Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Aynen öyle diyorum... Eğer mucizevi ve bilinmeyen bir yönü olsaydı, 1500yıldır birileri çıkar ve Kur'an-ı "Ya hu Demir'in gökten indiği ile ilgili ayet neden var?" şeklinde eleştirirdi. Böyle bir eleştiriye neden hiç rastlanamadığını düşündünüz mü acaba? Ben söyleyeyim: Çünkü zaten bildikleri birşeydi ayette söylenen şey... O yüzden 1500 yıldır sorgulamadılar bunu. Mesela ben size şu an "Alüminyum gökten inmektedir" dersem, bana ispatı sorarsınız değil mi? Yani bunu "Tanrı'nın emriyle böyle oluyor" desem bile yine de somut bir kanıt istersiniz. Zira Somut bir şeyden, Alüminyum'un gökten inmesinden bahsediyoruz. Ancak Alüminyum'u Göktaşlarının düştüğü kraterlerden elde ediyor olsak, Ben öyle birşey söylediğimde, bana "İspat et" der misiniz? Demezsiniz, çünkü zaten bilinen birşeyi söylüyorumdur... Kur'an-daki her ifade için bu geçerlidir. Hz. Muhammed, var olan ve zaten bilinen bilgilerin kaynağı olarak Tanrı'yı göstermekten fazlasını yapmamıştır. Demir ilk insanlardan beri bilinip işleniyordu. Hatta demirin kullanımı, Tarih Çağlarına "Demir Çağı" şeklinde isim bile olmuştur. Soyuta atamadan, akıllı ve mantıklı bir şekilde düşünün: Neden insanlar 1500 yıl boyunca, Demir'in gökten indiği ile ilgili ayete hiç şaşırmamışlar? İnsanların, M.Ö.lerden beridir Demir Çağı'nı yaşamalarına ve Demiri işleyebilmelerine rağmen, nasıl ve nereden elde edilebidiğine dair bilgiye sahip olmamalarının imkanı var mıdır? Demir elementinin, diğer nebulalardan ya da yıldızlardan gelmiş olduğu kabul edilse bile "İndirildi" ifadesi sizce neye işaret eder? Var olan bir yüzeye gökten inen bir maden'e mi işaret eder? (ki u açıdan ayet tutarlıdır, çünkü gerçektende denildiği gibi Tarihsel olarak insanlar alaşımdan demir elde etmeden önce yüzeye düşen meteorlardan elde edilen ve nikel ile alaşım halindeki demiri kullanıyorlardı) Yoksa daha bir toz bulutu iken bu toz bulutu ile karışıp, o toz bulutunun merkezine yerleşen bir elementi mi işaret eder? (ki bu açıdan ayet kendi gerçekliği ile ve nesnel gerçeklik ile çelişmektedir. Zira Yerüzünün merkezindeki demir hiçbir gökten inmemiştir ve dünya var olduğundan beridir oradadır. Oradaki demirin gökten inebilmesi için bir gök'ün oluşmuş olması ve yukarıdan inmesi gerekir. Ki bu da farkedeceğiniz üzere uzayda Yukarı ve Aşağı gibi bir yönlemin olmaması sebebi ile çelişkidir) Bakın, ben bu sorunun cevabı ile uzun zamandır aradığım bir yanıtı da buldum. Türkler, İslamiyete geçmeden önce Göçebe idiler ve göçebe bir toplum olmalarına rağmen Demircilikte ileriydiler... Fakat, aklıma takılan şu idi: "Nasıl olursa göçebe bir toplum, yerleşik olmayı gerektiren bir mesleği yani madenciliği icra etmeden Demir'i elde edebilirlerdi ve Demircilikte ileri seviyelere ulaşabilirlerdi?" Sorunun yanıtını sanırım artık çok daha rahat verebiliriz, öyle değil mi? Demiri bir şekilde çok kolay yöntemlerle elde ediyorlardı, belki de yer yüzeyinden... Yani bazı bilgilere, Kur'an bildirmeden çok önce sahiptiler... Şunu hatırlatayım ki, Türklerde "Gökten inen ışık" efsaneleri vardır... Gerçi şimdi birileri çıkıp: "Her Millete peygamber gönderilmiştir, Türkler o yüzden biliyorlardı." diyerek Lafazanlık/Cerbeze yapacaklar ama olsun... "Klasik Kıvırma Yöntemi" diyoruz biz buna...
  2. Sayın sarıgöl... Diyanet'in kurulma amacı, dini Tarikatlerin ve Tekkelerin tekelinden kurtarmaktır. Özellikle Şeyh Sait isyanından sonra bunun gerekliliği ortaya çıkmıştır. Şeyh Sait isyanında dinin nasıl kullanıldığına dair bir örneği burada vermiştim, incelerseniz iyi olur... Diyanet işlerinin kurulmasının Mustafa Kemal'in inanıp inanmaması ile ilgisi yoktur. Buhari'yi, Hadisleri ya da Kur'an-ı tercüme ettirmesini, kendisi "Arap Hurafelerinin Türk Milletince görülmesi ve Türklerin neye iman ettiklerinin farkına varmaları" olarak nitelendirir. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler Kitabı'nı ise 1930lardan sonra Afet İnan'a derlettirmiş aslını kendi el yazısı ile yazmıştır, hala mevcut olan bu asıllarında şu ibareler geçmektedir: "Türkler İslam dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra bu din (...) Türk milleti­nin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli he­yecanını uyuşturdu." "Muhammed'in bir melekle ve Allah'la hakika­ten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar ol­duğu gibi, Muhammed'in isteyerek böyle söyledi­ğini ileri sürenler de olmuştur. Bu faraziyeleri bir tarafa bırakmak ve meseleyi ilim ve mantık çer­çevesi içinde mütalaa etmek daha doğru olur. Muhammed, iptida Allah'ın resulüyüm' diyerek ortaya çıkmamıştır. Bu düşünce, senelerce müca­dele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisine hasıl olmuştur." "Muhammed'in dinini kabul edenler, Allah'a kendi milli lisanında değil, Allah'ın Arap kavmi­ne gönderdiği Arapça kitapla ibadette buluna­caktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah'ın ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler" Daha sonra ise zaten Türkçe Ezan gibi uygulamalar gelir... Atatürk tıbbi bir kazaya! kurban gitmeyip yaşasaydı, sizi İnançsızlığın büyük savunucularından birisi olarak göreceğimden pek şüphe etmiyorum... Zira gördüğüm kadarıyla Atatürk aşkınız ziyadesiyle var... Uffff... Sıkıldım gerçekten... Yani ne bir bilgi var, ne bir paylaşım... Sadece karalama, o kadar... "Duvar yazıları" imiş yazılanlar... Peh... Sayın Xenamorph bir yerde: "Ben akıl diniyim demekle akıl dini olmaz" demiş... Akılı, Bilinci ve İradeyi kendinize mal etmeniz, bunların sizde olduğu anlamına gelmiyor diye düşünüyorum. Birazcık Tarih, lütfen Sayın sarıgöl, birazcık Tarih bilgisi, rica ederim... Türkler'den kastımız elbette ki "Oğuzlar". Oğuzlar Anadolu'ya geldiklerinde Müslüman değillerdi. Hatta Osmanlı Devleti kurulana kadar çoğunluğu hala Şamandı ve Gök-Tanrı inancına sahiptiler. Selçuklular zamanında dahi Selçukluların yıkılışında etken olan Türk Oğuz boyları hala Müslüman değillerdi. Horasan ve civarındaki Emevi Soykırımını bir kenara bırakırsak eğer Anadolu'ya göçen Oğuzlardan Selçuk Bey önderliğindeki boy, varlıklarını sürdürebilmek için Müslüman olmak zorunda kalmışlardır. Osman Turan, Selçuk Bey'in "Bunun bir gereklilik" olduğunu ifade ettiği söylemine yer verir. Selçuk bey Halife'ye ve İslamiyete Hidayet aşkından değil, yok olmak korkusundan bağlanmıştır. Zayıf olan Abbasi Halifesi ise Selçuklular ile yeni bir destek sağlamıştır. Fakat Oğuzların geri kalan kısmı hala Şamandır. Daha sonra Selçuklular İslamiyetle yerleşik hayata geçmişler ve bu göçebe Şaman Oğuz Türklerine de yerleşik olmaları için baskı yapmış ve dışlamışlardır. Daha sonra bu Oğuzların isyanıyla yıkılmıştırlar. Osmanlılar zamanında ise yine Oğuzlar hala Şamandır ya da Alevileşmiştir büyük ölçüde. Yavuz Selim ve Şah İsmail mücadelesinde Şah İsmail Sünnileri katlederken, Yavuz'da bu Türkleri katletmiştir. Mücadeleyi kazanan Yavuz Selim, Alevileşen Oğuzlara karşı karalama kampanyası başlatmış, "mum söndü" gibi iftiraları yaymış ve bölgede Kürtlere ve Sünnilere ayrıcalıklar tanımış, bu Oğuzların Kürtleşmelerine, Kürtçe konuşmalarına neden olmuştur sonunda. Daha sonra da Adülhamit "Hamidiye Alayları" ile Kürt Aşiretlerine ayrıcalıklar ve insiyatifler vermiş, o dönemde de bir çok Türk boyu Kürtleşmiştir. Bu yüzden Doğu'da "Alevi Kürt" diye birşey gördüğünüzde biliniz ki "Alevi Kürt" diye birşey yoktur. Alevilik, Şamanizm ile İslamiyetin, yok olmamak için Oğuzların harmanlayıp ortaya koydukları bir sistemdir. Alevi Kürtlerde, Kürtleşen Türklerdir. Yani Türklerin İslamlaşması, öyle sandığınız ve sanmanız sağlandığı gibi Hidayet aşkıyla yanıp tutuşan Türklerin seve seve İslamiyete geçmeleri ile olmamıştır. Türkler birkaç yılda değil, birkaç yüzyılda zor ve baskı ile, kandırılarak ya da korkutularak Müslüman yapılmışlardır. Neden bu Müslümanlığı hala benimsemişler diye mantıksız bir soru soracaksınız ama örnek vereyim: Giresun'da Çepni'ler vardır ve bu Çepnilerin bir kısmı, yanlış hatırlamıyorsam Tunceli tarafındadırlar ve Alevidirler. Zamanında bunlar Giresun'a sürülüp Sünnileştirilmişler ve birçok ferdi de bunu bilmektedirler. Fakat yine de Alevileri hiç sevmezler ve sünniliğe bağlıdırlar... Alevi olan Çepniler de Sünni olanları pek sevmezler... Bu da sanırım koşullanmak ile ilgili işte...
  3. Ya hu arkadaşlar şimdi birşey söyleyeceğim ama yıldızlanacak... "Uydurmayın" kelimesi yıldızlanır mı bilmiyorum... Önce bir sakinlikle okuyun, sonra mantık yürütelim... Wikipedi'ye göre Demir: stu.inonu.edu.tr'ye göre Demir: Kimyaevi'ne göre Demir: Wikpedi'deki bilgiye bakılırsa, eski insanların yaptıkları gereçlerin alaşımlarında Nikel olmadığı için Meteorlardan/Göktaşlarından elde edilen demirden yapılmadığı bilgisine ulaşıldığı görülür. Ancak yüzeydeki bir takım meteor kalıntılarına ulaşılması da muhtemeldir. Gelelim verilen adresteki bilgilerin eleştirisine... Zafer Dergisine göre Kur'an-da Demir: Zaten "Bediüzzaman" dediğinde iş bitmiştir ama neyse, yine de tahlil yapalım... Şimdi, akıl var mantık var... Demir, ilk insanlardan beridir işlenen bir madendir. Yani burada M.S. 600lü yıllardan çok çok önceleri insanların kendisi ile çeşitli alaşımlar elde edebilecek kadar bilgisine sahip oldukları, Onu çeşitli zamanlarda ve deneyimlerle daha da sertleştirebildiği ve dayanıklaştırabildiği, Çeşitli işleme teknikleri ile İbadetten ev hayatına, savaş alanına kadar, yani hayatının her alanına soktuğu bir madenden söz ediyoruz. Bu maden hakkında bu kadar bilgi sahibi olan insanlar, o madenin kökeni ile ilgili bilgiye Kur'an-dan önce sahip değiller midir sizce? Mesela Türkler... Tarihte Demircilikleri ile ünlüdürler ve hatta "Temür" "Temir" "Demir" adını evlatlarına isim olarak verecek kadar Demir ile haşır neşirdirler... Ergenekon'da Demirden Dağı Eritme efsanesi bile vardır, bilirsiniz... Sizce bu insanlar, Kur'an-dan önce, Demir'in nereden ve nasıl elde edildiği bilgisine , üstünkörü de olsa, sahip değiller midirler? Demek istediğim, Demir elbette göktaşlarında da bulunur ancak sadece göktaşlarında bulunmadığı gibi Demircilik ile uğraşan her millet eğer o demiri bir göktaşının düştüğü yerden elde etmişse, mutlaka ama mutlaka zaten o demiri "Gökten inen birşeyden elde ettikleri"nin farkındadırlar... Çünkü meteorların düştükleri bölgeler ardlarında krater gibi iz bıraktıkları gibi, yeryüzünde bir damar oluşturacak nitelikte de değildir. Belirli yerde bulunurlar, farkedilirler. Yazı da, Kur'an-ın 1500yıl öncesi bilgi birikimine ait bir yapıda olduğunu es geçerek, anlamını oldukça yaymış diye düşünüyorum. İşte süpernovalarda oluşan patlamalarla dünyanın etkilenmesi ve oluşan elementlerin dünyada yer alması, bunun arasında demirin olması gibi bilgilere yer verilmiş, gereksiz... İyi de buna "Gökten inmek" denemez ki? "Gökten İnmek" ifadesi, oluşmuş, yani zaten var olan bir gezegene, sonradan gökten indirilen, yani o yere nisbetle belirli bir başka yerden gelmeyi ifade eder. Kur'andaki ifadeye göre ise, dünya zaten vardı ve demir, dünyaya gökten indirildi. Bu işte demirin elde edilebileceği Meteor bölgelerine uygun bir ifadedir sadece. Yani zaten o zamanlarda bilinen bir bilgi bu... Ancak Dünyanın merkezindeki demir için bu ifade bu kadar genişletilemez. Niçin mi? Çünkü o zaman daha dünya oluşmamıştır ki göğünden bir şey insin. Demir dünyanın merkezinde yer aldığına göre, demek ki dünyanın oluşumunda zaten aktif olarak vardı, sonradan biryerlerden indirilmemişti... Aynı zamanda "Gökten" inmesi için, dediğim gibi bir "Yön" ve "Sabit bir yer" tanımlamak lazım. Dünyanın oluşumu sırasında yani dünya bir toz bulutu iken böyle bir yönden bahsedilemez. Niye mi? Çünkü uzayda "Yukarısı" "Aşağısı" diye birşey yoktur da ondan... Yazının şu kısmı çok manidar: Dediğim gibi, Kur'an-da yazmasına gerek yok, İnsanlar Kur'an-dan önce de demir'i "Gökten inen birşeylerin indiği yerlerden" elde edebilmektedirler... Zamanının bilgilerini yorumlayan Kur'an-da bu bilginin de yer alması gayet normal, mucizevi ya da insanlık üstü birşey değil. Benim aynen bugünün bilgilerine dayanarak gezegenlerini sıralarını söyleyebilmem kadar sıradan bir bilgi o zaman için. Ancak rasyonelleştirme adına bu anlamı Sayın Profesör Osman gibi mantıksız hale getirmek ne kadar yerindedir, sorgulamak lazım. Bilmiyorum ne kadar irdeleyebildim ama özü aksettirebildiğimi düşünüyorum. Ayet, yazı da da "Zahir Anlamı" olarak belirtildiği üzere, aslında "Meteor Bölgelerinden" elde edilen Demir'i kastetmektedir. Bundan başka bir anlam ifade ettiğine koşullanmak, çırpınmaktan, rasyonelleştirmeye çalışmaktan, düşünceyi kıvırmaktan başka birşey değildir. Yazdıklarım açık ve nettir...
  4. Ya aslında pek niyetli değildim ama yine de bazıları sayesinde bir iki şey yazma zorunluluğu doğuyor... Mecbur bırakmayın arkadaşlar... Biraz okuyalım, ondan sonra konuşalım... Sayın Cyrano çok haklı... "Din" kisvesini kullanacak olanlar, nereden hareket edeceklerini çok iyi biliyorlar: Kimi insanların bilgisizliğinden ve inanabilirliklerinden hareket ediyorlar... Türklük ile Müslümanlık aynı şeymiş... Hiç bu kadar gülmemiştim. Bir insanın bunu söyleyebilmesi için, lise eğitimi almamış olması gerekir. Zira hatta ortaöğretimde şu an Sosyal Bilgiler dersinde Orhun Kitabelerinden ve üzerideki yazılardan bahsedilir. Ne yazar orada? --- Bengü Taşın Doğu Yüzü şöyledir: 1- Teñri teg Teñri yaratmış Türk Bilge Kağan; Sözüm: Babam Türk Bilge ..nda al..tı Sir, Tokuz Oğuz, İyi Ediz otağlı beğleri, bodunu .. Türk Teñri .. 2- üstüne kağan oturdum. Oturduğumda ölürcesine sıkılan Türk beğleri, bodunu, silkinip, sevinip, yere bakan gözü yukarı baktı. Bu çağda kendim oturup bunca ağır töreyi dört yandaki .......... etdim. Üstte Kök Teñri, altta yağız yer kılındığında ikisi arasında kişi oğlu kılınmış. 3- Kişi oğlunun da üstüne atalarım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturunca Türk Bodunu'nun ilini, töresini tutu vermiş, edi vermiş. Dört yan hep yağı imiş. Ordu gönderip dört yandakı bodunu hep almış, hep bağlamış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğu'da Kadırkan ormanına kadar, Batı'da 4- Temirkapı'ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek düzensiz Kök Türk öylece oturur imiş. Bilge kağan imiş. Alp kağan imiş. Buyruğu bile bilge imiş gerçek, alp imiş gerçek. Beğleri bile, bodunu bile düz imiş. Onun için ili öyle tutmuş gerçek. İli tutup töre düzenlemiş. Kendisi öylece ölümü bulmuş. --- Şimdi burada Türk Beyi, Türk Budunu tamlamalarına dahi dokunmadan, "Kök/Gök = Ham/Olmamış" anlamında kullanılması mantıksızlığına değineceğim. "Kök" kelimesi diyelim ki "Ham" manasında kullanılıyordu. "Kök-Tengri" tamlamasının anlamı nedir? "-Ya hu bizim Tanrı'mız daha çocuktur, hamdır. O yüzden adına Kök-Tengri diyoruz. Nasipse ilerde Müslümanlık diye birşey çıkarsa, Müslüman olup yenisini alacağız" mı demiştir Kök-Türkler? Gök-Türk ismini Gök-Türklere kimse takmamış, kendileri takmıştır. Peki bu ismi niye takmışlar? "-Ya hu, biz henüz olgunlaşmadık, bunun farkındayız. İlerde kısmetse Müslümanlık diye birşey çıkacakmış, Müslüman olup olgunlaşacağız tabii ki..." mi demiştirler? Ya da şöyle sorayım: Örgün Eğitim görüpte "Dilde Eş Anlamlı Sözcükler" konusunu öğrenmemiş kaç kişi vardır aramızda? "Derede yüz" denildiği zaman, dereceki kafalardan mı bahsediliyor yoksa sayılardan mı acaba? Cevaplayabilecek olanınız var mı? Bundan başka arkadaşımız Türklüğün İslamiyetle ortaya çıktığına ziyadesiyle koşullandırılmış. Ve aynı zamanda ortada çok büyük oyunların ve kandırmacaların döndüğünü iddia etmekte... İyi de, Gök-Türk alfabelerini çözümleyen ilk akademisyenler Türk ve Cumhuriyet Bilim İnsanları değildiler ki? O adamların ne çıkarı vardı da Türk Tarihini taaa Hunlara dayandırdılar ya hu? Onlar Atatürk'ün baş yaverleri miydiler? Sistemin yetiştirdiği inlar mıydılar? Kaldı ki gün be gün yeni yeni kanıtlar ortaya çıkıyor. Yıllarca Ay ile Yıldız'ın İslami semboller olduğu konusunda kandırılmıştık. Oysa Türklerin bu sembolleri kullanımı taa Gök-Türklere kadar gidiyor. Gök-Türklere ait buluntu paralarda bu ay ve yıldız sembollerine de rastlanmaktadır. Ya hu herşey bir yana, Gök-Türkler "Türk" adını bir Devlet adı olarak ALMIŞLAR... Hangi aklı başında insan çıkıpta, buna rağmen "Hayır efendim, onlara Türk denemez" diyebilir? Ya bu ne perhizdir, ne lahana turşudur? Bu ne bilmezliktir, ayıptır yaa Kendi atalarınıza karşı ayıptır, saygısızlıktır... Birde diyorlar ki: "Tengeriin, niçin bazı tavırların sertleşti dine karşı?" Ya hu bu yüzden işte, başka neden olacak ki? Din bir koşullanmadır beyler. "Sorgulama" mekanizmasını kaldırır ve ortaya sadece yürüyebilen bir organizma koymuş olursunuz. Ondan sonra birileri çıkar, birilerinin uydurduğu şeylere iman eder, sorgulamaz bile... Ya hu güleyim mi, ağlayayım mı bilmiyorum. Neyse, Size iyi forumlar, İyi tartışmalar... Saygılarımla... (Muhtemelen yıldızlanacak ve silinecek kelimelerim olacaktır kaçınılmaz ve geleneksel olarak, artık oraları okuyucu yamayıverir...)
  5. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Figgaro'ydu sanırım, bi lafı vardır: "Yeryüzünden silindiğinde zararı olmayacak tek canlı insandır..." Aslında yeryüzünden yok olduğunda yararı olacak olan tek canlı yine insan... Bence yok olmayı hak ediyoruz, doğaya yaptıklarımız karşısında...
  6. Hehhe hee... Komikmiş yaf...
  7. Şöyle birşey var; 150likler gerçekten hainlerle dolu gerçekten... Ha istisnalar ve geçiştirmelerde olabilir... Mesela Zabıt Ceridelerindeki tartışmalara bakıyoruz, Bir takım insanlar tamam Milli Mücadele karşıtı çalışmış ama normalde kullanılan ve yönetilen, yani tek başına kaldığında ya da o günlerden sonra artık bir çaba gösteremeyecek halde olan insanlar ve 150liklere alınmış... Ama o gün bile Türkiye'de kalarak bir çok faaliyete devam edebilecek birçok kişi alınmamış... Ve bu kimselerin seçimi gelişigüzel yapılıyor neredeyse, alelacele... Çerkes Ethem'in düşüncesi ne kadar vatan hainliğine sığar bilemem... Mustaf Kemal nasıl ki Ankara'da kendi silah arkadaşları ile birlikte bir Hükümet kurduysa, Onunda Batı cephesinde buna niyetlendiği açık diye düşünüyorum... Ve hatta Lozan Konferansına giden İsmet Paşa'ya falan kardeşiyle birlikte suikast düzenleyeceği haberi bile geliyor, Mustafa Kemal bu haberi İsmet Paşa'ya iletiyor. Yani karışık olduğu kesin...
  8. "Dindar" olmak ya da "Dinsizliği seçmek", genel olarak kişinin yetiştiği ortam ile ilgilidir birde... Siz bilgiye hiçbir şekilde, dini reddetmesi için gerekli bilgiye ulaşamayan bir insanın Dini reddetmesini, Ya da kişiyi Bilim Adamı yapacak edinimlerden uzak olan bir kimsenin Bilim adamı olmasını bekleyemezsiniz... O yüzden zeki olmasına rağmen, Tanrı'ya sıkı sıkıya inanan insanlar çoklukla var... Ben zekadan çok bilgiye erişime ve kişinin yetiştiği ortama, yetişme tarzına bağlıyorum... Saygılarımla...
  9. Arkadaşım, o kadar iddialı iseniz Açın 150likler hakkında bir konu başlığı, orada tartışalım... Ama o kadar iddialı iseniz, Zabıt Ceridelerinden tutun Hatıratlara ve Nutuk'a kadar tüm kaynaklara inerim ben... Nasıl tespit edildiklerini, kimler olduklarını, sayılarının niçin bu kadar az ve sınırlı olduğunu açıklarız merak etmeyin... Öyle bir kitabın bilmem kaçıncı sayfasına dayanarakta yapmam bunu... Bilmediğim bir konu hakkında konuşmam... Siz o 150likler arasında Kahraman olarak gördüklerinizi yazın, bende karşı tezimi ortaya koyayım... Olur mu?
  10. Hahha ha haaaa, Süpermiş yaaa... "150likler Davası" ile "Kurtuluş Savaşının Kahramanlarının Yargılandığı Davalar" nasıl bir benzetme oluyor anlamadım? 150likler midir Kurtuluş Savaşı Kahramanları? Bence bu konuda pek birşey bilmiyorsunuz, kusura bakmayın... Şu an 150likler ile ilgili ciddi bir Akademik Tez üzerine çalışıyorum, isterseniz ve merak ediyorsanız biraz bilgi edinmeniz için paylaşabilirim bazı bilgileri... Pek birşey bilmediğiniz ortada olduğu için bu iletinize yorum yapmıyorum... Kusura bakmayın...
  11. Sayın karabekir... Aslına bakarsanız, bu türlü kanunlara bende karşıyım... Temel olarak Anayasalarda "Kişilere Özel" kanunlar ve hükümler olamaz, olmamalı... Ben Atatürk Kanunundan, Atatürk'ün sorumlu tutulmasından şikayet ediyorum... Kadın Atatürk'e laf söylüyor, tamam söylesin... Bir kanun uyarınca hakkında soruşturma açılıyor, tamam açıldı... Ama sanki bundan Atatürk sorumluymuş gibi lanse ediliyor... Aynı zamanda teorik olarak soruşturmaya neden olan davranış Anayasal bir maddeye dayandığından, Hukukidir zaten... Ve şu da var ki, Kaçınılmaz bir gerçek olarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün kişiliği Korunması gereken bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır... Aslına bakarsanız Kurtuluş Savaşına katılmış tüm silah arkadaşları da o şekildedir...
  12. İyi de "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun"unu sizin ve Tayyip Erdoğan'ın pek sevdiği, örnek aldığı, "Siz isteseniz Hilafeti dahi getirirsiniz!" diyen Adnan Menderes Hükümeti çıkarmıştır diye biliyorum... Yani kişinin sopası, dönüp yine kendisini mi vuruyor acaba sonunda? Ben tekrar sormak istiyorum; O kadın, o söylediklerini, Humeyni için İran'da söyleyebilir miydi? İran'da buna dair hangi kanunlar var?
  13. Yok beee... O "Rep", Şu "Rep" oluyor...
  14. Neye dikkat etmek gerekiyor *****!? Dediğim gibi, dünyaya Cinsellikten bakmamak lazım... Atatürk'ün ****** davasına da düşüp "İyi İnsan" kıstasını buna göre yapmaya koşullanıyoruz sonra... En azından Atatürk, kendi razı olduğu kadar, ilişkiye girdiği kadının da rızası ile bir cinsellik yaşamıştır. Anayasaya "Dört Kadın Almak" gibi bir şart koşmayıp, kadınları AtaErkilliğin dikteleri ile "Cariye" ve "2nci, 3üncü, 4üncü Muhtaç Kadın" olarak, onları bu koşullarda zorunlu bırakarak, bilmem neyinin keyfine göre Eş almamıştır... Kimse, kimsenin özgür iradesi ile karşılıklı yaşadığı cinselliği sorgulayamaz ve bunu bir kıstas olarak lanse edemez... Atatürk'ün Cinselliğini eleştirecek olan kişinin, önce kendi inancının emirlerinin psikolojisinin altındaki çıkmazları, sapkınlıkları sorgulaması gerekir... Ki elimizden geldiğince bunu gösteriyoruz zaten... Atatürk "Din böyle emrediyor!" deyip, habire kadın alıp boşasaydı, sizin için daha makbul olacaktı değil mi? Düşünceye bakar mısınız?
  15. Katılıyorum... Bana da çok klasik ve sıradan geliyor... Aynı zamanda itici... İlla ki olacaksa ekranın en altında olsun bari... Ekranın üzerinde direkt olarak o sayfa açılınca, diğer yerleri dolaşma şevki kalmıyor. Direkt olarak nereye ne yazılmışsa ona bakıyoruz elimizde olmayarak...
  16. İşte arkadaşım, nasıl olurda farketmezsiniz... Ve hala bana Tasavvufu öğretmeye çalışıyorsunuz... Şu yazdığınız ileti açık ve net olarak Şirk'tir... Tanrı'dan başka bir "Varlık"ın varlığını kabul etmektir... Siz hem "İki Varlık Vardır" deyin, hem de "Allah'tan Bağımsız Var Olamazlar" deyin... Bu ne yaman çelişki böyle? Göbek bağı ile mi bağlılar birbirlerine peki? Peki "Varlık/Madde" Tanrı'dan bağımsız değil ise, Aralarındaki "Bağ" nasıldır? Madde ile bir bağ kurabilecekse eğer, Mutlaka bu bağda Maddi olmak zorunda... Eğer Maddi ise bu bağ, kaynağı da yine Maddi olmak zorundadır... Bu da Tanrı'yı Maddi yapar... Bu mantığın farkına nasıl olurda varamazsınız... Ve bu konu ile alakalı olarak "Cennet/Cehennem"inde "Maddi" olup olmadığı konusunda sizden açık ve net cevap bekliyorum bu konuda... Hala net bir cevap veremediniz ankete... Lütfen sorulara açık ve net cevaplar veriniz... Tanrı olmadan, evreni gayet güzel ve net bir şekilde açıklayabiliyoruz... Açıklanamadığını sanan siz ve sizin doğmalarınız, sanrılarınızdır... Yanılgıda ve çelişkide olan, pek belli ki sizsiniz... Gayet açık ve net... Ene'l Hakk ve Vahdet-i Vücut düşüncesini sizden öğrenemeyeceğimiz son derece açık değil mi? O Ayetlerin, Soyut bir Tanrı'dan geldiği kesin değildir... Hz. Muhammed, Varlık ile ilgili kendi düşüncelerini "Tanrı"dan aldığını iddia etmiştir, hepsi budur... Kur'an-da Hz. Muhammed, tanımladığı Tanrı'yı, o Tanrı'nın kendi ağızından anlatmıştır... Olay budur... Benim Tevhid hakkındaki ifadelerimin boşa kürek çekmek demek olduğunu, Ancak ve ancak benim söylediklerimi çürütebilerek ispat edebilirsiniz... Fakat öyle ki, sizin söyledikleriniz, Benim söylediklerimi çürütmekle alakalı olmadığı gibi, Aynı zamanda yeni yeni çelişkilerinizi ortaya koyuyor... Söylediklerinizin gerçeklikle alakası yoktur... Sizinle tartışabilecek bir şeyimiz kaldığına inanmasam da, Konuyu açan sorularıma yanıt vermenizi, Açık ve net yanıtlar vermenizi yine de rica edeceğim... Niyetim, asıl konuya dönmektir...
  17. Dayı... Valla tek bir kelime eklemiyorum yazdıklarına... Bu kadar aynı telden çalabiliriz ancak... Ben size açık açık yazdım... "Niyetlerdeki Farklılık" falan, laftır bu... Açık olan şu ki, hangi niyetle ele alırsanız alın Karşımıza çıkan şey, Bencil ve Egoist bir Tanrı anlayışının olduğudur... "Allah İstedi Diye" iyilik yapan insan, "Allah" bilincinden birşey olurda arınırsa eğer, O insanın; "Nasılsa Allah diye birşey yokmuş" deyip elinden gelen gelen menfaatçiliği ve kötülüğü Ardına koymayacağını kesinlikle iddia ediyorum... Zira insanları baskı altında tutup, birden serbest bırakırsanız, O insanlar kötü olduğunu bilselerde, bastırıldıkları niyetleri gerçekleştirirler... Ancak bir insan "Tanrı var ya da yok" diye değilde, "Tanrı Emrediyor" diye değilde, İçsel olarak İyiliği benimsemişse, "Tanrı İnancı" gibi esnek bir düşünceye bağlı "Tanrı"nın varlığı ya da yokluğu O insanın iyilikliliğini etkilemeyecektir... Bu saha somut ve Dinler Üstü/Tanrı Üstü Ahlak anlayışıdır. Tanrı Düşüncesinden ve Tanrı'nın varlığından daha üst bir anlayıştır... Siz "Tanrı öyle istedi diye" iyilik yapıyorsunuz... "Tanrı"nın olmadığını bugün kavrasanız, yarın; "-Ulen nasılsa Tanrı yokmuş, sorumluluğumda yok nasılsa, emreden de yok... Ne yaparsam yaparım!" demeyeceğinizi garanti edemezsiniz... Ve hatta yıllarca "Tanrı" inancına bağımlı olarak baskı altına aldığınız ihtiyaçlarınzı fütursuzca açığa vuracağınız açıktır bile, çünkü bu en temel tepkisidir insanın... Ama "İyilik" anlayışı Tanrı'dan bağımsız olarak gelişmiş birisi, Her koşulda Tanrı olsa da olmasa da o İyilik anlayışına her daim sahiptir... Kısaca: Tanrı Merkezli/Emirli İyilik anlayışı, Temelde, hiçbir şekilde "Etik" ve "Ahlaki" değildir... Menfaate dayanır çünkü... İster İslamı doğru anladığımız iddia edin, ister zerre kadar anlamadığımı... İnancınızın bilinçaltı budur... Hala şu "Maddeden Ayrı Tanrı" koşullanmanızdan kurtulamıyorsunuz, farkında mısınız? Ben "Kainata Karışmayan Bir Tanrı" anlayışında değilim... Zira "Deist" değilim... Bu düşünce de "Varlıktan Ayrı Tanrı" düşüncesini doğurur... Ben varlığın kendisinin Tanrı olduğunu söylüyorum... Bunun hala neyini anlamayıp, her iletinizde beni farklı farklı niteliyorsunuz anlamıyorum...
  18. Aslında İran'da yaşamalarını tavsiye edeceğim ama Söylediklerine rağmen burada yaşamaya utanç duymuyorlarsa Ne desek boş sanırım... O sevmedikleri Mustafa Kemal ve arkadaşları sayesinde bu şekilde rahat konuşabiliyorlar, Farkında değiller...
  19. Aslına bakarsanız Erkekler için İpek Gömlek ya da İpekli bir Giyecek ürettiğinizde günaha gireceksiniz... Teorik olarak muhtemelen "İpek Kumaş" konusunda yukarıda söylediğiniz gibi düşüneceksiniz büyük ihtimalle... "İpekli Erkek Gömleği Üretim Talebi" geldiğinde, "-Benim dinime göre erkeğin ipekli gömlek giymesi büyük günahtır, üretemem!" diyeceksiniz... Ya da Erkekler için "Altın Takı" talebi geldiğinde de aynı düşünce de olacaksınız... Görüyorsunuz ya, böyle birşey işte...
  20. Arkadaşım, ben daha 50 yıl önceki bilgileri sorgulayan ve yenilemeye çabalayan birisiyim... Kaldı ki 1500 yıl önce ortaya çıkmış ve kalıplaşmış olan inancımı da sorgulamış birisiyim... Kaç yüzyıllık öğretiyi mi aynen kabul etmemi ve kotarmaMAmı bekliyordunuz? Spinoza aynen mi kabul etti Kabbala'yı ve Pan-Teizm'i ortaya koydu? Ya da Muhiyiddin Arabi, Mevlana, Yunus Emre, Hallac-ı Mansur aynen ve hiç sorgulamadan, dönemlerinde öğrendikleri ile birlikte kotarmadan mı ortaya koydular düşüncelerini sizce? İbn-i Sina ile Farabi motamot Doğmatikler miydi sizce? Benden yüzlerce yıl önce ortaya çıkmış düşünceleri, öğretileri aynen kabul etmemi bekleyemezsiniz. Vahdet-i Vücut düşüncesine, elbette ki o düşünceyi belirli kalıplara koymuş insanlardan birkaç yüzyıl farklı bakacağım... Onlara saygı duyarım ama onlar düşünceleri kaç yüzyıl eksik bilgilerle ortaya koydular, bu kaçınılmaz bir gerçek... Sizin 1500yıl önceki düşünceleri aynen kabul etmenizi eleştirirken, Benim Vahdet-i Vücut düşüncesini benimserken kendime ait şeyler katmamamın imkanı var mı? Kendimde kotarmamamın bir anlamı var mı? Bugünün kazanımlarından sakınmamın anlamı var mı? O yüzden bana Vahdet-i Vücutta şöyle, şunda böyle demeyin... Bir çok mutasavvıf bile Vahdet-i Vücut'u farklı bakış açılarından savunmuşlardır... Farklılıklar olacaktır elbet... Yeterince aşık mı?
  21. Alla allaaaa... Hem bana söylediklerimin İslam'dan uzan olduğunu söylüyorsunuz, Hemde benim söylediğimin aynısını söylüyorsunuz... Koyuladığım iletinize dikkat ediniz... Burada aynı zamanda "Cümlenin Anlamı/Dil Bilgisi"ne de gireceğiz izninizle... Cümlenizin anlamı, basitçe şu şekildedir: İnsanın kendi isteklerinden vaz geçip ("İyilik yapmak" isteği de içseldir ve kişiseldir ve bundan da vaz geçerek) sırf Allah öyle istiyor diye Allah'ın söylediklerini yapmak... "Yapılacak olan iyiliği de -Kendimiz Yapmak İstediğimiz İçin- değilde, Allah öyle istediği için" yapmak düşüncesi hakimdir... Düşüncenizin tam olarak karşılığı, ister İslam'dan anladığımı söyleyin ister anlamadığımı söyleyin, budur... İnancınızın mantığı da budur, istediğiniz kadar reddedin ya da kılıfa sokun... Alt yapısı en saf hali ile budur... Şimdi ben ne demişim ona bir bakalım: Tanrı, kendisine inanmayan bir Dinsiz'in yaptığı işten razı değildir... Allah, o kendisine inanmayan Ateist'in iyiliği ne olursa olsun, karşılığında Cehennemi verecektir sadece... İster en üst kat olsun, ister en alt kat olsun... Mükafat dediğiniz "Sonsuza Kadar Cehennemde Yanmak" ise eğer, tabii ki haklısınız... Bu mükafat için kendisine ayrıca teşekkür etmek lazım... (Not: "Melami" denilen bir topluluk vardır. Zamanında öğrendiğim kadarıyla bu inananlar, Tanrı onları Cehenneme dahi atacak olsa, orası da Tanrı'dan ibarettir diye seve seve bu karşılığı kabul ederler... Sonuçta "O" yaratmıştır ve "O"ndan gelen herşeyi severler... Siz Cehennemi bu kadar sevebilir misiniz Sayın Vesade2? Cevabını kendinize veriniz...) Hangi Kullarını ama!? "Sana tapıyorum" diye salya sümük *** yapan kullarını mı? İstemem, kalsın... Ya hu kimin haksız olduğu ortada... Her zaman yaptığınız gibi, benim söylediğimi söyleyip, olumsuzluğu yine bana mal etmişsiniz... Aynen Tayyip Erdoğan'ın Anti-Demokratik tavırlar sergileyip, kendisini Demokrat ilan etmesi gibi... Aynen Anti-Laik kararlar alıp, kendisini Laikliğin Güvencesi olarak ilan etmesi gibi... Anti-Kemalist davranıp, kendisini Atatürkçü ilan etmesi gibi... İkimizde aynı şeyi söylüyoruz, ancak beni olumsuz nitelendiriyorsunuz... Dikkatle inceleyin yazdıklarımızı... İnancınızın Bilinçaltını(zı) çözmek çok zor değil, kendiniz keşfedin, gerçekten söylüyorum...
  22. Ve siz "Vahdet-i Vücut"tan anladığınızı iddia ediyorsunuz öyle mi? Ve hakkında konuşmaya çalışıyorsunuz şu hal ile? Alemi yok sayan kim canım kardeşim? Alem yoktur diyen mi oldu? Siz illa ki "Ya alem, ya da Tanrı" düşüncesine koşullandığınız için Bazı şeyleri anlatmak elbette ki çok zor oluyor... Bakın arkadaşım, "Alem"i ya da "Varlık"ı "Yok" saydığım anda, Benim bütün düşünce dünyam altüst olur... Çünkü hepsi "Alem/Varlık"ın "Var Olduğu" üzerine kurulmuştur Anlaşıldı mı arkadaşım? Böylece zaten "Var Olan" Varlığın/Alemin kendisi "Tanrı"dır... Açık mı yeterince? Sizin anladığınız İslam'ın Tevhid'i ise içersinde muazzam çelişkiler barındıran bir yumak gibidir... Nereden tutarsanız orası elinizde kalır. Sonra yama, yamayabilirsen... Madde ile Tanrı'nın birbirinden ayrı olduğu düşüncesi "Sonsuz Tanrı" anlayışı ile çelişir... Tanrı'nın Madde ile ilişkisi sorunsalı çıkar ortaya, Maddeden ayrı olan Tanrı'nın, Maddeye etki etmesi Yani "Gücü"de "Maddi" olmak zorundadır... "Etki-Tepki"; ikiside Madde olmalı... "Tanrı'mın herşeye gücü yeter" düşünceinin Mantığı aşacağını sanmıyorum... Maddi bir gücün kaynağı da yine Madde olmalıdır... Böylelikle İlahi gücün kaynağı olan Tanrı'da Maddenin karşısında, ondan ayrı bir başka Maddedir demek olur... İşte bu da Şirktir, Zira Tanrı'dan ayrı olarak birde yine ayrı varlığı kabul etmek demektir... Oysa Tanrı ile Varlık aynıdır, birdir... Tıpkı sen "Sen" olduğun gibi... Seni senden ayrı düşünemeyiz öyle değil mi? "Bir ben var bende, benden içeri" demiş değil mi? Çok mu zor İnsana bakıp Tanrı'yı görmek, Kainatı görmek? Birçok insan inanmadıkları halde Ne demek istediğimi sizden kat kat daha fazla anlıyorlar, emin olun...
  23. Sayn vesade2...Budizm hakkında atıp tutuyorsunuz falan ama Budizm sizin sandığınız inancınızdan çok daha insancıldır... Temel olarak Budizm bir dinden ziyade bir yaşam şeklidir, öğretidir... Bugün Budistler "Bilim"in "Hiç birşey yoktan var edilemez" lafına karşı çıkıp "Buddha ol dedi oldu!" demezler... Anlatabildim mi? İnsan doğanın bir parçası olduğu halde, doğanın, insanın hizmetine verildiğini öngören ve bunu da "İnsancıllık" olarak adlandırabilen takıyyeci bir düşünce sistemi değildir... İnsanı doğanın parçası olarak görür ve kendisiyle birlikte doğa ile de barışı hedefler... İşte Sayın Hoppa'nın haklı çıktığı bir nokta daha: "Din, kendini kandırma sanatıdır..." Kendinizi buna inandırmaya devam edebilirsiniz, Zira çok iyisiniz bu sanatta... Totemlere tapınan Afrikalı kabilelerde bugün hala varlar... Ama nedense siz hala İlk İnsanın var olduğunu kabul etmek bir yana Birde her Millete, Tevhid'i tebliğ eden peygamberlerin geldiğine inanıyorsunuz... Dinin bugün var olması, var olması gerektiği anlamına gelmiyor... Bilgiye erişim yaygınlaştıkça ve Kapitalizm zayıfladıkça Dinler ortadan kalkacaktır... Sayın Hoppa'yı bir kere daha yad etmek istedim: "Din, kendini kandırma sanatıdır..." Tanrı'nın küçük ve kıskanç bir çocuktan farkı yok... Olsaydı, sırf ona inanmayı şart koşmazdı... Burada Tanrı'nın psikolojisini de ortaya koyabiliriz isterseniz? Eziklik psikolojisine madem ki örnek istiyorsunuz, yönetim bilmelidir ki şu alıntımdan ben sorumlu değilim. Anlaşmazlık olmasını istemem. Alın size örnek: İnananları ezen kimse yoktur. Lakin onlar o psikoloji içersindedirler. Eğer öyle olmasalardı, kendilerinden başka bir güç aramazlar ve o güce tapınım ihtiyacı hissetmezlerdi. İlk(el) İnsanlardan bu yana insanlar hep korktukları ve çaresiz kaldıkları "Şey"lere tapınmışlardır. Yeri gelmiştir bir Klastrofobik gibi dar bir mekanda kalınca, orada birisinin olduğundan emin olmuş, korkmuş ve ışığı yaktığıında kimsenin olmadığını görüp, yine de birisinin olduğuna yemin edecek kadar koşullanıp "Cin"leri yaratmıştır... Yeri gelmiş ulaşmak istediği o ulaşılmaz "Şey"lere ulaşmak için "Totem"ler yaratmış, Yeri gelmiş "İlah" olarak tapındığı doğaya hükmettikçe, "İlah" anlayışını "Soyuta" atamış ve İbrani Geleneğindeki "Soyut Tanrı" inancını ortaya çıkarmıştır... "Güce Tapınım" yani bir "Şey"i üstün ve korkutucu bulup, azap edici ve yeri geldiğinde sevgi dağıtıcı bulup ve buna rağmen birde buna "Biz sevdiğimiz için korkuyoruz" diye de kılıf geçirip tapınmak "Eziklik Psikolojisi"dir... Kötürüm insanları dilendiren bir çete reisini düşünün... En kötürüm dilencisini çok sever, çünkü ona daha çok para kazandırıyordur o... O en kötürüm dilencisi de o çete reisini çok sever, çünkü çete reisi ona şevkatini veriyordur sonuna kadar... Birisini düşünün ki, ibadetlerini en iyi şekilde yaptığında Tanrı'sının onu çok sevdiğini düşünsün... Oysa "Tanrı" kusursuz olmalıydı. İnsan egosundan arınmış olmalıydı. Böylelikle Tanrı, kendisini sevse de sevmese de her yarattığını koşulsuz sevmeli ve cezalandırmamalıydı... Zira Tanrı madem ki o kadar büyük, yarattığı insanla alıp veremediğinin olmadığını bilmeli idi... Ne derseniz deyin, sizin ilahınız inanılmaz derece de kusurlu... Kindar, kıskanç ve bencil... Kusursuz ve Yetkin Tanrı, insan egosunun üstünde olmalıdır... İnsan ne yaparsa yapsın affedebilmelidir... Sizin Tanrı'nız, kendisine inanmayanı affedecek kadar olgun mu? Hayır, değil... Sizin Tanrı'nız, insanların kendisine inanıp inanmamalarına göre değilde, "Tanrı"dan yani "Kendisinden" BAĞIMSIZ olarak İyi ya da Kötü olup olmadıklarına göre yargılayacak kadar adil mi? Tabii ki değil... Tanrı'nız, bir kere Adil değil... "Tanrı" (Cennet/Cehennem) var diye yapılan iyilik mi iyidir, Yoksa "Tanrı"nın olup olmadığı önemsenmeden, insanın içten ve samimi olarak yaptığı iyilik mi? Şöyle düşünün: Yolda kötürüm bir köpek gördünüz ama sizin buna bakacak gücünüz yok... Bir arkadaşınız yanınızda ve siz bu duruma üzüldüğünüzü arkadaşınıza söylediniz... Arkadaşınızda sizin gönlünüzü eğlemek için, siz hoşnut olun diye o köpeği aldı ve baktı... Ve şöyle düşünün: Yolda kötürüm bir köpek gördünüz ama sizin buna bakacak gücünüz yok... Bir arkadaşınız yanınızda ve siz bu duruma üzüldüğünüzü arkadaşınıza söylemediniz... Arkadaşınız sırf o köpek bakıma muhtaç diye aldı ve ona baktı... Bu iki davranıştan hangisi Dinin mantığına uymaktadır sizce? Tabii ki ilk davranış... Çünkü Arkadaşınız (yani siz), Sizi memnun etmek için (yani Tanrı Emretti diye) iyilik yapıyorsunuz... Yani siz o durumdan rahatsız olmasanız (yani Tanrı emretmese), Arkadaşınız o iyiliği (yani siz o iyiliği) yapmayacaksınız... Ben sizin Tanrı'nızdan daha tutarlı ve geçerli düşünebildiğim kanısındayım... Ne güzel ki o insanlar "Dindar" olduklarını sanarak Arap Gelenekleri yerine kendi insancıl geleneklerini sürdürüyorlar...
  24. Sayın Sardunyam, neresi tuhaf şimdi bu açıklamaların? Kınıyoruz sizi "Tuhaf" dediğiniz için... Bence tamda Türbanına ve Kendi Onurlarını yakışır bir şekilde ifade etmişler kendilerini... Emin olun ki Sayın Sardunyam; -Sizde AtaErkil Arap Geleneğinin "Dünyaya Şeyinden Bakmak" Kültürü ile yetişseydiniz, -Sizde "Erkek Boyunduruğunda" bir "Tenya" gibi yaşamanın "Özgürlük" olduğunun benimsetildiği bir gelenekten gelseydiz, -Sizde "Omuz", "Diz", "Boyun", "Saç", "Ayak", "El" ve hatta karşı cinsin sesinin bile, aslında öyle olmadığı halde "Seks Objesi" olarak nitelendirildiği "Fetişist" bir Kültürden, böyle bir "Ahlak-sızlığın"de bu surette "En Yüce Ahlaklılık" olarak adlandırıldığı Takıyyeci bir gelenekten ve Doğmalar Dünyasından gelmiş olsaydınız, -Sizde "Kadın Onurunun" ne olduğunu bilmeseydiniz ve korumanız gereken kendi ve İnsanlık haklarınız dururken, Erkeğin İradesizliğinin denge alınmasının sembolü olan "Türban"ı savunacak kadar en az iki yüz öncesinin düşüncelerini benimseseydiz, -Sizde Mustafa Kemal'in ve Silah Arkadaşlarının verdikleri Mücadelenin asıl mahiyetini bilmeseydiz, Onlardan pek farklı düşünmeyecektiniz... Ben o iki "Kadın(!)"ın açıklamalarını hiç mi hiç "Tuhaf" bulmuyorum... Tamda kendilerine ve temsil ettikleri kimliğe yakışır ifadeler sarfetmişler... Böyle bir halde olupta, kendilerini bu kadar dürüst, açık ve net ifade edebildikleri için, "Tuhaf" demek bir yana, ben kendilerini alkışlıyorum bile...
  25. Tebrikler Sayın Dayı... Hoppa'nın bir sözü vardı: "Din, insanın kendisini kandırma sanatıdır!" Dinin üç yönü var; 1- Din, Toplumsal bir kurum olarak Toplumsallaşmanın bir basamağıdır ve olgusunu günümüzden çok geçmişte bırakmıştır... Fakat ne yazık ki geleceğe ayak uyduramayanlar, geleneğe ayak uydurmak zorunda kalmaktadırlar; Din'e... Bu açıdan bir çok kere açıklamalar yaptım, isteyen arayıp bulur... 2- Din, kişisel bir tercih olarak yapısı itibari ile (dinlere saplantılı olarak bağımlı kimseleri kastediyorum), ağır ya da hafif, Bağımlı Kişilik Sorunu olan insanların son çaresidir. Kendilerini, ait olduklarını düşündükleri, oysa kendilerine dikte edilmiş, dinin İlahı tarafından Seçilmiş ya da o dinle Şereflendirilmiş olarak addedip, kendilerine bir önem payesi çizerler. Bağımlı Kişilik Sorunu yaşadıklarının en temel göstergesi, o dinden bağımsız irade gösterememeleridir. Tanrı denen yüce "Şey", yarattığı "Çaresiz" insanların tüm gündelik yaşamına kadar emirler yağdıran bir "Çocuk" gibidir. İstediği şekilde cezalandırır, verir, alır, mükafatlandırır... İnsanlar gibi kızar, kin güder, sever ve sevilmek ister. Bu türlü bir Tanrı'ya inanan insan, yani Dini bila kayd-ü şart/kayıtsız şartsız kabullenmiş bir insan, İmanı da böyle tanımlar... Geçmişinden süregelen ve benliğine kompleks/karmaşa halinde iliştirilmiş "Eziklik Psikolojisi"nin etkisi ile "İnanarak Üstün Olma" çabasındadır. Çoğunlukla "Hiç birşekilde üstün değiliz, Allah katında üstünüz" demelerine rağmen böyle değildir. Zira bu dünyanın önemsizliğine binaen, inanmayan insanlara "Yanacak olan zavallılar" gözü ile bakmaktadırlar... Oysa "Zavallı", aynada yaşamaktadır... Bu kimseler "Bağımlı Kişilik" serrgilerler... Dinden, dini önderden, dini kitaptan, dini öğretiden bağımsız düşünemez, karar veremezler... İlla ki kendileri dini en iyi bilir, dinden çıkmış bir İmam bile mutlaka yanlış anlamış, doğruyu hiç bilememiştir onlara göre... En büyük özellikleri, aynı Dini milyonlarca insan farklı algıladıkları halde, o dinin aslında herkesçe farklı* anlaşılacak kadar eksik ve kusurlu olduğunu düşünemeyecek kadar geniş!!! düşünürler. (*) Onlar göre bu "Farklı" değil, "Yanlış" anlamaktır. Oysa herkesin aynı şeyi yanlış anlaması olası değildir. 3- Alışkanlık olarak Dini geleneği sürdürenler. Dinin ne içersindedirler ne de dışarısındadırlar. Dini vecibelerini ellerinden geldikçe yerine getirirler ancak dinlerle ilgili olmayan ve hiç sorgulamadan dinleri reddeden ya da benimsemeyen dinsiz insanlardan farklı değildirler. Zararsızdırlar. Akılları erse de ermesede geleneklerini "Din" adı ile yürütürler. Dün bir kanalda, bir sabah programında baş örtülü bir kadın (belli ki dini geleneği sürdürüyor) kocasını başka hiçbir kadınla ne olursa olsun paylaşamayacağından bahsediyordu. Oysa inancındaki "4 kadınla" koşullar elverdiğinde ve erkek istediği surette, her koşulda evlenebileceği yargısını belli ki bilmiyordu... en basitinden yakın çevrenizde bile görebilirsiniz...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.