Ufuk_efe tarafından postalanan herşey
-
Elini Taşın altına sokmayı bir kez bile düşünmezsin
Kişiliğin neyse kaderin de öyle olur. Hayata nasıl bakarsan, ona göre şekillenir hayatın, sevinç ve kederlerin. İyi ya da kötü bir hayat yaşamak son tahlilde elinde olur, kişiliğini iyi okumayı başarırsan eğer. Hayatta ya kurban olursun ya kahraman ya da hayatını insan gibi yaşamayı seçebilirsin. Her üç rolüde oynayabilirsin bir süre elbette. Ama eninde sonunda birisi olursun. Ve daha çok kurban rolüne yakın durur insanların büyük çoğunluğu! Kahramanlık zordur çünkü. Fedakarlık ister. Çok zorlu sınavlardan geçmeyi gerektirir. Hayatın namlunun ucunda olur çoğu zaman. Hayatın dahil, her şeyini kaybedebilirsin bir anda. Ve suçlayacağın kimse de yoktur. Kendin kalarak insan gibi yaşamak da her yiğidin harcı değildir. Kahraman gibi başın büyük belalara girmez bu yolu seçersen. İç eğitiminle uğraşırken yorulursun tabii ki. Ancak sana uyan bir hayat yaşar ve mutlu olabilirsin. Ve yine kahramanlar gibi yapar, başına gelenlerden sadece kendini sorumlu tutarsın. Kurbanı oynamak ise hiçbir risk ve sorumluluk gerektirmiyor. Kendin hariç, herkesi suçlarsın, iyi gitmeyen şeyler için. Başına gelenin sorumluluğunu hep başkalarının sırtına yüklersin. Kendine acır durursun. Başkalarınında sana acımasını beklersin. Hiçbir şey yapmadan iyi bir hayat beklentisiyle tüketirsin ömrünü. Ve iyi bir hayat süren kim varsa kıskanır, hak etmediğini düşünürsün. Herşeyi hak eden sensin, ama hayat kalleş dersin, sana adil davranmadığı için! Ancak başkalarını suçlamaktan biran vazgeçip de elini taşın altına sokmayı bir kez bile düşünmezsin. Hiçbirşey yapmanı gerektirmediği için kurban gibi yaşamak kolayına gelir çünkü. ....
-
Kadınların Oy Hakkı Mücadelesi
... Türk kadınının hakları, 1926 da Medeni Kanunla birlikte güvence altına alındı. 1930 da belediye, 1933 de köy muhtarı ve ihtiyar heyetini, 5 Aralık 1934 de de milletvekili seçme ve seçilme haklarını kazandı. 1935 yılındaki ilk mecliste, biri köylü olan tam 17 milletvekili kadın vardı. Kadınların parlamentoda sayıca en çok temsil edildikleri dönemdi bu. Gül Hanım Çine, 1934 de ilk kadın muhtar, Müfide İlhan 1950 de Mersin de ilk kadın Belediye Başkanı, Türkan Akyol 1971 de Sağlık Bakanı olarak, ilk kadın bakan oldular. Türk kadını, mesleki alandaki eşit haklarını ise, çok daha önce, Cumhuriyet in ilanından sonra elde etti. Hukuka 1921 de, tıbba ise 1922 yılında girdi. Haydarpaşa Tıp Fakültesi ne aynı yıl 7 kız öğrenci kaydedildi. İlk kız öğrenci 1927 de diploma aldı. Sağlık ve Sosyal Bakanlığı da 1930 dan itibaren kadınlara görev vermeye başladı. ve 2009 ne yazık ki yüzde 30'u okuma yazma bilmeyen analarımız, kardeşlerimiz. Bilenler de çoğunlukla ilkokul veya ortaokula kadar okumuşlardır. "kızların okuması niye gine?" mantığı (ki bu, dinin de gelenek ve törenin de yanlış yerleşmesinin sonucudur) türkiye'nin yeterince gelişememiş olmasının çok önemli bir sebebidir. Birleşmiş milletler'e göre, türk kadınının toplumdaki yeri itibarıyla ancak dört ülkeyi geride bırakabilmişizdir. Aynı yaşlardaki bulgar veya rumen kadınlar mimar, mühendis vb. olarak çalışırken; ülkemizde kadınların çoğu, günlük yaşantısını Dizi izleyerek, en büyük etkinlik olarak da ramazan'da da türbelere akın edip, çaput bağlayarak sürdürmektedirler. Saygılar ....
-
Gönül Akkor / Bana Zindan Oldu Artık Bu Şehir
Gönül Akkor, (d. 1942 İstanbul) Ömür defterinin yapraklarını Aşkın parmakları çevirdi bir bir Yeniden yaşadım geçen günleri Bana zindan oldu artık bu şehir... .... Türk Sanat Müziği sanatçısıdır. Ankara Radyosu 'nda stajyer olarak müzik yaşamına başladı ve kısa süre zarfında Ülkenin en popüler isimlerinden biri haline geldi. Arka arkaya yaptığı plaklar ile büyük bir başarı elde etti. Bu başarısını, sahne çalışmalarına da aktardı ve ülkenin en çok aranan Assolistlerinden biri konumuna geldi. ....
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım KuruluşlarıSayın Öğretmenden, henüz bir haber yoktur .. şahsımca merak edilen sadece, acaba faydalı olabildimi sorusuna bir cevaptır. .....
-
Halide Nusret Zorlutuna
.. unutmayalim .. Halide Nusret Zorlutuna (d.1901,İstanbul - ö.10 Haziran 1984 İstanbul) 1901'de İstanbul'da doğdu. Erenköy Kız Lisesi'ni bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitim gördü. 1924'te başladığı öğretmenlik görevini İstanbul Kız Lisesi ve yurdun çeşitli yerlerindeki liselerde yıllarca sürdürdü. 1957'de Ankara Kız Teknik Öğretmen Okulu'nda görevliyken emekliye ayrıldı. 10 Haziran 1984'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Şiir yazmaya mütareke yıllarında başladı. Kurtuluş Savaşı'nın etkisi ve heyacanıyla Milli edebiyat akımına katıldı. Kadın duyarlılığıyla işlediği şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, roman türlerinde de eserler verdi. Milli edebiyat akımı içinde değerlendirilen şiirlerinde geleneksel ölçü ve anlayışa bağımlı kaldı. .... Git Bahar Çekil, bu gölgeli yolda gezinme… Bahar, bakışların gene pek sarhoş. Yanılıp gönlüme misafir inme: Kapısı kilitli, mihrabı bomboş, Mabettir orası, meyhane değil! Altınlı başında papatya niçin? Sarı saçlarına pembe gül takın! Git bahar, gönlümde ibadet için Diz çöken kızları ürkütme sakın, Kalbime girme, o kâşâne değil! Ziyalar, kokular, renkler, çiçekler… Ömrünün her gün bir başka düğün, Bülbüller koynunda aşkı çiçekler, Güller dökülürler göğsüne bütün. Gerçekten güzelsin, efsane değil! Git bahar, git bahar, uzaklarda gül! Denize renginden bırak hediye; Ufuklarda gezin, semaya süzül, Sokulma kalbime peymane diye. Gördüklerin kandil… peymane değil! .... İnsanlar Seviyorum insanları zaman zaman Bakıyorum yüreği güneş dolu alnı ak Biri var; Ne dilinde iğne ne avucunda taşlar Ne gözlerinde yalan Gerçekten insan! Gülüşleri gözyaşları sıcak Canımdan yakın, yıldızdan uzak Biri var... böyle biri var Ne güzel bu inanış, bu kutlu an! Seviyorum insanları ben her zaman. .... Kum Saati Bir kum saatinde erimiş gibi, Zaman parça, an parça parça. Hangi zalim oktur delen bu kalbi? Göğsümden dökülen kan parça parça. Benim değil artık, yaşamıyor dün. Doğar mı doğmaz mı beklediğim gün?... Bu yalan dünyada ne var ki bütün, Huzur parça parça, can parça parça. Yaşanmamış ömre yan parça parça!... .... Sevmek Sevmek...Delicesine, deliler gibi sevmek! Kuş uçar gibi sevmek, gök gürler gibi sevmek. Bir çocuk inanciyla inanarak, kanarak Ve bir günahkar fani azabiyla yanarak, Hep onu arayarak baharda, yazda, kişta; Nihayet "Büyük Sir"ra ulaşmak bir bakişta. O bakişta okumak aşkin büyük adini, Hep o büyük bakişta bulmak var olmanin tadini. Sevmek: Hasta anneyi, altin başli yavruyu, Bahari, yildizlari, gögü, güneşi, suyu... Yürekten kopan ince bir ahi, sever gibi, Sevmek...Topragi sever, Allah'i sever gibi! .... ELLERİM BOMBOŞ Hasret dedikleri zorlu ateştir; Bekledim, bağrımı dağladı gül gül. Artık gelse de bir, gelmese de bir. Dermanı yanmada bulan bu gönül, Vahdet şarabına mey-hane oldu! Yürekten, derinden fışkırdı bir ah, Erişti imdada Rahmet-i Rahman. Işıkla dolu can, Elhamdülillah, Gönülden göründü en büyük Sultan... Bezminde kandiller peymane oldu. Nusret bu aşk ile divane oldu! .... .. unutmayalim ..
-
Kopkoyu bir sis içinde bir akşam
Kopkoyu bir sis içinde bir akşam Hatırına düşeceğim belki Bir an ıslayacak yağmur yüzünü Birden o tatlı demleri hatırlayacaksın Sonra sıcak yatağında Uzun uzun ağllayacaksın. Ağlayacak! Boğazında bir şeyler düğümlenecek Ah yanımda olsaydı diyeceksin Tüm yıldızlar gülecek haline Ay da göz kırpacak İliklerine işleyecek bensizlik. Kahrolacaksın...! Bir sigara tüttüreceksin ihtimal Ufku seyredeceksin saatlerce Bir rüzgâr kopçalayacak yüzünü Sonra hayalim gelecek karşına Bir şiirimi mırıldanacaksın Hıçkıracaksın..! Gönlünden atamadığın gibi Kafandan da silemeyeceksin beni Düşlerine gireceğim her gece İnce bir hüzün bürüyecek yüzünü Ve çırılçıplak gerçekleri o zaman Anlayacaksın..! Sonra bir şeyler yazmak isteyeceksin Kafan gibi kalemin de işlemeyecek Unutmak isteyeceksin her şeyi Ama unutamayacaksın hiç bir şeyi Kıvranacaksın! Necip Fazıl Kısakürek
-
Daha fazlasını yapacağım...
Daha fazlasını yapacağım... Ait olmaktan daha fazlasını yapacağım, Katılacağım. İlgilenmekten daha fazlasını yapacağım, Yardımcı olacağım. İnanmaktan daha fazlasını yapacağım, Anlayışlı olacağım. Hayal kurmaktan daha fazlasını yapacağım, Çalışacağım. Öğretmekten daha fazlasını yapacağım, İlham vereceğim. Kazanmaktan daha fazlasını yapacağım, Kazandıracağım. Vermekten daha fazlasını yapacağım, Hizmet edeceğim. Yaşamaktan daha fazlasını yapacağım, Büyüyeceğim. Arkadaşlıktan daha fazlasını yapacağım, Dost olacağım. Denemekten daha fazlasını yapacağım, Başaracağım... ...
-
Söz Ağızdan Çıktıktan Sonra
Söz Ağızdan Çıktıktan Sonra Büyük bir hava meydanının bekleme salonunda, genç bir bayan uçağına binmek üzere bekliyordu. Uçağın hareketine saatler olduğu için zaman geçirmek için bir kitap ve bir paket küçük kurabiye satın aldı. Dinlenmek ve kitabını okumak için ise VIP salonunda bir koltuğa yerleşti. Kurabiye paketinin durduğu sehpanın yanındaki koltuğa bir adam oturdu ve dergisini açıp okumaya başladı. Genç kadın ilk kurabiyesini aldı. Adam da bir tane aldı. Kadın çok rahatsız hissetti kendisini ve: ‘Ne sinir bir şey! Havamda olsaydım bu cüretinden dolayı onu yumruklardım!’ diye düşündü. Kadın bir kurabiye alıyor, adam da bir tane alıyordu. Çıldıracak gibiydi kadın ama olay çıkarmak istemiyordu. Nihayet son kurabiye kalınca “Bu .... adam şimdi ne yapacak?’ diye düşündü. Adam son kurabiyeyi aldı; onu ikiye böldü ve bir parçayı kadına verdi ‘Aaaa! Bu kadarı da fazla!’ diyerek oturduğu yerden kalktı. Çok öfkelenmişti şimdi! Kadın sinir içinde kitabını ve diğer eşyalarını alıp bir fırtına gibi giriş salonuna oradan da uçağın içine yöneldi. Koltuğuna oturdu. Gözlüğünü almak için çantasını açtı. Ne görsün? Kurabiye paketi açılmamış olarak orada duruyordu. Çok utandı. Çok büyük bir yanlış yaptığını anladı. Kurabiyelerinin paketini açmadan çantasına koyduğunu unutmuştu Adam kendi kurabiyelerini, hiç sinirlenmeden, yüksünmeden kadınla paylaşmıştı. Kadın kurabiyelerinin paylaşıldığını düşünerek çok sinirlenmişti. Ve şimdi bu durumu açıklama şansı yoktu. Özür dileme olanağı da kalmamıştı. ______________ Telafi edilemeyecek dört durum vardır. Taş atıldıktan sonra Söz ağızdan çıktıktan sonra Fırsat kaçtıktan sonra Zaman geçtikten sonra ..... Yapacak bir şey kalmamıştır.
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım KuruluşlarıSayin Ilayda, öneriniz icin tesekkür ederim. siparis vermis oldugum kitaplar güven icinde yazmis oldugum adrese ulastirilmis,,(UPS’nin sitesinden “U34K55.........” kargo takip numarasıyla kontrolettim.) ögrenmek istedigim(iz) sadece, Sayin Hocamizin kitaplarin kendisine ulastigini onaylamasi.. Saygilar
-
Köpekler Zihin Okumaz...
İhanet Bir insan Bir köpek Karşı karşıya İnsan havlıyor Köpek havlıyor Havlaşıyorlar İnsan konuşuyor Köpek havlıyor İnsan köpeğin Başına vuruyor Ben havlıyorum Sen konuşmuyorsun Ben havlayacağım Sen havlayacaksın Ben konuşacağım Sen konuşacaksın Köpek insana, Garip garip baktı Birkaç kere havladı Sanki bakışlarında, “Ey insan, Sen insanlığına İhanet edip havlayabilirsin Ama ben köpekliğime İhanet edip asla konuşamam! ” Mehmet Çoban
-
AÇILIM VE SONRASI!
Kürt açılımı kimin projesi? 6 Nisan 2009: Cumhurbaşkanı Abdullah Gülíün resmi konuğu olarak Ankaraíya gelen ABD Başkanı Barack Obama, Meclisíte temsil edilen siyasi parti liderleriyle, bu arada DTP Genel Başkanı Ahmet Türkíle de görüştü. 7 Nisan 2009: Obama, Türkiye ziyaretini tamamladıktan sonra, programında olmadığı halde, sürpriz şekilde Irakía gitti. 8 Mayıs 2009: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: ìİster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin, bu Türkiye’nin birinci sorunudur. Halledilmesi lazımdır.” 14 Mayıs 2009: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: “Kürt sorununun çözümünde tarihi fırsat yakalanmıştır.” 17 Temmuz 2009: Abdullah Öcalan: “Yeni yol haritasını 15 Ağustosíta açıklayacağım.” 21 Temmuz 2009: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “İster íKürt sorunuí deyin, ister íGüneydoğu sorunuí deyin, isterse yine son olarak adlandırılan íKürt açılımıí diyelim, ne dersek diyelim, bunun üzerinde bir çalışmayı başlattık.” 26 Temmuz 2009: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: “Türkiye için güzel şeyler olacak.” 26 Temmuz 2009: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: “Türkiye sorunlarını kendi iradesiyle çözmelidir.” 27 Temmuz 2009: Türkiye-ABD-Irak arasındaki üçlü mekanizma Ankaraída toplandı. 5 Ağustos 2009: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, PKKíya terör örgütü demediği için randevu isteklerini kabul etmediği DTP Genel Başkanı Ahmet Türkíle Meclisíteki çalışma odasında görüştü. 6 Ağustos 2009: DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ABDínin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey ile Ankara Reşit Galip Caddesiíndeki Kebapistanída buluştu. 6 Ağustos 2009: DTP, Brükselíden sonra Washingtonída da temsilcilik açmaya karar verdi. 8 Ağustos 2009: Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Konuyu netleştirmek ve bir yol haritasını açıklamak üzere son hazırlıklarımızı yapıyoruz” dedi. Vatandaşın hala bu akepeye inanabiliyor olması akıl alır gibi değil.. Kadersiz Türkiye’nin kaderini belirleyen zihniyet bugün iktidarda ve gördüklerimizi inkar ediyor.. Saygılar ...
-
Bakış Açısı ve Psikoterapi
Bakış Açısı ve Psikoterapi Bireye kendine has rengini veren tutum ve davranışlara Bakış açısı diyebiliriz. Hepimiz benzer nitelikte olaylar ve sorunlar yaşayabiliriz ama olaylar karşısındaki reaksiyonlarımız ve yorumlarımız birbirinden oldukça farklı olabilir. Insan yaşadığı hayatta her an kendine yönelik ,diğer insanlara yönelik yada yaşama yönelik yorumlar yapmak durumundadır ve hayatlarımızı da bu yorumların üzerine bina etmek durumundayız .Her an yaşadığımız olaylarla ilgili yorumlar yaparız ,kanaatlere varırız ve bu yorumlarımızın mümkün olduğunca “gerçeğe “ yakın olmasını sağlamaya çalışırız. Ne kadar gerçeğe yakınsa hayatı o kadar iyi anlayıp çözümler üretebiliriz .Fakat bu yorumlama ve anlama çabası insandan insana farklılık göstermektedir . Çünkü hepimiz bu yorumlama biçimlerini büyüme sürecimizdeki tecrübelerimizden ediniriz. Bu sebeple bazen bu yorumlar gerçeği yansıtmayabilir “çarpıtılabilir”. Özellikle kişiler duygusal anlamda zor ve travmatik şeyler yaşadıklarında, bu duygusal acıyla , endişelerini ve korkularını, zanlarını,vesveselerini kesin, değişmez “doğrular” olarak görmeye başlarlar. İşte bu noktada olayları yorumlama biçimleri kişilere zarar vermeye başlamıştır.Çünkü artık yorumlar gerçekten uzaklaşmış ,kişi bakış açısıyla kendine sanal ve acılı bir yaşam kurgulamıştır. İşte bu noktada kişinin bu yorumlama hatasını görebilmesi için bir diğerinin yardımına,aynalığına ihtiyacı olabilir. Psikoterapi de bu noktada devreye girip ayna vazifesi görerek kişiye bu yorumlama hatasını ,kurgularını ,gösterebilecek en önemli araçlardan birisidir.Özellikle de bilişsel –davranışçı( kognitif) terapi teknikleriyle kişi hayata dair yorumlarını gerçeğe yaklaştırabilir ,dolayısıyla da duygu-durumunda çok olumlu ve güzel değişiklikler olabilir.
-
Şarkı sözleri resimlere yansırsa :)
.. Dönülmez akşamın ufkundayız
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım Kuruluşlarıbugün 21.08.2009 halen bir haber yoktur
-
Uyumuyor da Uyuyor gibi yapıyorsa
Uyumuyor da Uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız. (Indra Ghandi) Gece olunca, insanlar maymuncukları nı ve fenerlerini yanına alır ve komsusunun evini soymaya gidermis. Gün dogarken geri döndüklerinde yüklerini alırlarmıs. Ama her seferinde kendi evlerini de soyulmus bulurlarmıs. Ülkede kimse kaybetmezmis, çünkü herkes birbirinden çalar ve bu dolasım son kisi ilk kisiden çalana kadar sürermis. Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmıs. Gece oldugunda,çanta ve fenerle dısarı çıkmaktansa evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş. Hırsızlar geldiğinde evde ışık yandığını görüp soymak için içeri girmezlermiş. Ve bu durum bir süre devam edince, ahali bir konunun açıklığa kavuşmasını istemiş: 'Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya hakkın yok.' demişler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri evinden çıkar, fakat hiçbir şey çalmaz, döndüğü zaman evini hep soyulmuş bulurmuş. Adamın bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek tek bir şeyi kalmamış ve ülkeyi terketmek zorunda kalmış. Daha iyi soygun yaparak zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zengin fakir ayrımı giderek çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için polis teşkilatı ve hapishaneler kurmuşlar ve kendi mallarının çalınmasını yasa dışı ilan etmişler. Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş. Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da ülkeyi terketmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise soyacak kimse kalmadığı için servetlerini yitirmeye başlamışlar. Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler.Ancak dürüst adamın evine gittiklerinde sadece yerde yazılı bir kağıt varmış.Kağıtda şunlar yazıyormuş: 'Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa her şey için çok geç olmuş demektir...' .....
-
Çekilmez Bir Adam..
Çekilmez Bir Adam.. Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi Azgın bir hayvan döver gibi O gün çalışıyorum Sonra birde bakıyorsun ki Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Yine her seferki gibi haksızım Sebep yok olması da imkansız Bu yaptığım iş ayıp rezalet Fakat elimde değil Seni kıskanıyorum. Nazım Hikmet
-
Sokak Çocukları
Sevgili Birce, Bu çocuklara baktığımızda; evde dayak yiyen, sonra bu şiddete dayanamayarak sokağa kaçan, burada da suça itilerek yaşayan çocukların olduğunu görmekteyiz. Bu çocuklara sağlık dışı koşullarda çalışan çocukları da eklemek gerekir. Hepsinin ortak özelliği bulundukları yaşın gerektirdiği yaşamı yaşayamamaları ve en çok gereksinmeleri olan ev sıcaklığından, ebeveyn ilgisinden, oyun oynamaktan ve sağlıklı beslenmeden yoksun olmalarıdır. Bu olaydaki en dramatik ve kırılması zor olan nokta, bu çocukların, ailelerinin zorlamasıyla bu işleri yapmaları ve kazandıkları parayı evde anne ve babalarına teslim etmeleridir. Sokak çocuğu günlük yaşamda da çok duyduğumuz bir kavramdır, ama, “sokak çocuğu kimdir?” sorusuna cevap verebilmek o kadar da kolay değildir. Saygılar
-
Hayat mı Zor İnsanlık mı?
"]Hayat mı Zor İnsanlık mı? İyi niyetli olursunuz insiyatifinizi sonuna kadar kullanırlar. Yardım sever olsanız yaranamassınız kimseye , hep bir açığınızı ararlar. Güzel biriyseniz rahat bıramazlar, asılırlar. Çirkinseniz alay ederler, şişman yada çok zayıf olsanız yine de dalga geçerler. Yazma beceriniz varsa çekemez bazıları sorun çıkarırlar, yazamassanız sorun değil aslında. Bunlar ufak tefek mevzular tabi. *** Adaletsizlik almış başını gidiyor, herkes güç gösterisi içinde meşgul. Yetim hakkı yemek marifet sanılmakda, Birisini işinden gücünden etmek ve zirveye konmak için yarışılmakda. Üç kuruş için insan satılmakda. Bu çıkarcı ve menfaatçi zihniyetler günden güne çoğalmakda. Üstelik biri bunu yaparken diğeride tüm bu yanlışlıkları alkışlamakda.. Biz seyrindeyiz! Peki söyleyin hayat mı zor insanlık mı? Kırdığınız gönüller için takılmış kaç madalya var göğsünüzde? Birilerine acı verdiğinizde kaç adet ödül sahibi oldunuz? Adaletsiz davrandığınızda plaket ve çiçek alıp dizdiniz mi vitrine? Hak etmediğiniz varlıkla keyif çatabilmek sonsuz mutluluk olsa gerek! Garibanı ezip muzipce gülebilmek ne kadar gurur verici bir davranışdır anlatılamaz! Ya fitnelik ve fesatlıkla can yakmak ne kadar onur verici, tadına doyulmayan değilmi! Marifet melek kılığında dolanmakda değil; şeytanca planlar yapmamakda gizli. Ahlakı olmadık bir yerde aramayalım , o beynimizin içinde saklıdır. ....
-
Suda Boğulan Balıklar
Suda Boğulan Balıklar Kent kültürünün yozlaşması ,göç alan tümkentlerin kanayan yarasıdır. Göç alan kentlerde bir kültür zenginliği yaşanırken ,temeli toplu yaşama bağlı olan tüm saygı sevgi ve özveriye ait davranışlarda yozlaşmaya başlar. Kırsaldan getirilen feodal aile tipi ,yeni sosyal çevresiyle çeliştiğinde bir tepki oluşur. Genelde kentlerin kıyılarına yerleşen bu kültür kent kültürüne dayatır. Tamamen ekonomik şartların ve kültürün etkisiyle şekilenen bu davranış biçimleri bir süre sonra kendi getolarını oluşturarak olası bir kültürel etkileşimin de önünü tıkarlar. Toplum bilimcilerinin merak ettikleri konulardan biride kırsaldaki feodal kültürün kentte nasıl birden bire yozlaştığıdır. Yapılan gözlemler göstermiştirki kırsaldaki sosyal hayatta her zaman eğemen tavır sergileyen baba kent kültüründe bocalamaktadır. Kırsalda feodal aile yapısında her türlü sosyo ekonomik konuda eğemen olan baba ,cazibe merkezi haline gelen kente göçtükten sonra umduğunu bulamamkta ,geri dönüşü bile düşünmektedir. İnformal sektörde bile iş bulamayan babanın erkeklere göre daha kolay günlük iş bulabilen evdeki kadın ve çocuklara ekonomik olarak muhtaç olması ,aile içerisindeki otoritesinide yıkarak, kırsal kültürle mayalanmış ,yüzeysel bir kent kültüründen oluşan yeni bir aile modelinin oluşumuna yol açmaktadır. Aile içinde annenin verdiği parayla sıgara alıp dışarı çkabilen baba modeli ,çocuklar üzerindeki baba otaritesiyle sağlanan kırsal aile terbiyesinide etkilemekte ,böylelikle yeni yetişen kesimin yaşamında bir başıbozukluk oluşmaktadır. Daha iyi bir yaşam ğruna her şeyi göze alarak kente göçen aile akarsulardan denize inebilen tatlı su balıkları misali boğulmaktadırlar. Boğulmadan yaşamını sürdürebilenler ise yukardaki tanıma uygun olarak orjinlerini kaybederek yeni bir model yaratmaktadırlar. ...
-
AÇILIM VE SONRASI!
Sayin Tengeriin boşig, yazdıklarınız çok açık ve net +1
-
Merdiven
"Türk şiirinin büyük şairi Dağlarca" AĞIR HASTA Üfleme bana anneciğim korkuyorum Dua edip edip, geceleri. Hastayım ama ne kadar güzel Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri. Niçin böyle örtmüşler üstümü Çok muntazam, ki bana hüzün verir. Ağarırken uzak rüzgarlar içinde Oyuncaklar gibi şehir. Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum Ağlıyorsun, nur gibi. Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha Duvardaki resimlerle, nasibi. Anneciğim, büyüyorum ben şimdi, Büyüyor göllerde kamış. Fakat değnekten atım nerde Kardeşim su versin ona, susamış. Fazıl Hüsnü Dağlarca ....
-
Değer Yargıların ve Kavramların Yanlış Yorumlanması
Değer Yargıların ve Kavramların Yanlış Yorumlanması İnsanların günlük hayatta sergiledikleri birtakım davranış biçimleri ve modeller vardır. Bazı olaylar karşısında nasıl davranılması gerektiği,bunların yorumlanması ve analizini genelde bu tutum ve davranışlar belirler. Tüm bunlar insanlarda, çocukluk devrelerinde, aile ortamında ve yaşadığı çevreden aldıkları izlenimlerle oluşur. Bunlar zamanla aile ortamından ,kişilerden ve olaylardan etkilenerek(anne,baba,arkadaş veya bir film kahramanı olabilir.) veya empoze edilerek zaman içerisinde oluşur Kişiler böylelikle kendilerine bir rol- model seçerek kişiliklerini ve genel davranış biçimlerini oluştururlar. Aile içersinde ilişkiler şiddete ve baskıya dayanıyorsa, en güçlü olan en çok otoriteye sahiptir gibi bir izlenim oluşacaktır. Bir başka ortamda,sorunlar ve problemler politik yöntemlerle,hile,şantaj ve saman altında su yürütme gibi vs. çözülüyorsa bu durumda da kişi kendini ispatlama ve kanıtlama yönteminin sıkça yalan söylemek,iki yüzlülük ve içten pazarlılıkla olacağına inanacaktır. Bir baba çocuklarını sürekli korkutuyor ve kızıyor ve bu şekilde cezalandırıp yönlendiriyorsa,burada otorite sahibi en güçlü olandır imajı ortaya çıkar. Bu kişi bir ağabey veya arkadaş olabilir. Çoğu zaman böyle davranış sergileyen kişilere bu şekilde davranmak gerektiği kendisine daha öncede başka birisi tarafından empoze edilmiştir. Kişi bundan dolayı kendini ispatlama yönteminin bu olduğuna inanır. Gelenekçi toplumlarda dışa bağımlılık ve kendini toplum tarafından kabul ettirme isteği daha fazla olarak görülür. Bu insanlar dış referanslı bir hayat biçimi sergileyerek, doğrularını,yaşam biçimlerini ve kararlarını diğer insanların genel bakış açısına göre,toplumda varolma güdüsünü kullanarak belirlerler. Bu bir seçim değil bir zorunluluktur. Öyle yapılması gerekiyordur,bu şekilde davranmazsa dışlanacak istenmeyen insan olacaktır.Genelde neyin neden yapıldığı,bunların sonuçları ve nedenleri hakkında düşünülmez . Günlük hayatta da bazı meclislerde,iş hayatında da buna benzer olaylar ve hadislere rastlarız. Çekemediğimiz ve bizden farklı düşünen ve farklı davranan bir insan gördüğümüzde,dışlayarak,lakaplar takarak, alay ederek,komplolar hazırlayarak yıpratma oyunları oynarız . Hatalar: 1-Önyargılar 2-Neyi savunduğunu bilememe 3-Kişisel çıkar sağlama ve örgütlenme 4-Amaçları bırakıp,araçlarla ilgilenme 5-Cehalet,geçmişi bilememe,geçmişle bağlantı kuramama. 6-Kavramları karıştırma Siz böyle insanları kömür dağıtarak kandırabilirsiniz. Düşünmezler. Bize kömür veren yarında verecek mi,biz bebek miyiz şeker verilerek kandırılalım diye düşünmezler. Hoşgörü getiren bir dine,bağnazlık tutuculuk aşılamaya çalışırlar. Bizim değerimiz bir çuval kömür,televizyon olamamalı. Böyle düşünenler kurtuluş savaşında ne yaptı. Kimler bu ülkeyi ayakta tuttu bilmezler. Kavramların yanlış yorumlanmasına bir örnek de bazı davranış modellerine verilen yakıştırmalardır. Kendini çok fazla ön plana çıkaran,saman altından su yürüten,her şeyin kolay ve illegal olan taraflarına yönelen,insanlara kaş göz işareti yapıp onları yanıltmaya çalışan kimseler hakkında “ne kadar uyanık, ne kadar gözü açık ve girişken” gibi ifadeler kullanılır. Aslında uyanıklık bir farkındalık bir bilinçlilik durumunu ifade eder. Yani gafletin zıttı anlamındadır. Ne yazık ki cehalet ve geri kafalılık birleşince ve her şey maddi kazanımlar doğrultusunda değerlendirilince “Üç kağıtçının” tanımı uyanık olabiliyor. Yüzsüzlüğün ve görgüsüzlüğün adı da “girişkenlik” Bir de böyle insanlar el üstünde tutulup bu davranışlar meşru bir platforma oturtulunca işte o zaman toplumsal kıyım başlıyor. Birde birisinin gelip sizin bu şekilde davranmadığınızı görünce “hadi ya biraz girişken olsana” dediğini düşünsenize. Fakat sizin bunu yapmamanız girişken olmanızla bir ilgisi olmayıp, aldığınız eğitim,aile terbiyesi ve görgü kurallarının buna müsaade etmemesidir. Kemik gelişimi ve protein ihtiyacını gidermek süt içen bir insana “çocuk musun?” Sokakta sağlıklı kalabilmek için spor yapan bir insana “deli gibi koşuyor” ifadelerini kullananlar,elinde sigarayla kurulup gezen,içki masası kurup,bir takım insanlara sarkıntılık yapmayı “delikanlılık, erkeklik” olarak görür. Aslında tüm bu kavramlar çoğu zaman amaçlarından saptırılıp başka kazanımlar için bir araç halini alırlar. Bir takım geleneksel yaptırım araçları bulunup insanları yönetmek ve yönlendirme aracı yapılır. Düşünmediğimizde,saplantılarımızla ve hislerimizle hareket ettiğimizde ve başkalarının yalan yanlış yönlendirmesiyle hareket ettiğimizde hayatımız soru işaretleri ve hayal kırıklıklarıyla dolacaktır.Hayat daima bize ikinci bir şans veremeyebileceği için telafisi olmayan durumlara düşmekten kaçınmalıyız. .....
-
HİÇ KİTABIMIZ YOK!
Ufuk_efe şurada cevap verdi: sonder38 başlık Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım KuruluşlarıSiparişinizin daha hızlı ulaşması için UPS kargo ile gönderildi. UPS’nin sitesinden “U34K55.........” kargo takip numarasıyla takip edebilirsiniz. Sayın Hocam, sipariş yapmış olduğum yayınevinden bana gönderilen eMail'de (yukarıda) 12.08.09 tarihin de paketin kargoya verildigi belirtiliyor, sizden ricam Kitapları aldıysanız beni haberdar ederseniz sevinirim. Saygılar
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
Sayın politika çok güzel ******
-
İpsiz Recep
Bu Vatan sizlere minetdar Milis Yüzbaşı Recep Reis (1828-1928) Atatürk’ün “Recep Amca” diye hitap ettiği kahraman çeteci İpsiz Recep’in Milli Mücadele’deki yeri çok önemliydi. Katılmasında en önemli rolü ise 23’ncü Fırka Kumandanı Atıf Bey oynamıştı. Binbaşı Tufan’ın 43’ncü Alayına bağlanan çete, gözünü budaktan esirgemeden savaşmıştı. Recep Reis ise bu mücadelede milis yüzbaşılığa kadar yükselecekti. Sakarya Nehri’nin Kandıra yakasında Yunanlılar, Karasu tarafında da Milli Kuvvetler bulunuyordu. Sakarya, Ereğli ve Boğaziçi’nde baskınlar yapıp silah ve cephaneye el koymakla kalmaz, düşmanı da yıpratırdı. Çetesine ilk katılan Mehmet Kaptan olmuştu. Rizeli Mehmet işgal İstanbul’unda düzenlediği bir baskın sırasında Çeşme Meydanı’nda İngilizler tarafından yakalanmış ve işkenceden geçmiş biriydi. Recep’in yanındakiler her geçen gün büyüyecek, işgalcilerin korkusu haline gelecekti.Çete her seferinde değişik baskın yöntemleri uyguluyordu. Bazen motorla Şile’ye geliyorlar, kara yolu ile Boğaziçi’ne gelip Küçükağız’da cephane yüklü Yunan gemilerini basıp tüm yükü Anadolu’ya sevk ediyorlardı. İpsiz Recep’le kader birliği yapanlardan Zekeriya Tiryakioğlu, Batum harekatını Murat Sertoğlu’na şöyle anlatmıştı: “Ben bombacıydım. İpsiz Recep’le birlikte bize Orek Tabyaları’nı ele geçirme emri verilmişti. Rus askerlerinin bu kadar karşı koyacağını sanmıyorduk. Batum önünde tam bir hafta savaştık. Sonunda Orek Tabyaları’nı ele geçirdik ve Türk bayrağını diktik.” Recep Reis Milli Mücadele’nin şanlı gemisi Alemdar’ın kurtarılmasında da yer almıştı. Çarkçıbaşı Osman Efendi şiddet gemiye ihtiyaç olduğunu biliyor ve gemiyi kaçırmaya karar veriyordu. Gemi personeli ile birlikte 23 Ocak 1921 gecesi yola çıktığında başarı şansları oldukça azdı. Uluca ile Çamlı arasında Fransız gambotuna yakalanmış ve Ereğli Limanı’na yakın olan Çobançeşme mevkiine sokmayı başarmışlardı. Baba Burnu’nda mevziilenen Recep Reis ve adamları yaylım ateşine başlıyor ve Fransız gambotunun iki ateş arasında kalmasını sağlıyordu. Mücadele 2 saat sürmüş ve Alemdar kurtarılmıştı. Mart 1921 ise İpsiz Recep’in düşman değil, dalgalara yenildiği tarihti. Kocaeli cephesine silah götürmek üzere yola çıkan İpsiz Recep, fırtınadan motorlarının arıza yapması üzerine İnebolu’ya çıkmak zorunda kalmıştı. İnebolular onu coşku içinde karşılıyordu. Bir hafta kalmış, kafile “Hicret”in onarılmasından sonra yola çıkmıştı. Kaymakam İsmail Hakkı Bey, Kastamonu Valiliği’ne durumu telgrafla bildiriyordu: II. İnönü muharebesi sırasında bir Yunan taburu Sakarya’nın batısında Seyfiler’de karargah kurmuştu. Recep Reis ve birliği 29 Mart 1921’de gerçekleştirecek, Sakarya yakınındaki Boğaz bölgesine hücum eden bir başka Yunan taburuna geçit vermeyecekti. Recep Reis’in savunması 12 saat sürmüş, düşman kuvvetleri Boğaz hattını yarmak imkanını bulamamıştı. Bölgede savunma hattını iki hafta koruyan Recep Reis, daha sonra Kocaeli Grup Komutanlığı’nın 17 Nisan 1921 tarihli emri gereği, Sakarya bölgesinden hareketle Hendek-Sakarya üzerinden Çatalköprüler mevkiine gelmişti. Bu sırada Mürettep Kolordu Komutanı Kazım Bey, karargahını Düzce’den Gevye’ye nakletmişti ve hatıralarında Recep Reis’e de yer verecekti:“Kolordumuz 6 piyade taburu, 6 top ve 1 milli süvari alayından meydana geliyordu. İpsiz Recep’in milli müfrezesi de vardı (İpsiz Recep bu sıralarda 70 yaşını aşmıştı). Ali Fuat Paşa’nın da emrinde çalışmıştı. Abaza Seyit’i vurup, Keskin’de Yunan karargahını da basan oydu. Birliğin düzenli orduya katılışı ve 41’nci Alay’ın 3’üncü Taburu’nu teşkil edişi 8 Mayıs 1921 tarihini taşır. Düzenli orduya katılışında şüphesiz Muhittin Paşa’nın büyük etkisi olmuştu. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı yayınlarından edinilen bilgilere göre Recep Reis 19 Ağustos 1921’de Kocaeli bölgesindedir. Recep Reis ve Mustafa Kemal Recep Reis savaş sonrası İstiklal Madalyası’na hak kazananlardan biriydi. Efradı ile birlikte Ankara’ya gelmiş ve bando ile karşılanmıştı. Ankara’da bir hafta kalmışlar ve Atatürk’ün iltifatlarına mazhar olmuşlardı. Atatürk: “Recep Reis bir daha harp olursa ne kadar kuvvetle gelirsin?” dediğinde şu cevabı vermişti: “Adamlarım dağıldı artık. Yanımda bir yeğenim var. Ne zaman emredersen atımı ve silahımı alır gelirim.” Atatürk Recep Reis’e 250 lira maaş bağlamıştı. Paradan başka her şeye önem veren Recep Reis, maaşını da Tayyare Cemiyeti’ne bağışlayacaktı. Kendisine verilen arazinin altı dönümünü bırakıp gerisini de etrafındakilere dağıtacaktı. Artık tek dostu topraktı. Silahını duvara asmış, toprağını bekliyordu. 35 numaralı ahşap evinde yanında sadece eşi Nadire vardı. 1928 yılı geldiğinde son aylarını yaşıyordu. Son gündoğumunu karşıladığında ihtimaldir ki yeniden doğuyordu. ...