yam_yam tarafından postalanan herşey
-
Atatürk - [Laiklik\Demokrasi - Şeriat]
Ahlak, ebeveynden çocuğa aktarılan bir genetik kodlama değil, içinde yaşanılan toplum tarafından empoze edilen bir olgudur. Sonradan öğrenilmeyen, doğuştan gelen davranış biçimlerine "içgüdü" denir ki, ahlak dediğimiz şey, bu grubun içinde yer almaz. Sayılı bir kaç maddeyi ortaya atarak "işte ! Ahlakın kesin temel yapı taşları bunlar" demek imkansızken ve her coğrafyada farklı ahlak kavramlarıyla karşılaşıyorken, ahlak için söylenebilecek "genlerinde zaten var olan" ifadesi akademik bir ifadeden çok tarafgirane ve yanıltıcı bir söylem olsa gerek. Bu saydıklarınız için "Tanrısal öngörü" söyleminiz bana biraz garip geldi doğrusu. Zira bizim Kur'an'da gördüğümüz öngörüler, genelde gayrimüslimlerin cehennemde ve bu dünyada karşılaşacakları eziyetlerden ve inananların da öte alemde alacakları ganimet(!)lerden ibaret. Onun dışında da , ihtiyaca göre getirilmiş hükümleri görüyoruz. Tabii Kur'an o kadar acayip bir kitap ki, her okuyan için farklı (!) anlamları içinde barındırabilmekte. O yüzden "Bunu da nereden çıkardınız" diye sorma gereği duymuyorum. Burada öncelikle sorgulanması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum ; "Kur'an, kendine has ahlaki değerler mi sunuyor, yoksa bu değerler zaten insanların binlerce yıllık kültür birikimlerinin sonucunda oluşmuş kriterlerin bir harmanından mı ibaret ?" Ben, Kur'an'ın kendine has ahlaki kurallar getirdiğini iddia edebilecek birinin çıkabileceğini sanmıyorum ;yeter ki insanlık tarihini biraz tanımış olsun. Öyleyse, Kur'an temelli bir ahlak yapısından söz edebilir miyiz? Kur'an'dan bir demokrasi doktrini gibi bahsedip, bu doktrinin muhteviyatını buraya maddeler halinde sunmuş olmanız beni ziyadesiyle tebessüm ettirdi. Lakin dediğim gibi, Kur'an çok acayip bir kitap; isteyen istediği anlamı çıkartabiliyor.
-
BÜYÜK PATLAMAYI DÜŞÜNMEK
Bu değerlendirmenizi kabul etmek mümkün değil. Sürtünme kuvvetinden bihaber olduğumuzda, hareket halindeki bir cismin yavaşlama eğiliminde olmasını ve sonunda durmasını cinlere mi bağlayacağız? Oysa ki bu durumu metafizik olarak değil, henüz keşfedilememiş bilgi olarak kabul etmeliyiz. Sizin bu önkabulünüz, sezon boyu Şampiyonlar Ligi'ni takip etmemiş bir Fenerbahçe taraftarının, final maçındaki diğer takımdan bihaber olduğu halde, R.Madrid'in kaybettiğini öğrenip Fenerbahçe'yi şampiyon ilan etmesine benzer...
-
Madde Nereye Kadar Parçalanabilir..?
Fotonları parçalamaya ne dersiniz? Fotonlar hem dalga, hem de parçacık özelliği sergiliyorlar. Ancak bunun yanında fotonlar kütlesiz kabul edilirler. Bunun nedeni de ışık hızında hareket ediyor olmaları. Normalde, durağan kütlesi 0'ın üzerinde olan bir maddenin hızı ışık hızına ulaştığında kütlesi sonsuz olmalıdır(hız arttıkça, kütle de artar). Bu yüzden ışık hızında hareket eden fotonların kütlesi 0 kabul edilir. Peki kütlesi olmayan bir maddeyi parçalayabilir misiniz?
-
BÜYÜK PATLAMAYI DÜŞÜNMEK
Ben bunu hiç bir zaman yadsımadım. Ancak sizin buradan çıkarmanız gereken anlam, evrenin metafiziksel varlıklar tarafından oluşturulup yönetildiği ihtimalini varsaydığımız, ya da ihtimal dahilinde tuttuğumuz olmamalıdır. Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum ; Kuantumsal (atomaltı parçacıksal) olaylar klasik fizik ile açıklanamazlar. Kuantumun temel ilkeleri anlaşılmadan önce, atomaltı parçacık davranışları da bilinen fizik kurallarının dışındaydı. Ancak bir davranışın bildiğimiz fizik kurallarının dışında olması, o davranışın açıklamasının metafiziksel olduğu anlamını taşımamaktadır. Bugün pek çok bilimadamı kuantum mekaniksel yöntemlerle big bang'i anlamaya, bilinmeyeni bilinenler envanterine katmaya çalışmaktadırlar. Nasıl ki bugün artık atomaltı parçacık davranışlarını "bildiğimiz fizik kuralları" içerisinde sayıyor isek, yarın big bang'in doğası ortaya konduğunda da artık "bildiğimiz fizik kurallarının dışında" ifadesini kullanmayacağız. Özetlersek; Bir olayın bilinen fizik kurallarına göre açıklanamıyor olması, o olayın metafiziksel boyutunun olduğu anlamını gelmez. Bugüne kadar bilim tarafından (Big Bang de dahil olmak üzere) hiç bir olayın açıklaması maddeden bağımsız olarak yapılmamıştır; bundan sonra da yapılmasını beklemek için en ufak bir neden yoktur.
-
Madde Nereye Kadar Parçalanabilir..?
Evrenin genişlemesinin yaklaşık olarak 40 milyar yıl daha devam edeceği düşünülüyor. Peki ya sonra? Bir cismin kütleçekimi etkisinden kurtulabilmek için gerekli olan hıza "kaçış hızı" denir. Bu hız Dünya için 11 km/sn dir. Yani bir cisim saniyede 11 km hızla hareket edebiliyor ise, o cisim Dünya'nın kütleçekiminden kurtulabilir. Peki evrenin kendi içine kapanmasını önleyecek kaçış hızı nedir? İşte bunu öğrenebilmemiz için en azından evrendeki toplam kütle miktarını bilmemiz gerekiyor. Ancak bu bilgiye ulaşmak da şu an için bir ütopya gibi görünüyor. Eğer evrenin yayılma hızı, gerekli olan kaçış hızından yüksek ise, evren sonsuza kadar yayılmaya devam edecek... Ancak bunun tersi ise, o zaman bir "big crunch" dan bahsedeceğiz...
-
BÜYÜK PATLAMAYI DÜŞÜNMEK
Matematiksel denklem sonuçları tekillik sözkonusu olduğunda "belirsiz" dir. Bu noktada denklem sonuçları kütle için sonsuza, yarıçap için ise sıfıra yaklaşıyor. Bu nedenle de evrenin yayılmaya başlamadan önceki durumu "hacimsiz (noktasal) ve sonsuz yoğunlukta bir enerji" olarak tarif ediliyor. Ancak unutulmaması gereken, tekillik noktası ve başlangıç anı bildiğimiz fizik kurallarının dışında olup, bu noktadaki matematiksel denklemlerimiz de geçersizdir...
-
13 MAYIS İZMİR MİTİNGİ... "ANNENİ AL DA GEL"... (13 Mayıs ANNELER GÜNÜ ve Annelerle Gavur İZMİR'DE kucaklaşma günü şimdiden kutlu olsun...)
Bayrağını kapıp meydanları dolduran, gelemeyip de kapısına, penceresine, balkonuna astığı bayraklarla destek veren hemşehrilerime ve cumhuriyete olan bağlılığını göstermek adına kilometrelerce uzaklıklardan İzmir'e akın eden tüm yurttaşlarıma gönülden teşekkürlerimi sunuyorum.
-
ŞİMDİ
Teleskobun görüntüyü büyütüyor olması, fiziksel olarak Güneş'e daha yakından baktığımız anlamına gelmiyor.
-
ŞİMDİ
Aslında Dünya üzerinde de, verilen teleskop örneğinden farklı bir durum yok; yalnızca teleskop örneğindeki süre çok daha fazla... 10 metre karşınızdaki insanın yüzüne bakarken bile gördüğünüz, anlık görüntü değildir. Işığın karşınızdaki insanın yüzünden sekerek sizin gözüne gelmesi arasında bir süre geçmiştir. Bu süre, 10 metre için 0,000033 saniye kadardır. Aslında siz, 10 metre önünüzdeki insanın 0,000033 sn önceki halini görüyorsunuz. Teleskobun büyütme yetisi ile, izlenen cisimden gelen ışığın süresi arasında bir alaka yoktur. 1x teleskop ile baktığınızda da Güneş'in 8 dk.önceki halini görürsünüz, 10x ile de...
-
Ateistlerin Din Konusundaki Yanilgilari -1-
Yeni biri için çok iddialı (!) ve amacını aşan sözler kullanmışsınız. Hakaret ve suç niteliği taşımadıktan sonra dilediğinizi yazmakta özgürsünüz tabii... Ancak yukarıdaki cümleleri, alıntı yaptığınız fikirlerin sağlıklı bir tartışma ortamında kullanıldıktan sonra ifade etmiş olmanızı beklerdim... Bu söyledikleriniz "boşlukların tanrısı" olarak nitelenen görüşü yanlışlamıyor ya da bu görüşe sağlam bir karşıtlık oluşturmuyor. Dinsel metin ve öğretilerde doğal süreçler anlatılırken, genel olarak yalnızca "neden" sorusuna değil, aynı zamanda "nasıl" sorularına da yanıt verilir. Dolayısıyla, ilahi olduğu düşünülen kaynaklarda verilen "nasıl" sorusunun yanıtı bilimin de ilgi alanındadır ve dinsel metinlere nazaran çok daha doyurucu ve sağlam niteliktedir. Bilim, dinsel öğretilerin getirdiği "nasıl" sorusunun cevaplarını yalanlıyor/yanlışlıyor ise, "neden" sorusuna verdiği cevapların da bir muteberliği kalmıyor. Sizin aktardıklarınızın geçerli olabilmesi, dinin getirdiği cevapların yalnızca "neden" sorusuna ilişkin olması durumuna bağlıdır. Halbuki durum öyle değildir... Bu tamamen teizme özgü bir hüsnüzandan ibarettir. Aslında yanıtı da "Neden Güneş Sistemi'nin diğer gezegenlerinde Dünya benzeri bir canlı sistemine rastlamıyoruz?" sorusunun cevabıyla kesişir. Canlılık oluşması için belli şartlar gerekir ve bu şartlar da Dünya adlı bir gezegende oluşmuştur. İnsanlar varolsunlar diye şartlar bu şekilde değildir; şartlar bu şekilde olduğu için insanlar vardır. Aksi halde evrenimizin 13,5 milyar yıllık tarihinde, insanın oluşabilmesi için neden 13,5 milyar yıl geçmesi gerektiği sorusunun cevabını vermeniz gerekir; hele ki tanrı evreni insan için yarattıysa.... Yukarıdaki alıntı tamamen bir safsata örneğidir. Hiç bir dayanağı olmadığı gibi, alenen bir bilgi aldatmacası vardır. "İndirgenemez Kompleks" iddialarına bilim tarafından gerekli yanıtlar verilmiş, bu iddianın geçersiz olduğu gösterilmiştir. İK'in iki büyük dayanağından "göz" ve "kamçı"nın kompleks birer yapı olmadığı, zaman içinde geliştikleri anlaşılmıştır. "God of the gaps" görüşünün bilimsel olmadığı iddiası dogmatik bir zihniyetin ürünüdür. Zira bu görüş tamamen bilimsel veriler kullanılarak oluşturulmuştur. Bunu ayrıntılarını da burada defalarca yazdık. İsteyin yine yazalım.....
-
FİTNE NEDİR? FİTNECİ KİME DENİR VE GÖREVİNİ NASIL YAPAR?
Oldukça yaygın mı? Bu forumda defalarca sordum , "Bana kız çocuklarını diri diri gömen arap kabilelerden bir kaçının ismini verebilir misiniz?" diye, kimse veremedi (İsmi lazım değil, birisi uyduruk bir kaç isim vermişti ama bunun doğru olmadığını göstermiştim). Dahası pek çok islami kaynakta bile bu durum "bazı kabileler" diye geçiştirilerek isim vermekten ısrarla kaçınılmıştır. Zira İslam bu konuyu propaganda amaçlı kullanmaktadır. Kız çocuklarının diri diri gömülmesi olayı , "cahiliye" diye adlandırılan islam öncesi arap toplumunda kesinlikle "yaygın" bir davranış biçimi değildir. Bunu yapan üç beş kişi varsa bile, buna günümüzde bile örnek bulmak mümkündür ; zira yeni doğmuş bebekleri çöp varillerine atmanın, onları diri diri gömmekten pek farkı yoktur. Böylesi bir durumu yasaklamış olmak da kesinlikle bir lütuf değil, olsa olsa göz boyamadır. Bakınız, aylık "Diyanet" dergisinde Prof. Dr. Hayrani Altıntaş ile yapılan röportajda ne denilmiş: Soru : Doğan her kız çocuğu öldürülüyor muydu? "Hepsi öldürmüyordu. Bir kısım insanlar öldürüyordu. Hatta Hz. Ömer’in kız çocuğunu nasıl diri diri gömdüğü rivayetler arasında açıkça ifade edilir. Neden bir kısım insanlar öldürüyor, bir kısım insanlar öldürmüyordu? Ölçüleri neydi? Her halde duygusal yön ağır basıyordu. Daha ziyade asil olanlar, cemiyet içerisinde kendilerinikabul ettirebilmek, gururlarına kabul ettirebilmek için yapıyorlardı. Halk arasında fazla yaygın bir adet olduğu kanaatinde değilim. " http://www.diyanet.gov.tr/DIYANET/nisan1999/gundem4.htm İslami kaynaklar bile kız çocuklarının hangi sebeple ve hangi kritere göre gömüldükleri konusunda fikir birliği içinde değildir. Ortaya konan iddilar, insan doğası ve bilinen gerçeklerle örtüşmemektedir. Ömer'in bile kızını diri diri gömdüğü iddiası rivayet olarak kalmış, sağlam/sahih bir hadise dayandırılmamıştır. Bu konu İslam tarafından propaganda amaçlı büyütülmüş ve çarpıtılmıştır. Aksini iddia edenler, lütfen ellerindeki sağlam dayanakları ortaya koysunlar (ki eğer var ise) ve beni ikna etsinler. Zina haramdır ; ancak çok kadınla evlenmek haram değildir. Kız çocuklarını diri diri gömmek çirkin bir davranıştır ama, diğer eşleri bir başka odada iken, o an için seçilen eşle cinsel birliktelik çirkin bir davranış değildir. Ne de olsa "zina" denen şeyin anahtarı, bir hoca ve iki şahitten ibarettir. 4 eş ile bu nikahı kıyarsan sorun değildir ama, nikah olmadan metres tutarsan ******sız ilan edilirsin. Nedense "edim" e bakılmaz da, edene bakılır ; lakin "edilenler"in bir önemi yoktur. Sen 4 eş ve sınırsız cariye hakkı tanırsan, zinaya gerek kalmaz zaten. Madem monogami (tekeşlilik) bir erdemdi de, tanrı ne diye kitabında 4 eş ve sınırsız cariye hakkı tanımıştır erkeklere? Bu hakkın kadınlara tanınmamış olmasının müsebbibi olarak gösterilen, "çocuğun babasının bilinemeyeceği mazereti" ne kadar geçerlidir? Ya da çocuğu olmayan, kısır bir kadına bu hak tanınabilir mi? Poligami bir dine, bir ritüele dayandırılınca iyi güzel de, dayandırılmadığında mı felaket sebebi? Bu ifadelerinizi yoruma değer bulmuyorum. Zira belli ki üzerinde fazlaca düşünmeden kullanmış, ya da yalnızca kendi inancınızı diğerinden ayırmaya yarayan bir destek bulduğunuzu sanmışsınız. Yanlış olup olmaması, kitaplarda belirlenen ve sizin kabul ettiğiniz kuralların içeriğine bağlıdır. Siz "Bunlar mutlak doğrudur" dersiniz, ben de "barbarlık".... Eğer "sizden/bizden" ayrımı yapmak fitnecilik ise, Kur'an fitneciliğin en seçkin örneklerini sunmaktadır. Sizin ******sız, bölücü ve bilimum isim altında saydıklarınızı, Kur'an "inanmayanlar" adı altında toplamıştır. Bu topluluğu da "bizden" kısmının dışında tutarak, bölücülüğün akademi kitaplarına giresi örneğini sunmuştur. Siz kabul edersiniz ya da etmezsiniz ama, sizin "fitnecilik" olarak tanımladığınız eylem ve söylemlerin, Kur'an'ın pek çok ayeti tarafından müslümanlara telkin edildiğini görmekteyiz. Aksini iddia ediyorsanız, bana Kur'an ayetlerinin içinden inanmayanlar lehine bir tek olumlu söylem getirin...
-
Tarih'in Kur'an-ı/Kur'an-ın Tarihi
Bu arada "tarih içerisindeki yeri" derken, Kur'an'ın içeriğinden mi, yoksa sonuçlarından mı bahsediyoruz?
-
Tarih'in Kur'an-ı/Kur'an-ın Tarihi
Şu ara işlerimin yoğunluğundan foruma pek zaman ayıramıyorum sayın boşig. "Tarih" kelimesi iki farklı anlamı işaret eder. Bunlardan ilki, geçmişte yaşanan toplumsal olayları, diğeri de bu olayları konu edinen bilimi adlandırmak için kullanılır. Sizin de bahsetmiş olduğunuz gibi "Metafiziksel tarih felsefesi" bu iki anlamdan birincisi için kullanılır. Tarih biliminin ortaya koyduğu bilgileri kendi öğretisine göre yorumlar ve bu bilgileri kısmen değiştirir. Örneğin, tarih biliminin geçmişte yaşanmış bir savaşın kazanan tarafı için ortaya koyduğu "nasıl" sorusunun cevabını, kendi öğretisine göre değiştirebilir. Tarih biliminin savaşı kazanan tarafın üstünlükleri üzerine getirmiş olduğu bilgileri yok sayarak, bu üstünlüğü metafiziksel varlıklara dayandırabildiğini biliyoruz. Bunun en somut örneğini de Bedir Savaşı için Allah'ın müslümanlara 3.000 melek ile yardım ettiğini bildirmesi ve müslümanların da savaşın kazanılmasında en büyük payın bu durum olduğuna inanmasıdır. Tarih, eğer ders alınması gereken bir olgu ise, buna engel olacak en büyük etken de tarihin metafiziksel süreçlerle yorumlanması çabası olacaktır. Tarih biliminin olabildiğince objektif olarak ortaya koymaya çalıştığı vakaların yanlı olarak değiştirilmesine ve bu haliyle de alınması gereken derslerin de önüne geçilmesine neden olur. Örneğin siz Jeofiziği "Metafiziksel Jeofizik Felsefesi" olarak ele alır da, depremleri bir tanrının kızgın olduğu kullarını helak etme yollarından biri olarak değerlendirirseniz, depreme dayanıklı bina yapmanızın bir anlamı yoktur. Zira siz ne kadar dayanıklı bina yaparsanız yapın, tanrı o binaları da yerle bir etmeye kadir olacaktır. Dolayısıyla bu konuda en önemli söylemlerden biri olan "Deprem öldürmez, bina öldürür" den alınması gereken dersi de önemsemeyecektir. Benim tarih üzerinden tutarlı bir felsefe oluşturulamayacağı yönündeki düşüncemin asıl müsebbibi de insanların sahip oldukları bu dinamiklerdir. Bunu biraz açmak istiyorum... Aynı gruptaki maddeler, aynı şartlarda hep aynı tepkiyi verirler. Ancak bu durum insanlar için geçerli değildir. Bir maddeyi tanıyabilmeniz için o madde üzerinde bir süre araştırma yapmanız yeterlidir. Aynı gruptaki diğer maddeler de incelediğiniz maddenin özelliklerine sahiptirler ve diğerlerini incelemenize gerek yoktur. Oysa ki her insan farklı özelliklere ve dinamiklere sahiptir. Bir insanı inceleyip de, "tüm insanlar böyledir" değerlendirmesi yapmak mümkün değil. "O labaratuvar tüpüne x maddesi değil de, z maddesi konulsa idi, sonuç şöyle olurdu" demek mümkün. Ama "x imparatorun yerine z imparatoru olsa idi sonuç şöyle olurdu" demek mümkün değil; deseniz de bu söylemle ortaya koyacağınız yorumlar muteber olmayacaktır. Bana göre, Fen bilimleri insan felsefesine yön veren araçlardan biridir. Ancak bence felsefeye yön veren tarih değil, tarihe yön veren felsefedir. Öyle olmayacağından emin olabilirsiniz... Ama yine de değerlendirme size ait... (İletimdeki yazı fontları benim stilim değil ama sizinkilerin içinden ayrıştıramadım)
-
Tarih'in Kur'an-ı/Kur'an-ın Tarihi
Metafizik ancak mitoloji ve ilahiyat'ın konusu olabilir sayın boşig; "Tarih" in değil. Dolayısıyla, metafiziksel inanış süreçlerinin ve içeriklerinin tarih felsefesi içerisinde değerlendirmesi son derece yanlış ve olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Üstelik "Tarih"in , deney ve gözlemlere dayalı diğer pozitif bilimler gibi değerlendirilmesi neticesinde tutarlı bir felsefe oluşturulabileceğini de düşünmüyorum.
-
Karadelikler
Kuşkusuz astronominin en ilgi çekici konularının başında gelir karadelikler. Gizemli olmaları yanında, mantık sınırlarını zorlayan söylemleri de bu ilginin nedenlerinin başında geliyor. Gökbilimcilere göre ise, karadelikleri iyice tanımadan evreni anlayabilmek olanaksız. Çünkü araştırmacılar evrende yayınlanmış tüm radyasyonun %20’sinin, bu arada X ışınlarının büyük kısmının, morötesi ve kızılötesi ışınımın büyük bölümlerinin, ve hatta radyo dalgalarının önemli kısmının şu ya da bu şekilde Aktif Gökada Çekirdekleri diye adlandırılan faal süperdev kütleli karadeliklerden kaynaklandığını düşünüyorlar. Karadelik ile Tanışma Kendisinden ışığın bile kaçamayacağı güçte çekim kuvvetine sahip cisimlerin varolabileceği, bundan iki yüzyıl kadar önce Fransız bilim adamı Simone Pierre LaPlace tarafından dile getirilmişti. Daha sonra karadeliklerin varlığına ilişkin ilk varsayım 1916 yılında ortaya atıldı. Alman gökbilimci Karl Schwarzschield, yeterli kütleye sahip cisimlerden kaçış hızının ışık hızına yaklaşabileceğini, bu nedenle doğrudan gözlenemeyeceklerini kanıtlamak amacıyla, genel denklemlerden yararlanarak karadelik kuramının temellerini attı. Çekimlerinden ışık dahil hiçbir şeyin kaçamayacağı bu cisimlere karadelik adının verilmesi ise ilk kuramın ortaya atılmasından yaklaşık 50 yıl sonra oldu. 1967 yılında Amerikalı fizikçi John Wheeler, LaPlace’ın “kara yıldızlar” olarak tanımladığı çökmüş cisimleri, “karadelikler” olarak bilim terminolojisine soktu. Einstein, Genel Görelilik Kuramı’nda, büyük bir kütlenin küçük bir hacme sıkışması sonucu oluşan çökmüş bir cismin uzay ve zaman koordinatlarını eğeceğini öne sürmüştü. Einsten’ı doğrulayabilecek bir kanıtı bulmak için astronomlar uzun süre uğraştılar. İlk umut, Kuğu takımyıldızı içindeki bir noktadan geldi. Bir teleskopla bakıldığında sıradan bir yıldız izlenimi veren bir X ışını kaynağını gözleyen astronomlar, bu yıldızın görülemeyen bir nesne tarafından etkilendiğini tespit ettiler. Yıldızın hareketi, öylesine tuhaftı ki, sanki görünmeyen bir el onu sallıyor gibiydi. Bu veri tayf gözlemleri sonucu elde edilmişti. İkinci bulgu, parlak X ışını yayılımıydı. X ışınlarının sıkışmış nesnelere düşen maddeler yayınlanabileceği zaten biliniyordu. Bu yüzden Kuğu takımyıldızında bir karadeliğin olabileceği temkinli bir dille açıklanmış ve ilk karadelik adayına Cygnus X-1 adı verilmişti. Ancak kimse bir karadelik bulduğunu söyleyemiyordu çünkü gözlemsel veriler yeterli değildi. İlk karadelik adayına kuşkular sürerken, Hubble başka bir yerde reddedilemeyecek gözlemsel kanıtlar buldu. 1994 yılının Temmuz ayında Hubble, M87’(Dünya’ya 50 milyon ışık yılı uzaklıkta yer alan dev bir gökada) nin merkezinde bir gaz bulutunun hareketini inceledi. Bulutun farklı noktalarından aldığı veriler yardımıyla görülemeyen bir nesnenin bulutu çekim etkisi altına aldığını ve etrafında döndürdüğünü keşfetti. Şekli sarmal bir disk olan bu gaz bulutunun farklı noktalarının tayfını alarak, bu verileri Dünya’ya yolladı. Tayfı inceleyen bir grup bilim adamı, fizikte Doppler Olayı (*) olarak bilinen durumun izine rastladılar. Hubble, M87’deki gaz bulutunun merkezden 60 ışık yılı uzaklıktaki bir kısmının tayfında kırmızıya kayma tespit ederek bu bölgenin bizden uzaklaştığını belirledi. Gaz diskinin tam aksi yönündeki bölge ise, maviye kayma gösteriyor, yani bize doğru geliyordu. Asıl ilginci, yaklaşan ve uzaklaşan bölgelerin hızıydı. Hubble, gaz bulutunun uzaklaşan kısmının hızını saniyede 550 kilometre olarak tespit etti. Yaklaşan bölgenin hızı da aynıydı. Gözlem ekibinden Holland Ford, “Şimdi tüm ipuçları birleşti; sarmal bir gaz diskimiz var ve dönüyor. Bir kısmı bize yaklaşırken diğer kısmı uzaklaşıyor…” diyordu. Bu verinin tek bir sonucu vardı; o da gaz bulutunun bir şeyin etrafında döndüğü gerçeğiydi. Peki bulutun etrafında döndüğü “şey” neydi? Yine gözlem ekibinde yar alan Richard Harms, kendinden emin bir şekilde yöntemlerini “Bir kere elimizde bu veriler varken yapmamız gereken şey, Newton fiziğinin bilgileri ışığında bu bulutu neyin böyle döndürdüğünü bulmaktır” şeklinde açıkladı. Sonuçta bulduklarına inanmaları bir hayli zor oldu. Bulunan, gerçek bir karadelikti. Üstelik bu öyle bir karadelikti ki, kütlesi Güneş’inkinin üç milyar misliydi. Bu kütle, yaklaşık Güneş sistemi kadar bir hacim içine sıkışmıştı. Karşı karşıya oldukları şey sıradan bir karadelik değil, kelimenin tam anlamıyla bir “süper kütleli” karadelikti. Bir diğer tanımla bizim gökadamız Samanyolu’nun onda biri kadar kütle, 9×10^29 km3 gibi kozmik ölçülerde ufak bir hacme sıkışmıştı. Etrafındaki bulutun bu kütleden kaçması olanaksızdı ve karadelik çevresinde dönerek sahip olduğu merkezkaç kuvvetiyle karadeliğin içine düşmekten kurtuluyordu. Dr. Holland Ford, gördükleri karşısında “Eğer bu bir karadelik değilse, ne olduğunu ben bilmiyorum” diyordu. Dr. Richard Harms ise biraz karamsar bir ifadeyle “Bu bir karadelik olamaz. Bulduğumuz, şu andaki astrofizik bilgimizle anlamakta zorlanacağımız bir şey” diye açıklıyordu görüşlerini. Özetle Hubble, karadeliğin kendisini görmedi. Zaten karadelik, ışığın bile kaçmasına izin vermediğinden, karadeliğin görünmesi diye bir şey söz konusu olamazdı. Hubble, karadeliğin çekim etkisine kapılmış bir gaz bulutunu tespit etti ve “bulutu bu şekilde hareket ettiren şey ne olabilir?” sorusunun cevabı olarak karşımıza karadelik çıktı. Nedir? Karadelik, uzay-zamanın kendi yapısında açılmış kütleçekimsel bir kuyudur. Olay ufkundan ışık bile kaçamadığı için gözle görülemiyor ve varlıkları ancak çevreye yaptıkları etkiden anlaşılabiliyor. Örneğin, bir başka yıldızdan çaldıkları gazın karadelik etrafında oluşturduğu disk içinde deliğe düşmeden önce yüksek hızlara erişmesiyle yaydığı X-ışınları aracılığıyla. Karadelikler iki türden oluşuyor. Birinci türden olanlar, çoğu gökadanın, bu arada bizim gökadamız Samanyolu’nun da merkezinde bulunan ve milyonlarca, hatta milyarlarca Güneş kütlesinde olan “sperdev kütleli karadelikler” ; ikinci türden olanlarsa, süpernova patlamaları sürecinde büyük kütleli yıldızların merkezlerinin çökmesiyle oluşan ve yaklaşık 10 Güneş kütlesinde madde içeren “yıldız kütleli karadelikler”. Gökadamızda bunlardan milyonlarcasının bulunduğu düşünülüyor. Dev kütleli bir yıldız, merkezinde daha fazla füzyon üretemeyip kütlesinin yaptığı muazzam baskıyı dengeleyemediği zaman kendi üzerine çöküp sonsuz yoğunlukta bir noktacık haline geliyor. Bu olay, yıldız kütleli karadelikleri oluşturuyor.Çok büyük gaz bulutlarının çökmesiyle ya da gökadaların son derece kalabalık merkezlerindeki yıldız ve gaz kütlelerinin birleşmesiyle de, milyonlarca, hatta milyarlarca güneş kütlesindeki“süperdev kütleli karadelikler” oluşuyor. Karadeliklerin merkezinde astrofizikçilerin “tekillik” dedikleri bölge bulunur. Tekillik birkaç kilometre çapında bir küredir, burada yoğunluk o kadar fazladır ki, normal fizik yasaları geçerli değildir. Artık burada hiç bilmediğimiz başka yasalar geçerli. Tekillik etrafında küresel bir hacim düşünülür; bunun yüzeyine “olay ufku” denilir. Bu küreye giren, yani olay ufkunu aşan hiçbir cisim bir daha geri dönemez; çünkü bu bölgede karadeliğin kütle çekiminden kurtulma hızı, ışık hızından büyüktür (İster bir parçacık, ister bir füze olsun, maddenin bir gökcisminin yüzeyinden ayrılabilmesi için, hızının, “kurtulma hızı” denen bir hız sınırını aşması gerekir; yoksa madde geri düşer. Kurtulma hızı gökcisminin yarıçapına ve kütlesine bağlıdır). Bu küre içine giren ışık ve maddeler dışarı çıkamadıkları gibi karşı konulmaz bir şekilde karadeliğe çekilirler. Madde, karadeliğin merkezine doğru dümdüz düşmez. Genellikle sarmal biçimli karmaşık bir yörünge çizer. Merkeze doğru inmeden önce, karadeliğin çevresinde dolanırken ek bir disk oluşturur; bu disk kocaman bir halka biçimindedir. Bu hareketi düzenleyen, Newton’un klasik çekim kuvveti değil, Genel Görelilik ve ışınım basıncının geri itmesidir. Chandra X-ışını teleskobu ve daha önce Alman Röntgen Uydusu tarafından elde edilen veriler, RX J1242-11 tanımlı bir gökadanın merkezinde bir yıldızın süperdev kütleli bir karadelik tarafından parçalandığını ortaya koydu. Şekilde gösterildiği gibi talihsiz yıldız, yakınından geçen başka bir yıldızın kütleçekimsel etkisiyle karadeliğe yaklaşan bir yörüngeye itiliyor. Yıldız karadeliğin yakınına sokulunca , deliğe yakın ve uzak noktaları arasındaki muazzam kütleçekim farkı yıldızı uzatıyor ve sonunda parçalıyor. Karadelik, yıldızın arta kalan tozun momentumu ve enerjisi nedeniyle ancak çok küçük bir kısmını yutabiliyor ve gerisini çevresindeki gökadaya geri püskürtüyor. Bir yıldızın bu biçimde parçalanması, tipik bir gökadada on bin yılda bir gerçekleşiyor. Karadeliğin İçinde… Diyelim bir uzay gemisindeyiz ve bir gökadanın merkezinde bir milyon Güneş kütleli bir karadeliği incelemekle görevliyiz. Göstergelere bir de bakıyoruz ki bir hata yapmışız ve olay ufkunun içine düşmüşüz. Yani karadeliğin içindeyiz. Geri çıkamayacağımızı da biliyoruz, bizi çok ötelerde bekleyen ana gemimize bir mesaj gönderemeyeceğimizi de. Çünkü olay ufkundan dışarı ne ışığın, ne de aynı hızdaki radyo mesajlarının çıkamayacağının farkındayız. Peki merkezdeki tekilliğe doğru sürüklenirken son anılarımız ne olacak? Dışarıyı görmeye devam edeceğiz. Çünkü olay ufkunun içine ışığın girmesi serbest; yalnızca çıkışı yasak! Belki uzaktaki cisimleri biraz garip biçimlerde göreceğiz. Çünkü karadeliğin bir milyon Güneş’lik kütlesi, gelen ışık demetlerini bükecek. Bizi şaşırtan bir durum, böylesine güçlü bir cismin içinde olduğumuz halde kütleçekimini hissetmememiz. Nedeni, hala serbest düşüşteyiz ve deliğin güçlü çekim alanı, bedenimizin, gemimizin her noktasına aynı şiddetle etki yapıyor. Ancak tam altımızdaki merkeze 600.000 kilometre sokulduğumuzda bir gariplik hissetmeye başlıyoruz. Sanki ayaklarımız, başımızdan daha büyük bir kuvvetle çekiliyor. Merkeze yaklaştıkça bu etki artıyor ve kendimizi uzamış hissediyoruz. Daha da yaklaştıkça, son anımsadığımız, bedenimizin parçalanmak üzere olduğu. Ne yazık ki, gözümüzün önünden geçen yaşamımız, ancak kısa metrajlı bir film olabiliyor. Çünkü başından sonuna bu süreç fazla uzun değil. Uzaklardan bizi seyreden ana gemideki arkadaşlarımıza gelince, işlerin yolunda gitmediğini anlamaları epey zaman alacaktı. Çünkü onlar, bizi karadeliğin olay ufkuna yaklaştıkça giderek yavaşlıyor olarak algılayacaklardı. Fizik kurallarına göre biz olay ufkunu çoktan geçip öldükten sonra bile arkadaşlarımız, olay ufkuna vardığımızı bir türlü göremeyeceklerdi. Sonsuza kadar bekleseler bile. Biz de yeni oluşmakta olan bir karadeliğe yaklaşsaydık, ömrünü tamamlayıp çökmekte olan yıldızın giderek küçüldüğünü görecek, ama kara delik oluştuktan sonra dahi çöken maddenin olay ufkunu aşıp gözden kaybolmasını göremeyecektik. Bu durumun nedeni, Einsten’ın kütleçekim kuramında saklı. Genel göreliliğin temel öngörüsü, kütlesi olan her cismin uzay-zaman dediğimiz dört boyutlu dokuyu, tıpkı üzerine ağır bir top konmuş esnek bir kumaş gibi çukurlaştırması. Bu çukurun üzerinden geçen herhangi bir cisim, hatta ışık, çukurun büktüğü düzlemden geçtiği için biraz eğrileşecek, ya da bükülecekti. Karadelikler, çok büyük kütleli cisim olduklarından, uzay-zamanda oluşturdukları çukurlar da bir dipsiz kuyuyu andırıyor. Çukurun bir kenarından içeri düşen bir cisim, hatta hızlı bir ışık fotonu bile, karşı duvara ulaşıp eğriyi tırmanarak yeniden düze ulaşamıyor. Einstein’ın gösterdiği gibi uzayla zaman aslında aynı şey olduklarından kütle zamanı da bükmüş oluyor. Bu nedenle zaman bizim için daha yavaş geçerken, uzaktaki arkadaşlarımız için daha hızlı akıyor. Eğer zamanında uyanabilseydik ve karadeliğe düşmeden olay ufkunun kenarında bir süre araştırma yaptıktan sonra dönebilseydik, kavuştuğumuz arkadaşlarımızı bizden daha fazla yaşlanmış bulacaktık. Genel göreliliğe göre durum bu. Gerçekteyse arkadaşlarımız, gözden kayboluşumuzu izleyebileceklerdi. Nedeni de ışığın kırmızıya kayma olgusu. Karadeliğin yakınlarında uzaya saçılan ışık, giderek daha uzun dalgaboylarına doğru, ‘kırmızıya’ kayar. Bu durumda belirli bir dalga boyunda yaydığımız görünür ışık, arkadaşlarımızca daha uzun dalgaboylarında algılanacak. Sonunda saçtığımız ışık görünür olmaktan çıkacak, önce kızılötesi ışınlara, daha sonra da radyo dalgalarına dönüşecek, arkadaşlarımız, bizim varlığımızı ancak özel aygıtlarla izleyebileceklerdi. Sonunda dalga boyları öylesine uzayacaktı ki, arkadaşlarımız için tümüyle görünmez ve algılanmaz olacaktık. * Doppler olayı, hareket eden cisimlerin yön ve hızlarını bulmamıza yarar. Eğer bir yılıdızın tayfındaki çizgilerde kırmızı veya maviye kayma varsa, cisim bizden uzaklaşıyor veya bize yaklaşıyor demektir. Kaymanın oranı da bize hızı verir. Kaynaklar : Bilim ve Teknik Dergisi / Kasım 1988 Ağustos 1994 Kasım 1999 Kasım 2006 Aralık 2006 http://antwrp.gsfc.n...d/ap040224.html http://www.biltek.tu...zyildabilim.pdf
-
Doğa Kanunları ve Sistem
Entropi, maddenin uymak zorunda olduğu yasaları gözardı ederek bir yargıda bulunmaz sayın sardunyam. Örneğin bir hidrojen atomunu "düzenlilik" olarak adlandıracaksak, H.Y'nin iddiasına göre bu atomun da kendi halinde oluşması Entropi'ye göre mümkün değildir. H.Y'ye göre proton ve elektronu kendi haline bıraktığınızda düzensizliğe, dağınıklığa gideceklerdir. Halbuki entropi bundan bahsetmez. Zira artı yüklü proton ve eksi yüklü elektron uygun ortamda birbirlerini çekerek bir hidrojen atomunu oluşturmaları kaçınılmazdır ; tıpkı iki hidrojen ile bir oksijenin birleşerek suyu meydana getirmesi gibi. Peki entropi neyden bahseder? Evrendeki enerjinin tüm hareketliliğe rağmen sabit kaldığını, buna rağmen kullanılabilir enerjinin zamanla kararlı hale gelerek kullanılamaz duruma geleceğini söyler. Örneğin,sıcaklıkları aynı olan iki madde arasında ısı alışverişi gerçekleşmez. Zira ısı yalnızca sıcaktan soğuğa doğru hareket eder. Dışarıdan enerji alışverişi olmayan kapalı bir sistemde, aynı sıcaklıktaki iki cismin, potansiyel enerjileri olmasına rağmen bu enerjileri kullanılabilir durumda değildir. Yani ısının hareketi tek yönlüdür ve tersinmezdir. Ancak entropi, tüm bu süreçler içerisinde maddenin düzenli yapıları oluşturamayacağını iddia etmez. Entropinin iddiası, kullanılabilir enerjinin tersinemez özelliğinden dolayı evrenin eninde sonunda ısı ve ışık ölümüne gideceğidir. Yani evrendeki ısı alışverişi neticesinde evrendeki ısının bir dengeye ulaştığı, enerji alışverişinin bulunmadığı dingin bir evren modeli. Entropiye göre evrende bir düzenin (nasıl bir düzenden bahsediliyor ise artık) oluşamayacağı iddiası, yalnızca çarpık bir zihniyetin çarpık bir iddiası olabilir... Bakınız, buraya bilimsel olduğunu iddia ettiğiniz bazı verilerle gelerek inancınıza kanıt ya da destek getirdiğinizi düşünüyorsunuz. "Kanıt" dediğiniz şeyin en büyük özelliği "geçerlilik" olgusudur. Ancak siz, elinizin altında yığınla kaynak var iken, ihticaca sahih olmayan, dahası bilimsel verileri her fırsatta çarpıtarak düzenbazlık yaptığı defalarca ifşa edilen birine ait kaynakları getirerek bunların geçersizliğini göstermemi istiyorsunuz. Hay hay... Göstereyim de, bu kaynakların düzenbazlık eseri olduğunu anlayabilmeniz, bu kaynaklara güvenilemeyeceğini görebilmeniz için daha ne kadar uğraşmamız gerekecek? Benim bu konuda bu derece hassas olmamın nedeni, karşımıza "Yahu bu adam böyle söylüyor ama acaba öyle midir" şeklinde değil de, "Ahanda bu böyledir, bu da inancımızın kanıtıdır" şeklinde gelmeniz. Yani bu adamın her söylediğinin doğru olduğu ön kabulü ile karşımıza çıkmanızdır. "Ben hiç bir ihtimali göz ardı etmiyorum" sözünüzde samimi olduğunuza inanmıyorum sayın sardunyam. Aksi olsaydı, malum kaynakların, çok büyük ihtimalle "yalanlar" ile dolu olduğu ihtimalini de göz ardı etmez, bilimsel verilerle karşılaştırma ihtiyacı hissederdiniz. Ben bile buraya bir bilimsel veri aktarırken birkaç kaynaktan birden doğrulamaya çalıştığım halde, karşımdakilerin yalnızca duymak istediklerini söylediği için bir yazıyı buraya copy-paste etmesi beni ziyadesiyle rahatsız ediyor. Daha fazla rahatsız olduğum nokta ise, "okudum/araştırdım" denmesi. Ne kadar da samimiyetsizce.... Eğer çekinceleriniz deneyimlemek ise, siz Dünya'nın tamamen sular altında kaldığı bir ortamı deneyimleyerek mi Nuh Tufanı'na inanıyorsunuz? Ya da bir melekle karşılıklı bir deneyiminiz mi oldu da bu fizikötesi varlıklara (!) inanıyorsunuz. Yoksa kuark ve glüon plazması için bu çekinceleriniz deneyimlemekten değil de, inancınıza bir destek sağlamadığı ya da yanlışladığından mı kaynaklanıyor? Siz bu ihtişamın arkasında bir "Yaratıcı Kudret" olduğunu iddia ediyorsanız eğer, bunun için de geçerli bir dayanağınız olması gerekir. Eğer bu ihtişam size göre olağan değil ise, burada olağan olmayanın ne olduğunu belirtmeniz gerekir. Ancak bu "ne" yi belirtirken, ortaya gerçekle alakası olmayan, çarpıtılmış verileri değil, günümüz bilinenlerini ve kabullerini koymanız gerekir. Daha önce de belirttiğim gibi sizin tek dayanağınız henüz bilinmeyenlerdir. Ancak günümüz bilinenlerini de inancına destek (!) gösterebilme adına küçümsemeye çalışmak da, insanın binlerce yıllık birikimlerine ihanetten öte bir anlam taşımaz. İnsanoğlu bugünün bilinenlerini binbir çabayla, özveriyle elde etmişken, 1400 yıl önce kerameti kendinden menkul birinin iddialarına sarılarak bugün gelinen noktayı küçümsemenin adı başka ne olabilir? Bu olsa olsa, insanoğlunun evreni tanıma adına attığı adımlardan, gösterdiği çabadan duyulan rahatsızlığın ifadesidir. Zira insanoğlunun evren hakkında bildikleri arttıkça, dinin dayanakları azalmaktadır. "..bu düzenlilik maddenin olağan hali ile kendiliğinden gelişmiştir demek bana göre tercihtir" ifadeniz, zaten insanoğlunun evren hakkında bildiklerinden sizin ne kadarını nasiplendiğinizi gösteriyor. Bunun nedenini de defalarca belirtmeme rağmen tekrar etmekte bir beis görmüyorum. Bunun nedeni, evreni, doğayı tanıma/anlama adına nesnel bir çaba göstermemiş olmanız, yalnızca inancınıza uygun gördüklerinizi doğru oldukları önkabülü ile yaklaşmış olmanızdır. Allah'ın bilimi insan için yarattığı iddianıza karşılık sizden tek bir örnek istiyorum sayın sardunyam... Bana Allah'ın bugüne kadar Bilim için göstermiş olduğu tek 1 (yazı ile "bir") lütfu örnek olarak gösterebilir misiniz? Örneğin insanoğluna bir teleskop, bir mikroskop vermiş midir Allah? Ya da gönderdiğini iddia ettiğiniz kitabında tek bir bilimsel yöntemden bahsetmiş midir? Ya da evren hakkında tamamen yanlış/yanıltıcı bilgiler vermek yerine, insanoğlunun bilmediği, yol gösterici tek bir nokta göstermiş midir Allah? Bu konuda ilgili bilimsel yayınları okumanızı öneririm. Zira bilim bu konuyu bilinenler ölçüsünde açıklamaya çalışmıştır. Ancak farzedinki biz bunları bilmiyoruz. Peki siz bana anlatabilir misiniz canlılığın nasıl başladığını? Örneğin, insanın ortaya çıkması için neden 13,5 milyar yıl geçmesi gerektiğini? Ya da Dünya'nın ilk bir milar yıl sonrasında yalnızca basit canlılar var iken, neden kambriyen patlamasından sonra canlılığın çeşitlendiğini? Ya da insan denilen canlının, Dünya denen bir gezegende imtihan edilebilmesi için neden 75 milyar ışık yılı genişliğinde bir evrene gereksinim duyulduğunu ve bu imtihan için neden 13,5 milyar yıl beklendiğini... Siz tüm bunları cevaplayabilir misiniz? Eğer tüm bunları açıklayabiliyor iseniz, işte o zaman "bunları bir yaratan var" diyebilirsiniz.. Aksi takdirde yalnızca dogmatik söylemlerde bulunmuş olacaksınız. Bu son söylediklerinize yorum getirmek istemiyorum. Kişisel görüşleriniz içerisinde nesnel, dogmatik olmayan bir ifadeye rastlayamadığım için nesnel bir yorum da getiremeyeceğim...
-
Doğa Kanunları ve Sistem
Sayın sardunyam; Alıntıladıklarınızın arkasında durmuyorsunuz. Size bunların yanlışlığını gösterdiğim halde bana düzenden bahsediyorsunuz. Siz ne alıntılamıştınız : "Termodinamiğin İkinci Kanunu, evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin, zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini söyler" Sözde bu yasaya istinaden Big Bang'in içerisinde bulunduğumuz evreni oluşturmasının mümkün olmadığı, bu evrenin ancak doğaüstü bir güç ile oluşabileceği zırvalığını alıntıladınız. Şimdi de bu kısma hiç değinmiyor, doğal süreçlerin bir tanrının eseri olduğunu söylüyorsunuz. Halbu ki bakın alıntıladığınız kısım doğal süreçlerin entropi yasası gereği içinde bulunduğumuz evreni oluşturamayacağınından bahsediyor. Benim karşı olduğum nokta sizin bu süreçleri tanrıya bağlamanız değildir. Bu düşüncenizi anlayışla karşılayacağımdan emin olabilirsiniz. Benim karşı olduğum, çarpıtılmış verileri alıntılayarak inancınıza delil göstermeye çalışmanız, dolayısıyla bilimin murdar edilmesine alet olmanızdır. Ağır itham olduğu sizin düşünceniz. Ben yalnızca bir tespitte bulundum. Bu tespitimi de itham etmek için değil, konuyu vurgulamak açısından yaptım. Sizin bu konuları öğrenmek, anlamak için (doğayı, evreni anlama çabası içerisinde, nesnel olarak) okuduğunuza değil, tamamen inancınıza bir destek olarak gördüğünüz için okuduğunuzu düşünüyorum. Zira başvurduğunuz kaynaklar oldukça manidar. Halbu ki aksi olsaydı, bunu kaynaklarınızdan anlayabilirdik. "Ben kimin söylediğine bakmam" diyorsunuz ama, sahtekarlığı defalarca ifşa edilmiş bir adamın sözlerini yine de buraya taşıyabiliyorsunuz... Oysa ki ben sizden inancınızı destekleme adına bilimsel verilerinizi uzantısında "edu.tr" olan sitelerden, ya da bilimsel yayın ve dergilerden almanızı beklerdim; bir sahtekardan değil... Eğer termodinamiğin birinci yasası yoktan varolmayı, yani sizin kutsalınızın iddiasını yalanlıyor ise, ikinci kanun nasıl olur da sizin kutsalınızı destekleyebilir hiç düşündünüz mü? Patlamadan sonra madde gaz halinde değildi. Madde, "kuark ve glüon plazması" denen bir haldeydi. Yani ortam henüz kuarkların glüonlar yardımıyla bir araya gelemediği kadar sıcak bir durumdayken (Bu süre yaklaşık olarak Büyük Patlama'dan sonraki ilk saniyenin birkaç milyonda biri kadar)... Daha sonra giderek soğuyan evrenin enerjisi, glüonlar ile kuarkların serbest halde dolaşmasına izin vermemiş ve bunlar madde parçacıklarının içerisine hapsolmuşlardır. Şu anda parçacık fiziği labaratuvarlarında da parçacıklar ışık hızına yakın hızlarda çarpıştırılarak bu durum gözlemlenmeye çalışılmaktadır. Kuarklar ve glüonlar çeşnileri (türleri) ne göre proton ve nötronları oluşturmuş, proton ve nötron da atom çekirdeğini... Artı yüklü Proton, eksi yüklü elektronu kendine çekmiş böylece hidrojen atomu oluşmuştur. Hidrojen gazları yıldızları oluşturmuş, bu yıldızlar da kimyasal tepkimeler sonucu bir madde fırını işlevi görerek daha ağır atomların oluşmasına neden olmuştur. Bu daha ağır atomlar da süpernova patlamaları, ya da yıldızın dış kabuğunu uzaya salınması ile diğer gök cisimlerinin hammaddesini oluşturmuştur. O günkü enerji ile bugünkü enerji , enerjinin korunumu ilkesine göre birbirine eşittir. Şimdi son paragrafta kısaca evrenin oluşumunu gördünüz. Burada bir tanrıya yer var mı? Eskiden "Bak şu evrene, nasıl varolmuş olabilir." diye sorulmuş, karşıdakinin verebileceği bir cevap olmadığı görülünce de, "Bunları Allah yaratmıştır" denilerek sözde Allah'a kanıt gösterilmiştir. Halbu ki artık evrenin ve evrendeki gökcisimlerinin nasıl oluştuklarını biliyoruz. Karşısındakinin "nasıl varolmuş olabilir" sorusuna artık bir cevap verildiği için, teizm bilinmeyenlere çekilmiştir. Kabul edin ya da etmeyin, entropi, evrenin doğal süreçler ile oluşamayacağını kesinlikle ve kesinlikle söylemez. Entropi, alıntı yaptığınız kaynak tarafından kasıtlı olarak çarpıtılarak evrenin bir tanrı tarafından oluşturulduğuna kanıt gibi sunulmaktadır. Ne yazık ki siz de bu konunun doğrusunu bilmediğiniz için bu çarpıtmalara alet oldunuz ve entropiyi kendi inancınızın bir kanıtı gibi sunmaya çalıştınız. Yayılan gaz elbette bir etki ile ilk yerine toplanabilir. Ancak daha önce size entropinin kapalı sistemler için geçerli olduğunu söylemiştim. Yani dışarıdan bir enerji girişi olmadığı durumlarda. Sizin alıntı yaptığınız kaynak evrim için de aynı çarpıtmayı öne sürmüştü. Sözde entropi yasası gereği Dünya'da entropiyi azaltacak bir durum söz konusu olmamalıymış. Bu da canlılık oluşumuna engel bir durummuş. Ancak hazret Dünya'nın kapalı bir sistem olmadığını, dış uzaydan ve Güneş'ten sürekli enerji aldığı gerçeğini okuyucu (!) larından gizlemiştir. Anlayacağınız, entropi konusu sizin kaynağınızın bahsettiği gibi bir durumu öngörmez. Tekrar ediyorum sayın sardunyam ; Evrendeki oluşumları ve düzeni (!) bir tanrıya bağlamış olmanıza bir şey diyemem. Ancak sizin alıntıladığınız kısım, sizin yukarıda söylediklerinizi söylemiyor. Açıkçası bunun farkında mısınız, değil misiniz onu bile anlayabilmiş değilim. Zira size sürekli bunu söylemeye çalışıyorum. H.Y denen zat, entropi yasasını göstererek mağaradaki heykellerin doğal şartlarla oluşamayacağını ileri sürmüş. Aynı mantıkla ben de diyorum ki ; "Öyleyse her biri birer sanat eseri gibi görünen sarkıtların da doğal şartlarla oluşmaması gerekir. Halbuki biz bu sarkıtların doğal şartlarla oluşabileceğini biliyoruz." Sonra siz benim bu söylediğimi kabul edip, benden farklı olarak bunu bir tanrıya bağladığınızı söylüyorsunuz. Tamam, buna saygı duyarım. Ama ne olur hem benim söylediklerimi kabul edip, hem de "o alıntıya katılıyorum" demeyin. Zira ya ben haklıyım, ya da H.Y... Ya "sarkıtlar doğal süreçlerle oluşamaz" diyeceksiniz, ya da H.Y'nin zırvaladığını kabul edeceksiniz. İkisinin ortası yok.... Yine aynı yere geldik... Siz bu durumu doğal bir süreç görüyor ve bu sürecin arkasında bir tanrı olduğunu iddia ediyorsunuz. Ben de "Neden bir tanrı olsun ki?" diye soruyorum. Biz bu süreçleri (kısmen) biliyoruz, ve bilmediklerimizi de zaman içinde öğreniyoruz. Şimdiye kadar hiç bir zaman da yeni öğrendiklerimizin içinde bir tanrının izine rastlamadık. Bundan sonra neden rastlayalım? Bilim sizin sorduklarınızı açıklamış : Saçlarda sinir hücreleri olmadığından saç kökleri uzumanın seviyesini algılayamıyor ve saçlar uzama ömrü boyunca uzuyorlar. Kaş, kirpik gibi kılların boyları da genetik olarak programlandığından belli bir uzunlukta duruyor. Siz bunu tanrının eseri olarak görebilirsiniz. Ama bu durumu tanrının kanıtı gibi gösteremezsiniz... Maddenin Big Bang öncesi halini biz de bilmiyoruz. Yalnızca sonsuz yoğunlukta bir enerji, bir tekillik olarak tanımlayabiliyoruz. Big Bang sonrası süreci de size kısa olarak yukarıda açıkladım. Ancak tekrar ediyorum, bilimin bugün bilmediği bir konu tanrının kanıtı olarak gösterilemez. Zira bugünün bilineni de, dünün bilinmeyenidir. Bizim bugün bildiklerimizin içinde de bir tanrıya yer yoktur. H.Y size kişisel olarak bir şey ifade etmiyor ise, neden hala sahtekarlığı defalarca ifşa edilmiş birini kaynak olarak önümüze getiriyorsunuz. Lütfen bunun da yanıtını düşünün....
-
Doğa Kanunları ve Sistem
İnanın sizi anlayamıyorum.... Hem "doğa kanunları yapar" diyorsunuz , hem de ".....bu düzenliliğin doğa kanunları ile açıklanamayacağına hemen karar verirsiniz" alıntısına yer verip bu yoruma katıldığınızı belirtiyorsunuz? Bakın sayın sardunyam ; Beni sizin inanıp inanmamanız ilgilendirmiyor. Sizin yaptığınız, eğitimsiz insanları kandırmak amacıyla bilimsel verileri çarpıtan ve bilimi murdar etmeye çalışan birine bu amacında ortaklık etmektir. Adım gibi eminim ki, termodinamik kanunlarının ne anlatmaya çalıştığı konusunda bir fikir sahibi değilsiniz. Bu konuyu yalnızca inancınıza destek olduğunu zannettiğiniz için buraya alıntıladınız. Halbuki Termodinamik kanunları hiç bir zaman Big Bang'in doğal şartlarda bugüngü evrenin oluşamayacağından bahsetmez. Hatta termodinamiğin 1. yasası sizin yoktan varolma inancınızı yalanlar. Bu yasa deneysel gözlemlere dayanarak enerjinin var veya yok edilemeyeceğini, ancak bir biçimden diğerine dönüşebileceğini vurgular. Ancak nedense sizin alıntı kaynaklarınızda bu konudan bahsedilmemekte, yalnızca 2. yasanın çarpıtılmışlığına yer vermektedir. Size bu konuyu bir örnekle açıklamaya çalışayım, Öncelikle bu yasanın dışarıdan enerji alışverişi bulunmayan, kapalı sistemler için geçerli olduğunu bilmeniz gerekiyor. Örneğimize gelirsek, 30 cm3 lük kapalı bir tüp düşünün. Bu tüp içerisindeki içerisinde bir çeşit gaz bulunan 10 cm3 lük kısım, bir kapak ile diğer bölümden ayrılmış olsun. Eğer aradaki kapağı kaldırırsanız, bu gaz tüpün diğer kısımlarına dağılacaktır ve bir daha 10 cm3 lük kısma geri toplanması ihtimal açısından imkansıza yakındır. (Bilimde imkansız diye bir şey yoktur. Küçük de olsa böyle bir ihtimal her zaman vardır) Entropi kısaca böyle özetlenebilir. Ancak sevgili sardunyam, seni temin ederim ki, bu kanun Big Bang'in içinde bulunduğumuz evreni doğal şartlarla oluşturamayacağından kesinlikle ve kesinlikle bahsetmez. Mağara örneğini de bu yüzden geri örnekledim size. H.Y denen zat, sözde zırvalarını desteklemek için mağaradaki heykellerden bahsetmiş. Halbuki heykelleri boşverin, sarkıtlar çok güzel bir örnektir. H.Y'nin entropi çarpıtmasına göre her biri birer sanat eseri gibi görünen sarkıtların oluşması da imkansız olmalıdır. Halbu ki siz, bu sarkıtların doğal süreçlerle oluşabileceğini kabul ediyorsunuz (ki etmelisiniz. Zira öyledir) ama, entropiye göre evrenin doğal süreçlerle oluşamayacağı yorumuna katılıyorsunuz öyle mi? Eğer öyle ise ya kendi içinizde çelişmektesiniz, ya da koyu bir taassub içinde bu konuda bilimle inatlaşıyorsunuz. Dünya'daki ahenk ?? !!! Şiddetli fırtınalar, şiddetli depremler, volkanik patlamalar, çölleşme, sel baskınları, ozon tabakasındaki delinme, küresel ısınma, atmosferdeki karbondioksit oranının 150 yıl öncesine göre neredeyse 2 katına çıkması... Bunlar bir ahengin neticesi midir? "Çeşitlilik" demişsiniz.. Bu çeşitliliğin kaynağı nedir sizce? Neden kambriyen döneminden önce yaşamış bir tavşan fosiline rastlamıyoruz? Ya da neden o dönemdeki pek çok canlı türüne günümüzde rastlamıyoruz? Daha önce tanrının tüm canlıları günümüzde oldukları gibi yarattığına inanılırdı. Ancak artık biliyoruz ki, canlıların pek çoğu dünya tarihinin çok kısa bir döneminde oldukları gibi kalmışlardır. "Saç" , "kaş" , "kirpik" demişsiniz... Bunlar genetik olarak programlanmışlardır. Ama sen "bu programı tanrı yapmıştır" dersen, neden o zaman yaş ilerledikçe bu programda bozulmalar oluyor ve neden yaşlılarda kaşlar normalden daha uzun oluyor? Tanrı bu programı bozulmayacak şekilde ayarlayamamış mı? Tanrı neden saçlara sinir hücresi koymamıştır da, saç kökleri uzunluğa dair bir bilgiye sahip olamadığı için saçlarımız sürekli (uzama ömrü sonuna kadar) uzamaktadır. "Maddenin potansiyel madde halinden öncesi" demekle neyi kastettiğinizi anlayamadım. Enerji zaten potansiyel maddedir. Bunun öncesi diye bir durum da söz konusu değildir. Bu tamamen yoktan varolma inancına özgü bir varsayım olabilir. Üstelik lütfen bana Big Bang öncesi hazırlığın (her ne demek istediyseniz artık) fiziksel süreçlerinden bahsedebilir misiniz? Big Bang'in patlama şiddetini ya da patlama anındaki yayılma hızı hakkında bir bilgimiz yok. Zira patlama anı için tüm fiziksel denklemler geçerliliğini yitiriyor. H.Y denen zat atıp tutacağına, insanlığa bir hizmeti olsun da, patlama anındaki şiddeti ve yayılma hızını gösteren bir denklem geliştirsin. O zaman görürüz bu patlama kontrollü müymüş, değil miymiş ; şiddeti ve hızı "n" kadar değiştiğinde evren olabilir miymiş, olamaz mıymış... Ancak bu zat tüm bunları bilmeden atıp tutmaktadır... Yazık ki, insanımız da bilimsel konularda bir fikir sahibi olmadığı için bu zatın zırvalarına inanmaktadır... Bu zat neredeyse tüm web'i ele geçirmiş durumda. Ne yazarsan yaz, karşına bu zatın zırvalarıyla dolu siteler çıkmaktadır. Bunun finansmanı için de büyük paralar harcamaktadır. Sizce bu değirmenin suyu nereden gelmektedir? H.Y denen zatın alıntı kaynaklarını nasıl çarpıttığı ve değiştirdiği defalarca ifşa edilmiştir. O yüzden ihticaca sahih değildir. Yani adı geçen bilim adamları büyük ihtimalle yukarıdaki sözleri söylemediler. Fikirsel tartışmalara her zaman açığım ve zevkle katılırım. Ancak iş insanlığın bugüne kadar elde ettiği en büyük değer olan "bilim" i mundar etme noktasına geldiğinde, söyleyecek sözlerimiz de olmalı...
-
Doğa Kanunları ve Sistem
Sayın sardunyam ; ".....bu düzenliliğin doğa kanunları ile açıklanamayacağına hemen karar verirsiniz. Yapılabilecek tek açıklama, bu mağaranın bir "akıl" tarafından düzenlenmiş olduğudur." ifadesini alıntılayan sizdiniz. Ben de size soruyorum : Sarkıtlarla oluşmuş düzenliliği (minerallerin bir araya gelmesi) doğa kanunları ile açıklamak mümkün müdür, değil midir? Siz bu sarkıtların doğal süreçlerle değil de, bir akıl tarafından oluşturulduğunu mu düşünüyorsunuz? Eğer doğal süreçler minerallerin biraraya gelmesiyle sarkıtlar oluşturabiliyorlar ise, yukarıdaki alıntıladığınız cümle akademik düzeyde bir safsata özelliği sergilemiyor mu?
-
Doğa Kanunları ve Sistem
H.Y namlı, "Kendi bilgi ve niteliklerini veya mallarını överek karşısındakini kandıran, dolandıran biri" nin, ülkemizde bilimsel ve nesnel düşünce yapısında açtığı tahribatların nasıl ve ne sürede kapatılabileceğini bilemiyorum. Tek bildiğim, bu zatın saf insanları kandırmak için zırvalar ürettiği, bilgisiz/eğitimsiz insanımızın ise düşünmeden bu zırvaları kabullendiğidir. Asıl üzüldüğüm nokta ise, eğitimsiz insanlarımızın yanında, belli bir birikime sahip insanlarımızın da sorgusuz-sualsiz, doğruluğunu teyid etmeden bu şahsın safsatalarını kabullenmesi ve kendi inançlarına dayanak olarak bunları önümüze sürmesidir. Daha da vahim olanı, bu safsataların geçersizliğini gösterdiğimiz halde, koyu bir taassub içerisinde bir sonraki sefer yine aynı şeylerle karşılaşabilmemizdir. Oysa ki ne kadar da çok isterdim burada bilimsel verilerin ışığında bazı şeyleri tartışabilmeyi. Ancak maalesef insanımız, bilimsel verileri kaynağından almak yerine, ne idüğü belirsiz, kerameti kendinden menkul insanların saçma sapan safsataların peşinden koşmaktadır. Bunu da bilmek/öğrenmek/anlamak adına yapmadığı aşikar; tek amacı, kendi inancına dayanak gösterebilmek. Dünya'da kaç tane metafizik kanun vardır ki, entropi bunlardan en üstünü olsun. Arthur Eddington'un ağzından verilmiş sözleri arama motoruna yazıp "bul" dediğimde, karşıma yalnızca H.Y siteleri çıktı. Bu sözleri kabullenip buraya taşıyanlara sorarım: Eddington kaç tane metafizik çalışmaya imza atmıştır? Zaten şu an (içinde bulunduğumuz) evrenin sonsuzdan beri var olduğu iddia edilmiyor. İçinde bulunduğumuz evren 13,5 milyar yıl önce Big Bang denen bir patlama ile genişlemenin sonucudur. Ancak bu genişleme yoktan varolma şeklinde değil, halihazırda mevcut olan sonsuz yoğunluktaki bir enerjinin çevresine doğru genişlemesidir. Ancak bu enerjinin nereden gelmiş olabileceğine ilişkin veriler tamamen spekülatiftir. Kesin olan, Big Bang'in bir "yoktan varolma" olmadığıdır. Bu cümleler ancak ilkokul talebelerini kandırmaya yönelik olabilir. Fizikten az çok anlayan biri için yukarıdaki ifadeler safsatadan öte bir anlam taşımaz. Bugün evrenin envanteri içerisindeki pek çok gök cisminin oluşum aşamalarını biliyoruz. Az çok merak edip araştıran biri, kolaylıkla bu oluşumların doğaüstü bir yaradılış düzenlemesi değil, binlerce/milyonlarca/milyarlarca yıllık fiziksel süreçlerin eseri olduğunu görebilir. Şu yukarıdaki satırları yazan, ya da buraya taşıyan hiç mağara görmüş mü acaba? Mağaradaki sarkıtların büyüleyiciliğine şahit olmuş mu? Eğer oldu ise, bu sarkıtların tanrının eliyle mi olduğunu, yoksa yüzlerce, belki de binlerce yıllık kimyasal süreçlerin eseri olduğunu mu düşünüyor? Acaba her biri sanat eseri gibi görünen bu sarkıtlar bir düzensizliğin eseri midir? Devam edecek....
-
Dinlerin çıkış nedeni.
Ruh denen şeyin bilim tarafından keşfedilmesini istiyor isen, ruhun varlığına dair bir emare, bir ipucu göstermelisin. Tabi bu emare ya da ipucu somut olmalıdır ; "ben inanıyorum" demekle değil...
-
EVRİM TEORİSİ ÇÖKERSE/EVRİM KANUN OLURSA
Kralx ateizmi evrim teorisi ile yaşıt zannedip, evrim teorisi yok olunca ateizmin bir dayanağının kalmayacağını sanıyor. Bu arada tüm bilim adamlarını da ideolojist militan, şarlatanları da bilim adamı sanıyor.
-
Hristiyanlık
Sen beni güldürdün, tanrın da seni güldürsün
-
Madde, Enerji, Tanrı...
Anlaşıldı... Biz ne söylersek söyleyelim, karşımızda, tek bildiği H.Y sitelerindeki safsataları sıralamak olan birilerini bulacağız...
-
Allah’ın Kıskançlığı
Ben hala konuyu anlayabilmiş değilim.... 1- "Kıskançlık" konusu, Tevrat'taki "Ben kıskanç bir tanrıyım" ı , 2- "Antlaşma" konusu ,yine Tevrat'ta tanrının İbrahim ile yaptığı antlaşmayı, 3- "İkinci Emir" de, Sebt günü yasağını anlatır... Tüm bunların İslam'ın Allah'ı ile ne ilgisi var anlayamadım doğrusu...