Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Ha birde olayın müsaade yönü çıktı öyle mi? Emir değil ama müsaade... Ne anlamda müsaade? Şöyle birşey mi olmuş: "Biz bir mahkeme yapacağız!" "Eeee!" "Hangi cinsten kaç şahit alalım diyecektik!" "Ben o işe karışmam, sen bana niyetini söyle bende müsaade edeyim!" "Ben diyorum ki 1 erkeğe 2 kadın eşit olsun!" "Niye?" (Tanrı'nın "Niye?" diye sorması yerinde bir davranış mı bilemem ama sordu farzedelim!) "Ya çünkü kadındır, aklı hafiftir, erkek kadar da güvenilir değildir, iki kadın olursa en azından birisi diğerini tasdikler." "Peki erkeklerin güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?" "Öyle işte, erkektir, evinin direğidir, zaten kadında onun kaburgasından yaratılmadı mı? Veriver işte bu müsaadeyi!?" "İyi o zaman ama bak ben emretmedim ha aklında olsun, ben sadece müsaade verdim. Ne de olsa Tanrı'yız dediysekte herşeyi ben yaratamıyorum, bazen sadece müsaade verebiliyorum. Bu hükmü siz yarattınız, benim mantığımı bile aştınız, bende müsaade ettim..." Bu mudur müsaade dediğiniz? Yapmayın rica ederim...
  2. Ben teşekkürleri pek sevmem, gerek yok... Öğretmek görevimiz ama keşke diğerlerini de öğrenebilseniz.
  3. Sayın birvarmışbiryokmuş... Öncelikle tehdit etmiyorum, o kadar küçük bir insan değilim diye düşünüyorum. Tek yaptığım şey, iletinizin mesnedsizliğine yakışır bir karşılık vermekti. Ama şu koyulayıp büyüttüğüm iletinize bakılırsa daha da yakışanını hakediyorsunuz ama yine de öyle bir karşılık vermeyip, bu iletiyi, onu görmekle sorumlu olanlara bırakıyorum ve sabrımı korumaya çalışıyorum!!! Size Bilimi öğretmekle kalmayıp, birde kullanması aslında son derece basit olan Forumu kullanmayı öğretmem gerekecek sanırım... Ya hu beni yormayın daha fazla, siz hele o saydığın kuramların üzerlerine "Mause" ya da Türkçesi "Fare" ile tıklayın, açılan sayfaları birkaç kere baştan sona kadar okuyun, ondan sonra tartışalım. O terimleri oraya süs olsun diye koymadık. "Yönlendirme" dedik adlarına, belli ki sizi biryerlere yönlendirecek, sizde yönlendiğiniz yerdeki yazıları okuyup cevabınızı almış olacaksınız, mantık bunu gerektirir. Ama önce kullanım açısından bazı şeyler açıklayayım seyircilerimize: (bu ileti sayın birvarmışhiçyokmuş'u hedef almamakta ve bu yüzden kişiselleştirilmiş bir ifade içermemektedir. aksine bu ileti bilgisayar ve forumları kullanabilen tüm kullanıcılara hitap etmektedir.) "Mause" veya "Fare", bilgisayarınıza bağlı bir donanımdır. Üzerinde genelde sağ ve sol olmak üzere iki tuş bulunur ve çoğunlukla sağ elle kullanılır. Toplu ya da Lazerli, Kablolu ya da Kablosuz olarak birçok çeşidi vardır. Markadan markaya ve modelden modele fiyatları değişmekle birlikte kullanımı gayet kolaydır. Mesela bir foruma mı girdiniz? Ve o forumda akla hayale gelmeyecek derece de mantıksız şeyler mi söylediniz? Ve birisi geldi, uzun uzun alıntılar yapmaktansa sizin "Mause/Fare"yi kullanmayı bildiğinizi düşünerek BBCode kullanılarak bilgilerinizi paylaştığınız bu forumda yazı yazılan bir yazısında "Yönlendirme"mi yaptı? İşte bu mucizevi aletle o yönlendirme yapılmış kelime ya da cümlenin üzerine tıklarsınız. Ve anaaaa! bir bakarsınız ki yeni bir sayfa açılmış karşınıza ve üzerine tıkladığınız kelime ile ilgili açıklamalar varmış meğerse... Şimdi gelin hep birlikte küçük bir deney yapalım ve aşağıdaki kelime ve kelime gruplarına teker teker tıklayalım. Acele etmeyin ve sakin olun. Yeni açılan bir sayfa geldiğine tanık olduğunuzda şaşırıp ekrana çivilenmeyin, bu gayet normal. Sonra sizi levyeyle ayırmak zorunda kalmayalım o ekrandan sevgili izleyenler. Haydi başlıyoruz, hoooop, tıkla! Ve lütfen ama lütfen, var olduğunu iddia ettiğiniz şeylerin kanıtını benden istemeyiniz. Madem ki bana Vardan yok edilebileceğini iddia ediyorsunuz, vardan yok edinde görelim o zaman...
  4. Tartışmalara katılmayışımın nedeni sizin için ya da herhangi bir kimse için hazırlanmam değildir. Artık tartışmalara sık katılmamayı yeğliyorum, çünkü sizde dahil, Sarigöl ya da bir takım arkadaşların tartışmaları sadece laf kalabalığı ile doldurmak ve bilgi edinmekten çok tartışmaları provake etmek niyetinde olduğunuzu düşünüyorum. Forumda o kadar paylaşımıma ve açıklamalarıma ve hatta ayan beyan kanıtlarıma rağmen hala aynı karasularında yer alıp, konuları alakasız alakasız yerlere çekmeniz bunun en büyük kanıtıdır. Sizin bu türlü ifadeleriniz yüzünden iletilerimizi yıldızlanıp yolunmuş kuşa dönüyor. Ben buna kısaca: Kör kuyuya taş atmayı gereksiz bulmak olarak nitelendiriyorum. Evet, belirttim ve hala arkasındayım, hepte arkasında olacağım: Termodinamik ve Kanunları... Kütlenin Enerjiye Dönüşümü... E=MC2... Enerji ve Enerjinin Korunumu Kanunu... Cern'deki Deney ve E=MC2 Sayın birvarmışhiçyokmuş... Bu türlü provakatif deyişleri sevmediğim gibi, bana yapıldığında da hoşlanmam... Ama eğer illa ki bu türlü söylemlere kaçacaksak, ben öyle bir söylemle karşılık veririm ki size, Ekrana ööööyle bakakalırsınız... Levyeyle ayırmak zorunda kalırlar sonra sizi ekrandan... O yüzden hiç bulaşmayalım böyle şeylere olur mu? Bilim Var olanı kavramaya öykünür. Var olanı kavradıkça da yasalaştırır. "Yer çekimi yasası" "Enerjinin korunumu yasası" "Suyun kaldırma kuvveti yasası" vs. gibi yasalar vardır. Bu Sosyal Bilimlerin alanına giren Anayasalarla bir tutulamaz. Anayasa, Toplum Bilim'in Toplumsal Devinimlerden elde ettiği bir veridir. Benim bahsettiği ise Fiziksel devinimleri açıklayan, doğanın kendisinde mevcut bulunan yasalardır. Şimdi "Ee bu yasaları kim yaratmış" demeyeseniz, çokça açıkladık bunu. Sayın birvarmışhiçyokmuş... Daha Bilimsel Yasanın ne olduğunu bilmeden bana ders vermeye kalkmayım lütfen, rica ediyorum. Burada hepimiz birbirimizi tanıyoruz az çok, rica ediyorum. Dediğim gibi, bilmeden yazdığımız zaman gayet gülünç durumlara da düşebiliyoruz. Sayın birvarmışhiçyokmuş, lütfen... Sayın Sarıgöl'e "Tarih okuyun" diye rica da bulunuyorduk, Size de "Bilim ve Bilim Adamlarını okuyun" diye mi rica da bulunalım artık? Dediğim gibi kanıtlanabilir bilgiler sunmak esas olmalı. Galilei Galileo "Asılmamıştır" Sayın birvarmışhiçyokmuş. Verdiğim yönlendirmeden bir okuyun isterseniz. Lütfen, bilmeden konuşmayalım. Kanıtlarla konuşalım, rica ederim... Dediğim gibi; Boşa kürek çekmeyi, kör kuyuya çakıl taşları atmayı sevmiyorum. Biz buna kısaca, kuyudaki ay'ı çıkarmaya çalışmanın yersiz olduğuyla açıklayalım. Ben sizin o ay'ı çıkarmaya çalışmanızı izlemektense İpi keseyim gitsin, sizde kurtulun bende kurtulayım. Bilimde Yasalar vardır Sayın birvarmışhiçyokmuş. Bir bilgi elde edilir, deneyimlenir, ölçülür ve evrenselliği ortaya konursa yasalaşır. Burada yerçekimi varken Avusturalya'da sağa çekim, Amerika'da sola çekim, Hakkari'de göğe çekim kanunları yoktur. Burada suyun kaldırma kuvveti varken Antartika'da suyun batırma kuvveti yoktur. Burada ısınan hava genişlerken, Burdur'da ısınan hava büzülmüyor. Burada Tren yollarını/Rayları güneşte kalıp, ısınıp genleşirken, Konya'da güneşte kalıp, ısınınca küçülmüyor. Enerji burada yok olamazken, öbür tarafta yok oluyor diye birşey yok. Bunlar yasalardır, evrenseldir, kanundur. Dediğim gibi, isterseniz provakatif söylemlerden kaçınalım... Ve lütfen, rica ediyorum, bilmediğiniz şeyler hakkında konuşmayalım... Beynin %5ini kullanmadığımız gibi Ne enerji yok olur, ne de yoktan var edilebilir. Madde ile Enerji bir döngü içersindedir. Nereden evirip çevirsenizde söylediklerim gayet açık ve nettir.
  5. Sarıgöl, yine her zamanki gibi kör kuyuya taş atacağımı biliyorum ama yine de sana cevap vereceğim. Ama öncelikle soruma açıklık getirmeden, böyle kendinle çelişkili sorular sorup, net cevap vermekten kaçmamalısın. Sorunumuz şu: "Ruh" ölümsüzdür ve ölmesi gibi bir durum söz konusu değildir. "Ruh" zaten ölmediği için, diriltilecek olan da "Ruh" değildir. "Din" birşeyin "Diriltileceğinden" bahseder ve bu diriltilecek olan, ölüp dirilmesi mümkün olmayan "Ruh" değil, "Maddi Bedenin" ta kendisidir. "Maddi Beden" tekrar diriltileceğine göre, bu da; "Diriltilebilen Maddi Beden" (Beden canlılık gösteren bir maddedir) demektir ki "Maddesel" bir ortamda diriltilecek. "Diriltilebilen Maddesel Beden" Maddi olmayan Soyut bir ortamda "Diriltilemez", bu mantığa aykırıdır ve eğer Öteki Alem Ruhani ve Soyut bir alem idiyse Diriltmeye gerek kalmazdı, çünkü dine göre o alemde yaşayabilen birşey zaten var: "Ölümsüz ve Soyut olan Ruh!" Canlı-Madde Beden'in Maddesel bir ortamda diriltileceğini ortaya koyduğumuz gibi gerçek olan şudur ki: "Dinde Ahiret, Cennet, Cehennem şeklinde ifade edilen ortam, tam anlamı ile Maddi Gerçekliğin olduğu bir ortamdır. Çünkü Bedenin Maddesel olarak diriltileceği yer orasıdır." Ve asıl can alıcı nokta şudur ki: "Din, bu tasvir edilen ortamlardaki yaşamın ve varlığın Sonsuza kadar süreceğini yani Sonsuz olduğunu ifade etmektedir." Böylelikle ortaya muazzam bir çelişki çıkıyor ki o da "Sonsuzluk" denilen sıfatın sadece Tanrı'ya ait olmadığıdır. Yani Tanrı'nın yarattıklarının "Tanrı'ya Denk Olamayacağı" düşüncesi ile baştan sona kadar çelişen bir kabul ortaya çıkıyor ki o da şudur: "Tanrı'nın yarattığı Cennet ve Cehennemin, Madde olmalarına rağmen sonsuz olmaları özellikleri ile Sonsuz Tanrı ile Denk Oldukları gerçeği..." Bakın yazdığım çok açık ve net... Konuyu alaya alıp saptırmadan, polemik ve karmaşa yaratmadan, araya anlamsız ve gereksiz sorular serpiştirmeden, lafı eveleyip gevelemeden tek bir soruya, tek bir yanıt istiyorum ve bu yanıtı bu konulardan anladığını iddia edebilen herkeste verebilir: "İnancınız açısından, Cennet ve Cehennem şeklide tasvir edilen ortamların aslında Maddi Ortamlar olmadıklarını ya da Sonsuz Olmadıklarını ispatlayabilir misiniz?" Maddi Olmadıklarını ya da Sonsuz Olmadıklarına bir açıklık getiremediğiniz takdirde, yukarıda sırladığım çelişkinizi asla ve asla aşamayacaksınız. Dikkat edin, burada Bilimden ya da Bilim'in bulgularından, Bilim'in dini destekleyip desteklememesinden bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz şey Dinin, Varlığa dair diğer prensiplere dokunmadan kendi içerisinde barındırdığı bir çelişkisidir. Ve bu yüzden konuyu dağıtma niyetiyle de olsa Bilime dair sorular sormanızı gerektirecek bir durum yoktur. Ruh zaten yok ama konumuz bu ya da benim ruh'un var olmadığını bilmem değil. İletinize dair bu alıntım, sırf cevap veremediğiniz için yazılmış bir yazıdır, bu çok bellidir. Söylemimde tek bir mantık hatası bulamazsınız, kendisiyle çelişen tek bir ifade dahi bulamazsınız. Bundan adım kadar eminim. Sorun benim Ruhun var olmadığını kabul etmem değil, Sorun, dinde "Ruh" şeklinde ifade edilen şeyin ölmez olduğu ve ölmediği içinde tekrar diriltilmeyeceğidir. Tekrar diriltilecek olanın "Ruh" olmadığı apaçık belliyken, sorum şudur: "Tekrar diriltilecek olan nedir? Ölümsüz olduğu halde Ruh mu? Yoksa Canlı-Madde Bedenimiz mi?" Lütfen uzatmadan, lavı eveleyip gevelemeden, çok açık ve net bir cevap bekliyorum. Burada ortaya koyduğunuz şey bir Mantık Hatası değil, sizin "Madde" kavramını bilmemeniz ve İnancınızdaki "Diriltme" tanımının ne olduğunu bilmemeniz dir. İnsan bedeni, biyolojik bir organizma olarak belirli bir işleyiş içersindedir. Biz buna "Canlılık" diyoruz. Yani insan "Canlı Madde"dir. Taşlar falan ise "Cansız Madde"dir. "Canlılık" kelimesindeki "Can", dinin tanımladığı "Ruh" değildir, biyolojik yaşamdır oradaki "Can". Siz bir ara da "Psikoloji Ruh Bilimdir, bak Bilim Ruhu da inceliyor işte" demiştiniz. Buna dayanarak kelimelerin anlamlarını açıklaya açıklaya gidiyorum, anlaşılsın diye. Dinde tanımlanan "Ölmek" ise bu "Canlı Madde" olan "Beden"in yaşamının sonlanması, Yani dinde (Tanrı'nında ölümsüz ve sonsuz olmasına rağmen) "Ölümsüz ve Sonsuz" olarak tanımlanan "Ruh"un bedenden ayrılması olayıdır. Dinde tanımlanan "Diriltmek" ise bu öldürülmüş yani "Ruh"u alınmış olan olan "Canlı Madde"ye (ki ölüm gerçekleştikten sonra artık canlı değildir) Ölümsüz olan "Ruh"un geri verilmesi yani yeniden Canlandırılmasıdır. Tam karşılığı olarak sizin inancınıza göre "Biyolojik olarak canlılığı" sağlayan şeyde "Ruh" olduğuna göre, Bedenin tekrar Biyolojik ve Canlı bir Madde olarak ölmeden önceki haline getirilmesidir. Bakın gayet açık ve net olarak yazdım. Basit ve ilkokul çocuklarının bile anlayabileceği şekilde cümleler kurdum. Yani "Yanlış anlamaya" bile mahal bıraktığımı sanmıyorum. O yüzden açık ve net olarak soruyorum: "Diriltmek" nedir ve nasıl olur? İnsanın "Canlı Madde" olduğunu biliyor musunuz? Bla bla bla!!! Laf canbazlığına gerek yok. Yaşadığımız Kainat ile sizin var olduğunu düşündüğünüz Ahiret'in ne olup olmadıklarını sorduyorum size. Soru: Bu Kainat Maddi midir? Cevap: Maddidir... Sorun yok... Soru: Sizin inancınıza göre Kıyamet gününde herşey ve yok olacak ve insanlar öldürülecek yani size göre Ruhları alınacak mıdır? Cevap: Evet, alınacaktır... Sorun yok, bu da anlaşılmış... Soru: Herşey yeniden diriltilip, ahiret düzenlendiğinde var olunacak olan ortam yine Maddi midir? Cevap: "Diriltmenin" ve "Yeniden yaratmanın" tam karşılığı budur ve evet mantık olarak Maddi olmak zorundadır. Tamam, bunda da sorun yok... Soru: Şu halde Sarıgöl cevap verememekte ve cevap vermekten kaçmakta mıdır? Cevap: Ohooo ooo bu da soru mu!? Heralde yani öyle... Ee iyi tamam, bunda da sorun yok o zaman... Sarıgöl, lütfen... Açık ve net, konusu saptırmadan, lafı eveleyip gevelemeden, işi yokuşa sürmeden, korkmadan sorgulayabilerek bir cevap yazın. Not olarak: Eğer bu çelişkiyi bir şekilde aşmak istiyorsanız, varlığın TÜMÜNE "Tanrıdır" dediğinizde, ister cennet olsun ister cehennem... Sonuçta tek var olan O oluyor yani varlığın kendisi. Ortada çelişki falan kalmıyor...
  6. Sarıgöl, prensip olarak kör kuyuya taş atmaktan ve bana karşı verimli olamayacağını bildiğim kişilerle verimsiz tartışmalara girmekten kaçınıyorum. "Bilimsel" bir kanıt istiyorsan, sana tek bir kanıt göstereyim ve sen oradan hareketle "Yaratılış"ın ne kadar bilimsel olduğunu kavra: Bilim bir yasa olarak der ki: "Hiç birşey yok'tan var edilemez. Var ise yok edilemez." Şimdi diyeceksin ki: "Ama Tanrı'nın gücü o kadar sonsuz ki, o yoktan da var edebiliyor!" İşte bu büyük bir çelişkidir. Çünkü Tanrı çok kıvrak davranıyor demek ki. İşine gelince Bilimsel davranıyor ve bilimi tavsiye ediyor... İşine gelmeyince de Bilim'e taban tabana zıt düşen şeyler yapıyor ki varlığı sır olarak kalsın. Yok, yok, yok... Böyle değil bu... Tanrı, eğer Tanrılığın ne demek olduğunu biliyorsa, tutarlı davranır, çelişkili davranmaz. Kısaca sen önce "Yoktan var etmek" düşüncesinin ne kadar Bilimsel olduğunu bir düşün, kendi içinde hallet... Ondan sonra bana gel ve iletindeki o soruları sorup, inancının "Bilimsel" olduğunu iddia et edebilirsen... Daha Maddenin dinde bile Sonlu mu yoksa Sonsuz mu olduğu sorunsalını aşabilmiş değilsiniz. O tartışmaya net bir cevap vermekten kaçtınız. O konuda da kesin bir yanıt verin, ondan sonra ne kadar Bilimsel ve Mantıklı bir inancınız olduğunu tartışalım olur mu?
  7. Olay budur yaa... Sormak lazım: İnsana insana kin güttüren bir Tanrı, ibadet edilmeye layık mıdır diye...
  8. Ya Dayı, ben zaten her zaman diyorum senin üzerine yok diye... Ne diyeyim ki sana valla... Çok güzel bir yazı yazmışsın, helal... Katılıyorum...
  9. Bunu tekrar tekrar tekrar ve tekrar tekrar tartışmak artık kabak tadı veriyor. İnsanların beyninin %1ini 3ünü 5ini kullandığı gibi bir teori bile hiç ortaya atılmamıştır. Bir bilim adamı bir farenin beyninin %95i kadarını almış ve fare buna rağmen bir süre yaşamsal fonksiyonları sürdürebilmiştir. Einstein'e bu konu hakkında bir gazetesi beyninin kaçta kaçını kullandığını sormuş, o da "%5inden fazlasını kullandığım çok belli" demiş. Olay budur. İlgili konuları tam olarak 1 sene önce ilgili başlıklarda tartışmışız... Konu 1... Konu 2... Örneğinizde de olduğu gibi, söylentilere değilde Bilimsel Gerçekliklere göz gezdirdiğimiz zaman Hakikati bilebiliyoruz ancak... Sanırım bu kadar büyük konuşmanın ardından yukarıda yönlendirdiğim konuları baştan aşığı okuyunca büyük bir hezimet yaşıyor olmalısınız. Korkmayın, bir bardan soğuk su için ve rahatlamaya çalışın. Genelde bu şok birkaç gün sürer ve o konularda da rastlayacağınız üzere bu bilgileri kaldıramayanlar bir süre dumura uğrar, afallar, bilimsel gerçeklik ile kendi hurafeleri arasında sıkışıp kalır, konuyla ilgisi olmayan ve az biraz daha mantıksız iletiler yazıp bir süreliğine ortadan kaybolur...
  10. Tengeriin boşig şurada yorum gönderdi deniz_kizi'nın blog başlığı içinde deniz_kizi's Blog
    Tamam öyleyse!
  11. Peki At eti niçin yasak? Oysa At çok temiz bir hayvandır...
  12. Hayır hayır hayır! Küfür "Yalan söylemek"tir. Hiç kimse moleküllere "Kendisi, kendi başına oldu" demiyor. Moleküller doğanın bir parçasıdır, devinimin bir parçasıdır. Oluşun bir parçasıdır. Diyelim ki sizin dediğiniz gibi diyoruz: Atomlara "Kendi oldu" demenin nesi küfürdür, söyler misin? "Sen benim Tanrımı kabul etmiyorsun, bende bunu kaldıramıyorum" diyemiyorsunuz da, "Atomlara kendi oluştu demek küfürdür" diyorsunuz. Tersinden bakalım o zaman: "Sizde, Bilim hiç birşeyin yoktan var edilemeyeceğini söylediği halde, herşeyin yoktan var edildiğine inanarak en büyük ve bilimsel küfürü ediyorsunuz." Kur'an-ın kendi prensipleri var, Onun söylediklerini kabul etmezsen "küfür" işlemiş olursun ama bu onun çapıyla ilgili birşeydir. Ahlak, Namus ve Şeref hiçbir otoritenin, inancın, dinin, akımın, doktrinin, prensipin ve hiçbir izm'in boyunduruğunda değildir. Bir din "Benim söylediğime inanmıyorsan, küfürbazsın" diyorsa, bu o dinin kendi sorunudur. Gerçekliği ve evrenselliği bağlamaz. Bu yüzden sizin inancınıza sahip olmayanlara "Küfür işliyorsun" diyemezsiniz. Sinek ile İnsan arasındaki farkı şöyle açıklayayım: Tasavvufta güzel bir hikaye vardır, anlatırlar. Adamın birisi çok ibadet etmiş ve çok yakarmış Tanrıya (Allah'a, Çalap'a). Ama birgün çöle düşüvermiş ve dönmüş Tanrı'ya yakarmaya. "Ben hep sana inandım, dua ettim, seni ululadım. Bana çölde susuz kalmayı, perişan olmayı mı reva gördün! Adaletini istiyorum." Sonra hemen bir kum tepesinin ardından birisi çıkagelmiş ve mızrağının adama saplayıp öldürmüş. Tanrı'nın huzuruna çıkınca adam Tanrı'ya yakarmış: "Ben senin yolundan hiç ayrılmadım ama sen beni çölde ölüme bıraktın, adalet miydi bu?" Tanrı'da karşılık vermiş: "Senin işlediğin tek bir günah vardı, hatırlar mısın? Bir sineği, kürdanını saplayarak öldürmüştün. Sen benden adalet istedin, bende o sineğin canının adaletini verdim sana. Sen nasıl benim yarattığım bir canı, senin kendi canından daha aşağı görürsün ve öldürürsün? Adalet istediysen, senin hakkın budur!" Sanırım senin söylediklerin gerçekten İslam ise "İslam Tasavvufu" diye bildiğimiz akımdaki bu düşünce aslında İslama ait değil... Temellerini budizmde bile alan bir düşünce bu aslında. Bilirsiniz, canlılara hiçbir şekilde zarar vermezler... Yahudiliğin öyle olduğunu sanmıyorum. İsraillilerin Müslümanlara bu yaptıklarının nedeni Din Fanatizmidir, Yahudilik değil. Yoksa aynı coğrafya Müslümanlarını bırakın, Kanada'da bile adam kardeşini öldürmüş türbanını çıkarttı diye. Bunu ona yaptıran nedir peki? Dini Fanatizmi değil mi? Sizin şu an Yahudiliği karalayarak yaptığınız da Fanatizmdir. Çünkü nasıl ki İsrailliler bu Fanatizm doğrultusunda Müslümanlara Hayvan gözü ile bakıyorsa, Sizde şu an aynı Fanatizm ile onlara o gözle bakıyorsunuz. Aranızda fark kalmadı yani. Şimdi ben bu Kırmızıladığım lafı alır, çok güzel bir şekilde karşılarım ama hakikaten böyle düşünenlerin yazacak yüzü kalmaz daha sonra. Bununla ilgili Neyzen Tevfik çok güzel bir şiir yazmış, arayıp bulun, bana yazdırmayın. Ya hu "Tanrı, Tanrı" deyip duruyorsun da, kime şükredeceğiz ki? Ben yıllarca şükrettim, yıllarca dua ettim... Hiç... Sen şu Kırmızıladığım yazını okur musun? Bu mudur Dininin emrettiği insanlık? Cehennemi hakediyor muşuz! Sana ne? Allah kendisi göremiyor mu hesabını da, sen onun hesabı için biz cehenneme gideceğiz diye seviniyorsun? Dediğim gibi, Fanatizm öyle birşeydir ki Savunduğunuz şeyin doğruluğunu yanlışlığını sorgulamadan esiri oluverirsiniz... Ve tüm insani sıfatlardan sıyrılıverir, kalkan oluverirsiniz. Var olduğunu kendine bile ispatlayamazken, Ona inanmayanları cehenneme layık görmek sence de insani bir davranış mı Mikail13?
  13. Tengeriin boşig şurada cevap verdi: arman başlık Anı Defteri - Defterleri
    Yaklaşık bir buçuk sene önceydi, belki biraz fazla. Net'te birşey arıyordum ve bu foruma girmiştim. O günden beridir yazılarını en çok takdir ettiğim birkaç kişiden birisidir. Ama şunu itiraf etmeliyim ki, bilgi konusunda biraz kıskancımdır. Yani "Niye o benden daha çok biliyor?" demedim hayatımda hiç kimse için. Bu fesat bir kıskançlık olur çünkü, o insanın kötülüğünü istermiş gibi... Ama Cyrano için şunu söyledim: "Niçin onun kadar bilmiyorum Tarihi?" Sanırım en tatlı kıskançlık bu olsa gerek. Tarihe bakışı açısından bana o kadar çok şey kattın ki dostum, paylaşımların benim için çok değerli. Bazen adımlarımı atmada heveslendirmedin değil...
  14. Çok teşekkür ederim Cyrano. Gerçekten sağol takdirin için...
  15. Bakın size birşey söyleyeyim Sayın misafirceylan. Ben Kur'an-ı birkaç kere okudum. İncil ve Tevrat'ı da. Mezhepler hakkında araştırmalar yaptım. Şu an Kur'an-ın, eskiden sandığım gibi o kadar da Kutsal olduğuna pek inanmıyorum. Ama yine de değerli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Hatta Arap Yarımadasından Anadoluyu aşacak kadar, Endülüs'e ulaşacak kadar büyük bir çağ açmıştır. O yüzden Kur'an-a çok saygı duyuyorum. Fakat şunu söylemek isterim: Daha önce aynen sizin gibi düşünen bir tanıdığım var. Ona Kur'an okumasını tavsiye ettim ve ondan sonra birşeyleri konuşabileceğimizi söyledim. Yani bir fikir edinmesi için. Kur'an-ı okumaya başladı ve yarısını bitirmeden namaza başladı. Sevgilisi o dönemde kapandı falan. Aradan zaman geçti vedün tekrar konu açıldı. Kur'an-ı okumuş bitirmişti. Ama tuhaf olan şu ki, namazı bırakmış bitirmeden önce. Şöyle dedi konuşurken: "Ya bu Kur'an-da çok şey yazmıyor ki? İyilik yapın, güzel davranın, iyi insan olun diye tavsiyeleri var." Bende karşılık verdim: "Ee! Bu yüzden mi devam etmedin!" Şöyle dedi: "Hayır ya. Şöyle düşündüm: Bunları bilmek için Allahın söylemesine gerek yok ki? Bunları bende düşünüyorum zaten! Bunları yapmak için Allaha ihtiyaç yok. O kadar da mucizevi bir kitap değil. Sanırım biz alıştığımız için inanıyoruz, öyle öğretildiği için." O tanıdığım hala Müslüman ama alışkanlığı üzere... Yani demek istediğim, Kur'an-da geçen tavsiyeler, zaten senin benim düşünemeyeceğimiz, bilemeyeceğimiz şeyler değil. Kur'an-ın adını duymamış bir insandan "İyi İnsan"ı tanımlamasını söyle, aşağı yukarı aynı şeyleri söyleyecektir. Hatta güncel dünyadan haberdarsa, daha yetkin şeyler söyleyecektir mutlaka. Emin olun, o kadar abartıldığı gibi değil. Saygılarımla...
  16. Ben kendimi hep McGywer gibi hissetmişimdir. Lise de Psikoloji hocam çok pratik bir zekamın olduğunu söylemişti. Şimdi bana lazım olan tek şey İnsülin İğnesi, küçük bir motor (gerçi var), kablo, adaptör, lehim makinesi ve teli, çini mürekkep vs... Kendi dövmemi kendim yapacağım, makinesini bile. Çizeceğim şeyi de biliyorum ama buraya resmetmeyeceğim. Çünkü görüp kopya çekenler olabilir. Benim kendimle alakalı, derin anlamı olan bir simge... Çok güzel olacak.
  17. Doğa yaratılmamıştır, O zaten hep vardır Sayın gülemeftun. Şimdi siz bana: "Hayır, herşeyin bir yaratıcısı olmak zorunda. Doğa çok mükemmeldir, Onu da Allah yaratmıştır!" diyeceksiniz. Bende size: "O zaman Allah'ta çok mükemmel, O'nu kim yaratmıştır!" diyeceğim. Sizde bana şu cevabı vereceksiniz: "Allah yaratılmamıştır, O zaten hep vardır Sayın Tengeriin Boşig." Bende bu sefer karşılık vereceğim: "Göremediği, bilemediği, varlığını ispatlayamadığı Soyut bir Tanrı'nın varlığına inanmak bir yana birde onun sonsuz bir varlığa sahip olduğuna inanabilen birisinin; gördüğü, bilebildiği ve varlığını deneyimleyebilerek ispatlayabildiği Varlığın/Maddenin sonsuz bir varlığa sahip olduğunu kavrayamaması çok komik!" O yüzden ne siz bu soruyu sorun, ne de biz cevaplayalım! Saygılarımla.
  18. İyi de, siz diyorsunuz ki "Kur'an-ı anlamak için önce Allah'ın varlığını enbaştan kabul edeceksiniz!" Bu kadar akıl ve mantıkdışı bir önerme olabilir mi? Siz niye Gök-Tanrı'nın, Aton'unu, Osiris'in, Elohim'in, Buddha'nın ya da Qukulkan'ın herşeyi yarattığını en baştan kabul edip o inançları benimsemiyorsunuz? Geçelim efendim böyle misyonervari söylemleri... Sadede gelelim... Siz nasıl ki "Tanrı Vardır" ön koşulu ile hareket ediyorsanız, Çoğu inançsızda zamanında inanırlarken, bu önkabulden hareket ederek Soyut bir Tanrı'nın varlığını kabul ediyorlardı. Onları bilemem ama ben neyi gördüm biliyor musunuz? İnançlar, ortaya çıktıkları dönemlerle büyük oranda (tamamıyla değil) uygunluk sergiliyorlar... Ancak bugünle uyum içersinde değiller... Ve tabii ki Maddi Gerçeklikle de uyum içersinde değiller. Bu yüzden evrensel değiller... Görüyoruz işte örneklerini... Kitaplarda yazanları meşru kılmak için bin dereden su getiriliyor. Yok dünyanın merkezindeki demirmişte, yok bilmem neymiş... Kölelik bugünle uyuşmaz diyoruz, diyor ki: "Ee bugün patron-işçi ilişkisi yok mu? Onu kastediyor..." İyi de onu kastetmemiş ki? Kaç tane patron var, işçisini azat eden? Yani bir kere Evrensel değildir dinler arkadaşlar... Olamazlar... Şimdi bana "Aman efendim, İslamı tam olarak uygulayabilsek, benimsesek, görün bakın herşey ne kadar güzel olacak!" Ya hu 1500yıldır bunu uygulayabilen yoksa, hemde İlahi ve Tanrılsal olduğu halde, Demek ki uygulanabilir bir gerçekliği yoktur...
  19. Ya sarıgöl... Canım, ciğerim... Bak şimdi, "Kendi kendini yalanlama/yanlışlama" ya da "Tekzip" dediğin şey Bir şeyi kabul edip, aynı iletide aynı şeyin tersini söylediğinde olur... **************kullandığımız renklendirmeler, açıklamalar, önemli kelimeleri ve anlamları pekiştirmek için büyük puntolama gibi şeyler olacak. A- İlk ifade şu: "Demir dünyada iki şekilde bulunmaktadır" Karşılığım: "Evet, iki şekilde bulunduğu konusunu işliyoruz." B- İkinci ifade şu: "İlk olarak dünyanın oluşumu sırasında, güneş demir elementini üretemeyecek kadardır ve bu yüzden demir elementi dünya henüz bir gaz bulutu iken başka bir yerden bünyesine katılmıştır" Karşılığım: "Evet, doğru olabilir." C- Üçüncü ifade şu: "İkinci olarak demir yeryüzünde, içeriğinde demir bulunduran Meteorların yeryüzüne inmeleri/düşmeleri ile bulunur" Karşılığım: "Evet, bu da doğrudur. Ve bu çok eskiden beridir, demiri işleyen toplumlarca bilinen bir bilgi olmalıdır zaten." D- Dördüncü ifade şu: "Kur'an-da Demir'in yeryüzüne İNDİRİLDİĞİ ifadesi geçmektedir." Karşılığım: "Evet, bu ifade geçmektedir. Zaten bu bilgiyi Kur'an-ın vermesine gerek yok, demircilikle uğraşan her kadim millet bu bilgiye sahiptir." E- Beşinci ifade şu: "Kur'an-daki bu ifade, yeryüzüne düşen meteorların getirdiği demiri anlatmaktadır" Karşılığım: "Tamam, bende aksini iddia etmiyorum. Ama bu zaten bilinen birşeydir. Demiri işleyen her millet, onun nasıl ve nereden elde edileceğini biliyor olmalıdır." F- Altıncı ifade şu: "Kur'an-daki bu ifade, dünyanın merkezindeki, çekirdek halinde bulunan ve manyetizma ile birlikte yerçekimini de oluşturan demir'i de kastetmektedir." Karşılığım: "Hayır, onu kastetmiş olamaz. Öncelikle Demir dünyanın çekirdeğini oluşturduğu için, demektir ki dünyanın oluşumu sırasında dünyanın bünyesine KATILMIŞTIR. Sonradan İNMEMİŞ ya da İNDİRİLMEMİŞTİR. Yani Demir, oluşacak olan dünyanın bünyesine katıldığı zaman daha katılaşmış ve yerçekimi oluşmuş bir kütlesi yoktu dünyanın. Bir gaz bulutu vardı ve bir gaz bulutuna, birşey indirmek diye bir eylem mümkün değildir. Hava alanına uçak indirebilirsiniz ancak, ikiside yoğunlaşmış ve belirli bir katı şekle sahiptir, Havalanında da belirli bir yerçekimi vardır. Ancak bir Su buharı kütlesine, diyelim ki başka bir kütleyi İNDİREMEZSİNİZ. Karıştırabilirsiniz, ekleyebilirsiniz, katabilirsiniz ama İNDİRMEK diye birşey olmaz. Çünkü bahsettiğimiz yer uzay ve henüz dünya katılaşmadığı için, henüz bünyesine giren demir merkezde çekirdek olarak yoğunlaşıp yerçekimini oluşturmadığı için ve uzayda Yukarısı-Aşağısı gibi bir yönlendirme ve çekimlenme olmadığı için, değil Kutsal kitap tillahının kendiside gelse -İNDİRDİK- diyemez, "KATTIK-EKLEDİK-İLİŞTİRDİK" demeliydi. Çünkü -İndirme- eyleminin gerçekleşeceği bir ortam yoktur. Çünkü ayeti, makalede de söylendiği üzere Zahiri, yani görünen, bilinen anlamı ile ele alıyoruz. O yüzden "İndirmek" fiilini de, makalede ele aldığı gibi, gerçek anlamı ile ele alacağız, edebiyat yani anlam kaydırmaca yapıldığını düşünmeyeceğiz. -Bir gaz kütlesine indirmek- diye birşey olmadığı için, Kur'an -İndirdik- dediği zaman yeryüzüne düştüğünde/indiğinde yeryüzüne demir getiren meteorları kastetmektedir. Dünya oluşurken bünyesine katılan demir elementinin KATILMASINI-KARIŞMASINI kastetmemektedir. Ve bu, -Dünya oluşurken bünyesine demir katılmamıştır- DEMEK DEĞİLDİR. (bü yüzen tekzip diye bas bas bağırdığı yerde, sadece sarıgöl'ün yanlış anlaması olayı vardır ve üç-dört iletidir bunu anlatmaya çalışıyorum.) TAMAM, DÜNYANIN MERKEZİNDEKİ DEMİR, BAŞKA NEBULALARDAN YA DA UZAYDAKİ BAŞKA OLUŞUMLARDAN, DEVİNİMLERDEN GELMİŞ OLABİLİR AMA KUR'AN-IN BAHSETTİĞİ ŞEY BU OLAMAZ. KUR'AN-IN BU İFADESİNİN BU ANLAMA GELMEDİĞİNİ SÖYLEMEKTE, DÜNYANIN MERKEZİNDEKİ DEMİR'İN, BAŞKA NEBULALARDAN YA DA UZAYDAKİ BAŞKA OLUŞUMLARDAN, DEVİMLERDEN GELDİĞİNİ REDDETMEK DEMEK DEĞİLDİR." Sarıgöl'ün "Tekzip" olduğunu düşündüğü şey ise şu: Kendisi her zamanki gibi yazıları heyecanla ve önyargılı okuduğu için, bu yazdıklarımı da yine yanlış anlamaktadır. Ben önce diyorum ki: "Yeryüzünün merkezindeki demir, dünyanın ve hatta güneşinde dışından gelmiş olabilir, buna birşey demiyorum." Ama sonra diyorum ki: "Kur'an-daki -İndirdik- ifadesi, dünyanın merkezindeki demiri kastetmez." Ancak kendisi ilk ifademi gerçek anlamı ile anlarken, ikinci ifademi şu şekilde anlıyor: "Kur'an-daki -İndirdik- ifadesi dünyanın merkezindeki demiri kastetmez, o yüzden dünyanın merkezindeki demir, güneş ya da dünya dışındaki bir yerden gelmemiştir." O yüzden ne yazık ki aynı şeyleri birkaç kere yazmak zorunda kaldım ve ilkokul seviyesindeki bir çocuğun bile anlayacağı kadar TEKRAR sadeleştirerek özetliyorum: "Dünyanın merkezindeki Demir, uzayda, güneş ve güneş sistemi dışındaki başka oluşumlardan gelmiş olabilir. Ancak Kur'an-daki ifade bunu kastetmemektedir" Bu yanlış anlamanın benden kaynaklandığını kesinlikle düşünmediğim gibi ****************** Şu halde sarıgöl: Ya benim yazdıklarımı okumuyor ve tartışmaya bodoslamadan katılıyor, Ya yanlış anlıyor veya okuduğunu tam anlamıyor, Ya da bilerek ve sırf beni uyuz etmek için, sinirlendirmek için, yormak için mantıksız anlamlara ve hayali ithamlara bürüyor... Yönetimden rica ediyorum: Bu yazının renklendirmesine ve puntolamasına rica ederim dokunmasınlar. Çünkü gerçekten çok sinir bozucu bir yanlış anlama var ve bunun hallolmasını istiyorum... Saygılarımla...
  20. Ya Sayın sarıgöl, Sizin gerçekten okuduğunu yanlış anlamakla ilgili bir sorununuz da var... "İndirmek" fiilini bana açıklar mısınız? "İndirmek" dediğimiz şey, yukarından ya da daha üst seviyeden, mesela gök'ten aşağıya doğru bir şeyin konumunun değiştirilmesi demektir... Ve şunu ifade ediyorum ki; Kur'anda "İndirildiği" bahsedilen şey, sadece ve sadece meteorlarla dünyanın YÜZEYİNE taşınan Demir cevheridir. O makalede kastedilen ve dünyanın merkezinde çekirdek halinde bulunan Demir yoğunluğu değildir. Bunun neresi kendi kendini tekziptir ya hu? Yeryüzüne, gökten Meteorlarla Demir'in geldiği ifadesini reddettiğimi ima ediyorsanız eğer, hiçbir iletimde bunu yapmadım. Aksine demircilikle uğraşan toplumların bu bilgiye sahip olduklarını iddia ettim... Yani Dünyaya, Meteorlar ile birlikte Demir'in geldiği bilgisini hiç yanlışlamadım... Yanlışladıysam eğer gösterin iletimi... Dünyanın merkezindeki Demir elementinin de uzaydan geldiği bilgisini de reddetmedim. Aksine olabileceğini düşünüyorum... Bunun aksini iddia ettiysem, bunu da iletimi alıntılayarak ispatlayınız lütfen... Dünyanın merkezindeki Demir'in uzaydan başka bir etki ile Dünya henüz gaz bulutu iken bünyesine girdiği bilgisini nerede yalanladım, nerede yanlışladım, gösterir misiniz? Benim ifade ettiğim şey, Kur'an-da geçen "İndirdik" ifadesinin, Dünyanın bünyesine girmiş ve çekirdek olarak merkeze yerleşmiş olan Demir'i ifade etmediğidir... Benim ifade ettiğim şey, Sadece o dönemde demiri işleyen her halkça bilinen, göten meteorlarn düşmesi ile yüzeye taşınmış olan ve işlenen demirin ifade edildiğidir... Şimdi bana yazımın neresinde kendi kendimi tekzip ettiğimi söyler misiniz? Daha burada iki iletiyi anlamlandıramıyorsunuz, sonra tekzip ile itham ediyorsunuz. Hep diyorum, size "Türkçe ve Gramer Dersi" ve bunun yanında artık kaçınılmaz olarak "Cümle ve Anlam Bilgisi Dersi" vermek gerçekten gerekli... Sizinle tartışmanın inanın hiçbir faydası yoktur.
  21. Size cevap verebilmek için kimseden akıl almaya ihtiyacım yok. Sadece anlamlandıramadığım cümlelerinize bir anlam katabilmek ve kattığım anlamdan emin olabilmek için, yanlış anlaşılmaya neden olmamak için soruyorum diğer arkadaşlara. Egonuzu bu şekilde tatmin etmeye çalışmayın bence... Yazdıklarım açık ve nettir... Arkadaşlarımız kimin ne açıklayıp açıklamadığını çok iyi görmektedirler merak etmeyin. Bana gelen dönütlerden bunu kestirebiliyorum... Ohooo ooo... Bunları istiyorsanız ayrı bir başlık açın, orada anlatayım. Bu konuda birçok kaynak kitap bulunmaktadır... Kaynak kitaplardan ziyade birde Tarih Bilimi eğitimi alıp, bilimsel yorum yapabilmek önemli... Yani Öss'ye girip, kaliteli bir üniversite de Tarih Bölümü okumanızı tavsiye edeceğim... Yazımda "Bence" ibaresi kullanmadığımı çok iyi biliyorum. Tarih önünüzde durur ve onu alır, kotarırsınız. Ortaya bir sonuç çıkar... Siz bunu Tanrı'ya ve insanların Hidayet aşkından öldüklerini düşünerek soyuta atarsınız, Ben ise Toplumsal ve Tarihsel gerçekliklere atarım, Hepsi budur... Bu tez yeni bir tez değil Sayın sarıgöl... Sizin haberdar olmamanız, tezin, daha doğrusu bir gerçekliğin sonradan ortaya çıktığı anlamına gelmez. Bu bir gerçekliktir. Sayın sarıgöl, tekrar ediyorum... Tarih okuyum, lütfen, tarih okuyun... Her neyse, Sizinle verimli bir tartışma sürdürebileceğimizi hiç sanmıyorum. Yazdıklarım gayet açık ve nettir. Aksini iddia ediyorsanız mantıksız nitelemeler yerine, aksini ispat edersiniz olur biter... Size iyi kurtarma çalışmaları diliyorum...
  22. Size hepsini birden mi açıklayayım, yoksa teker teker mi? Birde lütfen ama lütfen artık şu imlanızı düzeltiniz. Hiçbir şey anlaşılmadığı gibi çoğu zamanda yanlış anlaşılıyor ve birkaç kişiye daha sorduktan sonra ortak bir anlamda anlaşarak yorum yapmak zorunda kalıyoruz. Selçuk Bey'in niçin İslamı seçtiğini anlattım. Hidayet aşkıyla yanıp tutuştuğu için seçmemiştir İslamı. Asya'dan, hakimiyetindeki boy ile birlikte göçmek zorunda kalmış, Ve yeni yurt edineceği topraklarda barınabilmek için, Yerleşeceği bölgedeki en stratejik hakimiyete sahip olanın inancını benimsemiştir. Bu sayede ayrıcalıklar almış ve varlığını pekiştirmiştir. Ayrıca Selçuk Beyin mahiyetindeki insanlarda Hidayet aşkı ile yanıp tutuşmuyorlardı. İnsanlığın Toplumsallaşma döneminin bir basamağı olan o dönemde Toplumlar büyük oranda "Dinsel Birliktelik" ile oluşturuluyordu. Ve nasıl ki bugün hiçbir devlet Anayasası olmadan var kalamazsa, meşrulaşamazsa O dönemde de bu yüzden hiçbir devlet ya da beylik "Dinsiz" olamazdı, kalamazdı. Hatta bu yüzden Hazar'lar ne Hıristiyanlar ve ne de Müslümanlarca sindirilmemek Ve bir üçüncü güç unsuru olarak ortaya çıkmak için Yahudiliği seçmişlerdir. İşte Selçuk Bey'de bu niyetle, göçebe kültürlerini simgeleyen şamanizmi bırakmış Ve yerleşikliğe neden olacak olan İslamiyet'i seçmiştir. Selçuk Bey'in avanesi de, Selçuk Bey öyle istediği için İslamiyeti seçmiştir. Kendiler hidayet aşkı ile yanıp tutuştuklarından değil... Rica ediyorum, lütfen ama lütfen Tarih...
  23. Sayın sarıgöl, sanmıyorum ama yine de anlayacağınızı umarak tekrar baştan ayrıntılayarak ve madde madde ortaya koymaya çalışacağım. Kur'an-da Demir için indirilen ayet şu şekilde: "Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) faydalar bulunan demiri de indirdik..." Bu konuda 1500yıl önceki bilgi birikimini de göz önüne alarak tek bir ayetten yola çıkıp, insanların anlayacağını sanarak Nebulalardan, Karadeliklerden ya da Demir'in oluşumundan bahsetmek, zaten anlamsız olur. Son kez 1500yıl öncesinin zeka ve biliş düzeyini ele alıyoruz ve Kur'an-daki ifadeyi irdeliyoruz. A- Ne diyor: "Ve kendisinde çetin bir sertlik... ... ... bulunan ..." Demir'in sert olduğunu Kur'an söylemese, insanoğlu Demir'in sert olduğunu bilemiyor muydu? Hayır biliyordu. Demek ki burada mucizevi bir ifade yok... B- Devamında ne diyor: "... ve insanlar için (çeşitli) faydalar bulunan ..." İnsanlık Demiri Kur'an-dan yüzlerce ve binlerce yıl önceden beridir işliyorlardı. Dolayısı ile hayatın her yönünde kullanıyorlardı. Yaralara ve giyeceklere dikiş atmak için iğne yapıyorlardı... Su içmek ve yemek yemek için kaplar yapıyorlardı... Savaşmak için aletler yapıyorlardı... Diğer madenlerle karıştırarak ya da döverek sertliğini arttırıp, çeşitli araç ve gereçler yapıyorlar ve hatta kağnı gibi ya da daha ilkel araçlarda kullanıyorlardı. Yani Demir'in çeşitli faydalarını görüyorlardı. Daha demir'in vücuda alındığı bilgisinin olmadığı bir dönemde, bir kimsenin yüzeysel bir ifadesine dayanarak "Aa vücudumuza aldığımız demiri de kastediyor!" demek mantıksızlığın daniskasıdır... Ayette demirin bu anlamda kullanıldığına dair bir ifade ve emare olmadığı gibi, ayetin ortaya çıktığı dönemin bilgisi açısından ele almak zorundayız. Değilse Jules Verne'i de Peygamber ilan etmemiz lazımdır. Çünkü daha kimse hayal edemezken, kendisi Uzay'a, Deniz Altına ve Yerin Derinliklerine bir takım makinalarla seyahat edilebileceğini düşünerek hikayeler yazmış ve ancak o öldükten çok sonra bunlar gerçekleştirebilinmiştir. Jules Verne'in, bunlara rağmen geleceği göremediğini ve kutsal birisi olmadığını söyleyebildiğimiz halde, Çok üstünkörü bir ifadenin Nebulalardan tutunda Vücuttaki demiri bile ima edebildiğini kabullenmek çok ayıp olur sanırım. Kısaca, Ayet'in bu ifadesinden de anlaşılacağı üzere, insanlar demirin bir çok faydası olduğunu zaten bilmektedirler. C- Yine sonunda şunu diyor: "...faydalar bulunan demiri de indirdik..." Bakınız "İndirdik" diyor... Zafer Dergisinde yer alan makalede de bunu "Gökten İndirme" olarak kabul ediyor. Oysa Demir, yerkürenin tam merkezinde, bir çekirdek ve kor halinde çok yoğun olarak bulunmaktadır. Bir yerden inmiş gibi görünmemekle birlikte, var oluştan beridir orada yer almıştır. Demir elementi, yerküre henüz oluşum aşamasındayken, yani henüz gaz bulutu iken bünyesine katılmış olmalı ki, merkezde ağırlaşıp bir çekirdek haline gelebilsin. Ve henüz "Yer" diye bir sertleşme ve oluşum olmadığı için, bahsedilen Gaz Bulutuna "İndirmek" diye bir ifade söz konusu olamaz... Sadece ve sadece en fazla "Bünyesine katmak, karıştırmak, zerk etmek" gibi bir ifade kullanılabilir, eğer kullanılacaksa... Ancak indirmek olamaz, çünkü indirilecek bir Aşağı ya da Yukarı şeklinde tabir edilecek bir oluşum yoktur. Bir Su buharı kütlesi düşünün ve içerisine başka bir gaz, mesela helyum gazı ekleyeceksiniz. Burada bir "İndirmek"ten söz edemeyiz, bir karıştırmaktan, eklemekten, katmaktan söz edebiliriz. O yüzden o koskoca makalede bahsedilen Demir'in dünyaya İndirilmesi ile gerçekte bilinen Demir'in dünyanın bünyesinde, merkezinde ve katmanlarında var olması arasında hiçbir bağ ve ilgi yoktur. Peki "İndirmek" derken ne kastediliyor? Demir'in kullanımına bakacak olursak, Demir'in yeryüzünün içlerinden elde edilmesinden önce, yeryüzüne düşmüş olan Meteorların kalıntılarından, parçalarından elde edildiği bilgisine ulaşırız. Türklerden tutun bir çok millet bilindiği gibi Demir'i yoğun olarak kullanmış ve işlemiştirler. Bu açıdan Demir'i bu kadar işleyebilen toplumların, Demir'in nereden geldiğini bilmemelerine imkan yoktur. Öyleyse "Demir madeninin gökten indiği" bilgisine sahiptirler zaten. İşte Kur'an-da tam olarak ve sadece bu gerçeği dile getirmiştir, daha fazlasını değil... Daha fazla bir anlam aramak sadece ve sadece kasmaktan, çırpınmaktan, kurtarmaya çalışmaktan başka birşey ifade etmez... Akıl ve Mantık neyi gerektiriyorsa onu kabul etmek zorundasınız. Zira dininizin Akıl ve Mantık dini olduğunu iddia eden sizsiniz ancak tam aksi davranıyorsunuz. Yazdıklarım son derece açık ve nettir...
  24. Yorum yapabileceğiniz kadar muallakta şeyler yazmadım zaten. Gayet açık ve nettir yazdıklarım... Yorum yapamamanız normaldir... Atatürk'ü mevzuu bahis edip, arkasına sığınan ben değildim... Bunu ilk yapan sizdiniz, iletiler yukarıda mevcut. Atatürk'ün inancını sorgulamaktan nefret ettiğim kadar başka hiçbir tartışmadan nefret etmiyorum ve bu tartışmayı da ben açmadım. Dikkat ederseniz tartışmadım da zaten, Atatürk'ün kendi el yazısından bir kaç tanımlama koydum ortaya. Varmanız gereken sonuç ortadadır. Şimdi boş nitelemelere girmeden ve ithamlardan bulunmadan layıkıyla tartışmaya devam edelim olur mu? Oooo... Ne oldu? Birden Atatürk Karşıtı mı kesildiniz yoksa, Güneş Dil Teorisini falan eleştiriyorsunuz? Neyse, Güneş Dil Teorisi konusunda da yanlışlarınızı ifade edeyim o zaman: Güneş Dil Teorisi, Mustafa Kemal bu teoriden adı gibi emindi diye ortaya atılmadı. Özetçe şunu söyleyebilirim ki bu teori "Avrupa Kökenli Tarihçilik Anlayışı"na karşıt olarak ortaya atılmıştır. Mustafa Kemal, Güneş Dil Teorisini destekleyerek, Medeniyetin Avrupa Kökenli olduğu, Avrupalıların diğer insan ırklarından daha yetkin ve kültürlü olduğu, Avrupa kültürünün diğer kültürlerden daha ileri ve köklü olduğu ön yargısına karşı ortaya atılmış bir teoridir. Atatürk bir söylemi ile bu teoriyi savunanlardan niçin savunduklarını ve bilimsel olarak nedenlerini kanıtlamalarını istediği gibi bu teoriye karşı olanlarında niçin karşı olduklarını ve bilimsel olarak nedenlerini kanıtlamarını istemiş ve yeni bir devinim yaratmıştır. Devrimciliği burada da ortaya çıkmıştır. Ancak Siz Arap-İslam Kaynaklı ve başkaları da Avrupa Kaynaklı yaklaştıkları için Tarihe, size gülünç gelmektedir. Oysa sizde Güneş Dil Teorisinde, ilgili yerlerden Türk adını kaldırıp "Allah, Kur'an, Muhammed" adlarını koyuyorsunuz sadece, fark yok, anlatabildim mi? İşte bu zincir, antitezi ile kırılmak ve sorgulanmak istenmiştir. Fakat siz bunu zaten biliyordunuz öyle değil mi? Sayın sarıgöl... Divriği Ulu Camii ile ilgili bazı bilgileri vermek istiyorum: Wikipedi'ye göre Divriği Ulu Camii Yapım Tarihine dikkat ettiniz mi bilmem... Ama Türkler Anadoluya 980-990larda gelmeye başlamışlardır. 1000lerden sonra neler olduğunu ise aşağı yukarı biliyoruz: Selçuk Bey İslamiyeti seçmek zorunda kaldı... Tuğrul ve Çağrı beyler Anadolu'ya akınlar düzenlediler... 1040 Dandanakan Savaşı oldu ve 1071de de "Cihat Niteliği Taşımayan" Malazgirt Zaferi ile Anadolu Türk Yurdu olmuş oldu... "İslam Yurdu" değil, dikkat edin... Osmanlılara kadar Anadolu "Rum Eli" olarak adlanırdı ve Türk Hakanlara da "Rum Eli'nin hükümdarı" denilirdi. Yani Divriği Ulu Camii Türklerin Anadolu'ya gelmesinden 250 yıl kadar sonra yaptırılmıştır. Bir Milletin dinlerinin değiştirilmesi ve bu yönde de telkinlerin ve zorlamaların etkili olması için yeteri kadar uzun bir zaman. Gerçi o telkinler o kadar da etkili olmamış ve Türkler yine de Aleviliği seçmişlerdir ya neyse... Tarih, lütfen, biraz Tarih... Eklemek istiyorum: Sayın sarıgöl, uzun zamandır sizinle tartışıyoruz ama sıkışınca görmezden gelmeniz ya da ilgisiz şeylerle konuyu dağıtmanıza alışmak istemiyorum. O yüzden sizinle olabildiğince az tartışmak istiyorum, mazur görün...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.