mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
hangi şarkıyı dinliyorsun?
Grup Yorum... Karanlıklar içinden Şafakla gel günle gel Kan ve barut içinden Dirençle gel kinle gel Gel gülüm gel Gel ki geceler çatlasın Gel ki Şafaklar tutuşsun Bizim olsun alınterimiz Bizim olsun emeğimiz Yağmur sele dönende Derelerden taşta gel Biz kavgaya girende Sevdalara düşte gel Gel gülüm gel Doluşunca alanlar Şehirde gel kırda gel Haykırınca zindanlar Zincirleri kırda ge Gel gülüm gel süper bir şarkı
-
Sizce siz neden varsınız?Hiç düşündünüz mü?
Tercihler,sadece bizim olan tercihler değil ki;ya mecbur bırakıldıksak şeytana?
-
OBAMA DİYENLER!
Barış konusunda pek umutlu değilim;ama yine de bazı şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyorum.Obama'da yeni dünya düzeni gereğini yapacaktır.
-
en sevdiginiz kitap hangisi
mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Kitap, Kitaplar, Edebiyat, Öykü ve Şiirlerİnce Memed'e,Ada Hikayelerini de eklemeden geçemeyceğim...Yaşar Kemal muhteşem!
-
Sizce siz neden varsınız?Hiç düşündünüz mü?
İyi de Sevgili Dayı?İkisi de özümüzde...özü karşıtlığa iten ne?
-
Engin Ceber - İşkencede Ölüm...
Evet değerli arkadaşım,bizde işkence sistematik...üstelik yanlış bir zihniyettin gelenekselleşen ürünü...haklısınız! Nedense... A yada B partisi için rantlaşan bizler, işkenceye ısrarla kulaklarımızı tıkıyoruz.
-
Geleneğin İpleri ....
Geleneğin İpleri Kaz Dağları'ndayız. Edremit Körfezi'ni oya gibi çeviren silsilenin kuzeyinde, yörenin Türkmen köylerinin birinde. Burada bazı köyler kendini Yörük, bazısı Türkmen olarak adlandırıyor. Her ikisinin de kendine özgü, birbirinden farklı yönleri var. Bunlardan biri de sadece Türkmenlerin yaptığı, küçücük tezgâhlarda dokunan ince, şerit halindeki bağlar, ipler, örkenler... Odun ipi, 'ip ağacı' denilen iki kütüğün etrafına bir dizi ipliğin geçirilmesiyle oluşturulan basit bir tezgâhta dokunuyor. Dokumada 'kılıç' ve 'kücü' adlı el yapımı ahşap aletler kullanılıyor. Kılıç, dokuma esnasında ipleri ayırmada kullanılıyor. Fotoğraflar: Şebnem Eraş Çanakkale'nin Ayvacık ilçesindeki Bahçedere köyünden Gülsüm Civil, beyaz badanalı evinin geniş avlusunda karşılıklı iki ağaca ufak bir tezgâh yapmış, dokuyor. Sökük kazaklardan artırılan ipler birkaç günlük sabırlı bir emekle çok sağlam bir dokumaya, upuzun, çok işlevli şeritlere dönüşüyor. Eskiden her evde dokumalar için 'ip ağaçları' olurdu. İhtiyaç ne ise evin hanımı tarafından basit tezgâhlarda, bu ağaçlara gerilen iplerde dokunurdu. Gülsüm Teyzeninkiler de evinin bahçesindeki iki ağaçtı işte, dokumasını yaptığı tezgâh da oracıkta kuruluvermişti. Mahraplı örken de Kazdağı Türkmenlerinin bir başka dokuması. Odun ipinden farkı üzerindeki mahrap motifi. Sadece siyah ve beyaz renklerde dokunuyor, sadece cenazelerin taşınmasında, mezara indirilmesinde kullanılıyor. Ağaçların çevresini dönen ipten bant, ufak bir dokuma tezgâhı halini almıştı. Dokuma işi için ahşaptan yapılan ve adına 'kücü' denilen iki kısa tahta çubuk kullanılıyor. Aynı nesne 'kucca', 'kücü ağacı' ya da 'kücülük' isimleriyle anılıyor; genelde dokuma tezgâhlarında iplikleri açıp kapayan tarak işlevi için kullanılıyor. Buradaki kücüler basit şekilde elde yapılmış ve biri yassı, diğeri de yuvarlak gövdeli. Gülsüm Teyze 'Bunlar benim anamındı, o vermişti bana' diyor. Anasına da babası yapıvermiş. Tezgâh üzerinde hareketli olan ve sıraların ilerlemesini sağlayan hareketli ipin adı 'argaç'. Gülsüm Teyze elinde 'kılıç' adını verdiği ve ipleri ayırmakta kullandığı tahta aletin marifetiyle alt ve üst sıraları birbirinden ayırıyor ve argacı iki ip sırasının arasından bir o yana bir bu yana geçiriyor. Kazdağı Türkmenleri bu şekilde dokudukları, kendi deyimleriyle 'odun ipi'yle küfeler, çalı çırpılar, sepetler taşıyor. Odun ipi yassı olduğundan omuzlarını kesmiyor ve dengeli duruyor. Yörükler ise bu iş için urgan kullanıyor. Türkmenlerin dokumaları çeşit çeşit. Her birinin amacı da farklı. Örneğin 'bağ' adını verdikleri bir başka dokumaları daha var; 'çarpana' denilen ve çoğunlukla deve gönünden yapılan, dört tarafı delikli, avuç içi büyüklüğündeki deri parçalarından yapılıyor. Bağ, geleneksel Türkmen kıyafetinde kemer-kuşak olarak kullanılıyor. Eski kaynaklarda Afyon Türkmenlerinin bu tip dokumalara bağın yanı sıra 'uğ' dediğine da rastlanıyor. Bu dokumaların en ilgi çekici olanı, sadece cenaze taşımada, cenazenin mezara indirilmesinde kullanılan 'mahraplı örken'. Bu özel malzeme başka hiçbir amaçla kullanılmıyor. 'Örken' ip kelimesinin karşılığı olarak kullanılıyor. Mahraplı örken ise üzerinde 'mahrap' adlı motif olan ip demek. Çanakkale'deki Bahçedere köyünün kadınları, yöredeki diğer Türkmen köylerindeki gibi yüzyıllardır odun ipi dokuyor. Bu ip, sepet ve diğer yükleri taşımakta kullanılıyor, geniş olduğu için de omuzları kesmiyor. Mahraplı örken eskidiği zaman atılmıyor, yakılmıyor, kesilmiyor, başka bir amaç için kullanılmıyor. Eskidiği zaman asla bir kenara atılmıyor ya da başka bir şekle dönüştürülmüyor, örneğin odun ipi gibi bir taşıma aracı olarak kullanılmıyor. Sadece ve sadece gömülüyor. Tıpkı, taşıdığı ölü gibi. Mahrap motifi sadece örkene değil 'karçın' denilen ve göçer zamanlarda sandık niyetine kullanılan dokuma çulun üzerine de dokunabiliyordu. Göçer Türkmenler, bu çulun içine eşyalarını koyar, ayrıca göç sırasında yastık niyetine kullanırlardı. Ama mahrap motifini taşıyorsa bu çul üzerine kesinlikle oturulmazdı. Küçük bebekler ölürse karçının içinde gömülürdü, bir tür kefen olarak kullanılırdı. Eskiden yetişkin ölüler de kilimlere sarılıyor ve etrafı da mahraplı örkenle bağlanıyormuş. Şimdi de hâlâ her evde bir mahraplı örken bulunuyor. Hatta anadan kıza çeyiz içinde veriliyor. Sandıkta saklanıyor ve genelde bir örtünün içinde sarılı tutuluyor... Ben ayrıntılı sorular sorarken ve bütün dikkatimle Gülsüm Teyzeyi izlerken ipler dokunuveriyor, gittikçe uzuyordu. Basit ama karmaşık ve çok kullanışlıydı ortaya çıkan şey. Sıra mahraplı örkenin dokunmasına geldiğinde iplerin renkleri de değişti. Mahrap motifi sadece siyah ve beyaz renklerle dokunuyordu. Siyah ve beyaz, yaşam ve ölüm' İyi ve kötü' Belki de mahraplı örken için değişmez olan siyah ve beyaz renkler, evrenin değişmez kuralı yaşam ve ölümü simgeliyordur. Kim bilir? Yazı: Güneşin Aydemir / Atlas Ekim 2008,sayı 187
-
Sizce siz neden varsınız?Hiç düşündünüz mü?
Biz sadece sevgi için mi varız Dayı?
-
Türkiye'de ve dünyada kadının yeri........
NÜKET KARDAM Kadının İnsan Hakları konusunun uluslararası gündemde giderek önemli bir yer kazandığına hiç şüphe yok. Türkiye de bu konuda bilhassa yeni kanunlarla çok önemli adımlar attı. Şimdi önümüzde canalıcı bir konu var, sokaktaki, şehirdeki, köydeki insan, kadın, erkek, çocuk ne anlıyor kadın hakları deyince? Şurası bir gerçek ki global kadın hakları standartlarını olduğu gibi alıp Türkiye'ye, hatta herhangi ülkeye uygulamak mümkün değil. Global normlar kültürel meşruiyet kazanmazlarsa ve içselleştirilmezlerse makyaja veya saç boyasına benzerler ve çok geçmeden akar giderler. Dolayısıyla kadın haklarının Türkiye'de halen geçerli hangi ikilemlerin, hangi prizmaların içinden görüldüğünü incelemek gerek. Nedir bu ikilemler? Birincisi bireysel insan hakları anlayışına karşı tepeden inme devlet otoritesi. İkincisi bireycilik ile kolektivizm. Üçüncüsü de laiklik ile İslam. Bu ikilemler sanki birbirini dışlayan bir kutupsallıktan oluşur gibi gözükse de gerçekte böyle olmadığı görüşündeyim. Ve böyle zıtlıklarla dolu bir dünya görüşü maalesef kadını da, erkeği de belli şablonlara hapsedip, diyaloğunun önünü kapamaktan başka bir işe yaramıyor. İlk önce insan hakları ve devlet otoritesi ikilemine bir göz atalım. Türkiye'de milli birlik ve laiklik, bireysel insan haklarından önce geldi. Milli birlik yaratılırken yeni bir Türk vatandaşı yaratılmaya çalışıldı. Gerçekte hiyerarşik bir toplum olmamıza rağmen herkes birdir, eşittir; kadın erkek rolleri kesin bir şekilde belirlenmiş iken, kadın erkek arasında fark yoktur; kültürel, etnik ve dinsel çeşitlilik var iken, bunlar da yoktur denildi. Bu mitleri kabul etmeyen ve uymayan kişiler de ya yok sayıldılar ya da milli güvenliği tehdit ettiklerinden dolayı cezanlandırıldılar. Kısacası devlet bireyden önce geldi ve gerektiğinde bireyden kendini korumayı öngördü. Bireysel insan haklarına dönelim, bu olgu Avrupa Aydınlanma devrinde ortaya çıktı ve amaç bireyin devletten korunması idi. Devletin kendini, bizde olduğu gibi bireyden koruması değil! Pozitif ayrımcılık Şimdi ise öteden beri devlet kontrolü altında yaşayan halka, tabii kadınlara da, şimdi siz birer bireysiniz ve bireysel haklarınız kanunlarla korunacak ve devlet de aradan çekilecek mesajı veriliyor. Tamam da kadınlar eğitilmeden, donanımları, kapasiteleri geliştirilmeden nasıl haklarını öğrenip uygulayacaklar? Devlet kişileri kendi önceliklerine göre yoğururken, bu sefer de tamamen aradan çekilmekten söz ediyor. Bence insan haklarına saygı gösteren devlet kadınlarımızı da bu hakları kullanmalarını sağlayacak konuma getirsin ki, bu da CEDAW anlaşmasının dediği 'pozitif ayrımcılık' yani kadının güçlendirilmesini sağlayacak önlemlerin alınması demek. Maalesef bu önlemlerin alınmasını sağlayacak kanun tasarısı 2004 Mayısı'nda TBMM'den geçmedi. Sebebini bir milletvekilimizin ağzından dinleyelim, kendisi böyle bir tasarı kabul edilirse feminizm gelir, erkek hakları elden gider dedi. Bu korkunun sebebi nedir? Kadınlar kazanırsa erkeklerin de, ailelerin de, toplumun da kazanacak olduğunu anlamak niye bu kadar zor? Toplum merkezlerinde "Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı"na katılan kadınlar anlatıyor. Eşleri ilk önce böyle bir programa katılmalarına karşı gelmişler; ya bu kadınlar haklarını öğrenip kendilerini bırakıp giderlerse korkusuna düşmüşler. Halbuki gördük ki eğitime katılan kadınların eşleriyle ilişkileri eğitim sonrası iyileşmiş, aile içi diyalog artmış ve kadınlar öğrendiklerini ilk önce kendilerini geliştirmek ve bu yolla ailelerin durumunu iyileştirmek için kullanmışlar. Bu programın değerlendirme sonuçlarında, kadınların kendi isteklerini seslendirdikçe eşleriyle cinsel hayatlarının bile daha iyiye gittiği saptandı. Şimdi gelelim bireycilik-kolektivizm ikilemine. İlk olarak şunu söyleyeyim ki, tarihten ve kültürden bağımsız bir benlik yoktur. Ülkemizde ne kadar Batı'daki gibi bir benmerkezciliğe doğru yol alıyorsak da, genel olarak hem kadın hem erkek benliği kolektif bir benlik üzerine kurulmuştur. Bunu, Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı'na katılan kadınlarda şahsen gözledim. Kadınlar programa katılmadan kendilerini bağımsız bir benlik olarak görmediklerini, isteklerini dillendiremediklerini ifade ediyor. Nedense bizim toplumuzda kadın bireysel haklara sahip olup, bağımsızlık kazanırsa bunun aileyi ve toplumu kötü etkileyeceği düşünülür. Yukarıda belirttiğim gibi gerçekler bunun tam tersini gösteriyor. Niye kadınların birey olmaları bu kadar büyük bir tehdit kaynağı? Çünkü bireysel bağımsızlık hemen cinsel bağımsızlıkla birleştiriliyor da ondan. O zaman kadının namusu ne olur? Kadının namusu da erkeğin benliğinin en can alıcı noktası olduğu için, erkeklik kadının bekareti ve namusu ile tanımlandığı için, bir erkek nasıl olsun da kadın aile üyelerini korumayı üzerine almasın? Kadının cinselliğinin kontrolünün erkeklik tanımıyla içiçe olması demek aslında toplumda bir erkek üstünlüğünün devamı demek oluyor. Bana öyle geliyor ki, bireysellik hâlâ bizde korkutucu bir şey! Ya ipin ucu kopar ve bağımsız bir benlik sonucu aile ve toplum yok olursa korkusu. Bu korkuyu üzerimizden atamazsak ne kadın haklarını, ne insan haklarını irdeleyebiliriz ve kadın ve erkek kimliklerini açıkça inceleyemezsek ne kadın ne erkek birer birey olabilir. Birey olmak niye önemli derseniz, birey haklarına saygı göstermeyen bir toplum o bireyleri kolayca feda eder, töre cinayetlerinde olduğu gibi. Ama toplumsuz bir birey de düşünülemez çünkü bireyler de bir toplum içinde ancak kendilerini gerçekleştirebilirler, o toplumla bütünleşip, o topluma hizmet ederek. ........................
-
CEDRİC
Cedric benim kahramanım....
-
O AN....
Anı yakalamak,insanı yakalamak...seviyeli,tutarlı analizler...işte bir parça insan! Web Siteme Git
-
GÖRKEMLİ KAYBEDENLER...
Rüzgâr esti ve kaybettik Kırık sevgilerin buruk bir cinselliğe, parçalanan şefkatin kristalleşen yalnızlıklara dönüştüğü üç yüz yıl içersinde nehirlerden çok sular akar. Ve elbette aynı sularda yıkanmak mümkün değildir. Ancak soru şudur, bekler: Değişim önceliği kimdedir? Yanıtını Cohen şarkılarında değil bu kez romanında arayın! Bırak soğuk rüzgâr essin, beni sevdiğin sürece Doğu-Batı farketmez, sınava dayanabilirim, Beni sevdiğin sürece Leonard Cohen’in Görkemli Kaybedenler adlı kitabı insanlık tarihinin içinden geçen ve rüzgâra bırakılmış olan bir kimlik sorgulamasıdır. Rüzgâr, kimliklerdeki asıl kırılmanın nedeni olan 17. yüzyılda esmeye başlar ilkin, Kanada’da; ardından 20. yüzyılın en civcivli yıllarına, 1960’lara uğrar. Yine Kanada’dadır mekân. Kırık sevgilerin buruk bir cinselliğe, parçalanan şefkatin kristalleşen yalnızlıklara dönüştüğü üç yüz yıl içersinde nehirlerden çok sular akar. Ve elbette aynı sularda yıkanmak mümkün değildir. Ancak soru şudur, bekler: Değişim önceliği kimdedir? Kızılderililerin kanıyla kızıllaşan nehrin kimyasında mı, yoksa Kızılderililikten Hıristiyanlığa kayan insanın kimliğinde mi? Aynı topraklarda yaşarken üç yüz yıl önceki atalarımızın hangi iç burkucu deneyimine benzer yaşadıklarımız; hangisine benzemez? Ya da değişmiş miyizdir gerçekten? Bizi özünde hâlâ aynı kılan zamanının kudretsizliği mi, yoksa insandaki zaaflar mıdır? Görkemli Kaybedenler’i ne zaman elime alsam bu sorularla çevrilmiş bulurum kendimi. Kitabın okura sunduklarının evrenselliği ve buna karşın bu evrenselliği hedef alan üslubu karşısında ürpermemek elde değildir. Cinselliğin insanın içini bu denli burkan yanına yapılan vurgu da bu yüzden çarpıcıdır zaten; ölme anındaki son diriliş gibidir cinselliğe yapılan gönderme. Kocaman bir şiir gibi Temelinde din ve din üzerinden yaratılan alanlara getirdiği eleştirilere, aydının buhran dolu sorumluluklarını da yüklersek, sadece Kanada ve geçmişte bir zamanın izinde değil, şimdiki zaman ve her yerin açmazına da parmak basan kocaman bir şiir olduğunu savlayabiliriz Görkemli Kaybedenler’in. Dolayısıyla kitabı soyut bir aşkın sacayakları biçiminde özetleyemeyiz. Görkemli Kaybedenler kaybedişin flamasını hayalin gerçeğe yenildiği yerde göndere çekmez sadece, aynı zamanda kitap boyu okuru bitap düşüren üslubuyla da bu gerçeğin hayal tanımazlığını kendine başdüşman edindiğini ilan eder. İnsanının savruluşuna denk düşen bu sürecin ilk tanıklarından biridir Catherina Tekakwitha. 1656-1680 yılları arasında yaşamış bir Mohawklı, Cizvitlerin azize ilan ettikleri eski bir yüz olarak karşımıza çıkar kitapta. Kanada’da Hıristiyanlığın resmi bir surete bürünmesi sonucunda insanlığın, özellikle de Kızılderililerin neyi, nasıl kaybettiklerinin sembolüdür. 20. yüzyıla bakıldığında yaşananları daha net seçeriz; uzaktan bakmak ayıpları çıplak kılar çünkü. Gerçi 20. yüzyılın hali de kelin hali gibidir... Geçmişte bir ırk yok edilmiş ve bu kıyımla birlikte var edilenler eksik kalmıştır. Evet cennet bellidir kutsal ve tütsülenmiş ruhlar için ama yeryüzündeki ruhlar eğretidir. Dahası da vardır: Öteki dünya için iman esastır ama yeryüzündeki gerçeğin çivisi çıkmıştır. Ve daha ötesi: İlahi olduğu savlanan gelecek tüm ulviliği ile bellidir ama dünyanın şimdiki zamanı savaşlar uğruna dökülen kandır ve bu kan insanının en temel nedeni olan yaşam için esastır; insanlık katında bir hiç uğruna akıtılmıştır. İnsanlık tarihi bir aldatmaca Kitaba eşlik eden dil oyunlarının akıl oyunlarına karıştığı yerde insanlık tarihinin koca bir aldatmaca, meşrulaştırma fikrinin insanın özerk alanlarına kasteden devasa bir proje olduğunu da bir kez daha görürüz. Catherina Tekakwitha ile anlatıcımızın güncel tarihi arasında yaklaşık üç yüz yıl vardır ancak insan hayatına ödetilen bedeller, suretleri değişse bile özünde aynı kalarak üç yüz yılı neredeyse üç gün mesafesine indirgemiştir. Zamana bu kadar uzak ve bu denli yakın olabilir miyiz? Cohen’in sergilediği insan ayıpları şebekesine göz attığımızda yaşamlarımızın yalnızlığına zamansal kılıflar bulamayacağımızı anlarız. Cinsellik, en kaba biçimiyle hemen her kutsal ‘tapınağa’ bulaşmış, kutsal olanın kutsal olmayanla tanımlandığı yaşamlar, bu noktadan yeryüzene saçılan doğrular ve yanlışlar fikriyle her anlamda sekteye uğramıştır. Bu noktada Cohen’in Görkemli Kaybedenler’i “Bu denli savrulmayı neden hak etmiş olabiliriz?” sorusuna cevap filan aramaya yeltenmez. Ona göre kaybetmiş olmak en güzelidir. GÖRKEMLİ KAYBEDENLER Çeviren: Algan Sezgintüredi Ayşe Düzkan Versus Kitap 2008, 307 sayfa
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Yargının Kürt sorunu çözümü Yeni TCK’ya göre, son Diyarbakır olaylarına katılanlar üç ayrı suçtan, 20 yılla yargılanabilecek. Karakol baskınları ve artan silahlı eylemler tartışılan konuların başında gelse de, Kürt sorunuyla bağlantılı birçok alanda önemli sorunlar yaşanıyor. Öteden beri sorun hep güvenlik önlemleri ekseninde ele alınıyor, sorunun diğer boyutları gözardı ediliyor. Bir süredir ceza hukuku bağlamında, ileride ciddi sosyal-hukuki sorunlara yol açacak gelişmeler yaşanıyor. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in “... sadece ceza hukuku ile sorunları çözmek mümkün değil” açıklaması medyaya yansıyınca, nihayet yetkililerin yeni Ceza Kanunu hükümlerinin yargı tarafından yorumunun yol açtığı adaletsizliği de gördüğünü düşünerek sevinmeye başladık. Bilindiği gibi bir süredir Güneydoğu’da artan kitlesel gösteriler nedeniyle yoğun tutuklamalar yaşanıyor. Göstericilerin çoğunun genç ve çocuklardan oluşması nedeniyle de özellikle son bir yıl içinde yüzlerce genç ve çocuk tutuklu olarak yargılanıyor, ağır ve adaletsiz cezalarla karşı karşıya geliyor. Şüphesiz suç teşkil eden eylemler nedeniyle soruşturma makamları gerekli işlemleri yapmak, suçun faillerini saptayıp delilleriyle birlikte yargı önüne çıkarmak durumundadır. Buna kimsenin bir diyeceği yok. Ancak burada tartışmak istediğimiz asıl konu, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) bazı hükümlerinin yargı tarafından yorumunun neden olduğu adaletsizlikler ve ileride yol açacak sosyal-hukuki sorunlara dikkat çekmektir. Farklı mahkemeler Yeni TCK’nın 314 ve 220. maddeleri örgüt kurma suçlarını düzenliyor; yasadışı örgüt kurma, kurulan örgütlere üye olma, bu örgütlere yardım etme, örgütlerin propagandasını yapma vb. suçları cezai yaptırıma bağlıyor. Ancak aynı hükümler arasında “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenlerin de örgüt üyesi gibi cezalandırılacağına” dair bir düzenleme de yer alıyor (TCK: 220/6). Öte yandan yeni TCK sistemi, ceza hukukunun bir kavramı olan “gerçek içtima” esaslarını benimsiyor ve failin tek bir eylemi ile ceza kanunun farklı hükümlerinin ihlal edilmesi durumunda, sanığın her bir suçtan ayrı ayrı cezalandırılacağını öngörüyor. İşte 28 Mart 2006 tarihinde bir çatışmada yaşamını yitirmiş 11 PKK üyesinin Diyarbakır’da yapılan cenaze törenlerinde meydana gelen ve ardından çevre illere de sirayet ederek birkaç gün süren gösterilerle ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK), TCK’nın yukarıda anılan hükmüyle ilgili ceza hukukunun yorum ilkelerini hayli zorlayan bir karara imza attı. CGK’nın 2007/9-282 Esas ve 2008/44 karar sayılı kararında sonuç olarak şu görüşe yer verildi: ‘... Örgütün genel çağrısı, örgüte ait yayın organlarının yayınları ve çağrıları ile somutlaşmış olup bu çağrıların belirli bir kişiye yapılmış olmasına gerek bulunmuyor. Örgütün bilgisi ve istemi doğrultusunda gerçekleştirilen bu eylemlerin örgüt adına gerçekleştirildiği sabittir. Örgüt adına gerçekleştirilen bu eylemlere katılan sanığın eylemi, diğer suçların yanında 5237 sayılı TCK’nın 314/3 ve 220/6 maddeleri yollamasıyla 314/2 maddesine de aykırılık oluşturur...’ Buna göre bir gösteri yürüyüşüne katılarak örgüt lehine slogan atan biri, üç suçtan ayrı ayrı yargılanacak ve cezalandırılacaktır. Önce yasadışı toplantı ve gösteriye katıldığı için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası hükümlerini ihlal etmekten, ardından örgüt lehine slogan attığından Terörle Mücadele Yasası’nın örgüt propagandasını düzenleyen 7. maddesinden cezalandırılacaktır. Ve en sonunda aynı kişi örgüte üye olmamakla birlikte, örgütün istediği ve yapılması çağrısında bulunduğu iddia edilen gösteri eylemine katıldığı için ayrıca örgüt üyesi gibi en az 7,5 yıl hapis cezası ile de cezalandırılacaktır. Böylece sadece bir cenaze töreni veya herhangi bir etkinliğe katılan biri 20 yıla varan hapis cezasıyla yargılanabilecek. Tabii duruma göre her bir suç farklı bir mahkemenin görev alanına girebileceğinden, bu kişi aynı anda farklı yerlerde bulunan mahkemelerde yargılanacaktır. Örneğin Kürt toplumunun da öteden beri geleneksel olarak kutladığı Newroz bayramı akşamı ateşlerin yakılması ve daha çok gençlerin ateş etrafında oynayarak halay çekmesi yıllardır yapılagelen adetlerdendir. Hele bir de ateşin etrafında oynayanın ellerinde bilinen renklerden (sarı-kırmızı-yeşil) oluşan bir şey varsa, işte bu kişi de hem yasadışı gösteri yapmaktan, hem örgüt de aynı renkleri kullandığından dolayı örgütün propagandasını yapmaktan ve aynı zamanda örgüt yayınlarında Newroz kutlamalarına katılım çağrısı yapıldığından örgüt üyesi de kabul edilerek her üç suçtan ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Halen, neredeyse tıpatıp buna benzer davranışlardan yüzlerce küçük çocuk ve gencin, bir yıla yakın bir süredir anılan içtihat nedeniyle tutuklu olarak yargılanmaları sürdürülüyor. Veya örgüt Kürt dilinin eğitimi için birtakım kararlar alıyor, yayınlar yaparak anadilde eğitim hakkının talep edilmesi çağrısında bulunabiliyor. Bu arada örgütün ideolojisi, siyaseti ve stratejisinden pek de haberdar olmayan bir Kürt yurttaş da gerçekte aynı konuda ihtiyaç duyarak kimi etkinliklere katılması durumunda, örgütün istediği bir konuda ve onun çağrısına uyarak bir davranışta bulunduğu ileri sürülerek örgüt üyesi gibi cezalandırılabilecektir. Öte yandan TCK’nın 220/6 düzenlemesi ve CGK’nın bu içtihadıyla ceza hukukunun bilinen yasadışı örgüt üyesi olma kıstasları tümüyle gözardı edilmiş, askeri darbe döneminin Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin dahi örgüt üyeliği için öngördüğü; önce örgüte sempati duymaktan başlayarak, siyasi eğitim alma veya örgütün ideoloji ve politikasını benimseyerek faaliyetlerine katılma ve kod adı alma gibi bilinen standartları tümüyle bir yana bırakıldı. Ceza Kanunu sözü edilen normunun Yargıtay CGK’nın içtihadı doğrultusunda bu şekilde uygulamasının sürdürülmesi durumunda, kısa bir süre sonra binlerce kişi örgüt üyesi gibi ağır cezalarla cezalandırılacak, giderek Kürt toplumunun bir kesimi örgüt üyesi yapılarak, belki de cezaevlerinde yer kalmayacak. Bu arada suç ve ceza arasında makul ve adil bir dengenin olması gerektiği ceza hukukunun bilinen ilkelerinin başında geliyor. Bu dengenin bozulmasına yol açacak düzenlemeler adil yargılama hakkını ihlal edeceği gibi, toplumun yargıya ve devlete olan güvenini de ortadan kaldıracaktır. Uygulamanın aynı zamanda Anayasa’nın ve taraf olduğumuz AİHS’in adil yargılama hakkını koruma altına alan hükümlerine aykırı olduğundan da kuşku bulunmuyor. Yıllarca Adalet Bakanlığı yapmış ve halen hükümetin iki numaralı ismi olan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek “sadece ceza hukuku ile olmaz” derken, bu adaletsiz uygulamanın yol açacağı sorunları da görüp düzeltmek için hükümetin harekete geçmesini sağlayacak mı acaba? Dünyanın hiçbir yerinde toplumsal niteliği olan, özellikle de etnik sorunlardan kaynaklanan sorunların sadece ceza hukukunun enstrümanlarıyla çözüldüğü görülmedi. TAHİR ELÇİ: Avukat, Diyarbakır Barosu üyesi
-
OBAMA DİYENLER!
Fransız sömürgesi Martinik doğumlu, ünlü, çılgın, antikolonyalist Frantz Fanon’un, ilk kez, 1952’de yayımlanan kendisi kadar ünlü kitabının başlığı buydu (Black Skin White Masks/Peau Noire, Masques Blanc). Bugün yapılan ABD başkanlık seçimlerinde kazanmasına kesin gözüyle bakılan Barack Obama üzerine yazılanlar arasında, bana Fanon’un ünlü aforizmasını hatırlatan eleştiriler vardı. Barack Obama’nın (çok büyük bir süpriz olmazsa) Başkan seçilmesi, kısa yoldan dudak bükülecek bir şey değil, ama devrim niteliğinde şapka çıkarılacak bir şey de değil. Şapka çıkaracaksak, ABD’nin, kendini yeniden pazarlama dehasına şapka çıkarmak gerek. Mesele dünyada olan biten her şeye aşırı derecede kuşku ile bakmak da değil, sadece devrimci değişimlerin sadece devrimlerle mümkün olduğunu bilmek yeterli. Evet, Obama gibi en azından derisi siyah, birinin ABD Başkanı olması, hem ABD iç politikası hem de dünya açısından önemli bir gelişme. Bu mümkün olmasaydı (veya kötü bir süprizle olmazsa), dünya hakkında daha da kötümser olmamız gerekirdi. Obama’nın seçim kaybetmesi, dünyanın en önemli gücüne sahip bir ülkenin, sadece ve sadece derisinin renginden dolayı birini seçmekten imtina etmesi anlamına gelecekti. Irkçılığın bu ölçüde canlı ve güçlü olması çok karanlık bir tabloya işaret eder. Obama, bir ABD pazarlama harikası olarak bile, dünyanın eskisi gibi gitmediğinin, gidemiyeceğinin çok iyi bir işareti olacak. Ama, sevinilmesi gereken şey bununla başlayıp, bununla bitiyor. Obama’nın son mali krize, (doğal olarak) kör bir muhafazakâr/liberal tepki vermemesi, onu sosyal demokrat veya solcu diye nitelemek için yeterli sebep değil. Diğer taraftan, derisi ile meydan okuduğu ırkçılık konusu bile, Obama’nın tam notla çıktığı bir sınav olmadı. Babasından aldığı ikinci ismi olan Hüseyin’i aklamak bile, Colin Powell’a düştü. Obama, Müslüman ‘suçlamaları’a karşı, tüm gücüyle ne kadar Hıristiyan olduğunu ispat etmeye girişti, o kadar. Unutmayalım, ırkçılık her zaman deri üzerinden olmuyor, bazen siyahlara, bazen Yahudilere ve şimdilerde de Müslümanlara yoğunlaşmış vaziyette. Dünyanın dört bir yanında, ABD seçimlerini izleyenler için öncelikle önemli olan dış politika konusuna gelince, Obama’dan fazla bir şey beklememek gerektiği konusunda aklı başında herkes hemfikir gözüküyor. Bush ve/veya yeni muhafazakâr dış siyaset doktrininin iflası ortada, yerine kim geçerse geçsin, sözde yumuşak güç politiklarına dönüş yapacağı da aşikar. Obama’nın bu hat dışında bir politika izleyeceğine dair hiçbir belirti yok. Irak’tan makûl çıkış, diplomatik çözümleri önemseme gibi bir-iki muğlak laf dışında tutunulacak bir şey söylemediği gibi, Irak yerine Afganistan’a yüklenmekten bahsediyor. Pakistan’a müdaheleyi savunuyor, sivil ölümüne neden olan son Suriye saldırısına bile laf söylemiyor. Ve unutmayalım, son günlerde Pakistan konusu, Irak’ın önüne geçiyor. Diğer taraftan, dış politika konusunda meşruiyet sorunu olan bir Başkan’ın kendini ispatlamak için, şahinden daha şahin davranmak mecburiyetinde hissetmesi gibi bir baskı her zaman söz konusu olacak. Obama’nın dış politika konusunda ilkesel bir duruşu olmadığını, Filistin meselesinde yaptığı muazzam U dönüşünden biliyoruz. Filistin konusunda daha önce söylediklerini kelime oyunu ile inkâr ettiği gibi, Küdüs’ü İsrail’in ‘ebedi ve bölünmez’ başkenti ilan ederek, daha Başkan olmadan mecburi şahinleşme örneklerinden ilkini verdi. Kısacası, Obama, mutlaka kötünün iyisi, ama hayale kapılmayı gerektirecek bir neden yok. Belki hiçbir zaman değildi, ama özellikle bugünlerde, dünyanın içinde bulunduğu tablo, hayale kapılmak için hiç umut vaat etmiyor. (Nuray Mert)
-
en sevdiginiz kitap hangisi
mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Kitap, Kitaplar, Edebiyat, Öykü ve ŞiirlerMarlow Morgan...Bir Çift Yürek...12 yıl önce 4 defa okumuştum
-
Sizce siz neden varsınız?Hiç düşündünüz mü?
Evet ya,biz neden varız...Mükafat mı ceza mı?
-
Engin Ceber - İşkencede Ölüm...
Engin Çeber soruşturmasında 6 tutuklama Engin Çeber’in Metris cezaevinde işkence ile ölmesiyle ilgili açılan soruşturma kapsamında 6 infaz koruma memuru tutuklandı Bulut MÜLHİM - Ramazan EĞRİ İSTANBUL'da polis merkezi ve cezaevinde gördüğü işkence sonucu hayatını kaybettiği belirtilen Engin Çeber’in ölümüyle ilgili açılan soruşturma kapsamında ihmali bulunduğu gerekçesiyle 6 infaz koruma memuru tutuklandı. İstinye Muhsin Bodur Polis Merkezi ve ardından konulduğu Metris Cezaevi’nde hayatını kaybeden Engin Çeber’in işkence gördüğü iddiaları ile ilgili soruşturmayı yürüten savcı Cevdet Doğan’ın talimatıyla, 6 infaz koruma memuru bugün saat 16.00 sıralarında Bakırköy Adliyesi’ne ifade vermeye geldi. Nöbetçi mahkemede ifadeleri alınan Metris Cezaevi'nde görevli infaz koruma müdürü 38 yaşındaki Fuat K., ‘Görevi ihmalden ölüme sebebiyet verme’ suçundan, diğer infaz koruma memurları 52 yaşındaki Selahattin A., 46 yaşındaki Yavuz U., 46 yaşındaki Murat C., 37 yaşındaki Sami E. ve 43 yaşındaki Nihat K. ‘Ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralama’ ve ‘Yaralanmaya sebebiyet verecek şekilde kişiye eziyet etme’ suçlarından tutuklanarak Paşakapısı Cezaevi'ne gönderildi. Soruşturma kapsamında Engin Çeber ile gözaltına alınan 3 arkadaşının 24 Ekim 2008 tarihinde Bakırköy Adliyesi’nde 97 polis memuruyla yüzleştirilmesine raporlu oldukları için katılamayan 5 polis memuru daha adliye geldi. Çeber’in üç arkadaşıyla savcının odasında yüzleştirilen polis memurları teşhis edilemedi. Tekstil işçisi Engin Çeber, 29 Eylül günü Sarıyer’de Yürüyüş Dergisi dağıtırken polise mukavemet ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Engin Çeber, Metris Cezaevi’ne konulduktan sonra koma halinde 6 Ekim’de Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Yoğun bakıma alınan Çeber, 4 gün sonra hayatını kaybetmişti.(dha)
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
İnsan Hakları Günü 'nde İzmir Seferihisar 'da 85 göçmeni taşıyan teknenin batmasıyla bir trajedisi yaşanmış, 43 mülteci yaşamını yitirmişti. İnsan Hakları Günü 'nde İzmir Seferihisar 'da 85 göçmeni taşıyan teknenin batmasıyla bir trajedisi yaşanmış, 43 mülteci yaşamını yitirmişti. Daha bu trajedi unutulmamışken yaşanan yeni dramı gazetemize değerlendiren mülteci dernekleri ve insan hakları savunucuları, yaşananların ülkelerinden açlık ve savaş yüzünden kaçmak zorunda kalan mültecilerin çaresizliğinin bir göstergesi olduğunu kaydettiler. Yaşanan vahşet, insanlık ayıbı olarak değerlendirilirken, bu tablonun uluslararası iltica politikalarının sonucu olduğuna dikkat çekildi . Ülkelerinden kaçmak zorunda kalan insanların çaresizliklerinin kullanıldığını söyleyen Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Projesi Genel Koordinatörü Özlem Dalkıran , olayı 'insanlık ayıbı' olarak değerlendirdi. Kurtulan mültecilerden Türkiye 'de kalmak isteyenlere izin verilmesi gerektiğini vurgulayan Dalkıran , mültecileri insan tacirlerinin eline düşürenin uluslararası iltica politikaları olduğunu kaydetti. Mültecilerin gidecekleri ülkenin devleti tarafından insanca muamele gördükleri takdirde bu sonuçların ortaya çıkmayacağını anlatan Dalkıran , 'Mülteciler uluslararası politikaların kurbanıdır' dedi. Sığınma hakkının kabulü sağlanmalı Mültecilik ve sığınma konusunda Türkiye 'de insanlık trajedisi yaşandığını dile getiren DTP Diyarbakır Milletvekili ve TMMB insan Hakları Komisyonu Üyesi Akın Birdal , sadece ölümler yaşandığında bu konunun gündeme geldiğini, sonrasında ise unutulduğunu hatırlattı. Kırklareli Gaziosmanpaşa Kabul ve Barındırma Evi'ni ziyaret ederek rapor hazırladıklarını, bu raporu da İnsan Hakları İnceleme Komisyonu 'nun gündemine taşıdıklarını belirten Birdal , önümüzdeki günlerde konuyu tekrar Meclis araştırmasıyla gündeme getireceklerini dile getirdi. Türkiye 'nin 1951 yılındaki çekingeyi kaldırması gerektiğini söyleyen Birdal , 'Savaş, çatışma, ülkelerindeki rejim nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalanların her ülkede sığınma hakkının kabulünü sağlamak gerekir. Doğu'dan veya Batı'dan her yerden isteyen bu sığınma hakkını kullanabilmeli' şeklinde konuştu. Türkiye geçiş noktası Türkiye 'nin mülteciler için geçiş noktası olduğu söyleyen İHD Mülteci Komisyonu Üyesi Ayhan Beyazıt , bugünkü olayın insanlık dışı olduğunu kaydetti. Yaşanan olayların önüne geçemediklerini dile getiren Beyazıt , 'Bu bir umut yolculuğu. Mülteciler sorgusuz sualsiz geliyorlar ülkelerinden' şeklinde konuştu. Tüm olayların kamuoyuna yansıtılmadığını vurgulayan Beyazıt , hükümetin gerekli tedbirleri almasını istedi. (İstanbul /EVRENSEL ) Yeşim Özdemir Kaynak: Evrensel
-
Üsteki üyeden ne olmaz ?
aşçı olmaz
-
Üsteki üyeyi ne kadar tanıyorsunuz..
o da kim ya
-
OBAMA DİYENLER!
Büyük bir merakla seçim sonuçlarını bekliyorum.Politika'nın dediği gibi problem olacak siyahilerin efendiliği.Bakalım,bekleyelim... ABD'de söz seçmenin Amerikalı seçmenler ülkenin 44'üncü başkanını seçmek üzere sandık başına gitti. Bugün yapılacak seçimlerde ABD'nin 44'üncü başkanı belirlenecek BBC'nin Amerika editörü Justin Webb 130 milyondan fazla Amerikalının oy kullanmasının beklendiğini söylüyor. Justin Webb, seçimlere katılım oranının da 1960'dan bu yana en üst düzeyde olmasının beklendiğini de belirtiyor. ABD'de bugüne dek ise 29 milyondan fazla kişinin oy kullandığı sanılıyor. Neredeyse iki yıl süren bir mücadelenin ardından Barack Obama bugün senatörü olduğu Illinois eyaletinde olacak. Cumhuriyetçi aday John McCain de senatörü olduğu Arizona'da kampanyasını sonlandıracak. McCain, kampanyanın son gününde Florida'dan başlayarak ABD'yi doğudan batıya 3000 kilometre katederek Nevada'ya kadar gelmiş, yedi mitingde konuşmalar yapmıştı. Barack Obama, Virginia'da yaptığı son mitinginde seçmenlere tek bir sözü olduğunu söyledi: "Yarın." Obama'nın Ohio ve Pennsylvania gibi kilit eyaletleri de alabileceği tahmin ediliyor. İki adayın Florida eyaletinde başa baş gittikleri belirtiliyor. Florida, 2000'deki başkanlık seçiminde en büyük çekişmenin yaşandığı eyaletlerden biriydi. Cumhuriyetçi George Bush, Demokrat Al Gore karşısındaki zaferi bu eyaletteki az sayıda oy farkıyla kazanmıştı. Seçim sistemi Ülke genelinde önde olmak bir adayın başkanlık seçimini kazanmasına yetmiyor. Her eyaletteki seçmenler, başkan seçecek delegeleri seçiyor. Ama delege sayıları da eyaletlerin büyüklüğüne göre dağıtılmış durumda. Bunların sayısı 538. 270 delege sayısına ulaşan ABD'nin yeni başkanı olacak. 2000 seçimlerinde demokratların adayı Al Gore, ülke genelinde daha fazla oy almış olmasına rağmen, delege sayısında geride kaldığı için seçilememişti. ABD'de bugün ayrıca Temsilciler Meclisi'nin tümü, Senato'nun üçte birinden fazlası (35 üye) ve bazı eyalet valilikleri için de seçim yapılıyor. Obama'nın acı kaybı Bu arada, Barack Obama'nın anneannesi Madelyn Dunham'ın 85 yaşında hayatını kaybettiği açıklandı. Obama'yı büyüten anneannesi Dunham, uzun süredir kanserle mücadele ediyordu. John McCain ve eşi Cindy, Obama ve ailesine başsağlığı dileklerinde bulundu. Palin aklandı Öte yandan Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı Sarah Palin, Alaska Valisi olduğu dönemde görevini kötüye kullandığı suçlamalarından aklandı. Yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan raporda, "valinin ya da herhangi bir kamu yetkilisinin etik kuralları ihlal ettiğine inanmak için gerekçe bulunamadığı" belirtildi. Daha önce yapılan bir soruşturmada, Palin'in görevini kötüye kullandığı sonucuna varılmıştı.(BBC)
-
Genç Olsaydım Dağa Çıkardım
Sadece işkence değil; Kaplan,Ahmet Kaya dan örnek vermiş... Bir Ahmet Kaya'nın vatan haini ilan edildiği akşam olan;insani bir istek de bu nemalanmaları haklı çıkartabilir. Kimse yanlış anlamasın;dağa çıkanları mazur görmek değil bu...tamamen anlamaya çalışmak!
-
Ermeni sorunu
Eğer ölen insansa ben de Ermeniyim!
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
Jön ben CIAnın adamıyım vallaha
-
"ZEHİR ZEMBEREK YAZILAR"... Beğenelim veya beğenmeyelim, Burada yayınlanacak yazılar hepimizi iğneleyecek kadar gerçek ve acıtıcı olabilir...
Sevgili Dipnot, Aslında sorunu çok net bir şekilde ifade etmişsiniz;sadece Türkiye Cumhuriyeti demek yetmiyor;Cumhuriyet'in neresinde olduğumuzu sorgulamak tek çıkış yolu. Arkadaşlarımız yazdıklarınıza tepki göstermişler,gösterebilirler,saygı duyarım.Yalnız bu tepkiyi gösterirken,sorgulamayı bir tarafa bırakıp hemen savunmaya geçmişler. Şunu herkes kabul etmeli;demokrasi desek de laik desek de;ülkemiz ne demokratik ne de laik.Laik olan bir ülke de daha bizler vicdanı sorguluyoruz.Demokratik olan bir ülke de biz hala askeri konuşuyoruz. Kim,nerede,nasıl durmalı. Demokrasinin olmadığı bir yerde,demokrasi nasıl işler? Demokrasinin olmadığı yerde,demokrasinin araçları ne işe yarar? İlk soruyu geçtim;ikinci sorunun cevabına bir örnek...partilerimiz...ne işe yarıyorlar? Gelelim ''sonradan oluşturulan Kürt ulusu'' açıklamalarına... Osmanlı Devlet'ine dönmakte büyük yarar var... Osmanlı devleti,kendi içerisinde birçok etnik kimliği barındırmasına rağmen,yediyüz yıllık bir tarihe sahiptir. Peki bu Osmanlı ile ilgili midir tamamen yada şöyle sorayım,bu sadece Osmanlı'nın başarısıyla mı açıklanır? Tabi ki hayır. Bu dönemin getirisidir. Ne zaman ki milliyetçilik dalgası sardı dünyayı,o zaman Osmanlı bitişe doğru yol aldı. Kürtler bu milliyetçilik dalgasının dışındaydı. Osmanlı Devleti içerisinde ciddi bir nüfuza sahip olan Kürtler,Milli mücadale döneminde de kendilerini hissettirmiştir. Peki neydi Kürtler'i milliyetçiliğe sürükleyen! İster katılın ister katılmayın;ısrarla vurgulanan Türk kimliği. Efendi Türkler,bir dili tanımak ülkenin bölünmesi demek değildir;sadece hak ve hukuk olsun...demokrasi olsun.Azınlık değil insan hakkı olsun. Doğrucudavut,Kürt Dili,Kürt kimliği...vs bunlar denildiği gibi sadece birilerinin işine gelen değildi;sadece Kürtlerin kendilerini görmesi ile ilgili de olabilir. Dipnot,çözüm herkesi aynı evde tutmak ile çözülür demişti önceki iletilerinde... Çözüm çocuklarımızı barıştırmak...çözüm demokrasi...işleyen,anlaşılır kılan,ortak payda da buluşturan demokrasi...