Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Ey ahali, Duyduk, duymadık demeyin! Siz siz olun sıcacık ekmeğinizi alın teriniz ile yoğurup yemeyin.Olur ki gözlerinizin görmediği, kulaklarınızın duymadığı Tuzla vicdanınızı rahatsız edebilir. Tuzla , Tuzla, Tuzla…ve ‘’halka hizmet hakka hizmettir’’ nidalarıyla taçlanan bir ‘’durmak yok yola devam efsanesi’’ bir iktidar! Tuzla, Tuzla,Tuzla…ve hukuksal darbe çığırtkanlığını üstlenmiş ‘’sözde sol olmayı bile becerememiş’’ bir ana muhalefet! Tuzla, Tuzla,Tuzla…ve ‘’301 hastalığına’’tutulmuş, vatanseverliği bile siyasi çıkmazlarla, özgürlüğü bir ihanet olarak algılayan bir MHP! Tuzla,Tuzla,Tuzla…ölenlerin bizden olduğu değil de ‘’Kürt’’olduğu zaman sesi çıkan,kendi içerisinde bile ne olduğuna karar veremeyen bir DTP! Ve diğerleri…Tuzla da her gün ölüm haberleri art arda gelirken,susan,susturan;kendi çıkar hesabında insanı yok sayanlar… Şimdi rahatsız oldunuz mu? Her şeyi ile inandığınız bir partiye haksızlık mı yaptım!Hak dedim değil mi?O zaman size YAŞAMA HAKKI desem. Tuzla, Tuzla, Tuzla…ve ‘’bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ derken bile zehirlendiğinin farkında olmayan ,vicdanı susturulmuş bir halk! Tuzla, Tuzla, Tuzla…Tuğbay Özay’ın cezaevinde ki inanılmaz koşullarla mücadelesini (!) gün be gün aktarırken, tecrit ve işkenceye maruz kalanları ‘’mahkum’’ etiketiyle sallayan,,ölümleri kutsallaştıran,iktidarlara göre ayağını uzatan bir medya! Tuzla, Tuzla, Tuzla…’’sanat sanat için midir,sanat toplum için midir’’ sorusuna cevap aramakla meşgul, fildişi kulelerinde sadece kendini dinlemekle meşgul sanatçılar,aydınlar! Şimdi rahatsız oldunuz mu? Kim bilir belki de vicdanınız daha susturulmuştur. Kim bilir belki de şatafatlı dünyanızda çaresizliklere ayıracak zamanınız daha öldürülmemiştir. Durun ama! Tuzla, Tuzla, Tuzla… ve yavrusunu yitiren bir annenin yürek dağlayan ağıdı, gencecik bir bedeni toprağa vermenin acısını omzunda taşıyan bir babanın çaresiz bakışları,sevdiğini göz göre göre ölümlere kurban olarak sunan bir eşin isyanı ve olan biteni anlamaya çalışan şaşkın bakışlı ölümün çocukları… Şimdi rahatsız oldunuz mu? Düşünün! Biraz empati…Ya da boşverin en iyisi.Siz yine size dönün! Ey ahali, Duyduk, duymadık demeyin! Siz siz olun Habil ile Kabil’den bu yana süregelen ve Tuzla örneği ile kesintisiz devam eden ‘’insana rağmen insanı yok sayma’’ geleneğine kendinizi bırakıverin ! Düşünmeyin,sessizliğimize ses vermeyin.Olur ki gözlerinizin görmediği,kulaklarınızın duymadığı Tuzla vicdanınızı rahatsız edebilir! ''...Düşün, uzay çağında bir ayağımız, Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri Düşün, olasılık, atom fiziği Ve bizi biz eden amansız sevda, Atıp bir kıyıya iki zamın Yarının çocukları, gülleri için Herbirinin ayvatüyü, çilleri için, Koymuş postasını, Görmüş restini. He canım, Sen getir üstünü...''
  2. Sokak Çocukları Prof. Dr. Oğuz POLAT 2000’li yıllarda ilgi çekici konulardan birisi de, dünya teknolojik olarak inanılmaz gelişmeler gösterirken, korunmaya muhtaç ya da özel hizmet götürülmesi gereken çocukların sayısının, gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, dünya genelinde artış göstermesidir. Bu çocuklara baktığımızda; evde dayak yiyen, sonra bu şiddete dayanamayarak sokağa kaçan, burada da suça itilerek yaşayan çocukların olduğunu görmekteyiz. Bu çocuklara sağlık dışı koşullarda çalışan çocukları da eklemek gerekir. Hepsinin ortak özelliği bulundukları yaşın gerektirdiği yaşamı yaşayamamaları ve en çok gereksinmeleri olan ev sıcaklığından, ebeveyn ilgisinden, oyun oynamaktan ve sağlıklı beslenmeden yoksun olmalarıdır. Risk altında çocuklar değerlendirmesinde en önemli etken, çocukluk dönemlerinde yaşlarına uygun olmayan, tehlike ve riskleri içeren bir yaşam içerisinde olmaları gelmektedir. Her çocuğun doğal hakkı olan yaşına uygun bir yaşam yaşama boyutunun bu çocuklarda gerçekleşmediği gözlenmektedir. Gelişimin temel kurallarından olan her çocuk yaşının gerektirdiği yaşamı yaşamalıdır ilkesinin bu kategoride yer alan çocuklarda gerçekleşmediği görülmektedir. Oyun çağındaki çocuğun oyun oynaması, okul çağındaki çocuğun okula gitmesi gerekirken, bu çocukların, yaşamlarını başka şekilde tehlikeli ve gelişimlerini engelleyen boyutlarda geçirdikleri görülmektedir. Risk altındaki çocuklar başlığı altında en sık karşımıza çıkan başlıca 4 grup görülmektedir: sokak çocukları, suça itilen çocuklar, çalışan çocuklar ve istismara maruz kalan çocuklar. Mülteci çocukları da bu grubun içine dahil etmek gerekmektedir. Son yıllarda sayıları sürekli artan mülteci çocuklar da özel koruma altına alınması gereken çocuklar grubundadır. Bu grupları değerlendirdiğimizde ilk dikkati çeken, grupların birbirinden bağımsız olmadığı tam tersine iç içe geçmiş olmalarıdır. Gerçekten de sokak çocuklarının önemli bir kısmının suça itilen çocuklar grubuna da girdiği izlenmektedir. Sokakta yaşamanın doğal uzantısında suç işleme ve sürekli çetelerde yer alarak suçlu olma kavramı yaşanmaktadır. Aynı şekilde sokaktaki çocukların mendil, kibrit satma gibi işleri yaptıkları görülmektedir. Özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde, metropollerde trafik ışıklarında duran, arabaya koşarak gelen çocuklar manzarası aşina olduğumuz bir manzaraya dönüşmüştür. Işıklar yeşile döndüğünde gitmeye başlayan arabanın kapısına yapışan çocukların yarattığı korku, çocuklara bir şey olacak endişesi, çoğumuzun yaşadığı bir manzaradır. Bu olaydaki en dramatik ve kırılması zor olan nokta, bu çocukların, ailelerinin zorlamasıyla bu işleri yapmaları ve kazandıkları parayı evde anne ve babalarına teslim etmeleridir. Sokakta çalışan bu çocukların bir süre sonra evlerini terk ederek kaçtıkları ve sokakta yaşamaya başladıkları yapılan çalışmaların sonucunda görülmektedir. Güneydoğudaki terörün ve yoksulluğun yoğun olduğu bölgelerden büyük kentlere göç en büyük sosyal problemlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük şehirlere göç eden aile çocuklarının büyük oranda yukarıda anlatılan tablonun bir parçası oldukları görülmektedir. Bu açıdan sokak çocuklarını tanımlarken bu kavramın içerisinde suça itilen çocukların ve çalışan çocukların da yer aldığını unutmamak gerekmektedir. Sokak çocuğu günlük yaşamda da çok duyduğumuz bir kavramdır, ama, “sokak çocuğu kimdir?” sorusuna cevap verebilmek o kadar da kolay değildir. Çünkü; bazılarınız için gece yarısı Beyoğlu’nda gözleri kaymış tinerli çocuklar sokak çocuklarıdır. Bazılarınız için ise trafik ışıklarında arabanın camına yapışan çocuklar sokak çocuklarıdır. Bazılarımız için ise çantamızı alıp kaçan kapkaççılar sokak çocuklarıdır. O yüzden “sokak çocukları kimdir?” sorusunun cevabını vermek her zaman kolay değildir. Çünkü; “sokak çocuklarının ailesinin olup olmadığı” sorusu temel kriter oluşturan bir sorudur. Latin ülkelerinde ailesi olmayan çocuklar, sokağı mekan tutmuş çocuklar sokak çocuklarıdır. Halbuki bizde yüzdeye vurursanız sokak çocuklarının büyük oranda; yaklaşık %85-90 oranında, ailesi, yani evi olduğunu görürüz. Bu konuda yapılan çalışmalarda, klasik olarak, sokak çocuklarının iki temel grupta değerlendirildiğini görmekteyiz. Bunlar gerçekten bu tanıma uyan sokak çocuğu; yani evi olmayan, sokakta yaşayan çocuklar ile sokakta çalışıp, akşam evine dönen; yani bir evi olan, akşamları düzenli olmasa da evine dönen çocuklar olarak gruplandırılmaktadırlar. İlginç bir boyut ise, sokak çocuklarının, özel bakım gerektiren diğer gruplara göre, toplumda çok daha fazla popülarize olması ve bu konuda toplumun daha yoğun tepki vermesidir. Gerçekten, istismar gibi daha ağır sonuçları olan ve daha yaygın olan bir konuda, toplum duyarlılığının çok daha az olduğu görülmektedir. Son yıllarda bu ilgide artış gözlenmesine karşın, halen, sokak çocukları, toplumun en kolay reaksiyon verdiği ve bir şeyler yapma çabasına girdiği bir konu olarak dikkati çekmektedir. Bunda çocukların göz önünde olmasının önemli etken olduğu söylenebilir. Sokağın Çocukları; çocukları yetiştirmekten sorumlu yetişkinler tarafından herhangi bir koruma, denetleme yada yönlendirmenin olmadığı bir pozisyonda, ailelerinden kopmuş, en geniş anlamıyla ‘sokağı ev edinmiş’ şekilde yaşayan çocuklardır. Sokaktaki Çocuklar; ailelerinin destekleri hızlı bir şekilde zayıflayan, sokaklarda yada alışveriş merkezlerinde çalışarak ailenin yaşama sorumluluğunu paylaşan çocuklardır. Bu çocuklar için ev; oyun, kültür ve günlük hayat merkezi olmaktan çok uzaktır. Yine de, sokak onların günlük aktiviteleri halindeyken, çoğu geceleri evlerine döner. Aile ilişkileri bozuluyor olsa da, çocuklar evdedir ve hayatı ailelerinin bakış açısıyla görmeye devam etmektedirler. Sokağın çocukları, günlük yaşam için aile desteğinden yoksun, yalnız bir şekilde mücadele eden daha küçük bir gruptur. Genellikle “terkedilmiş” olarak bilinmelerine rağmen; güvensizlikten ve reddedilmeden ve şiddet içinde büyümekten yorulmuş bir şekilde çocukların kendilerinin de ailelerini terketmiş oldukları gözlenmektedir. Bu çocukların aileleriyle bağlarının kopmuş olduğu görülmektedir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi sokak çocuklarının ayrımı için temel kriter aileleri ile olan ilişkileridir. Çocukların aileleri ile olan ilişkileri yaşam biçimlerini ve yaşadıkları mekanı, dolayısıyla da yaşam modellerini oluşturmaktadır. Buna göre 3 ana grupta değerlendirilmektedirler. Burada dikkat çeken boyut çocukların adım adım daha tehlikeli ve normal yaşama dönmelerini zorlaştıran ortamlara doğru sürükleniyor olmalarıdır. Gerçekten de informel olarak nitelendirilen cam siliciliği, mendil satma ve benzeri işlerle sokakta olan çocuğun daha sonra şiddet, uçucu madde kullanma gibi olaylara karıştığını ve ailesinden, evinden koptuğunu görmekteyiz. Bu açıdan aşağıda anlatılan 3 ana grubu aşamalı olarak değerlendirmek mümkündür. Yani çocuk genellikle ilk gruptayken bir süre sonra ikinci gruba kayar. Daha sonra üçüncü grubun içinde kendini bulur. Başka söyleyişle bu çocukların topluma kazandırılmaları da güçleşmektedir. Bu gruplara bir kez daha göz atalım. Kenya, Meksika, Filipinler ve Sri Lanka gibi turizm odaklı ülkelerde; herhangi bir düzenli işi olmayan, turistlerin eğlence harcamalarından hayatlarını kazanan “açık hava ekonomisinde çalışan çocuklar” da sokak çocukları olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım gece ve gündüz arkadaşları ile birlikte sokaklarda ve topluma ait yerlerde para kazanmak için bir şeyler satan ve dilenen çocukları da içine almaktadır. Sokak çocukları, 1983’de çıkan 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nda 3.madde’de “Korunmaya Muhtaç Çocuklar” kapsamında ele alınmaktadır. Kanunun korunmaya muhtaç çocuk kapsamında; anne veya babası tarafından ihmal edilip, fuhuş, dilencilik, alkollü veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen çocuklar kapsamında sokak çocuklarıda yer almaktadır. Ülkemizin hızlı bir endüstrileşme sürecine girmesiyle birlikte, sağlıksız bir kentleşme sonucunda oluşan toplum yapısındaki değişikliklere paralel olarak farklılaşan aile yapısı, bu gelişime ayak uyduramayan ailelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu süreç içinde ekonomik yoksulluk ve köyden kente göç sonucu oluşan kültürel çatışmayı da yaşayan aileler kent yaşamının dışına itilmektedir. Geleneksel kırsal kesimde ailenin aldığı destek (psikolojik, sosyal, ekonomik) kentlerde toplumsal kurumlar tarafından sağlanamadığında, büyük ümitlerle kente göçen yığınların aile ilişkilerini etkilemekte, çocukları başıboşluğa sürüklemektedir. Ayrıca; boşanmalar, resmi nikah olmaksızın yapılan evlilikler, değişik eşlerden olan çocuklar, ebeveynlerden birinin evi terk etmesi gibi nedenlerde çocukların sokak yaşamını seçmesine sebep olabilmektedir. Bu sorun yoğunlukla metropol illerde görülmektedir. Özellikle İstanbul gibi gecekondulaşmanın ciddi boyutlarda sorun olduğu ortamlarda, ailelerin kontrolünden çıkan çocuk sayısı günden güne artmaktadır. Soruna kısa süre içinde sistemli bir müdahale yapılmaması durumunda ise bir süre sonra büyük bir olasılıkla, suçluluk oranında bir patlama yaşanacak ve sorunun çözümü için daha büyük yatırımlar yapılmasını gerektirecektir. 2828 sayılı Kanun kapsamına giren bu soruna hizmet götürmek Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun görevidir. Ancak bu sorun çeşitli sorunların bir bileşkesi olduğundan çok yönlü bir işbirliği ve koordinasyonu içeren bir rehabilitasyonu gerektirmektedir. Belirtildiği gibi bu sorunun gerçek nedeni köyden kente göç, onun sonucu oluşan çarpık kentleşme, bunların beraberinde getirdiği ekonomik yoksulluk, işsizlik ve eğitimsizlikten kaynaklanmaktadır. Sağlıksız aile ortamında yetişen çocuğun eğitimine önem verilmemekte, aile bütçesine katkıda bulunması beklenmekte ve çocuk yaşına uygun olmayan ruhsal ve fiziksel sağlığını tehlikeye sokan işlerin yanı sıra bağımlılık kazanmasına neden olan işlerde (mobilya cilası, ayakkabı tamircisi, vb.) çalıştırılmaktadır. Bu çocuklar para kazandığı için kendini yetişkin gibi hissetmektedir. Çoğu zaman ailenin denetiminden uzaklaşan çocuk eğitimini yarım bırakmakta, akran gruplarından soyutlandığı gibi yetişkinlerin dünyasına da girememektedir. İş ortamına da uyum sağlayamayarak işten ayrılmakta ve sokaktaki sınırsız, sorumsuz özgürlüğü seçerek sosyal yaşamdan tamamen kopmaktadır. Ülkemizde ciddi bir sorun haline gelmeden bu gruba acilen hizmet götürmek önem taşımaktadır. Ancak hizmet götürülecek grup kendi içinde alt sorun gruplarından oluştuğu ve her alt gruba götürülecek hizmet modeli ayrı bir özellik taşıdığı için Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu çalışmalarını çok yönlü planlayarak sunması gerekmektedir. Kent sokaklarında rastladığımız bu çocukların, bir bakışta, terk edilme ya da evden kaçma nedeniyle sokakta yaşayanlar mı oldukları, yoksa aile bütçesine katkıda bulunmak için gündüzleri çalışıp geceleri evlerine dönüp birlikteliklerini koruyan ailelerin çocukları mı oldukları anlayabilmek de mümkün değildir Kolombiya’da Cali’li sokak çocukları hakkında kapsamlı bir araştırma yapmış olan Aptekar (1988), çocukların durumunu değerlendiren çalışma ve araştırmalarda yazarların iki zıt kutuptan birine doğru yönlenebilmeleri tehlikesi üzerinde ciddi anlamda durmuştur. Aptekar sokak çocukları konusunda yapılan araştırmaların ve yazılan yazıların iki türlü yanlılık (bias) taşıma olasılığı olduğunu söylemektedir. Bunlardan biri, çocukların hemen hemen tümüyle patolojik yönlerini öne çıkaran, olumlu yanlarını büyük ölçüde göz ardı eden, araştırmacıların da tehlikeli bir grup ile ilgilenmiş oldukları için kendilerini kahramanlaştırdıkları yaklaşımdır. Burada çocuklar için yapıcı girişimlerden çok onlara yaklaşabilmek, bu çalışmayı yapabilmek için gereken süreç konu edilmekte ve çocuklar ikinci plana düştüğü gibi aynı zamanda yapıcı yaklaşımlar dışlanmaktadır. Diğer tür yanlılık ise bunun tam tersine, yoksulluğu, suçluluğu ve psikopatolojiyi görmezlikten gelen, çocukları bütünüyle “küçük” ya da “basit” problemlere sahip, hatta başarılı maceracılar olarak sunarak çocukları kahramanlaştıran yaklaşımdır. Burada da tam tersi, çocuklar gerçekdışı bir şekilde karikatürize edilmekte ve olay gerçek boyutlarının dışında değerlendirilmektedir. Aptekar her iki tür yanlışlıktan da kaçınmak gerektiğini savunmakta ve hizmet programlarını hedef kitlenin gerçek özelliklerine ve farklılıklarına paralel olarak çeşitlendirmenin gerekliliğini söylemektedir. Zaman zaman en objektif olmaya çalışan yazılarda dahi ortaya çıkan bu gibi yanlılıklar, sokak çocuklarının yaşadıkları gerçekliğin toplumsal, tarihsel, hatta bireysel bazı tutumlardan ve duygulardan beslenen önyargılar nedeniyle doğru olarak algılanamamasından kaynaklanmaktadır. Aptekar örnek olarakta kendi çalışmasının bulgularından bahsetmektedir. Cali’de: sokak çocuklarına yönelik toplumsal tutumların, onlara imrenmek, acımak ve tehlikeli olduklarına inanmak gibi son derece farklı duygu ya da inançların bir karışımını yansıttığını söylemektedir. Aptekar’a göre bunun önemli bir nedeni Kolombiya toplumunu oluşturan farklı aile yapılarından kaynaklanmaktadır. Toplumda egemen sınıf patriarkal İspanyol ailelerden oluşmaktadır ve bu ailelerin beklentileri özellikle erkek çocukların aileye itaat etmeleri doğrultusundadır. Oysa aynı toplumda yaşayan matriarkal Afrika kökenli ailelerde erkek çocukların bağımsızlığını pekiştirmek için aileden bir an önce ayrılıp kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmeleri beklenir. Bu iki grup arasındaki sınıf ve kültür farklılıkları, geçmişte olduğu gibi bugün de değer yargıları açısından çatışmalara neden olmaktadır. Aptekar’a göre sokak çocuklarına yönelik çelişkili tutumlar, onların nesnel gerçekliklerinden çok bu değer çatışmasında bir sembol olarak algılanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu çocukların aileye itaat etmek ve otoriteye saygı göstermek yerine bağımsız bir yaşam sürmeleri, egemen sınıfa mensup olanlar tarafından, mevcut düzene yönelik bir tehdit olarak algılanmakta ve dolayısıyla çocukların patolojik özellikleri ve suça yönelik davranışları abartılmaktadır. Görüldüğü gibi sokak çocukları konusunda çalışma yapılırken çok yönlü olarak olaya yaklaşmak zorunludur. Aptekar’a (1988) göre sokak çocuklarına yönelik farklı tutumlarda rol oynayan bir diğer faktör, bireysel ya da psikolojik kökenlidir. Bu konuda araştırma yapanlar başta olmak üzere herkesin sokak çocuklarına yönelik duygusal yaklaşımı, kısmen kendisi tarafından da yaşanmış olan bir içsel çatışmayı; toplumsal kabul ya da statü elde etmek için sosyal normlara boyun eğmek ile boyun eğmeyerek daha az güvenliğe razı olmak arasındaki içsel çatışmayı nasıl çözümlemiş olduğuna bağlıdır. Bireyler arasında büyümenin bir parçası olarak da algılanabilecek olan bu çatışmayı nasıl çözümlemiş oldukları ve bu çözüme yükledikleri duygusal anlam açısından farklılıklar vardır. Bazıları buldukları bu çözümün adil olduğuna inanırken, kimileri toplumsal normlara fazla uyarak kişiliklerinden ödün verdiklerini düşünürler ve bir tür mağdur olma ve isyan duygusu hissederler. İşte, Aptekar’a göre, her insanın sokak çocuklarına yönelik tutumunda; onlara imrenme, acıma veya onların suç işlemeye eğilimli tehlikeli kitleler olduklarına inanma gibi bir miktar da kendi hayatında varmış olduğu bu çözümle ilgili duygularının izdüşümleri vardır. Aptekar (1988), bu tür toplumsal ya da bireysel nedenlerden kaynaklanan ve sokak çocuklarını gerçek özellikleriyle ve bütün çeşitlilikleriyle görmeyi engelleyen tutumların, bazı hizmet programlarının ideolojilerinin de belirlendiğini öne sürmektedir. Örneğin bazı programlar tüm çocuklar için tek tür bir yaklaşım geliştirerek onları itaatkar işçiler olmak üzere eğitmektedir. Sokak çocukları konusunda araştırma yapmanın saha çalışmasının kendine özgü zorlukları dışında çalışılan grup açısından da büyük zorlukları bulunduğu görülmektedir. Çocuklarla, yalnızca sokak ortamında araştırma yapmak, kendi içinde çeşitli güçlükler taşımaktadır. Çocukların para kazanma uğraşı içinde olmaları, kentin en kalabalık ve gürültülü mekanlarında bulunmaları ve dikkatlerinin araştırmacıdan çok çevreye yönelik olması sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla bu tür araştırmalarda, örneğin psikolojik ölçümler uygulayarak, odaklaşmış grup tartışmaları yaparak ya da çocukları boylamsal olarak inceleyerek onlar hakkında derinlemesine bilgiler toplamak mümkün olmamaktadır. Özetle sokak çocuklarının tanımı yapılırken birçok boyutun irdelenmesinin büyük önemi bulunmaktadır. “Sokak çocukları yaşının rolünü yaşayamayan başka bir deyişle oyun oynama, okula gitme, akşam evinde anne, baba ve kardeşleriyle birlikte olma gibi doğal gereksinimlerinin karşılanamadığı bir ortam olan sokakta yaşayan ve her türlü tehlikeye açık bir ortam içinde yaşayan, gelecekte suça itilme potansiyeli çok yüksek olan çocuklardır. “ Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi çocuğun yaşının gereklerini yaşayamamasından başlayan, aile ortamının getirdiği sevgi, güven, dayanışma ve diğer değerlerden yoksun yetişmesi ile devam eden ve sokak gibi her türlü tehlikenin potansiyel olarak var olduğu bir ortamda küçük yaşta, korunmasız olarak bunlara maruz kalabilmesiyle devam eden bir zincirden bahsediyoruz. Bu zincirin her halkası farklı bir tehlikeyi barındırmaktadır. Bugüne kadar yaşananlar da göstermektedir ki normal bir çocukta dehşet içinde konu edebileceğimiz tiner kullanma, hırsızlık yapma ve cinsel ilişkilerin yaşanması gibi problemler bu çocuklar için yaşamın bir parçası olmuştur. Eğer 12 yaşında bir çocuğa madde kullanmasın diye sigara içme izni vermek zorunda kalıyorsak ve bu durum o çocuğun kurtulma, rehabilite olma noktasında yaşanıyorsa ne denli ciddi bir problemden bahsettiğim anlaşılacaktır. Bu çocukların sokakta yaşamlarını sürdürmelerinin ya çete mensubu olma ya da kendilerini cinsel meta olarak satmaları ile sonuçlandığı göz önüne alınırsa bu problemin çözümünde gecikilen her anın sonuçta yaratacağı faturanın yüksekliğini de anlamak mümkündür.
  3. ROZERİN BOLLUK Tarihsel dönemlerin yazarı olarak öne çıkan Samim Kocagöz, ‘Tartışma’da bir döneme damgasını vuran gençliğin mücadalesini anlatır. ‘Mor Ötesi’ ise, 12 Eylül’le birlikte YÖK sayesinde bilim insanlarının fakültelerinden uzaklaştırılmasını anlatıyor Uzun boylu, esmer, yeşil parkalı delikanlıların sahnede çıktığı, aktif mücadelelerinin ve ölümlerin belirginleştiği yıllardı o yıllar. Onlar; güzel bir dünya isteğiyle yola çıkmışlardı. Yürüdükleri yolda kurulan barikatları geçenlerin yanı sıra, o barikatlara takılıp genç yaşta toprağa düşenler tarih yazmılardı. Samim Kocagöz, Tartışma’da, “Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın tam bağımsız Türkiye!” diyerek bir döneme damga vuran gençliğin ve baskılara karşı direnen aydınların hikâyesini anlatır. Tartışma’da anlatılan, yıllar geçse de unutamadığımız, yüzleşme gücü bulamadığımız büyük acıların tarihidir aynı zamanda. Tartışma, Türkiye’nin tartışılması gereken yakın geçmişini, 12 Mart darbesine götüren sürecin sorgulandığı bir roman. 1960’lı yılların öğrencilerinin, öğrenciler arasında gelişen ilerici, devrimci hareketin romanıdır bu aynı zamanda. Türkiye İşçi Partisi’nin düşüşe geçtiği dönemdir. Olaylar Avukat Ekrem Mutaf etrafında gelişir. Ekrem Mutaf TİP’nin yöneticisi aynı zaman çok tanınan bir avukattır. Bir oğlu, bir kızı vardır. Çocukları ve yanlarında kalan yeğenleri üniversite öğrencisidir. Ekrem Mutaf vasıtasıyla TİP içindeki gelişmeleri, aydınların uğradığı baskıları çocukları ve yeğeni aracılığıyla da 1968 gençliğinin ilk mücadelesine tanık oluruz bu romanla. Yazar, romanı oluştururken, yaşanmış gerçek olaylardan yola çıkmış. Hep bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız o dönemin olayları yazarın kaleminden akıcı bir üslupla anlatılmış. Okumaya başlayınca, zihnimizdeki bölük pörçük bilgilerin de verdiği merakla kitabı elinden bırakamıyor insan. Yazar, Tartışmayı kaleme alırken, okurunu sürekli bir merak ve beklentiye sokmayı başarmış. aynı zaman da Cumhuriyet tarihinde ilk kez açık örgütlenme olanağı bulan Türk solunun, kendi içindeki tartışmalarına, görüş ayrılıklarına da yer vermiş. ‘Oy dere Kızıldere’ Roman aynı zaman da Cumhuriyet tarihinde ilk kez açık örgütlenme olanağı bulan Türk solunun, kendi içindeki tartışmalarına, görüş ayrılıklarına da yer verir. Yazar, 1960’lı yılların gençliği anlatırken, bölünmüşlüklerini, fraksiyon farklarını aktarmayı unutmaz; “Solcuların kimisi Leninciyim diyor, kimisi Maocu, kimisi de Castrocu...” Kocagöz, tarihsel dönem yazarlığının kendisine yüklediği sorumlulukla gençliğin içinde bulunduğu ruh halini anlatmayı da ihmal etmez. Gençlerin ağzından o günkü ruh halini, tavrını, kararlılığını anlatmak için bir slogan haline gelen; “Devrimciler ölür, devrimler yürür!” sözünü aktarmayı da uygun görür. “Delikanlı dondu kaldı. Bütün kanı damarlarından çekilmişti. Bir şey düşünmedi önce, sonra kendisini toparladı. Silahını kaptığı gibi arkadaşlarının yanına koşmak istedi. Kayanının arasından doğrulunca derenin üst başından, yakınlarından iki makineli tüfek birden takırdadı. Uzun süre kurşun kustu makineliler. Delikanlı kıvranarak, ulu Çınardan yere inen bir kuru yaprak gibi kayadan düştü. Gökyüzü, bulutlar, çam yeşili birbirine karıştı. Kendisini toparlamak istedi; al kanlar içinde kalmıştı. Gözleri yumulmadan ulu çınarın altında uyuyan arkadaşlarına bir kez daha baktı: İki arkadaşı uyurken, mermilerin yağmuru içinde arka üstü dönüvermişlerdi, yüreklerinden fışkıran kan, ulu çınarın dallarını yapraklarını kızıla boyamıştı, Doğa renk değiştiriyordu. Delikanlı son bir caba harcadı; bir kez daha arkadaşlarına baktı: ‘Olmaz ki... Uyuyan kişi vurulmaz ki...” diye dudakları kıpırdadı. Sonra iki iri eliyle toprağı, toprağını avuçladı: öylece iki avuç toprakla, avuçlarında yurdunun iki avuç toprağı ile cansız kaldı.” Kızıldere’dir bu anlatılan Tartışma romanında. 12 Eylül darbesi Türk solu bir dönem tartışmayı şehvetle sevdi. Tartışmak için de çok okudu. Dönem gençliği, ülkenin o koşullarında, elinde kitaplar, derneklerde, lokallerde, yurtlarda, kantinlerde kıyasıya tartıştı. 12 Mart derbesine gelinen süreci Tartışma’yla anlatan Kocagöz bu kez Mor Ötesi romanıyla da 12 Eylül darbesini anlattı. Bu öyle bir darbeydi ki sadece aydınları gençleri değil toplumun her kesimini etkiledi. Bilanço çok ağırdı. Toplumsal hakları neredeyse kökünden budayan bir anayasa oylanmış, YÖK sayesinde üniversitelerin özerkliği yok edilmişti. Bilimsel tarafsızlık ortadan kaldırılmış, kürsü sahibi, akademisyenler bir sabah kendilerini işsiz buluvermişlerdi. İşler bununla sınırlı kalmamış, din dersleri okullarda zorunlu hale getirilmişti. Böylece yanlızca ülkenin o gününü değil, geleceğini de etkileyen çok önemli kararlar hayata geçirilmişti. Samim Kocagöz Mor ve Ötesi romanında işte bu kıyımlardan nasibini almışları, Fizik Pröfesörü Doğan Akmercan ekseninde anlatır. Doğan Hoca’nın Tarih öğretmeni olan babası ve emekli yargıç dayısı Nedim bey de emekliliklerinde bir sahil kasabasına yerleşmiş, yaşadıkları olumsuzluklara rağmen, sahip oldukları değer yargılarını korumaya çalışan insanlardır. Bu iki emeklinin etrafında gelişen olaylarsa, onların yabancı olduğu ve 12 Eylülün yarattığı ahlak erozyonudur. 1987 Ferit Oğuz Bayır Romanı Ödülü de alan Mor Ötesi, altüst olan dengelere, toplumun nasıl muhafazakarlaştığına, sermayenin nasıl el değiştirdiğine de ışık tutar. Yazarların sadece yazdıkları için özgürlüklerinin elinden alındığı, fişlendiği, takip edildiği, tehdit edildiği dönemleri yaşamasına rağmen, kalemini kullanmaktan asla vazgeçmez. Tarihin ona verdiği notu düşer. Gelecek nesillerin o gün yaşayanların ne bedeller ödediğinin bilinmesini ister. Samim Kocagöz, 100 Temel Eser arasında yer alan Kalpaklılar ve onun devamı Doludizgin’de Kurtuluş Savaşı’nın belgelere dayanarak destansı bir dille anlatır. Literatür Yayıncılık tarafından yeniden yayımlanan bu iki eserinin yanı sıra Kocagöz, İzmir’in İçinde romanıyla 27 Mayıs dönemini anlatırken, On Binlerin Dönüşü tek partili dönemden çıkışa açılan bir pencere olur. Yılan Hikâyesi romanı Türkiye’nin iki partili döneme geçişini anlatır, Eski Tüfek; Türkiye’nin ara rejim dönemlerine yaşlı sosyalistlerinin yaşamından bakarken, Nabi’nin Park Kahvesi bir kasabanın öyküsünü anlatır ve 1948 yılında yayımlanan tek roman olarak tarihe geçer. Yazarın bu romanları da önümüzdeki günlerde okuyucuyla buluşacak. Kocagöz’ün kitaplarında anlatılan gençliğin devrimleri, umutları, hayalleri yarım kaldı. Onlar güzel bir gelecek için mücadele ediyordu. Karanlık oyunların tezgahlandığı soğuk sabahlar değildi onların hayalleri. Eşitlikçi bir dünya istiyorlardı. Çoğu gençliğini darağaçlarında, demir parmaklıklar ardında bıraktı. Yanlız gençlik değildi o günlerde tezgahlardan geçirilen. Yurtsever, bağımsızlıkçı aydınlar, Bütün bunları yeniden hatırlamanın verdiği hüzün ve isyanla Tartışma’yı okuyor insan. Hiç unutulmaması gerekenleri yeniden hatırlayarak. TARTIŞMA Samim Kocagöz Literatür Yayıncılık 2008 212 sayfa 13 YTL. MOR ÖTESİ Samim Kocagöz Literatür Yayıncılık 2008 98 sayfa 7 YTL. RADİKAL-KİTAP!
  4. ALPER ERDİK Bugüne dek ne bir ülkücü gözaltında kaybedildi ne de bir İslamcı dergi satarken kurşunlandı. Bu işler hep devrimci, muhalif insanların başına geldi Yürüyüş dergisi satan 19 yaşındaki Ferhat Gerçek’i vuran ve felç olmasına sebep olan polisin bir yıl sonra bile hâlâ tutuklanmamasını 28 Eylül’de protesto edenlerden Engin Çeber’in “emniyet mensupları, jandarma ve gardiyanların” işkenceleri sonucu yaşamını yitirmesinin ardından, “olayın medyada fazlaca yer alması üzerine”, Çeber’le birlikte tutuklanan üç kişi serbest bırakıldı. Engin Çeber gibi işkence görenlerden Özgür Karakaya, polislerle ilgili şunları söyledi: “(Karakolda) Engin ile kelepçelediler. 10-12 polis tekme tokat vurdu. Bir memur copu göstererek ‘kı... sokacağım’ dedi. Bir polis enseme oturdu. Yere yatırdı. Aysu Bakkal bayılınca ara verdiler.” İşkenceci polislerden biri de, “Çeber ve Karakaya’nın ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ diye slogan atarak direndiklerini, bunun üzerine ‘kademeli ve orantılı’ güç kullandıklarını” söyledi. Elleri kelepçeli insanlara “kademeli ve orantılı” güç nasıl kullanılır acaba? Gerçekten çok “ilginç”. Ki zaten “ilginç” olduğu için Çeber hayatını kaybetti. İyi ama çok soyut Ferhan Şensoy’un kulakları çınlasın, Mehmet Ali Şahin “devleti ve hükümeti” adına Engin Çeber’in yakınlarından özür diledi. Bu Mehmet Ali Şahin ki, Almanya’da görülen Deniz Feneri e.v. davasının ardından Alman yargısının, asıl suçluların Türkiye’de olduğunu söylemesine rağmen, “Bana ne Deniz Feneri’nden?” diyen adalet bakanıdır. Hal böyleyken, bu özür bir ifade ediyor mu sizce? Bence etmiyor, zaten de etmemeli. Bu bir “önyargı” olarak görülmesin. Zira bunun böyle olmadığı, AKP’nin iktidar olduğu dönemde, konuyla ilgili verilere gözatınca anlaşılacaktır. 16 Ekim tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan bilgilere göre, Türkiye’de gözaltında veya cezaevinde, 2003’te 22, 2004’te 38, 2005’te 16, 2006’da 11, 2007’de 10, 2008’de 29 kişi ölmüş. Adalet Bakanı’nın özrü, ne Engin Çeber’i ve daha önce işkence sonucu yaşamını yitirenleri geri getirir ne de bunların tekrarlanmayacağına dair bir işaret teşkil eder. Bu yüzden bu özür fazlasıyla soyuttur. Engin Çeber’in ölümüne dair yazanlardan Can Dündar, “Reform süreciyle bir süre sopasını gizleyen sistematik işkence, sürecin kesilmesiyle sopabaşı yapıyor” şeklinde bir yorumda bulundu. Bu reform süreci denen şey, sol liberallerin de AKP’yi desteklerkenki en büyük dayanağıdır. Oysa hem bu söylemin gerçeklikten uzak olduğu hem de “dertlere derman” olacak şeyin AB olmadığı, yukarıdaki sayılarla dahi anlaşılacaktır. Buna ek olarak, Sungur Savran’ın 15 Haziran’da Radikal İki’de, Baskın Oran’a cevaben yaptığı, “İşçi hareketinin ‘kölelik yasası’ olarak andığı” İş Kanunu bu dönemde geçti. Erdoğan bu dönemde “Kürt sorunu yoktur” dedi. ABD Irak Savaşı’nda kullandığı yakıtının yüzde 70’ini bu dönemde İncirlik’ten temin etmeye başladı. Gerçekten “çok iyi bir performans!” hatırlatmalarını da gözönünde bulundurursak, sanırım bu konu daha da netleşecektir. Adalet Bakanı’nın özür “jest”ini değerlendirdikten ve yukarıdaki tespitleri yaptıktan sonra söyleyebileceğimiz şey şudur: “Bu ülkede işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler, suikastler; kişiler ve dönemlere göre, niceliksel anlamda değişiklik arz etse de, nitelik açısından hiçbir fark teşkil etmiyor” Şöyle ki, bugüne dek bir ülkücü asla gözaltında kaybedilmedi. Hiçbir İslamcı genç, dinci bir dergiyi satarken kurşunlanmadı. Bu işler her zaman devrimci, sosyalist, muhalif insanların başına geldi. Ve bu olaylar o kadar çok yaşandı ki, birisi devlet adına tüm bu kişilerin yakınlarından özür dilemekle görevlendirilse onun dili damağı kurur, gücü tükenir, tez zamanda istifa eder. Zaten yukarıda söylediğim gibi, bu özürler hiçbir anlam da ifade etmez. İşte bu yüzden de isteğimiz, devletin pardon demesi değil, pardon diyeceği şeyleri yapmamasıdır. Yazıyı, belki de en başta söylenmesi gereken şeyi, işkencenin nedenini, bu ayki Tavır dergisindeki bir yazının başındaki Karl Marx alıntısıyla özetleyerek bitirmek istiyorum: “Burjuva düzeninin uygarlık ve adaleti, bu düzenin köleleri ne zaman efendilerine karşı başkaldırsa, kendi korkunç yüzlerini açıkça gösterirler. O zaman bu uygarlık ve adalet, maskesiz yabanıllık ve yasasız öç alma olarak ereklerini açığa vurur.” RADİKAL GENÇ... Kelimesi kelimesini de katılmasamda güzel bir yazı...lütfen okuyun!
  5. Bu ülkeyi sevmek,devleti ve iradesini yok sayp da kendince bu ülkeyi kurtarmak ise;ben susarım!
  6. Öncelikle herkes şunun farkında olmalı,bizler eleştiri getirdiğimiz ölçüde özgür bireyleriz;özgür olmak haklı olmak değildir;ne zaman ki eleştiri de tarafları zorlamaya başlarsak o zaman haklıyız.Yani tamamen madalyonun iki yüzünü de görmekle ilgilidir haklı olmak. AKP veya herhangi siyasi bir parti;siyasi irademiz ve tercihlerimiz... Madem tartışmalarımızın seyri,yeni ve sivil olan bir anayasa beklentisi...O zaman AKP den başlayalım siyasi irademizi sorgulamaya... AKP,%47 gibi bir oranla iktidar bayrağını büyük bir zaferle taşıyor;rahatsız olalım yada olmayalım.Gerçek bu! Halkın büyük bir kısmı onu tercih etmişir. Ve bence bugün olacak bir seçimde de bu çok değişmeyecek. Neden AKP, Denildiği gibi sadece bir ton kömüre satılan oylar mı bu zaferi getiren neden! ya da bilincsiz olarak nitelenen bir halkın iradesi mi....? ya da ...........................................................................? kendimizi kandırmayalım,dönüp bir kez etrafımızda olup bitenlere bakalım. ne istiyor bu halk,nerede bu halk,neyi hakkediyor bu halk...? sanılmasın AKP benim için özel bir parti? değil! sanılmasın ki yaptıkları özel işlerimi kolaylaştıran etkenleri kendisinde barındırıyor(bir arkadaşımız beni bu şekilde sorgulamıştı da) değil! AKP,dünün siyasi olan çıkmazlarını bugüne taşıyan bir gelenek, AKP,muhalif olamayanların iktidara taşıdığı siyasi anlayış... yazmaya devam ettikçe sertleşen bir uslüp ile karşınızda nefrete dönüşebilirim.Bu nefreti yazarken,sadece AKP ile devam etmem işte; Bu ülkeyi kaç yıldır kimler yönetiyor;kimler vardı parlemantoda...? CHP ne yaptı,DSP ne yaptı,Refah Partisi ne yaptı...? Hiçbirşey! Kocaman bir sıfırdı bu ülke adına yaptıkları. AKP bu ülke için ne yaptı? Öncekiler ne yaptıysa...kimbilir belki de onlardan bir adım ötedeydi yaptıkları ile... Geçtim darbeleri,geçtim tüm hukuksuzlukları,geçtim bitmeyen irtica naralarını,geçtim bölünecek bölünecek diye şahlananları... Geçtim,kendimden ve kendimin olan tüm değerlerden... Geçtim de yine soruyorum? AKP'ye oy verenleri bir ton kömür ile suçlayanlara... AKP mi suçlu yoksa insanlarımızı bir ton kömüre mecbur bırakanlar mı,insanlarımızı uyutanlar mı? ...... ...... Alanlarda ''sivil bir anayasa''diyen AKP,bugün sivil olan anayasanın neresinde? Bence binlerce kilometre ötesinde! Düşünün;demokratik,laik olan bir ülke... Düşünün;darbelerin anayasası ile var olan bir ülke... Düşünün;ne büyük çelişki ya da boşverin! düşünmek bu ülkede para etmiyor! Terör,küresel mali kriz vs ile açıklanmayacak bir geri adımdır bu ertelemeler;sahi bizim ülkemizde verilen tüm sözler alanlarda kalır... şak şak şak...işte sorunumuz... ..... ..... Referandum olmamalı dedim;demeye devam edeceğim.Bizler nasıl bir tolumuz,önce bunu iyi analiz etmek gerek. Maalesef çok duyarlı,bilinçli,olayları sağlam yorumlayan bir toplum değiliz. İzlediklerimiz,takip ettiklerimiz,örnek aldıklarımız bize bunu net gösteriyor. Bunun suçlusu bizmiyiz;tabi ki hayır! Bizi bu karanlığa itenler,bize bunu reva görenler... .... .... Demokrasi dedik değil mi? Atina ile halk denilen,ortaçağ ile yenik düşen ve sonrasında birey karşısında devleti koruyan! Demokrasi dedik değil mi? Demokrasi halk ise,demokrasi araç ve yöntemleriyle iradem ise...kusura bakmayın;bu ülke demokrasiden nasibini alamadı. .... .... Denetim mekanizmaları olmalı,evet Sevgili Politika... Olmalı da onlar nerede durması gerektiğini çok iyi bilmeli; Hukuk ise ölçüt;gece yarısı muhtıraları değil;sadece hukuk olmalıdır bize hesap soran! .... .... Diyeceğim o;türban yasağı vicdani değildir. Ama bunu derken bile siyaset çamuruna bürünmüş tüm korkuları görür gibiyim;susmak mı yaraşır korkuya rağmen yoksa haykırmak mı kendi gerçeklerini? Ben bitiremedim yazdıklarımı,buyrun siz tamamlayın... YASAMA-YÜRÜTME-YARGI...GÜÇLER AYRILIĞI...SADECE ÜTOPYALAŞTIRILAN...
  7. Ahmet Kaya...Korkarım!
  8. Bir ateş ki külleri tüm zamanlara acı verir, Bir ateş ki kardeşi kardeşten ayırır, Bir ateş ki patlayan mayınlara türküler yazar... Çok yazdım,yine yazacağım...Dilim benimdir,özelimdir...özelimmi yüreğimin en güzel yerine hapsettim...birşey var ki hapsolmayan...o da herşeyi ile benim olan bu coğrafyada ki halkımın gülümseyen gözleridir...lütfen ateşi söndürmek için bir damla da olsa suyu taşımak için vicdan!Türk ve Kürt Halkları için,bizim halkımız için!
  9. Gitmesin,kimse gitmesin;hele ki seven yürekler!
  10. Kadınlar giderse,yoldaşlığımız eksik kalır... Kadınlar giderse,çocuklarımız sevgiye hasret kalır... .............................. Kadınlar giderse,şefkat el çeker insandan... Kadınlarınıza,kadınlarımıza sahip çıkın...kadınlar gitmesin;sizinle olmayan yarınlara!
  11. Çeber'in avukatına kulak verin 30/10/2008 ANKARA - "İşkence ve kötü muamele" sonucu hayatını kaybettiği iddia edilen Engin Çeber’in Avukatı Taylan Tanay, "Ölümünden 20 gün geçmesine rağmen, elimizde olanlar bir yayın yasağı, bir gizlilik kararı ve henüz hiçkimsenin suçlanmamış oluşu" dedi. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının Hakimevi’nde düzenlediği "İşkence ve Kötü Muamele ile Mücadele" toplantısı öncesinde, Çeber’in ölümüyle ilgili CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, Çeber’in avukatı Tanay ve babası Ali Çeber, basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Özdemir, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu olarak olayın incelenmesi amacıyla bir alt komisyon kurduklarını ve İstanbul’da incelemelerde bulunduklarını söyledi. Çeber’in avukatı Tanay ile baba Ali Çeber’in, soruşturmayla ilgili yayın yasağı konulması, soruşturmanın uzaması ve şu ana kadar herhangi bir kişinin göz altına alınmamış olması dolayısıyla endişeli olduklarını ifade eden Özdemir, bu endişelerini dile getirmek üzere kendisini ziyarete geldiklerini kaydetti. Özdemir, TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi olmasına rağmen, bugün yapılan toplantıdan haberi olmadığını belirterek, "Giderek büyüyen, giderek yoğunlaşan bu kötü muamele ve işkence konusunda diliyor ve umuyorum ki, bu toplantıda objektif konular gündeme getirilir" dedi. -KENDİMİZİ DAVETLE SAYDIK- Avukat Tanay ise toplantının yapılacağını basından öğrendiklerini, kendilerine ulaşan resmi bir davet olmadığını dile getirdi. Tanay, şunları kaydetti: "Her ne kadar Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ve Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını yapan Hasan Fendoğlu, bizim de ailenin de avukatların da burada olmasının iyi olacağını ifade etmişse de bize herhangi bir davet ulaşmadı. Ama biz kendimizi davetli saydık. Bu meselenin konuşulduğu yerde, elbette ki Engin Çeber’in konuşulması gerektiğini düşünüyoruz. Çok yakında 29 yaşında gencecik bir insanı yitirdik. Soruşturma, adil, tarafsız sürdürülmüyor. Bu konuda endişelerimiz söz konusu. Ölümünden 20 gün geçmesine rağmen, elimizde olanlar bir yayın yasağı, bir gizlilik kararı ve henüz hiç kimsenin suçlanmamış oluşu" -İŞKENCECİLER CEZALANDIRILMALI- Yayın yasağından sonra durumu endişeyle takip ettiklerini ifade eden Tanay, "İşkenceye sıfır tolerans temasıyla yapılan bu toplantıda, sıfırdan değil 1’den haberliyiz. Engin’den haberliyiz ve bunu burada can kulağıyla dinlemeye geldik. Adalet istiyoruz. Engin’i işkencede katledenler, ona 10 gün boyunca kesintisiz işkence yapanlar mutlaka cezalandırılmalıdır" diye konuştu. Burada toplantıya katılacak hükümet üyeleri ve yetkililerin Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin ortadan kalkmasını taahhüt edecek şeyler söylemelerini beklediklerini belirten Tanay, bu nedenle toplantıyı takip etme kararı verdiklerini, soruşturmanın kötü ilerlediğini, kamuoyunun baskısının giderilmeye çalışıldığını öne sürdü. -TELEFONLA ÖZÜR YETMİYOR- Engin Çeber’in babası Ali Çeber, "Sayın Adalet Bakanı’nın bana telefon edip özür dilemesi yetmiyor. Suç işleyenlerin, benim oğlumu katledenlerin muhakkak cezalandırılmasını istiyorum" dedi. Bir gazetecinin "Bugün toplantıda ne söyleyeceksiniz?" sorusu üzerine Çeber, "Toplantıda söz hakkı verip vermeyecekleri belli değil. Davet edilmedik. Oğlumun katillerinin bulunmasını, adaletin yerini bulmasını istiyorum. Demokrasiyle yönetilen bir ülkedeyiz. ’Hukuk devleti’ deniyor. Nerede?" yanıtını verdi. Adalet Bakanı Şahin’in sözlerinin yeterli olup olmadığı yönündeki bir soruya ise Çeber, yeterli olmadığı karşılığını verdi. Çeber, "Adalet Bakanı kadar suçlu olan bir de İçişleri Bakanı var. İçişleri Bakanı’nın herhangi bir şeyi yok" dedi. (aa) İŞKENCE İNSANLIK AYIBIDIR...SUSMAYIN!
  12. bende baharı özledim,umudu,sıkıca sarılan düşleri...hepsi bana kimi zaman dökülen yapraklarıyla kimi zaman dirilen toprağıyla;bana baharı hatırlatıyor...
  13. şu dağlara çıkam idarem için Bir tabip getirin yaremi açın Yaram çok derinde kefenim biçin Ya ben ağlamayım kimler ağlasın Yareli sinemi anam bağlasın Kıyma felek kıyma bir dal çınara Evde yalınızdır anam biçare Yıkılmış hanesi fukara bendi Suyumu döküyor dedem efendi Cenazemi yıkar Turabi kendi Ya ben ağlamayım kimler ağlasın Yareli sinemi anam bağlasın Kıyma felek kıyma bir dal çınara Evde yalınızdır anam biçare ...İlyas Salman'dan dinlerken bu güzel türküyü;Tuzluca'da kayısı ağaçları ardında Ağrı Dağının görkeminde ''Deniz Koydum Adını'' mısralarını söyleyen sevdiğimi özledim...çok yoruldum;Iğdır'ımı özledim,annemi,babamı ve kardeşlerimi özledim...çok özledim...
  14. mavi olmayan gökyüzü şurada yorum gönderdi rina'nın blog başlığı içinde rina's Blog
    karanlık gecenin yıldızı iken kayan bir yıldızla canı acıyan olmak, Sevgili Rina tüm bu yazılanları yüreğime sindirirken,tek sevdiğimi,kayan yıldızımı hatırladım. canım acımıştı,hala da acıyor! Bundan 4 yıl önce,yaşadığım kent sadece ikimizindi, şimdi o yok... benim de canım acıyor,hem de çok. aşk değildi bu sadece... özlemdi,yalnızlıktı,sığınılacak en son limandı! Rinacım,canın acıyorsa bırak acısın. kayan yıldız;bir daha ışık olmayacak sana... karanlığına aydınlık olduğun yıldızın için;acıyacaksa canın bırak acısın...
  15. Gerçek anlamda bir Cumhuriyet'i hakkeden güzelim ülkem için;bizim olan Cumhuriyet...kutlu olsun!
  16. Bir açıklama daha sunayım izninle değerli arkadaşım; o boyundurluğa alışan insanlar o aşiretlerden o törelerden en çok canı yanan insanlar... ne yaparsın;birileri sürekli uyuman için çaba sarfedirken,elinden olmayanlar seni onlara mecbur bırakıyor, elin kolun çözülüyor zulmün karşısında... saygılar!
  17. Sormak lazım o zaman; diğer adı günah insan mı suçlu tüm yaşananlardan, yoksa...? yaşamak,günaha rağmen insan olarak gelmek,dünyaya gelmemekten çok daha iyidir ,diyor Sevgili Dayı... ben gelmemeyi tercih ederim yada sadece bir martı olarak gelmeyi...
  18. mavi olmayan gökyüzü şurada yorum gönderdi rina'nın blog başlığı içinde rina's Blog
    Rina'cım umarım canını gereğinden fazla acıtmaz bu kayan yıldız;Eşkiya demiş ya Sarı Lale;eşkiyalığın gökyüzünde ki aşkının saflığı geldi aklıma!
  19. mavi olmayan gökyüzü şurada yorum gönderdi gloria'nın blog başlığı içinde şeb-i yelda...
    Ben çok gülmedim;sadece küçük bir tebessüm:)çok şey yazmak için debelenirken;ben iyisi yazmam gerekeni yazıp çıkayım... Nice mutlu senelere ''Doğa''cım...sen bakma Sarı Lalem'izin 12 Eylül'lerden ''Bez Bebekler' e kadar olan sitemine...
  20. Sonra farkettim ki; Su akıyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor... Her şey yine ve aynı şekilde oluyor... Öyle bir yere geldim ki; Sıcak ve soğuk, aşk ve nefret, savaş ve barış... Üşümek ve sonra ısınmak gibi... Gitsem ayrılık olur, kalsam çöl.. Gidersem bende hasret olur ve belki beni sevenler de özler; Ama anladım ki; özlemden hiç kimse ölmüyor. Ama ben ölüyorum... Nefes alıyorum, önemsiyorum ve gitmek istiyorum. Anladım ki; hasret yeni bir aşka kadar sürüyor. Sevdiklerim ve beni sevenler, bağışlayın... Su akıyor ve ben gidiyorum… Bir nehir ki ömrüm Taşır bin yıllık kavgasını Yurtsuz aşklarımın Bir nehir ki ömrüm Yüreğim baş eğmez bir haylaz Bir nehir ki ömrüm Buzun ateşe değdiği zaman Terin toprağa Gülün yaprağa Işığın suya değdiği zaman Dudaklarım gözlerinde Aşkı içeceğiz... Bir mavzer buğusunda Gözlerim kıyısında Hazarın büyüsünde Soğan kırıp zafere Aşkı içeceğiz... Tuncay Akdoğan'ın güzel yüreğinden...yine güzel bir yüreğe...sevgiler!
  21. Bu arşivlere herkesin bakmasında büyük fayda var;ben anlamak için tüm yaşananları bunları teker teker okuyacağım.Taraf olurken bile neden taraf olduğumu bilmek için... Sayın Politika,bakın isterseniz bu arşivlerden başlayalım...saygılar!
  22. Çalışmalarımızın daha etkili ve sistemli olabilmesi için grubumuzda yer almak isteyenler;ÖM ile bana ulaşabilirler...Sevgiler!
  23. Burada olacağınızı bildiğim için davet ettim;bizim olan insanlar için,kendim için teşekkür ederim. Sevgiler!

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.