Dogrucudavut tarafından postalanan herşey
-
Eylül 2008 Hak İhlalleri Raporu
Yahu, bu adam nedense hep yanlış anlaşılıyor Zekeriya Beyaz, 'Zorunlu din dersini' savundu İlahiyat Profesörü Zekeriya Beyaz, zorunlu din dersinin kaldırılmasının yanlış olacağını söyledi. Prof. Dr. Beyaz, “Din dersleri zorunlu olmalı ancak Hanefi Mezhebi’nin yanında Alevilik de öğretilmeli. Din dersi, din bilgisi doğru öğretilmeli ki gençlerimiz sapkın tarikatların pençesinden kurtulsunlar” dedi. Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, yaptığı açıklamada, Diyanet İşleri Başkanı’nın din dersine yönelik yargı kararını eleştiren açıklamalarını okuduğunda üzüldüğünü belirterek, “Burada bir yanlış anlaşılma var. Danıştay kararında din dersleri zorunlu olmasın denilmiyor. Bu içerikle hukuka aykırı olduğu belirtiliyor. İçerik değiştirilmeli” dedi. Prof. Dr. Beyaz, Danıştay’ın görüşüne katıldığını söyleyerek, Türkiye’deki din dersi müfredatının Hanefi Mezhebi’ne bağlı bir anlayış içinde anlatıldığını ve Alevi çocuklara da Sünni Hanefi din okutulduğunu ifade etti. ALEVİLİK İNANCI DA MÜFREDAT İÇİNDE OLMALI, OKUTULMALI Din dersi zorunlu olmasın demenin son derece sakıncalı olduğuna işaret eden Prof. Dr. Beyaz, “Asıl önemli olan bugün çok sayıda üniversite bitirmiş gençlerimiz son derece sapkın tarikatların pençesinde kıvranıyorlar. Siz gençlerinize, çocuklarınıza doğru din dersini öğretmez, doğru bilgileri vermezseniz çocuklarımızı tarikatların oyuncağı haline getirirsiniz” dedi. Sünnilerin de Alevilerin de inancının müfredat içinde yer alarak doğru bir biçimde öğretilmesi gerektiğini savunan Prof. Dr. Beyaz, “Din dersi zorunlu olmasın demek doğru bir yaklaşım değildir ve son derece sakıncalıdır. Din dersleri zorunlu olmalı, ama içeriği Alevileri de kapsamalı” dedi. DOĞRU DİN BİLGİSİ MİSYONERLİK FAALİYETLERİNİ DE ENGELLER Prof. Dr. Beyaz din dersleri içinde Hristiyanlık, Yahudilik gibi başka dinlerin de öğretilmesi gerektiğini ifade ederek “Çünkü yaygın hale gelen misyonerlik faaliyetlerine karşı çocuklarımızı gençlerimizi korumamız gerekiyor. Din dersinde Türk örf adetlerine, milli değerlere aykırı olan unsurlar da ayırt edilerek öğretilmeli. Hristiyanlık’ın, Yahudilik’in sakıncaları gösterilmeli ve gençlerimiz misyonerlik faaliyetlerine karşı bilinçlendirilmeli” diye konuştu ( Alevi Haber Ajansı )
-
Eylül 2008 Hak İhlalleri Raporu
Siz hangi hocadan bahsediyorsunuz ?
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Bunun cevabını vermiştim: Bu pozitif ayrımcılıktır. Böyle bir hakkın devlet TVsinde verilmesi için, 1-Bu hizmette bir kamu yararı varmıdır ? 2-Kamu yararı ile bağlantılı olarak, bu hizmeti talep eden nüfus oranı nedir ? Bu soruların cevabına göre karar verilir. Bana sorarsanız, bu AKP'nin bir seçim yatırımıdır. O göç ettirmeler, sorun çıkaran, isyan eden ağalar ve işbirlikçiler içindir. Cumhuriyetin, ırk saflaştırma, Kürtleri yok etme gibi bir politikası olmamıştır. Buradaki görmeniz gereken ince nokta, emperyalistler tarafından her zaman kullanılmaya müsait olmuş feodal ağalar ve şeyhlerin, ülkenin birliğine zarar vermesini engellemektir. Devlet, feodal yapıya son vermek istemiştir. Çünkü, Kürtçülük, bu feodal zeminde yeşermektedir. Kürt nüfusuna gelince size CIA raporlarını da verdim. Daha ne vereyim ?
-
Eylül 2008 Hak İhlalleri Raporu
O hoca öyle bir şey söylemedi. Sünnetullah ( Allahın sünneti ) manasında bir birlikten bahsetti. Dinlediğinizi de mi yanlış anlıyorsunuz ?
-
Türkiyeyi ağlatan EZAN !
TÜRKÇE EZAN OLUR MU? Kuran'da namaz için bir çağrı yapıldığı görülmektedir. Fakat Kuran'da bu çağrının şekli açıklanmaz. Ezan dediğimiz namaz çağrısının nasıl yapılacağı bizlere bırakılmıştır. Eğer Allah isteseydi ezanın (namaza çağrının) sözlerini de açıklardı. Ezanın sözleri açıklanmadığı gibi, hangi dilde yapılacağı da Kuran'da geçmez. Aslolan namaza çağrının yapılmasıdır. Ezanın hangi dilde, hatta ne şekilde yapılacağı tamamen insanlara bırakılmıştır. Ezan gibi namazın da Kuran okumanın da Türkçe yapılmasında hiçbir engel yoktur. Kuran'da tefekkür etmemiz geçer. (Tefekkür: düşünme, fikir üretme, kafayı çalıştırma demektir.) Kuran’da Kuran’ı tedebbür etmemiz söylenir. (Tedebbür: derinlemesine kavramak, düşünüp taşınmak, inceliğini kavramak manalarına sahiptir.) Kuran'da akletmemiz, tezekkür ile Kuran'ı okumamız, fıkhetmemiz (ince anlayış sahibi olmamız) de söylenir. Hiç şüphe yok ki bunları en iyi şekilde ancak ana dilimizde Kuran okur, namaz kılarsak yapabiliriz. Kısacası her ibadeti ana dilde yapmak söylenenleri daha iyi anlayacağımız için isabetli olacaktır. Böylece Kuran'ı ince anlayış ve derin düşünce ile okuma emri daha iyi yerine getirilecektir. "Ezanı herkes anlıyor, ezan her dilden Müslümanın ortak çağrısıdır" da denebilir. Bu da ayrı bir tartışma konusu olur. Fakat ezanı ana dilde okumanın dinen bir sakıncası olmadığı anlaşıldıktan sonra bu tartışma yapılmalıdır. ( Alıntı-Kurandakidin )
-
Kafkas Dernekleri Federasyonu, Çankaya Köşkü’nde görüştükleri
Devlet her etnik gruba TV kuracak diye bir kural yoktur. Bu ihtiyaç, Kürt vatandaşlarımızın, büyük bir kısmının Türkçe bilmemesi, sadece Kürtçe bilmesi nedeniyle, PKK'nın yayın organlarının propogandasına maruz kalıp ülkeden, milletten kopma tehlikesi nedeniyledir. Normal şartlarda, her etnik grup özel Tv kurabilme hakkına sahiptir. Türkçeden başka dillerde yayın yapma yasağı 1984'te başlamış, 2001'de sona ermiştir. Yani, bu serbestlik yeni değildir. Devletin bu işte öncü olması, ancak, Kürt vatandaşlarımızı ülkeye bağlamak için olmalıdır. Koparmak için değil. Bu nedenle, yapılacak yayınlarda şarkı, türkü dışında, Türkçe de öğretilmelidir. Çünkü, ortak dilimiz olan Türkçeyi öğrenmemek, ülkeye, milllete yabancılaşmayı doğurur. Birliğe hizmet etmez. Yani, bu yayın, Kürtler adına bir pozitif ayrımcılıktır.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Siz heralde, yazılanları okumadan yorum yapıyorsunuz. Buraya yapıştırıyorum tekrar : Devlet her etnik gruba TV kuracak diye bir kural yoktur. Bu ihtiyaç, Kürt vatandaşlarımızın, büyük bir kısmının Türkçe bilmemesi, sadece Kürtçe bilmesi nedeniyle, PKK'nın yayın organlarının propogandasına maruz kalıp ülkeden, milletten kopma tehlikesi nedeniyledir. Normal şartlarda, her etnik grup özel Tv kurabilme hakkına sahiptir. Türkçeden başka dillerde yayın yapma yasağı 1984'te başlamış, 2001'de sona ermiştir. Yani, bu serbestlik yeni değildir. Devletin bu işte öncü olması, ancak, Kürt vatandaşlarımızı ülkeye bağlamak için olmalıdır. Koparmak için değil. Bu nedenle, yapılacak yayınlarda şarkı, türkü dışında, Türkçe de öğretilmelidir. Çünkü, ortak dilimiz olan Türkçeyi öğrenmemek, ülkeye, milllete yabancılaşmayı doğurur. Birliğe hizmet etmez.
-
Terör örgütünde Kürtçe kanal öfkesi
Devlet her etnik gruba TV kuracak diye bir kural yoktur. Bu ihtiyaç, Kürt vatandaşlarımızın, büyük bir kısmının Türkçe bilmemesi, sadece Kürtçe bilmesi nedeniyle, PKK'nın yayın organlarının propogandasına maruz kalıp ülkeden, milletten kopma tehlikesi nedeniyledir. Normal şartlarda, her etnik grup özel Tv kurabilme hakkına sahiptir. Türkçeden başka dillerde yayın yapma yasağı 1984'te başlamış, 2001'de sona ermiştir. Yani, bu serbestlik yeni değildir. Devletin bu işte öncü olması, ancak, Kürt vatandaşlarımızı ülkeye bağlamak için olmalıdır. Koparmak için değil. Bu nedenle, yapılacak yayınlarda şarkı, türkü dışında, Türkçe de öğretilmelidir. Çünkü, ortak dilimiz olan Türkçeyi öğrenmemek, ülkeye, milllete yabancılaşmayı doğurur. Birliğe hizmet etmez.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Tekrar edeyim. Türk Milleti tarifi, kana, ırka dayalı bir millet tarif değildir. Bu dünyanın en modern tanımıdır. Kürtler yoktur diyen de yoktur, ne bu forumda ne de başka bir yerde. Irka dayalı millet tanımı Almanlar gibi milletler için geçerlidir. Avrupalılar, 1000 senedir, bu coğrafyaya Turkia demiştir. Cumhuriyetle birlikte, bu isme atfen bu topraklarda yaşayan tüm insanlara Türk denmiştir. Türkiyede saf Türk ırkından olan kişilerin sayısı azdır. Biz bu Anadolu topraklarındaki antik halklarla, sonradan gelen Türkmenlerin harman olmasından mütevellit bir milletiz. Bu yüzden, Atatürk, Hititleri de, Urartuları da, Frigleri de, Sümerleri de atalarımız saymıştır. Türkçe bu topraklarda kullanılan ortak dil olmuştur, tarih boyunca. Kürtler de bu topraklara Türkmenler ile birlikte sonradan gelmiştir. Aslen İrani bi halktır. Ancak, onlar da Anadoluda karşılaştıkları halklar ile karışmıştır. Zazalar, Harezmşah Türkmenleri ile gelen başka bir İrani grup olan Gurlar ile Türkmenler ve Anadolu halklarının karışması ile oluşmuş, Alevi bir gruptur. Şehirlerde yaşayan insanlar Türkçeyi öğrenmiş ve benimsemiş, dağlık, kırsal alanlarda merkezi yönetimden uzak, dağlık alanlarda yaşayanlar ise ortak dil olan Türkçeyi öğrenmemişlerdir. Kürtlerin bir kısmı, Anadoluya, Çaldıran savaşından sonra Yavuz Selim tarafından, Alevi Kızılbaş Türkmenleri bölgeden uzaklaştırmak için getirilmiştir. Lazlar bu topraklara Kürtlerden çok önce gelmiş, bugün Türk Milletine bağlı ama kendi kültürlerini de yaşayan bir gruptur. Yanlış olarak bilinen tüm Karadenizin Lazlardan oluştuğu zannıdır. Benim gerçek laz arkadaş arkadaşlarım da oldu. Onların hiçbir zaman bu topraklarda yönetimden şikayeti olmamış, yurdu herkes gibi müdaafa eden,vatansever insanlardır ve Türk Milletindendir. Çerkezlere, Çeçenlere, Abhazlara gelince, kitle olarak bu vatana yaklaşık 200 yıl önce gelmiş ve bu vatanı herkesten fazla benimseyip savunumuşlardır. Ayrıca, 1000 sene öncesinde de bu topraklarda yaşayan Çerkezler olmuştur. Tıpkı, Mısırdaki Memlükler gibi... İzmirde Yunanlılara ilk kurşunu atan ve şehit olan Hasan Tahsin de bir Çerkezdir. Çerkezler de Türk Milletindendir. Kültürlerini de hiçbir zaman unutmamaışlardır. Köylerine gittiğiniz zaman bunu çok net anlayabilirsiniz. Kürtler, bu ülkede Kürt oldukları için hiçbir zaman rahatsız edilmemişlerdir. Devletin cezalandırıdğı Kürtler, emperyalistlerin oyununa gelen, emperyalistlerle işbirliği yapıp ülkeyi ve milleti bölmeye kalkan Kürtçülerdir. Kürtler de kendi kültürlerini serbestçe yaşamaktadırlar. Terör bölgelerinde kültürel hakların arkasına sığınıp siyasi isteklerini gerçekleştirmeye çalışanlar, elbette ki tepki görecektir. Devletin televizyonda Kürtçe yayına geçmesi, bu konunun Terör örgütü tarafından istismar edilmesini önleme amacıyla olmalıdır. Roj Tv gibi TVlerden yapılan propogandaya halkın maruz kalmasını önleme açısından doğru bir harekettir. ancak, bögede Türkçe bilmeyip sadece Kürtçe bile vatandaşlarımızın olması nedeniyle, bu yayın, neticede bir yabancılaşmaya da yol açabilir. İşte bu nedenle, bu yayınlarda Türkçe öğretilemesinin de gündeme gelmesi gerekir.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Sn.Diyarbakırlı, İkinci paragrafınızdaki yorumunuzla ilk paragrafta bana sorduğunuz sorunun cevabını benim cevabımı beklemeden kendi kendinize vermeye çalışmışsınız. Şimdi bu oldu mu ? Neden bu kadar ön yargılısınız ? O alıntıladığım yazıyı okudunuz da mı, benim 'Kürtler yoktur' dediğim sonucuna vardınız ? Batılı ve Rus emperyalist emelleri için Kürt tarihi yazanların düştüğü çelişkileri yine onların dayandığı kaynaklara göre gösteren ve tarihi objektif olarak ortaya koyan bir yazı Kürtleri inkar anlamına mı gelir ? Bence, bunu bir okuyun ondan sonra tartışalım. -http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=148090&pid=753425&st=0entry753425-
-
58 Yıl Sonra Vatandaş Nazım
Ona ne şüphe!...
-
58 Yıl Sonra Vatandaş Nazım
Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak, bu kadar mavi, bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım... Nazım Usta'nın eriştiği bu ruh olgunluğu, onun şiirdeki dehasını ortaya koyar. Kurtuluş Savaşı Destanındaki, Şeyh Bedrettin Destanındaki tasvirleri onun dehası yanında bu topraklara ne denli bağlı olduğunun da göstergesidir. O vatan haini değildi. Ne yazık ki, yanlış devirde yaşamıştı. Sıcaktı, Sıcak! Sapı kanlı demiri kör bir bıçaktı sıcak...( Şeyh Bedrettin Destanı )
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Tehcir farkı 972 bin Milliyet Murat Bardakçı Talat Paşa'nın ilk kez tümüyle yayımlanan özel belgelerinde tehcir (zorunlu göç) öncesi ile sonrası Ermeni nüfusu farkı 972 bin. Murat Bardakçı 'Bunlara Osmanlı topraklarını terk edenler de dahil, hepsinin öldüğü söylenemez' dedi Gazeteci Murat Bardakçı, “Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrûkesi” adlı yeni kitabında, 1915’te yaşanan tehcir olayıyla ilgili olarak dönemin Dahiliye Nazırı olan Talat Paşa’nın tehcir öncesi ve sonrası Ermeni nüfusundaki değişiklikleri içeren özel belgelerini ilk kez tümüyle açıkladı. Belgelere göre, 30 büyük yerleşim yerinde tehcir öncesi ve sonrası Ermeni nüfusu arasındaki fark 972 bin 246. Tehciri, “1.5 milyon Ermeninin öldürüldüğü soykırım” olarak değerlendirenlerin bulunduğunu hatırlatan Bardakçı, 972 bin 246 sayısının bu kadar kişinin hayatını kaybettiği anlamına gelmeyeceğini, farklı sebeplerden ölenlerin ve Osmanlı topraklarını terk ederek başka ülkelere göç edenlerin de bu sayıya dahil olduğunu vurguladı. Ayrıntılı olarak not tutmuş Everest Yayınları’ndan çıkan kitapta Bardakçı, 1915 olaylarına dair, Talat Paşa’nın özel arşivinden çıkan belgelere yer veriyor. Tehcirin yaşandığı dönemde Dahiliye Nazırı olan, daha sonra sadrazamlık görevi de üstlenen Talat Paşa, özel notlarında Osmanlı’nın önemli şehirlerindeki Ermeni nüfusundaki hareketliliği bütün detaylarıyla anlatıyor. Talat Paşa’nın belgesinde, 1914’teki (hicri 1330) nüfus kaydı ve tehcir sonrası nüfus karşılaştırılıyor. Belgeye göre, Ermeni nüfusu 1914’te 1 milyon 256 bin 403. Tehcir uygulanan yerler ve İstanbul’daki Ermeni nüfusun toplamı 1 milyon 112 bin 614. Tehcir sonrasında ise bu sayı 284 bin 157 olarak görülüyor. Doğu’da nüfus sıfıra inmiş Belgeye göre, Ermeni isyanlarının olduğu Doğu illerinde tehcir sonrası hiç Ermeni kalmadığı görülüyor. 125 bin 657 Ermeninin olduğu Erzurum’da, 114 bin 704 Ermeninin bulunduğu Bitlis’te, 67 bin 792 Ermeninin olduğu Van’da, 56 bin 166 Ermeninin bulunduğu Diyarbakır’da ve 70 bin 60 Ermeninin bulunduğu Elaziz’de (Elazığ) tehcir sonrası nüfus sıfıra inmiş. 37 bin 549 Ermeninin olduğu Trabzon’da da durum farklı değil. Tehcir sonrası Ermeni nüfusunda en büyük düşüşün yaşandığı vilayetlerden biri de Sivas. Belgeye göre, tehcir öncesi bölgedeki Ermeni sayısı 141 bin iken, tehcir sonrası nüfus 8 bin 97’ye düştü. Sivas’a tehcir sırasında 948 Ermeni göç etti. İzmit’te ise nüfus 56 bin 115’ten 3 bin 880’e indi. İzmit’e bu sırada göç eden Ermeni sayısı ise 142. Yine Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Adana’da nüfus 51 bin 723’ten 12 bin 263’e düştü. Kayseri’deki 47 bin 974 olan Ermeni nüfusu da 6 bin 650’ye indi. Kayseri’ye tehcir sırasında 111 Ermeni göç etti. Talat Paşa’nın kayıtlarına göre, İstanbul’daki Ermeni nüfusu tehcirden hiç etkilenmedi. Tehcir Kanunu’nun uygulanmadığı birkaç vilayetten biri olan İstanbul’daki Ermeni nüfusu, tehcir öncesi ve sonrasında 80 bin olarak görülüyor. Ermeni nüfusundaki düşüşün en az yaşandığı Kütahya’da nüfus 4 bin 23’ten 3 bin 932’ye, İçel’de 350’den 252’ye iniyor. Bu şehirlere tehcir sırasında gelen Ermeniler nüfusu artırıyor. Ankara’da ise Ermeni nüfusu 44 bin 661’den 12 bin 766’ya düşüyor. Ayrıca 410 Ermeni başka yerleşim yerinden Ankara’ya göç ediyor. ‘Ölü sayısı vermek imkânsız’ Gazeteci Murat Bardakçı, daha önce bazı bölümlerini yayımladığı belgelere tümüyle ilk kez bu kitapta yer verdiğini belirterek şunları söyledi: "Bir kesim iddiayı 1915 yılında 1.5 milyon kişinin öldürüldüğüne kadar götürdü. Bu belgelerde görülen tehcir öncesi ve sonrasındaki nüfus sayıları arasında 972 bin 246 olarak görünen farkın tehcir sırasında bu kadar kişinin hayatını kaybettiği şeklinde yorumlanmaması gerekir. Zira bu sayıya çeşitli sebeplerden dolayı ölenlerin yanı sıra, Osmanlı topraklarını terk ederek başka memleketlere özellikle de Rusya'ya, Güney Amerika'ya ve Avrupa ülkelerine göç edenler de dahildir. Yorumun bu şekilde olmasını gerektiren önemli delillerden biri de tehcire tabi tutulan bazı kişilerin 1918 sonrasında dönmüş olmalarıdır. Dolayısıyla '1915 tehcirinde şu kadar Ermeni hayatını kaybetmiştir' şeklinde kesin bir hükmün verilmesi zor değil, imkânsızdır."
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Bakın ne demişim : Bu ne demek ? Devlet ile PKK'yı aynı görmemek demek. Olayları, PKK'nın propogandasına göre değerlendirmemek demektir. Devletin gayri nizami savaş usülleri ile PKK'lılarla mücadelesini reddetmemek demektir. Sonradan çeteleşenlere karşı olmak başka bir şeydir. Erzurum, Ardahan, Kars gibi illerdeki Kürtler gibi devlete güvenmek, sahiplenmek demektir.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
Hala İttihatçıların hangi yolu şeçmeleri gerektiğini ortaya koymadınız ve Ermeni çetelerle mücadele olarak kurulan Hamidiye Alaylarının devamı olan Aşiret Süvari Alaylarının bölgesel ( teritoryal ) kaynaklı yani ağırlıklı olarak Kürt aşiretlerden oluşmasının mantıklı olarak bir eleştirisini getirmediniz. Bu alayların Ermeni çetelerine karşı yaptığı mücadeleyi soykırım olarak gösteremezsiniz. Bu savaş esnasında uygulanabilecek bir haktır. Tehcir kanununu hiç okudunuz mu ? Göç ettirilen Ermeniler savaş bitiminde geri döndürülmek üzere düşünülmüş. Ama savaş kaybedilince bu mümkün olmamış. Üstelik, Adana yöresine dönen 200 bin Ermeni var ve bunların da döner dönmez yapmaya çalıştıkları bir etnik temizlik girişimi...Ve bu tehcir sırasındaki ihmalleri olduğu düşünülerek idam edilmiş yetkililer var ve suikasta uğramış Talat paşa ve Cemal paşa...Yani, bedel ödenmiş. Neyi savunuyorsunuz ? Tehcir sırasında çeşitli sebeplerle ölümlerin devletin sorumluluğu olması hasebiyle denetimsizlin affedilemezliğini mi ? Ne dedim ben ? Filistin, Suriye cephesi dedim, o sırada yeterli asker yok dedim. Bıraksalardı, Ermeni çeteciler sizin de atalarınızı öldürseler miydi ? Siz belki de şimdi burada olamayacaktınız. Ermeni çetecilerle mücadele edilmemesini mi savunuyorsunuz ? 30 sene önceye kadar canciğer hem Ermeni hem de Rum komşularımız vardı. Ermeniler Kanadaya, Rumlar Yunanistana göçtüler. Siz sanıyorsunuz ki ben bu insanlardan nefret ediyorum da o yüzden yaşananları 'oh olmuş' düzeyinde değerlendiriyorum. Şimdi de konuştuklarım var ve bu olayları da konuşuyoruz. Burada özür dilenecek ne bir halk ne bir devlet vardır. Bu mantıkla, herkesin birbirinden özür dilemesi gerekir. Ben mantıktan bahsediyorum siz işin insani yönünden. Tabii ki, bu olay tarihin acı bir yüzüdür. Emperyalizmin insanlığa getirdiği bir yıkımdır. Bu aydınların özür kampanyası, Diaspora Ermenileri tarafından, Soykırımın kabulünün ilk aşaması olarak algılanmış ve bu şekilde lanse edilmeye başlanmıştır. Siz de eğer, ortak vatan ve ortak çıkarlara dayanan bir Türk Milletinin içinde görüyorsanız kendinizi, bu kampanyayı çıkaranların arkasındaki niyeti sezmeniz ve buna karşı olmanız lazımdır.
-
kürt sorununu kansız çözmek
Aşağıdaki yazıda ve devamındaki linkte, mevcut Kürt tarih tezleri oldukça objektif bakış açısıyla incelenmiş, Lütfen, yazılanları okumadan tepki göstermeyelim. Yanlış anlaşılmasın Kürtler yoktur demiyoruz. Yazıda, Kürt tarih tezlerinin dayandığı kaynaklar ortaya konularak eleştirel bir yaklaşım var ve yine aynı kaynaklara dayanarak Kürtlerin gerçek kökeni ortaya konulmuş. Kürt Tarih Tezinin Dayanılmaz Tutarsızlığı Günümüzde Kürt tarih tezi olarak ileri sürülen tarih yazımını, üç kuşak şeklinde görüyoruz: I. Kuşak Şerefname, II. Kuşak Nikitin ve Minorsky gibi Rus subayların tezleri, III. Kuşak olarak ise Tori ve Izady gibi Batı Kürdoloji Enstitülerinin tarih yazımları. Bu tezler, bu yazıda, olgu ve veri düzeyinde ele alınacak, etnolojik ve sosyolojik olarak kritik bir tarih okumasından geçirilecektir. Bu, Kürt tezini destekleyenler için de, karşı çıkanlar için de yapılması gereken bir zorunluluktur. Kendimizi kandırmamak ve tutarlı olmak için eleştirisel okuma görevimizdir. Bu tezlere göre Hurriler, Gutiler ve Lulliler tarihteki ilk Kürtlerdir. Milattan önce 2000’li yıllarda Mezopotamya’nın kuzeyinde yaşayan bu toplulukların dilleri dahi bilinmemektedir. Daha sonraki dönemde bu sefer Mittanilerin Kürt olduğu ileri sürülmekte, Mittanileri takip eden dönemde Medler ve Urartuların Kürt olduğu ileri sürülmektedir. Daha sonraki dönemde Arapların, Roma (Anadolu Rum) ve Sasanilerin (İran Fars) Anadolu’yu zaptetmeleri sürecinde, Arabistan’ın çevre dağlarında yer alan Farslaşmış bölgelerde, Arap egemenliği sürecinde Farsça konuşan Müslüman toplulukların, Abbasilerin dağılması sonrasında oluşan devletlerin yani Hamadoğulları, Mervanoğulları ve Büyütoğulları’nın Kürt devleti olduğu ileri sürülmekte, bundan sonraki dönemde ise Şah İsmail’in ve Kaçarların Kürt olduğunu ileri süren tezlere sıra gelmektedir. Bu noktada günümüzdeki son tezler burayı da aşarak, Roma’nın dağılması sonrası ortaya çıkan Kapadokya, Kommenega ve Ermenilerin de Kürt olduğu ve hatta Nasturilerin, Süryanilerin Kürt olduğu ve Kürt bölgesi olduğunu düşündükleri bölgede yaşamış tüm etnilerin tüm uygarlıkların ve tüm devletlerin Kürt olduğunu ileri sürme noktasına gelmiştir. Yazının devamı: -http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=148090&st=0&gopid=753659entry753659-
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Bazıl Nikitin’in Kitabı Niçin Afaroz Edildi? II. kuşak Minorsky ve Nikitin’in Kürtlerin ilkel komünal topluluklar olduğu ve Turan’dan Anadolu ve İran’a gelen topluluklar olduğu tezi de günümüzde Kürt tarihi yazımında hoş görülmez. Bazil Nikitin’in yeni baskısı Kürt tezini savunan yayınevlerince basılmaz. Çünkü III. Kuşak Kürdoloji Enstitüsü yazarları, Kürtlerin ulus devlet olabilmeleri için “tarihsel bir ulus oldukları, hükümdar, devlet uygarlıkları olduğu” tezine göre tarih yazarlar. Oysa Bazil Nikitin’in kitabında, Kürtlerin ilkel komünal topluluklar olarak tarihin uzun sürecinde hiçbir evrim geçirmemiş olduğunun altını W. A. Wigram şöyle çizer: “Ne var ki doğdukları dağların karakterinden midir, yoksa oluşumlarında eksik kalan bir şey bulunuşu yüzünden midir, Kürtler yarım kalmış bir tiptir. Gelişim bakımından hiçbir zaman aşiret evresinden kurtulamamışlardır ve hâlâ bu evrede bulunmaktadırlar.43” Kürtlerin, çoban komünal topluluğu olduğu, Kürt antropolojik tipinin olmadığı ve ulusal devlet oluşturmaları önünde engel olduğunu söylemek, yazmak durumunda oldukları için günümüzde reddedebilirler. III. kuşak yazarlar Medlerden de geri gider, kökeni ve dilini bilmedikleri Hurrilerin, Guttilerin Kürt olduğunu, Avrupalıların, Avrupa’ya göçen bu ilk Kürtlerin torunları olduğunu, geride kalanların ise günümüz Kürtlerini oluşturduğunu yazarlar. Tarih atlasını önüne alıp Kürdistan olduğunu varsaydıkları coğrafyada tarih boyunca yer almış devletlerin Kürt Devleti olduğunu yazarlar. Ama ne bu devletlerin dilinin ne olduğunu, etnik bileşimlerinin ne olduğunu bilmeksizin Kürt sayarlar. Oysa günümüze kalmış ne bir Kürt parası, ne bir Kürt yazılı taş anıtları, ne de bir alfabelerinin olmayışını sorgulamazlar. Kaldı ki Kürt toplumunun ilkel komünal yapılarını koruduğu geçen yüzyılda bile antropolojik olarak Minorsky tarafından belirtildiği halde, Komenega Hanedenanı’nın, Ermeni Hanedanı’nın, Süryanilerin Kürt olduğu şeklinde bir tez ileri sürerler. Daha sonra tüm antik tarihin ve bu hanedanların tarihini Kürt tarihi olarak yazarlar. Safevilerin Kürt olduğunu, Kaçarların Kürt olduğunu yazacak kadar tarihten koparlar. Binlerce sayfa, Kürtle hiçbir ilgisi olmayan etnilerin, devletlerin, ulusların, uygarlıkların çarpıtılmış bir tarih yazımı, Kürt tarih yazımı olamaz. Bu yolda yapılan tarih yazımı aynı besteyi tekrar tekrar uzatarak okumaktan başka bir şey değildir. III. kuşak tarihçinin Kürt devletleri ile yazdıkları aynı I. kuşağın tekrarıdır. Fakat I. kuşağın sorguladığı konuları dışlayarak tarih yazımının hacminin arttığı kitaplar ile içeriği boşaltılmaktadır. ( Halit Refiğ )
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Tüm Anadolu Tarihi Kürtlerden Oluşuyormuş Ama Kürtleri Bizanzlılar Kovmuş Çünkü yeni Kürt tezlerine göre, bütün Anadolu’nun antik tarihini Kürtler oluşturmaktadır. Romalılar Kürtleri bu bölgeden sürdüklerinden, Türkmenler Anadolu’ya geldiği zaman Kürtleri orada bulamamışlardır ve Kürtlerin olmaması nedeniyle Selçuklular Anadolu’ya rahatça girmiştir. Izady’nin şu itirafı Antik tarih tezini bütünüyle çürütür40: “Bizanslıların boşaltılan bölgelere yeniden nüfus yerleştirme girişimlerine rağmen yüz yıldan daha az bir süre sonra Malazgirt Savaşı’nın ardından büyük bir Türki göçebe seli Anadolu’ya girdiğinde söz konusu bölgeler neredeyse tümüyle boştu.; Türki göçebeler Bizanslıların boşalttığı bölgeleri neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan çabucak kendi denetimleri altına aldılar. Ermeni yerleşimciler ancak Yukarı Ceyhan ve Seyhan Nehirlerinde Zeytun dolaylarındaki Klikya yaylalarına çekilebilirken, Aramiler kırsal bölgeyi, geldikleri zamanki gibi boş bırakıp bölge şehirlerine (örneğin Adıyaman, Antep, Urfa) çekilerek büyük ölçüde ortadan kaybolmuşlardı. Kendilerine dokunulmayan daha önceki Kürt sakinler doğal olarak işgale karşı direnecek ve bölge, orada olağanüstü çoğalarak en sonunda Bizans Devleti’ni ele geçiren bu göçebeler için kolay lokma olmayacaktı. Kürtler yüzlerce yıl süren ayrılıktan sonra ancak şimdi barışçıl ve organik bir şekilde bu bölgelere yerleşmeye başlıyorlar.41” Ermenileri, Gürcüleri ve Nasturiler gibi unsurları Kürtler dışında tutan ikinci kuşak tarihçilerin yerini giderek, Süryaniler de Kürt’tü, Kapadokya da Kürt’tü Ermeniler de Kürt’tü deme noktasına gelmekte olan bugünkü kuşak tarihçiler almaktadır (Bkz. Izady). Ama olaya tersten baktığımız zaman, Nikitin’in araştırmasında Kürtlerin bir bölümünün Ermeni olduğu ve Kırmançi isminin Ermenice olduğu anti-tezleriyle bu tezler altüst olmaktadır. Keza Kapadokya’daki, Kommenegadaki, Nemrut Dağı’ndaki dev monument heykelleri oluşturan büyük hanedanlıklar ile ilkel komünal yapıda bulunan Kürtlerin arasındaki ilişkinin ne olabileceğini sorduğumuz zaman, karşımıza bu çelişki bütün çıplaklığı ile çıkmaktadır. Halen bugün bile ilkel komünal yapıda bulunan Kürt toplulukları ile bu prenslerin, bu krallıkların nasıl bir ilişkisi olabilir? Zaten ne Hititlerden ne Asurlulardan ne Babillilerden ne Medlerden ne Kommenega’dan ve Pontus’tan günümüzde kimse kalmadığı ortadadır. Izady, Kürtlerin burada olmamasını 10. yüzyılda Romalıların Kürtleri Anadolu’dan kovması nedeniyle olduğunu açıklar. Izady bunu şöyle anlatır: “İslamiyet döneminde Müslüman orduların 10. ve 12. yüzyıllarda zayıflamasından yararlanan Bizans İmparatorluğu bir kez daha sınırlarını Kafkasya sınırlarına kadar tüm Anadolu’yu kapsayacak şekilde genişletmişti. Bizanslılar kısa bir süre içinde neredeyse tamamen Kürt olan ve Hıristiyan olmayan nüfusunu acımasızca göç ettirmeye ve katletmeye giriştiler. Bizanslılar Fırat’ın batısındaki bölgelerde, Yukarı Kızılırmak havzasında ve Doğu Toroslarda, Commanege, Kapadokya, Doğu Pontus ve bir ölçüde Cezire bölgelerinin antik dönem Kürt sakinlerini köklerinden sökmeyi başarmışlardı. Bizanslılar onların yerine, İmparator Nicephorus Phocas döneminden başlayarak Eski Kürt topraklarına Hristiyan Aramileri ve Ermenileri yerleştirmek gibi bir program başlatmışlardı.42” Selçuklular Anadolu’ya geldiği zaman orada bir Rum etnisi vardı. Fakat bugün Anadolu’da Rum etnisinden bahsedemiyorsak, son bin yılda bile ne kadar değişiklik olduğunu görmekteyiz. Kaldı ki 7.000 yıldan beri burada değişmeyen ne olduğu tanımlanamayan, her şey olan bir Kürt etnisinin var olduğunu söyleyen Kürt tarih söylemi artık hiçbir tarihsel disiplin içinde ciddiye alınmamaktadır. Eğer Şerefname’deki aşiretleri incelersek Hamidiye Alayları’nda bu aşiretlerin yok olduğunu görürüz. Keza, Ziya Gökalp’in tanımladığı aşiretler İsmail Beşikçi tarafından Ziya Gökalp referans olarak verilmiştir. Oysa Burhan Kocadağ’ın “Doğu’da Aşiretler, Kürtler, Aleviler” isimli kitabına göre bugünkü yapı bile değişmiştir. Şerefname’deki aşiret yapısının Yavuz dönemindeki yeniden yapılandırma ile ortadan kaybolduğu Tori’nin tarihinde görülür. Etni canlı bir olgudur. Uygarlıkların, devletlerin, halkların sürekli yok olduğu gibi yeniden doğduğu bir olgudur. Kürt tarih yazımı o denli gerçekten kopuktur ki, I. kuşak yazar olarak Şerefhan’ın Kürtler konusunda peygamberin söylediğini ileri sürdüğü “devletimiz, kralımız, birliğimiz yoktur” sözü nedeniyle günümüzde basılmamakta ve Kürt tarih tezi yazımından dışlanmaktadır. Keza Tori’nin daha önceki baskısında yazdığı İdrisi Bitlisi’ye Yavuz’un “Birlik olun. Bir ordu kurun, Diyarbakır’ı alın” teklifi ve İdrisi Bitlisi’nin “Biz birlik olamayız, ordu oluşturamayız” cevabı yeni baskıdan çıkarılmıştır. Keza, Kürtlerin kadim tarihsel başkenti olduğu ileri sürülen Diyarbakır’ın 16. yüzyılda bile Türkmen şehri olduğu, Akkoyunluların başkenti olduğu, İlhanlılar ve Selçuklular’ın bir şehri olduğu gerçeği göz ardı edilir.
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Türkler Kürtlerin Feodalleşmesini Sağladı Diğer taraftan tarihi gelişimi esas aldığımız zaman, komünal yapıların oluşturduğu kuzeyli Kürtler ile yani çoban halindeki Bitlis ve bunun kuzeni Kürtlerle, Diyarbakır, Silvan, Urfa ve Mardin’de yaşayan toprağa yerleşmiş feodal yapılar arasında tarihsel bir bütünlük de yoktur. Çünkü güney, tamamen feodalleşmiş, toprağa yerleşmiş, ağalardan oluşmuş yapıdadır. Ama diğer taraftan, Nikitin’in de söylediği gibi Kürtler komünal yapıyı aşamamış haldedir. Ve bunlarda ilk defa feodal yapıya geçişi detaylarıyla Yavuz Sultan Selim’in İdrisi Bitlis’e gönderdiği fermanda görmekteyiz. Fermanda bu bölgedeki bütün tımar dağılımlarını elinde tutan ve bölgenin gelirini, vergilerini toplayan Diyarbakır Beylerbeyi’ni görmekteyiz. Ve bu Diyarbakır Beylerbeyi İran sınırından Musul’a kadar kalan bütün bölgedeki eyaletlerden vergileri toplayarak bu ilkel komünal durumda bulunan yapıları feodal bir yapıya dönüştürmüştür. Bu, komünal yapıdaki Kürtlerin içsel bir gelişmeyle kendi kendilerine feodal yapıya geçisi değil, Osmanlı ve ondan evvelki Selçuklu Türklerinin tarihsel devrimi ile olmuştur. Yani Osmanlı ve Selçuklu Türkleri oradaki yerleşik alanı zaptederek kendi yapılarının rönesansını oluşturmuşlardır. Yapılan Türk akınları, oradaki yerleşikleri Culduk-Reaya haline getirerek feodalleşmelerini sağlamıştır. Yoksa Kürtlerin aktör olduğu bir gelişmeyi tarih boyunca görmemekteyiz. Bu anlamda baktığımız zaman, Kürt tarihi yazan yazarların binlerce sayfalık kitaplarını okuduğumuz zaman gördüğümüz olgular, hem de birinci, ikinci, üçüncü kuşak tarihçilerin kitaplarında Kürt tarihi olarak anlatılanlar, Türklerin aktör olduğu tarihlerdir. Şerefhan yazdığı kitapta Rum Sultanlarının, Osmanlıların, Safevi Sultanlarının Akkoyunluların ve Türkistan Sultanı olarak Özbeklerin tarihini anlatmaktadır. Keza ondan sonra gelenler ise, örneğin Tori antik tarih olarak bildiğimiz Hurriler, Gutiler, Mittaniler, Medler, Urartular, Komenegalar gibi uygarlıkları, antik halkları anlatmaktadır. Oysa ki Şerefhan’ın kitabında bunlara ait hiçbir veri bulunmamaktadır. Çünkü Şerefhan, Kürtlüğü Müslüman kimliğiyle ortaya çıkarmakta ve yazdığı kitapta Arapların tarihini anlatmaktadırlar. Yani bize Şerefname’de Kürt tarihi diye Arapların tarihi anlatılmaktadır. Daha sonraki Kürt tarihi döneminde Safavilerin, Akkoyunluların, Karakoyunluların savaşları anlatılmakta, ondan sonra da Kaçarların tarihi anlatılmaktadır. Ve böylelikle on binlerce sayfa da yazılsa esas olarak Kürtlerin aktör olarak varolabildiği tek bir tarih söz konusu değildir. “Diyarbakır’ı Siz Alın Bize Verin” Bu boyutuyla bakıldığı zaman Kürt tarihi olarak anlatılabilecek Kürtlerin oluşturduğu bir devlet, Kürtlerin oluşturduğu bir aktivite bir kolektif aksiyon söz konusu değildir. Buna en tipik örnek olarak bugünkü Kürtlerin başkent olarak ileri sürdükleri Diyarbakır’ı verebiliriz. 1500’li yıllarda Türkmenlerden alınması için Yavuz’un Kürt denilen unsurlara “gidin orayı alın” dediği zaman “Biz alamayız. Siz alın bize verin” konumunda kalmışlardır. Bu da göstermektedir ki bu kabilelerin kolektif bir aksiyonu tarih boyunca olmamıştır. Ne bundan önce ne bundan sonra görülmüş bir olay değildir. Ve bu da Nikitin’in açıkça söylediği “Kürtler ilkel komünal yapıda bir topluluktur, komünal yapıdan çıkmadıkça ulus devlet olamaz” tezini doğrulamaktadır. Ama bugünkü Kürdoloji Enstitüleri, Kürtlerin prensleri, kralları ve hanedanları olduğunu ileri sürerek, kabile yerine klan sözcüğünü kullanarak bunu sağlayabileceklerini düşünmekte ve hatta bir taraftan kimliklerinin, kökenlerinin, dillerinin ne olduğu bilinmeyen Hurrilerin Kürt olduğunu söylerken, Hint-Avrupa dili konuştukları ve Aryen olduğunu söyledikleri Medlerin, Mittanilerin de Kürt olduğunu söyleyerek kendi içlerinde çelişkili bir duruma düşmektedirler. Farsların egemen olduğu yerde Kürtçenin Farsça’dan başka bir biçim olmadığı gerçeğinin ortaya çıkması karşısında bütün söylediklerinin bilimsel olmadığı noktasına gelmektedirler. Burada karşımızda, ulusları parçalama tezinin gerçek yaşamda uygulanmasının bir biçimi olan tarih mühendisliğini ya da ısmarlama bir tarihin olduğunu görmekteyiz. Bu yazımızda özellikle Kürt kaynaklarını kullanarak bu tezin çelişkilerini vurguladık ve o yüzden de Kürt tarih tezinin dayanılmaz tutarsızlıklarını, kendi içindeki tutarsızlıklarla vurgulayarak olaya objektif bir bakışın getirilmesi gerektiğini düşündük.
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Tarih Bulamadıysan Tarih Uydur O anlamda 7.000 yıl aynı yerde kalmış otokton Kürtler buradan Avrupa’ya gitmiş, Avrupalıları oluşturmuş, geride bunlar kalmış gibi tezler ancak tarihi bir masal olmakta. Diğer taraftan antropolojik özelliklere, etnik özelliklere ve dinsel özelliklerine baktığımız zamanda bunların sürekli bir etnik oluşum içinde olduğunu ve Osmanlı’nın inisiyatifinde geliştiğini görmekteyiz. Ve bu anlamda da günümüzde bu tarih tezlerinin niçin bu kadar çabalarla oluşturulduğunu ve kendi içinde bir dizi çelişkileri gizleyerek, ciddiyetten uzak durmasına karşın sanki ciddiymiş gibi ele alınmasını anlamamızın bir pratik anlamı olmaktadır. Buna baktığımız zaman, yüzyılın başındaki Wilsonculuk, tarihsel ulusal devletlerin yani Marks’ın deyimiyle büyük uluslar olan Türkler, Ruslar gibi ulusların parçalanmasına yarayan, küçük ulusları yaratan bir tavırdır. İdeolojik olan bu yaklaşımın, bir etniyi oluşturmak, bir bölgeye o etniyi yerleştirmek ve orada bir devleti oluşturmak çabasının ürünü olduğu görülmektedir. Batılı devletlerin bu tarzdaki çabasının nedenleri nedir, son dönemdeki Kürdoloji Enstitülerinin ciddiyetten uzak ama ciddi gibi gösterilmeye çalışılan bu çabalarının nedenleri nedir sorusunun yanıtını Hobsam’dan alalım: “Tarih de milliyetçi, etnik, şeriatçı ideolojilerin hammaddesidir. Geçmiş bu ideolojilerin belki de asıl öğesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa her zaman yeniden icat edilmelidir. Aslında şeylerin doğasında genellikle tümüne uygun bir geçmiş yoktur bu tip ideolojilerin ve bu tip etnik grupların. Bu etnik ideolojilerin meşru olduğunu iddia ettikleri fenomen eskiye dayalı ya da ebedliği olmayıp tarihsel açıdan yeni bir fenomendir.” Yani burada Eric Hobsam’ın söyledikleri, bugünkü Kürt tarihi yaratımının gereklerini vermektedir. Yani ebedliği olmadığı gibi tarihsel bir tabanı da yok. Ama bugün yaratılmak istenen bir fenomen için geçmiş arama çabasının olduğunu görüyoruz. Etnik milliyetçiliğin yaratılması için ideolojik bir tarih yaratmak ve fenomen olan bir tarihi oluşturmak, olmuyorsa zorla oluşturmak gibi bir olgu söz konusudur. 1000 yıldan beri kesiksiz bir Türk yönetiminde olan İran, Türkiye ve Türkistan’da bir dizi yeni etni yaratılması çabasını da bundan dolayı görmekteyiz. Yani burada, 600’li yıllarda Göktürklerin Türkistan’a girmesi, ondan sonra 1000’li yıllarda Selçukluların Anadolu ve İran’a girmesi ve 1200’li yıllarda İlhanlıların buraya Türkmen kabilelerini göndermesi ve burada Akkoyunluların, Karakoyunluların, Osmanlıların hanedanlık oluşturması, arkasından Timur’un gelerek bu bölgeyi tekrar bütünleştirmesi ve bir tarafta Osmanlı ve bir tarafta Safevilerin yer aldığı 16. yüzyıl ve ondan sonra Safevilerin Afşar oluşuna ve Afşarların Kaçarlara döndüğü 20. yüzyıla kadar uzanan, İran ve Osmanlıdan gelen Türkiye denklemine baktığımız zaman, birbirini tazeleyen bir etnik oluşum sürecinin devam etmekte olduğunu görmekteyiz. Ve bu sürece bakıldığı zaman Kürt etnisi dediğimiz gruplar, Türkmenlerin Anadolu’ya girmesiyle burada varolan İran unsurlarını kendi yapılarına almalarıyla oluşmuş bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Egemen soylular, gulam askerler, Gorani köylüler diye açıklanan bu üçlü yapıyı, daha sonra Kürtleri Kırmançlar ve Goraniler diye ayırma çabası gelmektedir. İlkel Kömünal Yapıdan Çıkamadan Ulus Devlet Kurulamaz Aslında Kırmançlar ve Goraniler diye bir ayrım yoktur. Tersine, Kırmançlar Osmanlının ürettiği bir etnidir. Büyük olasılıkla da Ermenice bir kelimeden o dönemde üretilmiş bir yapıdır. Şah İsmail’e karşı kullanılan Kırmançlar, komünal yapının Osmanlı aristokrasisi tarafından feodalleştirilmesidir. Bu halle bakıldığı zaman en son Kürt tezlerini savunan Batılı Kürt etnolojistler, Kürtlerin ulus devlet olabilmesi için hanedanları, kralları, prensleri gibi yapıları olması gerektiğini söylerler36. Nikitin ve Minorsky gibi ikinci kuşak Kürt tezini yazan kişiler, Kürtlerin ilkel komünal yapıda topluluklar olduğunu ve ulus devlet oluşturabilmek için ilkel komünal yapıdan çıkabilecek durumda olmadıklarını özellikle vurgularlar. Nikitin’in bu vurgulamasında demektedir ki: Kürtler bu boyutuyla, bu biçimiyle ilkel komünal yapı içerisindedirler37. Ve bu ilkel komünal yapı aşılmadıkça çoban-üretim ilişkilerinden çıkamamakta ve bu da orta barbarlık dönemini temsil etmektedir. Ama Osmanlıya bağlı, İlhanlıya bağlı veya Abbasilere, Karakoyunlulara bağlı Kürt bölgelerindeki emirler aslında oradaki feodal yapıları temsil eden gruplardır. Diğerleri ise komünal yapılardaki göçer komünlerdir. İsmail Beşikçi bu yapıyı açıklıkla incelemiştir. Mesala Alikan ve Velikan aşiretleri hâlâ göçer aşiretlerdir. Daha sonra çobanlık konumundaki bu topluluklardan Osmanlının vergi alması ve yerleştirmesi ilk defa İdrisi Bitlisi’ye verilen ferman ile gerçekleştirilmiştir. Ama buna rağmen Kürt toplumundaki bu komünal yapının aşılamamış olması, 1920’lerdeki araştırmalarda Bazil Nikitin’in de açıkca vurguladığı gibi Kürt ulusu oluşturmanın önündeki en büyük engeldir. Bu noktadan bakıldığında Kürtler, Abûl Farac’ın tanımıyla anaerkil yapıda olan ve henüz komünal yapıdan çıkamamış olan topluluklardır. Türklerin İran’da tarihsel devrimler yapması yani Orta Asyalı Türkmenlerin İran’a girerek buradaki üretim tarzını yeniden biçimlendirmesi, daha sonra bu tarihsel devrimi Selçuklulardan sonra İlhanlıların yapması sürecinde bir dizi Türkmen beyliğinin Kürt köyleri üzerinde egemenliklerini kurması, Ermenilerin Kürt diye tanımladığı yapıyı ortaya çıkarmıştır. Keza Kürt soylularının kökenlerine baktığımızda, Mollazadeler, Molla Haydar soyundan gelen Haydariler, Revanduzlu Hılanı Aşireti’ne mensup Molla Ömer Efendi soyundan gelen Hılanzadeler gibi şeyh soyundan gelenler, şeyhzadeler benzeri ifadeleri görmekteyiz. Bunlar Botan ve Revanduz Emirlerinden gelen Miri Emirzadeler, Serdar Baba Miri Mükri, Süleyman Bebe gibi veyahut da aşiretlerden gelen begzadeler ya da sonunda Zevandanlar gibi ya dinsel ya da beyliklerden oluşmuş soylu kabilelerdir38. Ama bu soylu kabileleri biraz daha incelediğimiz zaman ya Arap beyliklerinden ya Timur’un getirdiği Kara Osman Bey’in Hakkari’de beyliği oluşturması gibi yapılardan geldiğini görmekteyiz. Bu yapılar komünal yapıdaki topluluklar üzerinedir. Emir ve bey aşiretler üstü merkezi yapının temsilcisidir ve feodaller zamanla Kürtleşmişlerdir39.
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Kürt Tarih Çarpıtması Devam Ediyor Kürtlerin kökenini Ortadoğu’daki tüm antik halklara bağlayan anlayıştaki tutarsızlık Kürtlerin dininde ortaya çıkar. İzady, Kürtlerin dinlerinin Zerdüşt, Mazdeki, Yezdeki, Yezidi gibi, bugün ne Kurmançlarda ne Soranilerde hiçbir zaman kabul edilmeyen dinler olduğunu ileri sürer. Oysa Kurmanç ve Soranlar Tanrı’ya Orta Asya Türkleri gibi otantik olarak Huday derler. Tatarların Khuday dedikleri ismi Türk kamlarının kullandığı bir isimdir. Tanrı ismi toplulukların kültürel kökeninde önemlidir. Arapların Allah ismine rağmen, Kürtlerin, Türkmenlerin ve Tatarların Huday-Khuday ismini otantik olarak kullanması önemlidir. Keza bugün Soraniler Kadiri, Kurmançlar ise Nakşibendi tarikatlarındandır. Geçmişte Kadiri olan Kurmançlar günümüzde Nakşibendi olmuştur (Bakınız: Faik Bulut). Nakşibendilik Orta Asya’da çıkmış, Bahaddin Nakşibendi’nin sufi yoludur (Togan’a bakınız). Kafkasya ve İran’da Türkistan kafileleri ile yayılmıştır. Bu olgu da, Kürt beylerinin Türkistan ile ilişkisine işaret eder. Diğer taraftan Kurmanç-Gorani farklılaşmasının dilsel, dinsel, etnisel, sınıfsal karşıtlığı, Kürt etnileri farklılığından çok, fetheden ile fetih edilen olarak bir araya gelen iki kimliğin aynı süreçte farklı gelişimleridir. Keza Anadolu Aleviliğinde esas dil Türkçe yanında Gorani-Helvani-Zazaki gibi ikinci dillerin konuşulması daha önce bahsettiğimiz Hazremşahlar döneminde kurulan Türkmen - Goran - Lur ilişkisi nedeniyledir. Tatarların girişi sürecinde Anadolu’ya geçen Türkmen, Tacik, Goran gibi İrani halkların beraberliği nedeniyledir. Türkmen kimliği ile Goran kimliği, Kurmançların Anadolu’da yerleşmesi ile kimlik olarak geriletilmiş ve yok edilmiştir. Kürtler, dillerinin İrani olmasına karşın, peygamber ismini Tatarlar gibi “Mamed” olarak telafuz ederler, uzatmazlar. Çünkü Tatarcada iki sesli harf bir arada kullanılmaz. Kelimeler Farsçada olduğu gibi uzatılmaz. İki “M” harfi bir arada kullanılmadığı için peygamber ismini Tatarlar “Mbamet” olarak Kürtlerin kullandığı gibi kullanırlar. Gorani dediğimiz dilin bir kalıntısını, Zazalar diye tanımladığımız Aleviler içinde görmekteyiz. Oysaki Zazaların kökeninin Kürtlerle bir ilişkisi olmadığını, bizzat Kürtlerin burada varoluş sebebinin buradaki Alevilerin Anadolu’dan yok edilmesi olduğunu göz önüne aldığımız zaman, Zazalardaki Gorani, Helvani Zazaki gibi dillerin aslında Harzem bölgesinden gelen ve Harzemşahlar dönemindeki İranlı topluluklarla Türkmen toplulukların hareketinden doğan bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Köylü olarak tanımlanan Harzemşah Türkmenleri ile birlikte göçen bu gruplar Bayat ve Bayındır boyları ile geldiklerinden, zaman içinde Kızılbaş-Alevi topluluklar olarak tanımlanmış ve Kürtlerin yani Şafilerin Güneydoğu Anadolu’da varlıklarının Kırmanç olarak gelişmesi, Türkmen kimliklerinin Anadolu’dan temizlenmesi, atılması amacının güdülmesi nedeniyledir. Bunlar birbirlerini yok eden antagonist topluluklardır. Bunlarda kullanılan Zaza dilinin, yani Goran dilinin sebebi, Harzemşahlarda hem Türkçe hem Goranca kullanılmasıdır. Zazaca’yı Türkmen olduklarını saklamak ve katledilmelerini önlemek için kullanmışlardır. Ama gerek dinsel ayinlerinde gerek ozanlarının şiirlerinde Türkçe kullanmışlardır. Bu iki dillilik Türk toplulukları içinde hep söz konusu olmuştur. Keza tüm Alevi ozanların da şiirleri Türkçe’dir35. Şah İsmail ve Azeriler de Kürt müydü Son dönem Kürt tezlerinde Azerilerin ve Şah İsmail’in Kürt olduğu noktasına gelinmiştir. Oysa ki deminde söylediğim gibi Şah İsmail’in dayandığı tüm kabileler Ustaşlı, Varsaklı, Rumlu Türkmen kabileleridir. Ve tüm şiirleri Türkçe’dir. Ve kendisi de anne tarafından dört kuşak boyunca sürekli Akkoyunlu soyundan gelmiştir. Keza Şah Tasmaph da anne tarafından aynı soydan, Uzun Hasan soyundan gelmektedir. Bu boyutuyla bakıldığı zaman çarpıtmanın hangi boyuta geldiğini görmek mümkün olmaktadır. Şerefhan’da da bu kabilelerin bu bölgede 1500’li yıllarda yer aldığını ve esas olarak da ilk Kırmanç etnisinin oluşturulduğunu görmekteyiz. Araplardan, Türkmenlerden ve Farslılardan oluşmuş bir yapının, Müslümanlık kimliği altında yani Şafi kimliği altında Kızılbaşlara karşı örgütlenmiş etnik bir oluşumu meydana getirdiğini görüyoruz. Ve bu nedenle de İran hududuna yani o zamanki Safeviler hududuna yerleştirilmiş kuzey Kürtleri ile, güneyde Diyarbakır’a yerleştirilmiş Milanları esas aldığımız zaman, bunların Osmanlının Kızılbaş Türkmenlere ve Kızılbaş İran’a karşı bir operasyonu ile varolduğunu görmekteyiz. Keza benzer bir operasyonu da Hamidiye Alayları’nda görmekteyiz. Ve bu anlamda baktığımızda, Kürt yapısının Osmanlı inisiyatifinde, önce Kırmança ve sonra Zorani dediğimiz kimliklerle Müslümanlık altında geliştiğini, keza Zoranilerin Kadıri, Kırmançların Nakşibendi tarikatından olduğunu; onların da Caferilere karşı Şah İsmail’in amcası İmam Cafer, İmam Haydar, İmam İsmail’den gelen tekkeye karşı Sünni bir tekke, Sünni bir tarikat oluşturma çabası ile örgütlenmiş bir yapı olduğunu görmekteyiz Etnik yapıya baktığımız zaman demin de söylediğim gibi İranlı, Fars, Türk ve hatta Ermenilerden oluşmuş bir topluluk olduğunu Nikitin söylemektedir. Diğer taraftan da dil olarak Gorani, Helvani, Zaza gibi dillerin Orta İran’da ve kuzeydeki topluluklar içinde yer alan, ama Türkiye’ye Cengiz Han döneminde geldiğini gördüğümüz topluluklarda olduğunu görmekteyiz. Tarih tezi olarak örnek verirsek, bir topluluğun bırakın 5.000 yıldan beri Ortadoğu gibi bir bölgede var olmasını, Cengiz Han’ın İsfahan’da, Timur’un Sivas’ta, Bağdat’ta ve Şiraz’da ve keza Şah İsmail’in Tebriz’deki uygulamalarına baktığımız zaman etnilerin çok büyük miktarda yok olduğunu görmekteyiz. Onu da bırakın, Kuyucu Murat Paşa’nın Türkmenleri tasfiyesine baktığımız zaman tarih boyunca bir dizi etninin yok olarak yerine yeni etnilerin geldiğini görüyoruz.
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Ermeni Soyundan Gelen Kürtler Nikitin’in kitabında Lynch’e göre Ermenistan’daki belli başlı Kürt aşiretleri şunlardır: Zireki, Cibranlı, Zirkanlı, Hasananlı, Heyderanlı, Adamanlı, Sipkanlı ve Mamakanlı. Mamakanlıların Mamikonyan Ermenilerinin aslından geldiği ileri sürülmekte ve Rus Averianov da Celali aşiretini eklerken, Celalilerin de Kürtleşmiş Ermenilerden oluştuğunu söylemektedir. Kürtleşmiş olan bu Ermeniler ise Kotanlı, Soranlı, Saganlı, Hasananlı, Keçananlı, Dutkanlı, Kapdekanlı ve Cinankanlı olmak üzere sekiz klana ayrılmıştır. 14. yüzyılda Timurlenk zamanında Kara Osman adında bir Türkmen’in Diyarbakır Valisi olarak buraya geldiğini ve Hakkari’de kalarak bu bölgedeki Kürt aşiretlerini oluşturduğunu ileri sürmektedir31. Buradan olayı toparladığımızda Kürtlere tipler olarak baktığımızda daha önce de anlattığımız gibi Girdi tipi, Arap tipi, Türkmen tipi, ve Hakkari olmak üzere Nikitin’in de altını çizdiği şekilde antropolojik olarak bir Kürt tipini söyleyebilmek mümkün değildir. Bu anlamda Nikitin, bugünkü İranlılar, Türkler ve Ermenilerin bu karışımı ile Kürt kimliğinin ortaya çıkacağını söylemektedirler32. Kürtlerin sınıfsal konumlarına baktığımız zaman, tarih biraz daha karışmaktadır. Burada Nikitin’in ileri sürdüğü olguya baktığımızda Kürt toplulukları Goran denilen dilleri farklı, kimlikleri ve misyonları farklı olan köylüler, bunlardan farklı dilli ve etnikli soylular, silahlı adamlar olan Gulamlar ve din adamları mollalar olmak üzere ayrılıyor. Bu yapıya baktığımız zaman Orta Asya’da, İran’da Türk kabilelerinin köylüleri yani Tacikleri zaptettikleri zaman Türk kabileleri şeflerinin (Boyeri) soyluları, ondan sonra paralı asker ya da yanındaki askerleri yani Timur döneminde isim alan gulamları ve yarı serf durumunda olan köylülerden oluşan bir yapıyı görmekteyiz. Bu anlamda Kürt topluluğu olarak tanımlanan yapılara bakıldığı zaman esas olarak Türkmenlerin Anadolu ve İran’a girdiklerinde oluşmuş bu yapıyı görmekteyiz. Keza aynı şekilde Kürtlerin kökeni konusunda Ermeni kaynaklarına baktığımız zaman Türklerin 10. yüzyılda bu bölgeye geldiklerini ve ondan evvel Kürtlerin bu bölgede olmadığını görüyoruz. Ermeni kaynaklarına göre de, “Arap egemenliği sarsılmaya yüz tutunca Hazar Denizinin ötesinde bulunan ve Türk diye adlandırılan İskitler kitle halinde Pers ve Medya ülkesine akın ettiler, birçok yeri ele geçirdiler ve buradaki inançları benimseyerek dil ve din yönünden onlara benzediler. Bunlar arasında birçokları Med Prensleriyle birleşerek Karduklarla Mosk’ların sınırları içerisindeki Ermenistan’a akın ettiler. Bu ülkeleri ele geçirdiler ve buralara yerleştiler. Daha sonra birçok Hıristiyan da onlarla gitgide kaynaştılar ve onların inançlarını benimsediler.33” Burada İskitler diye bahsettiği Selçuklular ve Pers ve Med dediği de İran-Tacik bölgesidir. Daha sonra Selçukluların Fars dilini konuşmasını anlatmakta, birçok Med prensesi ile evlendikleri dediği de İranlı prensesler ile Türk beylerinin evlenmesidir. Görüldüğü gibi 10. yüzyılda Türkmenlerin İran’a girmesiyle, bu bölgedeki Farslarla yani Türkmenlerin deyimiyle Taciklerle birleşmesi ile oluşan etniyi, Ermeniler Kürtler olarak tanımlamaktadır. Bu Kürtler Goran ismi verilen Lor ve Kelhur gibi İran etnilerindendir. Bu etnilerin Kürtler ile bir ilişkisi yoktur34. Selçuklu, Cengiz, Timur, Uzun Hasan ve İsmail zamanında Türk kabilelerinin buraya yerleşmesi ile yerli İranlıları reayalaştırmasıdır. “Kürtler Cinlerin Çocuklarıdır” Şerefnamenin girişinde Kürtlerin kökeni üzerine Emir Şeref’in yaptığı alıntıda, “Kürtler Allah’ın üzerinden örtüyü kaldırdığı cinlerdir” ve “Bu cinler ile Havva’nın kızlarından Kürtler doğmuştur” (Şerefname, s. 19) şeklindeki düşünceler ve söylenceler vurgulanır. Kürtlerin kökeni konusundaki görüşler Ermeni söylencesi ile birleştirilince daha bir anlam kazanır. Arap tarihçilerinin, Tatarların “Yecüc-mecüc” ve Yecüc-mecüclerin cinler olduğu şeklindeki yaklaşımlaır Şerefname ile anlamlandırılırsa Tacik, Sart, Goran ve Lur gibi İrani yerleşikler ile Tatar ve Türklerin birleşmesinden doğan bir halk sözkonusudur. Keza Gumilyev, Kunların kökeninin, Hun savaşçı erkekler ile, bozkırda gezen cadıların birleşmesinden doğduğu görüşünü, Hun savaşçıları ile Got-Sormat kadınlarından doğmuş melez bir etnos olduğunu vurgular. Kürt beylerinin Kürtleşmiş Türk beylerinden geldiği tezi, savaşçıların Kölem, Gulam ve köylülerin serfleşmiş Goranlardan oluşmuş bir yapı göstermesi, etnilerin sınıfsal bir yapı kazanarak birleştiği bir toplumsal yapıyı oluşturur. Kürt toplumunun soylular (torunlar), savaşçılar (gulamlar) ve goranlardan (köylü serflerden) oluşmuş katmanlı yapısı, Türkistan’daki Tarkan, Gulam, Tacik üçlemesiyle aynı yapıyı gösterir. Türk beyleri Boyerilerin fethettikleri ülkelerdeki etnileri serfleştirmesi, köleleştirmeleri Bogullar olarak tanımlanan toplulukları oluşturur. Bogulların köylüleşmesi, reayalaşması, Culduk ismini alır. Türk beylerinin silahlı askerleri ve yoldaşları giderek, Kölemen Gulam ile yer değiştirir. Tacik, Sart isimleri Türkistan ve İran’daki Tacik, Sart isimleri Zagroslarda Goran, Lur ismini alır. Kürt sözcüğü bu bölgede göçer çoban kabileleri ifade eder. Arapça “Ekart” sözcüğünden gelir. Bu veriler yorumlandığında, Kürt toplumsal yapısının farklı etniler, farklı statü ve sınıflar şeklinde bir araya gelişini anlamlandırabiliriz. Çünkü Kırmançlar olgusu Şerefhan’dan sonra, yani Osmanlının Kızılbaşları buradan çıkarmasından sonra ortaya çıkmıştır. Keza Karakoyunlular Beyliği bölgesinde yer alan Musul bölgesindeki bazı Kürt kabileleri ile Karakoyunlular buraya yerleşmiştir. Bu Kürt kabileleri de İlhanlıların önünden kaçan Bayat boyları ile gelen kabilelerdir. Burada da dil 18. yüzyılda geçen Sorani dili olmuştur. Ve bu anlamda Kırmançlarla Soraniler birbirleri ile anlaşamamaktadırlar. Kürtlerin kökenini Buğduz Han’a, Oğuz Han’a ve Türkistan’a bağlayan Şerefname’deki görüş, etnik ve toplumsal yapının biçimlenişi ile uyumlu olan dinsel bir paralellikte söz konusudur.
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Diyarbakır Nasıl Alındı? Ve bu bölgeler bütünüyle İran ve Doğu Anadolu Türkmen kabilesi olan Akkoyunluların iktidarındadır. Daha sonra bu bölgede Safeviler iktidar olmuştur. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i Çaldıran’da yendikten sonra Uzun Hasan’ın Diyarbakır’daki sarayı Tebriz’e taşınmış ve ve ülke Tebriz’den idare edilirken, Diyarbakır Valilik durumuna gelmiştir. Ve bu Valiliğin başkanı da Türkmen Ustaçlı Kurt Bey’dir. Diyarbakır da Yavuz Sultan Selim tarafından bu Türkmen Ustaçlı Beyliği’nden alınmıştır. Şerefname’de bu olay şöyle anlatılmaktadır: “Sultan’ın ordusu Tebriz’den Rum tarafına dönünce düşünür İdris, Kürdistan beyleri adına Sultan’a bir rapor sunarak; Sultan’ın merhametinden irsi görevlerini eskiden olduğu gibi kendilerine vermek lütfunda bulunmasını ve komutası altında hep birlikte Diyarbekir’e gidip Safevi Valisi Kara Han’ı oradan çıkarmak için başlarına Beylerbeyi rütbeinde olacak büyük bir şahsiyeti tayin etmesini istediklerini bildirdi. Sultan dileklerini olumlu karşılayarak şu cevabı verdi: ‘kendi aralarından Kürdistan beylerinden ve hükümdarlarından beylerbeyi görevi alabilecek ve bütün Kürt beylerinin boyun eğecekleri komutası altında Kızılbaşlarla çarpışmaya ve onları ülkeden kovmaya gidecekleri birini seçsinler’ Bunun üzerine düşünür İdris bir rapor daha sunarak şöyle dedi: ‘Burada öznel birlikten fazla çokluk vardır. Herkes ‘yalnız ben olayım, benden başkası olmasın’ diyor. Ve kimse kimseye itaat etmiyor. Yüce amaç Kızılbaşlar topluluğu parçalamaya ve birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre; Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün Kürt beylerinin itaat edecekleri, boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur; böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.25” Buradan şu anlamı çıkartmaktayız: Bu ordunun oluşmasında Kürtler tarafından herhangi bir aktör rol oynanmamıştır ve Kürt denilen kabileler arasında kollektif bir aksiyon olmadığı görülmüştür. Keza buraya tayin edilen Merzifonlu Mehmet Paşa, serdar olarak Diyarbakır’ı almış ve Diyarbakır’ın valisi olmuştur. Diyarbakır Valiliği yaptığı dönemde de Yavuz Sultan Selim tarafından İdrisi Bitlisi’ye gönderilen fermanda bölgedeki Kızılbaş Türkmenlerin kökünün kazılması emredilmiş, bölgedeki Müslüman beyliklerine tımar ve zeamet olarak belli yerler verilerek buralara yerleşmeleri sağlanmıştır. İdrisi Bidlisi’ye gönderilen name şu şekildedir: Kürtler Diyarbakır’a Yerleştiriliyor “…Diyarbakır yöresinde size inanarak gelen beylerin durumları, ad ve sanları, değerleri senin bilginde olduğundan, devleti süregelsin Diyarbakır Beylerbeyi Mehmed’e nişan-ı şerifimle damgalı beyaz, şanlı hükümler gönderildi. Gerektir ki, ol beylerin ad ve sanları, değerleri ne biçimde olmak yerinde ise beratları düzenlenip yazıveresiniz. Ol yazılmış beratların örneklerini ve tımarların sayısını da bir deftere geçirip yüce eşiğime gönderesiniz ki, bundan da saklanıp her özellikleri anlaşılıp biline. Her beye ne sancak verildiği ve ne biçimde işe başlatıldığı, sanaları nece yazıldığı, in’amları ve riayetleri ne biçimde olduğu, geniş ve açıklayıcı biçimde bildirile. Ama öyle düzenlenip hazırlana ki birbiri arasında olan bağlantı karışıp altüst olmaya.( Yukarıdaki satırlar bold olarak kalacak) Ol beratlardan başka itimatnameler gönderilmesi gereken beyler için beyaz nişanlı kağıtlar iletildi. Anlar dahi her beye ne biçimde istimalatname gönderilmek uygun ise yazılıp in’amları birle gönderile. Anların geniş açıklamalarının ve in’amda ne biçimde ilgi gösterildiklerinin ol beratları örnekleriyle bir defter idüp cihana gölge salan otağıma yollansın ki her yönü bunda açık ve seçik bilinmiş ola…26” Yukarda görülen alıntıdaki tarz ve otoriter tavır göstermektedir ki, Sultan Yavuz bu bölgedeki yapılanmayı feodal bir biçimde kayda geçirmekte ve kurallarına harfiyen uygulanmasını zorunluluğunu belirtmektedir. Bu da bize göstermektedir ki Kürt tarih yazıcılarının söylediği gibi Osmanlı buradaki Kürt beylerini resmi olarak tanımak zorunda kaldığı için değil, tam tersi burada varlığını sürdüren Türkmen beyliklerinin ve kabilelerinin bu bölgeden sürülebilmesi için bu bölgeye yerleştirilen göçebe Kürt aşiretlerinin kalıcı bir şekilde dağıtılması ve yerleştirildikleri bölgelerin kayıt altına alınmasını amaçlamaktadır. Keza Doğu Anadoludaki bir çok Kürt kabilesi (Zilanlar) buldukları bölgeye, Van kuzeyine Sultan Selim’in döneminde yerleştirilmiştir. Bu yerleştirme, Şah İsmail’in Türkmen kabilelerinin bu bölgeye geri dönüp yerleşiminin engellenmesini amaçlamaktadır. Bu süreçte Güneydoğu ve Doğu Anadoluda kalan Türkmenler kimliklerini değiştirerek Kürt kimliği ile varlıklarını sürdürmüşler ve Kürtleşmişlerdir. Yine Tori’den aldığımız kaynaklarda Türkmen Ustaç Bey’in kovulmasından sonra Diyarbakır’ın taksiminin daha da detaylandırılmış olduğunu görmekteyiz. Buna göre Diyarbakır şu sancaklara ayrılmıştır. Bunlar Amid, Kemah, Harput, Arapkir, Ergani, İspir, Bayburt, Kıği. Aynı zamanda Diyarbakır Beylerbeyliği’ne bağlı 28 sancak oluşturulmuştur. Bunlar da Çemizgezek, Hizo, Atok, Palu, Süleymaniyen, Birecik, Eğil, Hasankeyf, Çapakçur, Fusul, Hilvan, Bidlis, Sason, Cizre, Nizan, Siverek, Berdinç, Haytan, Zeriki, Musul, Cüngüş, Poşadı, Hâchuk, Sincar, Genc, Aşiret ve Ulus sancaklarıdır27. Bunların beyleri ve bu beylerin oluşturdukları araziler deftere yazılarak Osmanlının vergi topladığı tımarlar olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka ifade ile Kurmanç etnik oluşumunun başlangıçı olarak, ilkel komünal toplulukların Osmanlı feodal düzenine göre yerleştirilmesini alabiliriz. Sanıldığı gibi Osmanlı, Kürt beylerinin varlığını kabul etmiş değildi. Tam tersine, Kızılbaş Türkmenlerin bu bölgeden çıkarılması için bu bölgeye Şafii Müslümanlar yerleştirilmiştir. Kızılbaş Türkmenler katliamlar ile bu bölgeden uzaklaştırılırken, Osmanlılar tarafından Kürt etnisi dediğimiz yapı bu bölgede oluşturulmaya başlanmıştır. Daha evvel Arap kökenden gelen topluluklar Osmanlı tarafından Müslüman olarak deftere yazılmış ve bu anlamda Türkmen olmanın Kızılbaş olmayla eşit olduğu noktada İdrisi Bidlisi’nin ve Şerefhan’ın tarihinde kaleme aldığı gibi bölgeden Türkmenlerin tasfiyesini amaçlayan bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu da bize göstermektedir ki “Burası Kürt bölgesiydi ve burada yaşayan topluluklar Kürt’tü” tezinin bir temel dayanağı bulunmamaktadır. Keza Şerefhan bile Diyarbakır’ı, Meyyafarkın’ı Kürdistan içinde saymaz. Günümüzde Kürt kabilelerini sınıflandırmaya kalkacak olursak temel alacağımız kaynaklardan biri de Ziya Gökalp’in Kürtler üzerine yaptığı sosyolojik araştırmadır28. Ama onun dışında burada varolan Hamidiye Alayları’nın yapılarıdır. Hamidiye Alayları, Osmanlının buradaki aşiretlerden oluşturduğu yapıları tanımlamaktadır. Milanlar ve Zilanlar’dan oluşan bu aşiretlere baktığımız zaman iki ayrı partiden oluşturulan Hamidiye Alayları şöyle oluşmaktaydı: Başkanlığını Milan Aşireti Reisi’nin yaptığı Mil partisinde Cibran Aşireti 4 alay, Hasenan Aşireti 6 alay, Zirkan Aşireti 2 alay, Karakeçili Aşireti 1 alay ve Milan Aşireti 5 alay olmak üzere 20 alay vardı. Haydaran Aşireti Reisi’nin başkanlığını yaptığı Silif partisinde ise Hayderan Aşireti 5 alay, Ademan Aşireti 1 alay, Tokariyen Aşireti 1 alay, Zilan aşireti 1 alay, Celali aşireti 1 alay, Şıpkan aşireti 1 alay, Zilanlı Selim Paşa Aşireti 1 alay, Tutak Aşireti 1 alay ve bölge Alay Kumandanları Alayları 3 olmak üzere toplam 16 alay vardı. Hamidiye Alayları toplam 36 tane idi29. Antropolojik olarak bakıldığında Milanların Arap kökenine girdiğini Marc Sykes söylemektedir. Keza kuzeydeki aşiretlerden Zilanların ise Türkmen tipine girdiğini, diğer üçüncü bir tipin Girdi tipi dördüncü tipin ise Nasturi-Hakkari tipi olduğu bilgisini vermektedir30. Bu boyutuyla baktığımız zaman antropolojik olarak da bir Kürt tipinden bahsedilemeyeceğini Nikitin söylemektedir.
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
O Dönem Diyarbakır’da Kürt Yoktu Keza İbni Haldun Malatya’yı, Maraş’ı, Marre’yi Ermeni vilayeti olarak saymakta; El Cezire, Diyarbakır, Rakka, Harran, Suruç, Nusaybin, Amed gibi bölgeleri sayarken ise bunların hiçbirinde Kürtlerden bahsetmemektedir. Yani bu anlamda somut olan tarihi verilerden hareket ettiğimiz zaman, Nikitin’in bile çok eleştirisel bir biçimde baktığı “Burası Kürt bölgesidir, o halde burada yaşamış bütün uygarlıklar Kürtlerindir ve dolayısıyla Kürtler bunların torunlarıdır” gibi tezler kimsenin ciddiye alabileceği tarih yazımı değildir. Ama bunların daha tartışmalı olanı, bugüne kadar yaşayabilmiş olmalarıdır. Çünkü tarihsel devrimler, yani uygar alana kuzeyden sürekli olarak gelen akınları göz önüne aldığımızda karşımıza büyük etnik farklılaşmalar, değişmeler çıkmaktadır. Asurluların Babil’i zaptı, Mittanilerin Asur’u zaptı, Medlerin, Mittanilerin üzerine Perslerin gelmesiyle etnik bir homojenleşmeden sonra karşımıza bir Akademiş iktidarı ve Pers etnosu24 çıkmaktadır. Ama Persler’de bahsettiğim gibi İskender Makedonları da bunların üzerine gelmektedir. Keza bu noktada kuzeyden İskitlerin bu imparatorluğa girdiğini daha sonra ise Partların İskender İmparatorluğu’nu dağıttığını bilmekteyiz. İskender İmparatorluğu dağıldıktan sonra bu bölge, Selevkoslar olarak bilinen, Makedonlarla yerli ırkların karışmasından bir ülke olarak karşımıza çıkmıştır. Selovkosların üzerine bugünkü Türkmenistan’dan gelen Partların akınları olmuş ve Partlar bu bölgeyi 500 yıl yönetmişlerdir. Partlardan sonra, kuzeyden Sakalar Afganistan’a ve İran’a girerek Sistan’ı oluşturmuş ve keza daha kuzeyden gelen Yueciler dediğimiz topluluklar Afganistan’a girerek Kuşhanlar’ı oluşturmuş ve buradaki etniyi hızlıca değiştirmişlerdir. Keza bu akınlardan sonra, İskender’in oluşturduğu Afganistan Hindistan, İran ve Türkistan’dan hiçbir etni günümüze kalmamıştır. Keza M.Ö. 6. yüzyılda tarihten silinen Medlerin etnik olarak hayatta kalabildiğini düşünmek, tarih ve etnisitenin canlılığını bilmemektir. Ondan sonraki dönemde ise Hunların Ortadoğu’ya akınlar yaptığını keza Hazar’ın doğusundan Kızıl Hunların, Akhunların, Afganistan’a girerek buraya yerleştiğini bilmekteyiz. Akhunların, Alp Er Tunga Destanı’nda Eftalitler olarak adlandırılan kabileler olduğunu bilmekteyiz. Ondan sonraki dönemde bu bölgeye Göktürkler ve Göktürkleri takip eden dönemde Selçuklu Türkmenleri girmiş, İran’ı ve Anadolu’yu Türkleştirmiş ve ismini Cohen’in de söylediği gibi “Türkia”ya çevirmiştir. 1000’li yıllardaki bu akından sonra Türkmenlerin iktidarı zayıfladığı zaman, doğuda Harzemler batıda Rum Selçuklularının oluşturduğu noktada Araplar, Batı tarihçileri tarafından Moğol diye çevrilen ama Abûl Farac’ın anlattığı gibi Tatarları ve Bayındır, Bayat gibi başlıca Türk kabilelerini Orta Asya’dan Anadolu’ya getirmişlerdir. Tatar kabileleri olarak da Oyraklar, Suyutler ve Celayirler’i getirmiştir. Bu da yeni bir Türk etnisini bu bölgede oluşturmuştur. Keza Selçukluların iktidara gelmesi ile birlikte Araplardan alınan Diyarbakır bölgesi Cezire bölgesi, Selçuklu düzenine göre tertip edilerek Selçuklu yönetimi altına alınmıştır. Selçuklulardan sonra aynı bölgeyi, İlhanlılar 100 yıl boyunca aynı tarzda yönetmiştir. İlhanlılardan sonra Abûl Farac tarihinde Akhun ve Karahun kabileleri denilen Karakoyunlu ve Akkoyunlular kabileleri gelmiştir. Bunlardan meşhur Akkoyunlu Uzun Hasan’ın başkenti ve sarayı Diyarbakır’da yer almaktadır. Ve Akkoyunluların döneminden hemen sonra Timur burayı zaptetmiş, Timur’un buradaki egemenliğinin sona ermesinden sonra yeniden Akkoyunlular egemen olmuş ve Akkoyunluların egemenliğinin yıkılmasından sonra da Safeviler bu bölgeye egemen olmuşlardır. Safevilerin iktidar olması da ilginçtir. Gerek Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyt, onun oğlu Şeyh Haydar ve Şah İsmail’in annesi ve karıları Akkoyunlu Hasan’ın kızları ve torunlarıdır. Daha başka bir ifadeyle Uzun Hasan’ın kız kardeşi Şah İsmail’in dedesi Cüneyt’in karısıdır. Yani Şah İsmail’in anneannesidir. Şah İsmail’in karısı da Uzun Hasan’ın torunudur. Bu anlamda bakıldığı zaman Safeviler, Akkoyunlu Devleti’nin anne tarafından devamıdır. Ama buna karşın, Kürt tarihi yazımında Safevilere bile Kürt deme gibi eğilimi olmaktadır. Oysa Safeviler, Ustaçlı ve Rumlu Avşarlı kabilelerine ve Anadolu’dan gelmiş Tekoğlu, Dulkadirli, Varsaklı kabilelerine dayanmakta, Karakoyunlular Bayatlara, Akkoyunlular Bayındırlara dayanmaktadır.
-
KÜRT TARİH TEZİNİN DAYANILMAZ TUTARSIZLIĞI
Ama bu göçer kabilelerin kökeni konusunda gerçekten net bir olgu yoktur. Çünkü Abbasiler döneminde birçok Türk kabilesi ve Türk, paralı asker olarak Halife Mutaassım ve Harun Reşit döneminde bu bölgeye akın etmişlerdir. Yani Selçuklulardan çok daha önce bu bölgeye akın ettiklerini bilmekteyiz. Abûl Farac tarafından yazılan “Abûl Farac Tarihi”nde, Kürtlerin aile yapısının çok kocalı bir aile yapısı olduğu (polygami) ve bu yapının aslında anaerkil döneme ait olduğu yazmaktadır. Ve 1200 yılında Mace Dağları’ndan indiği ileri sürülen kabilenin aile yapısının da çok kocalı olduğunu ileri sürmektedir22. Bu veri doğru tespit edildiğinde, 1200’li yıllarda Mace Dağları’nda yaşayan ve Kürt olduğu ileri sürülen toplulukların komünal toplumun en alt aşamasındaki anaerkil dönemde olduğu ortaya çıkmaktadır. O yıllarda Mervanoğulları hükümdarlarının, Arap hükümdarlarının, Hun hükümdarlarının, Tatar hükümdarlarının tarihini yazan Abûl Farac’ın tarihinde Kürtler çok küçük bir bölümde, bu tarzda geçmektedir. Keza Selahaddin Eyyübi’nin Kürtlük ile ilişkisine bakıldığı zaman, Selçuklu Devleti’nin dağılması sonrası Nurettin Zengi, kıyı bölgelerinden kuzeye Diyarbakır’a kadar olan bölgede Zengi Atabeyliği olarak iktidara gelmiş, ve Nurettin Zengi’nin ölümünün ardından 1175 ve 1190 yılları arasında Selahaddin Eyyübi iktidara gelmiştir. Ama bu haliyle bakıldığında Selahaddin’in iktidarından sonra burada Kölemenler olarak tanınan Kıpçak ve Çerkez köleleri iktidara gelerek Memlüklüler adını almışlardır. Aynı olaya baktığımız zaman Samanoğulları Devleti’nde gulam askerlerden Gazneli Mahmut, Gazneli Devleti’ni kurmuştur. Keza Memlüklülerde, Kölemenler olarak tanımladığımız Kıpçak ve Çerkezlerin iktidarda olduğu bir devlet söz konusudur. Delhi Sultanlığı’ndaki köle askerlerin kurduğu Kölemenlerin Türk Devleti olamayacağı gibi (ordu ve yönetim Türklerden oluşmasına karşın), Selahaddin’in iktidarda kaldığı 20 yıllık sürede Zengilerin Kürt devleti olamayacağı açıkça ortaya çıkan bir gerçektir. Eğer biraz daha esprili bakarsak Eyyübilerin Kürt devleti olarak kabul edilmesi, Özal’ın Kürt olduğunu söylemesi ile ileriki yüzyılda tarih yazıldığı zaman Türkiye’nin Kürt devleti olduğunu söylemeye benzeyen bir nahiflik olacaktır. Zira Zengilerin ordusu Türkmen ve Kıpçaklardan oluşuyordu. Buradan devam ettiğimizde bu dönemde en ünlü İslam tarihçilerinden olan İbni Haldun’un Mukaddeme’sinde çok küçük bir bölümde bir cümle halinde Qurimiye Dağları’nda Kürtlerin varolduğunu yazmaktadır. Qurimiye, Zap Suyu’nun kuzeyindeki bir dağlık gruptur. İbni Haldun’un coğrafya kitabı olarak 13. yüzyılda yazdığı Mukaddime’de Sudan’daki zencileri, kuzey enlemdeki Slavları anlattığı gibi, Uygur, Hazar, Alan, Yecüc Mecüc, İdil boyunda Peçenek, Pomak, Başkırt, Bulgar, Kuman, Kıpçak, Sogut, Guz, Türkeş, Kalaç gibi tüm Türk kabilelerini en ince ayrıntılarıyla Sibirya’dan Anadolu’ya kadar, Harzem’e kadar tekrar tekrar anlatmıştır. Kürtlerden ise demin de söylediğim gibi Qurimiye’deki dağda bir Kürt bölgesi olarak bahsedilmekte23 ve bu anlamda esas olarak bir etnik kimlikten mi, yoksa Arapların metinde yazdığı gibi Ceber’deki göçerlerden mi bahsedildiği muğlak kalmaktadır.