Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. hele bak cadı sen çoooooooook daha güzelsin
  2. bilmem,galiba yeterli ama yine de tepki!Burası Türkiye deyip,kabullenmemk için!
  3. Kişiselleştiren siz değildiniz;kişiselleştirdiğini söyleyen forumdaşımızdı. Beni etiketlendirme ile suçlayan bir yazıdan hemen sonra gönderdiğiniz iletiydi sizinde adınızı kulllanmamın nedeni.Sayın Politika;sizce gerçekten ben diyaloğun yolunu kesenlerden miyim? Ergenekon,benim için devletin iç hesaplaşmasıdır dedim,AKP şemdinlide susarken burada savcı ise vardır bir çıkarı dedim,muhalefet muhalefet olsa bunlar konuşulmaz dedim,kurunun yanında yaşda yanmasın dedim... Veli Küçük derken mi birilerine iftira attım;onun neler yaptıkları ortadayken... Yine de anlaşılmayacaksa susayım!
  4. çok teşekkür ederim,öleyimdir azcık gerçekten çok teşekkür ederim.
  5. Bakın bu benim de aklımı fena karıştırıyor;madem Laik bir ülkede yaşıyoruz...neden Diyanet Başkanlığı devletin tekelinde...neden sadece Sünni vatandaşlarımız var bu Diyanette?
  6. Canım bu ülke de ki Kürtler'in çoğu kendi dilini bilmiyor desem ve ayrıca eklesem;Üniversiteler bilim yuvasıdır;isteyen seçmeli olarak alsın.Bu arada şunu da yazayım;bütün diller benim için özeldir.İnsan özel olduğu sürece!
  7. Kesinlikle eline silah alan değil,asla!Eline silah alan ile tabi ki mücadale edilecektir,ama bu mücadalede sadece eli silahlılar hedef alınacaktır. Uğur Kaymaz'ı duymuşsunuzdur,küçük bir çoçuk(babası terörist desek de onun ölümünü meşrulaştırsak da 12 yaşındaki bir çocuğa sıkılan 11 kurşun;yaşama hakkının nasıl da yok sayıldığını göstermez mi?) Bakın ben bunu çok yazdım;yazmaya devam edeceğim.Benim için okulları yakan,insanları zorla dağa çıkartan,kendi halkını taraf bulmayınca öldüren PKK,katilden başka birşey değildir. Bunları yazarken,köyleri yakanları,insanları PKKnın kucağına itenleri,koruyucuları,devletin kurallarını kendilerince dönüştürenleri...onları da masum görmüyorum.
  8. .......................... ........................... KENDİ VAR, ADI YOK BİR ÜLKE: KÜRDİSTAN • ‘Kürdistan’ terimi ilk kez, son Büyük Selçuklu Sultanı Sancar Bey’in (ö. 1157) merkezi bugünkü İran’ın Hemedan kentine yakın Bahar kenti olan ‘Kürdistan Eyaleti’nde kullanılmıştı. Kürdistan adı, coğrafi bir terim olarak, Kanuni Sultan Süleyman 1525 ve 1553 tarihli fermanlarında da vardı. I. Ahmet 1604 tarihli fermanında ‘Umum Kürdistan’ terimini kullanmıştı. 17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi ünlü seyahatnamesinde ayrıntılarıyla ‘Kürdistan’ bölgesini ve şehirlerini anlatmıştı. Sadrazam Mustafa Reşit Paşa 1847 yılında yönetim birimi olan ‘Kürdistan Eyaleti’ni kurdu. 13 Aralık 1847 tarihli Takvim-i Vekayi‘de yayınlanan düzenlemedeki eyaletin merkezi Ahlat’tı ve Diyarbakır, Muş, Van, Hakkâri, Cizre, Botan ve Mardin’i kapsıyordu. Merkez sonra sırasıyla Van’a, Muş’a ve Diyarbakır’a taşındı. 1856’da bu eyaletin sınırları yeniden düzenlendi, 1864’te ise Diyarbakır ve Van vilayetlerine bölünerek son buldu. Dahiliye Nazırı Mehmed Ali Bey’in Hariciye Nazırı Ferid Paşa’ya gönderdiği 13-14 Nisan 1335/1919 tarihli tezkirede bakılırsa bu tarihte de Kürdistan, Ermenistan, Kürt gibi terimler hiçbir komplekse kapılmadan kullanılıyordu. Milli Mücadele’nin başlarında, Mustafa Kemal’in, Kürt aşiret reislerine çektiği telgraflarda, Sovyet Rusya Dışişleri Komiseri Çiçerin’e yazdığı mektuplarda, bazı Meclis konuşmalarında ‘Kürdistan’ dediğini, Birinci Meclis’in Doğu’dan gelen üyelerine Kürdistan milletvekili dendiğini biliyoruz. Ama 1923’ten itibaren belgelerde bölgeden Vilayat-ı Şarkıya veya Şarkî Anadolu olarak söz edilmeye başladı. 1930’larda Şark, 1950’lerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu, 1960’larda Kalkınmada Öncelikli Yöreler, 1984’ten 2002’ye kadar OHAL Bölgesi dendi. Bugün ise belirgin bir adı yok ama Kürdistan adını telaffuz etmek adeta tabu haline geldi. Öyle ki, Irak’ta resmi adı ‘Kürdistan Bölge Yönetimi’ olan idari yapı için bile ‘Kuzey Irak’taki oluşum’ gibi garip bir terminoloji kullanılıyor. İran’daki Kürdistan bölgesinden ise çok az kimsenin haberi var. Osmanlı Devleti’nde, 1839’da Tanzimat ilanından sonra yaşanan ilk ciddi Kürt ayaklanması Cizre’deki son Botan Emiri Bedirhan Bey’in 1847’deki ayaklanmasıydı ama bu bırakın milliyetçiliği, ‘Kürtlük bilinci’yle bile değil, merkezî devlete karşı yetke alanını genişletmek için yapılmış bir başkaldırıydı. Yıllarca merkezle işbirliği içinde yöredeki Kürt aşiretlerine hükmeden Bedirhan Bey, bir süre sonra gücünün büyüsüne kapılmış, önce devletin Hıristiyan tebaasından Nasturilere saldırmış, arkasından Van bölgesinde Tanzimat reformlarına karşı çıkan Kürt aşiretlerine arka çıkmıştı. Merkezî devlet de, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Paşa tehlikesini savuşturduktan sonra Bedirhan Bey’e haddini bildirmeye karar vermişti. 1847’de başlayan çatışmalar, sekiz aylık bir mücadeleden sonra merkezin galibiyeti ile sonuçlandı. Bedirhan Bey önce İstanbul’a sonra yabancı ülkelerin ricasıyla Girit’e sürgüne gönderildi. Orada Müslüman ve Hıristiyanlar arasında arabuluculuk yapması üzerine devlet tarafından affedildi ve ‘Paşa’ unvanıyla ödüllendirildi. ŞEYH UBEYDULLAH İSYANI • Bedirhan Bey’in yenilgisinden sonra bölgede dinsel, ekonomik ve siyasal anlamda en güçlü aktör Hakkâri’nin Şemdinli bölgesindeki Nehri köyünde ikamet eden Şeyh Ubeydullah olmuştu. Peygamber soyundan gelen ve Nakşibendîliğin Halidiye koluna bağlı olan Şemdinanlar, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti ile İran arasındaki bölgenin kontrolünü tamamen eline geçirmişlerdi. Ağır vergileri ve 1879’da kötü geçen hasadı bahane eden Şeyh, önce vergi sistemini değiştirmek için devletle pazarlık yapmış, ama istekleri yerine gelmeyince Nasturilerin de desteğini alarak 1880’de hem Osmanlı Devleti’ne, hem de İran’daki Kaçar Devleti’ne isyan ettiğini açıklamıştı. Uzun bir pazarlıktan sonra Medine’ye sürgüne gitmek zorunda kalan Ubeydullah’ın Başkale’deki İngiltere Konsolos Yardımcısı Clayton’a yazdığı mektuptaki bazı ifadeler, ‘Kürtlük bilinci’nin şekillenmeye başladığını düşündürüyordu, çünkü talepler arasında Kürdistan’ın bağımsız bir bölge olarak tanınması vardı. (Ayaklanma hakkında ayrıntılı bilgi için: Waidieh Jwadiah, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi ve Gelişimi, İletişim, 1999, s.143-193) Bu yazı dizisinin devamını vereceğim.Kürt sorunu anlamak için tarihle yüzleşmenin vakti geldi.Saygılar!
  9. OSMANLI’DAN BUGÜNE 1: Kürt milliyetçiliğinin ‘geç’ doğumu Taraf/AYŞE HÜR - Istanbul - 19.10.2008 Milli Mücadele’nin başlarında, Mustafa Kemal, Kürt aşiret reislerine çektiği telgraflarda ordu komutanlarına ve Sovyet Rusya Dışişleri Komiseri Çiçerin’e yazdığı mektupta, bazı meclis konuşmalarında ‘Kürdistan’ terimini kullanıyordu BAŞLARKEN PKK’nın 1984 Eruh baskınından bugüne dek, Avrupa’nın en büyük, dünyanın altıncı büyük ordusuna sahip olan Türkiye, 20 bin civarındaki PKK üyesini etkisiz hale getirmek için 300 bin askerini ve 67 bin korucuyu seferber etti. 14 ilde 1987-2002 arasında “Olağanüstü Hal” (OHAL) ve sıkıyönetimler ilan edildi. Bunlar tam 57 kez uzatıldı. 24 kez sınırötesi operasyon yapıldı. Resmî rakamlara göre 14 yılda 96 milyar dolar harcandı. Bazıları bu rakamın aslında 400 milyar dolar olduğunu söyledi. Resmî rakamlara göre Türk tarafından asker-sivil 10 bini aşkın kişi hayatını kaybetti, bir o kadarı da yaralandı, sakat kaldı. PKK mensubu ya da yandaşı 25 bini aşkın kişi ‘etkisiz hale getirildi.’ AD KOYAMAMAK • Yedi yıl kulağımızın üstüne yattıktan sonra 2006’dan itibaren tekrar tırmanan ‘düşük yoğunluklu çatışma’ durumunun bilançosu hakikaten vahim. Yürekleri dağlayan ölüm haberleri, sadece ilan edilmemiş bir savaşın sürdüğü bölgede değil, tüm ülkede yaşanan ama tam dökümünü bilmediğimiz ekonomik, sosyal, psikolojik yıkımlar, Ayvalık örneğinde ürkerek izlediğimiz türden ‘Türk’ ve ‘Kürt’ toplumları arasında yükselen düşmanlık hali ve daha nicesi. Damadı gazeteci Metin Toker’e bakılırsa, İsmet İnönü “Daha Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte düşünmeye başladı bu Kürtleri ne yapacağız diye?” demişti. (Aktaran Hasan Cemal 26 Ekim 2007 Milliyet) Yani, sorun bazılarının göstermek istediği, 1984’te PKK’nın Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla başlamadı. Aksine Cumhuriyet’le yaşıt. Tam 85 yıldır, ‘şekavet’, ‘eşkıyalık’, ‘asayişsizlik’, ‘feodalizm’, ‘geri kalmışlık’, ‘modernleşme karşıtlığı’ gibi bağlamlarda ele aldığımız bu meseleye ‘Kürt Meselesi/Sorunu’, ‘Terör Meselesi’ ya da ‘dış mihrakların işi’ adı takmanın tarihçesi oldukça yeni. Yani PKK bir neden değil bir sonuç. Adı doğru koyulamadığı için, meselenin nasıl bitirilebileceği konusunda da uzlaşma yok. Eskiden ‘harekât’, ‘tedip’, ‘tenkil’, ‘sürgün’ ve ‘imha’, ‘asimilasyon’ gibi zorbalıkla çözülmeye (!) çalışılan sorun şimdi de benzer yöntemlerle ele alınıyor. Kimi, PKK’yı tepelemek, kimi yerel yönetimleri ele geçirmek, kimi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine yatırım yapmak, kimi Kuzey Irak’a girmek, kimi Batılı ülkelere ültimatom çekmekten söz ediyor. Ama pek az kimse, bu ülkenin dört bir yanında Türklerle iç içe yaşayan, onlarla birlikte aş ve iş peşinde koşan, onlarla birlikte gülen ağlayan şiddete bulaşmamış Kürtlerin ne istediğini sormuyor. Sormak ne kelime Kürtlerin en azından belli bir bölümünü temsil eden HEP, DEP, HADEP, DEHAP ve nihayet DTP gibi partiler devlet katında, medyada ya da sivil toplumda sürekli yok sayılıyor, tahkir ediyor veya dışlanıyor. Benzer muamele, Türkiyeli Kürtlerin akrabaları olan Iraklı Kürtlere karşı da yapılıyor. EMPATİ EKSİKLİĞİ • Bunun bir de öteki yüzü var. Tarihi devletin izin verdiği ölçülerde öğrenebilen Türk tarafı, ‘Kürtlerin karda yürürken kart kurt sesi çıkardığı için Kürt adını almış bir Türk boyu’ olmadığını yeni idrak etmeye başladı ama, Kürtler arasındaki farklılıkları, Kürtler ile PKK, PKK ile Kürt milliyetçiliği, milliyetçi taleplerle kültürel talepler, kültürel taleplerle insan hakları gibi olgular, kavramlar arasındaki ilişkileri kurmakta zorluk çekiyor. Özetle, Kürtlerin (ve onlara destek veren uluslararası toplumun) kendilerinden ne istediğini bir türlü anlayamıyor. Gerçi Kürtler bu saptamaya çok kızıyorlar ve “85 yıldır söylüyoruz, duymuyorsunuz, anlamıyorsunuz, anlamak istemiyorsunuz” diyorlar. Ama Aralık 2004’de International Herald Tribune’ün Avrupa baskısı ile Le Monde‘a verdikleri 200 imzalı ‘Kürtler ne istiyor?’ başlıklı ilandan sonra çıkan tartışmalardan hatırlıyoruz ki, henüz Kürtlerin kafası da ne istedikleri konusunda berraklaşmış değil. Federal haklarla esnetilmiş üniter devletten ekolojik topluma, Kemalizmi referans alan demokratik konfederalizmden bağımsız ulus-devlete kadar pek çok projenin yandaşı var. Üstelik bazen aynı kişiler, birden fazla projeyi aynı anda savunuyorlar. Yani her iki taraf da haklı. Ne Kürtler taleplerini derli toplu, açık, net anlatabiliyor, ne Türkler onları anlamak istiyor. Bunlara ek olarak, her iki taraf da ‘Türkler’ ve ‘Kürtler’ gibi ‘yaratılmış’ kategorilerle konuşmanın mahzurlarını yaşıyorlar. Halbuki ne yekpare bir ‘Türklük’ ne de yekpare bir ‘Kürtlük’ var. Ama en kötüsü, her iki tarafın büyük bir kesiminin, meseleye milliyetçi paradigma içinden bakması. Çünkü her milliyetçilik gibi, Türk ve Kürt milliyetçiliği de diğerini ‘ötekileştirerek’ kendini tanımlayabiliyor. Bu yazı dizisinde, iki halk arasında modern çağlardaki ilişkilerinin tarihçesini, milliyetçi paradigmalardan haberdar olarak ama onların esiri olmadan özetlemeyi amaçlıyorum. Çünkü konu, ciltler dolusu kitapla bile anlatılmayacak kadar karmaşık ve derin. Bu özetten hareket ederek, merak ettiğiniz başlıkları daha derinlemesine inceleyebileceğinizi umuyorum. Elbette, gerek yer sınırlılığı yüzünden, gerekse benim bilgisizliğim ya da unutkanlığım yüzünden atlanmış önemli noktaları sizlerin eleştiri ve katkılarıyla ilerde tamamlarım....
  10. Canım arkadaşım,aslında Angelime ne yazayım diye çok düşündüm;benim için özelsin,benim için farklısın. Ama şunu da yazayım,dostluğuna güvenerek... Çözüm inan ki anadilde saklı,versinler;seçmeli olunca da isteyen öğrenebilir.Şart değil,seçenek...değerli arkadaşım,kana değil sevgiye boğulmak için(sevgiye boğulacak insanlar mıyız,o ayrı ) sevgiler!
  11. Değerli arkadaşım,tabi ki ekonomi herşeyi ile sebebler hatta sorunu tetikler durumda olandır;ama şunu da eklemekte yarar var diye düşünüyorum;bu terör ortamında çıkar çatışmasına dönüşen ilişkileri de sorgulamak lazım.PKK hemen yanıbaşında Hizbulallah!Jitem hemen karşısında koruyucu...sadece bir kaç örnek...saygılar!
  12. Milliyetçilik anlayışımda başkalarını yok saymak yatıyor,milletini sevmek değil.Eğer yok saymıyorsanız;tabi ki alınnmayın.Kavramlar bize göre şekillenen ise ırkçılık diyelim...ki siz alınmayın saygılar!
  13. Cevabınızı ben vereyim o zaman;nitekim Kürt sorunu var diyenlerden biri de benim. -Kürtler'in bu ülkede yaşayan diğer etnik kökenlerden farkı;Kürt olduklarını ifade ettikleri zaman;en temel hakları olan yaşama hakkı dahil yok her türlü haklardan men edilmeleriydi...yani yine etnik! -Neden KÜRT SORUNU mu?Onu da Kürtleri sorunsallaştıranlara sormak lazım;bakın ben başta da yazmıştım,çok sordum.Mesela siz sorunlu Kürtler vardır;Kürt sorunu değil.Peki,öyle olsun...o zaman neden bu sorunlu Kürtler var,neden bu kadar çoklar? -Başkaların dilleri var mıdır,yok mudur sorusu...kusura bakmayın,başkalarına göre konuştuklarımı,yaşadıklarımı belirleyemem.Ama yine de yazayım;onların dili ne zaman Kürtçe kadar yasaklı oldu? -Kendi kültürleri olmaz mı;ben o kültürlere sevgilerin,saygıların en özelini sunuyorum...kendi kültürüme sayğı duyduğum kadar tüm kültürlere saygılıyım! -Kendi haklarını istemekten acizler mi?Bu sorunuza verilecek onca cevap verken ve bu cevaplar da **** iken susuyorum.Hak mı,ben hak kelimesine bayılırım;hele ki insani ise... Onlar acizler mi,yok bence onlar benimle aynı sorunları yaşşadılar mı diye düzeltilmeye gitmeliyim. ABD,Irak'ı işgal etmişti.Bombalar,siren sesleri...TV de savaşı seyredalan ben,insanların ölümünü bu kadar büyük bir soğukkanlıkla izleyen ben! Çok iyi hatırlıyorum;Nevruza günler kala başlayan bu işgali.TV de savaş uçakları,bizim evin hemen yanında ise tanklar,askerler...2000 lerdeki sıfırlar yoktu üstelik,çoktan geçmiştik sıfırları.benim yaşadığım ülke de Irak değildi,işgal yoktu üstelik... İşgal yoktu ama korku vardı,işgal yoktu ama kan vardı. Önce korktum;sonra güldüm...alışkanlık olmuştu nede olsa abluka altına alınmaya alışkın olan yaşamlarımız tüm bunlara! Kürt sorunu yok mu,o zaman söyle bana arkadaşım;neden bu yaşananlar,neden bu ölümler...?
  14. Sevgili Dipnot, açtığınız başlıkta yazılanları,birkez daha okudum,sonra birkez daha.Hepimizin kafası o kadar karışmış ki;bizler aynı anda çok farklı şeyler söyleyip hep aynı noktalara gelmişiz.Sil baştan,döndük başa. kimilerimiz dil olmaz demiş,kimilerimiz dil bizi böler demiş...demiş de demişiz...Kürtler kimdire kadar gelmiş,yerlerini belirlemişiz.İşte bu en acısıydı benim için;bırakın Kürdü;insan nerede olmalıydı... herşeye rağmen,duyarlı olan yaklaşımınızla size çok teşekkür ederim!Sevgi ve saygılar...!
  15. Sayın Süheda, İlginç olan ne biliyor musunuz,bir dili bu kadar basit nedenlerle yok saymanız.Sizin kendi dilinize verdiğiniz saygı oranında başka dillere saygı duyduğunuz gerçeğini de düşünürsek! Dili,insanı bu kadar yok saymak da bölücülüktür.Bölmek neydi bu arada? Değil mi arkadaşım,bazıı değerler vardır ki;insanları tek yürek eder!Bunların başında vatan gelir.Vatanını seven,insanını sever,insanın yaşadıklarına tanıklık eder;onlara yabancı kalmaz. Siz,bana ve yaşadıklarıma o kadar yabancısınız ki,size ne yazsam kalkıp ya duygu sömürüsü dersiniz yada bölücü...olmadı edebiyat ayakları! Halbuki ben size yabancı değilim aslında,vapurda,dolmuşta,kaderde ortaklık eden kardeşinizdim. Tek farkımız rengimizdi,tek farkımız dilimizdi. Bu ise bizi özel kılandı,ayıran değil. Kürtçe yasak edilmedi diyorsunuz,bunlar oynanan oyunlar diyorsunuz...bunlar o kadar alışılmış söylemler ki,tepki bile duymak çok gülünç olur. Yanlış olan siz değilisiniz,yabancı olan sizsiniz. Ezber olan düşüncelerle,yok edilmiş bir aydınlığı taşımaya devam edelim,herkes ötekileştirsin,kimbilir belki de hakettiğimiz için hala konuşuyoruz bu basitlikleri! Benim için milliyetçilik denilen kavrama boğulmuş olan herkes;görmeyen,duymayan,**** beyinlerdir(kimse üstüne alınmasın,sadece milliyetçiler alınsın) Kürtçe yasaklanmadı mı? Saygılar!
  16. Sayın Doğrucudavut, Oldukça doğru bir yaklaşım;anadilde eğitim talepleri bu şekilde karşılanabilir.Bunu yapmak,bunun için adım atmakta pek zor olmasa gerek.Yeter ki dürüst olalım. Kürt sorunu;siyasal olan çıkmazların askeriye ile ifade edildiği alanlarda;ekonomiyi ve sosyal sorunları da kendiliğinden beraber getirmiştir.Yani bütünüyle aynı olmayan alanlarda;bütünüyle aynı olan sonuçlar! Bu sorun sadece anadilde verilecek bir eğitim ile değil;güvenliğin vatandaş için gerçek anlamda güvenlik ile açıklanabileceği bir askeri anlayışla,kültürel haklarla,bilinçli bir toplumla,ekonomik göstergeleriyle refahı ifade eden bir toplumla;yani her yönüyle tanımlanmış ve tamamlanmış bir toplumun ortaya çıkmasıyla sağlanabilir.Tam bu noktada sizin dedikleriniz; ''Dediklerinize katılıyorum. Zaten benim de konuyu getirmek istediğim nokta bu. PKK bitirilmeden, sağlıklı bir şey yapılamaz öncelik bu, ancak bu demek değildir ki şu anda çağdaş ve objektif olma koşuluyla eğitim vermeyelim. Ben soru sordum sadece. bana göre tabii ki, güvenlik tedbirleri ve operasyonları ile birlikte, eğitimin de paralel olması gerekir. Ha bu sadece yöre halkına verilecek eğitimle sınırlandırılacak bir şey değil. Elbette, uç noktada görev yapan askere de yani alt kademeye, erlere vs. verilecek bu eğitim polise de hukuk ve yetki dışı davranışlarını engelleme amaçlı. Ancak bunların olabilmesi için tabii ki bir de dirayetli bir hükümetin olması gerekir.'' şeklinde ifade ettikleriniz;çözümün denildiği gibi çok da zor olmadığını bize net gösteriyor. PKK,bugün halk için nedir?doğruları yazmak gerekiyorsa;Kürt halkı PPK'yı,kendi içerisinde kendi zihninde bitirememiştir.PKK' onun için sadece bir terör örgütü de değil;hatta onu destekleyenler azımsanmayacak kadar fazladır. Bu benim için çok acı.Ben asla kendi halkımı kandan ve silahtan yana görmek istemem.Kan zulümdür;insana yakışmaz.Çıkar çatışmalarına dönüşen insan hayatını bu kadar basitleştirenler benim temsilcim değildir;olamaz da! Peki buna rağmen;silahtan ve kandan nasibini fazlasıyla almış insanlar,neden hala PKK diyor?Çünkü çözümü yok sayan siyasi bir arenada da çözümü üstlenmek PKK'ya kalıyor. Düşünün bundan 20-30 yıl önce Kürt dilini bırakın,Kürt olmak yasakken,bir halk kart kurt sesleriyle açıklanırken bugün Kürt sorunu şöyle böyle olsa da yazılıp çiziliyor.Devletin televizyonunda Kürtçe şarkılar veriliyor.Bunlar çok önemli ayrıntılar;sorgulanması gereken. Tüm bunlar olurken,siyasi çıkmazlar almış başını gidiyordu.Gelen iktidarlar Kürt sorununu sahiplenmedi,verilirken haklar;buyrun kardeşlerim;bu hepimizin hakkı denilmedi.idam kararını kaldıranlar,bunu kaldırırken bile yine olunmadık söylemler de bulundular. işte buyrun;size ortada kalmış bir sorundan nemalananlar,söz sahipliğinde bulunanlar.PKK orada ben muhattabım dedi;Kürt vatandaşlarımızda bunu yaşananlarla gerekçelendirdi. Çok uzağa gerek yok,geçenlerde tanıştığım bir arkadaşım,ben DTP'nin yaptıklarını onaylamayorum deyince;bana ''kardeşim benim 20 temsilcimi orada takan olmadı,bizi dağlara onlar sürüklüyor''şeklinde tepki gösterdi.Doğru ve yanlışlığını tartışabiliriz;ama bu yaklaşımın sonuçlarından kaçamayız. Az önce,bir programda Eski Ohal Valisi;yeniden OHAL diyordu.Yetkiler artırılmalı,asker,polis,koruyucu orada olmalı diyordu.Orada olsaydım sorardım;peki sayın valim... Asker,polis,koruyucu orada değil miydi şimdiye kadar, OHAL çözüm oldu mu, Yetkiler de,hangi yetkiler...? Burada yazdıklarıma bakıpta kimse bana şu bu demesin,arkadaşlar varsa bir çözüm gösterin bana.Ben asker olmasın demiyorum;asker de olsun.Güvenlik için,vatandaşlarımız için orada olsun. Askerin yanında devletimiz de orada olsun.Devletimizin okulları,öğretmenleri,fabrikaları da orada olsun.İnsanlar kendi ülkelerinde nasıl da sahiplendiklerini görsün.Keyfi uygulamalar değil,yasalar ve hukuklar da olsun. Emin olun ki alanlarda olan insanlar bizim gibi insanlar değildi;kaybedecek hiçbirşeyi olmayan insanlardı.Üstelik polise ne için taş attıklarını dahi bilmiyorlardı. Lütfen sahip çıkalım yarınımıza;kazanan silah ve kan değil biz olalım!
  17. Sayın Politika ve Sayın Taylan,lütfen olayı kişiselleştirip beni eleştireceğinize,neden eleştirdiğinizi de yazın!Bu ne ya,resmen şu veya bu etiketiyle hedef haline getirmeye çalışıyorsunuz.Ya siz benim yazdıklarımı birkez olsun okumadınız mı?Bakın açık açık yazıyorum;varsa beni susrurabileceğiniz bir ileti,verin ben bu forumda bir daha yazmam. Bu arada Sayın Taylan beni ne kadar da iyi tanımışsınız,vay dedim! Ve değerli arkadaşım(esmer yürekliniz) şimdi mesajını aldım,dediğim gibi oldukça yoğun günler,şu an şehir dışındayım.Yarın Diyarbakır da olacağım.Yarın akşam sırf sizin gibi sevgili arkadaşlarım için burada olacağım. Yazmam gerekenler bununla sınırlı değilken,hemen pc nin başından kalkmak zorunda olduğum için bu cümlelere sıkıştı.Yine de saygılar!
  18. Senin ırkın benim ırkım diye ayırdık;yetmedi... Senin rengin benim rengim diye ayırdık;yetmedi... Senin Alllah'ın benim Allah'ım diye ayırdık;yetmedi... Senin mahalle benim mahalle diye ayırdık;yetmedi... Baya ilerledik; İnananları ve inanmayanları da kendi arasında kategorize ettik. Hızımızı alamadık;gelinli kaynanalı yapımlara vurduk ülkece kendimizi! Durmak yok yole devam;sırada Barbie bebekler var!
  19. Arkadaşım dil talebi insani bir taleptir;bir insanı insan yapan özellerdendir.Bunu bazı gerekçeler göstererek yok saymak da neyin nesi?Bugün ben dedelerimle anlaşamıyorum zaten;bu ne demektir;bölük pörçük bir dil anlayışı olması gerekene dönüştürmek hangi zihniyette hizmet eder? Dün yaşanan olaylar beni rahatsız etmiyor mu zanenediyorsunuz?Haber sayfalarında,tv lerde rastalanan o görüntüler karşısında aklımdan geçenleri size yazsam!Bu ülkenin belirli bir bölgesi her an patlamaya hazır bomba,Diyarbakırdan tutun da Doğubeyazıta....Patlayan bomba ana gündem,hemen yanıbaşında bir komediye dönüşen Ergenekon davası.Olmadı milletti canından bezdiren ekonomi,işsizlik.Bütün bunların toplamında insan adına,ülke adına aklınıza neler geliyor. Bilmelisiniz ki;bugün bu bölgede PKK'yı hala kurtuluş olarak gören insanlar var,bu ülkede hala savaşı çözüm olarak görenler var,basit düşünen ama büyük hesaplar yapan insanlar var.Tüm yaşananlarda taraf olmak zorunda olmayan beni taraf olarak göstermek isteyenler var.Tüm bunlar var iken;düşünmeyen bir halkımız var!PKK bu bölgede hala bu kadar güçlü ise bunu siyasi arenada ki çıkmazlara,iktidarlara,muhalefetlere ve tek derdi alacağı koltuk olan vekillere sormak lazım.Asker diyen,vur diyen zihniyete sormak lazın.Kanı kanla temizleyemezsin! Düşünmliyiz,anlamalıyız,anlatmalıyız.Elimizi vicdanımıza koyup tüm muhattablara ve kendimize sormalıyız;nerede yanlış? İnanın ki ben bu yaşananları,kırıp geçmeleri kesinlikle olması gereken olarak görmüyorum;ama soramadan da geçemiyorum...neden hala biz Kürt sorununu konuşuyoruz;Kürt sorunu yok muydu...o zaman tüm bunlar ne? Ben siyasi olan temsiliyette samimi olan tek kişi bile görmüyorum!
  20. İtalya’da Faşizm; İtalya savaştan kısa bir süre sonra faşist bir yönetim altına girdi.Bunun nedenlerini,ekonomik çıkmaz,siyasal partilerin zayıflığı,doyumsuz grupların etkinliği ve sol kanat içindeki bölünme olarak sıralayabiliriz.İtalya’nın büyük bir Akdeniz ve Balkan ülkesi olmasını isteyen milliyetçi gruplar,İtalya’nın barış antlaşmalarında çok az şey aldığını,haksızlıklara uğradığını öne sürdüler.Onlara göre Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılması,İtalya’ya güvenliği açısından çok bir şey kazandırmamıştı.Bu devletin yerine Yugoslavya’nın kuruluşu,İtalya’ya yönelik bir müttefik planı idi.Bu milşiyetçi gruplar, İtalya’ya yeni bir “ruh” sağlayacak genç ve enerjik bir önder aramaya başladılar.İtalya’da faşist hareket 1919 yılında Fascio di Combattimento adlı örgütün kurulmasıyla örgütlendi.Bu örgüt hemen bir yıl sonra ulusal Faşist Partisi adıyla parti haline geldi ve o yıl yapılan seçimlerde 35 milletvekili çıkardı.Parti 1922 yılına kadar güçlendi ve Kral Vittorio Emmanuelle,partinin başkanı olan,eskinin sosyalisti ama şimdinin faşisti Benito Mussolini’ye başbakanlığı vermek zorunda kaldı.İktidarı mutlak bir biçimde eline geçiren Mussolini,çok kısa bir süre içinde İtalya’da birliği sağladı,muhalefeti ortadan kaldırdı.Amacı,eski Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurmak ve İtalya’yı Avrupa’nın başat güçleri arasına sokmaktı.Bu anlayışla hareket eden Mussolini,Balkanlar ile Afrika’da genişleme yolunu tutacaktır.Nasyonel Sosyalist Almanya ile sıkı işbirliği ve dostluk,Avrupa’da kara bulutların birikmesine ve kanlı bir savaşa neden olacaktı. Almanya’da Nasyonal Sosyalizm; I. Dünya Savaşı sonunda İtalya’da liberal demokratik düzeni yıkarak,yerine totaliter yönetim kuran Mussolini’nin Faşist Partisi,Avrupa ve dünyanın başka ülkelerinde de kopya edilen bir model ortaya çıkarmıştır.Almanya’da Nasyonal Sosyalizm’in ortaya çıkışını hazırlayan ortam ile İtalya’da Faşizmin içinde belirdiği ortam arasında büyük benzerlikler vardır.Bu dönemde Almanya toplumsal siyasal ve ekonomik sıkıntılar içinde bulunuyordu.I. Dünya Savaşı’ndan yenik bir ülke olarak çıkmış,İmparator II. Wilhelm ülkeden kaçmıştı.Hükümet,savaş sonrası bir ülkenin sorunları karşısında yetersiz kalıyordu.Yenik bir ülkede,işsizlik sorunu,yüksek enflasyon demokratik ilkelerin üretim biçiminin yürümesini sağlayamıyordu. Bu bakımdan toplumsal koşullar İtalya’daki durumun tekrarı gibiydi.Almanya’da savaş bitince “Alman İşçi Partisi” diye yeni bir siyasal parti kurulmuş ve bu kuruluşa gerçek mesleği boyacılık ve dekorasyonculuk olan Adolf Hitler adlı bir kişi girmişti.Çok geçmeden Hitler,partide etkili olmuş ve partinin adını Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirmişti.Almanların ulusal duygusundan yararlanmayı bilen Hitler,Versailles Antlaşması’na karşı çıkarak,Almanların ulusal gururlarını okşayarak ve Yahudi düşmanlığını körükleyerek gittikçe daha çok yanda kazanmış ve 1932 yılkında Hinderburg’la cumhurbaşkanlığı seçiminde boy ölçüşecek kadar güçlenmişti.30 Ocak 1933’te Hinderburg Hitler’i Başbakan olarak atadı.Hitler’in dış siyasası üç aşamada gelişmiştir.Birincisi,Versailles zincirlerinin kırılması,İkincisi “Eine Volk”, “Eine Reich” Bir millet bir devlet ilkesinin gerçekleştirilmesi,yani Almanya’nın sınırları dışında yaşayan tüm Almanların birleştirilmesi ve tek devlet altında toplanması;Üçüncüsü ise “Lebensraum” Yaşam Alanı.Bu Nazi Alman emperyalizminin yeni adı idi.Hitler Almanların yaşamadığı birçok ülkeyi kendi sınırlarına katmak istemektedir.Hitler’in bu emelleri “Versailles Sistemi”ne dayanan anti-revizyonist tüm ülkelerde endişe ile karşılanmıştır. Japonya’da Militarizm; Faşizm, totaliter bir rejim olarak İtalya ve Almanya’nın dışında İspanya’dan Portekiz’e, oradan Brezilya ve Arjantin’e,Macaristan,Romanya,Bulgaristan ve Türkiye’ye dek uzanan dünyanın birçok ülkesinde,her toplumun kendi toplumsal ve siyasal geleneğine uygun bir biçimde göze çarpan siyasal hareketler yaratmış,bu ülke rejimlerini derinden etkilemiştir. Bu akım,1931-45 yılları arasında Japonya’nın liberal-demokratik siyasal gelişmesine ara vererek,ordunun egemen olduğu bir diktatörlük olarak ortaya çıkmış ve Pasifik Savaşı sonunda,bu ülkenin yenilmesiyle birlikte son bulmuştur. Japonya XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Avrupalılara kapamakla birlikte ekonomik alanda güçlenmeye devam etti.Merkantilist bir siyasa izleyerek,merkezi devlet güçlendirildi.1905 Rus-Japon savaşı’nın başarısı,Doğu Asya’daki yayılma yolları üzerindeki en büyük engeli ortadan kaldırıyor,Kore’nin Japon yönetimine geçmesini,oradan da Mançurya ve Çin’e doğru genişleme olanağını veriyordu.Japonya’nın toplum yapısında demokratik ve liberal gelişmeler sürmekte,orta sınıf güçlenip,siyasal sürece büyük ölçüde katılmasını kolaylaştıran,genel oy hakkı gibi siyasal yenileşmeler uygulamaya konuyordu.Bu gelişmelere ek olarak,1927 yılında Japon sanayisinde başlayan bunalım,1929 Dünya Ekonomik Buhranı ile,Japonya’nın iç ekonomik yapısını temelinden sarsan bir boyuta ulaştı.Özel sermayeye karşı çıkılmaya açıkça devlet sosyalizmi savunulmaya başlandı.Japon militarizminin oluşmasında,Kita İkki adlı bir fanatik Japonun yazmış olduğu “Japonya’nın Yeniden Kuruluşu” adlı bir kitap oldukça etkili olmuştur.Bu kitapta savunulan temel tez;Japonya’nın ulusal kültürüne,tarihine sahip çıkarak,Japonya’yı tek lider İmparatorun tam diktatoryası altında yeniden kurulması gerektiğidir.Japon ordusu içinde etkili olan bu görüş sayesinde,Japonya görünürde demokratik temellere dayanmakla birlikte,militarizmin egemen olduğu totaliter bir devlet yapısına dönüşmüştü. Kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz Mihver devletlerinin ideolojileri,uygun ortamın bulunmasıyla fiiliyata geçmiş ve İtalya-Habeşistan Savaşı,İspanya İç Savaşı ile yeni bir ivme kazanırken;Hitler’in Avusturya ve Çekoslovakya’yı;Mussolini’nin Arnavutluk’u işgal etmeleri ile iyice içinden çıkılmaz bir duruma geliyor;sonunda,1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırısı ile de,tüm dünyayı saracak İkinci Dünya Savaşı başlamış oluyordu.(alıntı) İkinci dünya savaşında ki arenada yer alan siyasal sistemleri biraz da bu bilgiler ışığında görmekte fayda var.Saygılar.
  21. Benim talebim,üniversitelerde seçmeli olarak okutulan bir Kürtçe...bir dilin gelişimini sağlayacak olanaklar...yani pek de zor olmayan çözüm önerileri soruna!
  22. “Milli yarar(sızlık) siyaseti”nin dökümü- Temel Demirer Milli yarar(sızlık) siyaseti”nin dökümü 1 “Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.” 2 Milliyetçilik hummasının dört bir yanı sarsıp/savurduğu mevcut koordinatlarda “Milli Yarar”dan söz edip, köklü ve kapsamlı bir eleştiriyi dillendirmek kolay bir iş değil... Ogünler’den Yasinler’e, Türütler’den Arifler’e olup bit(mey)enler hiç kimse için bir “sır” değil, değil mi? Hem de Türkiye’de bir “Milli hakikât rejimi” söz konusuyken; “Devleti milletiyle bütünleştirmede, militarizm ve milliyetçilik” büyük prim yaparken; ve de insanlar(ımız)ın büyük bir çoğunluğu hâlâ Platon’un “mağara”sından çıkamamışlarken... Platon’un -bildik- “mağara” benzetmesi şöyledir: “Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkûmdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar, ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin zahiri olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkânsızdır.” Mağaraya zincirlenmiş insan, “milli hakikât rejimi”nin militarizm ve milliyetçiliğiyle devleti milletiyle bütünleştirilen insandır. “Mağara”, giydirilmiş toplumsal önyargıları, “resmi ideolojik” dayatmayı simgeler. Toplumun (“sürüleştirilmiş”) parçası kılınan insanlar, “resmi ideolojik” prangaların sınırlayıcı kalıpları, dogmaları, kuralları tarafından köleleştirilir. Bunlar da özgürleşmeyi engeller... “Kabaca” Platon’un “mağara” benzetmesiyle açıklanması mümkün olan milliyetçilik, nihayetinde “Hiçbir zaman mevcut olmamış ve hiçbir zaman olmayacak bir ‘geçmiş’...”[3] üzerinden kurgulanmış “muhayyel bir inşa”dır. “Ulusal bilincin kökenleri”nde, burjuvaziye ait “pazar” (“yurt”) yatarken;[4] “Ulusun biçimini tarihsel ve ideolojik”[5] manipülasyonlar oluşturur. Bu bağlamda, “Milletler ve milliyetçilik alanındaki ciddi tarihçilerin inançlı bir politik milliyetçi olamayacaklarını eklemeden geçmeyelim... Renan’ın dediği gibi, ‘Tarihin yanlış yazılması bir millet olmanın parçasıdır’. Tarihçiler meslekleri gereği bir milletin tarihini yanlış yazmamak veya en azından bu doğrultuda çaba harcamak zorundadırlar...”[6] Devam edelim: “Milliyetçilik, milletle devleti eşitlemeye çalışan bir harekettir.”[7] “Her din gibi, milliyetçilik de sadece iradeye değil; akla, muhayyileye ve duygulara da seslenmektedir. Akıl, spekülatif bir milliyetçilik teolojisi veya mitolojisi inşa eder. Muhayyileye, kişinin milliyetinin ezeli geçmişi ve ebedi geleceği etrafında gaybi bir alem kurar. Duygular hayr-ı mutlak, hafiz-i mutlak olan milli tanrının tefekküründe bir zevk, bir vecd uyandırır; onun rızasını kazanmaya iştiyak, nimetlerine şükran, ona karşı gelmekten korku; onun kudret ve hikmetinin ihatası karşısında bir huşu ve hürmet duyar; tabii ki duygular ferdi ve cemaat hâlindeki tapınmalarla ifade eder kendisini. Zira, milliyetçilik, yine her din gibi, sosyaldir ve başta gelen ayinleri, bütün topluluğun adına ve kurtuluşu için icra edilen cemaat hâlindeki ayinlerdir.”[8] “Ulus devletlerde... sorunun kaynağı tektir. O da milliyetçiliktir. Ezenin de ezilenin de milliyetçiliği arasında ilkesel bir fark yoktur.”[9] Ve “Milli Yarar” denilen şey de “ezenin de ezilenin de arasındaki bir farkın”; sınıfsal, ideolojik, kültürel, politik, toplumsal bağlamda “sıfırlanması”; yani “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle” söylencelerinin toplumsal dokuya mal edilmesi girişimidir... Egemen ideoloji tarafından giydirilmiş bir kimlik olarak, söz konusu girişimin ilk (ve en önemli) adımlarından birisi “muhayyel kuruluş”un “ideolojik harcı”dır...
  23. Sokakta çalışan çocuklar depresyonda Diyarbakır'da yapılan araştırmada, sokakta çalışan çocukların, çalışmayan çocuklara oranla yaklaşık 2 kat daha fazla depresif belirtiler gösterdiği belirlendi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığınca yapılan araştırmada, sokakta çalışan çocukların çalışmayan çocuklara oranla depresyon düzeyleri ölçülerek ailelerin içinde bulunduğu şartlar ve sokak şartlarının çocuklar üzerindeki etkilerine dikkat çekildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde yaşayan 12-17 yaş grubunda ve yarısı sokakta çalışan toplam 164 çocuğun örneklem alındığı çalışma sonucunda, sokakta çalışan çocukların depresyon düzeylerinin, sokakta çalışmayan çocuklara göre daha yüksek olduğu ortaya çıktı. Sokakta çalışan çocukların yüzde 50'sinde orta düzey, yüzde 22'sinde hafif düzeyde depresif belirtiler bulunduğu kaydedilen araştırmada, sokakta çalışmayan çocuklarda orta düzey depresif belirti oranının yüzde 23.2 olduğu ifade edildi. Araştırma Sorumlusu Psikolog Diyar Oğuzsoy, araştırma sonuçlarına göre sokakta çalışan çocuklarda, çalışmayanlara göre 2 kat daha fazla depresif belirtiler görüldüğünün tespit edildiğini söyledi. Sokakta çalışan çocukların yüzde 62.2'sinin göçle kente gelen ailelerin çocukları olmasının araştırmanın en önemli sonuçlarından biri olduğunu bildiren Oğuzsoy, şöyle konuştu: ''Zorunlu göçle kente gelen aileler, büyük oranda iş piyasası dışında kalmış ve kırsal kesimdeki ekonomik durumlarına göre daha da yoksullaşmışlardır. Yoğun göç nedeniyle meydana gelen hızlı ve çarpık kentleşme, buna bağlı olarak kentlerde işsizlik, eğitim ve ekonomik yetersizlikler, yoksulluk gibi çeşitli sosyal sorunlar, çocuğun aileye maddi katkı sağlaması gereken bir birey olarak algılanmasına yol açmıştır. Araştırmamızda sokakta çalışan çocukların yüzde 62.2'sinin göçle kente gelen ailelerin çocukları olduğu ortaya çıktı. Zorunlu göçün sonucu olarak yaşanan stresli yaşam olayları çocuklarda önemli depresyon nedenlerindendir. Çalışmamız bu gerçeği desteklemektedir. Evinin geçimini sağlamak, çocukta yaşının üstünde sorumluluk alma zorunluluğunu da ortaya çıkarmaktadır. Sokakta çalışma zorunluluğu, çocuğu ailenin sıcak ve güvenli ortamından uzaklaştırmaktadır. Sokak koşullarıyla baş etme güçlükleri, bu çocuklarda depresyonu ortaya çıkaran nedenler olarak düşünülmektedir.'' DEPRESYONA SOKAN DİĞER KOŞULLAR Sokaktaki şartların dışında ailelerin içinde bulunduğu diğer şartların da çocukları çeşitli yönlerden olumsuz etkilediğini belirten Psikolog Oğuzsoy, şunları söyledi: ''Özellikle ailevi nedenlerde etkili olmaktadır. Aldığımız sonuçlara göre, anne babaların eğitim düzeyi düştükçe çocukların depresif durumlarının arttığı gözlemlenmiştir. Anne babanın eğitim düzeyinin düşüklüğüne bağlı olarak çocuğun gelişimine katkı sağlama, ona destek olma ve iyi bir model olma konusunda da aile yetersiz kalabilmektedir.'' DEPRESYON İNTİHARA KADAR SÜRÜKLEYEBİLİYOR Psikolog Oğuzsoy, depresif belirtiler gösteren çocuklarda duygusal çöküntü ortaya çıktığını, bu durumun çocuğu pek çok olumsuz sonuca götürebildiğini kaydetti. Birbirini besleyen birden çok durumun çocuğu madde bağımlılığından intihara kadar sürükleyebildiğine işaret eden Oğuzsoy, ''Bu durumdaki çocuklarda madde bağımlılığı, sosyal ilişkilerde sorunlar yaşama, öfke nöbetleri, değersizlik duygusu yaşama, sevdiği aktivitelerden uzaklaşma, hatta intihar eğilimleri artabilmektedir'' dedi.(alıntı)
  24. Neyse uzatmanın anlamı yok;her halikarda ters gidenlere beraber,tek yürek ile tepki koymak lazım;bizim olan halkla...kendi insanımızla

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.