Zıplanacak içerik

Dogrucudavut

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Dogrucudavut tarafından postalanan herşey

  1. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    "Evanjelizm, sözlük anlamı yönünden, Kutsal Kitap'a yönelmek anlamını taşır. Terim ilk kez Protestan Reformu sırasında Luther ve onun bağlıları için kullanılmıştır. Ancak bugün için Evanjelizm, Amerika'daki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifade etmektedir. 20. yüzyıl başında ABD'de Protestanlar arasında liberaller ve tutucular ayrımı baş göstermiş, tutucular kendilerine önce 'fundamentalist' (köktenci) adını vermiş, sonraları da Evanjelikler olarak tanımlanmaya başlamışlardır. Bugün Amerika'da 30 milyonun üzerinde Evanjelik Protestan vardır ve bunlar, Eski Ahit'in; Yahudilerin Tanrı'nın seçilmiş halkı olduğu, Kutsal Topraklar'ın Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih'in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi hüküm ve kehanetlerini tamamen kabul ederler. Bu nedenle de, bu konuda kendilerine düşen en büyük misyonun, Yahudilerin egemenliğine destek olmak olduğunu düşünürler. Bu desteğin en pratik yöntemi, Amerika'nın İsrail'e yaptığı dış yardımı desteklemektir. Mesih geldiğinde Yahudiler ve onlara destek olan Evanjelikler bir yanda, 'Yahudilerin düşmanları' (ki bu, en başta Müslümanları içermektedir) öteki yanda yer alacak, iki taraf arasında büyük bir savaş, Armagedon, yaşanacak ve Yahudiler bunu kazanarak bir dünya egemenliği elde edecektir.
  2. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    İşte bu nedenle Mezhepleri kabul etmiyoruz Sn. Suheyla…Öyle bir şey söylüyorsunuz ki sanki yeni bir şeymiş gibi ve sanki Katolikler Protestanları kabul ediyormuş gibi. Yani; dediğiniz sanki sadece Müslümanlara özgü… İslam'da reform işaretleri Kuran üzerine çalışan ve giderek güçlenen sıkı bir âlimler grubu, İslam'da reformun ilk işaretlerini veriyor. Bazı uygulamalar da cesaret verici nitelikte 05/08/2004 (1103 kişi okudu) Nicholas D. Kristof (Arşivi) Muhammed Atta, 11 Eylül'den hemen önce saldırıları birlikte gerçekleştireceği arkadaşlarına, ikna edici bir şekilde, "Bakireler sizi çağırıyor" diye yazıyordu. Müslüman şehitlerin cennete gideceği ve 72 kara gözlü bakireyle evleneceği uzun zamandır İslam'ın önemli bir unsuru. Fakat Kuran üzerine çalışan ve giderek güçlenen sıkı bir âlimler grubu daha az şehvetli bir cennete işaret ediyor. Daha da önemlisi onların, köktendincilikten, İslam dünyasının yeniden uyanışına doğru adım atabilme ihtimalleri var. Farklı yorumlar Bazı ilahiyatçılar, meselenin asla cennette cinsellik yaşamak değil, arkadaşlık olduğunu söyleyerek tepkilerini dile getiriyor. Bazıları ise hazları gayet açık bir şekilde yorumluyor; bunlardan Suyuti şöyle yazıyor: Cennette cinsellik çok daha uzun sürecek ve öyle muhteşem olacak ki, bu dünyada yaşasanız baygın düşersiniz. Fakat bugün, tarihçilerin, dilbilimcilerin ve arkeologların 150 yıl önce İncil'e uyarladığına benzer araçlar, Kuran'a uyarlanmaya başlıyor. Sonuçlar sarsıcı. Huri mi üzüm mü? Kuran çok güzel yazılmış, fakat sık sık anlaşılması güç ifadeler de içeriyor. Bunun bir nedeni, Arap dilinin Kuran'la birlikte yazılı bir dil haline gelmesi. Birçok kelimenin Süryanice veya Aramice olduğuna dair kanıtlar artıyor. Sözgelimi Kuran cennete giden şehitlere 'huri' verileceğini söylüyor ve bu kelime erken dönem yorumcular tarafından 'bakireler', yanı sıra 72 eş olarak ele alınıyor. Fakat Aramicede huri 'beyaz' demek ve yaygın şekilde 'beyaz üzüm' anlamında kullanılıyor. Haliyle cennete gelen bazı şehitler, bir salkım üzümden dolayı hayal kırıklığı yaşayabilir. Fakat bu çığır açan araştırmaya öncülük eden ve güvenlik nedenleriyle Christopher Luxenberg mahlasını kullanan bir akademisyen, e-posta ile yapılan bir röportajda, üzümlerin bağlamsal olarak daha akla yakın olduğuna, zira Kuran'ın üzümleri, özellikle de beyaz üzümleri kristal ve incilerle kıyasladığına dikkat çekiyor. Dr. Luxenberg'in, birçok âlimin ateş püskürdüğü analizi, bazen kadınların başörtüsü takması gerektiğini göstermek için alıntılanan ayetin anlamını da değiştiriyor. Luxenberg, ayetin inançlı kadınlara, "başörtülerini göğüslerine kadar çekmeyi" emretmek yerine, "kuşaklarını kalçalarının etrafına sarmalarını" tavsiye ettiğini söylüyor. Benzer şekilde, Muhammed'e 'ummi' olarak atıfta bulunulması onun okuma yazma bilmediği şeklinde yorumlanıyor ve bu da ona gelen vahyi daha da çarpıcı kılıyor. Fakat bazı âlimler bunun basitçe, Muhammed'in "kitap sahibi olmadığı", zira ne Hıristiyan ne de Yahudi olduğu anlamına geldiğini öne sürüyor. Tabular sürüyor İslam'ın 'içtihat' olarak bilinen son derece canlı bir yorumlama ve uyarlama geleneği var, fakat Kuran yorumları, peygamberin ölümünden neredeyse iki asır sonra yazılmış klasik tefsirlerin ortaya koyduğu model içinde donmuş durumda bulunuyor. Büyük güçlerin yükselişi ve düşüşüyle yazılan son 3 bin yıllık tarih, insanların ancak meseleleri özgürce tartışabildiğinde (ve dinsel tabular yitip gittiğinde) zihinsel faaliyetin bilimsel keşfe, ekonomik devrime ve güçlü yeni uygarlıklara kapı açabileceğini gösteriyor. Bu tür bir Kuran ilminde 'tabuların hâlâ büyük' olduğuna dikkat çekiyor, Notre Dame Üniversitesi'nin İslam uzmanlarından Gabriel Said Reynolds. Ayrıca Reynolds, erken dönem İslam üzerine yeni akademik çalışmaların, entelektüel bir uyanışa doğru atılmış 'bir ilk adım' olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Fakat Müslüman köktendinciler Kuran'ı (onun her kelimesini) Tanrı'nın kendi dili olarak görüyorlar ve özgür düşünceli ^ålimlere de hain oldukları gerekçesiyle şiddetle saldırıyor. Böylece Müslüman entelektüelleri sindiriyorlar ve İslam'ı nakletme işi çoğunlukla dar kafalı aşırılıkçılara kalıyor (Bu sorun sadece İslam'a mahsus da değil. Gazetenin internet sitesinde benim için ayrılan bölümde, bana durmadan 'Bırak Bunları' diye yazan Hıristiyan köktendincilerle boğuşuyorum. Bazıları beni de kenara bırakılmış görmeye pek istekliler). Ancak cesaret verici işaretler de var. Dinin cinsler arası eşitliğe yol açacak bir şekilde yorumlanmasını isteyen İslami feministler ortaya çıkıyor. İranlı bir teolog Kuran'ın Süryanice kökenleri üzerine daha fazla çalışma yapılması çağrısında bulundu. Tunuslu ve Alman akademisyenler, daha eski metinleri esas alan eleştirel bir Kuran'ın basımına yönelik işbirliği içinde. Ve daha geçen hafta İran, İslam'ın katı yorumlarını sorguladığı için idam cezasına çarptırılan Haşim Agaceri'yi serbest bıraktı. Evrimin koşulu Dr. Luxenberg şunları söylüyor: "Dinsel gelenekte hatalı bazı bağlantıları koparmak, diğer bilimsel ve entelektüel sahalarda gerçekleşecek olumlu bir evrimin koşulu olacak." Dünyanın, İslam âleminin ayakları üzerine kalktığını görmekte muazzam çıkarı var. Bunun önündeki engel Kuran veya İslam değil, köktendincilik. Umuyorum ki bu çalışmalar, İslami reformun ilk işaretleridir. Ve yine umuyorum ki, bunun sonucunda, gelecekte terö-ristlere 72 kara gözlü bakire değil, sadece bir tabak dolusu üzüm vaat edilir. (4 Ağustos 2004) ( RADİKAL )
  3. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    ARAPÇANIN KUTSALLAŞTIRILMASI Halkların yıllarca cahil kalmasının ve bu oyunların farkedilmemesinin en önemli sebeplerinden biri Kuran’ın Türkçe’ye ve diğer dillere tercüme edilmesinin yasaklanmasıdır. Böylece din Araplar’ın ve Arapça bilen küçük bir azınlığın tekelinde kalmıştır. Halka Kuran yerine ilmihal kitaplarındaki din öğretilmiş, halk da ilmihal kitaplarında okuduğu bilgilerin birçoğunun Kuran’da yer almadığını tespit edemediğinden, gerekli çıkarım ve eleştirileri yapamamıştır. Ayrıca mezhepten ayrılanlara da despotça ceza uygulamaları konmuş, böylece tahrif edilmiş ve Araplaştırılmış İslam korumaya alınmıştır. Hıristiyanlığın Ortaçağ’da İncil’in Latince’den başka dile çevrilemeyeceğini savunan, dinini mezhepçi papazların ellerine teslim eden zihniyetiyle, Kuran’ı Türkçe’ye ve diğer dillere çevirttirmeyen, böylece dini mezhep imamlarının tekelinde tutan zihniyet tamamen aynıdır. Kuran’da namazın ve diğer hiçbir ibadetin Arapça yapılması şeklinde bir emir verilmemişken, kişilerin anladıkları dilde Allah’a yönelip daha fazla yakınlaşmasını engelleyen hep Arap milliyetçiliğinin etkisiyle türemiş, mezhepçi Ehli Sünnet anlayışıdır. Bunlar Arapça’nın cennet dili olduğu ve kutsal olduğu şeklinde uydurma hadislerle diğer milletleri sömürüde en önemli unsur olan dil hakimiyetini kurmaya çalışmış ve büyük oranda başarılı olmuşlardır. Kuran’da her Peygamber’in kendi milletinin dilinde onlara din getirdiği ve hitap ettiği söylenir. Yani Kuran’da adı geçen ve geçmeyen (Kuran’ın kendisi birçok Peygamber’den bahsetmediğini söylüyor.) birçok Peygamber vardır. Bunların herbiri kendi kavminin diliyle din getirmiştir. Bu dillerden hiçbirinin diğerine göre kutsallığı yoktur. Kuran böyle bir üstünlüğe onay vermez. Arapça’nın Cennet’in yazı ve konuşma dili olduğu Kuran’ın değil, uydurma hadislerin bir izahıdır.
  4. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER HAKKINDAKİ UYDURMALAR Bundan önceki bölümde de gördüğümüz gibi dürüstlük, din adına mücadele, üstün ahlak, ibadetlerde titizlik, Allah’ı çok anma gibi Kuran’daki sünnetler bizleri bağlayan yegane sünnetlerdir. Oysa Emeviler ve Abbasiler sarık, cübbe, sakal, yerde elle yemek, kadınların haklarını kısıtlayan uygulamalar gibi Kuran’da yer almayan birçok konuyu Peygamber sünneti diye ibadet gibi halka yutturmuşlardır. Bu yutturmacanın en önemli sebeplerinden biri Araplar’ın örf, adet, kadına bakış açılarını dinselleştirerek Arap olmayan Müslümanlar’ı da Araplaştırmaktı. Eğer ki bu örf ve adetler dinsel kisveye sokulup kitlelere sunulmuş olmasaydı kimse Arapların örf ve adetlerini benimsemeyecekti. Fakat kitlelere Arap örf ve adeti başlığında değil de Peygamber sünneti, sevap kazanmanın yolu, İslam’ın şartı tipi başlıklarla sunulan bu örfler Arap olmayan milletlerin Araplaştırılmasını sağlamıştır. Bugün Türkiye’deki birçok cemaatin hatta milliyetçi geçinen çevrelerin bu örf ve adetleri Araplar’dan bile daha şiddetle savunması Arap milliyetçiliğinin bu taktiklerinde ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Abbasi döneminde kaleme alınan Buhari, Müslim gibi Ehli-Sünnetin benimsediği hadis kitapları, yine aynı dönemde kurulup, yayılan Hanefi, Şafi , Maliki, Hanbeli gibi mezhepler Arap milliyetçiliğini kitlelere sünnet ve sevap nitelendirmeleriyle yutturmuşlardır. Emevi ve Abbasi döneminin bu eserlerinde ve mezheplerinde dinin nasıl Araplaştırıldığının, Kuran’ın önüne nasıl ciltlerle eserler konduğunun izahlarını bundan önceki bölümlerde yaptık. Ne yazık ki kitleler, mezheplerin Kuran’da geçmeyen binlerce izahı, nasıl din diye yutturduklarının ve bu yutturmaların büyük bir kısmının nasıl Arap örf ve adetlerinin dinselleşmesi olduğunun farkında değillerdir.
  5. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    HADİS HADİSLERİ YARGILARSA Daha evvel gördüğümüz gibi hadis adı altında söylenen sözlerin birçoğunu Kuran ve akıl reddetmektedir. Bunun yanında dine kaynak gibi gösterilen bu hadisleri yargılayıp, bunların yanlışlığını ortaya koyacak hadisler de mevcuttur. 4. Bölümdeki hadis incelenmesinde ve 7. Bölümdeki hadis-hadis çelişkisi konusunda bunun örneklerini gördük. Bu bölümde hadisleri hadislere yargılatırken amacımız bir kısım hadisleri reddedip, kendi kafamıza uyanları toplamak değildir. Çünkü böyle bir gayret içinde olmayı (hele günümüzdeki tabloyu görenler için) Kuran’ı yetersiz bulmanın bir uzantısı olarak görmekteyiz. Kuran yeterliyse onla yetinmek ve gerçekle yalanın karıştığı izahlardan medet ummamak zorundayız. Amacımız, hadisleri dini kaynak diye uyduranların yorumla ve görmemezlikten gelerek ve birçok ayrı anlamlı hadisten kafalarına uyanı seçme yoluyla kendi uydurdukları hadislerle bile çeliştiklerini göstermektir. Sünni ve Şii İslam’ın hadis kitapları yazmaları bile kendi kabul ettikleri hadislerde anlatılan, Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan tavrıyla çelişmektedir. 4. Bölümde de değindiğimiz bu konuyla ilgili şu hadislere bakalım: Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11 Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 PEYGAMBERİMİZ HADİS YAZIMINI YASAKLAMIŞTI Dikkat ederseniz Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan bu hadislerini, hadis kitaplarını dinin kaynağı kabul edenler nakletmiştir. Madem bu hadisleri biliyorsunuz, o zaman niye hadis kitapları yazıyorsunuz? Siz Peygamber’den daha mı akıllı olduğunuzu iddia ediyorsunuz? Yoksa Peygamber’den daha mı çok dini düşünüyorsunuz? “Peygamber o zaman Kuran’la hadis karışmasın diye hadis yazdırmadı, artık Kuran’la karışma tehlikesi yok, o yüzden hadis kitapları yazıyoruz” demek tatmin edici bir açıklama değildir. Hadisler Kuran gibi dinin kaynağı olsaydı ve Peygamber hadisleri yazdırmayıp, unutulmaya mahkum etseydi dini eksik tebliğ etmiş olmaz mıydı? Hadisler dinin bir kaynağı, lüzumlu bir parçası ise nasıl olur da yazılmak yoluyla muhafaza edilmezler? Kuran’daki sureler karışmıyordu da, hadisler niye karışacaktı? Peki Peygamber’in, Kuran’la karışma tehlikesi ortadan kalkınca hadisleri yazın diye bir hadisi var mı? Sonuç olarak diyebiliriz ki; ey hadislere dinini yaslayanlar, bu hadislerin yargısına göre hadis kitaplarınızı yakmak, yok etmek zorundasınız. Bu hadislerin yargısına uyuyor musunuz? Hadislerle Kuran’da olmayan helal ve haramların dine girdiğini de görüyoruz. Bir de şu hadisleri inceleyelim: Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/El-Müracaat sayfa 20 Bu hadislere göre Kuran’ın belirttiklerinin dışında haram yoktur. Şimdi nasıl kadınlarla el sıkışmayı, müzik dinlemeyi, resim yapmayı haramlaştıracaksınız. Bunları yapmak için uydurulmuş hadislere başvurduğunuzu biliyoruz. Oysa bu hadislerin yargısına göre Peygamber Kuran’ın haramları dışında hiçbir şeyi haram kılmadı. Yani bu hadislerin yargısına göre sizin Peygamber’in dediğiniz o hadisler, Peygamber’in hadisleri değildir. “Benden sonrası 30 yıl hilafet, ondan sonrası Melikiyet’tir...” Sahihi Buhari Bakın en doğru denilen hadis kitabına göre 30 yıllık halifelik döneminden sonrasını Peygamber beğenmemektedir. Gerçekten de 4 halife dönemi (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) 30 yıl sürmüştür. Bu dönemde ne bir mezhep oluşturulmuştur, ne de Kuran dışında bir hadis kitabı yazılmıştır (11. Bölüm’ü okuyunuz). Neden bu dönemdeki gibi Kuran’ın tek kaynak olduğu mezhepsiz bir İslam’ı yaşamıyorsunuz? Gerçi biz bu hadisin Emeviler’i sevmeyen Ali taraftarlarınca uydurulduğunu sanıyoruz. Fakat Ehli Sünnet’e göre Buhari’nin tek hadisini inkar eden kafir olur. O zaman bu hadisin hakkını verip, 4 halife dönemindeki gibi niye hadis kitaplarını yakmıyorsunuz? Neden 4 Halife’den sonraki Melikler’in idare ve gözetiminde oluşturulan mezheplere ve yazılan hadis kitaplarına inanıyorsunuz? YALNIZ VE YALNIZ KURAN Yine bazı hadislere göre Peygamber efendimiz Kuran’ı tebliğ etmek ve Kuran’ı yaşamak dışındaki dini konularda bazı hatalar yapabilmektedir. Bu yüzden Kuran’ın bildirdiğinin dışında Peygamber’in hayatından Kuran’a ilaveler çıkarmak yanlıştır. Çünkü bu, yukarıdaki hadisten de anlaşılacağı üzere insanların serbest bırakıldığı alandır. Hadisler şöyledir: Peygamber’imiz Medine’ye geldiğinde Medineliler hurmayı aşılıyorlardı. Peygamber’imiz “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar “Biz bunu yapardık.” dediler. Peygamber’imiz “Belki yapmazsanız daha iyi olur.” dedi. Onun sözüne uyarak bu işlemi terk ettiler de hurma ürün vermez oldu. Bu durumu Peygamberimiz’e hatırlattıklarında kendilerine şöyle buyurdu: “Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şeyi emrettiğimde onu alın. Kendi görüşümden bir şeyi emrettiğimde ise ben ancak bir insanım.” Müslim, K. Fazail 140 / İbni Hanbel 3/152 Peygamber’imiz Bedir’de suyun yakın olduğu bir yeri ordugah olarak seçmişti. Sahabeden el Habbab b. el Munzir O’na şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi, burası bize laf düşmeyecek şekilde Rabbinin senin için seçip yerleştirdiği bir yer midir? Yoksa o bir görüş, öneri ve harp hilesi midir?” Allah’ın elçisi cevaben “ Aksine o bir görüş ve harp hilesidir.” dedi. Bunun üzerine el Habbab: “Burası hiç de iyi bir konak yeri değildir. Kalkıp karşımızdaki topluluğa en yakın suyun başına karargah kuralım. Sonra orada bir kuyu kazıp suyu depolayalım da biz içelim, onlar içmesinler.” dedi. Peygamber’imiz: “Doğru söyledin.” dedi ve onun söylediğini yaptı. İbni Hişam, es Sireh c.1 sf.620/ Taberi-et Tarih c.2 sf.144 Ben ancak bir insanım. Sizler aranızdaki davaları bana getiriyorsunuz, umulur ki bazılarınız delillerini diğerlerinden daha iyi dile getirirler de ben duyduğum üzere onlar lehinde bir hükme varırım. Kime (haksız yere) kardeşinin hakkından hüküm verirsem, o kardeşinin hakkı olan bu şeyi kesinlikle almasın. Haksız yere alan için ancak ateşten bir parça ayırırım. El Kadı Iyaz, Eş Şifa, c.2 sf.179 Buraya kadar olan bu hadislerin yargısına göre: 1-Kuran dışında helal, haram kaynağı yoktur. 2-Hadis kitapları oluşturulmayacak, mevcutlar imha edilecektir. 3-Peygamber’in Kuran (din) dışındaki hareketlerine dini bir mana yüklenip dine ilave yapılmayacaktır. Hiç şüphesiz biz Kuran’ın yeterli ve eksiksiz olduğunu, Kuran dışında hadis ve benzeri hiçbir kaynağa ihtiyaç olmadığını Kuran’a dayanarak öğreniyoruz. Burada göstermek istediğimiz dine ilaveler yapanların, kendi türettikleri kaynaklara aldıkları hadislerle de, her şeyle olduğu gibi çeliştikleridir. HADİSLERE GÖRE HADİSLERİ İMHA ETMEK LAZIM Buraya kadar hadis yazımını, hadisle helal-haram kılmayı ve Peygamber’in din dışı hareketlerinin de ibadete dönüştürülmesini yargılayan ve reddeden hadislere yer verdik. Böylece Kuran’ın anlattığı İslam’ı destekleyen, hatta hadislerin imhasını söyleyen hadislerin varlığını gördük. Kuran’ın dinine ilave olan hükümleri incelediğimizde, bu hükümlere karşı olan birçok hadisin de olması ilginçtir. Peygamber’in baldırların örtülmesini emrettiğine dair uydurma hadis vardır ama Peygamber’in baldırlarının gözüktüğünü söyleyip öbür hadisi yargılayan hadis de vardır. Midye, karides yenemeyeceğini söyleyen Hanefi mezhebinin bir izahı vardır ama diğer yanda diğer mezheplerin denizden ne çıkarsa yenebileceğini söyleyen hadisi vardır. İpeğin haram olduğuna, altının giyilemeyeceğine dair uydurma hadisler vardır ama Peygamber’in yanında sahabelerin ipek giydiğini, Peygamber’in bir ara altın yüzük taktığını söyleyen ve diğer hadisleri yargılayan hadisler de vardır. Haremlik selamlığı savunan, kadının sesinin duyulamayacağını söyleyen izahlara karşı sahabelerin erkek, kadın aynı yerde abdest aldığını, karşılıklı sohbetlerinin olduğunu anlatan hadisler de vardır. Çözüm Kuran’ı yeterli görüp her ilavenin bir uydurma izah veya uydurma bir yorumdan kaynaklandığını görmektir. Öyle hadisler vardır ki aslen Peygamber’in yapması mümkün olan bir fiil veya söylemesi mümkün olan bir sözdür. Fakat bu sözün başına Peygamber emretti ki, Peygamber buyurdu ki şeklindeki doğal uygulamayı emre çeviren uydurma, doğru sözü dahi Peygamber’e iftiraya çevirebilmiştir. Veya Peygamberin, Allah’ın serbest bıraktığı bir konudaki tavrını dinselleştirip, serbest alanın dinsel alana döndürülmesi de hadis yorumu uydurmacılığı ile gerçekleşmiştir. Örneğin Allah’ın Kuran’da kıyafet hakkında detay vermemesi; isteyenin takım elbise, isteyenin kimono, isteyenin cübbe veya isteyenin bambaşka bir yöre kıyafeti giyebileceğini gösterir. Bu serbest konuda muhtemeldir ki Peygamber, yöresinin kıyafetleri olan entariyi, cübbeyi tercih etmiştir. Fakat bu kıyafeti putperestler de, Peygamber’in en büyük düşmanları da gelenekler gereği giymekteydi. Yani Peygamberimiz’in bu konudaki tavrı bir dinsel uygulama, bir sevap değil, Allah’ın serbest bıraktığı konudaki bir tercihtir. Oysa Peygamber’in kıyafetini tarif eden hadisin kendisi değil, onun uydurma yorumu dine ilave yapmıştır. Uydurma yorumları Kuran’a denetleterek düzeltmek için aşağıdaki hadis örnektir: “Bilin ki; Kuran’dan başka bir şey eken, ektiğini biçerken belalara uğrar. Artık siz de O’nu ekin, O’na uyun. Rabbinize O’nu delil edin, nefislerinize O’nu öğütçü yapın. Kendi reyleriniz O’na uymazsa reylerinizi (yorumlarınızı, seçiminizi) töhmetleyin, dilekleriniz O’na aykırıysa dileklerinize hıyanette bulunun.” Nehcül Belağa sayfa 55 Hadislerin hepsi zandır (sanıdır). Kuran’a göre ise din zanna bina edilemez. Kuran’la çelişen, Kuran’a ilaveler yapan yorum ve hadislerin yanlışlığı kesindir. Kuran’la çelişmeyen ve Kuran’la uyuşan hadislere gelince; onların bile Peygamberin sözleri olduğuna inanmak zandır, sanıdır. Geleneksel İslamcıların hadislerini yargılayıp, Kuran’ın hükümleriyle örtüşen yukarıdaki hadisleri Peygamber’in söylediğini kabul etmek de zandır, sanıdır. Yani bu hadisler Kuran’la örtüştükleri halde, onları Peygamber’in söylediği %100 değildir. Hadislerin uydurulma sebeplerinde gördüğümüz gibi dine fayda sağlamak niyetiyle hadis uyduranların olması, dördüncü konuda hadislerin incelenmesinde gördüğümüz gibi uzun hadis nakil zincirlerinden doğan hatalar, Peygamber’le sahabe sözünün karışması gibi sonuçlar, en düzgünü (!) Peygamberimiz’in vefatından ikiyüz yıl sonra yazılmış olan hadis kitaplarının en düzgün hadisinin bile zan (sanı) olduğunu ortaya koyar. Zaten bizim istediğimiz, bu bölümde gelenekçilerin uydurmalarla dolu kitaplarını yine kendi naklettikleri hadislere yargılatıp, bu inanılmaz çelişkilerini de gözler önüne sermektir. Yoksa karşıtlığımızı hep belirttiğimiz gibi kendimize göre hadis kitabı oluşturma niyetimiz olamaz. Öyle bir şey gerekseydi onu Peygamber yapardı. Din eşittir %100 Kuran. Ne bir eksik, ne bir fazla. Bundan gayrısında ise zan vardır, gerçekle yalanın ayrılamaz bir şekilde birbirine geçmişliği vardır. Bile bile gerçekle yalanı karıştırmayın. 2- Bakara suresi 42 Onların çoğu zandan başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki zan gerçek namına bir şey ifade etmez. 10- Yunus suresi 36
  6. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sn.Suheyla, Bir önceki cümleyi neden dikkate almıyorsunuz ? Bu cümleden anlaşılıyor ki; Kuran’daki bir ayeti cımbızla çekip yorumlarsanız böyle yanlış çıkarımlar yapmanız son derece doğal. Kabul etmeyenler de var. Buyrun size bir örnek: Sünniliğe Eleştiri Sünniliğe ve Karadavi'ye sert eleştiriler Cemal el-Benna'nın geleneksel Sünniliği ve Karadavi'yi eleştiren “Haddesena (Bize Bildirdi) Aşireti Cinayeti” adlı yeni kitabı Mısır'ı karıştırdı... Müslüman Kardeşler hareketinin kurucusu Hasan el-Benna’nın en küçük kardeşi ve Müslüman bir düşünür olan Cemal el-Benna, geleneksel Sünniliği eleştirdiği “Haddesena (Bize Bildirdi) Aşireti Cinayeti” adlı yeni bir kitap hazırladı. Benna, bu kitabın zamanlamasının Yusuf el-Karadavi’nin Ramazan ayının sonlarında Şiileri eleştirdiği açıklamalarıyla ilişkili olmadığını kaydetti. Klasik Sünniliği eleştiren bir kitap olması hasebiyle, kitabı okumadan sadece başlığından yola çıkarak kendisine yönelik şiddetli hücumların olacağını belirten Benna, Haddesena (Bize Bildirdi) aşiretiyle, aslında bazılarının yüzyıllar boyu Müslümanlara naklettikleri yüzlerce hadis rivayetini, Peygambere nispet etmelerini kastettiğinin altını çizdi. KİTAP MISIR'I KARIŞTIRDI Mısır’da ise kitaba yönelik yoğun eleştiriler şimdiden başlamış durumda. Bir çok kişi kitabın, özellikle de Müslüman Alimler Birliği Genel Başkanı Yusuf el-Karadavi’nin İran’a ve Şiiliğe yüklendiği bir dönemde Sünniliğe yapılmış bir saldırı olarak dikkat çekeceğini düşünüyor. Mısır’da açılan davayı önemsemediğini belirten Benna, kendisine mahkemeden hiçbir yazı gelmediğini söyledi. Benna ayrıca Yüksek İslam Konseyi Başkanı Yusuf el-Bedri’nin kitaplarının yasaklanması, söylediklerinin medyada yayınlanmasının engellenmesi ve yazdıkları nedeniyle cezalandırılması konusunda verdiği fetvayı hiçbir şekilde önemsemediğini dile getirdi. Mısır'da daha önce de "aykırı" görüşleri sebebiyle Muhammed Halefullah ve Nasr Ebu Zeyd'in de kitapları yasaklanmış ve mürted/kafir ilan edilmişlerdi. BENNA: İNSANLARA SADECE GERÇEKLERİ ANLAT! Benna, yazdıkları konusunda, kendisinin elde ettiği hakikatleri insanlarla paylaştığını, bunun son günlerde meydana gelen güncel olay ya da tartışmalarla bir ilgisinin bulunmadığını, kitabının uydurma hadisler konusunu ele aldığını ve bu kitabı yazmak için uzun süren bir inziva dönemi yaşadığını dile getirdi. Benna sözlerini şöyle sürdürdü: “Kitabımın maksadının dışına çıkarıldığını düşünüyorum." Önsözünde kendisinin Sünniliği veya Sünnileri kastetmediğini yazdığını belirten Benna, kitabının tedvin edilmeden 150 sene önce hadislerin nasıl rivayet edildiğiyle ilgilendiğini kaydetti. BENNA: "PEYGAMBERİMİZ VE DÖRT HALİFE HADİS YAZIMI YASAKLAMIŞTI" Kendisinin dayandığı temel noktanın Peygamber'in (as) hadislerin yazılmasını yasaklaması olduğunu belirten Benna, bazı sahabilerin bu hadisleri yazmasının ise ezberlemek ve daha sonra da insanlara özetlemek maksadıyla olduğunu ifade etti. Hadis yazarlarının, Peygambere ve Hulefa-yı Raşidin’e ait sözleri ve bir takım tarihi olayları devasa bir külliyat şeklinde tedvin ettiklerini belirten Benna, hadislerin Hulefa-i Raşidin döneminde yazılmadığını, Ömer bin Hattab’ın önce bu hadislerin yazılması konusunda görüş belirtip daha sonra istihareye çekildiğini ve bir ay süren bir süre sonunda dışarı çıkıp bir takım yazılar yazıp sonra tamamen kendilerini (Allah’ın vahyi yerine) bu yazdıklarına veren bir takım topluluklar olduğunu hatırlatarak “Ben Allah’ın kitabına hiçbir şeyi ortak koşmam” dediğini ifade ediyor. Hadislerin tedvinini yasak olmasının yanı sıra Resulullah’ın tekrar tekrar az rivayette bulunulması yönünde vasiyette bulunduğunu belirten Benna, Medine’de rivayet edilmekte olan hadislerin nadiren 500’ü geçtiğini ifade etti. İRAN, HİNDİSTAN VE SİND'DE HADİS RİVAYETLERİ Benna, Hadislerin Hind, Sind, Buhara ve İran’da tedvin edildiğinin ya da ortaya çıkarıldığının doğru bir tespit olmadığını belirterek, İslam toplumunun yönetim biçiminin imparatorluk seviyesine gelmesiyle birlikte peygamber döneminde çözümü öngörülmemiş sorunların ortaya çıktığını, bu nedenle yeni çıkmış sorunlara getirilen çözümlere dini bir boyut eklenmesi gerektiğini kaydetti. Bu meselelere dini bir karakter kazandırılmasının da ancak Kuran ve Sünnet’le olabileceğini belirten Benna, Kuran’ın ayrıntılara girmeyen bir kitap olması ve kendisine bir şey katılmasının imkansız olması hasebiyle geriye bir tek sünnet ve hadisin kaldığını ifade etti. Haddesena (Bize bildirdi) kabilesinin Allah’ın kıyamet günü görülmesi meselesini akide kitaplarına soktuğunu belirten Benna, Allah’ın beşer gibi olmamakla birlikte iki eli olan bir varlık gibi tanıtıldığını, kabir azabı, şefaat, mizan gibi konuların akideye sonradan dahil edildiğini ifade etti. "KUR'AN'DA NESH EDİLMİŞ AYET YOK" Benna şunları söyledi: “Kuran’a nesh iftirası attılar, kılıç ve savaş ayetinin inmesiyle birlikte yüze yakın barış ve sulh ayetinin ilga edildiğini iddia ettiler, aynı şekilde müthiş delaletlere ve anlamlar sahip olan ayetleri komik yorumlarla anlamlarını bozdular.” Benna şunları ekledi: “Haddesena kabilesi, bize aslı astarı olmayan yüzlerce İsrailiyat aktardı, bunlar bizim literatürümüze girdi. Öyle ki bu rivayetlerde Ğaranik hadisesinde peygamberin putlara övgüler düzdüğü söylendi, bu aktarımlarda sağını solunu fark edemeyecek kadar hasta olduğu, her gece karılarını ziyaret ettiği ve 30 erkek gücünde olduğu iddia edildi.” KIRILGAN MÜSLÜMAN MODELİ Benna, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu kabile, geleceğe değil hep geriye bakan bir Müslüman modeli oluşturdu. Bu modeli benimseyen insanlar atlarına ilgi göstermemeye, kadınlara bakmamaya başladı. Hayatlarını farz olmayan çeşitli dua, namaz ve oruçlarla doldurdular. Öyle ki Müslümanlara kültür, bilgi ve sanatla ilgilenecek zaman kalmadı.” Müslüman düşünür, haddesena kabilesinin özellikle özü şu dört sözden oluşan benzeri onlarca hadisin Müslüman topluma karşı cinayet işlediğini vurguladı: “Sırtına vursa ve malını gasp etse de seni yönetene itaat et”, “Yönetim İşlerini bir kadının üslendiği kavim kurtuluşa eremez” ve mürtedin öldürülmesi gerektiği düşüncesinin temel dayanağı olan “Kim dinini değiştirirse onu öldürün ve hilafetin sahipleriyle ilgili “İmamlar Kureyş’tendir”. Benna, “Benim savunduğum bu düşüncelerle ilgili şu ana kadar Mısır’ın farklı yerlerinde tam dört mahkeme açılmış durumda.” şeklinde konuştu. Kaynak: timeturk.com
  7. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sn.Suheyla, Sizin bu argümana dayanıp Kuranı redddederkenki eleştirileriniz de aynı sığ yaklaşımla olmuyor mu ? Yani, siz de bu cezayı merhametsiz bulup, Allahtan daha iyi biliyorsunuz ve sizin görüşünüze göre "Tanrı merhametsiz olamayacağına göre Kuran Tanrı sözü değildir" çıkarımınız da buna dayanmıyor mu ?
  8. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Demirefe, görüyorumki, yapılan yorumları o derin Arapça bilgin ile çürütememişsin. Benim Arapçam yok ve bu yorumlardan anladığım kadarıyla, Kuranda böyle bir ceza yok. Daha önce de ifade ettiğim gibi olsa bile bugün geçerli olması gerekmiyor. Ha, şimdi sen dinden çıktın diyeceksin. Ben de derim ki bunu deme hakkını kendinde nasıl görüyorsun bir, her türlü inanç olabileceğini ve bunların arasında tek birini doğrudur diye dayatmanın yanlış olduğunu söylediğini hatırlatırım iki
  9. Sn.Mavi, Başbakan 'Ya sev, Ya Terket' dememiş, Bu söyleme ben de karşıyım. Niçin ve hangi bağlamda karşı olduğumu da daha önceki iletimde belirtmiştim. Başbakanın söylediği ise, sizin de vurguladığınız gibi, Millet derken etnik bir gönderme yoksa doğru bir söylemdir benim de başım gözüm üstüne Baykala gelince, yine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı Türk milleti yerine ikame edilemez!.. Türk milleti tanımını kafanın içine sokacaksın!.. " lafından neler çıkartmış, Nil Demirkazık anlamış değilim. Kendisinin ne olduğunu da herkes biliyor zaten. Baykal'ın anlatmak istediğinin etnik Türk Milleti olduğunu ise hiç sanmıyorum. Sınır Ötesi operasyona destek vermesi de ırkçı olduğunu göstermez. Geçenlerde, seçmeli Kürtçe ders teklifini verenin de Baykal olduğunu unutmayalım. Baykal'ı ben de iyi bir siyasetçi olarak görmüyorum. Vermek istediği mesajları yanlış yöntemlerle vermesini ben de eleştiriyorum. Türban, Çarşaf açılımını da bu açıdan eleştiriyorum. Ergenekon avukatıyım demesi de hata. Ama, bunu ona söyleten, Ergenekon savcısıyım diyen Başbakanın, bu söylemdeki payını da unutmamak gerekir. AB'nin bir takım çifte standartları ve önümüze koyduğu ön koşullar da, zihinlerde gerçekten bir Türk düşmanlığı şüphesini doğuran durumlar. Ancak, ırkçı demek tamamen bir çarpıtma, siyasi olarak yıpratma çalışması.
  10. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Hepimiz insanız yanlış yapabiliriz, özür dilemenize gerek yok. Kırdımsa ben özür dilerim. Benim dediğim, Şeriat dediğimiz olay doğrudan Kuran demek değil. Şeriat kuralları Kurandan içtihadi olarak çıkarılmış kurallar bütünü. Buna da Fıkıh denmiş. Ve belirli bir tarihte dondurulmuş kurallar bunlar... Oysa, içtihad müessesesi her zaman açık olmalı, değişen koşul ve bilgiler dahilinde. Bu arada, hırsızlık konusunda farklı bir yorum daha var onu da paylaşayım: Arapça bir çok kavram esnek olduğu için bir çok anlama geliyor. Örneğin daraba kelimesi daraba; vurmak daraba;uzaklaştırmak daraba;misal vermek Ayetn siyak ve sibakını ve kuranın bütüünlüğünüde devre dışı bırakarak bir ayetteki daraba kelimesini vurmak diye alırsak bu bizi yanıltır.Bu takdirde kadınları dövmeyi din sayan cahiliye mantıığını farkında olmadan nisa 34 te kurana sokmuş oluruz Öyle hemen el keselim demekle bu iş bitmiyor yumurta çalanla banka soyana aynı cezamı uygulanacak. O takdirde bu adaletsizlik olmaz mı ? Hatta ihtiyacı için ekmek çalanlar ne olacak Bir kere çaldı 1 elini kestik. İkinci kere çalarsa ikinci elinimi keseceğiz.Üçüncüde dördüncüde ne olacak ayaklarını mı kesecez ? Varsayalım ki adamın elini kestik. Peki bu adam ailesine nasıl bakacak.Devlet mi bunun ailesini geçimini sağlayacak.Bu takdirde devlete gereksiz yere külfet gelmiş olmazmı.Ayrıca ben o kadar tembel adam biliyorum ki sırf çaılşammak için elinin kesilmesine bile razı olur Nasıl olsa devlet bana bakacak diye. Niçin ayette bu ayrıntılar yok. Hiç kimse kusura bakmasın ama bu ayrıntılarıda biz belirleriz diyemez. Niye diyemez.Zira Allah teala buna fırsat vermiyor. Bakara 178 Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazılmıştır. Hür kişiye karşılık hür, köleye karşılık köle, dişiye karşılık dişi... Kim kardeşi tarafından herhangi bir şekilde affa uğrarsa, bu durumda örfe göre ve affedene en güzel biçimde bir ödeme yapmak gerekir. İşte bu, Rabbinizden size bir hafifletme ve bir rahmettir. Kim bundan sonra azgınlık ve düşmanlık ederse onun için korkunç bir azap vardır. Nur 2- Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan azaba şahit olsun. Şimdi düşünelim ? El koparmak 100 değnekten daha az bir azab mı ?Madem el koparmak uygulanacaksa neden aynı nur 2 de olduğu gibi milletin ortasında uygulanması istenmiyor. Niçin Allah acıyacağınız tutmasın demiyor Ayetin devamını nereye koyacağız 39- Kim yaptığı haksızlıktan sonra tevbe eder, halini düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir. Adamın elini kestik attık. Tevbe etme şansımı kaldı ? Kuran'da yed kelimesini incelersek bunun maddi gücü simgelediğini görebiliriz. Hem de yine beşinci surede: 05:64 Bir de Yahudiler: "Allah'ın eli ( YEDÜLLAHİ ) bağlıdır." dediler ve dedikleri yüzünden elleri bağlandı ve la'netlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi nimet veriyor. Andolsun ki, sana Rabbinden indirilenler, onlardan birçoğunun azgınlığını küfrünü artıracaktır. Bununla birlikte, aralarına kıyamete kadar sürecek olan bir düşmanlık ve kin bıraktık. Her ne zaman savaş için bir ateş tutuşturdularsa, Allah onu söndürdü. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez. Ellerin açık olması cömert olmak demektir. Ellerini kesin hükmü de birçok anlam içerebilir: hırsızların çalmasını engelleyin, çaldıklarından harcayın veya çaldıklarını iade edin. Tebbet yeda ebiy lehebiv ve tebb 111:01 MALİ GÜCÜ YOK OLSUN Ebru Leheb'in; zaten YOK OLDU! 111:02 Ne MALI kurtardı onu ne de KAZANDIĞI. تب (tebbe) : kesmek, kısaltmak; yok olmak; kaybolmak. Yok olan da Ebu Leheb'in eli değil mali gücüdür. 5:38 ayetinde Diyanet'in çevirdiği gibi ibret kelimesi geçmemektedir. Bazı çevirmenlerin de kelepçek olarak çevirdiği "nekale" kelimesi "örnek" anlamına gelir. Kuran'da bir ayette daha geçer: Fe cealnaha nekalel li ma beyne yedeyha ve ma halfeha ve mev'ızatel lil müttekıyn 02:66 Biz bunu, hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık. Ceza kelimesi ise bir şey karşılığında yapılan BENZER karşılıklar için kullanılır. Ödül, ceza, karşılık anlamlarına gelir. fe in kateluküm (SİZİNLE SAVAŞIRLARSA / SİZİ ÖLDÜRÜRLERSE) faktüluhüm (ONLARLA SAVAŞIN / ONLARI ÖLDÜRÜN) * kezalike ceazül kafirın 02:191 Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onlara savaş açın. İşte kâfirlerin CEZASI böyledir. Vellezıne kesebüs seyyiati cezaü seyyietim bi misliha 10:27 KÖTÜLÜK YAPANLARA GELİNCE, KÖTÜLÜĞÜN CEZASI MİSLİ İLEDİR. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Ve cezaü seyyietin seyyietüm mislüha 42:40 BİR KÖTÜLÜĞÜN CEZASI, ONA DENK BİR KÖTÜLÜKTÜR. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez. مٿل (mislun) : benzerlik; benzer, benzeş; müşabih, birbirine yakın; benzerlik; eşit, musavi. 5.38inci ayette yapılan suça karşılık olarak hırsızın mali gücünü keseceğiz. Hırsızlık el kesiminin cezası olamaz çünkü bunlar birbirine denk değil. El kol kesmek 42:40 ve 10:27 ayetlerini dikkate almamaktır. Aslında Kuran'da örnek bir hırsızlık hadisesi de geçmiş, bakalım cezası neymiş: 12:74 (Yusuf'un adamları) dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun (HIRSIZLIĞIN) cezası nedir? 12:75 "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o, onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler. Bu kıssalar Kuran'a boş yere konulmamıştır: 12:07 Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır. 12:111 Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Hırsızlık ayetinin doğru çevirisi şöyle olmalı: Ves sariku ves sarikatü faktau eydiyehüma cezaem bima keseba nekalem minellah vallahü azızün hakım 05:38 Hırsız erkek ve kadının KAZANDIKLARINA CEZA / KARŞILIK ( bi ma keseba ), ALLAH'TAN DERS OLSUN DİYE MALİ GÜÇLERİNİ KESİN ve Allah izzet ve hikmet sahibidir. 07:28 Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: ALLAH KÖTÜLÜĞÜ EMRETMEZ. ALLAH'A KARŞI BİLMEDİĞİNİZ ŞEYLERİ Mİ SÖYLÜYORSUNUZ? Web Siteme Git
  11. Sn.Mavi, Bu ' IRKÇI SÖYLEMLER' nedir ? Bir kaç örnek verebilirmisiniz ? Bir de Başbakan 'Ya Sev, Ya Terket' demiş mi , nerde demiş onu da rica edeyim.
  12. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sn.Mavi, Şeriat kuralları dediğiniz nedir ? İslam fıkıhı mı ? Bir kaç ileti öncesini okudunuz ve anladınız da mı yanıt verdiniz gerçekten ?
  13. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Anlatamadım galiba. Yapın dediği şeyin o olduğunu sen söylüyorsun. Ama böyle söylemeyenler de var. Yani; böyle anlamayanlar da var. Bu tezlerini de mantık çerçevesi içerisinde açıklıyorlar. İtirazın varsa o görüşleri çürüt. Alıntıları oku ondan sonra cevapla, bekliyorum...
  14. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Yok, aslında, mazot doldurun diyormuş zaten yada siz duruma göre yeni çıkan bir yakıtı doldurun diyormuş. Kataloğu çeviren çocuk eksik çevirmiş.; benzin 3 anlama geliyormuş.
  15. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Burdan bu yargıya varman tuhaf, ben Kuran'ın motomot değerlendirilmemesi gerektiğinden bahsediyorum. Önemli olan muamelata ilişkin o dönem için geçerli kurallar yada kural sanılanlar değil. İçtihad kapısı kapanmış, ondan bahsediyorum. Bu kapının yeniden açılması ve günümüz koşullarında Kuran'ın ruhuna uygun olarak yeni içtihadlar yapılması gerekiyor diye düşünüyorum. Ayrıca bu ülkede sadece Müslümanlar yok, başka dinlerden de insanlar var, yada senin dediğin gibi farklı felsefi inançları olanlar da var. İşte bu yüzden, laiklik bu ülke için olmazsa olmaz bir ilkedir. Tüm inançların özgür olmasının güvencesidir.
  16. Kurtuluş Savaşı efelerinden Demirci Mehmet Efe kızanlarını yüreklendirmek için hiç görmediği Mustafa Kemal’i şöyle anlatmış: - Akıdeşle, Mustafa Kemal Paşa’da bi boy pos vamış, kapıladan sığmıyomuş. Ben diyeyim iki metre, siz deyin daha fazla. - Akıdeşle, Mustafa Kemal Paşa’da bi ses vamış… Bi nara attı mı, dağla taşla zangır zangır titrerimiş. Düşmanla “Böle bi ses olsa olsa bi ejderhadan çıka. En iyisi gözüne görünmeden gaçalım.” deelemiş... - Akıdeşle, Mustafa Kemal Paşa gayfeyi de sade içerimiş haaa! Tabii Ege yöresinde sade kahve biraz da yiğitliğin şanından. Erkekler alay edilmemek için şekerli kahve içmekten kaçınırlarmış. Savaş zaferle biter, ordu İzmir’e ilerlemektedir. Mustafa Kemal Paşa İzmir yolunda Demirci Efe’ye misafir olur. (Ya da Kemal Paşa Efe’yi ve kızanlarını misafir eder.) Karşılama merasiminde kızanlar bakar ki, Kemal Paşa hiç de boylu poslu değil. Fısıltıyla Efe’ye sorarlar: - Efem, hani, Kemal Paşa kapıladan sığmıyodu. Boyu iki metreden fazlaydı? Demirci Efe bozuntuya vermez: - ... siz onu bi de saveşirken göreydiniz. Şindi böle göründüğüne bakmeyin… Mustafa Kemal yüksek sesle kızanları selamlar. Kızanlar şaşkın, Efe’ye sorarlar: - Efem, hani Kemal Paşa nara atınca dağlar zangır zangır titrerdi? Efe yine bozuntuya vermez: - ... oğlum siz onun sesini saveşirken dinecektiniz. Normel zamanlarda öle bağırmaz… Hoşbeşten sonra kızanlar yorgunluk kahvesi için hamle yaparlar: - Paşam, gayfeyi nasıl arzu idersiniz? Mustafa Kemal Paşa “Şekerli olsun!” der. İşte o an Demirci Mehmet Efe dağılır: - Paşam, bana bunu yapmeceydin! Gerçek mi değil mi, belli değil ama bu anlatı Atatürk'ü kültleştirenleri hicveder. Bakalım, Atatürk'ün "insan yanı" nı ortaya koyan Can Dündar, yeni çekeceği Bediüzzaman Said-i Nursi belgeselinde, Atatürk’ü "Mustafa"laştırdığı gibi Bediiüzzaman’ı da “Sait”leştirebilecek mi? Atatürk’ün "Mustafa"laştırılmasına gizliden sevinen dinciler ve İkinci Cumhuriyetçi liberaller, o zaman da Atatürkçüler kadar sabır ve hoşgörü gösterebilecekler mi ?
  17. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Yazdıklarımı okumadın mı ? Bunun cevabını verdiğimi sanıyordum. Tabii ki hayır. Mantık açısından da böyle bir yargı yanlış olur. Yani, hırsızlığın karşılığı denk bir ceza olması gerekir. Böyle yorumlayanlar da var. Üstelik biz laik bir ülkede yaşıyoruz. Burada hepimizin kabul ettiği/etmesi gereken kanunlar var. Hapis cezasının da Kurana aykırı olmadığı da söyleniyor, alıntıları okursan.
  18. Cariyeler diye çarpıtılan "ma meleket eyman"ın evlatlık konusuyla yakından ilgisi var. Önce "cariyeler"e bir göz atalım. Mevcut meallere göre Nur 33’teki MA MELEKET EYMAN, "köle"dir; "cariye"dir. Ayetteki KİTAB ve KÜTİBE kelimeleri onların para karşılığı özgür bırakılmasıyla ilgilidir. Bu meallendirme bana yanlış geliyor. Bence çeviri şöyle olmalı: Ant içip aldıklarınız izin isteyince onlara İZİN verin. Vellezîne yebtegûne’l KİTÂBE mimma meleket eymanüküm fe KÂTİBÛHÜM Buradaki KİTÂB ve KÜTİBE ant içip bakımı üstlenilen kimselere verilecek evlenme iznini dile getiriyor; köle özgür bırakmayı değil. "Köleyi özgür BIRAKMAK" anlamına gelen fiil ise "tahrîr"dir. "Hür"den gelir ve "boyun" anlamındaki "rakabe"yle kullanılınca taşıdığı anlam, "boyunduruğu çözmek" olur. Örneğin: Yemin edip bile bile dönerseniz bunun cezası bir boynu çözmenizdir – TAHRîRU rakabe (5:89; 58:3) Bir mümini yanlışlıkla öldüren kişi inanan birinin boynunu çözüversin – fe TAHRîRU rakabetin müminetin *** Bir de boşanmak isteyen kadınları "serbest BIRAKMAK" anlamına gelen TESRîH kelimesi var. Örneğin: onları ya güzellikle tutun – fe emsik ûhünne bilma’rûfin (2:231) ya da güzellikle BIRAKIN – ev SERRİHÛ hünne bima’rûfin (atları dört nala) SALINCA ve hıyne TESRîHÛN (16:6) Ey peygamber! Eşlerine de ki: Sizi güzel bir salışla SALIVEREYİM Ve ISRIH künne serahan cemîla (33:28) Kendileriyle hiç yatmadığınız eşinizi güzel bir salışla SALIVERİN SERRİHÛ hünne serahan cemîla (33:49) *** "Mukatebe"ye gelince, bu fiil "izin vermek" ve "yükümlü kılmak" anlamına geliyor ama noter eliyle yapılmışcasına resmiyet ve kesinlik kazanmış bir şekilde. Kuranî kullanımdan işte birkaç örnek: Allah’ın size yazıp öngördüğü şeyi arayın Ve’btegû ma KETEBE ‘llahü leküm (2:187) Size oruç görevi yazıldı KÜTİBE aleykümü’s siyâm (2:183) Size savaş görevi yazıldı KÜTİBE aleykümü’l kıtâl (2:216) Size hakkaniyet yazıldı KÜTİBE aleykümü’l kısas (2:178) Size vasiyet etme görevi yazıldı KÜTİBE aleyküm... vasiyyet... (2:180) Öngürülüp yazılan süre dolana dek hattâ yebluğa’l KİTÂBÜ ecele (2:235) Özetle MA MELEKET EYMAN, bakımı üstlenilen kız ve erkek çocuklardır; köle ve CARİYE değil. MUKATEBE ise onların evlenmesine İZİN vermek anlamına geliyor. İslamda CARİYELİK yok! ANT İÇİLİP EDİNİLENLER Kuran'daki ant içilip edinilenler başka, cariyeler başkadır. Ama Erkekler Klübünün militanlığını yapan Elmalılı, Ateş, Karaman misillu ulema onları bir sayıyor ki bu, "Ha Allah'ın dini ha firavunun dini!" anlamına gelir: Firavun Musa ve Harun hakkında şöyle dedi: "Bunların halkı bizim kölemiz olup dururken biz bu ikisine imi inanıcaz?!" (23:47) bizim kölemiz olup dururken ve kavm ühüma lena âbidûn Evet, firavunun dininde kula kulluk edip köle olmak var. Ama Allah'ın dininde kula kul olmak var mı ki kölelik, cariyelik caiz olsun? *** İtiraz: Pekiiii... Diyanetin Kuran mealinde de bahsi geçen "köleler" ve "cariyeler" noluyor? Cevap: Onlar savaşta esir alındıktan sonra parayla alınıp satılan gerçek köleler ve cariyelelerdir; "ant içilip ediniler"den tamamen farklılar. Örneğin Nur 32'de anılırlar: Bekarlarınızı evlendirin Ve enkihu'l eyame minküm ve dürüst KÖLELERİNİZİ ve CARİYELERİNİZİ ve's salihîne min İBÂDİKÜM ve İMÂİKÜM Bu itirazla ilgili olarak söylenmesi gereken iki şey var: (1)"Köleleriniz" ve "cariyeleriniz"in Arapça metindeki karşılığı "ibâdiküm" ve "imâiküm"dür; klüpçü ulemanın öyle öne sürdüğü gibi MA MELEKET EYMANÜKÜM değil. Ma meleket eymanüküm, sizin YEMİNLE ya eş aldığınız kadınlardır yani özel nikahlı eşleriniz (23:6; 33:50; 33:52; 70:30) ya da yine YEMİNLE bakımını üstlendiğiniz erkek ve kız çocuklar (4:3; 4:24; 4:25; 24:31; 33:55). Diyanetin ya da başka birinin Kuran çevirisinde örneğin CARİYELER kelimesi varsa hemen inanmayın. Arapça metne bakın. Eğer, Nur 32'de olduğu gibi, orada İMÂİKÜM deniyorsa çeviri doğrudur; yok, MA MELEKET EYMANÜKÜM deniyorsa çeviri yanlıştır. (2)Kuran, köleliğin BİR ÇIRPIDA yasak edilmesini hükme bağlıyor. İçten inananlar o ayetlerin vahyinden sonra artık köle edinmiş olamaz. Nur 32'de anılanlar ise yasak hükmünden önce edinilmiş olan kölelerdir; ki her fırsatta özgür bırakılıp TASFİYE edilmek durumundadır. Nur 32 zaten bu tasfiye işlemine bir misaldir. Allah o ayette "Köle ve cariyeleri evlendirin ki özgür olsunlar; cariyelikleri, kula kullukları sona ersin!" diyor. Ant içilip edinilenler ise onlardan tamamen farklı. Allah'ın dininde "ellerinizin altında sahip olduğunuz (CARİYELER)" diye bir hin oğlu hinlik yok. EVLİ CARİYELERLE EVLİLİK EVLİ cariyelerle evlenmek caizmiş. Bu pisliği Allah'ın dinine sıvaştırmak için Nisa 24'teki ma meleket eyman üküm üzerinde oynuyorlar: Ve'l muhsenatü min en nisâi illa ma meleket eyman üküm. Ve'l muhsenatü min en nisâi: korunan kadınlar illa: hariç, fakat ma: ki onlara eyman üküm: yeminleriniz meleket: sahip oldu yeminle edindikleriniz yani bakımını üstlendikleriniz Ve korunan kadınlar. Ama bakımını üstlendikleriniz başka. (4:24) Ne diyor Allah burda? Cevapı bu ayette ve bir sonraki ayet olan Nisa 25'te. Bunun ardından onları mallarınızla istemeniz helal kılındı Ve uhılle ma verâe zaliküm en tebtegû bi emval iküm (4:24) Demek ki (1)hem bakımı üstlenilenler hem de bağımsız kadınlar (muhsenat) size helaldır (2)ama bakımı üstlenilenlere yaklaşma şekliniz farklı olacaktır. Nasıl farklı? Onları sahiplerinin izniyle eş alın Fenkihû hünne biizni ehlihinne (4:25) İşte Allah'ın söylediği bu. Bütün kadınlar İslamın koruması altındadır. Ama yetişkin kadınlar kendi kendilerini korurlar; kararlarını kendileri verirler. Örneğin dul kadınlar. Onlar "muhsenat" yani bağımsızdır. Evlenme teklifinizi onların kendilerine yaparsınız. Öte yandan bakımı üstlenilenler, onları üstlenen ailenin koruması altındadır; evlilik için ailenin izni şarttır. Bakımı üstlenilmiş olanları, aileden isteyeceksiniz. Bunun ardından ma verâe zaliküm yani bu farklı yaklaşımın ardından onları mallarınızla isteyebilirisiniz (4:24). Malî imkanlarınıza göre onlara mehir önererek, giderlerini karşıladığınız nişan törenleri yaparak, nişan yüzüğü gibi takılar alarak... *** Nisa 24'te, eklemesiz çıkarmasız, söylenen budur. Ama bakın klüpçü ulema, bunu nasıl çarpıtır: Bir de, harb esiri olarak sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı. (Elmalılı) Demek neymiş? Sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna imiş; onların evli olanlarıyla evlenmeniz caizmiş. El insaf... Bakın ayetin Arapçasına: Ve'l muhsenatü min en nisâi illa ma meleket eyman üküm. Mealdeki kelimeler orda yok. Harp yok. Esir yok. Cariyeleriniz -imaiküm- yok. Evli cariyeler yok. Peki, sizin "EVLİ cariyelerle evlenmek caizdir," deyip İslamı bu kadar küçük düşürmeye hakkınız var mı? EVLİ HRİSTİYAN VE MÜSLÜMAN ESİRELER Kıbrıs'lı Rumların, savaşta esir aldıkları evli Müslüman kadınlarla evlenmesi caiz midir; razı mısınız? Peki. Kıbrıs'lı mücahitlerin, esir aldıkları evli Rum kadınlarla evlenmesi hak mıdır; caiz midir? Nisa 24'ün "meal"lerini okurken bu soruların cevabını düşünün lütfen: Arapça metin: Ve'l muhsenatü min en nisâi illa ma meleket eyman üküm. Lafzî çeviri: Ve korunan kadınlar. Ama ant içip edinmiş olduklarınız hariç. *** Mealler: Harpte elinize geçmiş kadınlar hariç olmak üzere, nikahlı kadınlarla evlenmeniz de haram kılınmıştır. (Y N Öztürk) Ayrıca yeminlerinizin hak sahibi oldukları hariç, evli kadınlar ... (E Yüksel) Bir harb esiri olarak sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı. (Elmalılı) Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Sahibi bulunduğunuz câriyeler müstesna. (İ H Bursevî) (Savaşta esir olarak) elinize geçenler müstesna, başkalarıyla evli kadınlarla evlenmeniz de yasaklandı. (Mevdudi) (Savaşta tutsak olarak) ellerinize geçen (câriyeler) müstesna, evli kadınlar(la evlenmeniz) de haramdır. (S Ateş) *** Süleyman Ateş'in mealini en sona yazdım çünkü o, kendi mealine koyduğu halde Arapça metinde karşılıkları bulunmayan kelimeleri parantez içine alma dürüstlüğünü göstermiş. Yani mealen "Bunları Allah söylemiyor; ben ekledim," deyip bir bakıma özür diliyor. Allah'ın sözleri içinde savaş kelimesi yok; esir yok; cariye yok, evli câriye yok; evlenmeniz yok. Şimdi bir daha soralım: Kıbrıs'lı Rumların, savaş sırasında esir aldıları evli Müslüman kadınlarla evlenmeleri caiz midir? Peki. Kıbrıs'lı mücahitlerin, esir aldıkları evli Rum kadınlarla evlenmeleri caiz midir? Yani klüpçü ulemanın bu meallerde söylediğini İslamın Allah'ı sahiden söylüyor olabilir mi? MEKKE’DE KARIMIN IRZI TEHLİKEDE Camilerde toplantılar düzenleyip hacı adaylarına hac "menasık"ı hakkında bilgi veriyorlar. Ben üç toplantıya katıldım. Üçünde de üstüne basa basa şu uyarıda bulundular: Mekke'de karınızla birlikte taksiye binerseniz aman dikkat edin. Karınız sizden sonra binsin; sizden önce insin. Yoksa şoför karınızı kaçırabilir. Ama neden? Mekke'li şoförler Müslüman değil mi? Müslüman. Yanımdaki hanımın benim nikahlı kadınım olduğunu göre göre ırzına mı geçecekler? Evet. Aman Allah'ım! Aman Allah'ım!
  19. HADİS HADİSLERİ YARGILARSA Daha evvel gördüğümüz gibi hadis adı altında söylenen sözlerin birçoğunu Kuran ve akıl reddetmektedir. Bunun yanında dine kaynak gibi gösterilen bu hadisleri yargılayıp, bunların yanlışlığını ortaya koyacak hadisler de mevcuttur. 4. Bölümdeki hadis incelenmesinde ve 7. Bölümdeki hadis-hadis çelişkisi konusunda bunun örneklerini gördük. Bu bölümde hadisleri hadislere yargılatırken amacımız bir kısım hadisleri reddedip, kendi kafamıza uyanları toplamak değildir. Çünkü böyle bir gayret içinde olmayı (hele günümüzdeki tabloyu görenler için) Kuran’ı yetersiz bulmanın bir uzantısı olarak görmekteyiz. Kuran yeterliyse onla yetinmek ve gerçekle yalanın karıştığı izahlardan medet ummamak zorundayız. Amacımız, hadisleri dini kaynak diye uyduranların yorumla ve görmemezlikten gelerek ve birçok ayrı anlamlı hadisten kafalarına uyanı seçme yoluyla kendi uydurdukları hadislerle bile çeliştiklerini göstermektir. Sünni ve Şii İslam’ın hadis kitapları yazmaları bile kendi kabul ettikleri hadislerde anlatılan, Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan tavrıyla çelişmektedir. 4. Bölümde de değindiğimiz bu konuyla ilgili şu hadislere bakalım: Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11 Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 PEYGAMBERİMİZ HADİS YAZIMINI YASAKLAMIŞTI Dikkat ederseniz Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan bu hadislerini, hadis kitaplarını dinin kaynağı kabul edenler nakletmiştir. Madem bu hadisleri biliyorsunuz, o zaman niye hadis kitapları yazıyorsunuz? Siz Peygamber’den daha mı akıllı olduğunuzu iddia ediyorsunuz? Yoksa Peygamber’den daha mı çok dini düşünüyorsunuz? “Peygamber o zaman Kuran’la hadis karışmasın diye hadis yazdırmadı, artık Kuran’la karışma tehlikesi yok, o yüzden hadis kitapları yazıyoruz” demek tatmin edici bir açıklama değildir. Hadisler Kuran gibi dinin kaynağı olsaydı ve Peygamber hadisleri yazdırmayıp, unutulmaya mahkum etseydi dini eksik tebliğ etmiş olmaz mıydı? Hadisler dinin bir kaynağı, lüzumlu bir parçası ise nasıl olur da yazılmak yoluyla muhafaza edilmezler? Kuran’daki sureler karışmıyordu da, hadisler niye karışacaktı? Peki Peygamber’in, Kuran’la karışma tehlikesi ortadan kalkınca hadisleri yazın diye bir hadisi var mı? Sonuç olarak diyebiliriz ki; ey hadislere dinini yaslayanlar, bu hadislerin yargısına göre hadis kitaplarınızı yakmak, yok etmek zorundasınız. Bu hadislerin yargısına uyuyor musunuz? Hadislerle Kuran’da olmayan helal ve haramların dine girdiğini de görüyoruz. Bir de şu hadisleri inceleyelim: Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/El-Müracaat sayfa 20 Bu hadislere göre Kuran’ın belirttiklerinin dışında haram yoktur. Şimdi nasıl kadınlarla el sıkışmayı, müzik dinlemeyi, resim yapmayı haramlaştıracaksınız. Bunları yapmak için uydurulmuş hadislere başvurduğunuzu biliyoruz. Oysa bu hadislerin yargısına göre Peygamber Kuran’ın haramları dışında hiçbir şeyi haram kılmadı. Yani bu hadislerin yargısına göre sizin Peygamber’in dediğiniz o hadisler, Peygamber’in hadisleri değildir. “Benden sonrası 30 yıl hilafet, ondan sonrası Melikiyet’tir...” Sahihi Buhari Bakın en doğru denilen hadis kitabına göre 30 yıllık halifelik döneminden sonrasını Peygamber beğenmemektedir. Gerçekten de 4 halife dönemi (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) 30 yıl sürmüştür. Bu dönemde ne bir mezhep oluşturulmuştur, ne de Kuran dışında bir hadis kitabı yazılmıştır (11. Bölüm’ü okuyunuz). Neden bu dönemdeki gibi Kuran’ın tek kaynak olduğu mezhepsiz bir İslam’ı yaşamıyorsunuz? Gerçi biz bu hadisin Emeviler’i sevmeyen Ali taraftarlarınca uydurulduğunu sanıyoruz. Fakat Ehli Sünnet’e göre Buhari’nin tek hadisini inkar eden kafir olur. O zaman bu hadisin hakkını verip, 4 halife dönemindeki gibi niye hadis kitaplarını yakmıyorsunuz? Neden 4 Halife’den sonraki Melikler’in idare ve gözetiminde oluşturulan mezheplere ve yazılan hadis kitaplarına inanıyorsunuz? YALNIZ VE YALNIZ KURAN Yine bazı hadislere göre Peygamber efendimiz Kuran’ı tebliğ etmek ve Kuran’ı yaşamak dışındaki dini konularda bazı hatalar yapabilmektedir. Bu yüzden Kuran’ın bildirdiğinin dışında Peygamber’in hayatından Kuran’a ilaveler çıkarmak yanlıştır. Çünkü bu, yukarıdaki hadisten de anlaşılacağı üzere insanların serbest bırakıldığı alandır. Hadisler şöyledir: Peygamber’imiz Medine’ye geldiğinde Medineliler hurmayı aşılıyorlardı. Peygamber’imiz “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar “Biz bunu yapardık.” dediler. Peygamber’imiz “Belki yapmazsanız daha iyi olur.” dedi. Onun sözüne uyarak bu işlemi terk ettiler de hurma ürün vermez oldu. Bu durumu Peygamberimiz’e hatırlattıklarında kendilerine şöyle buyurdu: “Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şeyi emrettiğimde onu alın. Kendi görüşümden bir şeyi emrettiğimde ise ben ancak bir insanım.” Müslim, K. Fazail 140 / İbni Hanbel 3/152 Peygamber’imiz Bedir’de suyun yakın olduğu bir yeri ordugah olarak seçmişti. Sahabeden el Habbab b. el Munzir O’na şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi, burası bize laf düşmeyecek şekilde Rabbinin senin için seçip yerleştirdiği bir yer midir? Yoksa o bir görüş, öneri ve harp hilesi midir?” Allah’ın elçisi cevaben “ Aksine o bir görüş ve harp hilesidir.” dedi. Bunun üzerine el Habbab: “Burası hiç de iyi bir konak yeri değildir. Kalkıp karşımızdaki topluluğa en yakın suyun başına karargah kuralım. Sonra orada bir kuyu kazıp suyu depolayalım da biz içelim, onlar içmesinler.” dedi. Peygamber’imiz: “Doğru söyledin.” dedi ve onun söylediğini yaptı. İbni Hişam, es Sireh c.1 sf.620/ Taberi-et Tarih c.2 sf.144 Ben ancak bir insanım. Sizler aranızdaki davaları bana getiriyorsunuz, umulur ki bazılarınız delillerini diğerlerinden daha iyi dile getirirler de ben duyduğum üzere onlar lehinde bir hükme varırım. Kime (haksız yere) kardeşinin hakkından hüküm verirsem, o kardeşinin hakkı olan bu şeyi kesinlikle almasın. Haksız yere alan için ancak ateşten bir parça ayırırım. El Kadı Iyaz, Eş Şifa, c.2 sf.179 Buraya kadar olan bu hadislerin yargısına göre: 1-Kuran dışında helal, haram kaynağı yoktur. 2-Hadis kitapları oluşturulmayacak, mevcutlar imha edilecektir. 3-Peygamber’in Kuran (din) dışındaki hareketlerine dini bir mana yüklenip dine ilave yapılmayacaktır. Hiç şüphesiz biz Kuran’ın yeterli ve eksiksiz olduğunu, Kuran dışında hadis ve benzeri hiçbir kaynağa ihtiyaç olmadığını Kuran’a dayanarak öğreniyoruz. Burada göstermek istediğimiz dine ilaveler yapanların, kendi türettikleri kaynaklara aldıkları hadislerle de, her şeyle olduğu gibi çeliştikleridir. HADİSLERE GÖRE HADİSLERİ İMHA ETMEK LAZIM Buraya kadar hadis yazımını, hadisle helal-haram kılmayı ve Peygamber’in din dışı hareketlerinin de ibadete dönüştürülmesini yargılayan ve reddeden hadislere yer verdik. Böylece Kuran’ın anlattığı İslam’ı destekleyen, hatta hadislerin imhasını söyleyen hadislerin varlığını gördük. Kuran’ın dinine ilave olan hükümleri incelediğimizde, bu hükümlere karşı olan birçok hadisin de olması ilginçtir. Peygamber’in baldırların örtülmesini emrettiğine dair uydurma hadis vardır ama Peygamber’in baldırlarının gözüktüğünü söyleyip öbür hadisi yargılayan hadis de vardır. Midye, karides yenemeyeceğini söyleyen Hanefi mezhebinin bir izahı vardır ama diğer yanda diğer mezheplerin denizden ne çıkarsa yenebileceğini söyleyen hadisi vardır. İpeğin haram olduğuna, altının giyilemeyeceğine dair uydurma hadisler vardır ama Peygamber’in yanında sahabelerin ipek giydiğini, Peygamber’in bir ara altın yüzük taktığını söyleyen ve diğer hadisleri yargılayan hadisler de vardır. Haremlik selamlığı savunan, kadının sesinin duyulamayacağını söyleyen izahlara karşı sahabelerin erkek, kadın aynı yerde abdest aldığını, karşılıklı sohbetlerinin olduğunu anlatan hadisler de vardır. Çözüm Kuran’ı yeterli görüp her ilavenin bir uydurma izah veya uydurma bir yorumdan kaynaklandığını görmektir. Öyle hadisler vardır ki aslen Peygamber’in yapması mümkün olan bir fiil veya söylemesi mümkün olan bir sözdür. Fakat bu sözün başına Peygamber emretti ki, Peygamber buyurdu ki şeklindeki doğal uygulamayı emre çeviren uydurma, doğru sözü dahi Peygamber’e iftiraya çevirebilmiştir. Veya Peygamberin, Allah’ın serbest bıraktığı bir konudaki tavrını dinselleştirip, serbest alanın dinsel alana döndürülmesi de hadis yorumu uydurmacılığı ile gerçekleşmiştir. Örneğin Allah’ın Kuran’da kıyafet hakkında detay vermemesi; isteyenin takım elbise, isteyenin kimono, isteyenin cübbe veya isteyenin bambaşka bir yöre kıyafeti giyebileceğini gösterir. Bu serbest konuda muhtemeldir ki Peygamber, yöresinin kıyafetleri olan entariyi, cübbeyi tercih etmiştir. Fakat bu kıyafeti putperestler de, Peygamber’in en büyük düşmanları da gelenekler gereği giymekteydi. Yani Peygamberimiz’in bu konudaki tavrı bir dinsel uygulama, bir sevap değil, Allah’ın serbest bıraktığı konudaki bir tercihtir. Oysa Peygamber’in kıyafetini tarif eden hadisin kendisi değil, onun uydurma yorumu dine ilave yapmıştır. Uydurma yorumları Kuran’a denetleterek düzeltmek için aşağıdaki hadis örnektir: “Bilin ki; Kuran’dan başka bir şey eken, ektiğini biçerken belalara uğrar. Artık siz de O’nu ekin, O’na uyun. Rabbinize O’nu delil edin, nefislerinize O’nu öğütçü yapın. Kendi reyleriniz O’na uymazsa reylerinizi (yorumlarınızı, seçiminizi) töhmetleyin, dilekleriniz O’na aykırıysa dileklerinize hıyanette bulunun.” Nehcül Belağa sayfa 55 Hadislerin hepsi zandır (sanıdır). Kuran’a göre ise din zanna bina edilemez. Kuran’la çelişen, Kuran’a ilaveler yapan yorum ve hadislerin yanlışlığı kesindir. Kuran’la çelişmeyen ve Kuran’la uyuşan hadislere gelince; onların bile Peygamberin sözleri olduğuna inanmak zandır, sanıdır. Geleneksel İslamcıların hadislerini yargılayıp, Kuran’ın hükümleriyle örtüşen yukarıdaki hadisleri Peygamber’in söylediğini kabul etmek de zandır, sanıdır. Yani bu hadisler Kuran’la örtüştükleri halde, onları Peygamber’in söylediği %100 değildir. Hadislerin uydurulma sebeplerinde gördüğümüz gibi dine fayda sağlamak niyetiyle hadis uyduranların olması, dördüncü konuda hadislerin incelenmesinde gördüğümüz gibi uzun hadis nakil zincirlerinden doğan hatalar, Peygamber’le sahabe sözünün karışması gibi sonuçlar, en düzgünü (!) Peygamberimiz’in vefatından ikiyüz yıl sonra yazılmış olan hadis kitaplarının en düzgün hadisinin bile zan (sanı) olduğunu ortaya koyar. Zaten bizim istediğimiz, bu bölümde gelenekçilerin uydurmalarla dolu kitaplarını yine kendi naklettikleri hadislere yargılatıp, bu inanılmaz çelişkilerini de gözler önüne sermektir. Yoksa karşıtlığımızı hep belirttiğimiz gibi kendimize göre hadis kitabı oluşturma niyetimiz olamaz. Öyle bir şey gerekseydi onu Peygamber yapardı. Din eşittir %100 Kuran. Ne bir eksik, ne bir fazla. Bundan gayrısında ise zan vardır, gerçekle yalanın ayrılamaz bir şekilde birbirine geçmişliği vardır. Bile bile gerçekle yalanı karıştırmayın. 2- Bakara suresi 42 Onların çoğu zandan başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki zan gerçek namına bir şey ifade etmez. 10- Yunus suresi 36
  20. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sn. Efendi Türkler, Bu sorunun cevabı açık değil mi ? Yani, Kuran, Allah tarafından gönderilmiştir, diyorsanız, emri veren de Allah olur.
  21. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Tamam anlaştık. Soruna gelince, bence, bu ceza o dönem için geçerli. Kaldı ki, kesmeyi farklı yorumlayanlar da var. Bu da benim bilgimi aşıyor. O yüzden alıntı yapıyorum buraya: El Kesme Emri Mutlak Bir Emir mi? Maide 38. Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. Diyanetin Açıklaması: İslâm?ın hırsızlık suçuna karşı koyduğu ceza üzerinde öteden beri söz edilmiş, bunun ağır ve ilkel olduğundan bahsedilmiştir. Ancak başka sistemlerin hırsızlığa karşı uyguladıkları cezaların hiçbir fayda vermediği, cezaevlerinde sanatın inceliklerini öğrenen hırsızların çıktıktan sonra aynı işe devam ettikleri görülmektedir. Eğer bu suç kesin olarak önlenmek isteniyorsa iki yoldan gidilecektir: Eğitim ve ceza. İslâm insanları ıslah için eğitim metodlarının en mükemmelini getirmiştir. Buna rağmen hırsızlık eden kimse ya açlık zarureti ile bunu yapmıştır, yahut da böyle bir zaruret yoktur. Birinci halde el kesme cezası bahis mevzuu değildir. İkinci halde de durum mahkemeye intikal etmeden hırsızın tevbe ederek malı iade etmesi, bazı ictihadlara göre mal sahibinin affetmesi, ceza hükmünden önce hırsızın, çaldığı mala, meşru bir yoldan mâlik olması gibi sebeplerle ceza (had) düşmektedir. Buna göre mezkûr cezasının uygulanması hayli nadir olacak, fakat hırsızların ensesinde bekleyen bir kılıç gibi suçu engelleyecektir. http://www.diyanetvakfi.org.tr/reklam/meal/Maide.htm Edip Yükselin Konuya Yaklaşımı: 5:38 Ayette "kesin" diye çevirdiğimiz kelimenin benzer formu olan "QaTaA'" Kuran'da 19 ayette geçer. 5:38 ayetinin dışındaki yerlerin hemen hepsinde "ilişkiyi kesme" veya "son verme" gibi fiziksel olmayan veya mecazi anlamlarda kullanılır (2:27; 3:127; 6:45; 7:72; 8:7; 9:121; 10:27; 11:81; 13:4; 15:65; 15:66; 13:25; 22:15; 27:32; 29:29; 56:33; 59:5; 69:46). Bunlardan sadece 13:4'teki kullanımı fiziksel anlamda olup 69:46 ise tartışmalıdır. Söz konusu kelimenin bir başka formu olan QaTTaA' ise Kuran'da 17 kez geçer. Bu şeddeli form, hem fiziksel olarak kesip atmak (5:33; 7:124; 20:71; 26:49; 13:31) hem mecazen ilişkiyi kesmek (2:166; 6:94; 7:160; 7:167; 9:110; 47:15; 47:22; 21:93; 22:19; 23:53) ve hem de fiziksel olarak kesip yarma/çizme anlamında kullanılır (12:31; 12:50). 12:31 ayetinde Yusuf peygamberin yakışıklığına hayran kalarak heyecanlanan kadınların meyve bıçağıyla "ellerini kestiği" anlatılır. Kuşkusuz, kadınlar ellerini kesip koparmadılar. 5:38 ayeti ile 12:31 ayeti arasındaki anlam ilişkisi, matematiksel ilişkiyle de destekleniyor gibi. "El kesme" ifadesinin geçtiği her iki ayetin sure ve ayet numaralarını topladığımızda her ikisinden de 43 rakamını elde ederiz. Bu matematiksel ilişki, 19 koduyla da desteklenir. 12:31 ayetinden tam 19 ayet sonra "el kesme" ifadesine bir kez daha rastlıyoruz. Bu matematiksel ilişkileri bir delil olarak değil, sadece ilginç bir gözlem olarak sunuyoruz. Böylece, hırsızların ellerinin kesilmesini emreden ayeti, (1) ellerinin kesilip koparılması, veya (2) ellerinin çizilerek ve yarılarak kesilmesi, veya (3) mecazi anlamda, yani hırsızlıkla ilişkilerini kesecek önlemlerin alınması gibi üç değişik biçimde anlamak mümkün. Bu seçeneklerden birini veya suçun ağırlık derecesine göre kombinasyonunu tercih etmek topluma kalmıştır. (Bak: 7:52). Hırsızlık olayını sadece bireysel bir suç olarak kabul etmek doğru olmaz. Aile yapısı, toplum normları, sosyal kurum ve değerleri de bu suçun işlenmesinden sorumludur. Aile bağlarının güçlü, sosyal yardımlaşmanın yaygın, gösteriş ve savurganlığın az olduğu bir toplum hırsızlık olayını minimuma indirebilir. Kuran'ın öngördüğü cezalar böyle bir toplumda caydırıcı olur. http://19.org/km/EY/5 Yaşar Nuri Öztürk?ün Konuya Yaklaşımı: Soru: Kur?an?da muamelâtla ilgili hükümlerin yerine başka uygulamalar (örneğin el kesme yerine hapis, eşler çalışıyorsa mehir almaya ihtiyaç duymamaları, bunu bir fakire vermeleri gibi) konulduğu zaman Kur?an hükümleri inkâr mı edilmiş olur? Cevap: Muamelâtla ilgili konularda makasıt denen amaç hükümler zedelenmemek şartıyla başka uygulamalara da gidilebilir. Ancak amaç hükümler örselenirse insan dinden çıkmış olur. Başka bir ifadeyle araç hükümlerin zamana ve şartlara göre yenilenmesi din açısından haram değildir. -http://www.yeniboyut.com/-
  22. "Ya Sev, Ya Terket" sloganını doğru bulmuyorum. Çünkü, insan ülkesindeki her şeyi sevmeyebilir. Bu nedenle de terk etmesi gerekmez. Yani, üçüncü bir seçenek daha vardır. O da beğenmediği şeyleri değiştirmeye çalışmaktır, tabii ki yasal zeminde olmak koşuluyla... Başbakanın söylediği ise, "Ya Sev, Ya Terket" ile aynı değildir. Başbakan, "Biz ne dedik? Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna karşı çıktılar. Buna karşı çıkanın Türkiye’de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin” sözüyle "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet"'i değiştirmeye çalışamazsınız, bunu yapmaya çalıştığınız zaman otomatikman bu ülkenin zararına çalışırsınız ve bunu beğenmiyorsanız, gitmelisiniz demek istemiştir. Çünkü, bunlar, Anayasa ile sabit, "değiştirilemez". Tabii, Başbakan'a, değiştirilemezler arasında, Laiklik ilkesinin de olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bunu kabul etmiyorsa, kendi sözüne uygun davranması gerekir.
  23. Sn.dünyahepimizin, Bunu daha önce tartışmıştık, isterseniz bir daha tartışmayalım. Turkish Media Forum-Zalim Yunan
  24. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Felsefesi
    SONUÇ Modern bilime göre Tanrısal müdahalenin imkansız olduğuna dair iddianın, modern bilimin verileri ışığında yanlış olduğu gözükmektedir. Kuantum seviyesindeki belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle, teizmin savunduğu mucizeler gibi evrendeki radikal değişimler bile açıklanabilir. Bu bakış açısı, Tanrı’nın etkinliğinin bu şekilde oluştuğu anlamına gelmez, ama modern bilimin verilerinin, doğa yasaları ihlal edilmeksizin, mucizelerin ve Tanrısal etkinliğin gerçekleşebilmesine olanak tanıdığını gösterdiği için değerlidir. Bu yaklaşım, David Hume’un mucizelerin doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamına geldiğine dair tarifinin ve Spinoza ile Schleiermacher gibi, mucizelerin, Tanrı’nın kendi doğasıyla veya doğa yasalarıyla çelişmesi anlamına geldiğine dair teolojik itirazlarının düzeltilmesine olanak tanıdığından dikkate alınması gerekir. Fakat bu yaklaşımın özgür irade sorununu çözdüğünü söylemek veya Tanrı’nın mucizeleri mutlaka bu şekilde meydana getirmiş olması gerektiğini söylemek hatalıdır. Bizce, teistik ve ateistik hiçbir yaklaşım özgür irade sorununu tam olarak çözememektedir. Bu noktada, teistik savunma, teizm kadar ateizmin de özgür irade sorunu içinde olduğunu ve teizmin bu konudaki yaklaşımları ispatlanıp temellendirilmese bile, hiç kimsenin bu sorunu çözecek bir modele sahip olmadığını söylemekle sınırlı olmalıdır. Evrende ontolojik indeterminizm olmasından yola çıkılarak, özgür irade sorununa yeni bakış açıları geliştirilebilir ve Kant’ın üçüncü antinomisinde olduğu gibi, bu sorunun determinist bir evren kabulüyle ele alınmasına düzeltmeler getirilebilir. Ama, kuantum belirsizlikleri, kendisinden önceki sebeplerle oluşmuş bir varlığın özgürlüğünden nasıl bahsedebileceğimize dair sorunu ateizm için de teizm için de çözemez. Teizmin, Tanrısal hikmete veya ruhun bilinmezliğine atıf yaparak sorunu çözmekte ateizme göre bir avantajı olduğu söylenebilir; ama diğer yandan, teizm için asıl sorun, Tanrısal iradenin nerede bitip şahısların özgür iradesinin nerede başladığı ve Tanrı’nın kudreti ile insanın mesuliyetinin nasıl uzlaştırılacağıdır. Biz, Tanrı’nın mucizeleri gerçekleştirmesinin, doğa yasaları çerçevesinde kuantum belirsizliklerini belirlemesi ile mümkün olduğunu savunarak sadece bir imkanı göstermeye çalıştık. Bir şeyin mümkün olması, onun mutlaka bu şekilde olduğu anlamına gelmez. Bilimsel yaklaşım, tarihin sürecinde gayb olmuş mucizeleri ve kimi şahsi tecrübeleri ne ispat edebilir, ne de inkar edebilir. Bizce, yapılacak en tutarlı yaklaşım, bir teistin mucizelerin nasıl oluştuğu hususuna (oluşup oluşmadığına değil) agnostik kalmasıdır. Çünkü, Tanrı’nın mucizeleri nasıl gerçekleştirmiş olduğuna dair bilimsel bir bilgiye sahip olmadığımız gibi, Tanrı’nın doğa yasalarını ihlal etmeyeceğine dair Spinozacı teolojik bir ön kabulü de temellendiremeyiz. “Tanrı doğa yasalarını ihlal etmez” şeklindeki Spinozacı ön kabul ile mucizeleri inkar iki tane kibri içinde taşır; bu kibirlerden birincisi Tanrı’nın katındaki tüm yasaları bildiğimize dair teolojik bir kibirdir, ikincisi ise doğa yasaları ile ‘kendi içinde evrene’ dair her türlü bilgiye sahip olduğumuzu iddia eden bilimsel bir kibirdir ki, bu ikincisi özellikle 19. yüzyılın yaygın bir hastalığıydı. Her şeyden önce, Tanrı’nın katındaki yasaların bizim fizik biliminde gördüğümüz doğa yasaları ile özdeş olduğunu savunmak büyük saflık olur. Tanrısal yasaların (Sünnetullah) fizik yasalarından daha geniş yasalar olduğunu kabul edersek, Tanrı’nın bir eliyle koyduğu yasaları diğer eliyle bozduğuna dair mucizelere getirilen teolojik itiraz geçersiz olur. Sarayına gelen her misafiri kapıdaki nöbetçilerine geri çevirten bir kralın, istisnai bazı konuklarını nöbetçiler içeri aldıklarında, kralın kendi koyduğu yasalarını ihlal ettiğini hiç kimse düşünmeyecektir, zaten kral böyle bir yasayı ilan etmemiştir; sadece nöbetçilerin genel tavrını gözleyenler, kendi kendilerine kralı bile bağlayacak yasalar üretmişlerdir! Teistik yaklaşıma göre doğa yasaları kralın hizmetkarlarından daha da sadık hizmetçilerdir; bu hizmetkarların Tanrısal etkinliği sınırladığını söylemek - Tanrı’nın bu yasaları ihlal etmediğini değil - teizm adına kabul edilemez.[57] Böylesi bir yaklaşımla, kimi durumlarda doğa yasalarının kendisi veya genel gidişi askıya alınarak mucizelerin gerçekleşmesi, Tanrısal sistemin bir parçası olarak savunulabilir; bu ise doğa yasalarını ihlal etmeden mucizeleri temellendirmeye çalışmayı gereksiz kılar. Sürekli deniz seviyesinde hayatını yaşamış ve bu seviyede suyun kaynaması ile ilgili deneyler yapmış olan bir kişi, yüksek bir yere çıkınca suyun kaynama derecesinin değişebileceğini tahmin edemediğinden, kendi deniz seviyesinde bulduğu yasaları, evrensel tüm yasaların karşılığı zanneder ve bir gün dağ başına çıktığında suyun kaynama derecesinin değiştiğini gözlemler, fakat kendi bildiği deniz seviyesine ait yasalardan doğa yasalarını ibaret sanan kişi, bu yasaların ihlal edildiğini sanır. Tanrısal yasalara nüfuz edemeyen kimi kişiler de, kendi bildikleri yasaların (kısmi-doğa yasalarının), evrensel tüm yasalara karşılık geldiğini zannedebilirler. Bahsettiğimiz bu sebeplerden dolayı determinist bir evren modelinin mutlak olarak mucizeleri dışladığını ve Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi gibi evrenin işleyişinde boşluklar olduğunu söyleyen bir yaklaşım olmadan mucizelere inanılamayacağını söylemiyoruz. Ayrıca kuantum yasasının indeterminist yorumunun tartışmalı olduğunu ve evrende ontolojik indeterminizmin olmadığına, indeterminizmin bizim epistemolojik sınırlılıklarımızdan kaynaklandığına dair yaklaşımın varlığını da hatırlamalıyız. Eğer kuantum sayesinde Einstein’ın zannettiği gibi “saklı değişkenler” varsa ve kuantum seviyesi de determinist ise, mucizelerin varlığının bu seviyedeki belirsizliklerin varlığına muhtaç olduğunu düşünen yaklaşım, teolojik bir açmazda kalacaktır. Bütün bu ihtiyatlı yaklaşımlarımıza karşın, kuantum belirsizliklerinin mucizeler gibi Tanrısal müdahaleleri doğa yasalarının çerçevesinde açıklamaktaki katkısını çok değerli buluyoruz. Mucizelerin, bilimsel yaklaşıma göre imkansız olduğunu söyleyerek teizmi eleştirenlerin, modern bilimin sunduğu imkanlardan habersiz olduklarını ve bu yaklaşımlarının hatalı olduğunu gösterebildiysek bile bu makalenin amacına ulaştığını düşünüyoruz. Tanrısal müdahaleyi ve mucizeleri inkar, bilimsel olguların bizi ulaştırdığı bir sonuç değildir. Ancak, ateizme ve natüralizme metafizik bir ön kabul olarak inanan kişiler, bu felsefi inançları ile bilimsel yaklaşımlarını birleştirirlerse, Tanrısal müdahaleyi reddeden bir yaklaşıma sahip olurlar; fakat bu, bilimin sonucu değil, bu şahısların felsefi-metafizik yaklaşımlarının sonucudur. Bu makalede gördüğümüz gibi felsefi-metafizik yaklaşımı farklı kişiler, Tanrısal müdahaleyi modern bilim anlayışı ile uyumlu bir şekilde birleştiren modeller geliştirerek fizik ile teolojik yaklaşımlarını bir araya getirerek, modern bilim çerçevesinde doğanın teolojisinin mümkün olduğunu göstermişlerdir. Philip Clayton’un da dikkat çektiği gibi, eğer doğa yasaları ihlal edilmeden Tanrısal müdahalenin nasıl oluşmuş olabileceğini göstermek istiyorsak, bunu yapmak için Newton’dan beri en çok şansa sahip olduğumuz dönem, içinde olduğumuz dönemdir.[58] Fiziğin en önemli iki teorisinden biri olan kuantum teorisinin en yaygın fiziksel yorumuna dayanarak yapılan teolojik yorumları; bilim, felsefe ve din üçgenindeki konuları ele alanların, Tanrısal etkinlik, mucizeler ve özgür irade sorunlarını değerlendirirken mutlaka göz önünde bulundurmaları gerektiğini düşünüyoruz.
  25. Dogrucudavut şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Felsefesi
    AŞAĞIDAN YUKARI MÜDAHALE İLE MUCİZELER Kuantum kuramıyla Tanrısal etkinliği birleştiren yaklaşımın, aşağıdan-yukarı (bottom-up) bir müdahaleyi savunmasıyla dünya içindeki büyük değişimleri (mucizeler gibi) açıklayıp açıklayamayacağı sorulabilir. Her şeyden önce bütün evrensel hammaddenin atomlardan ve atom-altı parçacıklardan oluştuğunu, atom-altı seviyede yapılan müdahalelerin evrenin tümüne yayılan bir müdahale olduğunu hatırlatalım. Ayrıca, kaos teorisi ile ilgili çalışmalarda da gösterildiği gibi, evrenin bir yerindeki çok küçük sayılabilecek bir değişim bile evrenin başka yerinde çok büyük değişimlere sebebiyet verebilir. Kelebek Etkisi (Butterfly Effect) ismiyle meşhur olan bu yaklaşıma göre, Şam’da kanatlarını çırpan bir kelebek İstanbul’da bir kasırgaya sebebiyet verebilir.[50] Sonuçta Tanrısal müdahale ile Tanrı’nın tüm evreni kuşatan bilgisi birleştirilirse, bir kelebeğin yönünü değiştirecek kadar bir müdahale ile - kelebeğin zihninde kuantum seviyesinde yapılacak müdahalelerle bir yönlendirme veya kuantum seviyesinde müdahalelerle bir hava akımı oluşturup kelebeğin yönü değiştirilerek - kutsal kitaplarda bahsedilen, bazı kavimlerin yok edilmesine sebebiyet verecek nitelikte bir kasırganın nasıl oluşturulduğu izah edilebilir. Kelebek Etkisi ile ifade edilen etki ‘başlangıç durumundaki şartlara hassas bağımlılık’ olarak da dile getirilir. Fizikte bunun önemi anlaşılmadan önce, halk arasında böylesi bir etkinin varlığı sağduyu ve basit gözlemlerle fark edilmişti. Halk arasındaki şu söz de bunu ifade etmektedir: Bir mıh bir nal kurtarır; Bir nal bir at kurtarır; Bir at bir er kurtarır; Bir er bir cenk kurtarır; Bir cenk bir vatan kurtarır![51] Kaos teorisinde Kelebek Etkisi determinist yasalar çerçevesinde ele alınır. Kaos teorisi ile kuantum teorisi bir arada ele alınırsa,[52] büyük sonuçlar verecek ufak değişimler, Tanrı’nın belirsizlikleri belirlemesiyle açıklanmaya (indeterminizm sürece dahil edilmeye) çalışılabilir. Bizim açımızdan önemli nokta, aşağıdan-yukarı bir etki tarzının ne kadar önemli sonuçlar verebileceğini göstermektir. Maddenin küçük parçacıkları, etraflarındaki küçük parçacıklarla ve ortamla, çarpışma şeklindeki ilişkilerinde, bize göre kısa bir süre olan birkaç saat içinde katrilyonlarca ilişkiye girerler. Kuantum kuramının gösterdiği gibi evrensel yasalar özlerinde olasılıksal bir yapıya sahipse, katrilyonlarca sayıdaki etkileşim esnasında olasılıklara müdahaleyle çok büyük bir fark oluşturulabilir. Dünyanın etrafında uçan ve aynı yere gelen bir roketi düşünelim; eğer bu roketin yörüngesi derecenin trilyonda biri kadar sapış gösterirse ilk turda önemli bir fark olmaz, ancak trilyon tur sonra bir derece fark oluşur, 90 trilyon defada eski yörünge tam dikine kesilecek kadar, 180 trilyon defada tam ters yönde aynı yörüngeyi takip edecek fark oluşur. Olasılıklara bilinçli müdahale ile yapılacak küçük değişiklikler, çok yüksek sayıda tekrarlandığında ve bilinç ile bir amaca göre olasılıklar seçildiğinde çok büyük değişiklikler ve umulmadık sonuçlar oluşabilir. Olasılıkçı yasalar, fiziğe ilk olarak 19. yüzyılın sonunda entropi kuramıyla girmiştir. Entropi yasası, evrenin en temel yasaları olarak kabul edilen termodinamik yasaların ikincisidir ve evrendeki düzensizliğin sürekli arttığını söyler. Entropi yasasının fiziksel yorumu üzerinde, kuantum kuramında olduğu gibi ciddi farklar yoktur; bu yasanın determinizm ile uyumlu olmasına rağmen olasılıkçı yapısında geniş bir konsensüs vardır. Hava molekülleri gibi moleküllerin dağılımında entropi yasası kendini gösterir. Katrilyonlarca molekülün çarpışması gibi faktörlerden dolayı tek bir hava molekülünün birkaç saat sonra odanın tam neresinde olacağını hesaplayamayız; ama, olasılık hesaplarına dayanarak havasız kalmayacağımıza güvenebiliriz. George Gamow, bir odadaki hava moleküllerinin odanın bir yarısında toplanıp, diğer yarısında olmamaları için 10 saniye beklememiz gerektiğini söyler; evrenin tahmin edilen toplam yaşının 10 saniye olduğunu düşünürsek, neden moleküllerin odanın bir yarısında toplanmasından dolayı havasız kalmaktan korkmamamız gerektiğini anlarız.[53] Bir peygamberi öldürmeye kalkan bir topluluğun, içinde bulundukları ortamın hava moleküllerinin, bu toplumdan uzak bir yere hareket ettirilerek yok edilmeleri gibi hayali bir olayı ele alalım. Hiç şüphesiz bu olay teistik bir yaklaşım açısından mucize diye nitelenecektir; ama görüldüğü gibi bu mucize diye nitelenecek olay doğa yasalarının ihlali ile değil, çok düşük olasılıkların gerçekleşmesiyle oluşabilir. Hz. Musa döneminde denizin yarılması gibi üç teist dinin inandığı ve mucize diye nitelendirdikleri bir olayı da ele alabiliriz. Fiziksel olarak deniz rastgele hareket eden çok yüksek sayıda molekülden oluşur. Denizde çizeceğimiz hayali bir çizginin, sağındaki moleküllerinin hepsinin sağa, solundaki moleküllerinin hepsinin sola gittiğini görmüyorsak, bunun nedeni, aynen hava moleküllerinin dağılımı yüzünden hiçbir zaman havasız kalmamamız gibi; bu durumun olası olmamasından değil, bu olasılığın matematiksel açıdan imkansız denecek kadar küçük olmasındandır. (Matematikte 10’de 1’den küçük olasılıklar genelde imkansız kabul edilir.) Eğer Hz. Musa’nın deniz kenarına geldiği anda, denizdeki su moleküllerinin Hz. Musa’nın sağındakilerinin hepsinin sağa, solundakilerin hepsinin sola hareket ettiğini ve böylece denizin ikiye ayrılmış olabileceğini söylersek, fizik yasalarının ihlal edilmediği, çok çok düşük bir olasılığın gerçekleştiği bir mucize tanımı yapmış oluruz. Entropi yasasının olasılıkçı yapısı ile kuantum teorisinin olasılıkçı yapısı ve bunlara dayalı mucize temellendirmelerinde altı çizilmesi gereken önemli bir fark vardır. Entropi yasasını göz önünde bulundurarak verdiğimiz örneklerdeki gibi mucize tanımlamaları, determinist bir evrende olasılıkların seçilmesi ile mucizelerin nasıl oluşabileceğini gösterir. Kuantum teorisi göz önünde bulundurularak yapılan mucize tanımlamalarıysa, indeterminist bir evrende belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle mucizelerin nasıl oluşabileceğini gösterir. Entropi yasasında olasılıklar ve şans, epistemolojik durumumuzdan kaynaklanır; kuantum teorisinde ise olasılıklar ve şansın, epistemolojik mi ontolojik mi olduğu tartışılmalıdır. Determinist bir evrende, eğer doğa yasalarını ihlal etmeyen bir Tanrı anlayışı savunulacaksa, o zaman ya Leibnizci bir tarzda Tanrı’nın, baştan evrendeki bütün müdahaleleri yaptığı ve zamanı geldiğinde imkan olarak mümkün olan mucizeleri gerçekleştirdiğini veya indeterminist sisteme melekler gibi dahil olan ve bu sistemin - bilimsel olarak tespit edilemeseler de - bir parçası olarak mümkün olan olasılıklardan seçilenlerinin gerçekleştirilmesini sağlayan aracıları kabul etmemiz gerekir. (Birçok kişi melekler ile müdahaleyi, Tanrı’nın müdahalesi gibi doğa yasalarının ihlal edilmesi olarak görecektir.) Oysa kuantum teorisinin en çok kabul edilen yorumundan esinlenerek evrende objektif belirsizliklerin varlığını kabul edersek, Tanrı’nın baştan müdahale etmeden veya melekler gibi varlıkları determinist sistemin kurallarının içine dahil etmeden de, doğa yasalarına aykırı olmayan bir mucize anlayışı savunulabilir. Buna göre, entropi yasasına dayanarak verdiğimiz iki örnekteki moleküllerin, belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle hareket ettirilip mucizeler oluşturulduğu savunulabilir: Verdiğimiz ilk örnekteki gibi hava molekülleri, belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle yönlendirilip, peygamber düşmanları yok edilebilir. İkinci örnekteki gibi ise belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle, Hz. Musa’nın önündeki denizin su moleküllerinin sağa ve sola doğru hareketi gerçekleştirilebilir. Bazı mucizelerin doğa yasaları çerçevesinde nasıl oluşmuş olabileceğinin gösterilmesi için, entropi yasası ve kuantum kuramının bir arada ele alınması enteresan bir yaklaşım olacaktır. Biz, böylesi bir yaklaşımın teolojik olarak zorunlu olduğunu düşünmüyoruz. Bu yüzden, bu makalede sunduğumuz doğa yasaları çerçevesinde mucizelerin nasıl gerçekleşebileceğine dair örneklerin, gerçekte de öyle oluştuğuna dair bir iddiamız bulunmamaktadır. Fakat böylesi bir mucize açıklaması, David Hume gibi mucizeleri, doğa yasalarının ihlal edilmesi olarak tarif ederek karşı çıkanlara, mucizelerin, doğa yasalarındaki düşük olasılıkların gerçekleştirilmesi anlamına gelebileceğini, fakat doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamını taşımayabileceğini söyleyerek gerekli yanıtı verir. Ayrıca bu yaklaşım, teolojik sebeplerle doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamında mucize yaklaşımına karşı çıkan Spinoza ve Schleiermacher gibi filozofların itirazlarına da kapıyı kapayacak bir yaklaşımdır. Bizim doğa yasalarına karşı tavrımız, Newton ve Einsteincı doğa yasalarının ‘kendi içinde evrene’ tam olarak tekabül ettiğini söyleyen yaklaşımdan ve Hawking’in doğa yasalarını, sadece insan zihninin ürünü matematik modeller olarak[54] tanımlayarak, ‘kendi içinde evrene’ tekabüliyetine aldırmayan, sadece gözlemlerin açıklanmasına odaklanan yaklaşımından farklıdır. Bizce bilimin hedefi, Hawkingci yönelimden ziyade Newton ve Einsteincı bir yönelimde olmalıdır; fakat insani sınırlılıklarımız ‘kendi içinde evreni’ tam olarak anlamamıza olanak vermemiştir. Biz bu yüzden kendimizi, Barbour’un kendisiyle beraber Bohr’u da dahil ettiği ‘kritikçi realist’ (critical realist) sınıfın içinde görüyoruz.[55] Buna göre, doğa yasaları, ‘kendi içinde evreni’ kısmen temsil ederler; doğa yasaları gerçeğe bir yakınlaşmadır, ama tam olarak gerçeğin resmini vermezler.[56] Makronun fiziği ile mikronun fiziği arasındaki paradoksal yapı çözümlenmeden “realist” bir bilim anlayışının mümkün olmaması ve Hawking gibi düşünenlerin ‘kendi içindeki evrenin’ gerçekliğine aldırmayan yaklaşımının bizce kabul edilemez olması gibi nedenlerle, kendimizi “kritikçi realist” olarak görüyoruz. Newtoncu yaklaşımda bilim adamı kâşiftir, orda bulunmayı bekleyen yasaları bulur, gösterir. Hawkingci yaklaşımda ise bilim adamı mucide daha yakındır, doğa yasaları keşfedilecek bir nesne gibi beklemez; onlar, zihnin ürünleridir. Bizim yaklaşımımıza göre ise bilim adamı kâşif olsa da, keşfedilen nesnenin sırlarına tam vâkıf olmamızda önemli güçlükler vardır. Bizim durumumuz, bir araziyi sadece uçaktan çıplak gözle görüp karaya çıkamayan birine veya bir fili sadece dokunarak algılayıp da göremeyen bir köre veya bir bestenin notalarını okuyup da müziğini dinleyemeyen sağıra benzetilebilir. Bizce, bilimsel teorilerimiz ‘kendi içinde evren’ hakkında bilgiler sunarlar, ama bu sunum eksiktir; durum belki de örneklerimizdeki kadar karamsar değildir, ama Laplace’ın bilimsel teoriler hakkındaki optimizminden gerçeğe daha yakın olduğumuzda kuşku duymuyoruz.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.