Dogrucudavut tarafından postalanan herşey
-
Sultan II. Abdülhamid'in hazırlattığı haritaya göre
Türkiye rüzgar enerjisi Türkiye rüzgar enerjisi potansiyeli bakımından küresel ölçekte ilk sıralarda yer alan bir ülkedir. Yerleşim alanları dışında 10 m yükseklikteki rüzgar hızı yıllık ortalaması, Ege ve diğer kıyı bölgelerinde 4. 5-5. 6 m/s, iç kesimlerde ise 3. 4-4. 6 m/s arasındadır. 10 m yükseklikte yıllık ortalama rüzgar hızı 4-5 m/s olan bölgelerde, 50-60 m yükseklikteki güç yoğunluğu 500 W/m2 aşar. Metrekareye saniyede 500 watt enerji aktaran rüzgardan elektrik elde etmek sadece teknik bir meseledir. Rüzgar enerjisinin kullanılması ülkemiz açısından önemli olduğundan, değişik yörelerimizdeki rüzgar enerjisi potansiyellerinin belirlenmesi için çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından çalışmalar yapılmıştır ve halen de yapılmaktadır. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü (DMİ), uzun süreden beri klimatolojik rüzgar verileri toplamaktadır. Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü (EİE) ise, rüzgar enerjisi alanında Ar-Ge projeleri sürdürmek amacıyla, 1983 yılında bir çalışma başlatmıştır. İlk adım olarak DMİ Genel Müdürlüğü’ne ait istasyonların 1970-1980 yıllan arasındaki aylık rüzgar hızı ve yönüne ait 10 yıllık veriler analiz edilmiş ve ülke genelindeki doğal rüzgar dağılımı “Türkiye Rüzgar Enerjisi Doğal Potansiyeli” adı altında yayımlanmıştır. Bu bilgilere http://repa.eie.gov.tr/ adresinden ulaşılabilir. REPA, küresel atmosferik sirkülasyon modeli, orta-ölçekli sayısal hava analiz modeli ve mikro-ölçekli rüzgar akış modeli kullanılarak üretilen rüzgar kaynak bilgilerinin verildiği Rüzgar Enerjisi Potansiyel Atlası’dır. Bu atlas yardımıyla Türkiye genelinde 200 m x 200 m çözünülürlüğünde; - 30, 50, 70 ve 100 m yüksekliklerdeki yıllık, mevsimlik, aylık ve günlük rüzgar hız ortalamaları, - 50 ve 100 m yüksekliklerdeki yıllık, mevsimlik ve aylık rüzgar güç yoğunlukları, - 50 m yükseklikteki yıllık kapasite faktörü, - 50 m yükseklikteki yıllık rüzgar sınıfları, - 2 ve 50 m yüksekliklerdeki aylık sıcaklık değerleri, - Deniz seviyesinde ve 50 m yüksekliklerdeki aylık basınç değerleri öğrenilebilmektedir. REPA ile denizlerimizde, kıyılarımızda ve yüksek rakımlı bölgelerimizde daha önce ölçemediğimiz yüksek yoğunluklu potansiyeller görünür hale gelmiştir. Rüzgar santralı kurulabilecek alanların belirlenebilmesi için rüzgar kaynak bilgileri ile topografya, akarsular ve göller, yerleşim bölgeleri, orman arazileri, kara ve demir yolları, özel çevre koruma alanları, kuş göç yolları, deniz ve hava limanları, enerji nakil hatları, trafo merkezleri ve elektrik üretim tesisleri gibi tematik haritalar Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ile entegre edilmiştir. Şekilde Türkiye rüzgar coğrafyası verilmiştir. Kırmızı ile işaretlenen bölgeler Rüzgar türbini kurmaya uygun yerlerdir. Şekil 3 : Türkiye Rüzgar Enerjisi Atlası (REPA) Rüzgar kaynak bilgileri, haritalarla desteklenerek Türkiye geneli, grid, coğrafi bölge, il ve seçilecek herhangi bir alan veya nokta bazında değerlendirilir. Böylece rüzgar enerji santralı (RES) kurulabilecek alanlar kolaylıkla belirlenir. Ön fizibilite çalışmaları yapmak için şirketlerin elinde yeterli bilgi mevcuttur. Rüzgar kaynağı arama amacıyla yapılan çalışmalar ortadan kaldırılarak tasarruf sağlanmaktadır. Türkiye’de de rüzgar enerjisine özel sektörün ilgisi inanılmaz boyutlardadır. Nedenleri devletin sağladığı teşvikler rüzgar coğrafyasının uygun oluşu ve akıllıca yapıldığı taktirde karlı oluşudur. Petrol fiyatlarındaki aşırı artış, türbin teknolojisindeki ilerlemeler ve iklim değişikliği gibi küresel faktörler ülkemize yansımıştır. Rüzgar enerjisine olan ilgi diğer yenilenebilir kaynaklar arasında, Tablo 6 dan görüleceği gibi çok fazladır. Haziran 2008 tarihi itibariyle Türkiye rüzgar kurulu gücü 250 MWe’lar civarındadır. (Tablo 2) Yine aynı tablodan görüleceği gibi 2008 yılı sonunda rüzgar kurulu gücünün mevcut gücün iki katına ulaşması beklenebilir. -http://www.enerjiplatformu.com/ruzgar/1307-ruzgar05-
-
Gerici bir kadının tesbitleri
Kuran'daki ilgili surelerden ( Nur-31 ve Azhab 59 ) baş örtüsü zorunluluğu yorumu çıkmaz. Öte yandan, baş örtüsü bir emirdir yorumuna inananlara da saygı duymak gerekir. Ancak, Laik bir ülkede kamu alanında dini simgelere izin verilemez. Üstelik, Baş örtüsü veya Doğramacının bulduğu çözüm olan Türban diyelim ( ben Sıkmabaş tabirini daha uygun buluyorum ) bu sorun ülkemizde siyasallaştırılmış bir konudur ve Sıkmabaş hem dini hem de siyasi bir simge olmuştur. Zaten, kamu alanı dışında kimse Sıkmabaşa karışmıyor.
-
haşema..haşema..haşema
Kuran'daki ilgili surelerden ( Nur-31 ve Azhab 59 ) baş örtüsü zorunluluğu yorumu çıkmaz. Öte yandan, baş örtüsü bir emirdir yorumuna inananlara da saygı duymak gerekir. Ancak, Laik bir ülkede kamu alanında dini simgelere izin verilemez. Üstelik, Baş örtüsü veya Doğramacının bulduğu çözüm olan Türban diyelim ( ben Sıkmabaş tabirini daha uygun buluyorum ) bu sorun ülkemizde siyasallaştırılmış bir konudur ve Sıkmabaş hem dini hem de siyasi bir simge olmuştur. Zaten, kamu alanı dışında kimse Sıkmabaşa karışmıyor.
-
'Bakan geliyor, çıplak tabloları kaldırın'
Ben de karşıyım. Ama, Demirefe, eminim sen de bilirsin ki, Nü denilen resim türünün müstehcenlikle, cinselliği ucuz ve kaba bir şekilde kullanma ile alakası yoktur. Yani, Nü'ye bakınca hayvansal iç güdülerimiz harekete geçmez. Sanatın ne olduğunun sorgulanması ayrı bir konu olmakla birlikte, Nü yapan ressamlar, insan bedeninin doğasındaki estetiği yansıtmak istemilşlerdir ki bu resim tekniği açısından da zor bir konudur. Resim tarihi ünlü ressamların önemli Nü resimleri ile doludur. Ha tabii, hangi resmin iyi olduğuna karar verecek olan biz değiliz. Ancak, sanatın kuralları vardır. Öyle her önüne gelen sergi açamaz. Sanat danışmanlarının, eleştirmenlerinin ve yazarlarının işi de bunu belirlemektir bir anlamda. Tabii ki, müstehcenliğe karşı olmak gerekir. Ama Nü resimleri yasaklamak ve toplum önünden kaçırmak başka bir zihiniyettir, bunu ortaya koymak gerek.
-
Sultan II. Abdülhamid'in hazırlattığı haritaya göre
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz demiş, Uğur Mumcu. Ne doğru bir söz! Alıntılanları okusanız da öyle tartışsak. En basitinden açalım Wikipediayı okuyalım arkadaşlar. Türkiye'de bor maden yatakları Bor mineralleri, dünyanın sayılı bir kaç ülkesinde bulunur. Bunlar içinde %72 oranı ile en zengin ülke, Türkiye’dir. [1] Ancak üretimin ve ihracatın sınırlı olması nedeniyle bu maden, yurt ekonomisinde önemli bir yer tutmamaktadır. Başlıca bor yatakları; Balıkesir, Kütahya, Bursa ve Eskişehir’de bulunmaktadır. Bor minerallerini işletmek için Kırka, Emet, Bigadiç, ve Kestelek'te tesisler bulunmaktadır. Stratejik önemi hakkındaki görüşler Değerli bir maden olduğu [değiştir] Bor'un önümüzdeki çağın en popüler madeni olacağı, petrolden bile önemli olduğu, bazı güçlerin Türkiye'deki bor madenlerini ele geçirmek için oyunlar oynadığı görüşü hakimdir. [2] Stratejik öneminin abartıldığı görüşü [değiştir] Türkiye'de bor üretiminden çok yüksek kazançlar elde edilebileceğinin yanlış bir inanç olduğu, dünyada %66 [3] rezerve sahip olduğu halde, pazarın sadece %25'ini elinde tutan Türkiye'nin bor madenini teknolojide kullanmadan bir katma değer yaratamayacağı düşünülmektedir. [4]
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Olabilir tabii, ama bu saatten sonra çıkabileceğini zannetmiyorum yeni bir Mustafa Kemal'in. Sn.Yakışıklı, Gandhi saygı duyduğumuz bir şahsiyettir ama Kürt sorunu konusunda ülkemizde, onun misyonunun, kişiliğinin, mücadele tarzının yeri nedir, anlayamadım arkadaşın yazdığı tek cümleden o yüzden anlamaya çalışıyorum, siz anladıysanız Sn.Mavi'nin yazdıklarını ne olur bana da anlatın
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Yeterince net anlattığımı sanıyordum Neyse, bakın siz, 'içerisinde etnik Kürt kimliğinin de bulunduğu, ortak kader, ortak tarih ve ortak vatan' anlayışıyla bir Türk Ulusu mümkün derken, bunu, yani, bu anlamda bir Türk ulusundan olmayı ( Atatürk Milliyetçiliği ), dolayısıyla bu anlamda Kürt asıllı Türk olmayı kabul etmişsiniz demektir. İtirazlarınız sırf karşı olmak adına bir inatçılık mıdır, yoksa, Türküm demeyi etnik anlayanların baskısından korktuğunuz için mi ? ( Her iki taraftan da ) Yada burda tek sorun 'Türk' sözcüğü mü ? Bu mu rahatsız olunan ? Kütürk olsa sorun kalmayacak mı ? Ama bunu değiştirmek mümkün değil, bu isim tarihsel olarak bu coğrafyaya ve üstünde yaşayanlara verilmiş bir isim. Bunu değitiremeyiz, siz rahatsız oluyorsunuz diye
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Çıkacak olan bu cesur şahıs nereden çıkacak, gazeteci mi, siyasetçi mi, ordudan mı, Kürt mü, Türk mü ? Biraz daha açmanız gerekir. Gandhi ile paralellik kuramadım henüz
-
Sultan II. Abdülhamid'in hazırlattığı haritaya göre
Dünyada petrolün ilk bulunduğu bölgelerden biri Mezopotamya. O petrol bulunduğunda o bölge Türk bölgesi. Bölgede kurulan ilk petrol şirketinin, İngiliz kökenli petrol şirketinin adı Türk Petrolleri Şirketi. Sultan Abdülhamit o sırada bu işle ilgilenen İstanbul’da bankerlik yapan Ermeni asıllı Gülbenkyan’a bana bir rapor hazırla, bölgede petrol olduğuna ilişkin haberlerin aslı nedir diyor. Gülbenkyan bir rapor hazırlıyor ve hakikaten bölgede önemli petrol yatakları olduğunu söylüyor ve ondan sonra Abdülhamit 1877 yılında bütün o bölgedeki petrol sahalarını kendi hazinesine dahil ediyor. Ondan sonra İngilizler bu bölgeye göz dikiyorlar, petrolün önemini anlıyorlar ve şunu kavrıyorlar ki kömürle çalışan gemiler ile İngiltere’nin deniz gücünün uluslar arası alanda İngiltere ile rekabet etmesi mümkün değildir. Petrolle çalışan gemiler üreteceğiz dediler. Petrol İngiliz donanmasının can damarı oluyor. O nedenle bu petrole de İngilizler bağımlı oluyor. Kökünde bu yatıyor. İngilizlerin çeşitli konuşma ve beyanları var. O kadar kıskançlıkla bu petrole sahip çıkıyorlar ki ABDliler ile dahi paylaşmak istemiyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nda Churchill’in beyanları var; bu petrol bizimdir, Amerikalılarla paylaşmayız. Onun üzerine de Roosevelt de İngiliz büyükelçisini çağırıyor ve sizinle Irak ve İran petrolünü paylaşabiliriz ama Suudi Arabistan petrolü bizimdir diyor. Sanki kendi toprağı. Bu nedenle I. Dünya Savaşı’nda bu bölge çok büyük çatışmalara sahne olmuştur. Savaş bitmiştir, 1918’da mütareke imzalanmıştır, askeri birlikler mütareke imzalandığı gün ve saatte neredelerse orada kalmaları lazımdı. Ama İngiliz birlikleri Kerkük’e girememiş o sırada. Üç gün daha sürdürmüşler yürüyüşlerini ve ondan sonra Musul’u işgal etmişler. O kadar önemli ki petrol, mütareke şartlarına uymak filan bir tarafa bırakılıyor. Lozan Antlaşması sırasında bu konu çok tartışılıyor. İsmet Paşa bu bölgenin Türk topraklarına katılması için büyük bir çaba sarf ediyor çünkü bu bölge Misak-ı Milli hudutları içindedir diyor. İngilizlerle İsmet Paşa karşılıklı olarak bölgedeki nüfus istatistiklerini değiş tokuş ediyorlar ve ikisinde de görülüyor ki Türklerle Kürtlerin toplamı Araplardan daha fazla. İsmet Paşa plebisit yapalım diyor. İngilizler buna yanaşmıyorlar. E hani siz demokrasiden yanaydınız? Hani siz halk oyuna önem verirdiniz? Yanaşmıyorlar. Biliyorlar ki bir plebisit olsa, Kürtler Türklerle birlikte Türk toprakları içinde kalmak için oy kullanacaklar. Biz Lozan’da hemen hemen bütün meseleleri hallettik, bir tek mesele açık kaldı; o da Türk-Irak sınırı meselesi. Bu çok önemli, bunun altında da petrol yatıyor. İngilizler bu işi Milletler Cemiyeti’ne götürmek için ısrar ediyorlar. Milletler Cemiyeti’ne Türkiye üye değil. O sırada çeşitli oyunlar yapıyorlar, siz bunu Milletler Cemiyeti’ne havale ederseniz orada tam söz hakkına sahip olacaksınız, veto hakkınız olacak filan. Halbuki yok. Neticede konu Milletler Cemiyeti’ne gidiyor. Meselenin Milletler Cemiyeti’ne havale edilmesi İngilizler tarafından tarihi 5 Ağustos 1923. 6 Ağustos 1923’te, tesadüf bu ya, Nasturi isyanı patlak veriyor. Hıristiyan Kürtlerin isyanı patlak veriyor. İngilizler bu yerel etnik çekişmeleri bir koz olarak kullanıyorlar Türkiye’ye karşı. Milletler Cemiyeti Musul’a bir heyet yolluyor, heyet Musul’dayken Şeyh Sait isyanı patlak veriyor. Bu yolla Türkiye’ye şu mesajı veriyor; sen bu bölgede benim istediğim gibi sınırı çizmezsen senin başına bela olurum, başına bu etnik meseleleri bela ederim diyor. I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere iki ajan yolluyor. Bir tanesi Lawrence, Arabistan’a gidiyor, Arapları ikna ediyor, Araplar da sırtından bıçaklıyor Türkleri. Bağımsız bir Arap devleti vaadi ile Şerif Hüseyin’i kandırıyorlar. İkinci ajan binbaşı Noel. Onu da Kürtlerin bulunduğu Mezopotamya’ya yolluyorlar; Kürt liderlerini ikna edecekler, Türkiye’den koparacaklar. Orada rapor yazıyor. İngiliz hükümetine ben beceremedim, oradaki Kürtler Türklerden ayrılmak istemiyor onun için bunların ayrı bir devlet olması mümkün değil diyor. Türkiye de Lozan’da ‘plebisit yapalım, bakalım sonuç ne olacak’ diyor. Bugünkü Türk-Kürt veya Türkmen-Kürt çatışması o devirde yok. Türkmenlerle Kürtler birbirine hasım değil ve Türk devleti inanıyor ki bunlar birlikte oy kullanacaklar. Fakat sonra ne oluyor? Yine bu etnik konular sürekli olarak istismar ediliyor ve Türkiye’nin orada birlik ve bütünlük içinde güçlü bir devlet olması insanları rahatsız ediyor. Emin olunuz Türkiye’ye yönelik bu terör faaliyetlerinin en önemli boyutu dış boyutudur. Türkiye’de en son isyan 1937’de çıkmış; Dersim isyanı. 1937’den 1975’e kadar Türkiye’ye yönelik bir terör faaliyeti yoktur. Peki nasıl oluyor da çıkıyor 1975 başında? Kıbrıs meselesinden sonra. Kıbrıs meselesinde Türkiye Kıbrıs harekâtından sonra bazı Rum terör örgütleri ve Yunanlılar açıklama yapıyorlar; bütün dünyada hedeflerinizi vuracağız. Ondan sonra ASALA terör örgütü çıkıyor, 40’tan fazla diplomatımızı öldürüyor. Onun bittiği gün PKK terörü başlıyor. Şimdi meselenin bu dış boyutunu görmezsek çok yanılırız. İşte bugün Kuzey Irak’ta terörist faaliyetler devam ediyorsa bunun bölgeye yönelik dış boyutunu çok iyi görmek gerek. Dış boyutu olmazsa terörle Türkiye çok daha kolay baş ederdi. Terörü Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanıyorlar. Bir Yunan parlamento heyeti ziyaret ediyor Şam’da Öcalan’ı ve beraber resim çektiriyorlar. Tesadüf bu ya resmin arkasında Türkiye haritası var yunanca yazılı. Bir tek işaret var üzerinde Türkiye’den geçen petrol boru hatları. Bunlar da kırmızıya boyanmış. Tehdit ediyor. Kerkük bütün dünyadaki petrolleri %4,5’unu çıkarıyor. Kerkük Irak petrollerinin %40’ını çıkarıyor. Kerkük petrollerini eline geçiren bölgede büyük bir stratejik üstünlük kazanacak. Onun için Kerkük önemli. Niçin Irak anayasasında başka şehirler için özel bir hüküm yok da 140. maddede Kerkük ile ilgili hüküm var? Çünkü Kerkük’teki petrol yataklarını ele geçirmek istiyorlar. Petrol yataklarını ele geçirmek isteyenler sadece oradaki yerel aşiretler mi? Yerel etnik gruplar mı yoksa onların arkasındaki güçler mi? Buna çok iyi bakmak gerek. Petrol bugün dünyada pek çok çatışmanın temel sebebidir ve bu çok uzun yıllardan beri böyledir. Bu petrole hakim olmak devletlerin temel hedefidir. ABD yerel petrol üretimi düşmeye başladıktan sonra Ortadoğu petrollerine giderek bağımlı olmuştur. Başkan Bush’un da bu konuda çok demeci var. Churchill daha İkinci Dünya Savaşı’nda ‘petrol savaşın sonunda elimizde kalacak tek varlıktır’ diyor. Bunu ABDlilerle bile paylaşmayız diyor. İşte bu kadar önemli. İran’da hükümet devirdiler bu yüzden. Musaddık hükümeti bu yüzden devrildi, çünkü yabancı devletlerin elindeki petrolleri devletleştirdi Musaddık. Hemen ABDliler İngilizlerle beraber darbe düzenlediler CIA aracılığı ile onu devirdiler ve hapse attılar, petroller tekrardan yabancı şirketlerin eline verildi. Bugün de sorun çok da farklı değildir. Bugün de dünyada petrol pek çok siyasi hesaplaşmanın da altında yatıyor. Bütün Bağdat yağmalandı, müzeler dahil. Bir tek yer çok iyi korundu; petrol bakanlığı. Şimdi Irak’ta kan gövdeyi götürüyor, birinci mesele Irak’ta can güvenliğini sağlamak, insanlar ölüyor fakat bütün bunlar bir taraftan cereyan ederken bir taraftan da alelacele Irak meclisinden bir petrol yasası çıkarılıyor. Bu yasada çok ilginç hükümler var; bütün bu petrol meselelerini yönetecek bir komite kuruluyor. Bunların içinde Irak petrol bakanlığı, Irak merkez bankası ve aynı zamanda yabancı petrol şirketleri var. Bir devletin petrol üretim mekanizmalarını karara bağlayacak bir komitenin içine yabancı petrol şirketlerini koyuyor. Ondan sonra yerel yönetimler söz hakkına sahip. Bu yasaya göre petrolün araştırılmasında, dağıtılmasında, taşınmasında ve bunlarla ilgili düzenlemelerin yapılmasında petrol gelirlerinin paylaşılmasında bu bölgelerin özel söz hakları var. Tesadüf bu ya işgal altındaki Irak’ta bunlar olurken bağımsız egemen bir devlet olan Türkiye’de de kaşla göz arasında bir petrol yasası çıkarılıyor. Irak’taki petrol yasası ile büyük benzerlikler taşıyor. Irak’taki petrol yasasından daha kötü Türkiye’de çıkarılan yasa. Irak’taki petrol yasasındaki bazı kontrol mekanizmaları bizim yasamızda yok. Irak petrol yasasının 11 c maddesi mesela Irak petrollerinin çıkarılmasında ve işletilmesinde Irak’ın milli menfaatlerinin korunacağını yazıyor. Türk petrol yasasında, daha önceki yasada mevcut olan Türkiye’nin milli menfaatlerinin korunacağı cümlesi çıkarılmıştır. Basının da yazdığı gibi, Türkiye’deki yasa da yabancı petrol şirketlerinin baskıları, beklentileri ve talepleri doğrultusunda çıkarılmıştır. Dünyada pek çok ülkenin petrol yasasını inceledik. Hepsinin içinde milli menfaatlerinin korunacağının lafı var. Türk yasasında yok. Dünyada örneğini bulamazsınız. Bir devletin yasa değişikliğini yaparken, milli menfaatlerinin korunacağı cümlesinin çıkartılmasının örneğini dünyada bulamazsınız. Biz bu yasaya tabi itiraz ettik, cumhurbaşkanı geri çevirdi. Şimdi tabii ısrar edecekler, biz de Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz. Öyle bir yasa çıkarılmış ki; Türkiye’de bulunan petrolün bir litresini bile Türkiye’de kullanmayı zorunlu kılan bir madde yok. Yani sanki Türkiye okyanus ortasında bir ada. Bunun savaşı, barışı, kıtlığı, kriz durumu var. En kritik dönemlerde bile bir yabancı şirket Türkiye’de çıkarttığı petrolün bir litresini bile Türkiye’de satmak zorunda değildir, çıkarılan yasa bunları söylüyor. Tamamını yurt dışına götürebilir. Sanki Türkiye bir sömürge devlet. Bütün bunlar niçin oluyor acaba? Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Türkiye’de petrol yoktur, zaten çıkmaz diyorlar bazıları. Ama son gelişmeler bunun tam aksini kanıtlıyor. Türkiye’de petrol ve doğalgazın bulunduğuna dair her gün yeni bir bilgi alıyoruz. Ben iki hafta önce Akçakoca’daydım. Orada ilk defa olarak, Karadeniz’de doğalgaz bulundu ve 15 gün sonra işletmeye alınıyor biliyor musunuz? Kamuoyunun haberi yok. Denizin içinde platformlar yapıldı, borular döşendi, kıyıdaki tesisler bitti. Buradan Bolu’ya 16 kmlik gaz boru hattı döşendi ve önümüzdeki 15 gün içinde günde 2 milyon metreküp doğalgaz üretimi başlıyor. Yine uluslar arası şirketlerle aynı bölgede petrol araştırması için antlaşma imzalandı ve etütler yapıldı, 2009 yılında kuyular kazılacak denizin içine. Aynı zamanda güneydoğu sınırına bitişik Nusaybin bölgesinde petrol çıktı. Orada mayınlı arazi var. Bunun mayınlardan temizlenmesi karşılığında bu bölgeyi İsrail şirketlerine 49 yıllığına vereceklerdi. Bu konuda iki tane gizli antlaşma ve kararname çıkarttılar. Biz bunların iptali için Danıştay’a müracaat ettik. İki tane ihale açmışlardı, bizim baskımız sonucunda iptal etmek zorunda kaldılar. Biz bu çalışmaları yaparken bir de baktık ki sınırımızın 300 metre ilerisinde petrol var, Kamışlı’da. Küçük adalar halinde bazı yerler mayından temizlendi ve orada 14 tane petrol sondaj kuyusu açtık ve 14ünden de petrol çıktı. Türkiye üzerine oynanan oyunlar bunlar. Irakla şu alakası var. Bütün bu petrol işleri tartışılırken, pazarlıklar yürütülürken I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, bir banker devamlı devrede. Bütün bu işlerden %5 alırmış, bütün petrol imtiyazlarından. Onun kalemi ile bir kırmızı çizgi çiziyorlar. Bunun adı kırmızı çizgiler antlaşması; bu kırmızı çizgi ile çizilen toprakların içinde Irak, Türkiye ve Kuveyt hariç birkaç yer daha var. Kerkük petrolleri ile Türkiye’de bulunabilecek petroller aynı rejime tabi. Dünyada petrol üreten 7 tane dev firma var. Bunların yedisi birden anlaşmadan bu bölgelerde petrol çıkarılmayacak diyor. İşte biz cumhuriyeti kurduğumuzda böyle bir miras devraldık. Bağımsız Türkiye bu güç koşullarda kuruldu. Biz kendi petrolümüzü ilk defa 1940’ta Raman petrollerini bulduk. 1930larda bir yabancının yazdığı bir kitap var, orada önemli bir şey var. Dünyada büyük petrol şirketlerinin satın alamadığı iki tane devlet adamı vardır diyor. Bunlardan bir tanesi Kemal Atatürk. Düşünün bu şirketlerin devlet adamlarını satın alma gücü var. İşin bu boyutlarını bilerek Türkiye’nin stratejik değerlendirme yapması lazım. Terörü mutlaka önlemesi, bölgeye demokrasi getirmesi, Irak’ın bağımsızlığını sağlamaya yardımcı olması lazım. Çok ümitsiz de olmayın, ümit verici bir tablo da var ortada. Amerikan Kongresindeki Demokrat çoğunluk bir yasa tasarısı hazırladı. Bu 2008 yılının Ağustos ayına kadar Irak’taki Amerikan birliklerinin çekilmesini öngörüyor. Bu birlikler çekilince Kerkük Türklerine baskı yapanlar acaba ne duruma düşecek? Bunu hesap eden var mı? İngilizler yakında 1600 asker çekeceklerini açıkladılar. ABD çekilirse Kongre kararı ile ne olacaktır Irak’ta? Yepyeni bir durum çıkacak ortaya. İşte Kerkük Türklerinin bunu hesap ederek planlarını yapması lazım. Amerikalılar çekilince bugün sırtını Amerikalılara dayayarak size baskı yapmaya kalkışanlar bu gücü kendilerinde bulamayacaklar ve bölgenin en büyük ve güçlü ve tek demokratik ülkesi olan Türkiye’ye yaklaşmak zorunda kalacaklar. Türkiye de hepinize destek oluruz ama orada Türkmenleri ezdirmeyiz diyecek. Türkmenlere sayı göstermeyi bileceksiniz, Irak’ta gerçek bir demokrasi kuracaksınız, Irak’ta laik bir devlet kurarsanız, barış şartlarını artırırsınız. O zaman bu çatışmalar olmaz. Bu işin kilit kelimesi demokrasidir. Çünkü dünyada demokrasiler arasında hiç savaş olmamıştır. Siz demokrasiyi Ortadoğu’da yayabilirseniz, orada istikrarın anahtarı olur. Neticede bundan herkes yararlanır. İşte Türkiye bölgeye demokrasi ihraç edebilecek tek ülkedir. . . . . Petrol boyutunu mutlaka göz önünde bulundurmak zorundayız aksi takdirde vereceğimiz mücadelenin başarı şansı çok az olur. Doğru teşhis koyarsanız, doğru çözüm bulursunuz. Doğru teşhis de bu bütün söylediğim unsurları dikkate alan teşhistir. ( CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen )
-
'Bakan geliyor, çıplak tabloları kaldırın'
Demek ki sanatı toplum için yapıyorlar Ellerinden gelse Müze mi kalır ülkede Sn.Politika!
-
'Bakan geliyor, çıplak tabloları kaldırın'
Neyse ki, o zihniyetin eyleme geçmesine fırsat olmamış. Heykel vücut salgılarından zarar görmez ama tablolara garanti veremem.
-
Sultan II. Abdülhamid'in hazırlattığı haritaya göre
Sn.Yakışıklı, gerçekten maden rezervi var mı yok mu, işlenebilecek kalitede mi değil mi kısmı bir yana, sizin ortaya koyduğunuz tablodaki, dışardakiler ve içerdekilerin aynı anda yazdığınız gibi düşünmeleri mantıksal çelişki oluşturur. Çünkü, eğer, dışardakiler, Türkiye gelişmesin diye yeraltı kaynaklarını gizliyorlarsa sizin mantığınızla bu ülkenin doğusunun başkaldırmasına yol açmaz ve Türkiye bölünüp zayıf hale gelmez, dolayısıyla dışardaklerin isteği olmaz. Eğer gizlemeseler, bu durumda Doğu başkaldırır ve ülke bölünüp zayıflar, dolayısıyla içerdekilerin isteği olmaz. Bu çelişkiyi gidermek için araya 'yada' bağlacını koyarsak, bu durumda, içerdekilerin, sondaj ve arama yapan dış maden şirketlerine bir baskısı olduğu varsayımını öne sürmemiz gerekir, bu da pratik olarak mümkün olmadığına göre, demek ki, dışardakilerin içerdekilerle bir işbirliği söz konusu olur. Bu da iktidardakilerin dış güdümlü olduğunu kanıtlar. Zira, Doğunun başkaldırması için petrol çıkması gerekmez, dışardakiler zaten yeterince kışkırtıyorlar. Önemli olan nihayetinde o bölgeye hangi gücün hakim olacağı, orada egemen görünen devletin etiketi farketmez.
-
Terör örgütünde Kürtçe kanal öfkesi
Sn.Yakışıklı, Bosnak, Tatar, Çerkez, Çeçen ve Laz derken, arkadaşlar başka ülkelerdeki değil, ülkemizdeki Bosnak, Tatar, Çerkez, Çeçen ve Laz asıllı Türkleri kastetmişler. Lazların kendi kanalları yoktur. Fransada yada Almanyadaki Türklerin hakları ile ülkemizdeki etniklerin haklarını karıştırmayın, aynı şey değil. Şu iğne-çuvaldız edebiyatını da bırakalım artık. Ülkemizdeki Kürtlerin bir kısmı hariç diğer etnik gruplar Türklük kavramına adapte olmuş ve uyum sağlamışlardır. Her gruba bir TV açılabilir, bu sorun değil. Kürtlerin TVsi olması ise önceliklidir. Çünkü, bu vatandaşlarımız, Türkçeyi de bilmediklerinden, mecburen Roj Tv, Barzani Tv gibi kanalları izlemek zorunda kalıyor ve terör örgütünün propogandasına maruz kalıyor ve ülkeden kopma durumuna geliyorlar. Bu yüzden çok olumlu ve olması gereken bir girişim olmuştur, hayırlı olsun.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Sn.Mavi, anlamanız gerekeni ben mi söyleyeceğim diye kestirip atardım ama yine ben suçu kendimde görüp eğer, siz bu ülkeye Gandi gerek derken ne anlatmaya çalıştığınızı açık açık yazarsanız bir açıklama yaparım. Genç Sivillerin bu sloganı neyi ifade ediyor, bu sloganı hep kullandınız ama hiç birinde açıklamamıştınız, biz de üstünde durmamıştık daha önce.
-
Gazze'de katliam
Verdiğiniz kaynakta bu artışın büyük kısmını Müslüman Arapların oluşturduğu yazıyor. Üstelik, bu toplam artış oranı 1999 dan beri düşmekteymiş. Zaten daha önceki en yüksek artışı da 1990 lardaki Sovyetlerin dağılmasından sonra toplu göç eden Sovyet Yahudileri oluşturmuş. Daha sonraki doğum ve ölüm oranları verilerini de göz önüne alırsak, göstermeye çalıştığınız gibi değil, çelişki yok Sn.Domuz bağının alıntıladıklarıyla, verdiğiniz kaynağa göre. OK ?
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Sn. dünyahepimizin, Cem Özdemir, kendisine gelen Türk TV'sine, gazetecisine neden Almanca demeç versin ? Sanıyormusunuz ki, futbolcu Aurello, Boliç kendisiyle röportaj yapmaya gelen atıyorum Afrika, Bosna Hersek TVleri ile Türkçe konuşuyordu ? Cem Özdemir Alman parlementosunda, Alman milletvekillerine hitap ederken hangi dille konuşuyor ? Alman Tvsindeki bir açık oturumda Cem Özdemir Türkçe mi konuşuyor ? Dediğiniz gibiyse demekki Almanlar da Türkçe öğrenmiş. Sanıyormusunuz ki, bizim Kürt asıllı milletvekillerimiz Iraka gittiğinde Barzani ile Türkçe konuşuyor ? Rum yada Süryani milletvekili kendi dilinde konuşsa Türkiyedeki gazeteciye yada Tvye kim anlar ? Ayrıca, Fener Rum patriği Bartelemeos sanıyormusunuz ki, Yunan Tvsi gelince onlara Türkçe konuşmak zorunda ve konuşuyor ?Kim yasak diyor, nerden çıkarıyorsunuz bunları ?
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Sn.Mavi, öyle bir şey yok, sizden Türk ırkına ait Türküm deyin diyen yok. Anlatamadım galiba, Amerikalılar çok farklı, çünkü her biri bir ülkeden gelmiş ve orayı vatan yapmışlar. Dolayısıyla, coğrafi bağlamda bir üst kimlik var. Almanyada ise yaşayan yabancılar oraya yine başka ülkelerden göçenlerdir. Sizin durumunuzla aynı değil, karıştırmayalım. Ben Almanya örneğini tarihsel olarak orada yaşayan Frizler gibi etnik gruplar için verdim. Onlar kendilerine Alman demekten gocunmaz. Bunun gibi siz de Kürt asıllı Türksünüz. Çünkü Türkiye Cum. vatandaşısınız. Türk Kürdüsünüz. Aynı kültürel ortamı, tarihi, kaderi paylaştığımız için, aynı şeyleri tartıştığımız, aynı şeylere güldüğümüz, aynı olaylara şaşırdığımız, aynı müzikleri dinlediğimiz, aynı yemekleri yediğimiz için. Çünkü aynı vatanı, aynı kaderi, aynı tarihi paylaşıyoruz. Irak Kürdü yada İran, Suriye Kürdü ile aynımısınız ?
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Özür Dilemenin Anlamsızlığı 1-'Devlet' dediğimiz soyut kelime ile ifade edilen, kamu çalışanları ile somutlaşan nesnenin en öncelikli kuruluş amacı adaleti sağlamak, insan haklarını gözetmek, güçlünün zayıf aleyhine hak ihlali yapmasını engellemek, önlemek ve gerekli tedbirleri almaktır. 2-1915’in tarihsel bağlamı içerisinde olayları ele alırsak, 1.Dünya savaşı ‘nın çıkış nedenlerinden biri olan dünyada yayılan Milliyetçilik dalgası, Rusyanın sıcak denizlere açılma ve Pan-Slavizm ile açıklanabilen yayılma politikası gereği savaş öncesi Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmp.’daki etnik grupların kışkırtılması ile önce Balkanlarda Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan devletleri kurulmuştur. Savaş sürecinde ise Anadolu’da Ermenilerin Çarlık Rusyası tarafından kışkırtılması ile Taşnak ve Hınçak çeteleri tarafından silahsız yerli Müslüman halka ( Türk ve Kürt ) yönelik etnik temizlik amaçlı soykırıma varan saldırılar ve intikam almak isteyen gruplar olmuştur. Olayın bir iç savaşa dönüşmesini engellemek isteyen İttihat ve Terakki, ‘Tehcir Kanunu’ çıkarmış, savaş bölgesinden Ermenileri, savaş bitiminde tekrar geri dönmek üzere göç ettirmiştir. 3-Bu göç ettirme sırasında, savaş durumu nedeni ile yetersiz bir Osmanlı askeri birliği tarafından refakat edilen göç konvoyuna, intikam almak isteyen Müslüman ( Türk ve Kürt ) çeteler tarafından saldırılar yapılmış ve ölümler olmuştur. Yani, devlet, asli görevi olan güçlünün zayıf aleyhine hak ihlali yapmasını engellemeyi yapamamıştır. ( Filistin cephesine asker gönderemediği için de, o cephede zor durumda kalmıştır. ) Bununla birlikte, ölümlerin çoğu salgın hastalıklar yüzünden olmuştur. Bir kısmı ise geri çekilen Rus ordusu ile birlikte Kafkaslara yürürken yine hastalık, açlık gibi sebeplerle ölmüştür. 4- Mondros Ateşkes antlaşması ile Müttefiklerin baskısı ile Damat Ferit hükümeti, Tehcir sırasındaki ihmalleri olduğu gerekçesiyle Sivas eski valisi Muammer Bey, Diyarbakır eski valisi Dr. Reşid Bey, Mamuretülaziz eski valisi Sabit Bey, Musul eski valisi Memduh Bey, Divan-ı Muhasemat temsilcilerinden Macid Bey, Urfa Mutasarrıfı Mehmet Nusret bey ve Boğazlayan Kaymakamı Kemal bey yargılanmış ve Mehmet Nusret bey ile Kemal Bey haksız yere idam edilmiştir. Mehmet Reşit Bey intihar etmiştir. Öte yandan Cemal paşa ve Talat paşa da Ermeni komitacılar tarafından şehit edilmiştir. 5- Damat Ferit hükümeti tarafından çıkarılan ‘Geri Dönüş Kararnamesi’ ile yerlerine geri dönen bir kısım Ermeniler,Anadolu'da İşgal kuvvetleriyle işbirliği yaparak yeniden etnik temizlik yapmaya devam etmişlerdir. 6-Ermenilerin, Milletleşme ( Uluslaşma ) sürecine girip ( yada batılı devletler tarafından bu sürece sokulup kullanılan ) ve bir imparatorluktan ayrılıp ayrı bir devlet kurmak istemeleri bir yere kadar anlaşılır bir şeydir. İmparatorluklar yıkılıp Ulus-Devletler kurulması tarihsel bir süreçtir ve sadece Osmanlının başına gelmemiştir. Ancak, bunu, bir bölgede etnik temizlik yapmak sureti ile gerçekleştirmeye kalkmaları kabul edilir bir şey olamaz. Bunu engellemeye çalışan ve uluslararası savaş hukuku gereği göç ettiren bir devlet suçlanamaz. Özür dileme kampanyasının çıkaranların hiçbir haklı yönü yoktur. Ha, kendi dedeleri göç ettirilenlere ve Ermeni köylerine saldıran çeteler arasında ise onu bilemem. Kendi adlarına ne yaparlarsa yapabilirler, ancak bunu kampanya haline getirip Türk milletine mal edemezler, bunun maksatlı bir girişim olduğu çok açık. Üstelik, Ölen, öldürülen müslümanlar, Ermenilerden daha fazladır. 7-Daha önce yazılmış ama tekrar edeyim; böyle masum kılıflara sokulmuş bu tip bir eylem, Diaspora Ermenileri tarafından Türkler tarafından soykırım kabulünün ilk adımı olarak değerlendirilir ve nitekim dış basında yankısı böyle olmuştur. ABD'de Obamanın seçilmesinin akabinde böyle bir kampanyanın açılması ise oldukça düşündürücüdür. İmza kampanyası için alınan yüksek güvenlikli internet adreslerinin oldukça pahalı olması da bu teoriyi destekler maiyettedir.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in, “Ermeni soykırımı” iftirasıyla ipe gönderilmesi Son sözleri ile milli direnişin kıvılcımı oldu İdamı Anadolu’da milli bir hareketin doğmasına sebep olan Kemal Bey’in uğradığı haksızlık Türk milletinin canla başla yürüttüğü Milli Mücadeleyi derinden etkiledi. Anadolu’da kendi istiklali için çalışan, uğraşan ve can kan veren bir halkın ilk kurbanı oldu. Anadolu’da kurtuluş hareketi başladı. İşgalci Rus ordusuyla işbirliği yaparak Türk Ordusunu arkadan vuran, masum halka katliam uygulayan Taşnak çetelerine karşı dönemin askeri yöneticileri ; Osmanlı Hükümetine, Rus ve Balkan ülkelerinin Türklere yaptığı gibi Ermenileri Rusların üzerine sürme veya cephe gerisine sevk etme tercihini sunar. Osmanlı hükümeti harp döneminde alınabilecek barışçı tedbirlerden biri olan “geçici sevk ve iskan kanununu” çıkarır. Bir kısım Ermenileri ülkenin güvenli bölgelerine nakleder. Bu kanunun gereğini uygulayan Türk yöneticileri mahkemeye verilir, önce suçsuz bulunur. Istanbul’un işgal edildiği Damat Ferit hükümetinin işbaşında bulunduğu bir ortamda, İngilizlerin baskısıyla uygulanan “kurban arama siyaseti” sonucunda, Türk yöneticiler hakkında yeniden soruşturma açılır. İtilaf devletlerinin kontrolündeki İstanbul’da Ermenileri göç ettirmeye zorlama suçu bahane edilerek vatanseverler her yerde aranır, sıkıştırılır. Yargılamalar “Ermeni intikam hareketine” dönüşür. Daha sonra Atatürk ve silah arkadaşları hakkında da idam kararı verecek olan Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi; Ermeni yalancı şahitlerin delaletiyle Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, Urfa Mutasarrıfı Mehmet Nusret Bey, Diyarbakır Valisi Mehmet Reşit Bey hakkında idam kararı verir. Beyazıt’ta infaz Dr. Mehmet Reşit Bey soruşturma devam ederken Bekir Ağa Bölüğünden kaçar, yakalanacağını anladığı anda 6 Şubat 1919 günü intihar eder. İlk idam edilen Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey olur, oysa görevini yapmakla yöre halkını katliamdan kurtarmıştır. Hüküm 10 Nisan 1919 günü Beyazıt Meydanı’nda yerine getirilir. Urfa Mutasarrıfı Mehmet Nusret bey de 5 Agustos 1920 günü idam edilir. Mehmet Kemal Bey idam sehpasında son sözlerini söyler, etkileyici bir konuşma yapar yazılı vasiyetini de teslim eder. Milletine hesap verir. “Çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum eminim bu kahraman millet gereğini yapacaktır” der. Meydanı bir matem manzarası sarar. Her adımda artan cenaze alayının geçtiği sokaklarda evlerden kadınlar hıçkırarak gözyaşlarıyla mateme iştirak eder. İnfaz normal uygulamanın aksine sabaha karşı değil, öğleden sonra yapılmıştır. Her gün yaptığı gibi cezaevine oğlunu ziyarete giden babası Arif Bey Beyazıd Meydanı’ndan geçerken oğlunun idam edildiğini görür, çılgına döner. Cenaze kendisine teslim edilir. Millet sahiplendi Bu hadise Kemal Bey’i bir millet kahramanı mertebesine yükseltir. Merhumun naaşı milli bir kurban gibi, darağacından Türk gençliğinin muhabbetli kollarına düşer. Bir kısım gazeteler Kemal Bey’in idamını geniş bir şekilde yayımlar. O devire göre alışılagelmişin dışında cenaze töreninde çelenk taşınır, fotoğraf çekilir, tabut’a Türk bayrağı örtülür, intikam yeminleri edilir. İngilizlere hoş görünmek, yaranmak maksadıyla gerçekleştirilen idam kamu vicdanını derinden yaralar ve çok önemli sonuçları da beraberinde getirir. Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’in idamı Mütareke dönemi İstanbul’unda ortaya çıkan ilk protesto gösterisi, idam sehpasındaki siyasi vasiyet niteliğindeki son sözleri de milli direnişin kıvılcımı olur. Istanbul’un işgal altında olduğu bir ortamda düzenlenen cenaze törenine bir Türk askeri birliği eşlik eder. “Milletin masum kurbanına” bir başka kaynağa göre “Türklerin büyük Şehidi Kemal Bey” yazılı çelenk taşınır. Tabut geçerken Kadıköy karakolunun zaptiye efradı “bayrağı yarıya indirerek” askeri tören yapar. Askeri Tıbbiye öğrencileri, Mülkiyeliler, eski Teşkilat-ı Mahsusa ve Mim Mim grubu mensupları, çok kalabalık bir halk kitlesi cenazeye katılır, İngilizler halkın gösterdiği ilgiden telaşa düşer. Halk kendi arasında Şehit ailesi için yardım toplar. Meclis’ten vefa Mehmet Kemal Bey gibi mağdur duruma düşen bütün Şehit aileleri için Atatürk’ün TBMM, Türk milletinin kadirşinaslık ve vefa duygularının ifadesi olur. TBMM 27 Haziran 1926 tarih 405 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren kanunla “Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen veya bu uğurda duçar-ı gard olan ricalin ailelerine verilecek emlak ve arazi hakkında kanun” çıkartılır. Talat Paşa, Cemal Paşa, Cemal Azmi Bey, Bahaeddin Şakir, Cemal Paşa’nın yaverleri Süreyya ve Nusret Bey, Sait Halim Paşa’nın ailelesi olan 21 kişiye maaş bağlanır. Aynı şekilde “Tehcir meselesinden dolayı Nemrut Mustafa’nın riyaset ettiği Divan-ı harb kararıyla idam edilen rical ve efrad-ı ailesi hakkında kanun” çıkartılır. “Urfa mutasarrıfı Nusret Bey, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ve Reşit Bey’in aile fertlerinden yirmi kişiye de aylık bağlanır. Meclis şehit ailelerine Milli Emlakdan değil, firari Ermenilerin emvali metrukesinden yardımda bulunmaya özen gösterir. Kanun teklifinin 1.maddesi ”Ermeniler tarafından siyasi maksatlarla şehit edilen Türk rüesayı siyasiyesinin zevce veya çocuklarına Ermeni emval ve emlaki metrukesinden bir mesken temlik olunur“. İkinci madde ”İşbu mesken’in kıymet ve mahiyeti, şehit edilen zevatın en müreffeh zamanındaki hal ve şanı nazarı dikkate alınarak“ takdir olunacağı açıklanır. Atatürk’ün TBMM ilgili kanunun gerekçesini; Memleketin kurtuluşunu, geleceğini, saadetini ilerleme ve gelişmesini hayat tarzı kabul eden ve suikaste maruz kalarak şehit edilen yöneticilerin geride bıraktığı eş ve çocukları milletin ve devletin emanetindedir. 'Büyük idealler peşinde hayatlarını feda eden büyük insanların aile ve evlatlarının acılarını teselli etmek, onları mükafatlandırmak benzerlerini gayrete getirmek ve milletin şükran hislerini göstermek, kuvvetlendirmek, onların fakir fukara durumuna düşmemesi için gereğini yapmak' şeklinde açıklar. TBMM bu kanunları çıkartırken Ermeni komiteleri tarafından görevi gereği hedef olarak seçilen veya düzmece mahkemelerde yargılanarak idam olunan tek suçları devlete hizmet etmek için çabalamak olan yetkililerin geriye bıraktıklarının yanında olduğunu vurgular. Suç işleyerek firar eden Ermenilerin mallarından bir kısmını şehit ailelerine veren kararıyla Meclis şehitlerin bu cezaları hak etmediklerini, mahkeme kararlarının düzmece olduğunu ve esas suçluların Ermeni komiteleri olduğunu gösterir. Türkiye Cumhuriyeti Şehitlerine sahip çıkarak Ermeni çeteleri ve taraftarlarına gözdağı verir. Bu şekilde sözde soykırım iddialarının düzmece olduğunu ve suçlu görülerek idam edilen veya suikaste kurban edilenlerin de bir suçları olmadığını Meclis kararıyla teyid eder. TBMM 25 Aralık1921 de eski Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i çıkarttığı bir kanunla Milli Şehit ilan eder. 14 Ekim 1922 tarihinde çıkarttığı bir kanunla Mehmet Kemal Beyi de Milli Şehit ilan etti. Eş ve çocuklarına vatani hizmet tertibinden ömür boyu Şeref aylığı bağlar. Atatürk’ten övgü Mehmet Kemal Bey’in idamı Anadoluda milli bir hareketin doğmasına sebebiyet verir. TBMM Kemal Bey’in idamı neticesinde doğar. Anadolu da kendi istiklali için çalışan ve uğraşan kan döken bir halkın ilk kurbanı olur ve Anadolu da hareket başlar. Kemal Bey’in uğradığı haksızlık Türk milletinin canla başla yürüttüğü Milli mücadeleyi derinden etkiler. Kemal Bey’in kızı merhum Müşerref Gürenci’nin anlattığına göre, Atatürk, dedesini Konyada kabul eder. Atatürk - “gel bakalım devletin babası”. Arif Bey - “Aman Paşam devletin babası sizsiniz”. Atatürk - “Sen öyle bir evlat yetiştirdin ki oglun bu meşaleyi tutmasaydı biz ateşi yakamazdık. Işık tutan senin oğlundur” der. Hepimizin hatırını sorar ve dedeme evlatlarını “baba ver ben ilgileneyim” teklifinde bulunur. Dedem - Onlar bana vediadır Paşa Hazretleri siz iaşelerini temin edin cevabını verir. Atatürk - Istanbul’a git 20000 liralık bir mülk beğen, yalnız Ermeni malı olsun. Şeklinde bir konuşma geçtiğini bize de nakletmişti. -http://www.sozbitti.com/lofiversion/t11477.html-
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Şu anda size etnik Türk kimliğini dayatan kimdir ? Anayasa mı ? Yasalar mı ? Asker mi ? Polis mi ? Köşedeki bakkal mı ? Ermenilerden özür kampanyası dış basında 'Türk aydınlardan özür kampanyası' şeklinde geçmiştir. 'Türkiyeli aydınlar' değil. Yani, bu aydınların hepsi sizce orta asyadan mı gelmiş, hiç sanmıyorum. Aralarında Kürt te vardır belki, ilgilenmem o kadar kökenleri ile. Almanyadaki işçilerimize de Türk işçiler denir. Oturup ta araştırmazlar Kürt müymüş, Arnavut muymuş diye. Örnekler çoğaltılabilir. Türkiyelilikmiş, Türkiye Cum.vatandaşlığıymış bunlar kelime oyunları. Benim vatandaşlık anlayışım değil bu, anayasada bu var (Türkiye cumhuriyetine vatandaslik bagi ile bagli olan herkes Türktür ). Türk olmak, Türk milletinden olmak demektir. Türklük bir ırk değildir. Türkiyelilik demek o Türkiyenin vatandaşı ama Türk milletinden değil demektir. Futbolcu Aurello gibi. Yani, bunu ifade ederek siz, Türkiyede ayrı bir Kürt milletinden bahsetmekte ve etnik düşünmektesiniz. Fransada da Basklar da var, Bretonlar da, Korsikalılarda ama hepsi Fransızım diyor, keza Almanyadakiler de öyle Benim ülkeme gelince Türküm demek zor geliyor.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Sn. dünyahepimizin, sizin köken olarak ne olduğunuz beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Ben ülkemizdeki çoğu insan gibi kimsenin Kürtmüş, Türkmüş, Arapmış ne olduğundan haberim olmaz, ilgilenmem. Siz öyle diyorsanız öyle olsun. Cumhurbaşkanı Gül saklamıyor mu sanıyorsunuz ? O da hemen Türk ve Müslüman olduğunu ispatlamaya kalktı.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Bu ne şimdi ? Sizce, Perinçek Ermeni olduğu için Ermenici mi olması gerekir ? Bakın, Ermeni olmak bir etnik aidiyettir, oysa, Ermenici olmak bir siyasi tavır, ırk üzerinden siyaset yapmaktır. Lütfen, bu ayrımı yapalım. Perinçeke özel olarak göstermek istediğiniz bu durum sizce çok mu garip ? Bütün siyasi partilerde, MHP dahil Ermeni kökenli insanların olduğunu bilmiyormuyuz, sanıyorsunuz ? Bir kere, etnik aidiyet konusunda karar bireylerdedir. Kendilerini ne hissediyor ve ifade ediyorlarsa odurlar. Kendi beyanlarına saygılı olmak zorundayız. Ayrıca, biz onları, sen Ermenisin nasıl Türkçü olursun diyerek yargılayamayız. Biri siyasi görüştür, öteki etnik aidiyet. Bunları karıştırmamak lazımdır. Öyle olsa, Türkiyede 27 ayrı etnik grup var, her birinin kendi ırkının siyasetini yapması mı gerekir ? Perinçek son zamanlarda siyasetini Atatürk Miiliyetçiliği üzerine kurmuş, kendine bir çıkış noktası yaratmaya çalışmıştır, tıpkı Yalçın Küçük gibi o da Atatürk'ü sosyalist görerek onun görüşlerini sosyalizm ile bağdaştırma yoluna gitmiştir. Bu şahıslar hayatlarında tutarlı değillerdir ve zaman zaman ırkçı söylemlerde bulunabilmektedirler. Ben samimiyetlerine inanmıyorum, siz inanıyorsanız bir şey diyemem.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Torun Gandi'den Atatürk yorumu Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani lideri Mahatma Gandhi'nin torunu Sumitra Gandhi Kulkarni, ''Belki üzerinden 80 yıl gibi bir süre geçti ama ben Atatürk'ün yaptığı devrimleri sizlere baktığımda görebiliyorum. Atatürk gibi bir lideriniz olduğu için sizlerin önünde saygıyla eğiliyorum'' dedi. Kulkarni, eşi Gajanan Raghunath Kulkarni ve Swami Vivekananda Yoga Üniversitesinin Uluslararası Koordinatörü N.V. Raghuram ile TED Ankara Koleji'nde öğrencilere konferans verdi. Kulkarni, Türkiye'ye ilk kez geldiğini ancak hemen birçok dost bulduğunu ifade etti. Türk insanının kendisini ''sevgi yağmuruna tuttuğunu'' belirten Kulkarni, ''O kadar yüce gönüllü insanlarla karşı karşıya geldik ki burada, doğu ile batı kültürünü harmanlayıp daha güzel seviyeleri çıkaracak bir kültür var'' dedi. Sumitra Gandhi Kulkarni, 8 yaşındayken Atatürk'ün ismini bildiğini, onun ''bir gecede Türkiye'yi ne kadar dönüştürebildiği ile şapka, kılık-kıyafet ve harf devrimleri''nden haberdar olduğunu anlattı. ''Dün Anıtkabir'i ziyaret ettik. Orası bir tapınak değil ama benim gibi insanlara güzel fikirler verecek devrimsel bir mekan'' diyen Kulkarni, Hindistan'ın Gandhi, Türkiye'nin Atatürk gibi büyük bir lidere sahip olduğu için çok şanslı olduğunu vurguladı. Kulkarni,şöyle devam etti: ''Belki üzerinden 80 yıl gibi bir süre geçti ama ben Atatürk'ün yaptığı devrimleri sizlere baktığımda görebiliyorum. Atatürk gibi bir lideriniz olduğu için sizlerin önünde saygıyla eğiliyorum. Hepiniz Atatürk'e saygı ve şükranlarınızı sunmalısınız çünkü sizleri siz yapan o.'' Kulkarni, konuşmasını ''Atatürk ve dedem tanışsalardı, yakın iyi dost olurlardı, bu benim kendi hissiyatım'' diyerek bitirdi. Swami Vivekananda Yoga Üniversitesinin Uluslararası Koordinatörü Raghuram da yoga felsefesi hakkında bilgi verdi. ( cafesiyaset )
-
YIYEN YIYENE!
İnsanlar maalesef güçlü olanın yanında yer alır, insan tabiatı budur. Bu davranış biçimi ancak eğitim ve ilkeli insan yetiştirmekle aşılır. İdealist ilkeleri kendi çıkarlarına uygun olarak kullanan akıllılar (!)(MAKYAVELİST) tüm toplumlarda vardır. Din de kullanılır, Miliyetçilik(Ulusçuluk) da, Sosyalistlik te, efendime söyleyeyim Atatürkçülük te. İnsanların samimiyeti ise şöyle ölçülür: Eğer, bu saydığım görüşler bir ülkede çoğunluktaysa, kullananlar mutlaka çıkacaktır. Ama bunlardan herhangi biri azınlıktaysa bu durumda ortada çıkar olmayacağından kullanılacak bir şey kalmaz ve kullananlar o grup içinde çok azınlığa düşer ve herşeye rağmen savunanlar samimi inanmış olanlardır. Tabii, bu o savunduğu fikirlerin doğru olduğu anlamına da gelmez ancak o savunanların içtenlikle o fikire inanmış olduklarını, samimi olduklarını söyleyebiliriz. Yani, her dönemde, iktidara yakın partilerde çıkarcı insanların olması mümkündür. Bu Makyevelist insanların varlığı her dönemde görülür. Önemli olan bunların sayısının sınırlı kalmasıdır. Birçok arkadaşın da işaret ettiği gibi insanların kandırılmaması için bilinçlenmesi gerekir ve kendisini yönetenleri bilinçli seçmeleri önemlidir ve kendi hayatlarında da ilkeli olmaları şarttır. Bu konuda gerçek aydınlara büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Maalesef, söyleyeceğim Size basit iki soru: Sizce de mümkün olduğunu beyan ettiğiniz bu Türk ulusu içerisindeki Kürt asıllı vatandaşlar hangi ulusa ait olur ? Yoksa, hala Türkiyeliyim, Türkiye Cum. vatandaşıyım diye kendilerini mi kandırırlar ?