-
İçerik Sayısı
2.202 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
9
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
yam_yam tarafından postalanan herşey
-
"İzefiyet teorisi üzerine" ismiyle açtığınız başlıktaki ilk yazınız : Yukarıdaki ifadeyi kullandıktan sonra "benim böyle bir kaygım yok, ateist arkadaşlar oraya çektiler" demek samimiyet açısından nahoş bir yaklaşım değil midir?
-
Belli mi olur, bakarsınız bir gün karşılaşırız; ne de olsa Dünya küçük... Yalnız gravitonu anlayamadım... Graviton'un diğer kuantumsal parçacıklar ile etkileşiminden söz ediyorsanız, bu göz ardı edilebilecek kadar küçük bir değerdir. Yok gravitonun kendisinden bahsediyorsanız, graviton hakkında söylenebilecek pek bir şey yok. Zira kendileri ile henüz teşrif edemedik. İlk teşrif edecek kişiyi de fizik Nobel'ine boğacaklar zaten...
-
Neyi mi açıklayacaksın? Örneğin verilen rakamlardan Allah'ın bize uzaklığını bulabilirsin kralx... Örneğin tanrı katına varmanın 1.000 yıl alacağı söylenmiş. Şimdi ışık hızına göre hesabını yapalım: 1.000*300.000*60*60*24*365 = 9.460.800.000.000.000 km. Demek ki tanrı bizden dokuz katrilyon dörtyüzaltmış trilyon sekizyüz milyar kilometre uzaklıktaymış.. Ama dur bir saniye... "Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar." (Mearic 4) Cebrail için iş değişti. Cebrail için bu rakam 473.040.000.000.000.000 km oluverdi. Yani dörtyüzyetmişüç katrilyon kırk trilyon km. Size çok büyük bir rakam gibi görünebilir. Ama inanın pek çok gökcismi bundan binlerce kat daha uzak. Onların yanında tanrı bize kapıkomşusu gibi kalır. İkiz kardeş paradoksu uzayda bulunma ile alakalı değildir kralx, hız ile alakalıdır. Tanrı katında 1 günün bizim hesabımızla 1.000 yıl olabilmesi için tanrının ışık hızına çok yakın bir hızla hareket halinde olması gerekir. Bu da tanrıya bir hız atfetmekle mümkündür. Ne dersin, tanrıyı bir roketin içinde düşünebilir miyiz? Ancak zamanın göreliliği yalnızca hız ile değil, kütleçekimi ile de değişebilir. Çok büyük kütleli cisimlerde üstte olan zaman, alttakine göre daha hızlı ilerler. Bu durumda da tanrını bizden kat kat altta olması gerekiyor. Bak bu sefer de tanrıya bir mekan tayin ettik... Hani tanrı zamandan ve mekandan münezzehti?
-
Bu kadar mı kralx? Şimdi de izafiyet teorisinin açılımları ile yukarıdaki ayeti açıkla lütfen...
-
Hiç farketmez kralx... Hiç farketmez.... Sen getir görelim..
-
Zamanın izafiyeti, ışık hızında, ya da ışık hızına yakın hızlarda geçerlidir. Zamanın izafiyeti konusu düşük hızlarda gözardı edilebilecek kadar azdır demek istiyorum...
-
Pekala "proton"u ele alalım. Protonların da kuarklardan oluştuğunu söylemiştik. Tanım olarak bir temel parçacığın bölünebilmesi imkansızdır. Zira kuantumda bozunma, daha fazla kütleli parçacıkların daha az kütleli parçacıklara bölünmesiyle oluşur. Atom çekirdeği proton ve nötronlardan oluşuyor. Normalde artı yüklü olan protonların birbirini iterek atomu parçalaması beklenir. Ancak protonu oluşturan kuarkların renk yükü, bir diğer protonu oluşturan kuarkların renk yükü ile birleştiklerinden ve bu birleşmeyi oluşturan kuvvetin, protonların birbirini itme kuvvetinden fazla olduğundan protonlar bir arada bulunabilirler. Protonları birbirinden ayırabilmeniz için bu kuvveti yenmeniz gerekiyor. Diyelim ki bir bıçak ile bu kuvveti yendiniz ve bu bağı kestiniz. Böylesi bir durumda birarada duran protonlar bir yaydan kurtulmuşçasına fırlayacaklardır. Sonra bu fırlayan protonlardan birini yakaladığınızı farzedelim. Proton 3 kuarkın brileşiminden oluşur. Bu kuarklar glüon yardımıyla birarada bulunurlar ve bugüne kadar kuarkların serbest halde bulundukları gözlenememiştir. Zira glüonların oluşturduğu bağ çok kuvvetlidir ve yalnızca Big Bang anındaki yüksek sıcaklıkta bu kuvvetin kuarklardan ayrı olduğu düşünülmektedir. Sen protonu kuarklarına ayırsan bire ölçülemeyecek derecede kısa bir zamanda bu kuarklar yeni bir proton oluşturacaklardır. Diyelim ki sen protonu kuarklarına da ayırdın ve kuarkların yeniden birleşmesine engel olacak ortamı da hazırladın. İtina ile bir eline kuarklardan birini, diğerine de bir bıçağı aldın ve bu kuarkı da bölmeye çalıştın(Bir kuark 10 üzeri -18 metre kadardır ama olsun). Eğer kuarklar da alt parçacıklardan oluşuyor iseler, eline bu alt parçacıklar geçecek. Eğer kuarklar gerçekten temel parçacıklar ise, bölünebilmesi imkansızdır. Bunu bir kağıdı 7. defa katlayamamana benzetebilirsin. Ancak kuarklar temel parçacıklar ise ve sen bunu yapabilirsen, muhtemelen elinde kozmik yumurtanın çok çok küçük bir üyesini bulunduruyor olacaksın.
-
Sesten 2 kat hızlı bir uçakla 100 yıl boyunca seyahat edersen, saatin ancak saniyenin onbinde biri kadar geri kalır... Çok güveniyorsanız getirin o ayetleri de, tezinizin üzerine birer çizik atalım...
-
Spekülasyon desek daha doğru olur... Zira ne siz, ne de ben bu konuda bir teori geliştirecek altyapıda değiliz. Her maddenin kütlesi olacak diye bir kural yok. Örneğin şu an için fotonlar kütlesiz kabul edilirler. Kesip biçme işine gelirsek, her parçacığı oluşturan belli özellikler vardır; yük, spin, renk yükü, kütle vs.vs. Farzedelim ki, bir yolunu bulup elektronu ortadan ikiye böldünüz (Oysa kuantum mekaniği açısından bu imkansızdır. Heisenberg belirsizlik ilkesi gereği bir elektronu yakalayamazsınız) Böyle bir durumda eğer varsa spini (bildiğim kadarıyla elektronun bir spini olup olmadığı konusu tartışmalı), elektrona özelliğini veren eksi yükü, kütlesi gibi özellikleri de değiştirmiş olacaksınız. Artık elinizde (!) bulunan şey bir elektron olmayacak... Dahası, bilinen bir parçacık da olmayacak... Kesip biçme işi fantezi tabii. Kuantumsal parçacıklar bozunma yolu ile bölünürler. Yani kendilerini oluşturan alt parçacıklara ayrılırlar. Atom çekirdeğini böldüğümüzde nötron ve proton, nötron ve protonu da böldüğümüzde artık elimizde kuarklar ve gluoanlar vardır...
-
Talkien'in Orta Dünya'sı ne kadar gerçek ise, Mu da o kadar gerçektir. Bir İngiliz gezgin albayının Tibet'te gördüğünü iddia ettiği tabletlerden ve bu tabletlerdeki dili 2 yılda öğrenerek bunları çözdüğü iddialarından ibarettir. Ortada ne tabletler vardır, ne de çözüldüğü iddia edilen dilin grameri... Güya Atlantis de Mu'nun kolonisidir ve Mısırlılar'ın inancı da buradan gelmektedir. Mu tamamen bir masaldır... Hem de binbirgece masallarını aratmayacak cinsten...
-
Şu an bilinene göre bir maddeyi atomun çekirdekleri olan nötron ve protona kadar bölebilirsiniz. Nötron ve protonlar da kuarklardan oluşurlar ama, kuarklar serbest halde bulunamıyorlar. Kuarkların serbest halde bulundukları tek durumun big bang'den hemen sonraki o çok sıcak durum olduğu düşünülüyor. Farzedelim ki nötron ve protonları da kuarklarına ayırdınız; ancak şu an bilinene göre daha fazla bölemezsiniz. Zira şu an için kuarkların temel parçacık oldukları düşünülüyor.. Tıpkı elektron ve foton gibi...
-
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sen daha bunları açıklamadan ben baştan konunun matrixvari yorumlardan ibaret olacağını söylemiştim. Kralx ister "ruh" de, ister "beyin" de ya da "PC" de, ne dersen de, söylediklerinde ön koşul algılayıcının maddi bir gerçekliğinin olmasıdır. Zira "sinyal" dediğin şey de maddi bir gerçeklik için gereklidir. Algılayıcının maddi bir gerçekliği yok ise, zaten sinyale de gerek yoktur. Eğer öyleyse senin burada anlattığın tüm beyindi, algıydı, sinyaldi vs. gibi şeyler boşlukta ve desteksiz kalır. Ruh için sinyale gerek yoktur. -
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Ben hala olmayan bir şeyin olmayan şeyleri nasıl algılayabildiğini algılayabilmiş değilim.. Demek ki neymiş ; tanrı olmayan bir şeyin, olmayan şeyleri nasıl algılayabildiğini algılayabilmem için beynime bir sinyal göndermiyormuş. Gönderseydi, olmayan bir şeyin olmayan şeyleri nasıl algılayabildiğini algılayabilirdim. Kralx; öncelikle bu söylediklerinde bir haklılık payı oluşturabilmen için beynin maddesel gerçekliğini kabul etmen gerekiyor. Eğer beynin maddesel gerçekliğini kabul etmez isen, algıyı ve algıya giden süreci izah edemez, tökezlenir kalırsın. Beynin kendisi de mi bir algı? Bu ne demektir biliyor musun? Bu, bir ucunu elinde tuttuğun ipin, bir ucunun olmadığını iddia etmekle aynı şeydir... -
Nötron Yıldızları Patlayan bir yıldızın çökmüş çekirdeğinden meydana gelmiştir. 180 ışık yıllık bir uzaklıkla şimdiye kadar ki bilinen en yakın nötron yıldızıdır. 20 kilometrelik bir eni olmasına rağmen güneşten daha ağırdır, bu küçük yıldızcık hidrojen gazını gaz bulutlarını saniyede 200 kilometre hızla yarar. Nötron yıldızının yüzeyi inanılmayacak derecede sıcaktır, yaklaşık 700.000 celcius derece; dolayısıyla yeri x-ray tarayıcılarla saptanabilmektedir. Fakat optik astronomları asıl şaşırtan şey nötron yıldızının da bir nebula tarafından sarılmış olmasıydı. Nebula, iyonlaşmış atomların elektronlarla yaptığı etkileşimden ötürü kızarmıştı. Onun konik şekli bir geminin suyu yarıp medana getirdiği yay dalgasına benzer. Koninin ucundaki mavi nokta ise nötron yıldızı. Nebula nötron yıldızının yüzeyine çok yakın bir yerinde oluşmuş olmalı ve astronomlar anlamaya çalışıyor ki gözlenen yoğunluklar ve sıcaklıklar nebulanın varlığını açıklayabilecek mi? Nötron yıldızları, süpernova patlamalarıyla dış katmanlarını uzaya savurmuş olan dev yıldızların, çöken ve yaklaşık bir kent büyüklüğündeki hacme sıkışan merkezleridir. Çökme öncesi tümüyle demire dönüşmüş olan merkez, çökmeyle öylesine sıkışıyor ki, atomları oluşturan protonlar ve elektronlar iç içe geçerek nötron haline geliyorlar ve yıldız tümüyle nötronlardan, ya da daha temel maddelerden oluşuyor. Yıldızın merkezi, çökerken büyük bir dönme hızı kazanıyor ve çok kuvvetli manyetik alana sahip olduğu için de bu hızlı dönüş muazzam bir elektrik alanı oluşturuyor.Nötron yıldızları, karadeliklerden sonra en fazla çökmüş yıldızlardır. Kara deliklerin ilke olarak kütle, açısal momentum ve varsa elektrik yükü gibi yalnızca üç özellik dışında gözlenemez olduklarını da göz önüne alırsak, maddenin en yoğun olarak nötron yıldızlarında gözlendiğini söyleyebiliriz. Bunu bir örnekle açıklamaya çalışırsak, Güneş’inki kadar kütleye sahip tipik bir nötron yıldızında yaklaşık 2×10^27 ton madde var. Güneş bu kütleyi 700.000 km. yarıçapında bir hacim içerisinde tutarken, nötron yıldızında yarıçap sadece 10 km. kadar. Bu kadar kütle biraz daha çökmüş, 10 km. yerine, 3 km.nin altında yarıçapı olan bir hacmin içine inmiş olsaydı, bir kara delik olacaktı. Nötron yıldızlarının bir başka özelliği de, gözlediğimiz en yüksek hızlara ulaşması yanında, herhangi bir yıldızın ulaşabileceği en yüksek dönme hızına sahip olmasıdır. Nötron yıldızlarının büyük kütleleri küçük hacimlere sığdırarak bu kadar küçük olmaları sonucu, kimi saniyede bir kez, en hızlısı ise saniyede 642 kez gibi çok yüksek dönme hızına sahiplerdir. Bir buz patencisinin kollarını içeri çektiği zaman hızlanması gibi, yıldızlar da çöküp bir nötron yıldızı boyutlarına inene kadar küçüldüklerinde, açısal momentumun korunması sonucu bu yüksek hızlara ulaşırlar. Bir cisim belli bir maksimum hızdan daha hızlı dönerse, merkezkaç kuvveti kütle çekiminden daha fazla olacak ve yıldız savrulup dağılacaktır. Bir nötron yıldızının dönme etkisiyle dağılacağı maksimum hız 2000 hertz kadardır. Gözlediğimiz saniyede 642 kez dönme bu yıldızın ulaşabileceği en yüksek dönme hızından yalnızca yaklaşık üç kez daha küçüktür. Bir yıldız bir karadeliğe dönüşmeden ne kadar yoğunlaşıp ağırlaşabilir? Bu limitler uzaydaki nötron yıldınızın keşfiyle test edilmekte. Hubble Uzay Teleskop’undan elde edilen gözlemler daha önceki x-ray rosat gözlemleri ve yalnız bir yıldız için yapılan ultraviyole Euve gözlemleri ile ok yönünde birleştirildi. Astronomlar yıldızın büyüklüğünü parlaklığından, sıcaklığından ve üst limit uzaklığından ölçüm ile hesaplayabiliyor. Eğer objeyi tipik yoğunlukta bir nötron yıldızı olarak kabul edersek, nötron yıldızının yapısına yönelik bazı teoriler bazı nötron yıldızların iç patlamalar ile karadeliklere dönüştüklerini gösteriyor. Bu nötron yıldızı, nötron yıldızların içlerinin bu koşullarına bir pencere açıyor. Pulsarlar Pulsarları ayrı bir yazı konusu yapmayacağım. Pulsarlar, ayrı birer gökcisimleri değil, bizim yönümüzdeki manyetik kutuplarından düzenli aralıklarla radyo ya da X-ışıması yapan nötron yıldızlarıdır. Manyetik alanının büyük olması ve manyetik eksenin Dünya’dan geçmesi halinde nötron yıldızları pulsar olarak gözlenirler. Ancak bulunuşları biraz ilginç olduğu için buna değinmek istiyorum. 1967 yılında İngiltere’de, Cambridge radyo-teleskopuyla gökyüzünün Yengeç nebulasından uzak bir köşesi inceleniyordu. Araştırmayı yapan Jocelyn Bell adlı doktora öğrencisi genç kız, o güne kadar hiç görülmemiş nitelikte radyo sinyalleri aldı. Bu sinyaller saniyede bir ve hep aynı zaman aralığı ile tekrarlanıyordu. Bu gerçekten şaşırtıcı durum karşısında Bell ve onun doktora yönetmeni Prof. Hewish önce sinyallerin uzaydan geldiğine ihtimal vermediler. Civarındaki radyo istasyonlarının, telsizlerin teleskopu yanılttığını yahut alıcıdaki bir bozukluğun böyle sahte periyodik sinyallere yol açtığını düşündüler. Bütün bu olasılıklar birkaç ay büyük bir dikkatle izlendi. (Bu kadar sık ve düzenli sinyaller astrofizikçileri o denli şaşırtmıştı ki, bir ara yarı şaka olarak, sinyallerin uzaydaki bir uygarlıktan, hayali bir takım “küçük yeşil adamlar” dan geldiği dahi öne sürüldü.) Gözlemler tekrarlandı. Sinyallerin doğruluğu iyice kanıtlandı. Nihayet Şubat 1968’de Nature dergisinde yayınlanan bir yazı ile buluş dünyaya duyuruldu. Kısa bir süre içinde düyadaki bütün radyo teleskoplar pulsar adı verilen bu düzenli kaynakları aramaya girişti ve gökyüzünün her yanında pulsarlar bulundu. Süpernova Son olarak kısaca süpernovalara değinmek istiyorum Beyaz cücelerin patlamasıyla oluşan süpernovalara I.tür, büyük kütleli dev yıldızların patlamasıyla oluşan süpernovalara II. tür süpernovalar denir. Süpernova patlaması ile yayılan enerji, patlayan yıldızın içinde bulunduğu galaksiyi tüm olarak aydınlatacak güçtedir. Bu nedenle, süpernova patlamaları çok uzaklardan dahi gözlenebilir. Patlamayla oluşan şok dalgalarının da etkisiyle patlama anında yeni ağır elementler oluşabilir. Uzaya yayılan bu ağır elementler, yıldızlar arası maddenin ağır element bolluğunu arttırır. Güneş sisteminin de oluşumunda bir süpernova etkisinin olduğu gibi, oluştuğu madde de tamamen süpernova artıklarıdır. Çevremizde gördüğümüz tüm cisimlerin, hatta bizi oluşturan ağır elementlerin oluştuğu yer süpernovalardır ve damarlarımızda taşıdığımız kan bile süpernova artıklarından ibarettir. Her ne kadar süpernovalar varlık nedenimiz olsa da, güneş sisteminin merkezinde oluşacak bir süpernova bakın neler yapacak: Dünya, diğer bütün gezegenlerle beraber o anda milyonlarca derece sıcaklık altında ve düşünemeyeceğimiz kadar şiddetli şok dalgalarıyla tuz-buz olup, iyonlaşmış gaz halinde ve saniyede 15.000 km hızla uzaya fırlatılacak. Bize en yakın yıldız olan Alfa Centauri uzaklığında bir süpernova patlaması olsa, süpernova olarak patlayan yıldızı Güneş kadar parlak görürüz; yani gökyüzünde iki güneş olur, gece diye bir şey olmaz. Yayılan yüksek enerjili parçacıklar etkisiyle, önce Dünya atmosferinin ozon katmanı yok olur ve yer yüzeyine çok daha fazla mor ötesi ışınım ulaşır. Sıcaklık düşer, yağış azalır ve kozmik ışınların da etkisiyle Dünya yüzeyinde canlı yaşam felce uğrar. Pek de iç açıcı görünmüyor doğrusu… Kaynaklar : Bilim ve Teknik Dergisi / Haziran 1994 Temmuz/2002 Ekim/1980 Ocak/1984 Şubat/1984 http://antwrp.gsfc.n...d/ap001025.html http://antwrp.gsfc.n...d/ap981128.html
-
Bir Yıldızın Doğuşu “Yıldızlar, tüm uzayı dolduran seyrek gazlarda doğarlar. Bu gaz, az sayıda helyum atomlarıyla hidrojen atomlarından oluşur. Bazı yerlerde bu gaz, oldukça yoğun yıldızlar arası gaz bulutları ile birlikte bulunur. Gravitasyonel teoriye göre gaz bulutunun kendi çekimi, bulutu kendine çeker. Bu, bulutu daha büyük yoğunluklara sıkıştırarak kendi üzerine çekmeli ve bulutun merkezi çok sıkışık bir bölge olmalıdır. Bir gaz sıkıştırıldığında ısınır. Bu yüzden her bir gaz küresinin merkezindeki sıcaklık 10 milyon ˚C ‘ye yükselir (nükleer reaksiyonların başlamasına yetecek bir sıcaklık). Bu reaksiyonlar hidrojeni helyuma dönüştürür ve çok büyük enerji açığa çıkarırlar. Sonuç olarak yıldız parlamaya başlar… ve bir yıldız doğar.” Evet, özet olarak bir yıldızın doğumu böyle anlatılıyor. Evren, büyük patlamayla ortaya çıktığında, çok büyük oranda hidrojen ve az miktarda helyumdan oluşuyordu. Bizi ve çevremizdeki tüm cisimleri oluşturan daha ağır elementler, “yıldız” dediğimiz dev nükleer fırınlarda ve büyük kütleli yıldızların süper nova olarak patlamasıyla oluştu. Yani bir başka ifadeyle, varlığımızı yıldızlara borçlu olduğumuzu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Şimdi gelin hep birlikte Hubble’ın görüntüleri ile bir yıldızın doğuşuna tanıklık edelim… 1- Bulutun tepesi, fotoğraf çevresinin dışında kalan bir bölgedeki yüz kadar sıcak yıldızdan gelen morötesi ışınım fırtınaları tarafından aydınlatılıyor. Bu ışınım hidrojen gazı bulutunu ısıtıyor, iyonlarına ayrıştırıp buharlaşmasına yol açıyor. 2- Bu süreçte ışınıma uğrayan buluttan, yoğun gazlardan oluşmuş bir top ayrılıyor. İşte bu, bir yıldız oluşumunun başlangıcı. Bu, örneğin, çölde kum fırtınasının kumu savurarak taş ve kaya parçacıklarını ortaya çıkarması sürecine çok benziyor. 3- Yıldız “yumurtası” artık görünür hale gelmiş. Yumurtanın orta bölümünde henüz soğrulmamış gaz kütlesi var. 4- Yumurta ana buluttan ayrılıyor. İyonlara ayrılma ve buharlaşma devam ederken ortaya çıkan parlaklık yıldız oluşumuna işaret ediyor. Bir yıldız, doğduğunda hidrojenden oluşan sıcak bir gaz topudur ve merkezindeki reaksiyonlar hidrojeni helyuma dönüştürdüğü için parlamaktadır. Bu safhaya kadar bütün yeni doğmuş yıldızlarda durum aynıdır. Bir yıldızı diğerinden ayıran ana faktör, yıldızın kütlesidir (ihtiva ettiği madde miktarı). Bir yıldızın kütlesi, doğumunda sabittir ve bu hem yıldızın ömrünü, hem de akıbetini belirler. Nükleer reaksiyonlar ağır kütleli yıldızlarda çok daha hızlı meydana gelir; çünkü merkezleri daha sıcak ve daha yoğundur. Bu yüzden ağır kütleli yıldızlar, sıcak yüzeyleri ile daha parlak yıldızlardır. Bu yıldızları belirli bir sırada, ana kol yıldızları olarak sıralayabiliriz : Anakolun alt ucunda Güneş’ten çok daha sönük ve 3000 ˚C yüzey sıcaklığına sahip hafif kütleli yıldızlar, orta yerde 6000 ˚C yüzey sıcaklığına sahip Güneş tipi yıldızlar ve daha fazla Güneş sıcaklığına sahip 100 000 Güneş kütlesi kadar parlak olan ağır kütleli yıldızlar bulunur. Peki evrende kaç yıldız var? Avustralyalı gök bilimci Simon Driver, belirli bir gökyüzü bölgesindeki toplam ışıktan yola çıkarak, görünen evrende en az 70 milyar kere trilyon yıldız olması gerektiğini hesaplamış. Bu tutar, Dünyamızın tüm kumsallarındaki kum taneciklerinden daha fazla. Ancak Driver, gerçek yıldız sayısının çok daha fazla olabileceğini, çünkü evrenin en uzak yerlerinden ışığın henüz bize ulaşmadığını söylüyor. Diğer yıldızlara baktığımızda, Güneşin %5’i kadar kütleden başlayıp, 100 güneş kütlesine kadar değişen kütleler görmekteyiz. Daha küçük kütlelere sahip yıldızlar yoktur; çünkü bu kütlelerde, yıldızın çekirdeği nükleer tepkimeleri başlatacak kadar ısınamaz. Kütlesi çok büyük olan bir yıldız ise o kadar ısınır ki, merkezindeki ışımanın yarattığı basınç yıldızı patlatır. Peki bir yıldızın parçalarını bir arada tutan kuvvet nedir? Bu kuvvet, kütle çekimidir. Yıldızlar, genellikle durağan bir yapıya sahip olduklarına göre, kütle çekimine karşı koyacak ve çökmeyi durduracak, içerden kaynaklanan bir basınç kaynağına ihtiyaç vardır. Bir yıldızı oluşturacak gaz bulutu çökmeye başladıkça, basıncının artmasıyla birlikte, sıcaklığı da artar. Gaz bulutu belirli bir sıcaklığa ulaştığında, merkezindeki sıcaklık, yeterli basıncı yaratarak çökmeyi durdurabilir. Ancak, sıcak gazın oluşturduğu bu yıldız, enerjinin korunumu ilkesine göre, yaydığı ışınımdan dolayı enerji kaybedecektir ve bu nedenle zamanla soğuyacaktır. Çökmeyi durduran basınç kaynağını kaybeden yıldız ise çökmeye başlayacaktır. Kırmızı Dev Yıldızlar ilk aşamada enerjilerini, hidrojeni helyuma dönüştürerek üretirler. Bir yakıtı tüketen yıldız, bir diğerini yakmaya başlar. Çekirdekteki hidrojenin tükenmesiyle, helyum atomları birbirleriyle tepkimeye girer ve karbon atomları oluşur. Helyumun yanmasıyla birlikte, yıldızın merkezindeki sıcaklık, çok daha yüksek bir düzeye ulaşır ve çekirdeğin etrafındaki hidrojenin de yanmasını sağlar; bu da, içerideki basıncın daha da artarak yıldızın genişlemesine yol açar. Yıldız bu aşamada, ömrünün büyük bir dönemini geçirdiği ana koldan ayrılır. Böylece, yıldız bir kırmızı dev haline gelir. Helyum füzyonunda, toplam olarak hidrojen füzyonundan daha fazla enerji ortaya çıkar. Bu nedenle helyumun yanıp tükenmesi, hidrojenin tükenmesinden daha az sürede olur. Helyum füzyonu sonunda ortaya çıkan ürünler, daha başka füzyon işlemlerine yol açar; ancak helyum füzyonunda ortaya çıkan enerji, hidrojen füzyonundakinin yaklaşık yirmide biri kadardır. Buna karşın kırmızı dev, çok büyük miktarda enerji yaymayı sürdürür. Bir yıldızın yaşam süresi açısından bu, kırmızı dev formuna geçiş aşamasının çok uzun olmaması anlamına gelir. Bu nedenle gökyüzünde görülebilen kırmızı devlerin sayısı çok azdır. gök adadaki yıldızlardan yalnızca yüzde 1’i kırmızı devdir Büyük kütleli bir yıldız, çekirdeğindeki nükleer tepkimelerde, sırasıyla şu maddeleri yakar: Hidrojen, helyum, karbon, neon, oksijen, silisyum. Yakıtın sınırlı oluşunun yanında, tepkimeler, en düşük ve kararlı enerjiye sahip olan demir oluşana kadar devam eder. Bu aşamada, çekirdekteki tepkimeler sona ererek yıldız evriminin “çekirdek yanması” kısmı sona erer. Artık basıncı dengeleyecek bir kuvvet kalmadığı için, kütle çekimi galip gelir. Dengelenemeyen kütle çekimi, yıldızın çökmeye başlamasına yol açar. Farklı yakıtların yakıldığı her aşamada biraz daha yüksek sıcaklıklar ortaya çıkar. Bu nedenle, yakıt daha çabuk tükenir; yani her evre, bir öncekinden daha hızlı geçer. Son evrelerde, artık bu bir patlama şeklinde gerçekleşir ve ortada yalnızca demirden bir çekirdek kalır. Bu aşama yıldızın “ölümü” olarak kabul edilir. Artakalan maddenin kütlesine bağlı olarak oluşacak cisimler ise üç gruba ayrılır. Beyaz cüceler, nötron yıldızları ve kara delikler. Beyaz Cüce Bulunmaları zor olmakla birlikte (bu yıldız kalıntıları, sönük olduklarından kolay kolay görülemiyorlar), gök bilimciler bu ilginç yapılı ölü yıldızlara fazlaca ilgi gösteriyorlar. Bunda da haksız sayılmazlar. Çünkü, yıldızların %98’i evrimlerin son aşamasında beyaz cüceye dönüşüyorlar. Bu da neredeyse evrendeki tüm yıldızların ortak sonunun bir beyaz cüce olacağı anlamına geliyor. Beyaz cüceler çok yoğun gök cisimleridir. Yıldızın artakalanının kütle çekimi, gaz basıncına baskın gelecek kadar güçlüdür. Yıldızın daha fazla çökmesini önleyen, elektronların “Pauli dışlama ilkesi” denen özelliğidir. Buna göre, iki elektron aynı kuantum durumunu paylaşamaz. Bir başka deyişle, bir beyaz cücenin kütle çekimi elektron basıncı nedeniyle maddenin daha fazla sıkışmasını engeller. Bu basınçta beyaz cücenin içindeki madde denge durumuna ulaşır. Bu, hiç de küçümsenecek bir basınç değildir. Bir beyaz cücenin yoğunluğu, suyun yoğunluğunun yaklaşık bir milyon katıdır. Yeryüzündeki hiçbir madde bu kadar yoğun olamaz. Bir karşılaştırma yaparsak, yeryüzündeki en ağır element olan saf iridyumun yoğunluğu suyunkinin sadece 22,65’idir. Altınınki yaklaşık 19,3 ; demirinkiyse 7,9’dur. Bundan yaklaşık 6 milyar yıl sonra, bir yaz günü gökyüzüne bakan biri, Güneşi şimdi gördüğümüzden çok daha farklı görecek. Parlak ve göz alıcı Güneş’in yerinde, sönük ve eskisi gibi ısıtmayan bir beyaz cüce olacak. Doğal olarak Dünya’dan böyle bir olayı izlemek hayal olsa gerek; çünkü, bundan yaklaşık bir milyar yıl önce Güneş, yeryüzündeki tüm yaşamın silinmesine yol açacak olan kırmızı dev aşamasından geçecek. Kaynaklar: Bilim ve Teknik Dergisi / Kasım 1994 Bilim ve Teknik Dergisi / Mart 1996 Bilim ve Teknik Dergisi / Mart 2001 Bilim ve Teknik Dergisi / Mart 2004
-
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Hah işte... Konunun ne kadar bilimsel olduğu anlaşıldı... Konunun başında beynin sinyaller aldığından dem vurularak bilimsel bir giriş yapılıyor, sonra da "beyin de, sinyal de" yoktur denilerek u dönüşü yapılıyor ve konu ruh ile bağlanıyor. Armutlar ile elmalar toplanamaz kralx... "Bir elma, bir armut daha ne yapar" sorusunun cevabı "bir elma ve bir armut" tur... Peki beyin yok ise, tüm bu söylediklerinin ne anlamı kalıyor kralx? Olmayan bir şey, olmayan şeyleri nasıl algılayacak? Hala rüya ve halüsinasyonlardan bahsediyorsun. Sana yukarıda bazı sorular sordum. Konunun devam etmesini istiyor isen, cevap üretmen kaçınılmaz. Halüsinasyon ve rüyalar ile, gerçek hayattaki algılar bir değildir. Halüsinasyon esnasında içtiğin suyun sana hiç bir faydası yoktur. Beyin o esnada su içildiğini algılayarak susuzluk hissini gidermene neden olmaz. Gerçek ile hayalin farkı budur. Senin dediğin gibi olsaydı, beyin su içildiğini algılayarak susuzluk hissinin kaybolmasına neden olmalıydı.. -
Dipnot ve yam_yam'ın 2 günlük İstanbul Macerası
yam_yam şurada cevap verdi: yam_yam başlık Turkish-Media.Com Forum Ailesi
Renk uyumunu çok iyi yakalamışsın sevgili dipnot... "Çok güzel çekmişim" diyebilirsin; fotoğraf sana ait- 33 cevap
-
- 1
-
-
Türkiye'de son 80 yıldır üzerinde en çok nutuk atılan insan kimdir? Hiç kuşkusuz Atatürk... Peki soralım: Bir Atatürk müzemiz var mı? Hayır, henüz yapamadık. Atatürk filmi?.. "Başrolü kim oynayacak" kararsızlığından, çekemedik. Atatürk kütüphanesi?.. Kitapları, Cumhurbaşkanlığı'yla Anıtkabir arasında ikiye bölünmüştü; kuramadık. Atatürk biyografisi?.. En iyilerini yabancılardan okuduk, biz (Şevket Süreyya dışında) bir şey yazamadık. Atatürk belgeseli? Hayır, dünya video mağazalarına girecek klasta bir belgesel de yapamadık. İnternet sitesi?.. Henüz kuramadık. Atatürk envanteri? O'na ilişkin hangi kurumun elinde ne var, henüz çıkartamadık. Atatürk'ün günlükleri? Sadeleştirip araştırmacılara açamadık. Ya ne yaptık 80 yıl boyunca? Bol bol heykelini diktik ve nutuk söyledik. * * * Ankara'da "Uluslararası Atatürk Kongresi" toplandı; yine O'nun üzerine bol bol konuşmak için... İşte orada, ATASE Başkanlığı'ndan Binbaşı Zekeriya Türkmen "Atatürk'ün not defterleri"nin Genelkurmay tarafından yayımlanacağını müjdeledi. Atatürk araştırmacıları iyi bilir; "Not defterleri", sadece O'nu tanımak açısından değil, yaşadığı dönemin siyasi, askeri, toplumsal olaylarını, bir liderin hangi koşullarda, nasıl oluştuğunu anlamak açısından da eşsiz belgelerdir. Bnb. Türkmen'in bildirisinden öğreniyoruz ki Atatürk, Harp Okulu'ndaki öğrencilik yıllarından 1933'e kadar 32 defter dolusu not tutmuş. Halen bu defterlerden 23'ü ATASE'de, 8'i Anıtkabir'de, 1'i de Cumhurbaşkanlığı'nda korunuyor. Ne yazık ki, bugüne kadar (Ali Mithat İnan'ın Genelkurmay'daki defterler üzerine yazdığı master tezi dışında) bunların tümünü ele alan bir araştırma yapılamadı. Belki de kendi tuttuğu bazı notların "Atatürk"e zarar vereceğinden endişe edildi. * * * Neler vardı ki bu defterlerde, bir asır sır gibi saklanmayı gerektiren? Bnb. Türkmen, bildirisinde bazı ipuçları verdi: Mesela 1904 tarihli notlarda Mustafa Kemal, harcamalarının aldığı maaştan fazla olduğundan, yani geçinemediğinden yakınıyor. Bir başka yerde Napolyon'dan "Dahi" diye söz ediyor. Kendisini derinden etkileyen bir şarkının sözlerini yazıyor: "Cevher-i ruhumsun sen ey melek/ Hüsnünün meclubuyum şah - ı felek." Bildiğimiz kadarıyla daha ilginç ayrıntılar da var: Mesela meşhur Osmanlı kumandanları hakkında yazdığı özel bilgiler, Mesela "Selanik'ten geleli 3 ay oldu. Bugün bilmem kaç yüzüncü defa, yine kalbimin bütün şikayet nalelerini (inlemelerini) işitmekle giryanım (ağlamaların) her vakitki gibi..." diye uzayan satırlar... Mesela 31 Mart ayaklanmasını bastırmak üzere Hareket Ordusu'yla İstanbul'a yürürken tuttuğu notlar... Mesela savaş günlerinde not ettiği "Meclis'in Bursa'ya nakline temayül var. Ben Ankara'dan ayrılmayı zaaf telakki ediyorum" gibi anılar... Mesela kendisine ait kravat iğnesi, kol düğmesi gibi mücevheratın listesi... Her biri bize O'nu daha yakından tanıtacak notlar... * * * Gecikmiş de olsa ATASE'yi bu notları yayımlama kararından dolayı kutluyorum. Bir başka övgüye değer çabanın haberiyle bitireyim: Başta sıraladığım ihmallerden biri daha telafi ediliyor. Cumhurbaşkanlığı, aylardır kapsamlı bir Atatürk envanteri hazırlığı içinde... Bittiğinde, onun da bu alanda (çok lafla kapatılamayacak) büyük bir eksikliği gidereceğini umuyorum. CAN DÜNDAR -http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=1357- Belki bu yazı sizi kısmen tatmin eder...
-
Dipnot ve yam_yam'ın 2 günlük İstanbul Macerası
yam_yam şurada cevap verdi: yam_yam başlık Turkish-Media.Com Forum Ailesi
Saray'dan resimlere devam...- 33 cevap
-
- 1
-
-
Dipnot ve yam_yam'ın 2 günlük İstanbul Macerası
yam_yam şurada cevap verdi: yam_yam başlık Turkish-Media.Com Forum Ailesi
Evet sayın karbeyaz... Bu forum çok özel insanlarla tanışmama, hatta ortak zamanı ve mekanı paylaşmama vesile oldu. Umuyorum olmaya da devam edecek... Resimleri beğendiğinize sevindim...- 33 cevap
-
- 1
-
-
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Halüsünasyon ile gerçek hayatı ne şekilde ayırt edebiliyor isen, bu durumu da o şekilde ayırt edeceksin. Halüsünasyon esnasında aldığın bir darbe vücuduna fiziksel zarar vermiyor ise, bu gerçekte varolmayan bir algıdır. Eğer vücudun fiziksel bir zarar görmüş ise, bunun gerçek olduğunu anlayabilirsin. -
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Kralx ne yaparsan yap ama söylediklerinin bilimsel olduğunu iddia etme... Bu söylediklerin H.Y'nın seçme safsatalarının içerisinde yer alıyor. Hatırlamıyor, ya da dürüst davranmıyor olabilirsin. Benim için önemi yok... Gelelim bu söylediklerinin neden safsata olduğuna... 1- Beynin elektrik sinyalleri vasıtası ile algıladığını, algılanan şeyin gerçekte varolmadığını ve yalnızca bir algıdan ibaret olduğu iddiasını destekliyorsun. Böylesi bir durumda beynin kendisi de gerçekte varolmayıp yalnızca bir algıdan ibaret olması gerekir. Peki gerçekte varolmayıp yalnızca algıdan ibaret olan bir beyin, nasıl oluyorda gerçekte varolmayan sinyalleri alarak olmayan bölümlerinde yorumluyor? Bir şeyin etki-tepki ilişkisine konu olabilmesi için varolması gerekir. Oysa ki sen, yukarıdaki hikayenin baş aktörünün, yani beynin de gerçekte varolmadığını söylemiş oluyorsun. Varolmayan bir şeyin etki-tepki ilişkisinde ne gibi bir payının olduğunu söyleyebilir misin? 2- Beyin sinir sisteminin bir parçasıdır ve tek başına yetkin değildir. Peki nasıl oluyor da, olmayan sinir sistemi üyeleri olmayan sinyalleri olmayan bir beyne ulaştırabiliyor? 3- Beyin tek başına yetkin olmadığı gibi, tek bir bölüm de değildir. Beynin farklı işlemlerden sorumlu farklı bölgeleri de vardır. Örneğin beyin sapındaki bazı bölgeler kan basıncı, kalp hızı ve solunum gibi hayati fonksiyonları düzenliyor. Peki beynin algı merkezi çeşitli durumlarda kapalı iken, olmayan bu bölge nasıl oluyor da olmayan kanın basıncını ayarlıyor, ya da olmayan havanın solunmasına ihtiyaç duyuyor? 4- Rüyaları örnek olarak sunmuş ve bunların da birer algı olduğunu söylemişsin. Peki olmayan bir beyin nasıl oluyor da rüyada algıladığı bir durumu gerçeğe dönüştüremiyor ? Örneğin rüya sırasında ciddi bir yaralanma algılayan beyin neden ağrı hissetmene neden olmuyor? Uyandığında neden acı hissetmiyorsun? Ne de olsa ağrı hissetmenin nedeni de vücutta bir sorun algılayan beynin buna tepkisidir. Peki rüyada da olsa bir yaralanma algılayan beyin, uyandıktan sonra neden ağrıya neden olmuyor? İnan sorular daha onlarca çoğaltılabilir. Ancak yalnızca bunlar bile bu safsatalara cevap olarak yeter de artar bile... -
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Altından H.Y'nin seçme saçmalıklarının çıkacağını söylemiştim... H.Y'de bir kitabında aynen böyle söylüyordu işte... Ohhh dejavu... Matrix'te bir değişiklik yapılmış olmalı... -
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Yumruğunu sıkıca sık ve monitöre doğru hızla savur kralx... Eğer yumruğun boşa giderse monitör yok demektir... Boşa gitmezse de üzülme. Nasıl olsa paranın da maddi değeri yoktur -
Dikkat..! Allah Var, Madde Yok..
yam_yam şurada cevap verdi: kralx başlık Dini Konular - Din - Dinler
Ben hiç şaşırmadım sayın slapper. Sanırım altından Bohm'un "holografik evren" iddiasıyla harmanlanmış matrixvari yorumlar çıkacak... Zamanında H.Y kitaplarından birinde rastladığım seçme saçmalıklarının içinde de vardı...