastalanması üzerine Galip Bey, tercümanlığı başarı ile yapmış ve İngiliz Generali’nin istediği cevapları verince hem Damat Ferit’in hem de General’in güvenini kazanmıştı. Ferit Paşa yalısındaki sevgili: Üsteğmen Galip ile Ferit Paşa yalısında özel kalem müdürünün Nazan adındaki kızı birbirlerine aşık oldular. Galip Bey, bu ilişkiden yararlandığında sadrazamın çalışma odasının anahtarı ve Osmanlının her türlü sırrı Milli Müdafa Grubunun eline geçmiş oluyordu. Hilafet Ordusu: Damat Ferit, Türk Milleti’nin bağrında yeşeren Kurtuluş Ordusu’nun karşısına Hilafet Ordusu’nu çıkarmıştı. Galip Bey, büyük bir başarı gösterip Hilafet Ordusu’nun hareket planlarını ele geçirip Anadolu’ya bildiriyordu. Böylece Hilafet Ordusu daha harekete geçmeden karşı tedbir alınıyordu. Galip Bey’in bu üstün başarısı kendisini tehlikeli bir duruma düşürdüğünden deşifre olmaması için Anadolu’ya çağrıldı ve Büyük Kumandan'ın yanında yerini aldı. Yüzbaşı Bennet: General Harrington, istihbarat başkanlığına Yüzbaşı Bennet’i getirmişti. Bennet, İngiliz hükümeti adına önemli işler yapıyor, bu da TopkapılıCambaz Mehmet’in hoşuna gitmiyordu. Bunun üzerine Yüzbşı Bennet’e bir suikast dzenlendi. Bennet, ölmedi; fakat bacağından aldığı darbe ile tedavisine İngiltere’de devam edildiğinden etkisiz hâle getirilmiş oldu. Bu olay üzerine Topkapılı ve arkadaşları idama mahkum edildi. Fakat Topkapılı’nın üye olduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti başkanı Papaz Fru, bu kararı engellemiştir. Hâfız Kemal, camilerde verdiği vaazlerle Mustafa Kemal'in yapmış olduğu mücâdelelerin haklılığını vurguluyordu. Topkapılı, memnundu; böyle din adamlarına ihtiyâç vardı. TEŞKİLATTAKİ KOD ADI DEMİR OLAN TOPKAPILI CAMBAZ MEHMET BEY OĞLU ALİ İLE Silah, silah, silah: Anadolu’da Türk Ordusu, Büyük Taarruz'a hazırlanıyordu. Bunun için silaha ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşılayacak yer, Maçka Kışlası'ydı. Burası, bir İngiliz taburu tarafından korunuyordu. Kışlanın cephaneliğini boşaltacak emin bir yol aranıyordu. Nihayet Topkapılı, düşüncesini açıkladı: Cephanelik, tünel kazılarak boşaltılacaktı. Plan, başarıyla uygulandı. İngiliz askerlerinin çok iyi koruduğu cephanelik, içten içe boşaltıldı. Boşaltılan sandıkların içine toprak yerleştiriliyordu. Bütün Depolar İnceleniyor: Topkapılı’nın İstanbul’da beş bin usta hırsızı, görev başındaydı. Anadolu’ya tez elden top gönderilmesi gerekiyordu. Gelen raporlara göre Rami Kışlası, bu konuda gerçekten yararlıydı. Bir gece yarısı, Fransızlar’ın gözü önünde Fransız askeri üniforması giymiş Türkler tarafından boşaltıldı. Yunanlılar’a İngiliz desteği önleniyor: Milli Müdafa Grubu'nun yapması gereken çok önemli bir şey kalmıştı: İstanbul’da Yunanlılar’a sürekli yardım eden 50 bin kişilik İngiliz ordusu tereddüte düşürülmeliydi, ama nasıl? Topkapılı: “Arkadaşlar, biliyorsunuz Anadolu’dan gelen bütün mektuplar İngilizler’in kontrolünden geçiyor.”Eğer Anadolu’da Yunan ordusuna son darbenin vurulacağı haberi ile bir de İstanbul’da biraz kıpırdanmalar olursa İngiliz ordusu kıpırdamak istemeyecektir." Sonuç olarak bu plan tutmuştu. Türk ordusu, Yunanlılar’ı İzmir’de denize dökmüştü. Ardından Mudanya Konferansı toplanmış, İngiliz ve Yunanlılar’ın kolu kanadı kırılmış oldu. Hemen sonra Lozan Barış Konferansı, 1 Kasım 1922 Saltanatın kaldırılması ve İstanbul hükümetinin boyunduruğundan kurtulmuş Türk ulusunun gerçek temsilcisi T.B.M.M. hükümeti milletin gerçek temsilcisi olmuştur. Ankara Ekspresinde iki yolcu: Mehmet Bey ve Nurettin Bey, görevlerini yapmış olmanın huzuru ile Ankara’nın yolunu tutmuşlardı. Topkapılı Nurettin Bey’e “Tarih, böyle bir zafer yazmamıştır.”, ”Mustafa Kemal Paşa, 1918 yılında Şişli’deki evinde konuşurken, büyük zaferin pırıltılarını görmüştüm. O zaman bana, "Mehmet, Çanakkale’de nasıl kazandıysak yine kazanacağız. Hele sizin gibi kahraman Türk evlatları oldukça ordumuzun yenilmesi imkansızdır."” demişti. Mehmet Beyi Mustafa Kemal Paşa karşıladı; "Hoş geldin, nasılsın bakalım?" diyerek elini uzatıyordu. Oturdular, sohbet ettiler. Mustafa Kemal Paşa, kendisine İstanbul mebusluğu teklif etti. Topkapılı, Paşa’nın teklifini kibarca reddetti. Mustafa Kemal de,”Hiç değişmemişsin Mehmet. Yine o eski Topkapılı Cambaz Mehmet!” İstanbul’un Kurtuluşu: 6 Ekim 1923 günü, Büyük Komutan'ın muzaffer ordusu, İstanbul’a giriyordu. Topkapılı, bu sahne karşısında sevinç gözyaşlarını döküyordu. Mehmet Bey, Topkapı’daki evine çekilmişti. Birgün kapısı çalındı ve Nurettin Bey, bir haber getirmişti. Meclis çalışmalarından dolayı Mehmet Bey’e 1500 liralık aylık bağlamıştı. Buna karşılık Mehmet Bey; “Ben bir şey yapmadım, vatanım için üzerime düşen görevi yaptım. Bu ödüle layık değilim. Hayır bunu bana yapamazlar.” diyordu. Bu sözler karşısında Nurettin Bey’in gözleri doldu. ”Ancak bu ödülü Kızılay’a devir muamelesini yapınız.” Nurettin Bey, donakalmıştı; yapılacak bir şey yoktu. Topkapılı, 1932 yılı Haziran ayında öldü. Milli mücadeledeki hizmetlerine mükâfaten, İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Kurtuluş savaşının adsız kahramanlarından biri daha, böylece tarih oluyordu. Topkapılı Cambaz Mehmet’in oğlu Ali Büyükyılmaz, babası gibi küçük yaşına rağmen babasının adına yakışır bir vaziyette bir Milli müdafacı olarak kendine düşen görevi yapmıştır. Yunan orduları Başkomutanı Trikopis’in günlüğünden: Uşak’ın Türkler tarafından alındığını görünce yapacak bir şey olmadığını anladım. Askeri karanlık basıncaya kadar istirahat ettirdim.Uşak’ın biraz doğusunda bulunuyorduk. Saat 16.00 sularında Türkler göründü. Ben, askerlerime savaş emri verdiğim halde onlar ateşkes borusu çalıp dağılıyorlardı. Türkler’le savaşmaktansa, teslim olmak en sâlim yoldu ve nihayet beyaz bayrak çekmeye mecbur kaldık. Esir oldum. İlk olarak, İsmet Paşa’nın karargahına götürüldüm. O da beni bekletmeden Başkomutan Mustafa Kemal’e götürdü. Mustafa Kemal’in odasına girdiğimde, beni ayakta dostâne bir şekilde karşıladı. Rahat bir Fransızcayla şunları söyledi: ”Unutmayın ki, koca Napolyon’da esir olmuştu.Siz, görevinizi tam ve eksiksiz yaptınız. Sizi takdir ediyor ve saygı ile karşılıyoruz." diyerek esir komutanı onure etme nezaketini ve büyüklüğünü göstermişti Büyük Komutan Mustafa Kemal Paşa.
  2. sevgili Taylan Abi, icerik ulu Önderi yoksaymaya kalkisanlaraydi .. alinti yapilmis olan cümlede bir ima vardi, Atatürkümüze ve Cumhuriyetimize dil uzatanlara Ismet Pasanin söyledigi gibi Hadi Canim Sende demek isteniyordu. ayrica duyarli bir Atatürkcü oldugunuza sahit olmam bu kardesinizi heycanlandirmistir saygilarimla
  3. Ufuk_efe

    Atatürk'ün Tek Suçu

    Atatürk'ün Tek Suçu (Çok Güzel Bir Yazı) Atatürk... Gençliğinde kot pantolon giyememiş.Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş... Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş... Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu... Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş... Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş... Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar... Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş! Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti .. Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı. Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı. Atatürk'e acıyorum... Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel,sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah... Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken... Bunları yapmadı Atatürk... Keyif çatmadı... Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı... İşte onun için büyük adamdı Atatürk her fırsat elinde vardı. O ise sadece Bu milletin bağımsızlığını istedi. Bütün suçu 2 kadeh rakı içmekti O kadar...! ...
  4. Ufuk_efe

    İlginç Bilgiler

    İlginç Bilgiler > Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer. > Çakmak kibritten önce bulunmuştur. > Domuzlar vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamazlar. > Daktiloyla yazılan ilk roman Tom Sawyer'dır. > Bozulmayan tek gıda maddesi baldır. > Fareler ve atlar kusamazlar. > Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır. > Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır. > Hiçbir kağıt parçası 8 defadan fazla ikiye katlanamaz!! > İnci, sirkeye konulursa erir. > İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir. > Ketçap 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı. > Kupa papazı bıyıksız olan tek papazdır!! > Ördeklerin 'vak vak'laması yankı yapmaz.Bu durum henüz açıklanamamıştır. > Rodin’in ünlü ‘Düşünen Adam’ heykeli aslında İtalyan şair Dante’nin portresidir. > Üzerinde barkodu bulunan ilk ürün Wrigley's marka sakızdı. > Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.
  5. Çok İlginç Deneyin göreceksiniz olmayacak Masanızda Otururken,Birtaraftan Sağ Ayağınızı Yerden Kaldırıp Saat Yönünde Çemberler Çizerken, Diğer Yandan Sağ Elinizle ''6'' Çizmeyi Deneyin. Aşağıda Çevirmekte Olduğunuz Ayağınız Saatin Tersi Yönünde Dönmeye Başlar Ve Buna Karşı Yapabileceğiniz Hiç Birşey Yok...
  6. fedakar kahraman türk
  7. Ufuk_efe

    Özürlü İnsanlar ve Yaşam

    Özürlü İnsanlar ve Yaşam Özürlü Kimdir? size Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişidir. Resmi verilere göre Türkiye nüfusunun azımsanmayacak bir kısmı engellilerden oluşuyor. 8 milyon civarında engellisi olan bir toplumun gündeminde yer almayan, maalesef gündem dışı kalmış bir konu bu. Herkes bedenen de fikren de tamamen sağlam olmayı ister. Evladının doğumunu bekleyen ana-babalara sorulduğunda “ Çocuğunuzun kız mı, yoksa erkek mi olmasını istersiniz? ” sorusuna verilen ortak cevap hep şu olmuştur: “Eli, ayağı, tüm azaları sağlam olsun da kız erkek farketmez, hayırlı bir evlat olsun” Meseleye sosyolojik olarak bakarsak, özürlüler toplumun turnosol kağıdıdır. Özürlü insanlarının sosyal hayattaki yerine bakıldığında, bir toplumun nasıl olduğu anlaşılabilir. Aslında her konuda batıdan örnek verilmesini doğru bulmuyor olmama rağmen, batının özürlülerle ilgili düzenlemeleri ve hassasiyeti takdire şayandır. Bilindiği gibi turnosol kağıdı kimyasal maddelerin şekline göre renk alır. Toplumumuzun hali ortada, turnosol kağıdını iyiye boyamıyorlar. Toplum özürlü insanlara şaşı gözle bakıyor, onların dertleri, kederleri, hayat mücadeleleri ve günlük hayatta karşılaştıkları sorunları kimsecikleri ilgilendirmiyor. Hatta özürlü çocuğu olan bazı aileler bunu utanç vesilesi görüp, çocuğunu toplumdan, eş, dost ve arkadaş çevrelerinden saklama yoluna gidiyorlar. Üniversitelerde akademik kariyerlerin zirvesinde olup da özürlü çocuğunu evlerinden hiç çıkarmayan babalar bile toplumda mevcut. Oysa ki ne özürlünün ne de ailesinin bu durumdan sıkılmaya ve toplumdan kendini tecrit etmesine gerek yoktur. İsterseniz siz de şimdi bir empati yapınız. Sizin ulaştığınız ama özürlü bir insanın asla ulaşamayacağı bir dünyaya hayalen bir yolculuk yapınız. Kendinizi bir an için onların yerine koyunuz. O zaman onların ne kadar uzağında olduğumuzu yakinen anlarsınız. Evet sevgili arkadaşlar, hiç hesapta yokken önümüze ansızın, belki de birkaç dakikalığına yardıma muhtaç birisinin çıktığında, farkında olmadan ne büyük bir sınava tabi tutulduğumuzu hiç düşündük mü?
  8. Yabancıların gözünde Türkler 2 türkün ezeli meziyetlerini, tarihî faziletlerini, yüksek kabiliyetlerini inkar etmeyelim. lord beaconsfield (ingiliz diplomat) insanları yücelten iki büyük meziyeti vardır: erkeğin cesur, kadının iffetli olması. bu iki meziyetin yanında bir meziyet daha vardır: vatana her şeyini feda edecek kadar bağlı olmak. bunlar büyük kahramanlığı, elem ve kedere karşı koymayı doğurur. işte türkler bu çeşit kahramanlardandır. napolyon kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan türkün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır. lord byron türkler pek namuslu insanlardır. ne savaşta be barışta hile yapmazlar. fırsattan istifadeye tenezzül etmezler. özleri ve sözleri doğrudur. câhiz artık türklerle savaşmam. onlar çok cesur ve iyi insanlar. andreas phitiades türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir. charles macfarlene Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. tarih türklerden çok şey öğrendi. onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır. hammer hiçbir millet bu dünyayı türk kadar çalkalamadı. ismail habib sevük Türkler size dokunmadıkça siz de onlara sakın dokunmayın. Hz. Muhammed Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. yalnız ona iyi bir komutan gerektir. mulman türklerin yaradılışlarında semavi bir azamet, gönül alışlarında meleklerde bulunmayan bir mahviyet var. bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. vatan aziz ve pek aziz. lakin türk de aziz ve çok aziz! conte de bonneval Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. işte türk bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. zaten avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı. çarnayev (rus komutan) Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir. pierre loti
  9. türkün ezeli meziyetlerini, tarihî faziletlerini, yüksek kabiliyetlerini inkar etmeyelim. lord beaconsfield (ingiliz diplomat)
  10. önyarğı düşünceyi yanlış yönlendirir ..
  11. size katılmamak mümkünmü .. saygılar
  12. Ufuk_efe

    Kahraman Türk Kadınları

    Kahraman Türk Kadınları Kahraman Türk Kadınları Necip Türk milletinin erkekleri kadar cesur ve basiretli kadınları da milli mücadelelerde vatan ve bağımsızlığını canla başla korumuşlardır. NENE HATUN 1857-1955 Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdıran Türk kadınıdır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır. Halide Edip Adıvar (d. 1884 - ö. 9 Ocak 1964) Türk yazar, siyasetçi, akademisyen, öğretmen. Halide Onbaşı olarak da bilinir. NEZAHAT ONBAŞI Kurtuluş Savaşının adı az bilinen çocuk kahramanı. Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında T.C. nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaşıdır. Şehit Şerife Bacı Şerife Bacı 1921 yılının çetin kış şartlarının hüküm sürdüğü Aralık ayında sırtında çocuğu, önünde kağnısı ile İnebolu'dan Kastamonu'ya cephane taşırken, Kastamonu Kışlası önüne kadar gelmiş, mermileri ve çocuğunu korumak uğruna donarak şehit olmuştur. Kara Fatma [ Fatma Seher ERDEN] [1888 - 1955] Balkan, Kafkas ve Kurtuluş savası cephelerinde aktif olarak görevler alarak, adını tarihin sayfalarına altın harflerle, bir Türk kadın kahramanı olarak yazdırdı. HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK) Savaşa katıldığında içindeki vatan aşkıyla erkek kılığına girerek cepheye giden Halime Çavuş. GÖRDESLİ MAKBULE HANIM Dağ hayatının sıkıntı, zorluk ve tehlikelerine ve bütün ısrarlarına rağmen asla kocasından ayrılmayan Makbule Efe, 17 Mart '1922'de Akhisar-Sındırgı arasında Koca Yayla'da düşmanla girişilen bir çarpışma sonucu şehit olmuştur. TAYYAR RAHMİYE Rahmiye Hanım 9.Tümenin 1920 yılında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılmıştı. Başlıca görevi, keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı. Osmaniye yakınındaki demiryolu tünelini o patlatmıştı ve bölgedeki düşmanın cephane ikmalini büyük sekteye uğratmıştı. 1920 de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz? demiş ve aynı muharebede ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit olmuştu. TARSUSLU KARA FATMA (ADİLE ONBAŞI) Asıl adı Adile olan, Adile hala, Adile Onbaşı diye bilinen kahraman silahları arasında Kara Fatma olarak anılırdı. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşına katılmış, Tarsus un kurtarılmasında da büyük yararlılıklar göstermiştir. KILAVUZ HATİCE Adana da Fransızlar a karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920 de milli kuvvetler Pozantı da taarruza başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlar a yanlış yol göstererek Karboğazı na sokar. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşer. SATI ÇIRPAN Millet mekteplerinde okuma yazmayı öğrenen Satı Hanım, Kurtuluş Savaşında cepheye sırtında mermi taşımıştı. 1934 yılında Atatürk ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesiyle meclise giren ilk 18 kadın milletvekilinden biri olmuştu. ve niceleri ...
  13. Yabancıların gözünde Türkler Türk dilini incelerken insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz max muller eğer bir Türk devleti olmasaydı yaratmak gerekirdi thiers Türkler kahramandırlar dostlarına zarar vermezler fakat kazanç getirirler comenius (çek bilgini) Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır william pitt (ingiliz devlet adamı) Türkler merhametli ve hoşgörülüdürler inanmadıkları gerçeklerin yanıbaşlarında yaşamasına göz yumarlar bu, kendi güçlerine gururlu bir şekilde güvenmekten ileri gelse bile pey asilanedir chateu briand Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu çünkü Türkü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor gelland (fransız bilgini) Türkler kendilerini anlamayanlara, kim olursa olsun, kendilerini anlatmak yolunu biliyorlar onları bu yola niçin sürüklemeli antoine galland artık Türklerle savaşmam onlar çok cesur ve iyi insanlar andreas phitiades dünyada iki bilinmeyen vardır biri kutuplar, diğeri Türkler albert sorel Türklerle dost ol ama düşman olma gianni de michelis Türkü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türkün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor pierre loti Türkün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur thomas thorsten Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız yalnız ona iyi bir komutan gerektir mulman
  14. Ufuk_efe

    İhaneti Gördüm

    İhaneti Gördüm İlk Sözler Şimdi sorarım size; nedir ihanet, aldatmak mı? Yoksa insanı sırtından bıçaklamak mı, Brütüs gibi? Saf mı değiştirmek yoksa, bizim kimi seçilmişler gibi? Görüp de görmezden gelmek, bilip de söylememek, gerçeği haykırmak yerine yalanlarla oyalamak mıdır ihanet? Olayların düşündürdüklerini söylemek yerine, duymak istenileni söylemek ihanet olabilir mi? Peki, ya bilineni görmezden, duymazdan gelip, ‘’aman sorun çıkmasın’’ diyerek olaylara seyirci kalmak nedir sizce? Okuduklarınız gerçektir, yaşanmıştır. Ben olsaydım vururdum, dedi Sayın Cumhurbaşkanı, dedi ama vurmadı. Söylediğinin aksine, İran’ı bir nota ile dahi uyarmadı. Gerçeği bile bile göz yumdu onlara. Bundan cesaret alan teröristler bir hafta sonra tekrar geldi, Aktütün karakolumuza saldırdı. Saatler boyu çatıştık. Büyük darbe aldılar ama .22 şehit verdik ve giden geri dönmedi hiç. Özal İran’ı gene vurmadı. Tavır da almadı İran’a karşı. Çatışmadan onbeş gün sonra, bu sefer çok kalabalık geldi teröristler, yüzlercesi belki bine yakın. Derecik karakolumuza saldırdılar, akşam kadar sürdü çatışma. Ferhat kod Osman Öcalan Nahal Tepe’de bizi izliyordu. Tanesi yedi milyon dolar eden yüzbir terörist ölüsünü ben saydım, bize hain kurşun attıkları yerlerde. Büyük bir darbeydi bu, çok büyük, kitaplarına bile geçti teröristlerin ama terörist zayiatını ne yapayım, 33 şehit verdik biz de bu çatışmada. Ne yalan söyleyeyim, kırgınım. Tarihi durduramıyoruz, hep aleyhimize tekerrür ediyor; PKK gene Irak’ta, başbakan sınır ötesi harekat kararı alamıyor ve biz gene şehit oluyoruz, kadere bakın. Şimdi ise, hiçbir şey eskisi gibi değil, yürek yorgun, dayanmıyor artık acıya. Yanıyorum giden canlara, gaflettekilere kızıyorum, içim öfke dolu. Düşünceler karmakarışık, yıllar arasında gezinip duruyor. İhanetler bir bir geçiyor gözümün önünden, kahrediyorum bizi bu hale getirenlere. Utanıyorum inanın Çanakkale’den; ‘’size ölmeyi emrediyorum’’ diyen Gazi Paşa’dan, ölümü göre göre şehit olan Mehmetçik’ten utanıyorum. Terörü bitirmek umuduyla yanımızda çatışmaya giren ve Şemdinli’de şehit düşen 41 vatan evladından utanıyorum. Bu utançla soruyorum kendime; bize ne haller oldu? Hani yıldırımlar, kasırgalar, gökyüzü neden ağlamıyor? Otuz yıldır sürüyor bu terör, tam otuz yıldır sürüyor. Terör bizi vuruyor, bizim terörist bizi vuruyor, her gün şehit oluyoruz. Böyle terör olmaz, inanın olmaz, bu terör değil, bu bir oyun; içi para dolu, siyaset dolu, ihanet dolu bir oyun. Halkımızın çaresizliği, bizim sessizliğimiz, yönetenlerin gafleti üzerine kurulu bir oyun. Senaryosu acı dolu, şehitlerimizin kanı ve bizim canımızla yazılmış. Oyuncuları sessiz, ağlıyor şehit törenlerinde, isyana bile gücü yok. Öcalan bize gülüyor, AB bize gülüyor, bu oyunu seyreden herkes kıs kıs gülüyor halimize, farkında değiliz. Canımız yanıyor, sesimiz çıkmıyor. Canımız yakılıyor, kimsenin, ah, dediği yok. Oturmuşuz bir köşeye, bizim olmayan bir kadere boyun eğiyoruz, sessiz sessiz ağıt yakıyoruz. Bir terörist yedi milyon dolar ediyor, milyonlarca canımız ise açlık sınırında yaşıyor, anlaması zor. Bize ne oldu?
  15. Ufuk_efe

    Yaşına Göre Kadın

    erkek sözü dinlemez iseniz sonuç böyle olur işte
  16. http://4.bp.blogspot.com/_V29pzMd6G8c/Scllse4rl2I/AAAAAAAAADs/lKoOLPZkv-I/s320/oez.jpg Kime desem derdimi ben bulutlar Bizi dost bildiklerimiz vurdular Birde gurbet yarası var hepsinden derin Söyleyin memleketten bir haber mi var yoksa yarin göz yaşlarımı bu yağmurlar Söyleyin memleketten bir haber mi var Yoksa yarin göz yaşlarımı bu yağmurlar İçerim yanıyor yaram yar yar yaram pek derin Bana nazlı yardan aman bir haber verin İçerim yanıyor yaram yar yar yaram pek derin Bana nazlı yardan aman bir haber verin Bulutlar yarime selam söyleyin Kavuşma gününüz yakınmış deyin Felek yardan uzak koyduysa bizi Gurbet ilde bir başıma neyleyim Yardan ırak yaşanır mı söyleyin Gurbet ilde bir başıma neyleyim Yardan ırak yaşanır mı söyleyin İçerim yanıyor yaram yar yar yaram pek derin Bana nazlı yardan aman bir haber verin İçerim yanıyor yaram yar yar yaram pek derin Bana nazlı yardan aman bir haber verin Söz / Müzik: Özdemir Erdoğan Tarih: 1972
  17. Ey Bilgisayar Programcısı Arkadaş! İnşallah iyi bir donanımcı veya iyi bir programcı veya iyi bir networkçü veya iyi bir system administrator olacaksın. Yanlız şu mühim meseleleri sakın aklından çıkarma: Bu kainatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudâtı ve içinde yer yüzünü create etmiş, güneşi bir power source, ayı bir system clock yapmış. O power source'dir ki kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz, o donanımcının ilminin ve sanatının nihayetsizliğini gösterir. Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam dünya üzerinde çalışacak şekilde koca hayat programını yazmış, yüzbinlerce yıldan fazladır, error verdirmeden, crash ettirmeden çalıştırıyor. Eğer onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu da anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle göremediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş ve yine o küçücük hücrende execute ettiriyor. Madem ki DNA'nın bir program olduğu apaçıktır, ve bir program programcısız olamaz demek ki senin programcılığın ancak o büyük zâtın programcılığına ancak bir ayna hükmündedir. Yine senin bütün hücrelerinden oluşturduğu network'ün içinde hadsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, madem ki senin de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor. Ve madem ki sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye işık, ses gibi türlü mediayı hazırlamış kullandırıyor, ve sen bunları keşfeder, kullanır fakat bir yenisini ekleyemezsin, o halde öyle büyük bir network uzmanı zât vardır ki senin her türlü ihtiyacını bilir, ona göre teçhizatını verir. Senin networkçülüğün ancak onun, sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir. Arkadaş, aldanma! Şu güzel dünya hayatı programı bir limited trial version'dur, görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiç bir surette save edemiyorsun. Öyle ise, bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel bir program yapsın ve yaptığı programda about kesimi koyup kendini tanıttırmasın. Öyle ise bu kainatın en büyük donanımcısı, programcısı, networkçüsü ve system administrator'u olan zâtın her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren,full versiyonunu kazanmak için çalış. Unutma ki hiç bir hareketin atlanmadan çok dikkatli loglar tutuluyor. Bu loglar herşeye gücü yeten o system administrator tarafından kontrol edilecektir. ... Bilgisayar terimlerini bilmeyen arkadaşlardan özür dilerim ...
      • 1
      • Beğen
  18. Padişahımız Sultanımız alfabe'den a ve k harfini, halk kulanmasın diye yasaklarsa siz ozaman görürsünüz gününüzü, ... aha da buraya not ettim....
  19. Ufuk_efe

    eskiden biz TÜRKLER

    eskiden biz TÜRKLER Dürüsttük:* Bir zamanlar Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: "Türklerle alışveriş et, yanılmazsın." *** Faziletliydik: *Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namuşuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik. *** İtibarlıydık:* Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca Türklerle alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu. *** Temizdik:* Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsığil, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor: "Türkler hiç bir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür." *** Çevreciydik:* Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez. *** Harama el sürmezdik:* Fransız muellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiç bir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta bir kaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir." *** Medeni idik:* İngiliz sefiri Sor James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: "Gerek Istanbul'da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiç bir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde isbat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır." *** Dosdoğruyduk:* Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldur. Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır." *** Hırsızlık nedir bilmezdik:* Fransız muellif Dr. Brayer,1830'ların Istanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı Istanbul'da her sene azamı beş-altı hırsızlık vak'ası görülür." Ubicini Dr. Brayer'i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basıt bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hiristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinayet vak'aları olmadan gün geçmez." *** Naziktik:* Edmondo de Amicis isimli Italyan gezgini, yine 1880'lerin "biz" ini anlatıyor bize: "Istanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi nadirattan işitilir. O kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir, bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok fazlasını görürsünüz." *** Hayırseverdik:* Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim: "Yazın Istanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum." Aynı muellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: "Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp,hayvanlara ve hatta bitkilere bile tesmil ederler." Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı avukat Guer misallendiriyor: "Türk şefkati hayvanlara bile samildir" dedikten sonra şu örneği zikrediyor: "Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar. Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık müslümanlara bile rastlamak mümkündür..." "Kaçık" lığın kaynağını da veriyor adam: "Bir çokları da sırf azad etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: "Allah'ın rızasını tahsile yarar." *** *Galiba geçmişimizden uzaklaşmak bize çok pahalıya patladı. Ne dersiniz ?...
  20. sanıyorum bir önceki koymuş olduğum iletiye halen cevap aranıyor ben fikren her türlü kısıtlamalara ve yasaklara karşıyımdır ama, Türkiye'de bir kesmin - fikirlere ve dile özgürlük maskesi altında uygulamış oldugu terörün. Dilde ve Fikirde özgürlük mücadelesi olmadiğının da bilincindeyim. ... kurallara uyulduğu sürece herkes hür şekilde fikrini yazıyor burası en iyi örnek kim engel oluyor?...
  21. Ufuk_efe

    Küçük Bir Öykü

    Küçük Bir Öykü Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperden çıkaramayacağı yoğun bir ateş altındaydılar. Asker teğmenine koştu hemen: “Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi? “ “Delirdin mi?" der gibi baktı teğmen...”Gitmeğe değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş.Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın! “ Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı. “Peki, dene bakalım!” Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü: “Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim! Bu zaten ölmüş...” “Değdi komutanım, değdi! “ dedi asker. “Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?” “Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...” Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı: "Geleceğini biliyordum"
      • 1
      • Beğen
  22. İskambil kağıtlarındaki şekillerin anlamı nedir? Oyun kartlarının nerede ve ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor. 7. ve 10. yüzyıllar arasında Çin'de ortaya çıktığı ve 13. yüzyılda Marco Polo tarafından Avrupa'ya getirildiği tahmin ediliyor. Hindistan'dan veya Arabistan'dan geldiğini ileri sürenler de var arna bugünkü şekilleriyle kullanılmalarının 14. yüzyıl Fransa'sına dayandığı kesin gibi. O tarihlerde, Fransa'da dört sınıf vardı ve iskambil kağıtlarındaki kupa, maça, karo ve sinek bu dört sınıfı temsil ediyordu. Kupa bir kalkanı andıran şekli ile asil sınıfı ve kiliseyi, maça bir mızrağın ucunu çağrıştıran şekli ile orduyu, karo ticari deniz işletmelerinin eşkenar dörtken kiremitlerinden esinlenerek orta sınıfı, sinek ise yonca yaprağına benzeyen şekli ile köylüyü temsil ediyordu. Bugün briç, poker veya benzeri oyunlarda, kupanın en değerli, sineğin ise en değersiz kart olmasının nedeni işte bu sınıflamadır. Aslında bizde papaz adı verilen kartın adı İngilizce'de kral (king), kızın ise kraliçedir (queen). Vale veya oğlan için ilk zamanlarda düzenbaz anlamına gelen 'knave' kelimesi kullanılırken, günümüzde 'jack' ismi kullanılmaktadır. Yani yabancı kartlarda kral ve kraliçe evli iken, bizde biraz yaşlı görülerek krala papaz adı verilmiş, kraliçeye de 'kız' denilerek oğlana layık görülmüştür. Bazı ülkelerde oyun kartlarında değişik isim ve semboller kullanılmasına rağmen, en yaygın olanı Fransızların kullandıklarıdır. Fransızlar 'maça' şeklini mızrağa benzeterek 'pique' adını vermişlerdir. İngilizce'de ise aynı anlamdaki 'spades' kelimesi kullanılmaktadır. Her ne kadar bir kalkanı andırdığı için asil sınıfı temsil ettiği ileri sürülse de 'kupa' klasik bir kalp şeklidir. Bu nedenle Fransızlar ona 'coeur', ingilizler ise 'heart' adını vermişlerdir. 'Karo' için Fransızca'da kare anlamındaki 'carreau' kullanılırken İngilizler elmas anlamındaki 'diamond'u tercih etmişlerdir. Bizim 'sinek' dediğimiz şekil ise çok açık üç yapraklı bir yoncadır. Fransızlar bu anlamdaki 'trefle' kelimesini kullanırlarken, İngilizler 'club' (kulüp) ismini kullanmışlardır. İşte bu nedenle briç oyuncuları 'maça'ya 'pik', 'kupa'ya 'kör', 'sinek'e de 'trefli' derler, zaten aslına uygun olan 'karo'yu da olduğu gibi kullanırlar. Birli, papaz, kız ve oğlan için kullanılan as, rua, dam ve vale isimleri de yine Fransızca karşılıkları As, Roi, Dame ve Valet kelimelerinden dilimize geçmiştir.
  23. Dil ve Düşünce Aristo, düşünme için, ‘Konuşma, zihnî hayatın şekillendirilmesidir.’ demişti. Usçu felsefe ise dili, daha önceden varolan düşünceleri ifade etmek için bir araç olarak görmüştür. Alman filozofu Heidegger, ‘Dil,düşüncenin evidir.’der. Descartes, ‘Düşünüyorum, o halde varım.’ demiştir. Çünkü, insan varoluşunu ancak diliyle anlar. Düşünme, olaylar ve varlıklar arasında bir bağ kurmadır. İnsan, konuşabilen tek varlık olduğu için düşünebilen tek varlık da yine insandır. Düşünme ‘sesli bir konuşma’, varlık ve hareketler-kavramlar arasında bir ilişki kurma demektir. Varlık ve hareketleri düşünce alemine dil taşır. Bu yüzden düşünce olmadan dil olmaz ama dil olmadan da düşünce olmaz. Düşünce, soyut bir kavramdır, onu yalnızca dil ile dışarı vurup belli bir şekle büründürmek mümkündür. Dil, bu yüzden düşüncenin kalıbıdır ve soyut kavramları ancak dil ile somutlaştırabiliriz. Dil, bir taraftan düşünce sonucu meydana gelirken bizzat kendisi de düşünceyi oluşturmaktadır. ‘Dilsiz düşünce, sadece birtakım eşya hallerinin zihnimizde canlandırılması tarzında olur ki, bu son derece kısıtlı şekillere, eşyaya bağlı ve görebileceğimiz dünya ile sınırlı bir düşünceden ibaret kalır.’ Öyleyse düşüncenin kapısını kendi yüzümüze kapattığımızda ne olur? Kaybedecek neyimiz var? Nasılsa insan olan bizleriz, yetilerimizi elimizden alamazlar öyle mi? Peki ya gittikçe gelişen teknoloji, bizim dilimizi mi kullanıyor, yoksa teknoloji yavaş yavaş kendine uygun bir dil mi yaratıyor? Bu aklımıza korkutucu ütopyalardan başka bir şey getirmiyor. Yani düşünmek bizi öldürür mü? Bu yüzden mi kaçıyoruz düşünmekten, yoksa değişen dili yakalamak bize güç mü geliyor? Peki düşüncelere dalmadan nasıl bulacağız bu soruların cevabını? İnsan denen üstün varlık, aynı zamanda korkak bir varlık... Bu yüzden insan; anlaşılması güç bir muamma; kendinden kaçmayı düşünebilen fakat düşünmek istemeyen bir muamma! İnsan karmaşık bir varlıktır. Dil de, bu karmaşıklığı içinde taşır. Her düşüncenin bir de duygu tarafı vardır. Duygu, düşünceden bağımsız değildir. Her duygunun bir düşünce yönü, her düşüncenin de bir duygu yönü olduğunu bilmek, insanı anlamanın en doğru yolu olabilir mi? Ancak dil değişmez bir varlık değildir, dilin değişmesi insana, insanın değişmesi de dile yansır. Ve biz bunu apaçık görmeye başladık bile.
  24. Ufuk_efe

    Bir kaç Anekdot

    Tarihten Anekdotlar * Meşhur bir filozofa: Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?` diye sorulduğunda: Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan` demiş. ...... * Bir filozofa sormuşlar: Şansa inanır mısınız? Filozof : Evet, yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklardım. ...... * Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile` ye hasımlarından biri: Efendim` demiş, `Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük degil mi? Galile: `Doğru` demiş, `Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı? ...... * Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem` der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben çekilirim. ...... * Sokrat Ölüme mahkum edildiğinde, eşi:Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya başlayınca, Sokrat:Ne yani, demiş. Birde haklı yere mi öldürülseydim! ...... * Churchill, avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir kadın milletvekili, Churchill` e kızgın kızgın şöyle seslenir: Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım. Churchill, oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır: `Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim
  25. merhaba deniz_kizi, sorununuz, monitörünüzün ve ekran kartınızın özelliklerinden kaynaklaniyor monitörünüzün yenileme hızını ayarlamanız gerekiyor 60 Hz ayarlarsaniz filmleri izleye bilirsiniz Bilgisayarınızın yeni oldugunu yazıyorsunuz monitörünüzün normalde herşeyi net gösteriyor olsada .. filmlerde yüksek ayarlı ekran kartınızın örnegin 70 Hz / 80 Hz veya daha üstü filmlerin formatına göre sorun yapar ve filmleri izleyemezsiniz.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.