Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Arkadaşım, yazımın tamamı "Dinlerin Eleştirilebilir" olduğunu ve "Eleştirlmeside Gerektiğini" anlatır. Konu bütünlüğünden bu anlam çıkar... Yani bunu daha ne kadar açık yazabilirim ki... Bakın, insanları uç noktalara sürüklemeye çalışıyorsunuz. Eleştiri tek değildir kesinlikle... Bir yargının veya konunun iyi yanlarını söylemek, olumlu katkılarını söylemekte eleştiridir... Bir yargının, konunun kötü taraflarını ve olumsuz katkılarını söylemekte eleştiridir... Ama aynı şekilde "Bir tek sizin dininiz yapabilirdi, sizin dininiz şöyle iyi, böyle yüce, kutsalında kutsalı" gibi deyişler nasıl ki eleştiri değilde yağcılık ve "övgü" oluyorsa, sizin bu sitedeki nitelemelerinizin bir çoğu da HAKARETTİR... En azından bir iki edebi kitap okumuş olan insanlar bile bunun ayırdına varabilirler... Ya bakın, ne kadar şey bildiğiniz beni ilgilendirmiyor ama bu kadar basit kavramları ve ayrımları bilmiyorsanız, sizinle tartışacak hiç bir şeyimiz yoktur... Biliyor musunuz bilmiyorum ama bu kavramlar Lise eğitiminde verilir öğrencilere... Bilmem anlatabildim mi? Kıvırmanıza ve beni uç noktalara itmeye çalışmanıza gerek yok, yukarıdaki yazımı bir iki kelimeyle özetleyeyim: *Dinler Eleştirilebilir... *Dinleri "Eleştirilemez" olarak lanse edenler, o dini bir "Yönetim Aracı" olarak kullananlardır... *Eleştiri olumlu olabileceği gibi olumsuzda olabilir... *Olumlu eleştiri "Övgü" olmadığı gibi, Olumsuz eleştiri de "Hakaret" değildir... *Sizin ithamlarınız "Olumsuz Eleştiri" ile "Hakaret"in çok güzel harmanlanmış bir şeklidir. Noktalanmış ibareleriniz mevcuttur... *"Eleştiri" ile "Hakaret"i bir arada sunup "Bu sırf eleştiridir ve siz katlanamıyorsunuz" diye bir anlayış ancak "Saygısızca davranarak işini yürüten" (söylemek istemediğim bir kelimenin anlamıdır, sözlükten bakarsınız) bir anlayıştır... **Ayrıca madem sizin eleştiri üslubunuz "hakaret" etmeye dayanıyor, benim anlatmak istediklerimi "Ayrıntılama" üslubuma bir şey demememeniz ve anlamanız gerekirdi. Ancak siz Türkçe'deki bu kuralı da bilmediğiniz için, beni devamlı "Laf Ebeliği" yapmakla itham ediyorsunuz... Size gelince "Hakaret" üslup oluyor, bize gelince yazdıklarımız "Laf Ebeliği" oluyor... Gerçekten son derece "Faydacı" bir anlayışa sahipsiniz... Ayrıca hoş görmemi istemişsiniz, lakin hakaret hoş görülecek bir şey olmadığı halde, ben ne size nede başka bir kişiye bildiklerinden ve söylediklerinden dolayı hakaret etmiş değilim ve edecekte değilim... Arkadaşım, boşuna çırpınmayın, bakın Kur'an-ı okumadığınızı yada araştırmadığınızı iddia edemem... Çünkü bu konularda konuşabildiğinize, en azından söylemek istediklerinizi aktarabildiğinize göre, doğru yada yanlış anlamış olsanız bile din hakkında bir birikiminiz var belli... Ancak bakın düşüncelerinizi sadece "Bilerek" aktaramazsınız. Düşüncelerinizi, mensubu olduğunuz dil'in yapısını, kurallarını öğrenmenizde gerekir... İnsanlarla iletişiminizin faydalı olabilmesi için Psikoloji'dende biraz da olsa anlamanız gerekir. Ancak şimdiye kadar ki tüm yazılarınızı bir araya toplarsa: Eleştiri ile Hakaret'in ayrımına varamadığınızı düşünürsek; sadece kendi fikirlerinizi "Meşru" gördüğünüzü göz önünde bulundurursak; bazı şeyleri kendinize gelince "Olumlu", başkasına gelince "Olumsuz" olarak nitelendirdiğinizi aklımızda tutarsak; karşınızdaki ve zıt görüşünüzdeki insanların fikirlerinden en ufak bir yarar sağlayamayacağınız öngörüşüne sahip olduğunuzu da bir kenarda saklı tutarsak, ne insan ilişkilerinden (Psikoloji), ne iletişimden (Dil ve Anlatım) ve ne de tartışma etiğinden (Saygı) olması gerektiği gibi anlamadığınız yada daha saygılı ve anlamlı bir ifade ile bu bilgilerden henüz haberinizin olmadığını görmemek mümkün değildir... Tüm iletileriniz sitede mevcuttur ve merak eden arkadaşlar profilinizden tüm bunlara ulaşabilirler... Unutmayın, Saygı gösterdiğiniz kadar Saygıya layıksınızdır ve ben tüm yapınız ortada olmasına rağmen saygıda kusur etmiyorum yada etmemeye çabalıyorum ve edeceğimi de sanmıyorum... Türkçe dil ve anlam yapısı ve kurallarını iyi öğrenebilmeMiz dileğiyle... Saygılarımla Sevgili Arkadaşım...
  2. Emin olun ki hiiiç laf oyunu yapmıyorsunuz... Hiiiç kıvırmıyorsunuz... Ve emin olun tek kıvıran bizleriz... Yada ben sadece kendimi niteleyeyim; tek kıvıran emin olun ki ben'im... Arkadaşım, benim laf oyunu yaptığımı ispatlamanız gerekmektedir... Diğer konularda yazdığım, yukarıdaki nitelemenize örnek olan yazılarımı çürütmüş yada aşabilmiş değilsiniz. Hep söylediklerimi kasıtlı olarak çevirerek, bilerek yanlış anlamlara sokarak yokuşa sürüyorsunuz, sonra çıkıp "laf oyunu yapmıyoruz" diyebiliyorsunuz, pes doğrusu... Ne siz, ne de BrainSlapper iddialarınızı ispatlayabilecek sağlam kanıtlar sunabilmiş değilsiniz hiç... Bir başkasını çürütmüşte değilsiniz... Yazdığınız tüm "Laf Ebelikleri" sitede mevcuttur... Yazdıklarımı uzun uzadıya yazmam benim bir tarzımdır... Yani ben anlatacağımı bu şekilde anlatabiliyorum... Dikkat edin laf oyunu yapsaydım eğer, kesin yargılarda bulunmazdım inandığım şeylerle ilgili... Ama inandığım herşeyi açık açık, kesin ve net olarak söylüyorum ve ondan sonra ayrıntılıyorum... İnandığım herşeyi temellendiriyorum... Siz ise bir iki kelime, cümle alıntılayıp, aklınızca bunları çelişkilendirip, sonra tüm bilgileri bir anda yanlış sayabiliyorsunuz... Neyse, huyum olsa da, lafı bu sefer uzatmayacağım; yazdıklarımız ve yargılarımız bellidir. Beni Laf oyunu yapmakla itham ederken, yazdığım yazılarda "Kesinleşmiş Bir Yargı" bulamamış olmanız gerekirdi... Oysa yazdığım her şeyde inandığım herşeyi kesin yargılarla belirtmiş bulunmaktayım... Diğer bir konuda belirttiğim gibi "Eleştiri" "Hakatret" ve "Saygı" kavramlarından sonra, artık birde "Kompozisyon" veya "Paragraf" kavramlarını ve nasıl Kompozisyonun veya Paragrafın yazıldığını öğrenmeniz gerekmektedir. Düşünce aktarımı Kompozisyonlarla ve Paragraflarla olur ve ben genelde bunu uygulamaya çalışıyorum: Giriş-Gelişme-Sonuç... Ve bu laf ebeliği yada laf oyunu değildir, düşüncelerinizi aktarmak istiyorsanız, anlatmak istiyorsanız genelde bu yapılır zaten... Bu bir Düşünce Aktarma Tekniğidir... Haberiniz olmayabilir, normaldir... O zaman size göre Makaleler, Kompozisyonlar, Paragraflar, Cep Kitapları ve hatta Komünizm'in 1000 sayfa ile anlatıldığı "Das-Kapital"de hep laf oyunudur... Çünkü hepsinde düşünülenler ayrıntılanarak anlatılmıştır... Yaklaşımlarınız çok çok ilginç gerçekten... Gerçekten "Son Derece Düz Mantığın" "-Erdem-" Olarak tanımlandığı bir insandan, böyle bir yaklaşım görmek, beni hiç şaşırtmadı. Çok özür dilerim, altı üstü size "Gereksiz ve mesnedsiz bir yazı yazmışsınız" diyeceğim, yine uzattım galiba, kusura bakmayın... Size fazla gelmiş olabilir bu yazdıklarım... Son cümleleri okusanız yeter size, ana fikir orada yatar çünkü hep... Gereksiz ve mesnedsiz bir yazı yazmışsınız... Saygılarımla...
  3. geçmişinizin bir döneminde benim gibi olma ihtimaliniz hiç yoktur ne yazık ki... Çünkü ben savunduğum ve savunmadığım şeyleri çok çok iyi biliyorum... Siz bi zamanlar neyi savundunuz bilmiyorum ama, ben şu an İslam'ı savunuyorum... Benim savunduğum şey İslam olmaktan çıkmış değil, zaten İslam'ın ta kendisi... Ha bakın, İslam'ın eleştirilmesi ile ilgili olarak: ben İslam'ı savunmanın kimsenin harcı olduğunu düşünmüyorum... Kimsenin de İslam'a yada bir dine saldırabilecek kadar olduğunu da düşünmüyorum... İnsan yalnızca bildiklerini savunabilir... Bir dinin eleştirilip eleştirilmemesi hakkındaki düşüncelerim ise şurada yazmaktadır: http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=77410 Sayın BrainSlapper, eğer bir zamanlar benim gibi düşünüyor olsa idiniz, diğer konularda yapmış olduğumuz tartışmaları yapmazdık, ve benim fikirlerimi yaşamış ve aşmış bir insan olarak öncelikle beni anlar, sonralıkla beni çürütebilirdiniz... Ama ne anlayabildiniz ne de çürütebildiniz... Saygılarımla
  4. Bildiğim kadarıyla "Alaaddin'in sihirli lambası" "Sinbad" "Ali baba ve kırkharamiler" gibi bir çok öykü hep bu Binbir gece masallarının içinde yer alıyor. Binbir gece masalları Abbasi halifesi Harun Reşid'in zamanındayazılmıştı galiba. Uçan halılar, sihirli lambalar falan hep o dönemin zenginliğini anlatmak için abartılmış tasvirler... İçerdiği tüm hikayelerin birbirleriyle bağlantısı varmış. Öyleki Şehrazat hikayeleri anlatırken, bir masalı bitirdiği zaman öldürüleceğini biliyormuş, çünkü Şah Şehriyar masalın bitmesinin istiyormuş. Ama Şehraza akıllıklık yapıp masal tam bitecekken bir karektesi birden ön plana çıkarıp Şah Şehriyar'ın merakını uyandırıyormuş ve tan ağarırken masalı en güzel yerinde bırakıyormuş... Çok zeki bir kadınmış yav Şehrazat... Saygılarımla...
  5. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Diğer Müslümanlar niçin "sorgulamaktan" korkuyor bilmiyorum ama şu konuyu okursanız, Eleştirmekten niçin korkulmaması gerektiği hakkında fikir edinilebilir... http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=77410 Aaa evet, o film çok güzel bi filmdi yaa... Adı "Tanrılar Çıldırmış Olmalı", ikinci bölümünün adı "Ve Tanrılar Çıldırdı"... En sevdiğim Filmlerden birisidir... Sizde saygı duyun arkadaşım, inançlara da, inananlara da... Saygı karşılıklı olmalı... Saygı görmek için, Saygı göstermek gerekir... Saygılarımla...
  6. Arkadaşım Eleştirmek elbette Saygısızlık değildir... Siz işinize geldiği gibi anlamaya çalışıyorsunuz... Diğer konularda noktalanan hakaretleriniz mevcuttur arkadaşım... Ne yazdığınızı bilmiyorsanız, gidip tekrar okuyabilirsiniz, böyle bir hakkınız var... Siz Eleştirmekle Hakaret etmenin ayırdına varamıyorsunuz sanırım... "Sizin inancınızda şöyle eksiklikler var, bakın bunlar hatalıdır vs vs vs..." gibi bir cümle kurmuş iseniz bu "Eleştiridir"... Ancak bu Eleştirinin devamında "İşte siz böyle saçmalıklara inanıyorsunuz, beyaza beyaz bile diyemiyorsunuz, düşünemezsiniz bile vs vs" gibi ithamlarda bulunuyorsanız bu da Hakarettir... İki cümleyi birleştirip "Sizin inancınızda şöyle eksiklikler var falan filan, bakın bunlar hatalıdır... .... İşte siz böyle *****lıklara inanıyorsunuz, beyaza beyaz bile diyemiyorsunuz, düşünemezsiniz bile vsvs..." dedikten sonra "Bu Eleştiridir" diyemezsiniz... Bu Hakarettir... Eleştiriyle Hakaret'in çok güzel harmanlandığı bir nitelemedir, aşağılamadır... Ve bunu "cümlenizin hiç bir anlamı olmaz,ve sözünüz havada kalır." diye savuşturmak, ayrıca ilginç bir çırpınıştır... Tüm öğrenmeniz gereken şeylerin yanında, aynı zamanda "Hakaret" "Eleştiri" "Saygı" gibi kavramları ve cümle içinde nasıl kullanılacaklarını da öğrenmeniz gerekmektedir... Hala Hakaret'in Eleştiri olduğunu sanıyorsunuz... Ayrıca eleştiri kötü yönde değil iyi yöndede olabilir, bu ayrımı da yapmalısınız... Yav sitenin sorumluları bile noktalamış sizin ithamlarınızı, daha ne diyim... İlginç yaa...
  7. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Bakın, aynı iletideki çelişkinizi görebiliyorsunuzdur sanırım... Bizi "Beyaz"a "Beyaz" diyememekle itham ettiniz... Ardında dediniz ki "Gri falan diyemezsiniz"... Bende diyorum ki: "Beyaza gri demem zaten..." Bu örnek/konu ne ile alakalı: Madde ile... Sonra demişsiniz ki: "Matematik gibi bir gerçeklik arzetmiyorsa...." diye devam etmişsiniz... Bunun anlamını açıkladım, size göre Matematiğin seviyesine ulaşamayan hiçbir çaba Bilim değildir, gerçek değildir... Fizik, Kimya falan... bunu da anladık... En son demişsiniz ki: "Allah, Melek, Cin falan fantezidir" demişsiniz... Yani duygulara yada şöyle diyelim "Sezgilere" dayanır... Yani bu şeyler Manevidir... Peki "Duygulara/Sezgilere dayanan bilgiler için nasıl oluyorda Müslümanları -Beyaz'a Beyaz diyemezler- diyerek Maddi bir süreçle yargılayabiliyorsunuz?" Hem biliyorsunuz bu şeylerin manevi olduklarını, yani sezgisel hayal ürünleri olduklarını, nasıl olupta "Maddi" bir örnekle niteleyebiliyorsunuz... Kaldı ki sizin orada belirtmiş olduğunuz şey aslında "Müslümanların cahilliği, inandıkları şeyleri bilmeden savunmaları, gerçeği görememeleri..." idi... Ama siz neyi nitelediğinizi bile bilmediğiniz halde savınızı yukarıdaki Bilim dışı ithamınızla sürdürdünüz... İlginç... Kaldı ki birde imzama takmışsınız kafayı... Ben zaten kimseyi isimlendirme çabasında değilim ki? Siz benim İnancımı/Felsefemi yargılayacağınıza, önce kendi bilgi düzeyinizi kontrol edebilirsiniz mesela... Hala herşeye "Din" perdesinden bakıyorsunuz. Abartı olacağını bilmeseniz, Futboldaki Şike iddialarını da dine bağlayacaksınız... Size göre tüm kötülüklerin sorumlusu din... İlginç ve bir o kadarda komik bir yaklaşım... Sanırım bunun nedeni, sorunların kaynağındaki asıl nedenleri görememekten kaynaklanıyor... Asıl gerekli cevap, yeni ve en son açtığınız konuda verdim aslında... Saygılarımla...
  8. Hayır arkadaşım, Din Eleştirilmez değildir. Kendi inancını sorgulamayan bir insan, hayattan öğrenebileceği hiç bir şeyi öğrenemez. Dinin eleştirilemez olduğu düşüncei, inandığı şeyden emin olmayanların paranoyası ve sizin Dinleri yadsımak için tutunabildiğiniz tek daldır. açık açık ima etmişsiniz zaten: Dinleri eleştirmemizin asıl nedeni, eleştirilemez olmasıdır... Komünist Rusya'da Komünizm'i eleştiremezdiniz, sorgulayamazdınız. Revizyonizm'i ortaya atan Bernştayn, yeni bir fikir üretmekle bile Komünizm'e ihanet etmiş olarak lanse edilmiştir. Soğuk savaş döneminde Amerika'da asla ve asla Kapitalizm'in aleyhine yazı yazamazdınız, Komünist avı vardı. Hitler döneminde "Alman Milleti"ni eleştiremezdiniz, söz konusu dahi yapamazdınız. Bugün bile Tayyip Erdoğan'ın allah tarafından gönderildiğini, aklınca Kur'an-dan kanıtlamaya çalışanlar ve eleştirilmez kılmaya çalışanlar var. Yani Eleştirilmeyen tek şey din değildir. Bir dini Eleştirebilmeniz, sorgulamanız için inanıp inanmamanız değildir gerekli olan... Gerekli olan Cahil olmamaktır ve Neye inanıp neye inanmaması gerektiğini bilmektir. -Siz bir dine inanmıyorsanız, o dinin ithamları sizin için zaten kutsal değildir = Eleştirebilirsiniz... -İnanıyorsanız, inandığınızdan eminseniz, eleştiri sizin anlamanızdan fazla bişey sağlamıcaktır ve size yararlı olacaktır, aydınlanacaksınızdır =Eleştirebilirsiniz... -Ha bu eleştiri sizi dinden çıkarabiliyorsa zaten korkmanız için bir neden de yoktur, çünkü inanmayabileceğiniz hiç bir bilginin sizi korkutmaması gerekir... "ulan Allah'ın olmama ihtimalide var" diyebiliyorsanız, eleştiriden korkmamanız gerekir, çünkü olmama olasılığını düşünmeniz, korkularınızı yenmenizin en önemli noktasıdır. Olmama ihtimali olan bir yapıdan korkmanızın bir mansı yoktur= Eleştirebilirsiniz... Gördüğünüz gibi, üç mantıktan da gidilirse, Eleştiri ve Sorgulama hiç bir açıdan din için sakınca doğurmamaktadır... Peki "Sorgulanması"ndan korkanlar kimlerdir... -Hırisityanlığın İncilinin tercüme edilmesinden korkan kimselerin niye korktukları ayan beyan ortaya çıkmıştır zaten. Dini Sorgulama/Reform çabalarıyla Kiliseler Otoritelerini yitirmişlerdir =Eğemen otorite istemez sorgulanmasını. -Hallac-ı Mansur, Nesimi... Dini anlama çabalarıyla son derece öz bilgiler vermişler ve siyasi otorite karşısında bir alternatif oluşturmuşlardır. Yani egemen kimselerin hakimiyetlerini, Tepeden inmeciliğini sorgulayavabilen bir mekanizma ortaya çıkarma ihtimalleri başgöstermiştir ve "Din" çığırtkanlıklarıyla "Öldürülmüşlerdir" ve dinin eleştirilmesinin önü egemen olanlarca engellenmiştir= Eğemen otorite istemez sorgulanmasını. -Emeviler Arap Milliyetçiliğini İslam dini ile perdeleyip, Ehl-i Beyt'e karşı, yani mevcut otoriteyi eleştirebilen insanlara karşı, "mevcut otoriteye bağımlı ve sorgulyamaz" bilinçli insanlar üretmek için bir takım mezhepleri ilan ettirmişlerdir ve din perdesi altında, dini kullanarak eğemenliklerini eleştirilemez kılmışlardır. =Eğemen otorite istemez sorgulanmasını. -Selçuklular, Oğuzları yerleşik hayata geçmeye zorlamışlar ve Selçuklular Sünni Abbasi halifesini koruyarak Sünniliği seçmişler. Baskı altındaki Oğuz boyları ise, yönetimi ve iktidarı eleştirebilir olarak evrilmiş olan Aleviliği veya Şiiliği seçmişler ve buna karşılık Selçuklular "Yönetime teslimiyeti" simgeleyen Abbasi Halifeliğini koruyarak ve Oğuzları dışlayarak, yerleşmeye zorlayarak onlara baskı yapmış ve sonunda Oğuzların isyanıyla yıkılmıştırlar... =Eğemen otorite istemez sorgulanmasını. -Osmanlı devletinin kuruluşunda etkili olan Tasavvufi tarikatler veya yollar, Osmanlı yönetim geleneği oturdukça daha eri plana itilmiş ve Fatihten sonra tamamen Osmanlıdan ayrılmışlardır. Yavuz Sultan Selim Memlüklülerden Sünni Halifeliği alarak, yönetimi "Din perdesine" bürüyerek "Eleştirilmez" halegetirmiş ve Şah İsmail (Alevi, Şii, Türkmen-Oğuz) ile kanlı bir iktidar mücadelesine girişmiştir. Her iki tarafta temelde İslam anlayışına tabi olsalarda mücadeleleri İktidaridir. Mesela Şah İsmaile karşı, Özbek Hakanı Muhammed Şibani Han'da Yeşil Başlık giyerek Osmanlı tarafında durmuş ve mücadeleye girişmiştir. =Eğemen otorite istemez sorgulanmasını. Yani, her zaman karşımıza çıkan husus,dinin sorgulanmamasını isteyen kısımın aslınd dini kullanan eğemen otoritenin olduğu oluyor. Bakın kişi olarak zihnimiz en ve tek özgür olduğumuz yer. Her türlü şeyi düşünebiliriz orada... Her hayali kurabiliriz. O yüzden düşünmeyi Allah bile yasaklamamıştır... Tarih ortadadır açık ve net olarak... Tarihsel süreç içersinde ele alırsak eğer, dinin eleştirilebilip eleştirilemediğiyle ilgili karşımıza çıkan sonuç pek bir müsbet olacaktır zaten... Bugünbile bakın, Dinsel olduğu iddia edilen Doğmalar insanlara sunulurken ve önkabullerle kabullenmeleri beklenirken, bunu yapanlar kimler? Yeşil Kuşak ve 3F formülünü sunanlar kimler? Bunları uygulayanlar kimler? Dinleri "Sorgulanamaz" kılmak isteyenler kimler? Dinleri kullanarak, onları alet ederek oy toplayıp başa gelenler değil mi? Dinin sorgulanamaması kimin işine yarıyor? O dine inananların mı yoksa o dini kullanarak menfii kazanç sağlayanların mı? Birşeyi anlama istiyorsak, tüm yönleriyle ele almalıyız. Din karşıtı olmanızı anlıyorum, ama herşeyin kötü nedenini din olarak göstermeniz sadece bir art niyettir... Oysa herşeyin çok farklı ve olgusal nedenleri olabilir... Size göre tüm kötülüklerin müsebbibi Din(ler)dir. Bakın, insanları "Din'e olan sevgileri" yüzünden, gerçeği görememekle niteliyorsunuz bazen ama sizde "Din'e olan Kininiz" yüzünden gerçekleri göremiyorsunuz... İki tarafta duygularından arınmalıdır anlamak için... Saygılarımla Ayrıca bir dine saygı duymak ne demektir? Yani "Eleştirmek" saygısızlık demek değildir kesinlikle? Eğer siz eleştirirken söylüyorlarsa bunu, tabii ki haksızlar ama siz "Müslümanlık saçmadır" "İslamiyet cahilliktir" "Müslümanlar kafayı kullanmazlar" "Beyaza Beyaz diyemiyecek kadardırlar bunlar" "Allah inançları puttan başka bişey değildir" (ki putları yadsıyan bi insan için bu aşağılamaktır), gibi ithamlar kullanıyorsanız yada yazılarınız veya söyledikleriniz böyle anlamlar içeriyorsa tabii ki saygı duymuyorsunuz demektir... Saygı duymayan biri olarak "Saygı" beklemeniz de abesle iştigal eder... Ki "Saygı Duymak" bir zorunluluktur. İnsan olmanın bir zorunluluğudur. Karşınızdakinin inancını eleştirebilirsiniz, sorgulayabilirisiniz hattareddedebilirsiniz; ancak Hakir göremezsiniz, aşağılayamazsınız, kötüleyemezsiniz. Sizin yapabileceğiniz tek şey size göre eksik yada yanlış olan taraflarını söylemektir o kadar... Ama şu yukarıdaki yazan kimse olarak sizin, diğer konularda bunu yapmadığınız ve yapamadığınız ve ayrıca noktalanmış hakaretleriniz ayan beyan ortadadır... Adama Sorarlar "Bu ne Yaman Çelişkidir Böyle?" diye...
  9. Bakın, bu deyişlerin bi kısmını size yazanda benim... Bakın İslam'ın beş şartı falan gibi şeyler, Hz. Muhammed'den de çok çok sonralı sünni alimler tarafından ortaya atılmış svlardır... Yani Hacc denen bir ibadet olsa bile, Hz. Muhammed bile bunu sadece bir kere yapmıştır... Orada o sözü söyleyen kimse Hacc ibadetin yadsımıyor, sadece "Kendinize yönelmediğiniz, Hakk'ı bulmadığınız sürece" yapılan haccın faydasız olduğunu söylüyor... Ayrıca Ömer Hayyam'ın deyişi de bir ispat değil, bir yakınmadır... Yunus Emre'nin hakkındaki yorumunuz ise son derece ilginç... Yunus o cennet ve cehennemi küçümsemiyor, Bakın bunu KataKuta'nın sorduğu bir soru üzerinden giderek anlatmıştım... Şehadet kelimesi ise Hallac-ı Mansur için önemini yitirmiş değildir ve o kelimeyi söylemediği için idam edilmemiştir... Nasıl bir alaka kurdunuz anlamıyorum... Neyse, yukarıdaki iletimde adı geçen konuda bunları zaten açıklayacağım, uzatmaya gerek yok...
  10. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Arkadaşım, rica ediyorum *****lamayın yaaa... Neyi kastettiğimi çok iyi anlıyorsunuz, kıvırmayın rica ederim... Maddeden bahsetmiyoruz, Beyaz Tavşan'dan bahsetmiyoruz, 2+2'nin 4ettiğinden bahsetmiyoruz... Beyaz boya'dan neyi kastettiğimizi biliyosunuz... Ben Allah'ı, melekleri, şeytanı falan size ispatlama gayretinde değilim zaten... Neye inandığınızda beni ilgilendirmiyor... Benim "Laf Oyunu" olarak nitelendirdiğiniz söylemlerim "Psikoloji"nin temel öğeleridir. Yani bi tarafımdan uydurmuyorum bunları... Pedagoji, Formasyon, Çocuk Gelişimi, Gelişim ve Öğrenme, Gelişim Psikolojisi gibi dalların ilk olarak ilgilendiği alandır bu... Gidip öncelikle beni "Bilimsel olmamakla" itham edeceğinize, bu tür bilgilerle de bir uğraşın isterseniz... Ben algı düzeyinin insandan insana değişkenlik gösterdiğini, anlamada bir çok etkenin önemli olduğunu söylerken uydurmuyorum... Hayır söylediklerim eğer gerçekten uydurmaysa, bütün öğretmenleri ve psikologları falan mesleklerinden geri çekmek lazım, çünkü hiç biri birşey bilmiyor ve uydurma bilgiler üzerinden bir meslek icra ediyor... Yapmayın rica ederim, siz ilgilenmemiş olabilirsiniz bu alanlarla, bu bilgilere yabancı olmanız, onların uydurma yada yanlış olduğunu göstermez... Konumuz son derece açık ve nettir: İnanç... Yani insanın algılarına, anlayış düzeyine, sezgilerine, kavrayışına, bilgi edinebilme düzeyine, güdülenmesine vs bir çok faktöre bağlı içsel bir alandan bahsediyoruz... Beyaz'a Siyah denip denmemesi değil yani konumuz anladınız mı? İdrak edebildiniz mi? İnançtan bahsediyoruz, Doğadan değil... Ben dedim ki, Beyaz'a beyaz diyebilirim... Mesela yazı yazdığım şey bir klavye ve beyaz... Baktığım ekran cam+plastikten oluşuyor ve renkli... Bakın Madde ile ilgili konularda son derece Bilimsel ve Pozitif olabiliyormuşum... Yani sizin söylediğiniz "Beyaz'a Beyaz Diyemezler" tanımlamasının konumuzla uzaktan yakında alakası yoktur... Kaldı ki böyle saçma bir nitelemede bulunursanız, gördüğümüz gibi lafının altında ezilen siz olursunuz... Hiç bir zaman hiçbir şey aynı algı düzeyine indirgenemez ve insanlarca hiç bir zaman aynı şekilde algılanamaz, anlamlandırılamaz... Ufakta olsa algı farklılıkları mutlaka ve mutlaka vardır. İnsanlar bir çekirge sürüsü değil, unutmayın... İçgüdüleriyle hareket eden yaratıklar değiliz... Dediğiniz şey Hayvanlarda geçerlidir. Tüm arılar aynı şekilde algılayabilir, tüm karıncalar aynı şekilde algılayabilir ama insanlar değil, kesinlikle değil. Bu söyledikleriniz Psikoloji bilimine tamemen ters ve zıt bir anlayıştır... Ayrıca her bilim yada alan/uğraşı Matematiksel bir gerçeklik ifade edemez yada edemeyebilir... Bilimlerin bir sıralaması vardır. Mesela Edmund Goblot, Bilimleri sıralarken Matematiği en uç noktaya koymuştur. Çünkü Matematik maddeden tamamen soyutlanmış ve bağımsız olmuştur. Dolayısıyla diğer bilimler Matematik kadar gelişmiş değildir. Diğer bilimler doğa'dan bağımsızlaşamadığı için Matematiğe ancak ve ancak öykünebilirler yada özenebilirler... Matematik doğadan bağımsızlaşabildiği için artık doğada bir karşılığı yoktur Matematiğin... O yüzden hiç bir bilim sandığınız manada bir Matematiksellik ortaya koyamaz... Doğadan kopamazlar... Yine Mantık'ta Matematikle aynı paralelde ilerler... Fizik, Kimya, Tarih, Psikoloji, Sosyoloji gibi bilimlerin kimi Matematiksel işlemleri uygular, kimisi uygulmaz bile ama hiç birisi Matematik ile aynı kefeye konulamaz... Yani tek Bilim ve Gerçeklik olarak Matematiği düşünüyorsanız, önce bir "Bilimlerin Sınıflandırılması"nı inceleyin... Çünkü her Bilimsel bulgu, her zaman 2+2=4 gibi Matemaktiksel kesin bir sonuç vermeye biliyor. Aynştayn'in İzafiyet teorisi/görelilik kuramı bile var bilmiyo musunuz? Ayrıca ben koyabildiğniz bir "Nokta"da göremiyorum.. Oraya üstüne basa basa "Nokta" yazmışsınız ama sanırım asıl nokta burada konuldu... Bu küçümser, kibirli, olumsuz tavrınızı hala sürdürmenize ve araya hala duvar örme çabanıza inatla devam etmenize karşın, ben yine de size Saygılarımı sunuyorum; Saygılarımla...
  11. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Ama o adamlar Müslüman olduğu için bende Müslümanım ya zaten. O adamlar Tanrı'ya Teslim oldukları için Tanrı'ya Teslim oldum ya zaten... Bakın, ben İslamiyeti o adamlardan tanıdım... Anlamlandırmaya çabalamaya başladığımda ilk okuduğum kitap İncil'di... Kur'an okuduğum en son dini kitaptır mesela. Tevrat'ı bile daha önce okumuştum... Ama şu var ki; o isimlerini saydığın kimseler sayesinde Kur'an okumaya heves sardım... Önce o kimseleri okuyup, ondan sonra Kur'an okyunca anlayabildim Kur'an-ı... Bakın benim ailem Müslümandır ama biraz bilgisizdirler. Ve zamanında bazı nedenlerden ötürü İslamiyetten başka dinlerle ilgilendim... Ama eninde sonunda hepsinde gördüğüm şey aynı oluyordu; yavanlık... Sonra ilk olarak Yunus Emre'yi okumaya başladım, Mevlana falan... Nurul Arabi geldi ardından vesaire vesaire... Hz Muhammed'i onların gözüyle tanımaya çalıştım, tanıdım... Kur'an-ı taa üniversiteyi bitirirken okudum anca, yani en son onu okumuştum... Ve en son onu okuduğum için zaten Kur'an-ı bile eleştirmekten korkmuyorum... Ben dinle ilgili hiç bir hususu eleştirmekten korkmam... Ama emin olun ki beni İslam'a bağlayan şey, o kimselerdir. Siz nasıl o insanları farklı yorumluyorsunuz bilmiyorum ama ben zorlama olarak "İslam" yaftası yapıştırmak peşinde değilim... Hep te söylüyorum, yanlış anlıyorum gibi gelebilir size, çünkü gerçekten farklı anlıyoruz ama bana anlamlı geliyor bu, napiim... Ben Yunus Emre'yi; Kur'an-ı bir kenara bırakıp ta okuduğum zaman artık tatmin etmiyor beni tek başına... Mesnevi'yi Kur'an-dan ayrı olarak ele aldığımda çok yavan geliyor... Kur'an sadece bir ipucu... Gerçek gizlenmiş gibi sanki içinde... Ancak yorulcaksınız, çaba sarfedeceksiniz, ondan sonra tek bir kelime bulacaksınız o kimselerden ve Kur'an-ı o Kelime dahi size anlamlı kılacak... Bakın Zen Budizminde de aynı şey var... (Beni Budist sanmayın... diyorum hep: hepsi aynı kökenden geliyor, hepsi tek bir dinden geliyor zaten...) Zen Budizminde Öğrenciye bir yazı veriliyor ve üzerinde uzun uzun düşünmesi, anlaması isteniyor... Bakın, anlamlandırmıyor, anlamaya çalışıyor... Yeterince çabaladığını düşününce öğrenci, ustası ona bir kelime veya cümle söylüyor ve öğrenci o üzerinde düşündüğü metinin ne olduğunu, neyi anlatmak istediğini anlıyor birden yani "Aydınlanma=Satori" meydana geliyor... Kur'an da da aynen bu var... Size mantıksız gelen bir ayet yada sure üzerinde saatlerce yada günlerce düşünülüyor... Size komik gelicek ama sonra Yunus'tan, Mevlana'dan, Hallac'tan falan, artık hangisi içime doğmuşsa, tek bir kelime, sanki şifreyi çözecek bir kelime arıyorum, ve bulduğumda birden anlam kazanıyor o ayet yada sure... Oysa mantıksız geldiği de oluyor ilk bakışta, bunu söylemek zor değil benim için... Ama yeterince Tefekkür'e yatınca yani üzerinde düşününce, tek yapmanız gereken o sizi aydınlatacak olan kelimeyi, tümceyi bulmak oluyor... Bulduğunuzda herşey bir anda çözülüyor sanki... Bakın bu anlatmak istediğimin sadece çok basit ve küçük bir betimlemesi... Buda niçin aynı düşünmediğimizin örneklemini sunmak içindi. Bu söylediklerim elbette ki size çok saçma ve mantıksız gelebilir ve gelecektir de zaten, aynı zamanda sizi bağlamayacaktırda... Elbette beni birtakım başka nitelemelerle adlandıracaksınızdır yine, ama emin olun o kimseler olmasa, hakikaten Kur'an belkide BENİM İÇİN anlaşılmaz olurdu... Başkası Kur'an-ı anlamak için o adamları önemsemiyor olabilir, onlar olmadan da anlıyor olabilir, ancak benim için önemliler. Ha ben onlardan önce doğsaydım nasıl olurdu, kimin deyişleriyle anlardım Kur'an-ı? sanırım direkt Hz. Muhammed'in, Hz. Ali'nin deyişleriyle anlardım... Sadece Kur'an için değil bu anlayış; Tevrat ve İncil içinde geçerli aynı şey... Yunus demiyor mu: "Sen sana ne sanırsan, ayrığa da onu san; dört kitabın manası, budur eğer var ise...". Aynısını Hallac-ı Mansur da söylüyor: "Dört kitapta aynı şeyi söylemiş, yalnız başka başka bakmış...". Yani bakın bu en azından benim için eğlenceli bir düşünce çabası ve benim dünyayı anlamamda yeterli oluyor... Ve emin olun, genelde aradığım o tek tümce "Ene'l Hakk" ve "Ene'l Hakk'a dair şeyler" oluyor... İslam'a o etiketi ben yapıştırmıyorum, zaten o etiket onun üzerinde var... Diyorum ya "Gerçek=Hakk(ikat)" Tek bir tane, ama biz farklı farklı algılıyoruz... Ya yine beni "Felsefe Yapmak"la ve "Kafa Ütülemek"le itham edeceksiniz biliyorum ama, kusuruma bakmayın... Aramızdaki farklılığın ne olduğunu anlatmaya çalışıyordum... Ben size "Yanlış Düşünüyorsunuz" demiyorum hiç bir zaman, dememde zaten kimseye, ki demişsem de kazara olmuştur, kusura bakmayın... Sadece farklı anlıyoruz diyorum gerçeği, o kadar... Saygılarımla...
  12. Sizi çok iyi anlıyorum... Bakın, yine kimi Ateist arkadaşlarca "Saçma" önyargısı ile yaklaşılacak biliyorum ama, emin olun ki dünyada yapabileceğimiz en iyi tek şey "Birbirimizi Anlamaya Çalışmak"... Bakın ben burda kimseyi Müslüman yapmaya falan gayret etmiyorum. Zamanı geldiğinde sorulmasından korkulan soruları dahi soruyorum, cevaplamaya çalışıyorum... Mutlak doğruyu savunduğumu söylemiyorum ama Tek bir Gerçeğin var olduğunu biliyorum. Ve yapabileceğimiz şey O gerçeğe ulaşmaya çabalamak... Bunu anlamlandıramıyor olabilir arkadaşlarımız, ben bunu normal karşılıyorum, çünkü herkesin dünyayı anlamlandırabilmesi aynı şartlarda olmuyor... Hiç kimse, karşısındaki insanın bilgisine değer vermedikçe, kendiside güvenilir olamayacaktır. Bakın bu anlamda Ölçü'nün temel mantığı karşıtınıza verebildiğiniz değerdir. Yani siz karşıt düşüncelere verdiğiniz değer kadar değerli şeyler düşünüyorsunuz... Küçümsüyor musunuz? Küçüksünüzdür... Aşağılıyor musunuz? Öylesinizdir... Bakın ne kadar söylesemde, hala bazı arkadaşlarımız "Bunlar anlamaz" "Anlatsakta anlamaz" "bilemezler" "kabul edemezler" falan filan gibi saplantılara sahipler... Tek düşünebilen kendileri olduğu için sanırım... Oysa önemli olan "Saygı Duyabilmek"tir... Karşındaki insanın yanlış düşünüyo olabileceğini bilebilmektir, insanlık haline verebilmektir... Asıl önemli olan ne bliyor musunuz? İnsanların aynı dine yada inanca sahip olsalar bile dünyayı farklı farklı anlamlandırdığını kabul edebilmektir. Çünkü gerçek olan bu... Kimse kendi gözlerinden başka gözlerle bakmıyor dünyaya... Siz istediğniz kadar anlatın bildiklerinizi, kimsenin sizin gibi görmesini sağlayamazsınız... Her zaman söylüyorum, karşınızdakini "Ne" olarak görüyorsanız, sizde öylesinizdir. Mevlana insana verilen değeri çok güzel açıklamış "Her İnsan Bir Kitap; Okumak Gerek..." Hiç bir insanın bildiği değersiz ve boş değil, emin olun... Ve herşeyden önce kendi inandığınız doğruları savunun, çünkü bundan fazlasına zaten gücünüz yetmez... İslam'ın savunulacak yada itham edilecek bir tarafı yoktur. Sonuçta Allah'ın gönderdiği cümlelerse onlar, cevabını da Allah sezdirir zaten gerçeği arayan kimseye... Bakın bunda da Yunus Emre çok güzel açıklama yapmış: "Cümleler Doğru Olur Eğer Sen Doğru İsen, Hiç Bir Doğru Bulamazsın Eğer Sen Eğri İsen..." Yani siz nasılsanız Kur'an-ı, Dünyayı ve diğer herşeyi öyle görüyorsunuz... Matrix'te bi sahne vardı; Neo kaşığı eğmeye çalışıyordu ve çocuk ona şöyle diyordu: "Kaşığı Eğmeye Çalışma, Gerçeği Anlamaya Çalış; Eğilen Sensin..." Yani bazı şeyleri yanlış anlamlandırıyorsak bu bizden kaynaklanıyordur mutlaka yada arkadaşlardan kaynaklanıyorduz. O yüzden kimsenin inancını, değerlerini yargılamaya ve düşündüklerini küçümseyip, aşağılamaya hakkımız yok... Neyi Arıyorsanız O'sunuzdur... Beni Felsefe yapmakla itham eden arkadaşlar oluyor mutlaka ama emin olun ki gerçek bu... Herkes aynı gerçeği farklı açılardan algılıyoruz... Belkide O, onlarra öyle görünüyorduz, bize de böyle görünüyordur di mi? Bilemeyiz... Saygılarımla...
  13. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Ya aynısı sizin içinde geçerliyse? Emin olun ki Beyaz boyaya "Beyaz" diyebilecek bir insanım... Benlik'ten uzak olsun ama burada ben bir çok kimsenin "Müslümanlık" açısından yadsıyabileceği fikirleride savundum. BrainSlapper arkadaşımın "Hz. Muhammed'in Yahudilere Yaptıklarını" anlatmamı istediğinde, onu nesnel olarak ele almaya bile özen gösterdim... Bilimsel her türlü kanıtın arkasında durmaya hazırım... Dürüstlük ve Nizam sadece size has değil... Beyaz'a Beyaz diyebilende bir tek siz değilsiniz... Gerçeği görebilende bir tek siz değilsiniz. Anlamadığım şey şu nu nasıl bilemiyor olmanız: Size nasıl ki sizin bildikleriniz ve öğrendikleriniz yani kendi yaşantılarınızla edindikleriniz "Gerçek" ise, diğer insanlarda "Gerçeği" kendi yaşantılarıyla ediniyorlar... Yani kimse size, kendi yaşantılarını kabul ettiremez, sizde kimseye... Çünkü algılarınız farklı anladınız mı? Yani bakın tüm "Öğrenme Psikolojisi" ile ilgilenen herkes, özellikle öğretmenler bunu çok iyi bilirler (yada bilmeleri gerekir)... algıda farklılık vardır, algıda bireysel farklılıklar vardır. Algıda yetersizlik yani bir kimsenin bir konuyu sizden bir akç dakika geç kavraması bile öğrenmelerinizde ve yorumlamalarınızda farklılıklara yol açar... Neyse bu Gelişim Psikolojisinin konu alanına giriyor... Demek istediğim ne derseniz deyin, ben Kalbin "Beyin İşlevi Gördüğünü" iddia etmedim hiç bir zaman... Sadece Manevi Hazların hissedildiği organ olarak niçin nitelendiğini belirtmeye çalıştım... Sizin nasıl nitelediğiniz önemli değil, gördüğüm şey, sadece kendiniz meşru gördüğünüz ve paylaşım için geldiğiniz burada kimsenin paylaşımına saygı duymadığınız... Saygılarımla...
  14. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Tüm yazdıklarınız zaten mesnedsiz olmuş ama özellikle şu lafınızı alıntıladım ki, benim ne demek istediğimi kesinlikle anlamamışsınız. Bakın özellikle diyorum ki, Bu hisleri "Kalbimizde Hissederiz"... Yazdıklarım ve söylemek istediğim gayet açıktır. Siz hala biraz farklı anlıyorsunuz demek istediğimi... Verdiğim örnekler ve önceki yazılarımda yaptığım açıklamalar son derece açıktır. Tekrar tekrar aynı şeyleri söylememin bi lüzumu yok... Saygılarımla...
  15. Ekonomik Yağma Sorunu'nunda Demokrasi... Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihinde sadece bir dönem "Demokratik" olabilme sürecine girmiş ve bu süreci değerlendirememiştir. Herkes Atatürk2ün "Tek Partili" dönemini "Anti-Demokratik" veya bir nevi "Diktatörlük" olarakta nitelese de Cumhuriyetin, "Demokrasi" Kavramını en iyi anladığı ve yorumladığı tek dönemidir. Bakın eleştirimiz "Tek Partili dönemde niçin Demokrasi yoktu" olmamalı, "Demokrasi adına neler yapıldı" olmalı. Osmanlı devleti 150-200 yıl boyunca Demokratikleşme yada Yenileşme/Batılılaşma adına çalışmalarda bulundu, ancak yine de başaramadı... Atatürk'ün Demokrasiyi 15 yılda getirebilmesini istemek son derece saçma olacaktır... Ama adımlar atılmıştır o dönemde ve bu adımlar aynıyla devam etseydi, Türkiye belkide şuan Demokrasi Ütopyasına yakın en yakın devletlerden birisi olacaktı... Peki bu adımlar neydi: 1- "Devletin dini İslam'dır" ibaresi ve Halifelik kaldırılarak; Devlet "Din" boyunduruğundan, Din'de Devlet boyunduruğundan kurtarılmış ancak Devlet'in "Dinsizleştirilmesi" gibi bir şey olamayacağı için, devlet "Materyalistleştirilmiş" ve Özgür düşünceye kavuşturulmuştur. 2- "Eğemenlik"; öncelikle kongrelerde, sonralıkla Saltanatın kaldırılmasıyla halka mal edilmişir. 3- Halk zaten Kurtuluş savaşını topyekün vermekle, "Ortak Milli Bilinç"i edinmiştir ve Komprador sermaye kapı dışarı edildiği içinde Demokrasi mekanizmalarını etkilleyecek sermaye grupları kalmamış, en kısaca tabiri ile "Köylü Ülkenin Efendisi" olmuştur... 4- Halkı "Bilinçlendirmek" için "Köy Enstitüleri" "Parasız Yatılı Okullar" açılmış ve tabii ki "Tevhid-i Tedrisat"la eğitim ve öğretim birleştirilip, hem Dinin boyunduruğundan kurtarılmış, hemde halka eğitim eşitliği sağlanmıştır. 5- Eğitilmeye başlayan halkta bir "Hakimiyet" bilinci oluşmaya başlamıştır. Topyekün verilen savaşın arefesinde, herkes yönetimde artık bizzat söz sahibi olabileceğinin farkına varmıştır. 6- Ekonomik sıkıntılar olsa da, Milli Bilinç alevinin hala yanıyor ve taze olması ve zaten yoksulluğun tüm herkesi vurmuş olması, halkın maddi beklentilerle "Siyasi" tercihler yapmasına koşut oluşturmamıştır... 7- Osmanlı döneminde yönetime ilgisiz olan halk, artık "yönetimin ne olduğuna" yönelmeye ve değişimle ilgilenmeye başlamıştır. 8- Cumhuriyet, herşeyden önce yetişecek olan Gençliğe emanet edilmiştir... Bunlar, şimdilik önemli kısa tesbitler... Peki niçin Türkiye bugün Demokratik olamaz... Şıklarla birlikte giderek açıklayayım; 1- Bildiğiniz gibi hep "Din"i temsil eden hükümetler başa geldiğinde, nedense "ABD yardımları" eksik olmaz ve devlet geçici olarak ekonomik bir düzene girer... Halla yaşlı bir başbakan 1milyon dolarlık yardım dahi alamazken, Dinci bir başbakan, binbir fesat ve oyunla başa gelir gelmez 8milyon doları alıverir... Salazar'ın ABD güdümüyle İspanyada uyguladığı 3F Halkı Uyutma Formülü (Futbol, Fado, Fatima), Türkiye'ye de uygulanır hatta... Futbol, bildiğimiz Futbol'dur ve parasız, maddi yetersizliği olan insanların tek eğlence yada uyutulma kaynağıdır. Fado, bizim Arabesk'in karşılığıdır... Bildiğiniz gibi Arabesk'te bir köreltme aracıdır... Fatima ise "Dini Eğitim"in karşılığıdır ve yine bildiğiniz gibi Atatürk'ten sonra Köy Enstitüleri, komünist yuvası oldu gerekçesiyle kapatılmış, İmam hatipler ve Kur'an kursları mantar gibi çoğalmış yani Eğitilmek ihtiyacı duyan insanlar, dini eğitimle uyutulmuştur. Bugün "Arka Bahçe"nin ne olduğu ortadadır. Bu yetmezmiş gibi "Komünizm"den korkutulan Müslüman halkın desteği kandırılarak alınmış ve Komünizmden korkan, Kapitalizme sarılmıştır. Yani sömürü düzeninin "Yeşil Kuşak" projesinin uşağı olunmuştur... Materyalist olması gereken Devletin Anayasası "bir keren bişey olmaz" diye diye delik delik delinmiş, bir dönem askeriyeye dahi Tarikatleri sokmaya çalışmışlardır, zaten polis kurumu tarikatlerin eli altındadır Yani "Demokrasi"nin önkoşulu olan "Laiklik" paramparça edilmiştir ve örümcek ağı heryeri sarmıştır. 2- Halka mal edilen Eğemenlik, özellikle Özal döneminden sonra öncelikle Amerika'ya ve Kapitalist sisteme, sonra da İç Satılmış Komprador Burjuvaziye verilmiştir. Fakir daha da fakirleştirlmiş, zengin dahada zenginleştirilmiştir. Bakın, piskolojide "Değişken Oranlı Pekiştirme" denen bir tasarı vardır, bu en kolay uygulanan ve en zor unutulan, devamlı canlı kalmayı başarabilen bir pekiştireçtir. Hep canlı kalır ve sönmez... Mesela piyango için "Sizede çıkabilir?" deyişi buna örnektir, çıkmasa da "Birgün çıkar" umudu ile hep oynarsınız, çünkü ihtiyacınız vardır. Bunu niye verdim peki? Bakın halkı yönetmek Türkiye'nin Devlet Mekanizmasında gerçekleştirilmiyor. Ortantalizm dediğimiz bilimde öyle masum bir bilim değildir. Türkiye'de halk bilerek fakirleştirilmiş ve "Karnınız doyacak, iş vereceğiz, okuyacaksınız" vaatleriyle halk "Değişken Oranlı Pekiştirme"ye tabi tutulmuş ve Oyları hep talan edilmiştir. Yani aç kalan ve karınları doysun diye şekle şemale, resme oy veren insanların olduğu yani aç bırakılan ve kullanılan kukla insanların yaşadığı bir ülkede Demokrasi olamaz. Çünkü Demokrasinin ilk kuralı "Temiz ve Eğitilmiş Bir Biliç"in olmasıdır. Türkiyede hala "Oy Vermek" olayı yoktur, "Oy Toplamak" olayı vardır... Aradaki fark açıktır. Hala AKP'nin icraatlarını sorduğumda, akrabam destek veriyor AKP'ye... niçin dediğimde, inşaatçı olduğu için şu cevabı veriyor: Sayesinde karnımız doydu... Dünyaya "açlığıyla" bakan bir toplumun Demokrasiyi benimsemesi beklenemez... Bu yüzden "Ekonomik Dengesizlik"in olduğu bir ülkede, emin olun ki bu türlü bir yapı uygulanmaktadır... Yani halk birilerini seçmeye mecbur bırakılmakta ve kandırılmaktadır. TAbi Demokrasi de böylelikle gerçekleşmez... Türkiyede ne zaman ki bu yapı değişirse, o zaman Demokratik olma ihtimali artar... 3- Halkın geçmişte edinmiş olduğu Milli Ortak Bilinç, bugün "Şeriatçılık" "Sağcılık" Solculuk" "falancılık, filancılık" diyerek parçalanmıştır. Bir çok fikir akımının temeline "Milliyetçilik Karşıtlığı"da eklenmektedir. "Milliyetçilik" olarak ortaya çıkanlar ise, bir tür "Irki" yaklaşım öne sürmektedir. "Dini" yaklaşımlarda "Milliyetçilik"i zaten yadsımaktadır... Bunu uzatmaya gerek yok, sonuçta Kurtuluş savaşında yaratılan Milli Birlik, artık yok olmuştur. Ve Demokrasinin varlığının en temel sebeplerinden biriside, aynı ülke insanlarının, aynı devlet içinde birbirlerinin yaşam haklarına, düşünce ve inanç özgürlüklerine saygı duymaları ve aynı devletin oluruna çaba sarfetmeleridir. Demokrasi "Bölücülük" olmadığı gibi "var olan düzeni yıkmak, geriletmek"te değildir. "Ben Demokratiğim" diyerek demokrasiyi savunarak "Bölücülük ve İrticaacılık" yapılamaz... Sistem demokratikse, demokrasi de bir sistemdir ve var olması için varlığını tehdit edecek akımların karşısınd olmak zorundadır. Demokrasi kendisini kullandırmamalıdır. Ancak bugün "Ben Demokratiğim" diyerek, Anayasa'ya rağmen, başkanı olduğu belediyede "Tek Resmi Dil"e rağmen "Kürtçe" konuşulmasını da serbest bırakan insanların yaşadığı, Başbakanının Cumhurbaşkanına ithafen "Ona mı soracağız" diyebildiği ve yine başbakanının vatandaşına küfrededbildiği bir ülkede Demokrasi yaşayamaz, varolamaz... 4- Demokrasinin en olmazsa olması Eğitimdir. Bunu bir kaç açıdan ele alabiliriz. Eğitin "Tevhid-i Tedrisat"la tek açıdan ele alınabilirken, artık şimdi ne yazık ki, onlarca açıdan ele alınabilmektedir. Şöyle ki: Kolejler: Cumhuriyetin ve Devrimin ruhuna kesinlikle aykırı bir oluşumdur. Parası olanın okuyabildiği, parası olmayan yetenekli insanların kenarı itildiği ve böylelikle zengine okuma hakkı verilirken, fakire sadece "hayatta kalma çabası"nı reva gören kapitalist bir eğitim kurumudur. Göz boyamak için burslu öğrenciler de okutulsa da, yine de Para hakimdir. Yeteneksiz ve Algı düşüklüğü olan bir kimse dahi bu sistemle çok kolay ve kaliteli diplomaların sahibi olabilmektedir. Ayrıca Kolejler eğitim yapıları nedeniyle Misyoner okulu olarak ta temsil edilmektedirler. Türkiyedeki "Ekonomik Yağma"nın açık bir örneğidir. Demiştim, bir kısım insanlar bilerek fakirleştiriliyor, bir kısmı bilerek zenginleştiriliyor. İşte zengin insanlar bu okullarda, yeteneksiz dahi olsalar paraları nedeniyle iyi iş sahibi olabilmektedir ve ömür boyu rahat yüzü görmektedir. Ancak fakir ama yetenekli insanlar sadece ayakta kalmaya çabalamakta ve yeteneklerini değerlendirememekte ve belli bir umut vaatçilerinin Oy Kaynağı olmaktan kurtulamamaktadır... İmam Hatipler - Kur'an Kursları: Belki bu ülkeye İmam lazım, tamam, buna katılıyorum ama bizde açılan imam hatipler kesinlikle "İmam yetiştirmek" için açılmamıştır. Eğitimi ne kadar iyi olursa olsun, Salazar'ın 3F Halkı Uyutma Formülünün "Fatima'sından başka bir şey değildir. Bir tek bu değildir tabi, aynı zamanda, anayasaya rağmen var kalmalarına destek olunarak "Tarikatler"de bu "Fatima"nın bir ayağını oluşturmaktadır... Bakın bende bir Müslümanım ve eminim ki bir çok arkadaşımız İmam hatipler konusunda bana itiraz edeceklerdir, ancak bakın gerçekten masum bir amaçları olsa haksız olurdum... Ancak bunla gerçek... Türkiye tarihinin gerçekleri bunlar. "Yeşil Kuşak" projesi bu bağlamda uygulanmış ve hala da insanların dini duyguları sömürülmektedir. Bence şu 3F'yi iyi bir araştırmalı herkes. Mesela şunu düşünün: Ben daha bir kaç ay öncesine kadar, bu Futbol-Fado-Fiesta'nın 3üncü F'sini aynen Fiesta olarak biliyordum... Yani Uyku, Sersemlik, Öğle Uykusu mansında çevirmişler bize zamanında, anlamayalım diye... Ancak bir arkadaşımın uyarısıyla ve sonunda netten de yaptığım araştırma ile gördüm ki bizim işgüzar satılmışlar, bizim insanlar uyanmasın diye "Fatima"yı "Fiesta" diye çevirmişler. Niye? Çünkü zaten dini eğitim kurumlarında hoşlanmayan kimseler var ve iş anlaşılmasın diye... Herşey çok açık bence... Dershaneler/Öss: İşte hala neyi ölçtüğü anlaşılamayan sınav sistemi ve onun sonucu olarak ortaya çıkan, öğretmenlerin emeğini, öğrencilerin parasını sömüren ve parası olmayanın önündeki en büyük engel olan sistem örüntüsü. Parası olmayan dershanelere gidemez, Öss'yi kazanamaz... Yani Para çarkının eğemen olduğu bir yapı... Ayrıntılamaya gerek yok... Yine Ekonomik Yağma/Talan'ın en açık örneği... Üniversiteler/Medreseler: Aslında ikisini aynı kefeye koymamak gerekir ama şu var ki, Üniversiteler ve Özel Üniversiteler diye saçmasapan ve kasıtlı bir ayrım var. Özel Üniversiteler zatn son derece satımış üniversitelerdir. Mesela Sabancı Üniversitesinin Tarih Bölüm Başkanı Halil Berktay, Sözde Ermeni Soykırımının olduğunu destekleyenlerin başında gelir... Sabancı Üniversitesinin ne olduğunu anlatmaya yeter belkide. Medrese özelliği hakkında ise isim versem yeter sanırım: İlim Yayma Cemiyeti, Milli Gençlik Vakfı vs vs vs... Üniversiteye gittiği halde kafasında örümcek ağlarıyla dolaşan bir çok insan vardır. Belki dini eğitimle ilgili değil ama Üniversite eğitiminin ne kadar Evrensel olmadığının bir kanıtı da şu: Töre için adam öldürür müsünüz? Cevap %70i EVET... Sonuç ortada... Üniversiteyi bitirdiği halde hala Türkiye Devletinin kurulduğu tarihi bilmeyen, Cumhuriyetin ilanını bilmeyen insanlar var... Ahu Tuğba'nın sevgilisini tanıyıpta, topu topu 2 Mareşalimizin isimlerini bilmeyen üniversitliler var hala... Milliyetçiliğin ne olduğunu bilmeyen üniversiteliler var... Eğlencelerine gittiği, katıldığı siyasi partinin adını tam olarak bilemyen insanlar var üniversitelerde... Bilgi edinme amacında olmayıp, "Ortam Yapma" derdi ile üniversiteye giden insanlar var hala... Hepimiz en azından üniversiteleri az çok tanıyoruz. Demokrasi ile ilgili olan kısım ise şu: Evrensel Öğretinin/Bilginin verilmesi gereken yer olduğu halde üniversiteler, yani Demokrasinin asıl öğretildiği yer olduğu halde, Üniversiteyi bitirip hala Demokrasinin ne olduğunu bilmeyen insanlar var Türkiye'de... O yüzden siz bu ülkede Demokrasiyi hayal bile edemezsiniz... Liseler/Meslek Liseleri: Eğitimin en önemli basamağı olan kurumlar... Meslek seçimi, Milli benliğe ulaşma gibi aşamalardan geçer öğrencilr. Ancak Lise öğrencileri bugün görüyoruz ki "Uyuşturucunun" "Magazinin ve Popüler Kültürün" "Futbol Morfininin" "Cinsel Tatminsizlikten Doğan Sapıklıkların (Sevgili ******* ve eşcinsellik)" yuvası haline gelmiştir. Hiç bir Lise öğrencisi öğrenmesi gerekenleri öğrenememektedir. Yaşında görmemesi gereken uyarıcılara maruz kalmaktadır... Öğretmeninin veya Doktorunun tacizine, Sevgilisinin cinsel istismarına hatta aile içi şiddete... Sağlıksız bir birey olarak ve sağlıksız bir bilinçle yetişen bu çocukların ileride "Demokrasinin ve Cumhuriyetin" bekçiliğini yapmaları beklenebilir mi? 5- Halk artık "Bizzat Yönetime Katılacağını" bilmeyi bir yana bırakın, devleti devletin başındakilerin bile yönetmediğini, ülkenini birilerine peşkeş çekildiğini, bizim değilde birilerinin bu ülkeyi yönettiğini çok iyi görmektedir. Bırakın devletin Vatandaşı olma bilincini, ülkeden nasıl vergi kaçırırım derdine düşmüştür artık... Vatandaşlık bilinci kalmamıştır, çünkü herşeyden önce ekonomik derdi vardır. Buda halkın fakir bırakılmasının kasıtlı/kasıtsız sonucudur... 6- Artık ekonomik sorunlar herşeyden önce gelmektedir ve getirilmektedir. İnsanlar sadece ekonomik kaygılarla oy vermektedirler. Zaten siyasilerde bunlara dayanarak oy istemektedirler. Hiç kimse Demokrasininn gereğinin aslında bu olmadığından bahsetmemektedir bile. Bundan bahsetmiştim zaten... 7- Artık yönetim kimseyi ilgilendirmemektedir. Halk en sonunda kendi başının çaresine bakmakla yükümlü kalmıştır ne yazık ki... 8- Cumhuriyetin emanet edileceği, yadabu emaneti taşıyacak bilinçteki genç sayısı son derece azdır artık... Sonuçta demek istediğim, Türkiye'de insanlar planlı ve programlı bir şekilde bir düzene sokulmuştur. Zengin Fakir ayrımı doğanın bir kanunuymuş gibi dikte edilmiş ve kabul ettirilmiştir. Artık insanlar "Siyasi İdealleri" için değil, Karın tokluğu için oy kullanır hale getirilmişlerdir. En güzel vaadi kim yaparsa oyu o toplamaktadır ve ne yazık ki hepsi de aynı egemek güce çalışmaktadırlar... Milletvekilleri yolsuzluğun dik alasını yaparken, insanları da hırsızlığa ve dolandırıcılığa mecbur bırakmaktadırlar. Yani kısaca Zengin Fkir hemen herkes ülkede bir şekilde "Para" derdine düşürülmüştür. Yöneticiler maddi menfaatlerini, işgalcilerin Nihai amaçlarıyla birleştirmişlerdir. Gaflet, Dalalet ve hatta Hıyanet içindedirler. Yöneticilerini tanımayan ve hatta güvenmeyen bir halk yaratılmıştır... Böyle bir devlette Demokrasi mümkün olabilir mi? Kesinlike hayır. Türkiye ya yeni bir Devrim mücadelesi vermeli ve Demokrasinin gerçekleşmesi için gerekli olan ortama evrilmelidir, yada bu böyle devam edecektir... Bakın bu Bilgisayara format atmak gibi... Virüslerden temizleyip, Windows'u yeniden yüklemeye uygun hale getirmeden Bilgisayarı, Windows'u yükleyemezsiniz değil mi? Türkiye'de de Virüsler temizlenmeli ve Ülke Demokrasiyi yerleştirmeye uygun hale getirilmelidir. Bunun yöntemi ve ortamın nasıl olması gerektiği M. Kemal Atatürk tarafında bizzat tesbit edilmiştir. Yapılması gereken tek şey o yoldan şaşmaktır...
  16. Merak etmeyin Manisa Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesini ziyaret etmişliğim vardır, yeterli olur mu? Ancak bahsettiğiniz o kimselerin insanları peşinden sürüklemelerini, devlet kurup yönetmelerini ve hatta "ABD'nin "Dünyanın en önemli kanun koyucuları" listesine girmelerini beklemezsiniz öyle değil mi? ABD'nin sanıyorum 80-85 yıllık bir adalet binasının "Kanun Koyucular" kabartma figürlerinde Hz. Muhammed bu açıdan tasvir edilmiştir hatta... Jan Dark denen kimse hakkında bir çok tutarsızlık olduğunuda biliyorsunuzdur, eğer ondan söz ettiyseniz... Kendisinin aslında kraliyet ailesinden olduğu yönünde iddialar vardır... Öldürülmesinin nedeni olarakta bir çok iddia atılmış zamanında... Hz. Meryemle ilgili gördüğü yada inandığı şeylerden ziyade, Kraliyet tacını almaması için komplo ile öldürüldüğü falan iddia edilmişti bi ara... Zaten etkili olmasının nedeni de, karaliyet ailesine mensub olmasından geliyor olabilirmiş... Yani bu konuda bir çok bilinmeyen, gizli ve açıklanmayan şeyler var sanıyorum. O kadar emin olmayın yani Jan Dark'tan... Bakın öncelikle şu "Yabancı kökenli kelime ve nitelemeler" kullanma huyunuzdan bir vazgeçseniz diyorum... Yani bu türlü nitelemeler yapmak sizi entel falan kılmaz... Yani bir çok yazınızda dikkat ediyorum, hep nedense böyle nitelemelere kaçıyorsunuz. özellikle benim için bu tür yabancı kelimeler kullanmanız hakkaten beni rahatsız ediyor... Neyse, bunu geçelim, gelelim cevaplamadığınız sorularıma... Diğer konularda teker teker mevcut bu sorular ama ben genelleyip şöyle sorayım: Benim "İslam" olarak nitelediğim kişilerin (ki kabul etmesenizde onlarda İslam alimleridir) "İslam" olmadıklarını bana ispatlayınız... Mevlananın Panteist olduğunu, Yunus Emre'nin Deist olduğunu, Hallac-ı Mansur'u ve Nesimi'yi artık nasıl nitelendiriyorsanız, ne olduklarını ve niçin İslam olmadıklarını bana, benim size "İslam" olduklarını açıkladığım gibi, o akımların açıklamalarını vererek, o kimselerin düşüncelerini ve benim düşüncelerimi vererek açıkladığım gibi sizde bana örnekleyerek açıklayınız... Benzerliklerini ve İslam ile olan ayrılıklarını yada karşıtlıklarınız teker teker yazınız. Bunu yapamadığınız sürece, soruma cavap alamamış olacağım... Size diyorum ki, ben bu adamların İslam olduklarını iddia etmiyorum, aksine açık açık söylüyorum... Ve söylerken Nesimi'nin kendi beyitini falanda verdim hatta "Melamilik" ile ilgili yazımda. Yunus'un, Mevlana'nın, Ahmet Yesevi'nin, Hallac-ı Mansur'un bir çok nitelemesi de var buna ait... Ben İslam olduklarını söylerken kanıt koyuyorum ama siz "Olmadıklarını" söyleyebilirken kanıt koyamıyorsunuz ve sadece "Söylemekten" öteye gidemiyorsunuz.. İspat edin arkadaşım, ispat edin... Madem o kadar biliyorsunuz, ben yanlış düşünüyorum, bana bunu ispat edebilmenizden başka birşey beni mutlu etmeyecektir. Ve emin olun, haklı bulursam sizi (ki eğer ben bu adamları tanıyorsam, haklı olamayacaksınız) teyit etmekten asla çekinmem... Doğrusunu kabul etmekten asla gocunmam... Ama siz o kadar ispat etmeme rağmen, hala o adamların İslam olduklarını kabul edemiyorsunuz... Ne kadarda dürüst ve nesnelsiniz... O kimselerle ilgili ayrıntılı açıklamaları "Ene'l Hakk'a giden yol" adlı konuda yapıcam zaten, burada birşeyler yazmanıza pekte gerek yok... Hem zamanında alamamıştım cevabımı, şimdi de verip vermemenizin pek bi önemi yok... Gerekli bilgiyi o konuda bulacaksınız zaten... Hem nedir bu uniko mudur, unike'midir nedir? Belki bunun anlamını bir üstünlük mücadelesiyle söyleyeceksiniz ama yani o kadar mecbur ve çok zorunlu kalmadıkça "Türkçe" imladan vazgeçmemeye çalışıyorum da ben... Ve inatla Türkçeden başka kelime kullanmanız, hakkınızda daha da olumsuz bir hava estiriyor bende, kusura bakmayın... Saygılarımla...
  17. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Arkadaşım o zaman, böbreğiniz ağrıdığında böbreğinizi tutmamanız gerekir ağrıyor diye... Beliniz ağrıdığında belinizi işaret etmemeniz gerekir. Karnınız ağrıdığında karnınızı ovuşturmamanız gerekir... Parmağınız yandığında yada acıdığında, acıyan/ağrıyan yer olarak parmağınızı göstermemeniz gerekir... Kulağınız ağrıdığında, kulağınızı tutmamanız gerekir. Eliniz kesildiğinde, kesilen yer olarak elinize müdahele etmemeniz gerekir. Kalbiniz sıkıştığında, kalbinizle ilgilenmemeniz, ovuşturmamanız gerekir... Bunlar bir yana aşık olduğunuzda "Kalbim deli gibi çarpıyor", heyecanladığınızda "Kalbim duracak nerdeyse", huzurlu olduğunuzda "Yüreğim/içim huzurlu artık", Hayattan emin olduğunuzda "Artık içim (kalbim) rahat" gibi tümceleri Türkçeden çıkarmanız gerekmektedir... Bakın,, tüm duyuların "Anlamlandırıldığı" yerin "Beyin" olduğunu, merak etmeyin çok çok iyi biliyorum... Bir aralar "Karabasan" denen, bilmezlerce "Ruhun cin eline esir düşmesi" olarak adlandırılan ama aslında "Uyku Felci" olan rahatsızlığımdan ve hoşlandığım bir kimsenin "Sara" hastası olmasından dolayı, Beynin fonksiyonları ve işleyişi hakkında yada "Nöroloji" ile ilgilenmiştim... Merak etmeyin, en az sizin kadar bunlardan anlayabiliyorum... Ama biliyorsunuz ki, Hisler her ne kadar Beynimizde anlamlandırılsa da, meydana geldikleri organlar bellidir. Yani bunun açıklamasını yaptım... Aşık olduğunuzda, huzura erdiğinizde, mutlu olduğunuzda falan "Beynim huzura erdi" "Beynim mutlu" "Beynim deli gibi çarpıyor (aşkı hissetmek)" gibi tanımlamalar duyamazsınız ve söyleyemezsiniz... Vicani bir olayda "Beynim sızlıyor" demezsiniz, "Yüreğim sızlıyor/acıyor" dersiniz... Ha siz eğer böyle tanımlamalar kullanıyorsanız ve bir yeriniz ağrıdığında "yok canım böbreğimden değil o ağrı, beynimden kaynaklanıyor" diyorsanız illa ki, tabi o zaman haklısınız... Ama emin olun, Kur'an-ın bahsettiği "Düşünce" ve Hislerin hissedildiği yer olarak "Kalbin" gösterilmesi bu yüzden... Yani bakın, çok zorlama tesbitlerde bulunuyorsunuz gibime geliyor... Ciğer meselesinde ise, sanırım Kalp ile Ciğer'in aynı yerde bulunmasından kaynaklanan bir yanılgı olabilir bu, tabi eğer o kültürler Karaciğer'i kastetmiyorsa... Bakın, mesela Türk kültürnde ve hala Azeri-Türk kültüründe, "Sine'nin yanması" yani ciğerin, bağrın acı hissetmesi, acı duyması olayı vardır ve ciğerlerine vurarak "Ciğerim yanıyor" derler. Orada dikkat edin genelde hep "Ciğerim Yanıyor" derken bir acı karşısında, sol taraf üzerine vururlar elleriyle... Yani kalbin olduğu taraf üzerine... "İçim yanıyor" derken vurdukları yer yine aynıdır, yoksa "Diyafram"a falan vurulmamaktadır. Yani "Kalp" ile "Akciğer(sine)" arasında, iki organında aynı yerde ve iç içe bulunmasından dolayı bir pekiştirme söz konusu... "Bağrına basmak" "İçi yanmak" "Sinesine vurmak" gibi deyimlerde "Kalp" ile "Ciğer" kelimeleri bir bakıma anlamdaş olarak kullanılmış ve o hislerin yoğun olarak hissedildiği bölgeyi nitelemiştir. Yani o duygular yaşanırken "yav bakalım, sinemize vuruyoruz ama, içindeaslında hangi organ var" dediklerini sanmıyorum... Yani o deyişler bazı duyguların yoğun olduğu anlarda dile getirildiği için, iki kelime aynı duyguyu niteler halde kullanılmıştır. Bu iddianızı yazarken, sanırım buna dikkat etmiş olmalısınız zaten... Saygılarımla...
  18. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Üye Rumuz (isim) Geçmişi : haksöz 23rd May 2006 - 07:49 AM http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showuser=25143# Yukarıda verdiğiniz iletinin tarihi: Jun 18 2006, 10:20 PM İslam karşıtı olarak verdiğiniz ve benim bulabildiğim İlk iletinin tarihi: Gönderilme: May 24 2006, 09:58 PM bu tarihli iletinizde, ilk olarak tüm hadislerin uydurma olduğunu söylemişsiniz. (tartışma yaratmak için alıntılamadım, zaten tartışılmış) İkinci ileti: Gönderilme: May 24 2006, 09:19 PM bu tarihli iletide Hz. Muhammed2i yadsımışsınız... (tartışma yaratmak için alıntılamıyorum, zaten tartışılmış) Üçüncü ileti: Gönderilme: May 26 2006, 08:27 AM bu tarihli iletinizde Kabe'yi yadsımışsınız. Hacer'ül Esved taşı hakkında belki haklı olabilirsiniz ama Kabe'nin manasını anlamadığınız gayet açıktır. (tartışmak için alıntılamadım, zaten tartışılmış) Dördüncü ileti: Gönderilme: May 25 2006, 09:41 PM bu iletide Kur'an-a inandığınız halde, resul2e itaat etmediğinizi açıkça söylemişsiniz... (tartışmak için alıntılamadım, zaten tartışılmış) Beşinci ileti: Gönderilme: May 28 2006, 08:09 AM bu iletinizde sünnet olmayı yadsımışsınız (tartışmak için alıntılamadım, tartışılmış zaten) Altıncı ileti: Gönderilme: Jun 17 2006, 06:42 AM bu iletide koyu bir mezhepçi olduğunuzu iddia etmişsiniz, hemde 4 sene öncesine kadar... (tartışmak için değil, tartışılmış.) Yedinci ileti: Gönderilme: Jun 22 2006, 08:23 AM Namazı yadsımışsınız (tartışmıyorum, tartışılmış) Sekizinci ileti: Gönderilme: Jun 23 2006, 07:33 AM bu ayette, direkt Kur'an ayetiyle cevap verimişsiniz... Dokuzuncu ileti: Gönderilme: Sep 18 2006, 01:45 AM bu iletide Kur'an-ı direkt olarak yadsımışsınız. Onuncu ileti: Gönderilme: Sep 18 2006, 12:13 AM yine artık apaçık olarak Kur'an-ın çelişkilerden meydana geldiğini söylemişsiniz... Öncelikle sizdeki "Hızlı Değişim" nedense ilgimi çekti... Foruma katılımınız ve derin bilgisahibi olmanıza ramen İslam'dan dönüp diniz olmanız çok kısa sürede olmuş... Bu çerçevede tüö iletilerinizi gözden geçirdim... Bakın, arkadaşımızın iletilerine, profilinden ulaşabilirsiniz... Benim söylemek istediğim, bir zamanlar koyu bir mezhepçi imişsiniz, sonra birden kişisel bir İslam inancına dönmüş ve Hadis, Peygamber gibi şeyleri yadsımışsınız ve bu foruma gelir gelmez, çok kısa bir sürede o herşeyiyle!!! savunduğunuz Kur'an-ı da yadsımışsınız... Bakın ima etmekten ziyade, size açık açık söylemek istiyorum. Sizin neye inandığınız yada inanmadığınız ve bunun süreci beni ilgilendirmiyor. Söylediklerinizde haklı yada haksız olduğunuzu da iddia etmiyorum... Ama kafası çalışan bir insan olduğunuz belli... Zira öyle ki, şöyle bir kıssa vardır: bir kurbağayı öldürmek istiyorsanız, sıcak suya atarsanız, kurbağa değer değmez zıplar ve sudan kurtulur. Ama kurbağayı suya koyup, yavaş yavaş ısıtırsanız suyu, kurbağa suyun ısındığını pek anlayamaz ve canlı canlı pişerek ölür... Yani arkadaşım, sanıyorum ki sizin Psikoloji bilginiz ve eğitiminiz var ancak uygulamada biraz başarısızsınız... Suyu yavaş yavaş ısıtmaya çalışmışsınız ancak başarılı olamamışsınız... Ve bir dönem sonra tekrar gelerek, artık açıktan birşeyleri itiraf etme yolunu tutmuşsunuz. Yani siz "Bir zamanlar Müslümandım" diye bir yalan söylemeyin ve açık açık yapmaya çalıştığınız ama başaramadığınız şeyi söyleyin... Siz her zaman böyle idiniz... Emin olun ki bu böyle... Çünkü bakın tüm iletilerinizi baştan sonuna kadar, sabırla okudum... Ya neye inanıp inanmayacağınız hakkında ve islam hakkında hiç bir bilginiz yok (ki gördüğüm kadarıyla kendi açınızdan bilgi birikiminiz en azından birazda olsa var), yada suyu yavaş yavaş ısıtmayı denediniz... Yorumu ben yapmayayım, arkadaşlarımız profilinize girip, tüm iletilerinize ulaşabilir ve sabırla hepsini okuyabilirler... Ama çok çabuk pes etmişsiniz ve kendinizi açığa vurmuşsunuz... Saygılarımla...
  19. :) Bana niye ısrarla sorduğunu anlıyorum, ama niyetim seni nitelemek değildi aslında... Ben arkadaşın "Masum" ve "İyi" bir niyetle yani sadece "Anlama" çabası ile sormuş olabileceğini düşündüğüm için öyle bir ileti yazdım sana ithafen... Yani, senin tesbit ettiğin gibi "Art" bir niyeti olmadığını, açık bir ifade ile sorusunda "Samimi" olduğunu düşünmüştüm.... Yanlış anlamışsam -ki sen bunu ispatlamış görünüyorsun- özür dilerim ama yine de ben arkadaşın kötü bir niyeti olduğuna inanmak istemiyorum... Ama şunu söylüyorum, kişi inancından emin olduğu sürece hiç bir sorudan korkmamalı... Eğer korkuyorsa, inancından emin değildir. Eğer bir takım sorulardan kaçıyorsa inancından emin değildir. Tıpkı bir arkadaşımızın, sorduğum bir takım sorulara kaçamak cevaplar vermesi ve kaçak dövüşmesi gibi... O yüzden, boşverin art niyetli de olsa, sorsun... Sonuçta siz gerçekten inanıyorsanız, sorular inancınızdan ayrılmanıza değil, dini daha çok anlamanıza yardımcı olacaktır... O yüzden ben soru sorabilen bütün arkadaşlara saygımı sunuyorum yine de... Dediğim gibi arkadaşım, kimsenin art niyetli olduğuna inanmak istemiyorum... O yüzden arkadaşın sorusunda samimi olabileceğini düşünmüştüm...
  20. Bu söyledikleriniz, benim yukarıda yazdıklarımı nitelemiyor kesinlikle... Yukarıda yazdığım şeyler ve sorduğum sorular açık... Hz. Muhammed ömrü boyunca çobanlık yapmamıştır. Küçük yaşlarda ticarette yapmıştır... Kervanlarla yol almıştır. İnsanlarla iletişime geçmiştir... "Emin" lakabının niye verilip verilmediği konu açısında önemli değil, önemli olan, sizin Hz. Muhammed'in Asosyal olduğunu düşünerek, bundan önceki en son iletimdekileri birarada düşünebilmeniz... Anlamadığım şey, Asosyal, insanlarla nasıl konuşulacağını bilmeyen, hatta bu yüzden 25 yaşına kadar evlenmemiş bir insanın nasıl oluyorda hitabeti bu kadar yetenekli oluyor? o insan nasıl oluyorda bu kadar cahil olmasına rağmen, nasıl konuşulacağını bile bilmemesine rağmen ve hatta ancak yaşlı bir kadın tarafından tercih edilebilecek bir insan olmasına rağmen o kadar insanı etkileyebiliyor, hitap edebiliyor? Bırakın arkadaşım, kusura bakmayın ama bu kadar düz mantık kurarsanız, böyle çelişkilere boğulursunuz... İkincisi, Hz. Muhammedin çobanlık yapmış olması fakir olduğu anlamına gelmiyor. Kabilesi Arapların en zengin ve kuvvetli kabilelerinden. Kendisi dedesinin yani bir anlamda kendi ailesinin hayvanlarına çobanlık yapıyor genelde... Bu Ticarete çıkmadığı anlamına da gelmiyor zaten... Ya bırakın tüm bunları, sizin Hz. Muhammed'in Asosyal olduğunu iddia edebilmeniz, emin olun ki kendi içinizde bir çok tutarsızlıklara neden oluyor... Yani Hz. Muhammed'in gerçekten peygamber olup olmaması bir yana, yine siz böyle bir iddia ile birçok bilginizi ispatlayamazsınız. Öyleyse size yine sizin o meşhur düz mantığınızı kullanarak: "yav Hz. Muhammed hem cahil, hem Asosyal, hem o kadar ki sadece yaşlı bir kadın ancak eş olarak kabul edebiliyor onu, hemde basit, fakir bir çoban... ama adam insanları peşinden sürüklemiş... e nasıl yapmış bunu? demek ki Tanrısal bir vergi var bu adamda gerçekten" derler... Vesizinde bu düşünceyi bertaraf etmeniz için tek seçeneğiniz, söylediklerinizin aksini iddia etmek olur... Zaten bakın insanlara Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu akıllarınca ispatlamak isteyen bazı düşüncesiz güya alimlerde, Hz. Muhammed'i okuma yazma bilmeyen, cahil bir insan olarak göstermişler ve demişlerdir ki "Cahil olduğu halde insanları peşinden sürüklemiş. İlahi kudret olmasa bunu yapabilir miydi?" demişlerdir... Yani hep diyorum, siz o sıradan Müslümanlarla aynı kafadan bakıyorsunuz İslamiyete... Bunu defalarca kez örnekle ispatladım size... Alın bir örnek daha işte... Bakış açınız olarak, o Yobaz Müslümanlar İslamiyeti nasıl ele alıp, nasıl görüyorlarsa, sizde onların baktığı gözden ötesini göremiyorsunuz... Sizden açıklamanızı istediğim şeyler son derece açıktır ve son derece nettir... Bunları yine o cevaplamadığınız sorular arasına katmazsanız memnun olurum... Yok yine laf oyunu yapıp, cevapsız bırakıp, kaçak dövüşecekseniz boşuna ileti yollamayın derim ben... Saygılarımla...
  21. Anca bu kadar olur... Bakın bu adamların Sosyalleşme sorunları yoktur. Çünkü düşünün bir kere, bir tüccardan bahsediyorsunuz ve diyorsunuz ki "Sosyalleşme sorunu vardır"... Bugün bile biliniyor ve psikoloji biliminin bir ispatıdır, Tüccarlar, pazarlamacılar, öğretmenler bu mesleklerini yapabilmek için "Sosyallik" yapısında olmalıdırlar... Hz. Muhammed bir Tüccar ve emin olun son derece de sosyal bir insandır. Hadi yine biz varsayalım ki Hz. Muhammed peygamber değildi... onun son derece sosyal bir insan olduğunu en başta sizin iddia etmeniz gerekirdi, zira sosyal olmayan bir insan, konuşarak insanları etkisi altına alabilme yeteneğine sahip olamaz. İnsanlarla belirli bir etkileşimi olmalı ve insanları tanımalı ki, onları nasıl etkileyebileceğini bilsin... Yoksa dağdaki taşlar öğretemez o adamlara insanları hitabetle nasıl etkileyeceği... Hz. Muhammed'in Asosyal bir insan olduğunu iddia edip; insanları nasıl tanıyıp, aklından bir din üretip, insanları hitabıyla etkileyebildiğini ve nasıl tüccarlık yapabildiğini açıklayamazsınız ve buda sizin bir çelişkinizi doğurur. Yani her halükarda, en baştan sizz Peygamberlerin Sosyal insanlar olduklarını kabul etmelisiniz. Ve ortasa sunduğunuz mantıkta son derece tutarsız zaten... Kaldı ki Tur dağı ile Sina çölü ayırdına bile varabilmiş değilsiniz... Bundan başka şu var ki, o insanlar "Yav önceki peygamber dağdan çıkmış, bende çıkayımda, aynı esintiyi yaratayım" diyerek dağa çıkmamışlardır. Bu insanlar bir "Kendini Bulma" aşamasında geçmişlerdir. Kendini arayan (farkında olmadan Hakk'ı arayan) her insan böyle bir "Yalnız Kalma" sürecinden geçer. Yalnızlık "Asosyal olmak" demek değildir. Bu insanlar dünyayı kavramak için yalnız kalabilecekleri ortamları seçmişler ve değişken zaman aralıklarıyla inzivaya çekilmişlerdir. Yeterli olgunluğa eriştiklerinde yada Hakk'a ulaştıklarında ise PEYGAMBER olarak SEÇİLMİŞLERDİR... Sadece iki istisna vardır, Hz. Adem yaratılışıyla birlikte, Hz. İsa doğumuyla birlikte Peygamber olarak seçilmişlerdir. Hz. Muhammed, Hz. İbrahim hep "Kendini Arama" yada "Hakk'ı (Gerçeği) Arama" çabalarıyla Peygamber olmuşlardır. Hz. Musa ise zaten Firavun'un yanında yetişerek vegerektiğinde halkın arasında girerek yeterince Sosyal olmuş ve o kadar ki, başsız bir topluma önder olabilecek ve onlara umut verebilecek kadar da yetişmiştir... Kardeşi Hz. Harun zaten Hz. Musa'dan daha sosyal ve hitabette güçlü olduğu için Hz. Musa'yayardımcı olarak atanmıştır. Hz. Davut ise Sosyal ilişkilerde başarılı bir insan olarak bir Hatip Peygamber olarak seçilmiştir., biliyorsunuz ki Zebur ilahi kitabı gibi bir özellik sergiler. Kısaca insanların hitabetlerinin güçlü olabilmesi için son derece Sosyal olmaları gerekir. Sosyal olmayan bir insanın hitabette güçlü olması beklenemez. Mesela M. Kemal Atatürk, Adolf Hitler gibi insanlar yalnız kalıp düşünmeyi seven ancak bir o kadarda sosyal insanlar olarak hitabetleri güçlü kimselerdir... Yani "Dağa Çıkma" olayının aslı, Asosyallik değil, Kendi Gerçekliğini Bulma arayışıdır... Saygılarımla... (Devam) Gelelim "Sen Niye Acayip Konuşuyorsun" yutturmaca mantığına. Şimdi bir ortam düşünün... Herkes putlarına bağlı... Tapınıyor... Bir insan geliyor ve sizin deyiminizle bir şeyler saçmalıyor, siz niye böyle konuştuğunu sorunca "Tanrı'nın sözleri bunlar" diyor ve siz Tek Tanrı lafını bir tek Yahudilerden duymanıza rağmen ve Yahudi olmadığını da söyleyen bu adama "Aaa Tanrı'nın sözüymüş lan, hemen inanalım biz buna, nede olsa kafamızı kullanmıyoruz..." diyerek inanıyorsunuz... Emin olun, ne Hz. Muhammed'in söyledikleri saçmaydı, nede o insanlar uydurma şeylere inanacak kadar saftılar... Hayır böyle bir iddia sunabiliyorsanız, size şunu sorarlar: madem bu adamlar Hz. Muhammed'in saçmalığını, acayip konuştuğunu düşünüyorlardı niye Hz. Muhammed'e inandılar? "Tanrı'nın Sözü Bunlar" demesi mi yetti onlara sizce? Oysa ki "Tek Tanrı" inancına bir tek Yahudilerin (ve belki Hıristiyanların) sahip olduklarını biliyorlardı. Ve öyle ki Hz. Muhammed'in Yahudi olmadığını da biliyorlardı... Öyleyse niye "Yav kardeşim hem acayip konuşup saçmalıyosun, hem tek Tanrılı yeni bir din uyduruyorsun, hemde söylediklerinin o tek Tanrı'nın sözü olduğunu iddia ediyorsun, e pes yani..." demediler? Yani bunu düşünebilen tek kimse siz miydiniz? Demek istediğim, o insanlar "Saçma" olarak nitelendirdikleri şeylere niye inandılarda o uğurda canlarını bile verdiler? "Tanrı'nın sözü bunlar kardeşim, alla allaaa..." demesi çok mu yeterli sizce? Hatırladığım kadarıyla siz -yada sizin gibi düşünen bir başka arkadaş- (ki ben siz olduğunuzu sanıyorum) şöyle iddia etmiştiniz; güya Arap medeniyeti, İslam'dan öncede ileriymiş, kadınlar bilmem bir takım haklara sahipmiş, Arap medeniyeti üstünmüşte, Hz. Muhammed gelip bu üstünlüğü yıkmış, Arapları geri bırakmış, kadınlardan haklarını geri almış. Arapların üstün olduklarını bilemememizin nedeni ise İslam'a mensub olanların o dönemi anlatan kaynakları yok etmeleri yada o medeniyetin bir kaynak bırakamayıp, İslam'ın kendisini haklı çıkarmak için önceki Arap medeniyetini kötülemesiymiş. Yoksa Hz. Muhammed'den önce Araplar kız çocuklarını falan diri diri gömmüyormuşlar hatta falan filan işte... Aynen böyle nitelemeleriniz vardı sanırım değil mi? Peki sorarım; Araplar madem o kadar ileriydiler de, niye onların medeniyetinden daha geri, kadınlardan haklarını bile alan, hatta kendi medeniyetlerini dahi kötüleyen, karalayan ve "Saçma" olarak niteledikleri Hz. Muhammed'in getirdiği sisteme inanacak kadar düşünemez oldular bir anda? Hem birde Hz. Muhammed okur-yazar olmadığı (bazı bilmez Müslümanların iddiası) ve sosyal bir insan olmadığı (sizin iddianız) halde nasıl etkileyebildi bu insanları... Bir anlık cahilliklerine mi geldi yoksa? Özetle, fikri tutarlılığınız açısından, Hz. Muhammed'in ve diğer Peygamberlerin geçekt son derece Sosyal insanlar olduklarını kabul etmesi gereken asıl kişiler normalde siz olmalısınız ki, onların insanları nasıl etkileyebildiğini, nasıl kendi peşlerinden sürükleyebildiklerini, hassas duygularını nasıl kendi amaçları uğruna kullanabildiklerini açıklayabilesiniz... Yani ister öyle düşünün ister böyle, sonuçta Peygamberler son derece sosyal, zeki, mantıklı ve yetenekli kimselerdir... Bir Müslüman olmama rağmen bu mantığı benim yürütebilmem, sizin açınızdan utanç verici olmalı... Saygılarımla... Bakın arkadaşım, hislerinize saygı duyuyorum ama akla gelen her soru tartışılabilir olmalıdır bence... Dini olsun yada olmasın... Her soru cevaplandırılabilmelidir. Arkadaşımız bu soruyu merak etmiş... Ha samimi yada değil... Sonuçta bir paylaşım içersinideyiz ve bildiklerimiz anlatmak ihtiyacı hissediyorsak anlatırız... Sorulardan korkulmaz... Gelelim Lena'nın cevabına: demiş ki niçin hep dağda oluyo bu peygaberlikler. kralx'in dediği gibi hepsi dağda olmuş gibi bir durum yok ama hepsi bir "Kendini Bulma" sürecinden sonra peygamber şeçilmişlerdir. Hatta Evliyalar bile bu durumu örnek alarak kendilerine yönelmişler, Yunus Emre mesela, Taptuk Emre'nin yanında ayrılıp, tek başına kendisini yollara/dağlara vurmuştur... Yani dağa çıkmak tercih meselesidir o kimse için... İsteyen orda bulur gerçeğini, isteyen başka yerde... Saygılarımla...
  22. Öncelikle biliyorsunuz ki, her şeyin bir görünen gerekçesi vardır, birde görünmeyen gerekçesi vardır... Nesimi: Türk olmakla beraber, İranlı Fazlullahtan ders almıştır. Nesimi hakkında pek ayrıntılı bilgi yoktur ancak kendi ölümünü, halifesi Refii'den öğrenilmektedir. "Ene'l Hakk" dediği için öldürüldüğü bilinmektedir. 1418'de Mısır Memluk Hükumdarı Seyh el-Müeyyed Seyfuddin tarafindan verilen emirle Halep'te tutuklanıp, öldürlmüştür. Hallac-ı Mansur: Hallacı Mansur Hicri 244 ( Miladi 858) yılında Beyza yakınlarında bir kasaba olan Tur’da doğdu. 922 de Muktedir’in buyruğu üzerine Bağdat’ta asılarak, uzuvları kesilerek iskence ile öldürüldü. Bunlar, internet üzerinden ulaşabileceğiniz, basit bilgilerdir... Ama benim irdeleyeceğim ve sizin öğrenmek istediğiniz ise şudur: Bu iki kimse'de "Ene'l Hakk" deyişini dile getirdikleri için öldürülmüşlerdir. Ancak bundan daha da önemlisi ve asıl neden; bu kimselerin İslam anlayışları ile oluşturdaukları yapının, genel ve "Tepeden İnmeci" yani halkı yönetilecek bir koyun sürüsü olarak gören siyasi yönetimlere karşı bir alternatif olmasından dolayıdır. O dönemlerde Gerek Hurufilik olsun, gerek Batınilik olsun, bu gibi oluşumlar, siyasallaşmış, yani inancın "Kişisel" kısmını aşarak kurumsallaşmış ve mevcut yönetime karşı bir oluşum içine girmişlerdir. Bakın Emeviler döneminde, bu Hallac-ı Mansur'un yad Nesimi'nin görüşlerinin paralelinde görüşler sunan insanlar hep Ehl-i Beyt dediğimiz, Hz. Muhammed'in kızı olan Hz. Fatıma ve Yeğeni/Damadı olan Hz. Ali neslince ortaya atılmış, ancak Emeviler "Halifelik Hakkı"ndan doğan ayrılığı yani yani mezhepler ortaya atarak Dinsel alana da yaymaya çalışmışlardır. Sonuçta, teslimiyetçi ve arapçı görüşe sahip sünni mezhepler ortaya çıkmıştır. Ve Osmanlılar da dahil olmak üzere hep Sünni yönetim erki başta olmuştur. Hallac-ı Mansur ve Nesimi gibi şahsiyetlerde, hep karşı taraf olmuşlar ve kişilikleriyle birer Önder olarak tanınabilecek kimseler olmuşlardır. Mesela bu yönde en güçlü kimse Şah İsmail olmuştur ve Yavuz Sultan Selim ile mücadelelere girişmiştir. Neyse, ayrıntı verdiğim zaman rahatsız oluyorsunuz, ben özetleyeyim: Bu kimseler ortaya attıkları görüşlerden çok, mevcut iktidarın endişelerinden dolayı idam edilmişlerdir. Oysa aynı iddiayı öne süren yada söylemleriyle açıkça ifade eden kimseler, tehlike oluşturamadıkları için idam edilmemişlerdir. Mesela "Yunus Emre" "Ahmed Yesevi" "Mevlana"... bunların niçin idam edilmediklerini diğer bir konuda açıklamıştım... Burada sanırım bunu fazla uzatmaya gerek yok, sonuç olarak şu bilgiyi vermek istiyorum: Nesimi; Bayrami Melamiler'i, Mevleviler'i, Bektaşileri ve Alevilik'i ve Melamet'i benimsemiş öğretileri temsil etmektedir. Öyle ki aynı görüşü birebir sarfeden Hallac-ı Mansur ve Yunus Emre, Mevlana vs. diğer Evliya kimselerin bu suretle "Müslüman" olmaları kadar doğal bir şey yoktur. Bu kimselerin duygularını: Deist, Panteist, Agnostist, Ateist, Monoteist falan fistan gibi adlarla nitelemek, o kimselerin uğruna öldükleri kimliklerini yadsımak ve hor görmek demektir... Konumuz Melamilik'tir ve konuyu dağıtacak sorular sorulmasını pek uygun görmüyorum. Zira diğer konularda bunları yeterince tartıştık ve sayın BrainSlapper yeterince cevap veremediniz, oradaki sorularımızı cevaplamadan burada soru sorabilmeniz ilginçtir... Saygılarımla...
  23. Gerçekten son derece Nesnel bir yaklaşım sergilemişsiniz!!! Aferin... Ne kadar Objektif olduğunuzu görmüş olduk... Paylaşımlarınızda, aynı değere sahip olacaktır... Saygılarımla...
  24. Niye bu konuda beni hedef seçtiniz anlamdım ama, hemen açıklayayım... Kaldı ki, benim diğer yazılarımdan, İnancın "Kişisel Olduğunu", Kur'an-ın "Siyasi Bir Manifesto" olmadığını düşündüğümü anlamanız gerekirdi. Neyse, yine de cevaplayayım... Bakın öncelikle o kimselerin İslam olduğunu iddia etmiyorum, Eminim... Yani onları bulup okursanız görürsünüz... Kaldı ki hala onların İslam olmadığını kanıtlamış değilsiniz, madem benimki bir iddia ise, siz öyle olmadıklarını kanıtlayın bence? Gelelim Bayak meselesine... Kıyam arkadaşın söylediklerine çok güldüm... Yazık yani... Müslümanların bir arada yaşamayı amaçladığı bir devleti Hz. Muhammed bile hayal etmemiş ki? Kaldı ki "İslamcılık" fikrinin ne zaman doğduğu, ne zaman fikir olarak ortaya atıldığı zaten bellidir. Hiç bir "İslam Devleti" olarak adlandırılan devlet "Müslümanları bir arada tutma" amacı gütmemiştir. Zaten "Halifelik" makamıda geçersizliğini kanıtlamış bir yapıdır. Yani bu konuda uzun uzadıya açıklama yapmak bile yersiz, bir çok konuda buna dair şeyler yazmışımdır. Benim "Bayrak" olarak uğrunda öleceğim tek Bayrak, Şanlı Türk Bayrağıdır... Uğruna öleceğim tek toprak Şanlı Misak-ı Millidir... Uğruna öleceğim tek Millet'te Müslüman Ümmet değil, Türk Milletidir... Dünyada "Müslümanların Ülkesi" Ütopyası, gerçekleştirilemeyecek bir ütopyadır. Tıpkı "Turancılık" gibi... Yani bunu yukarıda ismi anılan şahıslar açısından ele almak gibi bir durum yoktur. Niye böyle bir ithamda bulundunuz bunu da anlamadım... İslamiyeti herşeyiyle savunuyor olmam, beni ümmetçi mi yapıyor yani? Eğer böyle anlıyorsanız, Atatürk'ün söylediği çok güzel bir laf vardır: Şaşarım Akl-ı Perişanınıza... Ne Ümmetçi bir anlayışa sahibim, nede Halifelik makamına inanan birisiyim... Hiç bir dinin "Siyasi Bir Teşekkül" oluşturamayacağını savunuyorum, kaldı ki Tarih yeterince bunu ispatlıyor zaten... Daha fazla açıklama yapmama gerek yok sanırım... Ayrıca "İşte Gerçek Bir Müslüman" olarak adlandırmanız, gerçekten çok mantıksız ve mesnedsiz, haddini aşan bir yaklaşım olmuş... Ama buradaki kastınızı anlıyorum, güya aklınızca, Psikolojik bir yönlendirme yapıp, Müslümanların Felsefesinin bu olduğunu dikte ediceksiniz... Hiç etik değil... Saygılarımla...
  25. "Sizin Dininiz Size, Benim Dinim Banadır" Dediğiniz gibi, bu yaklaşım, politik bir yaklaşım olarak ta kullanılabilir ancak bunun böyle kullanımı İslam'a mal edilmemelidir. Yani İnsanlar bu anlayışı Siyasi olarak "Menfi" yada "Makyevelist" duygular doğrultusunda yapıyorlarsa eğer, bundan İslam'ı sorumlu tutmak biraz abes kaçıyor gibime geliyor. Çünkü o bakış açısını "kullanan" kimseler "Dinler" değil, insanlar ve kendisini "Şer'i" olarak tanımlayan yönetim ve devletler olabilir ancak. Dinler kişilik olarak bir şey ifade edemezler... Eğer "Dinlerin Politik Yaklaşımı" olarak ele alırsanız, kişisel olarak "Biz Sizin İnancınızla Uğraşmıyoruz, Kişisel İnançlara Saygılıyız" deyipte, insanları "bu müslümanlar ne anlar" "inandıklarınız saçmalık" "müslüman terörü" gibi bir çok ithamlarla suçlayan insanların yaptıkları nasıl bir anlam kazanıyor? Aynı açıdan "Sizin Dininiz Size" deyipte politika yapan kimselere nazaran, "Sizin inancınız bizi ilgilendirmiyor" deyipte habire ithamlarda, küçümsemelerde hatta çoğu zaman hakaretlerde bulunan kimselerin yaptıkları daha seviyesiz olmuyor mu? Siyasi ve Politik olarak o tümce bir "kullanılmaya" maruz kalabilir, işte bu gibi kullanımların olmaması için biz de "İlle de Laikilk" diye bağırıyoruz ya. Unutmayın ki "Dünya Halklarının Kardeşliği" ve "Özgürlük" sloganlarıyla kurulan "Komünist" rejiminde ilk yaptığı şey, Rusya'da Kültürel ve Dini Devrimle toplumu bunlardan soyutlamak olmuştu ve tüm "İnsani" deyişlerle "Hümanist" ve "Özgürlükçü" çığırtkanlıklar yapmalarına karşın, Kafkasya'da katlettikleri Türklerin haddi hesabı bile tutulamamıştı... Yani bu tür Kullanışlar "Bireysel" değilde, dediğiniz gibi "Politik" olduğu sürece bu tür kıyımlar her sistemde görülmektedir. Şunu tahmin ediyorum ki, yönetim erki, bu forumdaki Ateist arkadaşlara verilmiş olsa, onlarda "İnançlarınız bizi ilgilendirmiyor" nidalarına rağmen, toplumu inançsızlaştırmak için ellerinden geleni ardlarına koymayacaklardır. Çünkü Yönetim vew İDeolojiler dünya içindir ve sonuçta başta olan kimseler, mutlak doğru olarak yalnızca kendilerini görmektedirler... Sonuçta Demokratik olduğu iddia edilen ülkelerde (Fransa, Amerika, İngiltere vs.) bile, karşıt bir sese yaşam hakkı dahi tanınmamaktadır hala... Fransanın, sözde Ermeni Tasarısını Kabul Etmesi en son örnektir mesela yada ABD'nn bir dönemler "Demokrasi" diye bağıra bağıra "Komünist" avlaması ve daha 80lere kadar Siyahilere ikinci sınıf insan muamelesi yapılması örnektir. Sonuçta Kur'an-daki bu söylem "Kişisel" olarak algılanması gereken bir söylemdir. Eğer bu "Şeriat Düzeni" özlemiyle "Politik" olarak anlamlandırılırsa, sizin dediğiniz gibi güç elde edildikten sonra, yine o dini kullananlar elinde anlamını tamamen yitireceğinden şüphe yoktur. Oysa din ve inanç bireyseldir ve hiç bir yönetim şekline temel oluşturamazlar. Bunu ele alırken sizin tek yaptığınız yanlış bence, Şeriat özlemi duyan insanlar nasıl ki Kur'an-ı bir Siyasi Manifesto olarak algılıyorsa, sanırım sizinde öyle algılamanızdan kaynaklanıyor olabilir... Siz yıllardır Tasavvufla ilgilenip, çok iyi anladığınızı iddia etmiştiniz değil mi? Anlıyorum... Şimdi öncelikle hayvanların "Tesbih Etmesi" meselesine gelelim... Kur'an-a göre, sadece hayvanlar değil, dağlar, taşlar yada kısaca yaratılmış olan herşey Allah'ı tesbih eder. Nasıl tesbih eder peki? Mesela Mevlana "Herşeyin kendi etrafında dönerek" tesbih ettiğini keşfetmiş ve Kendi içimizdeki Hakk'a yönelerek, ilk kıble olarak kendimizi belirtmiş ve Semazenliği ortaya çıkarmıştır. İnsan niçin İbadet yapar yada niçin gerek semazenlikle, gerek diğer meditasyon halleriyle kendine yönelir? Çünkü kendine yöneliş, Hakk'a yöneliştir ve "Yönelmiş" olmak "Tesbih Etmek" demektir... Yani İnsanlar bir "Bilinç"e sahip oldukları ve Allah'ı kavrama sezgisine sahip oldukları için, Hakk'ı kendileri bulmakla yükümlüdürler. Oysa diğer varlıklar böyle bir yapıya sahip değillerdir. O yüzden onların varlıkları yani var olmaları direkt olarak Allah'ı tesbih eder haldedir. Bakın İslam'da devamlı Allah'ı tesbih etmekle görevli meleklerin olduğu bilgisi mevcuttur... Bildiğimiz gibi melekler Nur'dandırlar ve günahsız, üstün varlıklardır. İnsanlar onların altında gelir ama Allah'ı kendi özgür bilinçleri ile bulabilme yetisine sahip oldukları için bilgileri kıymetlidir ve Meleklerin insanlara saygı duymaları istenmiştir. Bundan başka Hayvanlar ve Diğer varlıklarda Allah'ı devamlı tesbih eder niteliktedir? Öyleyse, yine KataKuta'nın meşhur erdem olarak adlandırdığı Düz Mantık'a başvurursak: Melekler (sürekli tesbih edenler) = Hayvanlar (sürekli tesbih ederler) Ancak bu böyle algılanmaz... Varlık her haliyle Allah'ı tesbih eder haldedir. Ancak varlık yine de kategori kategoridir. Melekler, Cinler, İnsanlar, Hayvanlar, Madde... Bunların tümü Allah'ı tesbih ederler. Ancak Tesbih etmek ayrıdır, birinin diğeriniden üstün yada alçak olması ayrıdır. Bakın yukarıda sıralandırma, "Varlık" olaraktır. Ancak mana olarak sıralandırmada ise Bilinç önemlidir. Melekler Allah'ı her an tasbih ederler ve her an bunun farkındadırlar. Cinler ve İnsanlarda varlık olarak her an tesbih ederler ama bilincinde iseler bunun farkına varırlar, bilincinde değilseler farkına varamazlar. Hayvanlar ve Madde ise Bilinçsiz olduğu için, Allah'ı tesbih ettiklerinin farkına varamazlar. Şimdi İslam'a göre ele almaya devam edelim. Bir insanın Allah inancı yoksa, bedeni işleyişi ile ve içinde Hakk'ın bulunması ile zaten Allah'ı tesbih etmektedir, ancak Allah inancına sahip olmayan insan bir bilince sahip olduğu halde bunun farkına varamadığı için hayvandan daha aşağı seviyede gösterilmektedir. Çünkü Hayvan bir bilince sahip olmadığı halde Allah'ı tesbih eder ve farkında olup olmaması bu yüzden önemli değildir. Ama insanın Bilince sahip olduğu halde varlığın Allah'ı tesbih ettiğini anlamaması onu küçültür. Kavrayış bu şekildedir. İslam'daki Hayvanların nitelemeleri de bu açıdan ele alınmalıdır. Tesbih etmenin ne olduğunu anlamadan "Hayvanlar Hem Tesbih Ediyormuş, Hemde Hayvanları Aşağılıyor, Ahanda Bak Çelişki" diyemezsiniz... Hadi bunu diyebildiniz, bari "Ben Yıllardır Tasavvufla İlgileniyorum, Biliyorum" demeyin... Bakın bunlar madem düz mantıkla kavranıyor, Düz Mantık açısından bir örnek vereyim: Ordu mensubu herkes, temelde aynı ordunun menfaati için çabalar değil mi? Ama hepsinin Rütbeleri ve Sınıfları falan farklı farklıdır. Şimdi bunu "Ama kimisi ihraç olabiliyor, kimisi ihanet edebiliyor, savaştan kaçabiliyor" gibi tanımlamalarla saçmalaştırmaya kalkanlar olacaktır, önceden söyleyeyim, sadece yüzeysel ve düz mantıkla kavranabilecek bir örnek vermek istedim o kadar, bu örneği ayrınlandırmaya gerek yok yani... Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.