-
İçerik Sayısı
278 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
3
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Ufuk_efe tarafından postalanan herşey
-
Atam ülkenden çarpıcı gerçekleri ulaştıracağım sana 1-"laik cumhuriyetin sonu geldi" diyen biri ilk senin yaptığın cumhurbaşkanlığı görevinde şimdi. 2-"hem laik hem Müslüman olunmaz "diyen bir adama o "Türk Milleti çalışkandır.Türk Milleti zekidir." Dediğin halkın bu dediklerini yalanlarcasına neredeyse yarı yarıya oy verdi. 3-Bugün içinde muhalefet de olsun diyerek,demokratikleşmek isteyerek en zor günlerde açtığın meclisinin deri koltuklarında cumhuriyet düşmanları , vatan bölücüleri oturuyor. 4-Bugün senin kurduğun cumhuriyette halk 1 paket makarnaya 1 torba kömüre namusu olan oyunu satıyor. 5-yine senin kurduğun cumhuriyette gençler para uğruna şeriat bayrağı takıp,sözde demokrasiyi kullanarak "cumhuriyeti yıkma hakkı isteriz" diyecek konuma geldiler. 6-Sana küfreden adam senin ülkende suçsuz konuma geldi 7-İnsanlar el ele geziyor, içki içiyor diye dayak yedi. 8-Meydanlarda "kahrolsun laiklik" diye bağrıldı 9-Cumhuriyet bayramları formalite oldu. çoşkusu kalmadı 10-senin halkının dini duygularını istismar edenler iktidar oldular Peki hiç mi iyi bir şeyler yok diye soracak olursan. azız atam parasal olarak da imkanlarımız kısıtlı.ama Ata'm biliyor musun? Evimizden resmin , elimizden nutkun,aklımızdan devrimlerin ve gözlerimizin önünden gençliğe hitaben eksik olmuyo Saygılar
- 2 cevap
-
- 1
-
-
Sayin Dogrucudavut, sanıyorum alğılamada bir hata var tekrar edeyim.. Ulu Önder Atatürk Emperyalizime karşı arkasına Türk Ulusunu alarak savaştı .. Türkler Tarih boyunca Devletler Kurmus, Milli Şur'la bilinçlenmiştir bunu belirtiginiz topluluklar için söyleyemeyiz. Atatürkü örnek almış olsalardı sizce bu duruma düşerlermiydi ? ..
-
böyle yazmistim, Birçok kaynağa sahip olmalarına rağmen bazı ülkeler hiç gelişemezken bazılarının zenginlikleri yoktan var etmesi gösteriyor ki, gerikalmışlığın asıl nedeni emperyalizm değil, kültürdür. emperyalizimle savaşı ancak milli şur içinde olan milletler kazanır? eksik olanı ise yukarı'da bellirtmiştim
-
.. Darbeye ve Darbeci'ye HAYIR ama..!! Darbenin oldugu Dönemi göz ardı etmemek gerekiyor.. Darbeden önce sabah evinden çıkan insanların akşama evine dönemedikleri de bir gercekti.. etik olmayan bence, .. Darbeyi yapan Asker öcü gibi gösterilirken darbe'ye zemin hazırlayan Politikacılar birer kahraman oldular. Saygılar ...
-
Arap kültüründe genel olarak zorluklara meydan okuma, ilerleme ve gelecek kavramları yok; var olanlar da, uygarlığa odaklanmaktansa ideolojilere, şu veya bu Şeyhin vizyonuna dayanabiliyor, doğa ve tarihe yönelik bir kültürel tutum oluşturmuyor. Bence Sorun burada .. Birçok kaynağa sahip olmalarına rağmen bazı ülkeler hiç gelişemezken bazılarının zenginlikleri yoktan var etmesi gösteriyor ki, gerikalmışlığın asıl nedeni emperyalizm değil, kültürdür. "Boyun eğme' kültürü yüzünden, Afrika ve Araplar olduğu yerde saydı." Saygılar
-
"O" Anayasadan zor çıkar. Sen istediğin medyayı satın al, istediğin dış desteği sağla, ya da cürret edebilirsen resimlerini bile indir, heykellerini yık. Sana var olma hakkını tanıyan "O"nunla beraber savaşanların kanını hiçe sayarak bu ülkeyi batının **** yapmak için çabala. Ne kadar uğraşırsan uğraş. "O" senin şimdi becerebildiğinden daha kötü şartlarda kazanarak "O" oldu. Bunu unutma. "O"nun 10 yılda yaptığını sen 50 yıldır yıkamadın. Kafası bağımsızlığı, onurlu bir ülke olmayı, almayan anlamayan "sen" ... "Gaflet"tesin desem az kalır, "Dâlalet"tesin desem yine öyle...
-
Affedersiniz, siz ne sanmıştınız ?.. 'Oturumunuzu sonlandırmaya geldim, Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim, Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şey!! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok? Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrınız olmuş! Satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı.. Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz? Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz! Tanrının kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz! Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız. Siz ki, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı! Ve bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim. Vay halinize! Şimdi derhal defolun!!! Acele edin rüşvetin köleleri! Acele edin, gidin! Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!.. * * * * * * * * Yukarıdaki söylev, tarihte demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere'de geçmiştir.. Sözleri sarf eden kişi, 1653 senesinin 20 Nisan günü, meclis çatısı altında kükreyerek nutuk atan General Oliver CROMWELL isimli, sadece ülkesinin çıkarlarını kollayan yurtsever bir generaldi.. ...Ve bu nutuk tarihi şekillendiren 50 söylevden biri sayılıyor. Affedersiniz, siz ne sanmıştınız?... ...
- 2 cevap
-
- 2
-
-
Bir Hristiyan Misyonerin Günlüğünden
Ufuk_efe şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
Bir Hristiyan Misyonerin Günlüğünden 8 Temmuz İşte Türkiye'deyim; bölge sorumlusu Tommy arkadaşla havaalanından kalacağımız eve giderken hayli uyarıcı bilgiler aldım; "Hemen başlama, biraz sağını solunu tanımalısın; Türkler acayip bir millettir" filan diye bir şeyler söyledi, ama aldırış etmedim. Bir dakika bile zayi edilmemeli; görev kutsal, görev ağır. 9 Temmuz Tommy'nin yanıldığı açık; bugün ilk tebliğimi yaptım bile.Adam parkta öylece oturuyordu.Söylediğim her şeyi gülümseyip başıyla tasdik ederek saatlerce dinlerken ruhumun göklere değdiğini hissetmiştim. Bizi seyreden simitçi, sonradan o adamın sağır olduğunu söyleyince biraz moralim bozuldu ama olur öyle şeyler.daha yolun başındayım 11 Temmuz Üçüncü gün; Tommy hâlâ "erken henüz" diye ısrar ediyor.Mânâsız bir ısrar bu; kurtulması gereken o kadar çok ruh var ki burada.Çorap almaya inmiştim semt pazarına. Nasıl oldu anlamadım ama eve dönerken artık benim altılı çelik tencere takımım vardı. Önemli değil, tencere gerekli bir araç nasıl olsa. Tencereci arkadaşa müjdeyi tebliğ ettim."Ayıpsın abi, Hazreti İsâ' ya can fedâ." dedi, ben ağladım. Söz verdi, pazar toplantılarına gelecek; hatta bana bir adres bile verdi.O adrese gidersem bir sürü insanı misyona katabilirmişim. 21 Temmuz Tommy hâlâ "gitme, bak karışmam" diyor; işte bu aşırı ihtiyatkârlık yüzünden buralarda İsa'nın mesajı yeterince bilinmiyor zaten. Gittim; şehrin kenarında kalabalık bir mahallede bir apartmanın altıncı katına çıktım. İçeride bir hayli erkek vardı; beni içeri aldılar, mobilyasız bir salona geçtik. Çay getirdiler; hatır sordular. Tam lâfa başlarken biri parmağıyla "sus" işareti yaptı. İçeriden yaşlıca bir adam çıkıp salona gelince herkes gibi ben de ayağa kalktım. Sonra adam konuşmaya, bir nevi vaaz vermeye başladı. Şöyle bir dinledim; eh fena şeyler değil. Toplantıdan sonra herkes birbirine sarıldı, yeniden çay ikram edildi. Burayı sevdim, yarın da geleceğim. 2 Ağustos Yine aynı şeyler oldu; bir ara fırsat bulup salondaki arkadaşları misyona kazandırayım dedim. Tam "İsa" demiştim ki, ihtiyar vaiz "İsa dedin de aklıma geldi." deyip çok tatlı bir bahis açtı. Öyle güzel anlatıyor ki başladım ağlamaya. Zor teselli ettiler; sonra ortaya sofra geldi. Yemek yedik. Kuşbaşılı pilav nefisti; hele cacık! 12 Ağustos Tommy beni tesbihle oynarken yakaladı. "Nereden buldun" diye sıkıştırıyor. "Dükkanın birinden aldım." dedim. Tesbih bana iyi geliyor, meditasyon yerine geçiyor. Bir tane de Tommy'e mi alsam? 6 Eylül Bugün hep birlikte camiye gittik. "Bakayım" dedim burada neler yapıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar. Mecit diye bir temiz yüzlü arkadaşım var cemaatten. Bana abdest almayı öğretti caminin avlusunda. Tuvaletleri pek temiz değil ama abdest çok güzel bir olay. Fırsatını kolluyorum; bunların hepsini Protestan etmezsem bana da Mahmut demesinler! 16 Eylül "Nereden çıktı bu Mahmut?!" diye çıldırdı Tommy. "Kod adım" dedim. Anlamadı. Anlamaz tabii. Ben ne yaptığımı biliyorum. Şimdilik sesimi çıkarmıyor, toplantılara muntazaman devam ediyorum; ezan okununca "Hadi camiye gidelim, Mahmut." diyorlar, gidiyorum. "Neler okuyorsunuz fısır fısır?" diye sordum. Öğrettiler. Fatiha çok güzel bir sûre. Tommy'e de öğretmeliyim. 1 Ekim Tommy beni evden atmaya kalkıştı dün. "Seni kandırıyorlar, Müslüman yapacaklar enayi." diye çıkıştı. İtiraz ettim, "Ben bunların içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum Pastör Tommy" dedim. "Sırlarını öğrendiğim an, bunları sürü halinde önüme katıp Sarayburnu' ndan denize sokup cümlesini birden çatır çatır vaftiz etmezsem bana da Mahmut demesinler." dedim. "Çık dışarı aptal." diye kovdu beni. Misyondan gelen aylığımı da kesti. Vermezse vermesin, cemaatteki arkadaşlar aralarında para toplayıp verdiler. Geceyi ucuz bir otelde geçirdim. Bugün Mecit'in evine taşınıyorum. Az kaldı, az.. Dayan, oğlum Mahmut! 6 Kasım Mecit benim için istihareye yatmış; "Yeşil gördüm, Mahmut." dedi, "Nurlar içindeydin, hidâyet nasip oldu sana, ne mutlu." dedi. Tabii, aldırış etmiyorum, fakat hoşuma gitmedi de değil. 9 Kasım Bugünlerde cemaate İngilizce dersleri vermeye başladım; sabah namazını topluca edâ ettikten sonra kuşluk vaktine kadar ders veriyorum. Kuşlukla öğle arasında tefsir dersleri yapıyoruz.Beni artık iyice kendilerinden zannediyorlar. 21 Kasım Yeni damat olduğum için dört günden beri günlük yazamadım. Mecit'in teyzesinin kızı Sabiha ile nikahlandık dün. Nikâhımızı Saadettin Hoca kıydı sağ olsun.Sünnet dediğin ise sinek ısırığı gibi bir şey zaten, çabucak geçti. Bu sabah yolda Tommy ile karşılaştık. "Kiliseye yazdım, seni defterden sildiler." dedi. Güldüm, hâlâ o bayatlamış misyoner kafası işte. Benim din değiştirdiğimi sanıyor, gerzek. Halbuki ben... 28 Kasım Ne kadar üzgünüm. Mecit, "Nasip değilmiş, seneye gidersin" diyor. Hac kayıtları kapanmışmış. İstesem ecnebi pasaportumla Mısır üzerindenvize alır giderim, ama ben olayı içeriden, herkesle bütün mü'minlerle birlikte yaşamak istiyorum oysaki. 19 Aralık Öğleden sonra yayıncımla sözlü anlaşma yaptık; ilk eserim iki ay sonra çıkıyor:"İslâm'ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar".Yayıncım, "Fiyatı iki lira yaparsak üç yüz bin satarız." diyor. "HAMD OLSUN" ... -
Yüzlerce Kitabı 10 Satıra Sığdıran Bir Yazı.. Sinif, ögrencilerin gürültü patirtisiyla sallanirken sert görünümlü hoca kapida beliriyor. Iceriye kizgin bir bakis atip kürsüye geciyor. Tebesirle tahtaya kocaman bir (1) rakami ciziyor. “Bakin” diyor. “Bu, kisiliktir. Hayatta sahip olabileceginiz en degerli sey...” Sonra (1)’in yanina bir (0) koyuyor: “Bu, basaridir. Basarili bir kisilik (1)’i (10) yapar”. Bir (0) daha... “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz”. Sifirlar böyle uzayip gidiyor: Yetenek... disiplin... sevgi... Eklenen her yeni (0)’ın kisiligii 10 kat zenginlestirdigini anlatiyor hoca... Sonra eline silgiyi alip en bastaki (1)’i siliyor. Geriye bir sürü sifir kaliyor. Ve olayin yorumu: “Kisiliginiz yoksa, öbürleri hictir”. .....
-
Müsait Olunca Beni Severmisin? İçeri girer girmez neşeyle bağırdı: -Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu? - Görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum. Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda... Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti: -Sana yardım edeyim mi ? dedi, en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı: -Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğrasmayayım. Çok yorgunum zaten. Yorgunluk nasıl bir şeydi ? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır : -'Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..' diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu. —Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor. —Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum. Bu kelimeden nefret ediyordu.'Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken'.... —Anneciğim sen yorulma, diye... —Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz. Hani siz yoruluyorsunuz ya...Eeee....Bende oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem? Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı. —Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla. Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavsanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı. ''Bak deli tavşan'' diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı. Sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşcasına aralanan gözleriyle mırıldandı; — İşin bitince beni sever misin anne? dedi. Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı. .....
-
tüm müslüman arkadaşlarım cevaplasın
Ufuk_efe şurada cevap verdi: doçent başlık Dini Konular - Din - Dinler
tanrınız derken, sizin tanrınız kim? beni aydınlatırsanız bir yorumda sizin tanrınız için yaparım. Hiç şüphesiz din istismarı yapıtığınız, yani dinden semere elde etmek, maddî ve dünyevî çıkar için dini kullanmak insanlığa yakışır bir tutum değildir. Hele bu İslâm gibi, insanlığa gönderilen en son ve en büyük din için söz konusu olursa, affedilir bir şey olmaz. Ancak ne yazık ki bütün din müntesiplerinde olduğu gibi İslâm dinine inananlar arasında da dini bir sömürü aracı olarak kullananlar hep var olmuştur ve öyle görülüyor ki olmaya da devam edecektir. Peki kimler, hangi amaçla din istismarına yönelmektedir? Din istismarcıları genellikle, o dine mensup fertlerin din konusundaki bilgisizliklerinden istifade ederek dinden maddî çıkar uman, dini kendi siyasî, ticârî, aklî, hatta bilimsel amaçları için kullanan, Atatürk’ün deyimiyle “alçak kimseler”dir (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 238). Din istismarcıları arasında çok saf, bilgisiz, cahil, farkında olmadan din istismarı yapan kimseler bulunması mümkün olmakla birlikte, esasında din istismarcıların büyük çoğunluğu için kötü niyetli kimseler deyimi kullanılabilir. Bu kötü niyetli kimselerin din istismarı yapmalarının en önemli sebebi hiç şüphesiz, din konusunda yeterince bilgilenmemiş, cahil halk kitleleri üzerinde, dini alet ederek kendilerine çıkar sağlamaktır. Bu din istismarcıları, yani dini kendi süfli çıkarları için alet edinen kimselerin başında da dini bir siyaset malzemesi olarak kullananlar gelir. Onlar kadar zararlı olan bir diğer kesimde dini ticaret malzemesi olarak kullananlar ile dini kendi dünyevî amaçları için kullananlardır. saygılar ...- 63 cevap
-
- 1
-
-
vermis oldugunuz cevap icin size ve Cloud'a tesekkür ederim
-
Türkler Hakkında Bir Makale Üzerine SONUNA KADAR ÇOK DİKKATLİ OKUNMASI GEREKLİ... Bundan birkaç yıl önce Dr. Oktar BABUNA isimli bir kişi lösemili olduğunu öne sürerek Türkiye de kan örneği bağışı kampanyası başlatmıştır.Bu kampanya dahilinde binlerce Türk'ten kan örneği alınmış ve bu kanlar Amerika'ya gönderilmiştir. Daha sonra sağlık bakanlığı olaya el koymuş fakat verilen kanlar bir türlü Türkiye'ye geri getirilmemiştir. O zaman gazetelerde bu kanlardan Türk ırkının genetik şifresinin çözülebileceği ve gelecekte Türkleri yok eden bir biyolojik bombanın yapılabileceği konusunda yazılar çıkmıştır. Bu miktarda aynı milliyete sahip farklı insanlardan alınan kan örnekleri Amerika da gen bilimcilerin dikkatini çekmiş ve bu kanlar incelemeye alınmıştır. Sonuçları da NATİONAL AMERİCAN Ocak 2004 sayısında DR.B.STONE imzasıyla yayınlanmıştır. DR. STONE olayı şöyle anlatmaktadır: "Aynı millete sahip binlerce kan numunesinin incelenmesi fikri bende büyük bir heyecan yaratmıştır. Çünkü insanlık tarihinde böyle bir inceleme ilk defa yapılacaktı. Bu benim için insan oğlunun aya ayak basmasından daha önemli bir olaydı. Türklerden alınan kan örnekleri ilk defa bir milletin gen haritasının çıkarılması ve türklerin genel olarak kültür ve karakterleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktı. Daha da önemlisi ilk insan hakkında bilgi sahibi olabilecektik. ..... Vee... Çalışmalarımıza heyecanlı bir şekilde başladık. Bunun yanı sıra Türklerin tarihini de okumayı ihmal etmiyorduk. Çalışmalarımız ilerledikçe heyecanımızda artmaya başlamıştı. Çünkü Türkler bir çok farklı milliyete sahip bir coğrafya da yaşadığı için kız alıp vermelerle gen yapısı çok zengin ve anlaşılması zor bir hale gelmişti. Ama Türk tarihinde olduğu gibi savaşmayı ve fetih arzusunu sağlayan ( B 45 ) geni kanların %92 sinde bulunmuştur. Misafirperverlik genine (GR 785 ) bu kanların %90 ında rastlanmıştır. Ama bu makalenin yazılması için asıl neden bunlar değildir. Tıp ve insanlık tarihinde bu güne kadar hiç olmamış ve bir daha olmayacak bir durum ile karşı karşıya kaldık. Tüm türklerde bulunan ortak bir gen vardı.( BJK 1903 ) geni........ Bu gen sayesinde tüm Türkler BEŞİKTAŞLI'LI doğmaktaydı ama kanda bulunan bir sibop virüsü yüzünden bir kısmı başka takımları tutmaya başlamaktaydı..... DR STONE, Allah çarpsın büyük adamsın...
- 1 cevap
-
- 1
-
-
siteye koymus oldugum müzik videolari yoktur sadece isimleri var .. neden acilmiyorlar ? saygilar
-
Açılım ETÖ ne? Ergenekon terör örgütü. Silahları yakalanıyor. Toprağa gömmüşler. El bombası, lav silahı filan. Gerçi lav silahları boş ama, olsun. TRT naklen yayınlıyor. Devleti yıkmayı, milleti bölmeyi planlayıp, Cumhuriyet mitingleri marifetiyle, halkı isyana teşvik etmeye kalkışmışlar. Pijamalarıyla enselendiler. Bazılarının evinde Nutuk ele geçirildi. * Ne yapıldı? Tıkılım. * Hepsi içeri tıkıldı. * PKK ne? Terör örgütü. Silahları var; ellerinde. 25 senedir devleti yıkmaya, milleti bölmeye çalışıyorlar, halkı isyana teşvik ediyorlar, 8 bin 384’ü şehit, 40 küsur bin kişinin ölümüne sebep oldular. * Ne yapılıyor? Açılım. * Terör örgütü olup olmadıkları henüz mahkeme kararıyla tescillenmemiş bilim adamı, gazeteci, siyasetçi ve emekli generallere, henüz işlemedikleri ama, işleyecekleri iddia edilen suçlar dolayısıyla, 6 bin sayfa iddianame yazılıp, 8’er defa müebbet, 200’er yıl hapis istenirken... Yandaş medyada linç çığlıkları atılırken... Terör örgütü oldukları Obama tarafından bile tescillenmiş cinayet şebekesine, dağdan inip siyasete atılsınlar diye af çıkarılması... Yandaş medyada alkışlanması, ne kadar demokratik di mi? * Mustafa Balbay mesela... Ne yapmış? Karargáha gidip, albayla konuşup, not tutmuş diye içerde... Halbuki, Kandil’e gidip Murat Karayılan’la görüşseydi, bırak yargılanmayı, akil adamdı şimdi. * Hiç kafa yokmuş bunlarda. Keşke o kadar zahmet edip Ergenekon’u kurmaya çalışacaklarına, PKK’ya katılsalarmış yani. 31.07.2009 / Yılmaz ÖZDİL
-
Bugün AB ve ABD’nin tezgahıyla sözde Kürt açılımı pazarlayanların ağaları da emperyalist İngilizlerle iş tutmuştu Atatürk’ün başlattığı kurtuluş mücadelesini baltalamayı amaçlayan bölücü hainler isyanlar çıkarıp özerklik istediler Sözde ‘sorun’ İngiltere yapımı! KURTULUŞ Savaşı sırasında fırsatı kaçırmak istemeyen İngiltere’nin organize ettiği sözde Kürt sorunu, Batı’nın dayatmalarıyla bir kez daha ‘talep açıklama’ noktasına getirilmek isteniyor. Türk’ü zayıflatmak için her zaman her yolu deneyen Batı ile işbirliği yapan hainlerin adı değişse de oynanan oyun hiç değişmiyor. Türk milletini sırtından hançerledi EMELLERİ için, Abdülhamit zamanında 4. Türk Kolordusu’nun komutanı olan Pirizade Bekir’i kullanan İngilizlerin planını, dönemin ABD Yüksek Komiseri Tuğamiral Mark Bristol, yazdığı raporda “İngilizler, bölgedeki petrol yataklarını kontrol altına almak için Kürtleri Türklere karşı kullanacaklar” diyerek ülkesini uyarıyor. Fransızlar bir an bile duraksamaz RAPORUNDA, Kürdistan’ı ’özel etki bölgesi’sayan Fransızlara dikkat çeken Bristol, “Türk-İngiliz sürtüşmesinden çıkar sağlamakta bir an duraksamayacaklardır” ifadesini kullanıyor. Fransız raporunda da İngilizlerin Kürtleri kullanarak karışıklık yaratmak ve isyan çıkarmak üzere ajanlar gönderdiğine dikkat çekiliyor. Batı, ateşli her işte maşa kullanır! FRANSIZ Askeri İstihbaratı’nın 1992 tarihli raporunda “Bu ajanlar arasında Kürt Mustafa Paşa, Mulan Zade ve Hamit Paşa vardır” denilerek İngiliz ajanları açıklanıyor. Aradan geçen sürede senaryo hiç değişmiyor; Batılı ülkelerin rol paylaşımında küçük oynamalar oluyor, kullanılan kuklaların ise sadece adı değişiyor İşte bölücü Bekir’in talepleri 1921 1 Kemalist Hükümetin Kürt vilayetlerini içine alan otonom bir Kürt devletini tanıması, 2 Bu devletin sınırlarının Kürtler ve müttefikleri tarafından saptanması, 3 Türk memur ve jandarmalarının hemen geri çekilmesi, 4 Otonom Kürdistan’ın kurulmasında Türklerin ellerini uzak tutması, 5 Ankara Hükümeti tarafından toplanan savaş vergilerinin ve başka katkılarının Kürdistan’a geri verilmesi, 6 Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan Kürtlere güvenlik tanınması ve askerde olan Kürtlerin hemen terhis edilmesi. İşte bölücü Apo’nun talepleri 2009 1 Türkiye vatandaşlığı Anayasa’da yer alsın. 2 Kürtçe eğitim ve öğretim dili olarak kabul edilsin. Anayasa’da yer alsın. 3 Ateşkes devam etsin. Koşulsuz bir genel af ilan edilsin. 4 Akil adamlar geçiş döneminde inisiyatif alsın 5 Siyaset yapma özgürlüğü önündeki engeller kaldırılsın. Affedilen PKK’lılar dahil herkes siyaset yapma hakkına sahip olsun. 6 Koruculuk kaldırılsın. Yerel yönetimler güçlendirilsin. Demokratik özerklik kabul edilsin. İhanet cephesinde değişen bir şey yok Kurtuluş Savaşı’nı fırsat bilen İngilizler karışıklık yaratmak ve isyan çıkarmak için bölgeye ajanlar gönderdi. O dönemde bölücülerin baş aktörlüğünü Pirizade Bekir üstlenmişti ...
-
unutmamak için tarihten zihnimize bir not düşelim 57. Alay Sancağı 57. Alay Sancağı..selamlamadan geçmeyin... Resimdeki sancak, Çanakkale Savaşı’nda son erine kadar şehit olan Kahraman 57nci Alay'ın Sancağıdır. Hâlen Melbourne-Avusturalya müzesinde sergilenmekte olan sancağın tanıtım plâketinde şöyle yazmaktadır: "Bu Alay Sancağı Gelibolu savaş alanından getirtilmiştir, ama esir edilmemiştir. Türk Ordusu'nun geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alayı Sancağını selâmlamadan geçmeyin" 57. ALAY Çanakkale'yi denizden geçemeyen İtilaf Devletleri'nin 25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası'na ve Kumkale'ye asker çıkarmalarıyla Çanakkale kara savaşları başlamıştı. 25-26 Nisan 1915 tarihlerinde Arıburnu'nda karaya çıkıp Conkbayırı'nda ilerleyen çıkarma kuvvetleri, 19. Tümen K.Kur.Yb. Mustafa Kemal'in 25 Nisan günü verdiği “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” emrini uygulayan Türk birliklerince durduruldu. Bu birliklerden biri Yb.Hüseyin Avni Bey'in komutasındaki 57. Alay'dı. 57. Alay'ın başta komutanları olmak üzere 628 kişilik mevcudunun tamamı 25-28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit düşmüştür. 57. Alay adına yaptırılan şehitlik, Gelibolu Yarımadası'nda Kanlısırt'tadır. http://www.youtube.com/watch?v=Rykf_FoGI0I ....
-
Casusa İstediği Her Şeyi Gösterin!.. Alman İmparatoru Şarklen"in Türkiye"deki elçisi tarafından "Dünyanın en güçlü ordusu" olarak tanımlanan Türk Ordusu, Birinci Viyana kuşatmasından önce Budapeşte önüne gelmiş, şehri kuşatmıştı. Etrafta dolaşan şüpheli birini yakalayan askerler onu doğruca Başvezir İbrahim Paşa"nın huzuruna çıkardılar. İbrahim Paşa ile o adam arasında şöyle bir konuşma geçti: "- Sen kimsin?" "- . Kral Ferdinand"ın subayyım efendimiz!" "- Demek casusluk niyetiyle geldin... Peki, ne öğrenmek istersin?" "- Görevim, ordunuz hakkında bilgi toplamaktı!" "- Anlaşıldı... Şimdi var, istediğin bilgileri topla!.." İbrahim Paşa, sonra da ilgililere dönüp emir verdi: "- Bu casusa istediği herşey gösterilsin, sorduğu herşeye doğru cevap verilsin!" Söylenenler yapıldı ve Alman subayı adeta misafir olarak ağırlandı. Osmanlı ordugâhını baştan başa dolaşan casus subay gördükleri karşısında hayretini gizleyemiyordu. İşi bittikten sonra tekrar huzura çıkarılınca İbrahim Paşa"ya da durumu anlattı. İbrahim Paşa gülerek elini uzattı ve onu yolcu etti: "- Haydi git, gördüklerini kralına anlat!.." Osmanlıların kendi güçlerinden ne kadar emin olduklarını gösteren güzel bir örnek, değil mi? Öyle bir örnek ki, dünyada eşi ve benzeri ne görüldü, ne de görülecek! İşte büyük ordu, işte büyük devlet ve işte büyük devlet adamları!.. ***** AKINCILAR Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! Ak tolgalı Beylerbeyi haykırdı: İlerle! Bir yaz günü geçtik Tuna"dan kafilelerle... Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan. Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla, Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla... Cennet"te bugün gülleri açmış görürüz de, Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde! Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! -Yahya Kemal BEYATLI- ....
-
Suyun Fiziksel Özellikleri İnce tabakalar halindeyken renksiz olan su, derin tabakalar halinde mavi, lacivert renklerdedir. Bunun nedeni güneş ışığının bir kısım renklerinin su tarafından absorplanması (emilmesi) dir. Suyun fiziki özelliklerinden donma ve kaynama noktası, celcius sıcaklık skalası için standart alınmıştır. Suyun donma noktası veya buz, su ve . buharın dengede bulunduğu sıcaklık 0°C veya 273.16°K (Kelvin) ve 760 mm.Hg basınca altında suyun kaynama sıcaklığı 100°C olarak kabul edilmiştir. +3.98°C’ daki havasız bir kg su 1 lt olarak kabul edilir.Buna göre +3.98°C sıcaklıktaki suyun yoğunluğu l gr/cm³tür.(+3.98°C da su genleşme olarak en büyük değerini alır. Yani bu sıcaklıktaki birim hacimde suyu alır,ısıtır ya da soğutursak diğer, örneğin +20°C’ daki birim hacimdeki sudan daha fazla oranda genleşir, hacmi artar. 1 gr suyun sıcaklığını 17°C dan 18° C a çıkarmak için verilen ısıya 1 kalori (cal) denir. Su katı, sıvı ve gaz hallerindeyken moleküller özelliklerini korur. Bu nedenle suya . belirli ve saf madde denilebilir. Su 0°C nin altında katı 0°C ile 100°C arasında sıvı ve 100°C nin üzerinde gaz halindedir. Doğada yalnız H O olarak suya rastlamak oldukça güçtür. Çözücü özelliği çok fazla olan su temas ettiği her şeyi az çok çözer. Onlarda beraber bulunur. SUYUN KİMYASAL ÖZELLİKLERİ Su oldukça kararlı bir bileşik olduğu için meydana geliş ısısı yüksektir. Metallerle ve ametallerle reaksiyona girerek bunların oksitlerini meydana getirir. Sonuçta hidrojen açığa çıkar. 1- C+H O → CO +H2 Ametallere örnek 2-2Fe+3H O → Fe O + 3H Metallere örnek Su halojenlerle reaksiyona girerek bunları indirger ve oksijen açığa çıkarır. 2H o+2Br → 4HBr + O Halojenlere örnek Oksitler su ile reaksiyona girerek hidroksitleri meydana getirir. Bu hidroksitler pozitif yüklü elementin periyodik tablodaki yerine bağlı olarak asidik, bazik veya amfoterik olabilirler. Su az da olsa iyonlaştığı için zayıf baz veya asit, tuzları suda çözündükleri zaman hidrolize uğrarlar. Metal nitrür suda bozunarak amonyak ve hidrojen açığa çıkar. Metal karbürleri hidrokarbonlar vererek su ile reaksiyona girerler. CaC + 2H O → Ca(OH) + C H Doğada bulunan suların en safları sırasıyla kar ve yağmur sularıdır. Özellikle yağmur sularında çözünmüş olarak hava içindeki gazlar yanında karbondioksit, klorürler, nitratlar, sülfatlar amonyak ve askıda organik ve anorganik tozlar bulunur. Yağmur suyu içinde çözünmüş halde bulunan amonyak, nitrat ve sülfatlar toprakların zirai gücünü artırır. Su, bitki ve hayvanların beslenmesinde önemli bir faktördür. Su,çözücü katalizör ve akışkan bir ortam olarak bazı büyüklüklerin tarifinde standart referans maddesi olarak artıkların uzaklaştırılmasında, seyreltici, dağıtıcı, soğutucu, temizleyici, ısı taşıyıcısı olarak bunların yanında hidro-elektrik üretiminde çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Sanayide hidrojen suyun elektrolizinden veya su buharı kızgın kömür içerisinden geçirilerek elde edilir. SUYUN İNSAN HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ Suyun vücudumuzdaki bulunma yerleri ve oranları şöyledir: Vücut hücreleri %55 Lenf %20 Kan plazması %7.5 Kemikler %7.5 Vücut organlarını ayıran, koruyan Destek doku %7.5 Beyin, omurilik sıvısı %2.5 Vücudumuzda lazım olan suyun büyük bir kısmı yiyecek içeceklerle alınır.Bundan başka organik maddelerin vücudumuzda yanması ile de bir miktar su meydana gelir. Su kaybı ise idrarla, terle, solunum ve dışkıyla olur. Organizmada su kaybı % 10’u bulduğu zaman hayati tehlike başlar. Vücutta su azaldığı zaman dengenin sağlanması için önce ciltten su çekilir, kanda su azalır, kanın yoğunluğu artar ve sonunda insan ölür. SUYUN VÜCUTTAKİ GÖREVLERİ Su vücutta metabolizma artıklarının atılması için bir araçtır. Su vücudun termostadı, ısı düzenleyicisidir. Vücutta su ter olarak atılırken, ısı da birlikte atılır. Bu nedenle vücut ısısı azalır. Ter buharlaşmak için vücuttan ısı alır. Böylece vücudun ısısı düşer.Vücutta gerekli olan maddeleri, gerekli yerlere taşırlar. İnsanın susamasıyla suya ihtiyacını belirtir. Lüzumlu olan su o anda alınarak su ihtiyacı giderilir. Bir insan günde yiyecek ve içeceklerle dışarıdan 2.9lt, vücuttaki kimyasal reaksiyonlarla 0.1 lt olmak üzere toplam 3 lt su alır. Buna karşılık kaybedilen su, idrarla l.5 lt, deri yoluyla (terleme şekliyle) 0.9 lt, solunum ile 0.4 lt ve dışkı ile 0.2 lt. dir. İnsanlar su ihtiyaclarını; meteor suları yer altı suları (kaynak, kuyu ve artezyen) ve yeryüzü sularından (ırmak, göl) karşılarlar. Dağlık, yüksek bölgelerdeki dere ve göl sularında organik maddeler bulunmamakla birlikte, çözünmüş organik tuzlar vardır. ...
-
Merdiven Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mI yandı? Neden tunca benziyor mermer? Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta... Ahmet Haşim ....
-
Rabbim Unakıtanlara AK bir şekilde yürü ya kulum demiş! Servete bak!
Ufuk_efe şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Rabbim Unakıtanlara AK bir şekilde yürü ya kulum demiş! Servete bak! AKP’nin iktidara geldiği tarihten 1 Mayıs 2009’a kadar Maliye Bakanı olarak görev yapan Kemal Unakıtan’ın ailesine ait A.B Gıda Sanayi’nin dikkat çeken performansını ortaya koydu. Unakıtan’ın ticari başarısı Harvard’da ders olur İSO tarafından açıklanan ‘Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu’ listesi AKP’nin iktidara geldiği tarihten 1 Mayıs 2009’a kadar Maliye Bakanı olarak görev yapan Kemal Unakıtan’ın ailesine ait A.B Gıda Sanayi’nin dikkat çeken performansını ortaya koydu. 2005 yılında ikinci 500’de adı bile olmayan A.B Gıda bu yıl açıklanan ilk 500 sanayi kuruluşu listesinde 434’üncü sırada kendine yer buldu İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından açıklanan Türkiye sanayisinin en büyük 500 kuruluşu listesinde en dikkat çeken performansı Kemal Unakıtan’ın oğlu tarafından yönetilen ve ortakları arasında eşinin ve kızlarının olduğu A.B Gıda Sanayi Ticaret A.Ş gerçekleştirdi. 2005 yılında İSO tarafından açıklanan ikinci 500 listesinde yer bulamayan, yani Türkiye’nin ilk 1000 sanayi şirketi arasına giremeyen A.B Gıda’nın adı ilk olarak 2006 ikinci 500 listesinde yer aldı. 47.8 milyon TL’lik cirosu ile A.B Gıda, 2006 yılı ikinci 500 listesine 437’inci sıradan girdi. 2007 yılına gelindiğinde ise A.B Gıda’nın cirosunu yüzde 26.3 artırarak 60.4 milyon TL’ye çıkardığı gözlendi. A.B Gıda bu performansı ile 2007 yılında açıklanan ikinci 500 listesinde kendine 239’uncu sırada yer bulmayı başardı. Bu yıl ise A.B Gıda ikinci 500 listesinden ’Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu’ listesine terfi etti ve kendine 434’üncü sırada yer buldu. A.B Gıda’nın cirosu kriz yılı olan 2008’de bir önceki yıla göre yüzde 112 gibi inanılmaz bir artış gösterdi ve 128.1 milyon TL’ye çıktı. Bu hızlı ciro artışı da A.B Gıda’yı en büyükler listesinde 434’üncü sıraya taşıdı. Faaliyet kollarına göre yapılan listede ise gıda içki tütün alanında 80’inci olmayı başardı. Kendi sektöründe A.B Gıda Doğuş Çay, Kerevitaş, Aymar gibi şirketleri geçmeyi başardı. Kurulduğunda iki tavuk kümesi bir de soğuk hava deposu vardı 2001: Abdullah Unakıtan, annesi Ahsen Unakıtan, kız kardeşleri Zeynep Unakıtan Basutçu ve Fatma Unakıtan ortaklığında AB Gıda kuruldu. İlk kurulduğunda Balıkesir ili Manyas ilçesi Yeniköy mevkiinde faaliyet gösteren kabuklu yumurta üretim tesislerinde sadece 2 adet tavuk kümesi, yumurta saklanan soğuk hava depoları ve civciv büyütme kümesi bulunuyordu. 2003: A.B Gıda, tam hasat zamanı düşük gümrük tarifesiyle 4 bin 400 ton mısır ithal edince piyasa kötü etkilendi. O dönem Maliye Bakanı olan Kemal Unakıtan, “Mısırları tavuklarımız için ithal ettik, sürekli yiyorlar” demişti. Abdullah Unakıtan mısırı gümrük vergisi yüzde 20 iken ithal etmiş, ithalatın ardından vergiler önce yüzde 45’e, sonra da yüzde 70’e çıkarılmıştı. Bu sayede Bakan’ın oğlu Abdullah Unakıtan’ın 360 milyar lira kazandığı iddia edilmişti. 2004: Avek ve Serab Gıda şirketlerine ortak olan Unakıtan’lar bu şirketlerdeki hisselerini devretti. 2005: A.B Gıda, Bandırma’da 2.5 milyon TL’lik yatırım için Hazine’den teşvik belgesi aldı ve KDV istisnası ile gelir vergisinden muafiyet kazandı. Zaten şirket de en büyük atılımını bu yatırım sayesinde yaptı. Yılda 60 bin fosforik asit işlenmeye başladı. Food Grade Fosforik Asit Tesisi Türkiye‘de bir ilk oldu. Fosforik asit rafinasyonu ile gıdada kullanılabilir fosforik asit üretimine de geçildi. Özellikle kanatlı hayvanlara yönelik yem sanayinde kalsiyum ve fosfor kaynağı olarak kullanılan maddeler üretildi. Şirket yıllık 72 bin ton üretim kapasitesi ile yurtiçinde liderliğe oynadı ve Avrupa ve Ortadoğu ülkelerine de ihracat yapmaya başladı. 2005: Türkiye’de bir ilk olarak fosfat tuzlarından biri olan STPP (sodyum tripolifosfat) üretimine başladı. Bu ürün özellikle deterjan ve seramik üretiminde yaygın şekilde kullanılan bir ürün olarak biliniyor. 2005: Telemobil adlı şirketin yönetimine Unakıtan kardeşler geçti. 2005: Maliye Bakanı Kemal Unakıtan‘ın kızları Zeynep ve Fatma Unakıtan, A.B Gıda‘nın Avrupa yakasındaki dağıtımını yapmak üzere FAB Gıda’yı kurdu. Abdullah Unakıtan, Şenol Ayvaz ile birlikte SAB Makine Limited şirketini kurdu. 2006: Kuş gribinin Türkiye’yi kasıp kavurduğu bir dönemde A.B Gıda’nın pastörize yumurtası marketlerde yerini aldı. Pastörize yumurta pazarının yüzde 90’ına sahip şirket, kuş gribi döneminde 1 haftada 1 milyon kutu ürün sattı. 2005 yılının başına kadar yumurtanın KDV‘si yüzde 8, likit yumurtanınki ise 18 idi. Abdullah Unakıtan‘ın sahibi olduğu A.B Gıda, likit yumurta yatırımı yapmaya başlayınca KDV de yüzde 8’e indi. 2008: Enerji alanında büyümek için Zeynep Unakıtan’ın büyük ortak olduğu ZİA Enerji şirketi kuruldu. 2008: A.B Gıda Sanayi A.Ş., Bandırma’da 600 MW kurulu güce sahip termik santral kurmak üzere EPDK’ya lisans başvurusu yaptı. Enerji uzmanları, Unakıtanlar’ın yapacağı yatırımın maliyetinin en az 600 milyon dolar olacağını vurguladı. EPDK santral için gerekli izni kısa sürede verdi. 2008: Abdullah Unakıtan, Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışından sonra ünlenen ’One Minute’ sözünü markaya dönüştürmek istedi. Babasının ABD Cleveland’daki kalp ameliyatından dönüşünde Abdullah Unakıtan bu isimle ilgili tescil başvurusunu geri çekti. 2009: A.B Gıda bünyesinde 7 bin 750 metrekarelik bir kek fabrikası kuruldu. ...... -
SÖZ OLA KESTİRE BAŞI BAZI medyada başlayan Kandil ve İmralı ulaklığının ardından sahne alan AKP’li vekillerin bölücübaşının ‘muhatap’ alınması için bastırması, Başbakan Erdoğan’ı kızdırdı: Partimin milletvekillerinin bu açıklamalarına ben doğrusu hoş bakmam! Herkes konuşur ama... SURİYE’ye gitmeden önce Yunus Emre’nin deyişiyle uyaran Erdoğan, “Şu anda çok kişi konuşuyor. Herkes konuşabilir ama partimin vekilleri söylem birliğini bozmamalı. Biliyorsunuz ‘Söz ola kestire başı’ olur ki, buna gitmek istemiyoruz” dedi. Milletvekillerine sert uyarı Başbakan Erdoğan: ‘Apo muhatap alınmalı’ diyen vekilleri Yunus Emre’nin sözleriyle fırçaladı: Söz ola kestire başı! “Sözü bilen kişinin, Yüzünü ak ede bir söz Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz Kişi bile söz demini, Demeye sözün kemini Bu cihan cehennemini, Sekiz cennet ede bir söz Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden Pek sakın o sah katından, Seni ırak ede bir söz” ... arefeden önce bayramı kutlayanlara ithaf olunur ...
-
Neden bunlar neden? Ve en acısı bunları sesizce sineye çekmek neden? Neden bu aşağılık duygusu bu zillet neden? Neden bu hafıza noksanlığı? Neden bu unutkanlık? Ne zaman bitecek başkalarının ninnisiyle başladığın bu uyku? Eğer uyumuyorsan ses ver! Ölümüsün Ölümüsün Türkoğlu .... Saygılar
-
Türkcemizi Koruyalım Yıl: 1965 "Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.." Yıl: 1975 "Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.." Yıl: 1985 "Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.." Yıl: 1995 "Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim.. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.." Yıl: 2009 "Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi asar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu yavrum?'" Yıl: 2026 "Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden.. Off, ay dont nov âbi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. 'Hay beybi..'" Dip Soru: Sizce son konuşmaya şahit olabilmek için 2026'yı bekler miyiz? Anamız, babamız, eşimiz, kardaşımız, arkadaşımız Türkçe’dir. Evimiz, obamız, yaylamız, köyümüz, beldemiz, şehrimiz Türkçe’dir. Milletimiz, vatanımız, bayrağımız Türkçe’dir. Doğduğumuz yer, Türkçe’nin vatanlaştırdığı yerdir. Öleceğimiz yer, Türkçe’nin ölümsüzleştirdiği yerdir. Anamızdan emdiğimiz süt, yediğimiz ekmek, içtiğimiz su Türkçe’dir. Aldığımız nefes Türkçe’dir. Konuştuğumuz ilk söz Türkçe’dir. Günümüzü aydınlatan güneş, gecemizi aydınlatan ay Türkçe’dir. Çocuğumuzu sevdiren, gencimizi coşturan, büyüğümüzü olgunlaştıran Türkçe’dir. Yazdığımız şiir, yaptığımız mimarî, çizdiğimiz resim, bestelediğimiz müzik Türkçe’dir. Sevdamız, sevgilimiz, aşkımız Türkçe’dir. Söylediğimiz türkü, şarkı Türkçe’dir. Çaldığımız saz, davul-zurna Türkçe’dir. Oynadığımız bar, tuttuğumuz halay Türkçe’dir. Sevincimiz, mutluluğumuz Türkçe’dir. Acımız, kederimiz Türkçe’dir. Sorunumuz Türkçe’dir Dünümüz Türkçe’nindi. Bugünümüz Türkçe’nindir. Yarınımız Türkçe’nin olacak; elbet, Türkçe’nin olacaktır. Türk’ü insanlaştıran Türkçe’dir. Türk’ü güzelleştiren Türkçe’dir. Türk’ü destanlaştıran Türkçe’dir. Türk’ü Türkleştiren Türkçe’dir. Sözün özü; Türk’ün her şeyi Türkçe’dir. Türkçe var oldukça, Türk hep var olacaktır. .......
-
Fıtnat Hanım ünlü Türk Divan şairi
Ufuk_efe şurada bir başlık gönderdi: Yazar-Şair Biyografileri Forumu
Fıtnat Hanım (d.?- ö.1911) İstanbul'da doğdu. Asıl adı Zübeyde'dir. Küçük yaştan itibaren şiirle ilgilendi. Rumeli Kazaskerlerinden Mehmed Efendi ile evlendi. Türkçe'yi çok güzel kullanan Dîvân şairlerinden biridir Laf ebeliğinin yanında Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı bahtsız evliliğiyle ve sonrasında da dul olmasıyla bilinirmiş.. Bir Kurban Bayramı öncesi, Fitnat Hanım kurbanlıklara bakıyormuş.. Tam da o sırada oradan geçmekte olan, ''Şair Haşmet'' Beyefendi, Fitnat Hanımım yanına yaklaşarak sormuş: - ''Ne o. Hanımefendi kurban mı bakıyorlar?'' - ''Evet. Niçin sorma gereği duydunuz Haşmet Bey?'' Haşmet Bey. Sakin ve saygılı bir ifadeyle buyurmuş. - ''Ben sizin kurbanınız olurum da...'' demiş... Bunu işiten Fitnat Hanım, Haşmet Beye şöyle bir bakar: - Ben ''Koç'' arıyorum a Haşmet Bey. Bakıyorum da siz de boynuzun esamesi yok. Ya da yeni çıkıyor.. demiş.. Fitnat Hanım'ın kim olduğunu bilip öğrenmem bir yana, hem de o zaman ki hayatta böylesine nükteli ve de san ki şifa niyetiyle iğnelermiş gibi, o sözleri yokmuymuş beni ona hayran bırakmak için yetip gitmiştir efendim.. Ahh ahhh Hey gidi Fitnat Hanım heyy Sizin gibi, desturlu bir Hanımefendiyle, aynı zaman dilimini paylaşmak vardı şimdi ama, ancak yıllar sonra bırakmış olduğunuz kasideler, gazeller, ''Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce'',diye başlayan en ünlü şarkınız, nükteleriniz ve günümüze kadar gelen eserlerinizle sizi tanımak ancak nasip oldu bu cana. Oysa ne kadar arzu ederdim efendim bir bilseniz. ''O Kurban Bayramı üzeri'' nasıl da bakmak isterdim bende sizinle birlikte şimdi ''O'' koçlara. Fitnat Hanım, Haşmet Beyin lafına karşılık, lafını da gediğine yerleştirdikten sonra, biraz uzaklaşmış ki başka bir dostuna daha rastlamış.. Selam ve hatırlaşma faslından sonra, Fitnat hanım'a yaşını sormuş o dostu.. Fitnat Hanım da:'' Altmışı geçiverdik,'' demiş.. Soruyu soran dostu şaşırmış ve kendisine:''Geçiverdik mi?'' Eee laf ebeliğini çok akçeye bırakacak hali yok ya Fitnat Hanımın da:''Elbette dostum,'' demiş, ''Zevk alınarak yaşanan yıllara ''Yaş'' denir. Biz ömrümüzü yaşamadık ki ''geçiverdi'' demiş.. Şair Fıtnat Hanım ve hizmetçisi kapalı çarşıda dolaşırken, arkalarından da Koca Ragıp Paşa ile Şair Haşmet geliyormuş. Kocakarı soğuğu yani ( berdelacuz) zamanı olduğundan hava etrafı kasıp kavuruyormuş. Ragıp Paşa Fıtnat Hanım’a laf atmak için, - “ Haşmet , demiş. Bu kocakarıda ortalığı dondurdu…” Bu sözü duyan Fıtnat Hanım arkasına dönmüş ve kocakarı soğuğundan sonra gelen öküz fırtınasına (site-i sevr) telmihen şu cevabı vermiş: -“ Arkasından da öküz geliyor.” Şair Fıtnat Hanım dul bulunduğu yıllarda ahbapları evlenmesini tavsiye etmişlerdi. Zarif kadın: -" Evlenmeğe lüzum kalmadı, dedi. Artık benim bir kedim,bir papağanım, bir de köpeğim var." -" Canım bunlar kocanın yerini tutar mı?" -" Niçin tutmasın?. Köpek, durmadan homurdanır!.. Papağanım, akşama kadar küfreder!... Kedim de geceleri dışarıda gezer!.. " diyerek bir benzetme yapar. Fıtnat Hanım mumcu güzeline aşık olur. İki günde bir henüz bıyıkları çıkmamış ve utancından yüzü al al olan mumcu güzelinin dükkanına gider, alışveriş yaparmış. İkisi arasındaki bu gizli aşk duyulunca bazı komşuları mumcu güzeline bir mısra ezberleterek demişler ki: -"Fıtnat Hanıma gözlerini süzer söylersin" Fıtnat Hanım bir kaç gün sonra yine sevgilisini görmeye gelince, mumcu güzeli ezberlediği mısrayı söyler: " Şem-i ruhuma dikkat ile bakma yanarsın!.." Şair Fıtnat Hanım bu sözün altında kalırmı? O da hemen şu mısra ile cevap verir: " Hattın gelincek, sen de beni mumla arasın!.." Yani sakalın çıkınca sende beni mumla ararsın... Işte böyle, ''geçiveren'' bir ömürde Fitnat Hanım Fitnat Hanım, (kendinden olan hemcinslerine belkide bir anlayış hatırası olarak,) birbirinden değerli eserler bırakarak ve adını Türk Edebiyatına ''Divan Şairi Fitnat Hanım'' diye yazdırarak günümüze kadar gelmiştir. Gazel: Eylesin tesir-i derdin cânâne Allah aşkına Girmesin gam hâneme bîgâne Allah aşkına Kim bilir dert ehlinin hâlin yine yâri bilir Kıl tarrahhum dîde-i giryâne Allah aşkına Bezm-i cânânım uzak bi sûziş-i hasret ile Gel seninle yanalım pervâne Allah aşkına Bî-harâb-âbâd- ı aşkındır unutma rahm edüp Fıtnat’ı gel eyleme dîvâne Allah aşkına Osmanlı'da adını: kadın şairler arasında en dikkat çekeni diye not ettirmiş. Her ne kadar doğum tarihi bilinmese de (?) 1911 yılında ''Koç'' gibi, gidivermiştir. O günden beri de Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet ile aralarında geçen şakalaşmalarıyla tanınıp anılıyor.. Türkçe'yi çok güzel kullanan ve bazı eserlerinde halkın konuştuğu dile de yer veren Fitnat Hanım'ın yayınlanan bir divanı var. Kendisinin bırakmış olduğu kıymetli eserlerinin güzelliğiyle, rahmetle ve saygıyla anıyoruz.. ...