Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Kuran neye denir? neyin adıdır?
Siz yine de soruyu bi cevaplasanız? Nedir yani, neyi bekliyosunuz? Bence beklemiyorsunuzda, bilmediğiniz için araştırma yapıyo olmayasınız? Ama bakın, şunu söyleyeyim, Anlamaya çalışmazsanız araştırma yaparken "Yav ben bi gedik bulayım kendimce de, oraya bi taş koyayım" diyerek bi araştırma yapıyorsanız, çelişkinin kendisi olursunuz... "Beklemedeyiz" addedtiğiniz "Araştırmalarınız"da başarılar dilerim... Arkadaş kusur etmiş olabilir, sizde çok güzel belirtmişsiniz. Bence yine de cevaplayın bu soruyu... Çünkü hakkaten merak ettim bende... Ama az çok tahmin edebiliyorum vereceğiniz cevabı... Genelde aynıdır çünkü... Başarılar...
-
Kuran neye denir? neyin adıdır?
Siteye yeni katıldığım için, kusura bakmayın bu konuyu yeni gördüm. Bu arada Evrensel arkadaşımızı tebrik ederim, Piskolojik bir İlgi ve Merak uyandırarak, baklayı en sonunda çıkarmış ağzından. Ama nedense o demokratik tavrına, o anlayışlı ve hep teşekkür eden yapısına yakışmayan tek şey yapmış, o da Ateist arkadaşların konuşmaları gayet normal gelirken kendisine, Dindar arkadaşların yorumları "vıdı vıdı" şeklinde anlam buluyormuş kendisinde... Böyle yapay bir alçak gönüllülüğe gerek yok, daha samimi olmalısınız bence Geçelim... Öncelikle temel olarak hep söylediğim gibi, Kur'an Nedir? sorusunu cevaplarken üç şeyi göz önünde tutmalıyız: -Kur'an "Kitap Nedir?" sorusuna ne gözle bakıyor? -Ne yorum yaparsak yapalım, bu sadece bizim algılarımızda anlam bulan yorum olacağı... -Sezgisel Zeka'yı biraz işletelim... Şimdi, bakın Kur'an-da özellikle Hz. İsa için kullanılmak üzere, Tüm yaratılanlar için "Kelime" yada "Kelimetullah" yani "Allah'ın Kelimesi" ibaresi geçer... Şimdi: "Erzurumda, soğukta konuşurken sözcüklerin havada donması" gibi bir tanım değil elbette ki bu "Kelime" tanımı. Biz konuştuklarımıza, yazdıklarımıza "Kelime" derken, Allah'ın her yarattığı aynı zamanda ağızdan çıkan bir söz gibi "Kelime" demektir... Yani sizib sandığınız kadar basit değil, bir Sezgisel Manası yada amiyane deyişle Görünmeyen/Manevi bir manası vardır... Tüm yaratılanlar tek tek "Allah'ın Kelimesi"dirler... Şimdi bunu anlamış olmalısınız, gelelim kitap(lar)a... Kur'an yazılmış, okunmuş veya basılmış bir kitap olarak elbette ki Maddedir. Ancak ben hiç bir komplekse kapılmayarak, alçakgönüllü arkadaşımız evrensel her ne kadar "vıdı vıdı" olarak nitelesede hemen hemen aynı teraneleri sıralıyacam sanırım. Ama belki merak eden okur diye düşünüyorum... Şimdi Kelime'den sonra, ve Kur'an-ın ne olduğunu açıklamadan önce Levh-i Mahfuz'dan da bahsetmek isterim. Levh-i Mahfuz "Muhafaza Levhası" demektir... Şimdi soran çıkıcaktır; "Koskoca Tanrı koruyamıyo da birde Muhafız mı tuttu" diye... Ben cevaplıyayım, Hıfz etmek ile Muhafaza, Hafıza, Muhafız gibi kelimeler aynı kökenden gelirler ve temel olarak Saklamak manasına sahiptirler. Levh-i Mahfuz ise içinde bir takım bilgiler saklanan bir levha olarak tanımlanır. Ki bu levha Maddesel bir levha değildir. Neyse, bu konuyu uzatmadan şunu söylemek istiyorum, Levh-i Mahfuz yaratılmış olan (dikkat edin, gelecekte yaratılacak olan veya geçmişte yaratılmış olan gibi bir ibare yoktur) her şeyin içinde bulunduğu levhadır... Siz ister buna Kainat deyin, İster Manevi bir mana yükleyin, İsterseniz Varlığın kendisi deyin... Herkes ne anlıyorsa O'dur... Bakın Levh-i Mahfuz öyle basit temelli bir oluşum değildir. Evrenin tüm yasalarını içerir. Onda meydana gelen herşey mutlaka bir yasa uyarıncadır. Buna en basit tabiri ile "Doğa yasaları" diyebiliriz... Çok güzel bir örnek olarak "Madde Enerjiye Çevrilebilir ancak Enerji Maddeye Çevrilemez.", şöyle diyebiliriz belki: "Herşey Levh-i Mahfuza tabidir ancak Levh-i Mahfuz hiçbirşeye tabi değildir..." Dini Kitaplara gelelim: Levh-i Mahfuz her şeyi içeren bir levha olarak elbetteki Kur'an-ı ve diğer Kitapları maddesel olarak içermektedir. Ancak beki "vıdı vıdı" olarak gelecek ama, ne yazık ki birde Kitap olarak olmasında başka "Mana" olarak "Kur'an" var. Bunun için Kur'anın diğer manalarına bir bakmak gerekir diye düşünüyorum: Kelamullah, Kitabullah, Furkan, Tenzil, Mushaf, Kitab, Nur, Ümmülkitap. Kelamullah: Allah'ın Kelamı Kitabullah: Allah'ın Kitabı Furkan: Ayırıcı (Hak ile Batılı) Tenzil: Nüzul edilmiş, bildirilmiş Mushaf: Sayfalar (birleştirilmiş) Kitap: Kitap Nur: ??? ÜmmülKitap: Okunan Kitap Diğer isimleri bir yana da, ben Dinsiz addedilen Ateist arkadaşlarımın, inanan her arkadaşımızı ithaf ettikleri gibi benide ithaf edeceği gibi, Kıvırma Çabalarımın bir parçası olarak "Nur" isminin üzerinde durmak istiyorum... Şimdi herzaman İslamı anlamanın tek yolunun "Sezgisel/Duyusal Zeka"dan geçtiğini düşünmüşümdür. Bu zekayı en iyi kullanabildiğimiz alanın ise, diğer Müslümanların kavrayışlarına da bakınca "Tasavvuf" olduğunu düşünüyorum. O yüzden bu kelimenin manasına "Kıvırma Çabam" olarak "Tasavvufi" açıdan bakmayı yeğliyorum. Nur nedir? Nur Ateştir. Melekler Nur'dan yaratılmştır... Cinler Nardan yaratılmıştır. Her ikisi pek farklı değildir ancak tek farkları Nur, Işıktır; Nar, Dumansız Ateştir yada Ateşin Alevidir... Tevratta şöyle der "Tanrı Işık Olsun" dedi... İlk Ayetidir Tevratın... Herşeyin özünde Işık vardır, Nur vardır. Nur "Hakk"tır... Allah tarafından Adem'in bedenine üflenendir. Herşeyin Özüdür... Neyse bu "vıdı vıdı"lar bir yana, Kur'an, herşeyle beraber, diğer kitaplarla beraber "Nur"dur. Buradan sakın "Nur Risaleleri"ni anlamayın, Bu Nur'un onunla hiç bir ilgisi yoktur... "Nur" zaten var olandır... Kur'an, İncil, Tevrat, Zebur, Diğer mushaflar... Zaten vardır. Bakın, Kur'an, Peygambere "Oku" dendiği anda bile tamamen vardı bir kitap olarak. Allah "Oku" diyerek ne verdi sizce Hz. Muhammed'e? Zihnine neyi doldurdu? Neyi Okumasını emretti. Diğer Okuyucular (İncil ve Tevrat) okurlarken, Hz. Muhammed'e ne verildi o an okuması için? Kur'an dediğiniz şey, içinde ayetleri ve sureleri içeren o kitap mı sadece sizce? İncil veya Tevrat o kitaplar mı sadece? O kitapları yok etseniz, değiştirilemez olsada tüm Kur'anları satır satır değiştirseniz... Acaba başarılabilir mi? Evet, Kur'an, İncil, Tevrat yalnızca o kitaplardan ibaret olsa idi, Değiştirilemez dediğimiz Kur'an elbette değiştirilebilirdi. Ancak Kur'an, İncil, Tevrat, Zebur sadece o maddesel kitaplar değildir. O Kitaplar: Sözdür, Yasadır, Varlıktır... Değiştiremeyeceğimiz Allah'ın sözleridir. Kimse yerin kaldırma kuvvetini yok edemez yada değiştiremez, Dünya iç ısısını ve döngüsel hızını kaybetmediği sürece. Kimse zamanı durduramaz. Kimse bir yıldızı söndüremez. Kur'an, İncil ve Tevrat'ı kimse aslında değiştiremez... Kur'an diğer kitapların değiştirildiğini iddia etmez, "Ehl-i Kitaplara sorunuz" der. O kitapları referans gösterir kimi zaman. Sadece yanlış anlaşıldıklarını söyler. "Okuduklarını anlamıyorlar mı?". Okumak budur... Diğer okuyucular okuduklarını anlamadıkları için, Hz. Muhammed'e "Oku" denmiştir... "Yaratan Rabbin Adı ile Oku" O'nun adı "Hakk", O'nun adı ile okumak sadece Besmele Çekmeyi içermez... Herşeyin Hakk olduğunu, Tanrısal olduğunu bilebiliyorsanız. Bir vazıonun ardında Tanrıyı hissedebiliyorsanız, Yaratan Rabbin Adı ile okuyorsunuzdur... "O İnsanı Bir Kan Pıhtısından/Alaktan yarattı, Kalemle yazmayı da öğreten O'dur, Kerem Sahibidir..." Kalemle yazmayı öğreten? Yazdıran... hatta Yazan... Kur'an, benim anladığım kadarıyla budur...
-
Ateist?
Arkadaşım, Eğitim Seviyeniz nedir bilemiyorum ve ilgilenmiyorum. Yaptığınız yorumu da Eğitim Seviyenizle ilişkilendirmek hiç mi hiç istemiyorum... Ancak şu da var ki, istediğiniz kadar eğitimli olma iddiasında olun, bu "Anlamada" ölçüt değildir. -Tanrı'ya Karşı Gelmeyi "Akılsızlık" yapmışlar- söyleminizdeki "Akıl" ibaresi ile neyi kastettiğiniz çok önemli... Bakın, ya yazdıklarımı hiç okumadınız, yada hala görmezden geliyorsunuz. Kur'an "Anlama Süreci" olarak değerlendirdiğimiz "Düşünme" "Akıl Erdirme" "Görmek" gibi süreçleri "Duyusal/Sezgisel Zeka"ya dayandırarak yapmıştır. Yani Kalp ile düşünmek, en basitinden "Vicdan" demektir... Yoksa "Kalbin Düşünme Organı Olması" gibi bir mantık yoktur kesinlikle... Bir Müslüman, Allah'ı, elbette ki öncelikle "Sezgileri"ni ön planda tutarak düşünür. Ancak bakın "Sezgiler" önemli diye, "Müslümanlar Bilimde ilerleyemez, Bilim Yapamaz, Çünkü Sezgilerini yada İnancı Aşamazlar" gibi bir manaya gelmez. Çünkü Bilim ile İnanç ayrı kategorilerdir. Eğer Bilim yapmak istiyorsanız "Sezgilerinizden" kurtulma çabasında olabilirsiniz ve yazımda açıkça söylediğim gibi bir çok konuda da olmalısınız da zaten ama İnanmak veya bir İnancı "Anlamak" ve "Anlamlandırmak" istiyorsanız, Sezgilerinizi kesinlikle arka plana atamazsınız... Atarsanız, o inancı hiç bir zaman anlayamaz ve kavrayamazsınız... Kur'an-ın, bahsettiğiniz "Akılsızlar" ibaresini anlamadıysanız hala, isterseniz bu bağlamda, tam olarak yerine oturmasa da "Duyusal Zeka'dan Yoksun Olanlar" şeklindeki bir ibareyi algılayabilirsiniz. Yani korkmayın, Kur'an, "Sezgisel Kavrayış"tan başka Kavrayış süreçleri ile ilgili yorumlarda bulunmamıştır. Yani siz Tanrı'ya inanmıyorsanız "Sezgisel olarak yetersiz"sinizdir Ona göre, ancak bu Aynştayn kadar zeki olmadığınız anlamına gelmez korkmayın... Bakın bir Felsefeyi yada İnancı anlayabilmeniz için, öncelikle onun temel özelliklerini kavrayabilmiş olmanız gerekmektedir. İslam'ı anlamak için sadece "Allah'ın Bir Olduğu" "Meleklerinin Olduğu" "Peygamberlerinin Olduğu" gibi empoze edilen sade bilgileri bilmek ve sadece Kur'an okumak yada Hadisleri okumak yeterli değildir. Kur'an ve aslında tüm inançlar hangi "Bilişsel Süreçlerin Ürünüdür" bunu bilmek gereklidir, bunu anlamak gereklidir. Bakın, İnanmayan biri olarak, Mevlana'yı ne kadar seversiniz bilmiyorum ama, Bir konunun, Bir olayın, Bir yaşantının, Bir Olgunun, Bir Felsefenin nasıl en iyi anlanabileceğini ve bunun için neyin gerektiğini en iyi anlatan tek kişi belkide Mevlana'dır. Şöyle demiştir: "Güneşi Anlamak için Günebakan Ol, Suyu anlamak için Nilüfer Ol" Niçin? Çünkü Güneşin ne olduğunu en iyi ona aşık olan bitki bilir, Suyun ne olduğunu ona aşık olan bitki bilir ve Kendinizi Güneş yerine koyarak güneşi anlayamazsınız, kendinizi Ay çiçeği/Günebakan yerine koyup, güneşi özlediğinizde ancak Güneşin ne olduğunu anlayabilirsiniz... Bu da Empatinin bir başka yönü olarak algılanabilir tabi... Yani kendinizde, içinizde yada kalbinizde "Allah'a olan Aşkı" en azında, en amiyane tabir ile; en basitinden hissetmedikçe yada taklit etmedikçe, hiç bir zaman Tanrıyı da, İslam'ı da anlayamazsınız arkadaşım... O yüzden ister inançlılar karşı çıksın, ister inançsız arkadaşlar; diyorum ki: İnsan neye inanıyorsa doğru O'dur... Yada aslında doğrunun O olduğunu sanır. Çünkü insan yalnızca ve yalnızca anlayabileceği kadarına inanır... Daha fazlasını anlamaya çalışmak ise... Öncelikle Sezgilsel Düşüncenizin güvenilir olması gerekmektedir... Saygılarımla...
-
Ateist?
Arkadaşım çok komiksiniz yaa... Bakın, ben Kalbin Duyguları Algılayan bir merkez olduğunu söylemiyorum ki zaten, çok çok abes ve alakasız bir cevap vermişsiniz... Sırf bişeyler yazmış olmak için, yazmışsınız, belli... Diyorum ki Hislerinizi "Kalb"inizde hissedersiniz. Siz çok duygusal biri iseniz, Bir caninin kalbi size takılsa yine bu duygularınız değişmez ve hissedeceğiniz yer aynı yerdir... Eğer yazımı dikkatli okumuş olsaydınız, Kalp ile Zeka ayrımını "Organ" olarak bir et parçasının özelliklerine değil "Hislere" bağladığımı anlamanız hiçte zor olmazdı. Ama nedense, nasıl ki İnanç konusuna "Vicdan" açısından bakma kabiliyetinden yoksunsanız, verdiğim açıklamaya da o açıdan bakma kabiliyetinden yoksunsunuz. Bakın tekrar söylüyorum, Cani bir insana da, yumuşak kalpli birinin kalbini takarsanız yine bir değişme olmaz... Ama ben zaten bunu demiyorum ki? yani nasıl bu manayı çıkarttınız bilmiyorum. Bilimsel kılıf uydurduğumu düşünmüşsünüz ama yanılıyorsunuz. Bende tam son söylediğinizden farklı bir şey söylemedim zaten. Algı beyinde gerçekleşir, ve komutları/sinyalleri uygulaması gereken organlara, nöronlar ve oradan sinirler aracılığıyla iletir ve algı böylelikle gerçekleşir değil mi? evet... Bilimin söylediği ve benim kabul ettiğim bu. Ama şu var ki, Soyut ifadelerin duyu organı Kalptir. Mesela görme olayı yine beyinde gerçekleşir ama biz deriz ki "Gözümüz gördü", işitme yine beyinin ilgili merkezinde gerçekleşir ve biz deriz ki "kulağım duydu", acı hissi yine beyinde gerçekleşir ama biz deriz ki "elim yandı"... İnsanın vicdanının acı hissetmesinde insan bu söylediklerimize karşıt olarak "Beynim Parçalandı" demez arkadaşım, "yüreğim parçalandı/içim gitti/kalbim sızladı" derler... Verdiğniz cevap, sadece ve sadece kaldıramadığınız bazı şeylere karşı kızgınlıkla yazılmış çok basit ve son derece sabit bir cevaptan öte bir şey değil... Oysa benim ne demek istediğim apaçık ortada. Biraz anlama çabasında olsaydınız, birazcıkta söylediğim "İnsaf" "Vicdan" gibi tahayyüllere sahip olsaydınız, söylediklerimi ANLAMLANDIRAMAMAMANIZ için hiç bir neden yoktu sayın arkadaşım... Ama İnanç konusunu nasıl ele alıyorsanız, bunu da öyle ele alacağınızı bilmem gerekirdi... Eminim ki, yazdıklarımı Anlamlandırabilen başka kimseler vardır, siz hiç merak etmeyin...
-
insan neden yaşar,sonunu bile bile?
insan neden yaşar,sonunu bile bile? Bi sabah uyandığımda, küçükken çok severek izlediğim "Transformers" diye bi çizgi film vardı. Orda o en büyük robotlardan olan "Tır" şekline giren robot, insana aynen bu soruyu sormuştu: "İnsanlar hakkında hala anlayamadığım şey, öeleceklerini bildikleri halde, niçin yaşamaya çabaladıklarıdır". İnsan cevap vermişti: "İnsan ruhu bir kıvılcımdır ve en azından ............. çabalar." O noktalı yerlerde ne dediğini ne yazık ki hatırlamıyorum ama ben oraya bu hayattan ne anlıyorsam onu koyuyorum... Sanırım herkesde öyle yapmalı... Bir arkadaşımızın "Deneyimlerimiz bize öbür dünyanın olmadığını söylüyor." tanımına gelince: Deneyimlerimizin bunu söylemesinden ziyade, Siz Hayatı Böyle Algılıyorsunuz, o kadar... Sanırım yaptığınız: Hayata anlama çabasında sadece "Materyalist Akıl Yürütme"yi kullanmak. Oysa dünya sadece bununla anlaşılmaz, insanların bir kısmı aynı zamanda "Sezgisel Akıl Yürütme"leri de kullanır... Bu iki akıl yürütmeden,sadece ilki kullanılırsa "Bilim"i elde edersiniz ve bilime ulaşmak istiyorsanız da yapmanız gereken de yalnızca budur... Ancak Allah'a ulaşmak için ikincisini de kullanmanız şarttır. Yoksa ne kadar yaşarsanız yaşayın Allah'ı anlayamazsınız... Neyse, asıl konuya gelelim, İnsan ruhu bir kıvılcımdır ve bence en azından olabildiğince ışımaya çalışır...
-
MADDE EZELİ OLAMAZ---YARATAN VAR
Arkadaşım, lütfen yazacaklarımı "Küçümsemek" olarak algılamayın, sadece yaptığınız "Akıl yürütme" işinin ne kadar yerinde olmayan bir akıl yürütme olduğunu açıklamaya çalışacağım... Bakın öncelikle kur'an, bir inancın Kutsal kitabıdır, öyle değil mi?... Evet. Bundan başka zaten okuduysanız biliyorsunuzdur, Kur'an-ın "İnsanların Anlamaya Çalışmasını" istediği "Allah"tır öyle değil mi?... Evet. Kur'an herhangi bir Bilim, Deney veya Araştırma kitabı değildir değil mi?... Evet. Kur'an bir HayvanBilim/Zooloji kitabı de değildir öyle değil mi?... Evet. Kur'an-da Formüller, Çizimler falanda yer almaz öyle değil mi?... Evet. Siz "Soyut" bir Dünyayı anlatan, İnanç'a yönelmiş, Deneyle ve Formülle ispatlayamayacağınız sadece Vicdanınızla ve Kalbinizle hissedebileceğiniz Kavramlardan bahseden bir kitaptan nasıl olurda "Hayvanlar Alemini" anlatmasını bekleyebiliyorsunuz? Bunu şöyle bir örnekle sabitlemek istiyorum: Küçük çocuklar kafalarında gördüklerine dair şemalar oluştururlar: mesela köpek, çocuklar için dört ayaklı ve ıslak burunludur. İnek gördüklerinde bu yüzden "Aaa Köpek" derler. Biz buna Türkçe'de "Her Sakallıyı Deden Sanma" şeklinde yorumluyoruz... Yada bu konuda şöyle açabiliriz bunu, Hiçbir din kitabı ile Bilim kitabını karıştırma. Ne me lazım, ikisinide sayfaları var ve ikisininde kapağı var, belki bu yüzden bu basit mantık hatasını yaptınız, bilemiyorum... Canlılarla ilgili Bilgileri, yada şöyle şöyleyeyim "Bilimsel" bilgileri tabii ki Din'den bağımsız bir şekilde yürütecceksiniz... Yoksa karşınıza "Organ Bağışı Günahtır" "Kan Bağışı Günahtır" "Canlı Kopyalamak Günahtır" gibi engellerin çıkacağı aşikardır... Bilime nasıl ki, Dinden bağımsız bakıyorsanız yani sadece "Materyalist Akıl Yürütme" ile yaklaşıyorsanız, İnancın "Akıl Yürütme Dizgesi"de "Duyusal/Sezgisel Akıl Yürütme"dir... Umarım, yaptığınız yanlışı açıklayabilmişimdir...
-
Ateist?
Takdir Etmemek mümkün değil... Her zaman söylüyorum: Herkes dünyayı farklı algılar ve ancak anlayabildiği kadarına inanır...
-
Ateist?
Akıl ile ilgili Ayetler: Öncelikle tek bir örnek olarak Bakara/170’i vermek istiyorum… BAKARA: 170 Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiû mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne). BAKARA SURESİ: 170 Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" dendiğinde: "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!... Diğer Bazıları: BAKARA SURESİ: 171 O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemezler onlar. MAİDE SURESİ : 58 Namaza/duaya çağırdığınızda onu oyun ve eğlence edindiler. Böyle yaptılar; çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur. MAİDE SURESİ : 103 Allah ne bahîre yapmıştır ne sâibe ne vasîle ne de hâm. Ne var ki küfre sapanlar yalan uydurarak Allah'a iftira ediyorlar ve çokları da akıl erdiremiyorlar. ENFAL SURESİ : 22 Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. YÛNUS SURESİ: 42 İçlerinde sana kulak verenler de vardır. Peki, sağırlara sen mi işittireceksin? Hele bir de akıllarını kullanmıyorlarsa! YÛSUF SURESI: 109 Senden önce gönderdiklerimiz de kentler halkından kendilerine vahyettiğimiz bazı erlerden başkası değildi. Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nice oldu görsünler. Elbette ki âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllarınızı kullanmayacak mısınız?" TÂH SURESİ : 128 Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini helâk etmemiz onları yola getirmedi mi? Onların yurtlarında/barınaklarında dolaşıp duruyorlar. Akıl sahipleri için bunda elbette ibretler vardır! ANKEBUT SURESİ : 43 Bunlar bizim, insanlara vermekte olduğumuz örneklerdir ki ilim sahiplerinden başkası onlara akıl erdiremez. YASİN SURESI : 68 Kimi uzun ömürlü kılarsak, onu yaratılışta gerisin geri çeviririz. Hâlâ akıllarını işletmiyorlar mı? HAŞR SURESİ : 14 Onlar sizinle toplu halde değil ancak müstahkem kaleler içinde yahut duvarlar arasından savaşabilirler. Onların kendi aralarındaki problemleri/çıkmazları çetindir/ciddidir. Sen onları birlik/beraberlik halinde sanıyorsun, oysaki onların kalpleri darmadağınık/parça parçadır. Böyledir; çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur. Akıl ve Gönülle İlgili Olan Bazıları: TALÂK SURESİ : 10 Allah onlar için şiddetli bir azap hazırladı. Artık Allah'tan korkun, ey iman etmiş akıl ve gönül sahipleri! Allah size bir Zikir/bir uyarıcı/bir düşündürücü indirmiştir. BAKARA SURESİ: 197 Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı kendisine gerekli kılarsa hacda kadına yaklaşmak, kötülüğe sapmak, kavga ve çekişmeye girmek yoktur. İyilik olarak yaptığınızı Allah bilir. Azık edinin. Hiç kuşkusuz azığın en güzeli takvadır. Ey akıl ve gönül sahipleri, benden sakının! ALİ İMRAN SURESİ : 7 Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun teviline öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır." derler. gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez. ZÜMER SURESİ : 9 Böyle birisi; gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, âhiretten korkan, Rabbinin rahmetini uman biri gibi midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır." ZÜMER SURESİ : 18 Onlar ki, sözü dinler de onun en güzeline uyarlar. İşte bunlardar, Allah'ın kılavuzladıkları; işte bunlardır, akıl ve gönül sahipleri. ZÜMER SURESİ : 21 Görmedin mi, Allah gökten bir su indirdi de onu toprak içindeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra ekin kurur da sen onu sararmış görürsün. Sonra da onu kuru ufantı haline getirir. İşte bunda, akıl ve gönül sahipleri için mutlak bir ibret var. MÜMİN SURESİ : 54 Akıl ve gönül sahipleri için bir yol gösterici, bir hatırlatıcıdır o. Düşünmek ile ilgili bazı ayetler: BAKARA SURESİ: 46 O ürperti duyanlar, Rablerine kavuşacaklarını düşünürler ve bilirler ki onlar, mutlaka O'na döneceklerdir. BAKARA SURESİ: 195 Allah yolunda harcama yapın/nimetleri paylaşın; kendi ellerinizde kendinizi tehlikeye atmayın! Güzel düşünüp güzel işler yapın! Çünkü Allah, güzellik sergileyenleri sever. BAKARA SURESİ: 266 Herhangi biriniz ister mi ki; altından ırmaklar akan, içinden her tür meyvesi olan, hurmalardan, üzümlerden oluşmuş bir bahçesi bulunsun, kendisinin güçsüz-çaresiz yavruları da olsun ve bu haldeyken üstüne ihtiyarlık çöksün, tam bu sırada o bahçeye alevli bir bora isabet etsin de bahçe, baştan başa yansın. Allah size ayetleri işte bu şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz. ENFAL SURESİ : 26 Düşünün ki, siz bir zamanlar yeryüzünde ezilip horlanan bir azınlıktınız. İnsanların sizi çarpıvereceğinden korkuyordunuz. Bu haldeyken Allah sizi barındırdı, yardımıyla sizi destekledi ve şükredersiniz ümidiyle sizi tertemiz nimetlerle rızıklandırdı. NAHL SURESİ : 44 Açık delillerle, kitaplarla gönderdik. Sana da bu zikiri/Kur'an'ı vahyettik ki, kendilerine indirileni insanlara açık-seçik bildiresin de derin derin düşünebilsinler. İSRA SURESI : 41 Biz, gerçeği, Kur'an'da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor. Akıl nedir, Düşünce Hangi Organla Olur… Hac 64 * E fe lem yesîrû fîl ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânun yesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’mel ebsâru ve lâkin ta’mel kulûbulletî fîs sudûr(sudûri). -Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki; akıl edecek kalpler, işitecek kalplerdeki kulaklar olsun onlar için. Muhakkak ki; baş gözleri kör olmaz, göğüslerindeki kalp gözleri kör olur. -Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onlarla duysunlar. Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz ama göğüslerin içindeki gönüller körleşir. -Düşünceye, tedbîre sâhib olan akıl, duyup anlayacak kulak elde etmek için hiç mi yer yüzünde gezip dolaşmazlar? Gerçekten de gözler kör olmaz amma gönüllerdeki can gözleri körleşir. Secde 9: * Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh (ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne). -Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz. -Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz! Cevap: Bakın, en azından “İnanç” ile ilgili bir soruya cevap arayan bir insan olarak, sizin “Anlama” yetisinin, “Vicdan”dan ayrı olamayacağını bilmeniz gerekirdi… Bakın, Kalp her ne kadar “Düşünme” “Anlama” “Görme” “İşitme” “Algılama” gibi duyguları var etmese de, Bilim kanıtlamıştır ki, Duygularımız ile Kalbin işleyişi arasında büyük bir bağ vardır… Yani Heyecan, Öç, Sevgi, İhtiras, İnanç ve benzeri ya da aslında tüm duyguların temel olarak ALGILANDIKLARI organımız yalnızca beynimizdir… Ancak “His” düzeyinde bunları yalnızca ve yalnızca Kalbimizde HİSSEDERİZ… Aşırı heyecanlanan bir kimsenin Kalbinin ritmini bozulması bu yüzdendir. “Heyecan” hissi beynimizce algılansa da, biz bunu kalbimizin çarpışından anlarız ancak… Yine Vicdani bir hesaplaşmada, diyelim ki; muhtaç birisine acıdığımızda, bunu “Yüreğimizin Yandığı” şeklinde ifade ederiz. “Beynim Yandı” demeyiz. Aşık olduğumuzda “Kalbinizin” onu görünce çarptığını hissedersiniz ve o yüzden sevginin sembolü kalptir… Kısaca şöyle diyebiliriz ki; Duyguların en çok ve beklide tek “HİSSEDİLDİĞİ” organımız “Kalp”tir… Mesela soğukkanlı insanların kalp atışları normal atış seyrini bozmaz. Yine Sizin kadar duyarlı olmayan insanlar acıma hissi uyandıran durumlarda sizin gibi hissetmezler… Heyecanlandığınızda, Sevdiğinizde, Acıdığınızda… bu hisleri hissettiğiniz yer kalbinizdir… Bu hislerden insan yaşamında belki de en önemli olanı “Vicdan” ve sorumluluğunda “İnanç”tır… İslam’a göre “Akıl ve Gönül” sahibi olmak “Vicdanlı Olmak” demektir… Yani “İyi-Kötü” “Hayır-Şer” “İnsaf” “Hak” “Günah-Sevap” vb. gibi “Soyut” ve insanlarda bir “İnanç” oluşmasına olanak sağlayabilecek “Soyut” duyguların Muhakemesinin yapıldığı kişilik özelliği “Vicdan”dır… Vicdan “Salt Beyin” ile meydana geldiğinde, son derece “Materyal” kararlar verilir, ancak “Duygular” yani “Kalp” ile verildiğinde çok daha insancıl ve “İyi-Hoş” kavramına layık bir karar verilir. O yüzden “Vicdansız” dediğimizde “Kalpsiz” demek istemiş oluyoruz. Freud’a göre’de Vicdan “Super Ego”dur ve “Ahlak” yani “Kalbi Duygular” ağır basar. Super Ego’nun baskın olduğu bir karar alındığında o karar “Düşünmeyerek Alınmış” demek değildir… Aksine “Duyguların baskın olduğu bir düşünme süreci” kastedilir. Bu bağlamda, biraz bile “Psikoloji” ve “Düşünme Süreçleri” hakkında bilgi sahibi iseniz, sözü fazla uzatmaya gerek yok ama bakın, burada öncelikle şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor: * Bir İnançtan bahsediyoruz, * Hissiyat yani Duyguların ön planda olduğu bir konudan bahsediyoruz, * Deneyle-Bilimle ve Materyal düşünce ile kavranması imkansız bir konudan bahsediyoruz, * Fizik ötesi bir konudan bahsediyoruz, * Soyut kavramlardan bahsediyoruz… Şimdi öncelikle şunu iyi bilmeliyiz: Din ile Bilim olguları birbirinden apayrı olgu ve alanlardır… Bilimi araştırmak için kalbe yani vicdana, duygulara ihtiyaç duymayabilirsiniz ve birçok araştırmanın (insan/canlı kopyalamak, organ nakli, kan bağışı vs… ) yapılabilmesi içinde zaten ihtiyaç duymamanızda gerekmektedir… Ama İnanç konusunda da, yaptığınız hata gibi “Düşünce Merkezi” olarak sadece “Beyin”i ele alırsanız, birçok yanlışa düşmekten kurtulamazsınız… Öncelikle Manevi Bir Dünyadan bahsettiğimizi biliyorsanız, zaten Materyal bir düşünme süreci ile bunu kavramanız imkânsız olduğunu biliyorsunuzdur… Bir inanç kitabı olarak, bir Din kitabı olarak, bir Bilim kitabı olMAyarak, bir Deney kitabı olMAyarak; Kur’an-ı Kerim’in “Düşünce” olarak “Materyalist Düşünce Sürecini” işleyen yani “Düşünme” olayının gerçekleştiği tek yer olarak “Beyin”i göstermesini bekleyemezsiniz… Çünkü Beyin, her ne şekilde olursa olsun, algıladığı Hislerin “Gerçekleştiği” bir “DUYU ORGANI DEĞİLDİR”. Soyut Duyguların geliştiği ve oluştuğu tek duyu organı “Kalp”tir… Beyin ise bunları sadece anlamlandırır (ki kişilik süreçleri bu duyguların oluşmasında çok önemlidir…). Bu yüzden Soyut bir dünyadan bahseden bir kitap olarak Kur’an-ın “Düşünen” organ olarak “Kalp”i seçmesi kadar doğal başka bir şey daha yoktur… Bakınız, Kur’an hep, yukarıdaki ayetlerden de anlamanız gerektiği gibi “Anlamak” için “Kalp”ile düşünülmesi gerektiğini söylemiştir… Yani “Düşünme” sürecinin aslında “Beyin”de gerçekleştiğini, “Düşünme” organının “Beyin” olduğunu biliyor ancak işaret ettiği konularda özellikle olayın bir “Vicdan” meselesi olduğunu ve Kalp ile düşünülmesi gerektiğini yani Hislerin kullanılması gerektiğini söylüyor… Beyin hiçbir zaman, Kalp yani “Duygular” olmadan “İnanç” konusunu kavrayamaz… Anlatılmak istenen budur. Elbette ki Kur’an hiçbir zaman “Düşünme organı olarak” sadece “Beyin”i göstermez, gösteremez… Yada şöyle söyleyeyim: sem’î(kalbin işitmesi)+basar (kalbin görmesi)+fuad (kalbin anlaması)= Vicdan(His=Duyusal Düşünce/Zeka)
-
Ateist?
Peki ben size soruyorum; İslam'da kaldıramadığınız nedir? Niçin İlla ki "Kendini Müslüman olarak tanımlayan" insanları, Desit, Agnostist, Şaman, Budist cart curt gibi kalıplara sokmaya çalışıyosunuz? Yunus Emre'ye Deist demiştiniz mesela? Benim için Agnostist demiştiniz... Arkadaş için yine Deist diyorsunuz... Sanki insanlar sizinle aynı kalıba sığmak zorundaymış gibi? Bide şöyle düşünün, bu insanlar "Ben Müslümanım" diyor, belki de siz Müslümansınız? Neden olmasın? Sadece farkında değilsiniz... Sizde bildiğim kadarıyla bir "Tanrı"nın varlığına inanıyorsunuz değil mi? Yani yaratıcı olarak bir Tanrı var? Peki siz bu bilgiyi nereden aldınız peki? Bizim bu ilgiyi almamız için, gönderilmiş tüm peygamberlere ihtiyaç duyduğumuzu, yani onlar olmasaydı, onlar bize "Tanrı var" demeseydi, biz inanmayacaktık Tanrı'nın varlığına... Peki sizi kim inandırdı? Seçilmişliğiniz mi var yoksa gerçekten? Anlamadığım, niye "kendisini Müslüman olarak tanımlayan" her insana "İnanman gerekmez, Deistsin" diyorsunuz? İnsanların Tebliğciliğine karşı çıkarken, siz de kendi Deizminizin tebliğciliğini yapmıyor musunuz? Bırakın burada insanların inançlarını tartışmayı yada inançlarına etki etmeyi de asıl konulara dönün isterseniz... Tanrı'nın torpilciliğine gelince? Sen O'na inanmazsan, sana niye cennetini versin? Sen O'na ulaşmak, Hakk'ta Hakk olmak için çaba sarfetme, Anlamak için uğraşma, Hatta sallama, Kulluğunu anlama, sonra de ki "Kayırıcı, Torpilci Tanrı"... yok yaa... O kadar basit yani... Haklı'ya hakkını verdiğniizde Torpil mi yapmış oluyorsunuz? Bu kadar basit değil arkadaşım konu... Siz önce çaba sarfedeceksiniz, Anlamaya çalışacaksınız ve elbette sonunda anlayacaksınız ve Hakedeceksiniz... O'na yönelirsen, O'da seni yalnız bırakmaz, sana yönelir arkadaşım hiç merak etme yalnız bırakmaz... Siz şunu öğütlüyorum, Haddim olmayarak belki de: İnsanları belli kalıplarla nitelemeyi, tanımlamayı, "Fikirlerin şuna uyuyor, Müslüman olman gerekmez" demeyi. İnancında dürüst olan kimse kendini nasıl tanımlıyorsa, merak etmeyin O'dur... Kendi kalıbını sizden daha iyi biliyordur... Kimileri çıkıp Mevlana'ya "Panteist" diyor, Kimileri "Hallac-ı Mansur'a "Pantesit" diyor, Kimiler Yunus'a "Deist" diyor... Burda da insanların inançlarını siz mi tayin ediyorsunuz... İnsan kendisini nasıl hissediyorsa O'dur, sizin tanımınız değil... Saygılarımla...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Bence de... HAC SURESİ : 39 Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir. Allah, Müslümanların kendilerine savaş açıldığı zaman, ancak savaşılmasını emretmiştir... Durup dururken savaş açılmasının emredildiği yoktur...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Ben ve Diğer Müslümanlar nasıl bi anlam mı yüklüyor? ben tek tek diğer Müslümanlar hangi anlamları yüklüyor, Cennet ve Cehennemi nasıl Algılıyor ve Anlıyorlar bilemiyorum ama, Ben Cennet ve Cehennemi, Allah'ı ve İslam'ı, İnsanı ve Evreni; Hallac-ı Mansur'un, Mevlana'nın, Yunus Emre'nin, Ahmed Yesevi'nin, Nasreddin Hoca'nın, Şeyh Bedreddin'in, Taptuk Emre'nin algıladığı gibi algılıyorum ve anlıyorum. "Diğer" adı ile kastettiğin Müslümanların ve bu kimselerin nasıl anladıklarını biliyosan, benimde nasıl anladığımı anlamış olman gerekir... İş, Ehlinden öğrenilir, Avamından değil... Avama bakarak İslamın nasıl olduğu hakkında yorum yapamazsınız... "Diğer! Müslümanlar böyle Düşünüyor, öyleyse Gerçek İslamda Böyledir." diyemezsiniz... Saygılar...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Bak sevgili kardeşim, senin anlayabilen biri olduğunu düşünmüştüm ama sanırım hakkaten yanılmışım. Anlamıyacağımı sandığın için mi bu şekilde yazdın iletini bilmiyorum ama, sanırım benim iletimi anlaman için, benimde senin yazdığın şekilde yazmam gerekirdi... Aynı muameleyi yapmak o kadar zor değil... "Sen Demiyorsun" demişsin, aksine, benimde o görüşe katıldığım manası çıkar o yazıdan... Sanırım Türkçe bilginiz biraz az... Bak kardeşim, ne benim Müslümanlaşma sürecim hakkında pek bi bilginiz var, nede Hırisityanlığın Misyonerlik anlayışı hakkında... Eğer bir bilginiz olsaydı, ikisi arasında şimdiye kadar kimsenin tek bir paralellik dahi kurmadığını bilirdiniz... Kaldı ki bu bir yana, bir çok aynı olmayan ve farklı kavramları aynı ve yakın anlamda kullananda yine sizsiniz... Sanırım bir çok kavramı yeniden öğrenmelisiniz... İnsaf arkadaşım, insaf... Böyle bir manada tek satır bile yorum yapmışlığım, yazı yazmışlığım, fikir sunmuşluğum yok... Karalamak "Haklı" olduğunuz göstermez... Arkadaşım, gerçekten dehşete düştüm... Misyonerliğin ne olduğu, TEbliğciliğin ne olduğu hakkında zerre kadar bilginiz yokmuş hakkaten... Gerçekten kavramlar hakkında bilglenmelisiniz... Söylemediğim şeyleri hangi akla hizmetle bana itham ettiniz bilmiyorum ama "Türklerin (Benim) Müslümanlaşma Süreci" "Hıristiyanlığın ve İslamiyetin Misyonerlik veya Tebliğcilik Anlayışı" "Öte Dünya hakkındaki Kandırmacalar ve Korkutmalar" "Din Değiştirmeye Yönelik Faaliyetler ve Temelleri" hakkında çok ciddi olarak tartışabiliriz istiyorsanız. Ve isteyin ki sizinle "Kavramlar" üzerine de bir tartışma açalım... Yada bırakın bunları, sadece "Yunus Emre" üzerinden bir tartışma açalım... Beni itham ettiğiniz her konuda tartışmaya hazırım. Yazdığınız ileti, benim yazdığım iletiye karşı bir cevap oluşturmuyor, sadece bir kızgınlık hissediyorum o kadar...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Arkadaşım niye dilin tutuldu ki? "Yav bırakın herkes araştırsın, neye inanmaka istiyorsa ona inansın" demiyor musunuz yoksa? peki Misyonerler öyle mi yapıyor? Daha küçük yaşalrda, ceplerine para koyarak, çikolata ile kandırarak çocukların akıllarını karıştırıp Dinlerini değiştirrmiyorlar mı? yoksa bunu mu savunuyosunuz siz de? Benim bu şekilde şahit olduğum kaç tanıdığım var biliyo musunuz? Hayır, yadırgamanızı şunun için anlamadım... Tamam din tacirliği yapmayı, insanların akıllarını bulandırıp, din değiştirme yönünde psikolojik kandırmaların ve yönlendirmelerin yapılmasını sanırım ikimizde haksız ve alçakça görüyoruz değil mi? Peki bununla birlikte, Misyonlerleri eleştirmemi nasıl haksız görebiliyorsun anlamıyorum. Daha geçen gün binlerce kişiyi fişleyip inançları konusunda yargıda bulunana misyonerler yakalanmadı mı? mahkeme çıkışında ne diye bağırdılar biliyo musunuz? "Siz sahip çıkmazsanız, böyle olur. Yaptığımızdan gurur duyuyoruz..." Yapmayın arkadaşım. Siz gidip, Müslümanlar dine davet edince haksız göreceksiniz ama Hırisitiyan misyonerleri haklı göreceksiniz... böyle bir mantık yok asla... Saygılarımla...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Bu bilimlerin hiç birinin arınmayı sağladığını düşünmüyorum. Zira bu bilimlerin doğduğu yer olarak düşünülen Avrupaya ve Avrupa tarihine bakarsanız çok net anlayabilirisiniz. Ayrıca bu bilimleri son derece anlamış!!! olarak iddia ettiğimiz, Demokratik, Laik, Düşünsel(Felsefe), Politik(Siyaset) olarak nitelediğimiz Avrupa insanına bakarsanız, ne kadar arınmış oldukların8ı görürsünüz... Oysa Çinde, Tibette, Japonya'da, Orta Asyada, Hindistanda insan arınmasını sağlayan binlerce yıllık Düşünce sistemleri vardır ve onların tek birini bile yukarıda saydığınız henüz bir kaç yüzyıllık birikimlerin hepsine dahi değişmem... Yukarıda saydığınız birikimlere sahip Avrupa toplumları ile doğu toplumlarının "İnsancıllığını" karşılaştırın bence... Mesela ABD Demokrasinin temsilcisi öyle değil mi? Zaten o yüzden Irak'ı işgal etmedi mi? Fransa "Laikliğin" ve "Demokrasinin" doğduğu yer ama daha 30 yıl önce Cezayirde Katliam yapıp, bu bir Ulus!!!un kötü kaderi olarak tanımlayıp, "Türkler Ermenileri Öldürmemiştir" demeyi yasaklayan bir anlayışa sahip? Papa hem bir Din devletini yönetip, hemde pişkin pişkin "Türkiye'nin Laikliğinden memnun değiliz diyebiliyor mesela??? İngiltere ise Sosyoloji'yi "Orientalizm" "Doğu Bilimi" adı ile Doğu Halklarını birbirine düşürmek için kullanabiliyor mesela, doğu kültünü ve dillerini çok çok iyi bilen ajanlar yetiştirebiliyor... Ahlak!!! umarım Ahlak konusunda batıyı örnek göstermezsiniz... Gerçi affedin, diğer bilimlerde de batıyı örnek göstermemiştiniz ama ben cevap verdiğiniz yazımda, insanın kendini bulabilmesi için "Doğu Mistisizm"inden bahsetmiştim, sizde buna karşılık olarak bu bilimleri sıralamışsınız ve bilinir ki bu bilimler Batı kökenlidir, o yüzden bende Batıdan örnekler verdim... Ama gerçekten umuyorum ki Ahlak konusunda umarım Batı'yı örnek göstermiyosunuzdur... Bakın belki çok katı bir görüş sergilicem ama "İnsanlık" konusunda batıya hiç mi hiç tamah etmem... Çünkü tarih ortada. Tamam belki savaşlar, katliamlar doğuda da oldu ama İnsanlık açısında Doğu daha ileridedir. Size, İranı "çağdışı" olmakla suçlayan bir adama, İranlı bir gazetecinin verdiği cevabı yazmak istiyorum "Avrupalılar Arenalarda insanlar birbirine öldürtüp, aslanlara yem yaparken, biz burada Satranç oynuyorduk"... Bence Doğunun birikim göz ardı edilmez... Emin olun ki "Hayalimdeki" İslam'ı değil, inandığın ve Anladığım İslam'ı anlıyorum. Sizin ise İslam'ın tanımladığı Allah'ı katliamcı, korkutucu olarak nitelemenize kızmıyorum... Emin ol ki gerek Yunus Emre, gerek şamanlık, gerek budistlik, gerek diğer doğu inançları hakkında yeteri kadar karşılaştırma yaptım... Öncelikle şunu belirtmek isterim ama, ilk olarak; Şamanizm bir inanç değildir... Şamaniz daha çok uygulamaya dönük Ruhlarla ve Cinlerle iletişimi sağladığı düşünülen ve Şaman dene kimselerce uygulana bir Gelenektir... Şamanlar için şamanizm bir yaşam tarzı iken normal halk için bu kimseler, sağlık sorunlarında şifacı, siyasi konularda gelecekten haber veren kimseler olmaktan öteye gidememiştir... Budizm ise daha çok kişisel bir "Kendine Dönme" felsefesini içerir... Ruhsal dinginliği sağlamaya yönelik olduğu şeklinde özetleyebileceğimiz bir inanç sistemidir. Doğu Mistisizminin tümü ise bu iki akıma bağlı olarak gelişmemiştir. Mesela Türkler, Budizmden çok daha ayrı olarak Gök-Tanrı inancına sahiptirler... İranlılarda, (doğruluğu yada yanlışlığı bir tarafa) Aleviliğin temeli olarak kabul edilen Mazdek inancı vardır. Hindistanda ise, hiç bir zaman kırılamayan Kast sistemi içinde, her Kast kendine has inanç sistemleri oluşturmuşlardır. Bu inançlar birbirlerine az çok benzeselerde farklılıkları belirli derecelerde vardır. En doğrusu da bu değil mi zaten? Eğer yazdığım her yazıyı dikkatle okursanız, aynı düşünceyi paylaştığımı görürsünüz zaten... Ama peygamberleri aynı şekilde yargılayamazsınız, çünkü peygamberlerin asıl görevi, zaten kendileri arınmış oldukları için, insanları dine çağırmaktır... Zaten Buddha'da aynısını yapmamışmıydı? Keşişleri sadece kendileri ile uğraşırken, kendisi insanlara Budizmi öğretmemiş miydi? Aynısını tüm diğer Peygamberlerde yapmıştır, aynen Buddha gibi... Ve aynen bir keşişin yaptığı gibi Yunus'ta kimsenin inancıyla uğraşmamıştır. Sadece soranlara bildiklerini anlatmıştır. Ve ben hiç bir kimsenin Yunus'u suçladığını iddia etmedim zaten arkadaşım. Tabii ki de... Kimsenin inancı kimseyi bağlamaz... Önemli olan saygı duyabilmektir... Önemli olan Milleti bölmek ve insanların aklını karıştırmak için Misyonerlik yapmamak, yapıpta "Din Özgürlüğü var, herkes istediğine inanır" diyerek pişkinliğe vurmamaktır. Çünkü görüyoruz ki Türkiye'de söylediğiniz keyfiyetlere uymayan Hırisityan misyonerler türemiş bulunmakta ne yazık ki... Saygılar...
-
İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR
Arkadaşım, söylemleriniz için çok sağolun, çok memnun oldum... Öncelikle inanıyorum ki, tarihte varlığını bildiğimiz bir çok misal, aslında özün çeşitli anlatımları. Mesela buna bir örnek vermek gerekirse: Nasrettin hocanın davası hikayesini bilirsiniz... Hani Davalıyave davacıya ve şahitlere hep "Haklısın" der. Yanındaki yardımcı kadı, "Nasıl olur, herkses Haklısın" dedin der, Hoca döner ve der ki; "Vallahi sen de haklısın"... Yani bakın, ister siz olun, ister bir başkası olsun... Ben herkesin ve herşeyin özünde O'nun olduğuna düşünüyorum, zaten Nasrettin hoca'nın herkese "Sende Haklısın" demesinin nedeni bu... Herkesten bişeyleri çıkaran O... Herkesten işleyen O... O yüzden kimsenin İslama saldırması yada karşı tutum sergilemesi veya yobazca İslamı savunması beni ilgilendirmiyor. Diyorum ya, herkes anlayabildiği kadarını savunur ancak... Hakkımdaki kaygınıza gelince... Söylediğiniz yani altını çizdiğim görüşünüz çok doğru... İslamı benim ve benim gibi algılayanların görüşlerini kaldıramayan yada anlamlandıramayan Müslümanlar, Ateistlere yaptığından daha eleştirileri bizim için yapıyorlar, kaldı ki Hallac-ı Mansur bu yüzden idam edilmedi mi zaten? Ayrıca şunu da söylemek istiyorum Ateistleri ve Benim gibi düşünmeyen Müslümanları birleştirebilen tek zümre de biziz sanıyorum çünkü her iki kısım da bizim için aynı ithamlerı söylüyorlar "İslamı kafamıza göre anladığımız" "İslamı kendimize göre yorumladığımız" tesbitini yapıyorlar. Oysa ki zaten her insan Evreni algılayabildiği kadarıyla anlamlandırmıyo mu? Diyelim ki mesela siz Hıristiyansınız, Dünyayı öyle algıldığınız içindir bu. Eğer ruhunuz rahat değilse zaten Hıristiyan olarak kalmazsınız değil mi? Tıpkı Müslümanken Ateist olan arkadaşlarımız gibi öyle değil mi? Bu "Benim Ailem Müslümandı, Bende Müslümanım" meselesi değil aslında... Tamam benim ailem Müslüman ama benim ailem de beni söylediğiniz grup gibi katı bi şekilde eleştirebilmekte çoğu zaman... Niye? Çünkü benim algılarımla onların ki farklı... aynı aileye mensub olduğumuz halde hemde... Gelelim, Kavramları anlamadaki asıl meseleye... "Her zaman aynı noktada buluşamayacağımız"dan bahsetmişsiniz... Ama inanın, birbirimize saygı duydukça, aynı noktada buluşamayacak olmamız, bize daha çok zevk verecektir... Her ne kadar farklı anlasakta hayatı, paylaşmak çok güzel... Öneli olan her kavramın yerli yerinde kullanılması bence... Bakın, ben Kavramları anlama konusunda tek bir şeyin önemli olduğuna inanıyorum; Doğru sorunun sorulması... Şimdi Bir Müslümanı ele alalım... Bir Ateist "Allah Nedir?" sorusunu çok rahat ve özgürce, korkusuzca sorabilir değil mi? ama bir Müslüman böyle bir soruyu hiç bir zaman soramaz ve sorarsa Müslüman olamaz artık... Ama bakalım acaba öyle mi hakkaten... Şimdi Aynı soru aslında iki özellik içerir mana açısından... Ama gerek Ateist olsun, gerek sıradan bir Müslüman olsun "Allah nedir?" sorusunu hep "Yargı" amaçlı sorulması gereken bir soru olarak ele alıyorlar. Oysa sorular sorular dediğim gibi iki özellik taşırlar: 1-Yargı amaçlı 2-Anlama amaçlı... Şimdi bir Müslüman "Allah Nedir?" sorusunu sorduğunda kendisini şirke düşmüş olarak görür ve böyle bir sorunun sorulmaması gerektiğini düşünür... Oysa Niyetiniz önemlidir... Eğer bu soruyu "Allah'ın varlığını ve ya yokluğunu test etmek, yargılamak" için soruyosanız siz zaten henüz inanmış bir Müslüman değilsinizdir ve bu soruyu bu manada dahi olsa sormanız sizin için korkulacak bir anlam ifade etmez... Zaten Allah'a inanan bir insan, bu soruyu bu manası ile de sormaz... Bu soru "Anlama" amacı ile kimler tarafından sorulabilir peki? Bunu ben kendi açımdan cevaplandırayım en iyisi: Allah'ın "Hakk" olarak her varlıkta mevcut olduğunu bilen biri için bu soruyu sormak hiç te korkutucu değildir. Çünkü her an zaten Allah'ı Anlamaya çalışmakla meşguldürler... Her anladıkça da artık geriye dönüp tekrar o soruyu sormakla meşgul olmazlar... Bakın, ben "Allah Nedir?" sorusunu çok rahatlıkla sorabilirim. Buna bir örnek vermem gerekirse, Hz. Musa'nın bu soruyu sormasını örnek gösterebilirim. Hz. Musa aslında Allah'ın kim olduğunu bildiği halde, yanan ağaçla konuşurken, konuştuğunun aslında Allah olduğunu bildiği halde "Kimsin Sen?" diyor ve aldığı cevap "Ben O'yum=Ben Elohim'im" oluyor. Allah'ı sorularla tanımaya çalışmak şirke düşmek demek olmaz. Çünkü şirk Allah'tan başka tapınılacak bulmak ve Allah'ın Bir olduğunu bilmemek demektir. Allah'ın varlığını bilerek başka bir şeye tapmadan ve hala Allah'ın Bir olduğuna inanan bir insan nasıl bu soruyu sormakla "Şirk" işlemiş olabilir? İşte diğer Müslümanların (Avam), bizi hakir görmelerinin ve kimi zaman böyle düşünenleri idam etmelerinin nedeni bunları anlayamamalarıdır. Allah'tan şüphe duyan ve varlığından emin olmayan bir insan bu soruyu sormaktan nasıl korkabilir? Bu soruyu "Aman sorarsam, Allah'ın varlığından şüphe etmiş olurum" diyerek soran bir insan, zaten öyle bir ihtimali aklında bulunduruyor demektir. Oysa Allah hiç bir şüpheye düşmeden inanmamızı ister, hemde hiç bir sorunun seni O'ndan uzaklaştıramayacağı kadar Teslim olmanı ister kendisine... Allah'ı tanımaya çalışmak korkulacak bir şey değildir diye düşünüyorum... Eğer anlatmaya çalıştığımı anlatabildiysem, çok sevinirim... Saygılarımla...
-
Allah varsa nerdedir?
Arkadaşım, ne kadar aynı düşüncelere sahip olsak yada olmasakta, bu söylediğine birebir katılıyorum... Şunu söylemek istiyorum, yaptığın tesbitler gerçekten çok güzel oluyor ve okumak zevk veriyor... İşte Allah'ı, daha doğrusu Hakk'ı Maddeden ayrı düşündükleri için, ömür boyu cennet ve cehennem korkusu ile yaşamaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktur... Oysa Allah yarattıklarından sadece "Allah"lığı ile ayrıdır, Hakk'lığıyla her şeyin Özünde zaten O vardır... Hakk'ın gerçekte ne olduğu anlamlandırılamadıkça, BrainSlapper'in tespit ettiği çelişkiden hiç kimse kurtulamayacaktır... İşte, yine çok güzel bir tesbit... Tebrikler... Dediğim gibi, Mireç olayı Hz. Muhammed'in göğe çıkıp'ta Allah'ı görmesi yada onunla konuşması falan fistan gibi bir olay değildir tam olarak. Neye binip çıktığı da önemli değildir. Refref yada Burak diyolar o şeyin adına... Asıl önemli olan Hz. Muhammed'in orada yaşadıklarının, yeterince anlama kapasitesine sahip olmayanların bunu yanlış anlamlandırmasıdır. Miraç olayında Hz. MUhammed kimi görecek? zamandan, mekandan, görüntüden ve bir bedenden münezzeh olan Allah'ı mı görecek? buna hakkaten inanıyor musun Faruk.nur arkadaşım? Hz. Muhammed orada allah'ı görmemiştir. Orada bizzat sınanmıştır. Tıpkı Musa'nın Tur dağında sınandığı gibi... Hz. Musa Allah katındadır ve Musa orada bir anlama sınavındadır. Acaba ne diyecek? "Ben Hakk'ım", "Ben O'yum", "Ben Kul'um"... Hz. Musa "Kul" olduğunu düşünmüş ve Tur dağından indikten sonra dahi hep Allah'ı aramıştır. Hz. Muhammed "Ben Hakk"ım demiş ve Allah'ın bir tek O olduğunu anladığını, kendisinin ise sadece Hakk olduğunu anladığını bildirmiştir. Yani Miraç olayı öyle sizin fantastikleştirdiğiniz gibi gidipte Tanrı ile namazın kaç vakit kılınacağı ile ilgili pazarlıkların yapıldığı, Hz. Muhammed'in astral seyahate çıktığı bir olay değildir... Bu kadar basit değildir. Miraç ile cevaplanan soru ise "Cenneti Cehennemi Allah'ı Gidipte Gören mi var, Dönen mi var" sorusu değil, "Allah ulaşılabilir midir, ulaşılamaz mıdır?" sorusudur. Cennet ile Cehennem'in görülüp görülmediği sorus ise dolaylı olarak cevap bulmuştur. Çünkü Allah'a ulaşamamaklık Cehennemi, ulaşmak ise Cenneti ifade eder... Hz. Muhammed Miraç'ta Allah'a ulaşarak "Cenneti" tatmış, sonra O'ndan ayrılıp yere gelerek Cehennemi tatmıştır... Miraç budur...
-
Allah varsa nerdedir?
Sayın BrainSlapper, sabrınızı zorladıysam özür dilerim ama bakın, dediğiniz gibi her şeyin özünde Tanrı'yı hissediyorum ancak anlayışımda şu var, ki öncelikle bunu açıklamam gerekiyor sanırım. Şimdi dediğim gibi varlığın ve insanların özünde Tanrı var... Bu yadsınamaz benim için ve ben bunu zerresine kadar hissediyorum ve bu konuda vicdanım rahat... Yani "Ene'l Hakk" tümcesi benim için tehlike ifade etmiyo. Ama bakın, işte asıl mesele de buradan kopuyo... Şimdi bunu diğer Müslümanlara söyleseniz, Allah'lık iddiasında bulunduğunuzu iddia eder... Gerçi bu önemli değil aslında, önemli olan sizin Allah'ı tanımanızdır... Şimdi bu noktada şunu demek istiyorum, Allah diyor ki "Ben İnsanı Kendi Suretimde Yarattım", yani insanlar, bedensel olarak değil tabii ki ama ruhsal olarak Tanrı'nın suretindeyiz ve hiç bir farkımız yok... Bakın Hz. Muhammed'in miraçta asıl yaşadığı neydi biliyo musunuz? Yani göğe çıkıp bazı emirler alması bir yana, düşünmek lazım, niye tüm ayetleri normal şartlarrda dünyada alırken, o ayetleri miraçta aldı... bu sizin kişisel araştırmanız olabilir ama asıl önemli olan hemen her peygamberin böyle bir olayının olmasıdır. Hz. Musa tur dağına çıkıyor mesela... İşte bu tür olaylar, o insanların sınandıkları olaylar. Orada bedenden arındırılıp Allah'tan farkları bırakılmıyor ve ölçülüyorlar "Acaba -Ene'l Hakk=Ben Hakkım- mı diyecek, yoksa -Ene'l Allah=Ben O'yum-mı diyecek?" ikincisini derse yanıyor zaten ama olabilir de o zevkiyat hoş gelip onu da diyebilir, sınırını bilmeyebilir. şunu ölçüyor: Kul acaba Hakk olduğunu biliyor mu? Yani Allah istiyor ki, Kul'da Tanrısallık olabilir ama yine de Kul haddini bilmeli. Bakın Tanrı bu konuda kıskanç. Kulum sadece bana tapsın ve sadece beni sevsin Tanrı olarak diyo, ve sınırlarını bilsin... Şimdi önemli olan ise, siz kendinizi (ve Evreni) Hakk olarak mı görüyorsunuz? eğer Hakk iseniz bunu tanımlamanız gerekiyor ve bunun göstergesi de ibadetlerdir. Ben bu açıdan Müslüman olarak niteliyorum kendimi... Yunus'ta namaz kılardı mesela ama kendisini sadece kul olarak görüp Hakk olarak göremeyenler için, Allah'a ulaşmanın ne olduğunu anlayamayıp sadece Cenneti arzulayanlra için iki şey söylemiştir mesela : "Kıl Beşi Kurtar Başı" ve "Sen İsteye Cenneti ve, Bana Seni Gerek Seni"... Her ne kadar Ruh bakımından Tanrısal olsak ta, Hakk olsak ta, Allah değiliz ve Hakk ile Allah arasındaki tek fark kişinin eninde sonunda "Kul" olduğunun yani "Yaratılmış" olduğunun bilincinde olmasıdır. Bakın peygamberlerin hepsi bu yüzden ibadet etmişler... Yoksa zaten (avamın anlayacağı dilden söylemek gerekirse )cennete gideceği, (Hakk olanın anlayacağı dilden söylemek gerekirse) Hakk'a karışacağı, Allah'a döneceği, ulaşacağı belli olan kimsenin ibadet etmesi mantıksız olurdu. Peygamber adı üstünde "Allah'ın Sevgilisi" ama hep İbadet edermiş, hatta geceleri Tövbe edermiş hep. Bigün eşi sormuş mesela -Sen peygambersin, günahın olmaz ne niçin tövbe edeiyorsun? cevap vermiş -ama Kulum!... Kendimi Müslüman olarak adlandırmamın nedenini anlamış olmanızı umuyorum... Gelelim "İslamı milyonların anladığından farklı, Cillop gibi, pırıl pırıl anlamış olmam" meselesine... Hiç bir insan aynı şekilde anlayamaz hiç bir şeyi... Kimse de İslamı aynı şekilde anlıyor değil... Herkes gücünün yettiği kadar anlıyor ve bundan öteye de geçemez. Bırakın Dinsel inancı, Bilimsel olarak ta bu böyledir. İnsanlar ancak anlayabilecekleri kadar anlar ve herkeste bireysel farklılıklar mevcuttur. Bakın Ateistler ve Müslümanların, benim gibilere söylediği en sıradan ithamdır bu "Senin kafandaki İslam" "Sen İslamı anlamak istediğin gibi anlıyosun" derler... Her iki grubunda birleştiği tek nokta budur. Çünkü ikisi de kaldıramazlar yada şöyle diyeyim anlayamazlar... Önemli olan İnanç bir Vicdan meselesi ise, benim vicdanım rahat... Hallac-ı Mansur, Nesimi hep bu yüzden idam edilmişler... Ama adamlar öldürülecekleri halde ölümden korkmamışlar, siz bunu "İdealistmişler de ondan" şeklinde niteleyebilirsiniz ama emin olun o adamların umrunda olan şey "İdealist olmaları" değildi. Ölüm o adamların umrunda olmadı çünkü onlar ölümün olmadığını biliyorlardı. Adam zaten "Ene'l Hakk=Ben Hakk'ım" diyerek, bedeni aştığını, O'na ulaştığını açık açık söylemiş zaten. Sizce artık bedene ihtiyacı var mıydı? yada ölüm umrunda mıydı? aynı şekilde Yunus'ta söylemiş :"Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm...". Ben Milyonların anladığından yada anlamadığından farklı bir İslam anlamıyorum, ben İslamı nasıl anlamam gerekiyosa öyle anlıyorum ve sizde nasıl anlamanız gerekiyorsa öyle anlıyorsunu, diğer arkadaşlarımızda... Hiç birimiz diğerine üstün değiliz, ben ve siz bir başkası ancak anlayabildiğimiz kadarıyla anlıyoruz... En son olarak ta şu "İslamı ak pak bir din olarak gösterme çabam"a geleyim... Benim böyle bir kaygım yok, ki bunu yazılarımdan anlamış olmanız gerekir. Çünkü ben size her zaman söylüyorum: ben sadece anladığımı anlatıyorum. Bakın insanlık tarihinde Din adına işlenmiş hiç bir işgal ve cinayet savunulamaz... İster Müslümanlık için işlenmiş olsun, ister Hıristiyanlık için işlenmiş olsun. Ama Tarihin tespit ettiği tek bir geçer akçe vardır ki "Tüm savaşların nedeni Ekonomik nedenlerdir". Hıristiyanların Haçlı ve Mezhep savaşları da böyledir, Müslümanların savaşları da döyledir... Ayrıca İslam'da bir savaşın Cihat olabilmesi için, saldıran taraf değil, saldırılan taraf olmak gerekir. Ayette şöyle der; HAC SURESİ/39 :Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir." Yani biri size savaş açacak ve sizde ancak o zaman Cihat ilan edebileceksiniz. Bundan başka yapılan savaşların ve kıyımların hepsi için aynı duyguları beslediğimizden emin olabilirsiniz... Ve takdir edersiniz ki Saldırılan taraf olarak Savunma yapmak ve Savaşmak en doğal haktır diye düşünüyorum... Bence İslam'ın savaş hukuku için, bu ayeti göz ardı etmemek gerekir... Din olarak İslamın temiz bir din olduğuna inanıyorum. Ancak İslam'ı temsil ettiğini iddia eden devletler hata yapmamıştır demek hiç doğru olmaz... Hataları dinlerden önce İnsanlarda aramalı diye düşünüyorum. Bu tüm dinler için geçerli. Haçlı seferleri için Hıristiyanlığı suçlamak saçmalık olurdu değil mi? yada Mezhep savaşları için... Din böyle savaşlarda sadece bir semboldür, birleştirici öğelerden sadece birisidir ve Ekonomik sebepler, Sosyal sebepler ve Yönetimsel sebeplerden sonra gelir ancak...
-
Allah varsa nerdedir?
Sayın BrainSlapper, Benim kasettiğim teklik, Ben'den bir tane daha olmaması değil. Tamam, orası öyle, benden başka bir ben daha da yok ama, benim kastettiğim Teklik, Tanrı'nın Evren ve İnsanla BİR oluşudur. Ayrı olmayışıdır. Bakın, bir çok Müslüman şöyle bir inanca sahiptir: Maddeye "Tanrı" dersek şirk olur... Aslen olay bunun tam tersidir... Maddeyi Tanrı'dan yada tam anlamıyla söyleyeyim: Hakk'tan ayrı görmektir asıl olan şirk. Çünkü Allah diyor ki "Ben sana şah damarından daha yakınım" diyor. İnsana şah damarından daha yakın olan insanın kendisidir, yani Hakk'tır... Enel'l Hakk'ta bunu karşılar zaten. Şimdi, Madde Allah değildir ama Hakk'tır... Ne Hakk'tan ayrı bir madde, ne de maddeden ayrı bir Hakk vardır. Bakın, Tasavvufta "Benliği Kırmak" diye bir deyim vardır. Kerem'in Aslı'ya ulaşmak için deldiği dağ, yine benlik dağıdır. Yani artık kendi özünde "Hakk"ın olduğunu tam manasıyla kavrayabilmiş olmayı anlatır. Birde şöyle bir şey söylemek gerekiyor; Mesela "Hallac-ı Mansur" Ene-l Hakk=Ben Hakk'ım dediği için idam ediliyor. Bakın bu lafzı, Ben Allah'ım şeklinde anlaşıldığı için idam edilmiştir ancak o doğruyu söylemiştir. Ahmed Yesevi'de onun doğruyu söylediğini söylüyor mesela. neyse, asıl demek istediğim asıl şirk, Tanrı'yı Maddeden ayrı düşünmektir. Bir tarafta Tanrı, bir tarafta Madde vardır diye bir tanım yoktur aslında, Tanrı her yerde ise aynı zamanda Tanrı Herşeydedir... Şah damarımızdan yakın olması bizim benliğimizin O olmasındadır... Maddeden ayrı olan Tanrı anlayışı yada daha doğru bir tesbitle "Kişiselleştirilmiş" bir Tanrı anlayışı, Ulaşılamaz Tanrı anlayışının yansımasıdır ve ne yazık ki Müslümanlar Tanrı'yı ulaşılamaz görmektedirler. Ancak Allah kendisi diyor, ben sana şah damarından daha yakınım diye. Yani Tanrı, Maddeden veya bizden ayrı bir Tanrı değil aslında. Bir kefede Tanrı, diğer kefede Madde ayrımı Tanrıdan başka varlık kabul etmek demektir. Oysa Allah (yada Yehova veya Elohim, Gök-Tanrı) "Benden başka Tapınılacak edinmeyeceksin" diyor; Benden ayrı bir varlık daha düşünmeyeceksin... Maddenin Tanrıdan ayrı olduğunu düşünmek bence tam bir uydurmadır ve nasıl olmuşsa hiç öyle bir inanca sahip olmadığı halde İslam dinine yerleşmiştir... Bakın yine söylemek istiyorum ki, gerçekten güzel bir tesbitte bulunmuşsunuz... Ama yine kendi anlayışım çerçevesinde eklemeler yapmak istiyorum. Şimdi İslamiyet "Teslim" olmak demektir... Tanrı'nın buyruklarına teslim olmayı, uymayı, o buyruklara körü körüne bağlı kalmayı ifade ettiği gibi çok yanlış bir anlayış var ancak... Teslimiyet Allah'ın koyduğu kurallardan çok, O'na, O'nun kendisine teslim olmayı daha doğrusu Özünüzdeki Hakk'ı bulmaya yönelik eğiliminizi ve çabanızı ifade eder aslında. Ama bildiğiniz gibi insan zihni Somuttan Soyuta doğru bir anlayış çabası içindedir. Yani bir şeyi anlatmak istiyorsanız özellikle somutlaştırıp ondan sonra soyut anlamını anlatabilirisiniz. Bizim hoca veya imam dediğimiz kısım bunu sanırım biraz abartarak yapmışlar bir misal vardır bu konuda: İmam bi köyde, teyemmüm abdesti için şöyle bir misal vermiş "Su kaplarını taşıyan eşeğin çan sesini duysan dahi, teyemmümün bozulur, o suyla abdest alman gerekir" demiş. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, o köy halkı artık her eşek çanı duydukça gusl abdesti almaya başlamışlar. Bu gerçek bi hikaye değil ama bir din nasıl yanlış anlaşılıra güzel bir örnektir bence. o yüzden bu gün İslama dair gördüğünüz her kural aslında Allah'ın koymuş olduğu bir kural da olmayabilir. Yanlış anlaşılmış bir kural da olabilir veya aslını yitirmiş başka manaya çekilmş bir kuralda olabilir. O yüzden ben gerçek kaynağı ayan beyan ortaya çıkana kadar her hurafenin tartışılması gerektiğini düşünüyorum. neyse gelelim "Teslimiyet"e ve "Allah"ın kurallarının tartışılabilir olmasına. Dediğiniz çok doğru, Allah tarafından indirildiğine inanılan hiç bir kanun tartışılamaz. Ancak şu da var ki, İslam'daki asıl tartışılamayacak olan temel nüvelerden başka dğer kurallar esnektirler ve tartışılabilirler... Mesela kölelik meselesi. Çağa göre anlam değiştiren bir anlayıştır. Siz bugün Kur'an uygun buldu diye Köleliği yasal hale getirememzsiniz. Çünkü Kur'an "kölelik olmalıdır" şeklinde bir ifade kullanmamıştır. Sadece Islah etmiştir. Bakın özellikle Vahabilerde görülen bir anlayıştır bu "Asr-ı saadette nasıl yaşanıyor idiyse, bugün de öyle yaşanmalıdır" Mesela Hz. Muhammed, Putlaştırma inancının, ölen ünlü kimselerin mezarlarını ziyaretle ortaya çıktığı için, en başta mezar ziyaretlerini yasaklamıştı insanlar henüz tam olarak bırakılamamış olan putperestliğe dönmesinler diye. Bugün vahabiler, o dönemde öyle yapıldı diye, bugünde bunu tekrar yapıyorlar. Ama artık günümüzde insan zihni taşa ota püsüre tapacak ve mezar taşlarını ilah edinecek zihniyeti çoktaaan aşmıştır. o yüzden bu hata bence İslama mal edilmemelidir. Yine Peygamber Heykel ve Resim yapımını aynı nedenden yasaklamıştır ama ne heykel yapmak günahtır ne resim çizmek. Kimse heykellere tapacak zihniyette de değildir artık. o yüzden Heykellere "Put" gözü ile bakan kimseleride İslama mal etmemek gerekir bence. Bunlar gibi bir çok kural hep çağa uygunlukla ve ıslah edilebilirlikle, yeniden düzenlenebilirlikle ilgilidir... Bakın Yunus Emre, Taptuk Emre'nin yanında yetişmiştir. Aldığı eğitim itibarıyla ve inancı çerçevesince Müslümandır. Bakın Anadolu-Türk Evliyalarının temeli Ahmed Yesevi'ye dayanır. Kendisi Müslümandır. Yani Yunus'un falan inancını sorgulamak gereksiz aslında ama Mevlana'nın Müslüman olduğunu biliyorsanız, ki Mesnevisi Kur'an-ı anlatmayı içerir, Yunus Emre Mesneviyi okuduktan sonra şöyle demiştir "Mevlana çok doğru söylemiş ama çok uzatmış lafı, ben olsam: Ete Kemiğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm, derdim" demiş. Müslüman olmayabilirisiniz ama bence Yunus'un müslümanlığını tartışmaya gerek yok. Ama şu var ki, Yunus, yine benim dediğim anlayışa sahiptir. Ki siz buna deizm diyorsunuz gerçi ben yada Yunus Deist değiliz ama olsun, canınız sağolsun... Bakın, altını çizdiğiniz kavramda "Tanrı-Evren-İnsan" birliğinden söz ediyorum. Ben Ateizmin böyle bir Tanrı yada evren anlayışına sahip olduğunu sanmıyorum. Deizm belki bir manada bunu karşılayabilir ama tam olarak karşılığı değildir. Deizme göre "Tanrı evreni bir saat gibi kurmuştur ve artık müdahale etmez". Ama ben diyorum ki, Hakk her zaman, her an herşeyin özündedir... Paganist anlayışa göre ise "Tanrı değil, Tanrılar" vardır bildiğim kadarıyla. Yani Hıristiyanlık öncesi Avrupanın inanç sistemidir Paganizm. Kişilerin ilahlaştırılması vardır. Aynı toplumdaki insanlar farklı farklı ilahlar edinmişlerdi ve dini semboller önem taşırdı. bugün tarot kartlarındaki figürler ve Hıristiyanlıktaki bir çok Şeytan figürü veya Melek tasvirleri hep Paganist anlayışın Hırisityanlıktaki yansımalarıdır. Paganizmdeki hoşgörü, Hıristiyanlığın Avrupada yayılması ile yerini Mezhep savaşlarına bırakmıştır diye düşünüyorum... Yani şunu söylemek istiyorum, Benim tanımım, bu inanç sistemleri ile pekte öyle göründüğü gibi benzeşmemektedir aslında. Saygılarımla
-
İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR
Sayın BrainSlapper, merak etmeyin o soruları sorabilen müslümanlarda var. İnancın, Bili,m yapmayı engellemediğini düşünüyorum... Çünkü sizinde dediğiniz gibi, Bilim, Dinle uğraşmaz... Dinde Bilimle uğraşamaz... Bir soyut diğeri somut kavramlar ve anlayışlarla ilgilidir
-
Allah varsa nerdedir?
Sayın BrainSlapper arkadaşım, söylediklerimin yada bildiklerimin kabı "Agnostisizm"mi, yoksa "Deizm"mi, beni bu ilgilendirmiyor... Bunlar sadece kavramlar. Ben inandığım şeye sizin "Başlangıç'a nasıl ortaya çıktığını (bing bang'a start veren şey neydi) ve evrende varolan kuralların nasıl ortaya çıktığını açıklayamadığı için, Tanrı'nın larlığına inanmak. Bunun dışındaki şeylere inanmamak, cennete, cehenneme inanmamak. Veya farklı yorumlamak." uyarınca inanmıyorum... Veya "Tanrı'nın varlığına inanıp, dinlerle ilgili diğer hususlara inanmayanlara deist denir" tanımıda beni vurgulamıyor. Ben "Müslümanım". 1incisi: evrende var olan kuralları açıklayamıyor değilim, aksine bu kuralların nedeninin ne olduğu ile ilgili bilgilerim beni tatmin ediyor ve İslam'ı anladığımı düşünüyorum... Cennete, Cehenneme de inanmıyor değilim, sadece asıl olanın, gördüklerimizden farklı olduğunu düşünüyorum... "Agnostist" yakıştırmasını küçümsemek için mi yaptınız bilmiyorum ama, ben sizin bir iki yazım ile tanımladığınız "Agnostist" değil, ben "Ben"im... Herkes anlayabildiği kadar inanır... 2incisi: Tanrının varlığına inandığım gibi, koyduğu kurallar, ibadetlere de inanıyorum ve gücüm yettiğince uyguluyorum... Yada şöyle tanımlıyayım, bir Müslüman, inanç hususunda "İbadet" olarak neleri yapıyorsa, bende onları yapıyorum... Bir deistten bunu yapmasını bekleyemezsiniz... Yine söylüyorum ki, ben sizin tanımladığınız değil, ben kendimi nasıl tanımlıyorsam, O'yum... 3üncüsü: özellikle söylemek istiyorum ki, "Yunus Emre"nin "Ete Kemiğe Büründüm, Yunus diye göründüm" inancını paylaşıyorum... Buna mesneviyi de katabilirisiniz... Yada gelin biz buna "Agnostisizm" veya "Deizm" değil de "Tasavvuf" diyelim... Bence gördüklerimiz kılıftır, içimzde başka bir "Ben" vardır... Sanırım "Agnostist" mi yoksa "Deist" mi olduğum konusunda bilgi verebilmişimdir. Ama konumuz benim ne olduğum değildi ve bu yazınız gereksizdi... Sanıyorum "Popüler Bilim" dergisindeydi, bir yazı okmuştum; "Uzay boş değil, aksine enerji (dalgaları) ile dopdoludur." Şimdi bakın, Farabi'nin çok basit bir tespiti vardır; "bir bardağın içindeki "Hava"yı çekseniz bile, o bardakta geriye kalan hava, bardağın yine her köşesini doldurur." Uzaydaki enerjide böyledir. Biz şundan bahsediyoruz: Madde. Bing-Bang Maddeleşme sürecinin ilkidir. Bakın, madde enerjiden meydana gelmiştir ancak madde enerjiye çevrilebilirken, enerji maddeye çevrilememektedir... Ben inanıyorum ki "Her şey O'ndan geldi ve her şey O'na döndürülecek..." Şimdi "Tanrı" inancı iki türlü açıklama gerektiriyor: ilki; o sonsuz ve uzayı dolduran enerji "Allah"mı?. ikincisi; O sonsuz enerji Allah'ın "Hakk"lığı mı? Bakın Allah, O'nun sadece özel adıdır ve kimseye ait değil, yalnız O'na aittir... Ancak Yaratılmış her şey Hakk'tır. Yani yaratılmış her şeyin özünde (Tanrı-Evren-İnsan) Hakk vardır... Bunu şöyle açıklamaya çalışayım: gündelik hayatımızda Elektrikli aletler (Madde) vardır... Ancak hepsinin çalışması için aynı şeye ihtiyaç vardır: Elektrik (Hakk)... şimdi burada hemen "Hakk" olmamız mı bizi çalıştırıyor" sorusunu sormadan önce, her maddenin özünü açıklamak için kullandığım tanımın bu olduğunu unutmayın. Devam edeyim: Şimdi siz gittiniz ve birbirinden farklı yüzlerce Televizyon türünden bir model Televiyon (İnsan) aldınız. Bu televizyonu Çalıştırırsınız (Yaşam) ve izlersiniz. Burada şu önemli; Siz daha, fişi elektiriğe taktığınızda, Televizyonun çalışacağını "Bilirsiniz" (Kader). Fişi taktığınıda da o Televizyon Çalışır (Kaza). şimdi burada iki anlamlı bir anlayış var ki; "Kader"... Siz televizyonu açtığınızda çalıştığını bildiğiniz kadar, onun size sadece "Görüntü" ve "Ses" vermekten başka bişey yapamayacağınıda Bilirisiniz... Bunu bilmeniz, Allah açısından "Kader" olduğu gibi, o televizyonun, bunlardan başka bir şey yapabilecek nitelikte olamaması da "Kader"dir. Yani Televizyon'un koku verememesi veya İnsanın kanatlanıp uçamaması gibi... Şimdi gelelim Günah ve Sevap konusuna. Günah ve Sevabın işlenmesinin tek sebebi; yine insann "Anlayabilme" yeteneğidir. Bir şeyin günah olduğunu bile bile yapmamız, o eyin günah olduğunu bilmemizden ama manasını anlayamamamızdan ileri gelir... Şimdi bunu şöyle izah edeyim; o televizyonu çalıştırdığımızda, bir süre sonra bozulabilir (Günah). Şimdi Ene'l Hakk=Ben Hakk'ım dediğimizde nasıl ki işlediğimiz günahları Allah'ın işlediğini ve bizi sorumlu tutamayacağını iddia edenler varsa da, o Televizyonu (İnsan) çalıştıran Enerji (Hakk), Bozulmadan (Günah) sorumlu değildir... Bozulma, televizyonun kendi bünyesindeki "Yetersizlik"ten (Anlayamama) ileri gelir... Hiç bir televizyon tamircisi, televizyon bozulduğu zaman "Elektriği" değiştirmez, parçayı değiştirir veya yeniler (Kşin Anlamlandırabilir hale gelmesi). Burada hemen "televizyon, Elektirik voltajının fazla gelmesi ile de bozulur" önermesini sunmamalısınız, çünkü ben sadece anlatmak istediğimi basitleştiriyorum... Yaratılış ve İslam'daki bir çok kavramın, ben bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Yada şöyle söyleyeyim, Ben İslamı bu şekilde anlıyorum. Ve bence tüm dinler aynı kaynağa dayanmaktadır... Bakın bu misallerinizi gerçekten çok takdir ettim... Bu forumda okuduğum, anlatılmak istenenin anlatılabildiği en net ifadeler diyebilirim... Ancak ikinci madde de anlatılmak istenenle benim anlatmak istediğim arasında bir paralellik kurmak yada kendi ifademi aktarmak istiyorum: Ben Tanrı ile Evrenin birbirinden ayrı olduğuna inanmıyorum. En basit örneği Tasavvuftaki (İslamdaki) "Tanrı-Evren-Ruh" yani "Vahdet-i Vücut=Birlik" ilkesidir... Var olan hiç bir şey, Tanrı'dan ayrı değildir. Her şeyin özünde Hakk'lığıyla (Ene'l Hakk) O vardır. Herşey yine birgün O'na döndürülecektir, çünkü O'ndan gelmiştir. Bunu O'ndan ayrılmak manasında anlamayınız. Bir Mermeri şekillendirir ve Heykel yaparsınız ama herkes ilk olarak "Heykel"i görür... Ama o hala bir mermerdir... Özü anlamakla anlamamak arasındaki fark budur. Siz heykeli Mermer (Hakk) olarak görebiliyor musunuz yoksa sadece güzel bir Heykel olarak (Dünya hayatı diyebiliriz)mı görebiliyorsunuz, verebildiğiniz anlam nedir? Tanrı-Evren-İnsan Birliğini anlamadaki temel kural budur... Saygılar...
-
İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR
Arkadaşım, bak İslam'ı çok iyi anladığını söylüyorsun ama nedense İslamın benimsemediği bilgileri İslam'a ithaf ediyorsun. İslam Araplara inmiş bir din değildir... Aksine insanlığa seslenir. Yahudilik gibi Milli bir din olsaydı, Evrensel olma iddiasında bulunamazdı ve sadece Araplar için indiğine inanılırdı ama biliyosunuz ki İslam Milli bir din olmaktan çok öte bir anlayışa sahiptir. bu konuda açıklama yapmak biye yersiz, bakın özür dilerim "Bilmiyorsunuz" şeklinde itham etmek istemiyorum, o yüzden sadece diyorum ki, İslamı olduğu gibi ve gerektiği gibi anlamıyorsunuz yada anlamaya çalışmıyorsunuz... Zihninizde bir "Din" imgesi var ve islamı o kalıba oturtmaya çalışıyorsunuz. yani sizin için aslında iki tane İslam var; biri sizin aklınızdaki İslam, diğeri de gerçek İslam... Bakın bu konuda sizi sonuna kadar destekliyorum... Din adına yapılan öldürmeleri teker teker sayın, hatta bende size yardım edeyim ve bu ortaçağ zihniyetinin karşısında duralım ancak bunları dine mal etmeyelim... Çünkü dediğim gibi, eğer dini "Bireysel" olmaktan çıkarırsanız yani "Vicdan Meselesi" olmaktan çıkarırsanız, söylediğiniz katliamları bugün bile görebiliriz... Ama şu da vardır ki Din adına en çok katliam yapan ve hala da devam eden topluluklar Avrupalı Hıristiyan topluluklardır... Bakın hep söylediğim bir şey var; neye inanıyorsanız gerçek o'dur... Siz bildiklerinizin Kur'an-ı çürüttüğüne sıkı sıkıya inanıyor olabilirsiniz, ama olayın bide şu yönü var ki, bizim bildiklerimizde bize göre Ateizimi çürütüyor yada sizin bildikleriniz bizim için İslam'ın çürütülmesi açısından yeterli ve doyurucu gelmiyor... Yani bu bu kadar basit... Sizin bilgilerinizin yeterli yada yetersiz olup olmadığını tesbit etmek aslında benim haddim değil ama gördüğüm kadarıyla sadece şunu söylemek isterim, İslam'ı olduğundan çok çok farklı anlamışsınız ve çok farklı ve yalnış niteliyorsunuz... yoksa hiç kimse Evren hakkında yeterli bilgiye sahip değildir zaten... Bakın Din yetersiz değil... yani siz bence dinleri ayrı ayrı ele alarak bir tesbitte bulunuyorsunuz... Oysa ben tüm dinlerin aynı kökene geldiğine inanıyorum. Bakın öncelikle şu ayrımı çok iyi yapmak gerekir... Geçmişte Aristo, tek başına Matematik, Felsefe, Geometri ve Tarih, Din vs vs vs gibi bilimleri bilebilmekte ve onun için "Herşeyi Bilen" olarak nitelenebilmekte idi, ancak günümüzde hiç kimse her bilimi bilememektedir... Yani bir Filozof artık Matematikte o kadar uzmanlaşamamaktadır yada diğer alanlarda... çünkü artık Bilimler birbirinden ayrılmış ve başlı başına akıl almaz gelişme göstermişlerdir... Aristo gibi artık kimse her bilimde uzmak olmak gibi bir lükse sahip değildir... Şimdi asıl gelmek istediğim nokta şu... Eski dönemlerde Bilim ile Din içiçe yürütülebilirken, artık şimdi bu mümkün değildir... Bilim artık başlı başına Canlı ortamı ele almakta ve insanları Varoluş noktasında doyurmayı amaç edinmektedir... Din ise bundan tamamen ayrı olarak Manevi boyutta insanları doyurmayı amaçlamaktadır... Sizde biliyorsunuz ki, hiç bir kutsal kitap şifa veya formül kitabı değildir... Yani Artık Bilim ile Din birbiri ile tamamen ayrı saflarda... En basit şekilde söyleyeyim; Din Soyut, Bilim Somut alemi ele almaktadır... O yüzden siz Allah'ı, melekleri veya cinleri, şeytanı bilim vasıtasıyla ispatlayamazsınız... geçmişte de ispatlanamazdı, şimdi de ispatlanamaz, gelecekte de ispatlanamayacaktır... Şimdi peki nedir olması gereken? olması gereken şudur ki, insanlar; ister zayıflık/acizlikten dolayı deyin, ister gerçekten var olduğu için deyin birşeyler inanmak durumunda kalır... İşte burada "Anlamak" ve "Algılamak" devreye girer. Siz dünyayı "Materyalist" bir pencereden algılıyorsunuzdur ve Tanrı'ya ihtiyaç duymuyosunuzdur... Bu son derece doğal değil mi? işte bunu gibi, kimi insanlarda ve hatta büyük çoğunlukta dünyayı "Semitik/Göksel" bir açıdan algılıyorlar ve bir Yaratıcının olduğunu Anlıyabiliyorlar... olay tamamen budur... Şimdi yapılması gereken şudur ki; kimseyi, bildikleri ve inandıkları açısından "İnananlar göremiyorlar" veya "bir tek ben görebiliyorum" gibi bir saçma tesbitte bulunmamaktır... Çünkü ne siz ne de bir başkası Algısının dışına çıkabilmiş değildir ve çıkamazda... Mesela kör bir insan olsaydınız, görmeyi yada renkleri, ışığı tadamayacaktınız ve Betimleme ile edindiğiniz bir çok bilgiyi edinemeyecektiniz... İnançta böyle... Siz Semitik bir açıdan bakamadığınız için dünyaya bir çok şeyi görememektesiniz... Ha tabi sizde, İnanca bahsettiğiniz gibi, at gözlükleriyle sarılmış insanları aynı şekilde, "Materyalist" açıdan bakamadıkları için bir çok şeyi görememekle itham edebilirisniz ki haklısınızda ama şu var ki, inançlı olmak, "Materyalist" pencereden bakamamak demek değildir yada Materyalist açıdan doğayı algılamaya çalışmak, inançsız olmayı gerektirmez... Demek istediğim, siz bilime ne kadar inanıyorsanız bende o kadar inanıyorum ve en az sizin kadar materyalist bir açıdan bakabiliyorum, ancak bilimin bana sadece teori olarak iddia etmekten öteye gidemediği "Rastlantı" ve "Evrim" bilgileri dünyayı anlamlandırmam açısından mantıklı geliyor ve beni tatmin etmiyor... Bilmiyorum inancın aslında ne olup ne olmadığını anlatabildim mi... Saygılarımla...
-
Allah varsa nerdedir?
o sizce tutarsız bir davranış... ama şöyle düşünün, o adam Hıristiyanken iyiydi ama bazı alamadığı cevaplar yada mantıksız gelen şeyler onu rahatsız etti. tıpkı sizin İslam'da bunları hissedipte Ateist olmanız gibi o da Ateist oldu... ama sonra içindeki Ruhsal boşluğu hissetti (sizde olmayabilir) ve Ateizm onu tatmin etmemeye başladı ve aradığı cevapları İslam tasavvufunda buldu? o adam artık çok rahat ve huzurlu... en azından vicdanı rahat! şimdi bu hikayedeki adamın hali size tutarsız geliyorda, kendi haliniz mi tutarlı geliyor? bence siz yine benim örneklediğim gibi, sadece kendi pencerenizden bakıyosunuz... Açıkça söyleyeyim, ben ateist düşünceden korkmuyorum... Hatta açık açık söylüyorum, hemde bir müslüman olarak: Eğer evrim teorileri bilime katkıda bulunuyorsa, olmalıdır o teoriler, üretilmelidir. Allah'a inancı olan her mümininde bunu söyleyebilmesini beklerim... Ve bende Tanrı korkusuda yoktur, ben Tanrıyı sadece severim. Tanrı'nın Kur'an da betimlediği Cehennem beni korkutmuyor yada muştuladığı Cennet beni heyecanlandırmıyor... Çünkü orada anlatılanın manası, sizin gördüğünüzden çok farklı... ve gerçektende korku zerre kadar baskın değildir... Hür irade yok demişsiniz, ne manada yok? "Allah Yoktur" demek Hür iradelilik mi oluyo? hür olabilmek için "Allah Yoktur" diyebilmeyi ön şart olarak koyuyorsanız, acaba bi düşünün Özgürlük herhangi bir şarta bağlı mıdır? Ben son derece özgür olduğumu düşünüyorum. Fikirlerimde de son derece hürüm. Vicdanım son derece rahat, ancak anlıyorum ki, siz Ateist olarak bile kaygıda bulunuyorsunuz... ben %100 bir dinci değilim ama Allah'a inancımda zerre kadar şüphe yoktur... ha "Ya yoktur" diye sormadım mı? sormamam için hiç bir neden yok... elbette sordum, sordum ve eğer O yok olsaydı ne vardı? bunu sordum... ve hiç bir cevap beni tatmin etmedi... ha isterseniz bir daha sorarım: "Ya Yoksa?" bu sonuç arayan bir soru önermesi "Ya Yoksa, eğer öyleyse ne var yada ne olurdu?" tümcesi ile tamamlanabilir ve bu soruyu sormak, huzursuz olduğum zamanları hatırlatıyor ve şu an vicdanım rahat olduğu içi şükretmemi sağlıyor... diğerlerinden aldığınız "Haşa" cevabını bile vermiyorum, Allah hakkında istediğiniz soruyu sormaya cesaret edebileceğimi iddia ediyorum... Çünkü inanıyorum ki, o soruları sormadan asla cevap bulamam... ve merak etmeyin aklınıza gelebilecek tüm soruları zamanında sormuşumdur kendime ve hala soruyorum... tek nedeni O'nu anlamak istememdir... Ben Anlıyorum demiyorum, çünkü Anlamak "Sabit" bir ölçüye tabi değildir ama kapasitem yettiği kadarıyla, evet anlıyorum. Zaten sizde öylesiniz... Sizde ancak kapasiteniz yettiği kadarıyla anlıyosunuz arkadaşım... ayrıca boş bir anlama diye bir tanım yoktur... Anlama ve anlamlandırma olumludur... Sizde tipik bir Ateist kibiri sergiliyorsunuz. Size göre sizden başkasının anladığı boş... oysa kimse düşündüklerinde haksız değildir... Saygılarımla
-
İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR
Merak ediyorum, Allah bilim yapmak istediğinizde Kur'an-a yada İncil'e veya Tevrat', Zebur'a bağlı kalın mı demiş? o kitaplarda formüller, bilimsel yöntemler veya deneyler mi sunmuş? Kur'an-ın tek söylediği "Kendini Bilmek İstiyorsan Kur'an-ı Oku"dur... Bilim hakkında ve bilimin nasıl yapılacağı hakkında ek bir önerme içerme Kur'an... Öncelikle Kur'an okumalısınız yagılamadan önce... Hayır arkadaşım, bu tamamen senin yetersizliğindir. İnsanlar ne kadar anlatırlarsa anlatsınlar, sen (ben) ancak anlayabildiğin kadar anlarsın... Kapasitenin yettiği kadarını anlarsın... Bilimin verilerini çürütme çabasında olan din değil, insanlardır. Siz Evrimle ilgili bir iddia atıyorsanız ortaya onun gerçekliği yada değilliği elbetteki kendisini ortaya çıkarır, din bununla yada bilimsel verilerle ilgilenmez. Bilimsel verilerle ilgilenen insanlardır, doktrinlerdir. Siz bir teori atarsınız ortaya ama onun karşıtı bir düşüncenin olmamasını bekleyemezsiniz. Bu öncelikle Bilimin "Hipotezler Oluşturma" yasasına aykırıdır... İster Din Adamları yada Din Bilgisine Sahip Olanlar olsun, ister başka bilim adamları olsun, ortaya can pahasına atılan veriler olduğu zaman onu eleştirme hakkına sahiptir. Eğer çürütülmeyi veya desteklenmeyi göze alamıyorsanız yaptığınız şey zaten bilim değildir anladın mı dostum? ve ben inatla diyorum ki, sen İslamı yada herhangi bir Manevi İnancı anlamıyorsun!!! ağır bir itham oldu, özür dilerim ama bende oluşan izlenim budur... Çünkü mesela İslam Tasavvufu zaten en başta sorar "Neden" sorusunu... Dikkat ederseniz Büyük peygamberlerden olan Hz. İBrahim, Allah'ı "Neden" sorusunu sora sora bulmuştur... Hz. Muhammed'de öyledir... "Oku" emrinin manası da budur zaten... Dinin doğasında olan tek şey arkadaşım "Kendi gerçekliğini" ispatlamaktır. Ben herhangi bir fosil bulunduğu zaman, Allah'ın gökten bir kitap indirip yada bi kaç peygamber gönderip "yalanlayın şunları" dediğini hatırlamıyorum. Kaldı ki evrim konusunda hatırladığım kadarıyla Evrim teorisi Dinler indikten yüzyıllar sonra ortaya atılmıştı... Kutsal kitapalrında "Darwin Yalan söylüyor" diyerek bulaştığınıda hiç görmedim... İşte Din konusunda birşey bilmediğinizin yada daha doğru bir tespitle Anlayamadığınızın en güzel ispatı... Allah hiç bir zaman gönderdiği önceki bir dini kötülememiştir. İncil ve Tevrat'ın yalan söylediklerini de söylememiştir. Tanrı hangi ayette yada surede kendi gönderdiği dinleri beğenmemiş söyler misiniz? Aksine Tanrı her zaman şöyle söyler Hıristiyan ve Yahudiler için: Okuduklarını (incil ve tevrat) anlamıyorlar mı? Kur'an Hz. Musa'yı ve Hz. İsa'yı yadırgamaz, indirdiklerini de yalanlamaz... Hatta şöyle der: "Onlar (müslümanlar) tüm peygamberlere birden inanırlar", yani Müslümanlar bir peygamberin indirdiğini, diğer peygamberin indiridğinden ayırt etmezler. Kur'an hangi peygamberin indirdiğini yalanlamış söyler misiniz? İki molekül'ün nasıl bir araya geldiğini açıklayacak olan bilimdir... Aralarındaki bağı bilim ortaya çıkarır ve o bağın yaratıcısı Allah'tır... Allah her şeyi "Nedenler" dairesinde yaratmıştır. Her şeyin bir nedeni vardır... Evrim ile ilgili diğer konuda yazdıklarımız oldu, orayı kontrol edin...
-
Ateist?
Arkadaşım, öncelikle bir Şeytan'dan bahsediyorsan, zaten Tanrının varlığını da kabul ediyorsun demektir. Çünkü Şeytanı yaratanda O'dur. Gelelim Dünyayı Şeytan yarattı misaline... Aslında çok iddialı bir yaklaşım ancak Cennet, Cehennem ve Dünya kavramlarına iyice inmek gerekiyor... Cennet ve Cehennem şu an var mıdır? maddi olarak yoktur. peki Adem ile Havva nereden atıldılar dünyaya? ikisinin de varlığı maddi idi oysa? yani bedenleri topraktan yaratılmıştı, hemde dünyadaki topraktan... yasak meyvayı yediren, yada insanı kandıran kimdir; Şeytan. Yani sorunuza şöyle bir cevap verebiliriz, insanların dünyada var olmalarının aracısı Şeytandır zaten. Dünyayı yaratan Allah ise de Şeytan neden olmuştur dünyada yaşamamıza... Peki Yasak Elma dedikleri nedir... yada bir meyveyi yemek büyük bir günah olabilir mi? Yada tüm bunların, görünenden farklı anlamları mı var acaba? Peki Şeytan ve dünya hakkında bir benzerlik kurmuş arkadaşımız. ama birde şöyle bir benzerlik vardır: öncelikle Allah'ın en büyük Meleklerindendir Şeytan. Nar'dan yaratılmıştır, diğer Melekler ise Nur'dan... Şimdi Hz. Adem yaratılana kadar Şeytan Allah'ın itaatkar bir Meleği. O'nun Yaratıcı olduğunu, Tek olduğunu, kendisini O'nun yarattığını, O'ndan öncesinin olmadığını, Doğmadığını ve Doğrulmadığını biliyor... Yoksa Şeytan Müslüman mı? Günahkar bir Müslüman olamaz mı? neyse... Allah İnsanı yaratıp kendisine Halife kıldığını da biliyor ve zaten asıl ayrılış burada başlıyor. Kibirleniyor Şeytan... Şimdi yukardaki saydığımız, Şeytanın Allah hakkındaki bildiklerini tüm Müslümanlarda biliyor... Öyleyse sizin dediğiniz gibi Dünya kötü ve Şeytanda kötü gibi bir niteleme yapmışsınız ya, Müslümanlar Allah hakkındaki yargıları biliyorlar ve kabul ediyorlar ama Şeytan da bunları biliyor ve kabul ediyor... Şeytanın kaldıramadığı tek nokta İnsanın Allah'ın Halifesi olarak yaratılması, yani Şeytan Kibirleniyor. Şeytanın en sevdiği günahta bu yüzden Kibirdir zaten... Şimdi burada bi ayraç açmak gerek, Şeytanın en sevdiği günah kibir olduğu halde, Kur'an-ın bir çok yerinde Allah'ın kendinden kibirle bahsettiğini okuruz... Allah'ta kibirlenmektedir değil mi? Aklınızda soru işareti kalmasın diye söylüyorum, Allah zaten kendisinden daha yücesi olmadığı için haklı olarak kibirlenmektedir. Ama Şeytan, Allah'ın tesbit ettiği hududu aşmak sureti ile Kibirlenmiştir yani Haddini aşmıştır. Ayrıca Allah günahtan ayrıdır... neyse, asıl konuya gelelim... Peki Yasak meyva nedir? Şeytan; en sevdiği günah olan, Allah'a karşı bir yarattığınca işlenmiş ilk günah olan, ve Allah'ın ilk cezalandırdığı ve şiddetle yasakladığı günah olan Kibir'i Havva ve Adem'e işletmiş olmasın? Allah bu yüzden Şeytanı cezalandırmamış mıydı? niye Ademle Havvayı'da Cennet'ten attıran Günah bu olmasın? Dikkat edin, Ateist bir çok arkadaşımız büyük bir hoşnutlukla kibirlenip, inananların bilgilerini küçümsemiyorlar mı? Tatlı bir meyve gibi, ne kadar hoş geliyor kibirlenmek belki de onlara... niye Yasak Meyve Kibir olmasın?... Zaten Kibirden de başka bişey değildir aslında... Peki Cennetten, Dünyaya atılmak neyi simgeler? Bunu ise şöyle açıklayayım: öncelikle ben Tüm inançların aynı kökene dayandıklarını, aynı kökenden geldiklerini düşünüyorum ve inanıyorum. İster Yunan/Helen inancı olsun, İster Mısır dini olsun, İster Gök-Tanrı inancı olsun, ister Hıristiyanlık, Musevilik olsun... O yüzden Cenneten ayrılma olayını Yunan Mitolojisinden bi örnekle açıklama isterim. İlk yaratıldığında insanlar iki kafalı, dört kollu ve dört bacaklıymışlar (bunu, birbirini çok seven iki insanın aynı bedenin parçalarını oluşturdukları inancına bağlıyorum ben; Adem ile Havva). Bunlar yaşadıkları yerde her türlü imkana sahipmişler ve tek bedende çok mutluymuşlar. O kadar ki, hiç bir şeye ihtiyaçları yokmuş ve en sonunda İlahlara karşı Kibirlenmeye başlamışlar. En sonunda Zeus bunlara bir ceza vermeyi düşünmüş ve bedenleri ikiye ayırmış ve her iki parçayı (Kadın-Erken= Adem ile Havva) ayrı ayrı yerlere savurmuşlar (Adem ile Havvanın dünyada ayrı ayrı yerlere savrulması). O günden sonra iki parçada birbiri için özlem duymaya ve acı çekmeye başlamış (Adem ile Havva'nın birbirlerini bulmak için Allah'a yakarmaları)... Yani Cennet sizin sandığınız gibi değil tam olarak... Altlarından ırmaklar akan bir cennet tanımı sadece Huzur ve Mutluluğun insanlar için somut bir nitelemesidir. Yunus o yüzden diyor ki "Sen isteyene Cenneti ver, Bana Seni Gerek Seni..." Yani asıl Cehennem, İnsanların Allah'tan yani Hakk'tan ayrı yaşamalarıdır... Cennet ise Hakk'a karışmalarıdır. Kuran diyor ki: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" yani "O'ndan geldik ve yine dönüşümüz O'nadır". Cennet'i isteyenler, kendi çaplarında sevdikleri, Kur'andan anladıkları ve diledikleri cennete kavuşacaklardır, hak edemeyenler ise yine kendi çaplarında bildikleri ve Kur'andan anladıkları yada anlayabildikleri Cehenneme gideceklerdir. Özü görebilenler için ise Asıl Cennet Allah'a ulaşmak, asıl Cehennem ise Hakk'a ulaşamamaktır... Yani Adem ile Havva'nın birbirinden ayrı düşmesi gibi... Bu anlamda Dünya hayatının hiç bir önemi yoktur. Çünkü ne Adem ne de Havva Cennetten atıldıkları Dünyanın şartlarını düşünmemişler ve sadece ayrılıklarını düşünmüşler ve O'nun için pişman olmuşlardır. İkisi de Allah aşkından mahrum kaldıkları için üzülmüşlerdir yada Allah'tan, Hakk'tan ayrıldıkları yani Cennet'ten ayrıldıkları için üzülmüşlerdir... Tanrı-Evren-İnsan birliğinde sadece İnsana dönüşmekten pişman olmuşlardır... Sanırım bu Cennet ve Cehennem'in ne olduğunu açıklar... Peki Dünya nedir? Allah'ın Kur'an-da bir çok nitelemesi vardır Dünya için... Dünyadaki tüm yaratılanlar insan için Nimet olarak övülürken, bir yandan da "Geçici" "Zevk Verici" vs vs vs olduğu için kötülenmektedir. Buna bir çok Ateist arkadaşın "Çelişki" olarak baktığını çok iyi biliyorum ama tabi bu onların en başta Kibir ve Anlamamalarından yada Anlamaya çalışmamalarından ileri geliyor... Dünya nimetlerinin iki yönü vardır... Eğer Allah'ın verdiği bir nimet olarak Allah'ı hatırlatıyorsa Nimettir. Ancak Allah'ı unutturup dünya hayatına heves sardırıyosa hatırlanması gereken ise "Geçici" olduklarıdır... Olay yalnızca budur... Tıpkı size hediye edilen bir eşya olarak değerlendirin... Eğer bu eşya size Maddi bir değer ifade ediyorsa, hediye edenin sizin için hiç bir önemi yoktur. Eğer o hediye size manevi bir değer ifade ediyorsa demektir ki Hediye eden kimse gözünüzde çok değerlidir... Size o hediyeyi veren kimse, sizce, hediye için sizin hangi duyguya sahip olmanızı isterdi? Demek istediğim, Dünya hayatı, sizin Kur'an-ı okuduğunuz halde yanlış anladığınız gibi değersiz değildir... Öteki dünyada Huzurlu olmanın en önemli anahtarıdır bu dünya ve çok önemlidir. Asıl konu ise sizin O'na verdiğiniz değerdir. Bide konuya, Allah sevgisi açısından bakalım... Yahudilere göre Elohim kıskançtır... İslam'a göre de öyledir... Allah o kadar kıskanç ki, En günahkar kulu için bile "ne olursa olsun sadece beni sevsin" diyor yine de. ve öyle olduğu zaman affedeceğini, her şeye rağmen affedeceğini söylüyor. Sevgi konusunda Allah kıskanç... "Kulum beni sevsin" diyor sadece, "Beni Tanısın"... Mevlana söylemiş işte "Ne olursan ol Gel...". Hatta o kadar kıskanç ki, kulu ne kadar kötü olursa olsun yine de "Beni Sevsin" diyor... Hiç bir kulu için "O kötü, artık beni sevmesin" yada "artık sevsede farketmez" demiyor. Bir kul Müslüman olursa, olmadan önceki, tüm günahlarını kendi katında affediyor... Yani o kulu, Allah'ı sevmeye başladığı ana kadar artık günahsız... Ayrıntısı uzun ama, sizin "Korkunç" "Korkutucu" sandığınız Tanrı bu... Kur'andaki "Tehditlere" gelince... Her insan, bir an için kıskandığı sevgilisi için "Hayatının en kötü gününü yaşatacam ona" yada daha somut nitelemeler kullanarak, soyut yada manevi=içsel bir acı yaşatacağı tehdidinde bulunur. Yada çektiğiniz Manevi bir acıyı "Somutlaştırarak"; en basitinden "İçim Yanıyor" gibi bir ifade ile niteleyebilirsiniz... İşte Allah o Tehdidlerinde sadece sizin O'na ulaşamayacağınız zaman çekeceğiniz acıyı, dünya hayatı ile kıyaslayarak anlamanız için o ibareleri kullanmıştır. Çünkü insan zihni Soyut yaşantıları Somutlaştıramadan ifade edemez. Sizin yaşadığınız acının şiddetini "Ben çok acı çekiyorum" dediğinizde herkes aynı ölçüde anlayamayabilir... Bu yazdıklarım bir çok arkadaş için "Kıvırma Çabası" olarak gelecektir... Ama şunu söylemeliyim ki, kimin neye ne şekilde inandığı yada yazdıklarımı nasıl nitelediği hiç bir şekilde beni ilgilendirmemektedir. Çünkü Allah'ın dediği gibi "Dilediğimizi Doğru Yola iletiriz.". Bu inancı da "Torpilci bir Tanrı" olarak ele almamak gerekir. Bunun açıklamasını başka bir yazıda yaptım ama tekrar yapmam gerekiyorsa, çok az açmak isterim... Herkesçe bilinir ki, her insan farklı farklı anlayış yeteneğine sahiptir. Aynı tek bir sayfa yazıyı bile herkes farklı anlayabilir yada farklı bir şekilde hatırlayabilir... İşte "Dilediğimize Veririz" imasını bunu kastetmektedir. İnsanlar Dünyayı ve Allah'ı ancak anlayabildikleri ölçüde anlarlar ve anlamlandırırlar. Siz Allah'ı yeterince anlamamışsınızdır ve Ateist olmuşsunuzdur, ama Müslümanlar anlamıştır ve Müslüman olmuştur... Tanrı-Evren-İnsan açısından bakarsak olaya Doğanın özünde olan şey yine Tanrı'nın kendisidir. Bir bütün olarak herşeyin özünde mevcudiyeti vardır. O yüzden Hallac-ı Mansur Ene'l Hakk=Ben Hakk'ım demiştir. Sizin doğumunuzu sağlayan unsurların temelinde de O vardır... Sizin zihninizi meydana getiren her zerre'de O vardır. Yada buna Ateist arkadaşların anlayacağı dilde söyleyelim; Her şeyin özünde Enerji vardır... Allah Enerji değildir ama O'nun Hakk olan tezahürünü çok çok basit bir şekilde böyle adlandırabiliriz... İşte bazı insanların yada Müminlerin (Müslümanların değil, dikkat ederseniz) "Seçilmişliği"nin temelinde Doğal olarak bünyelerinde bulunan bu farklılıktır... Yani Anlama yetisidir... Herşeyin özünde olan Hakk, doğal olarak o kimseyi seçmiş oluyor... Bunu şöyle örneklendirebiliriz sanırım; Nasıl ki Evrimde Doğal Seçilim var değil mi? Yani doğa kimisini güçlü olarak ortaya çıkarıyor, kimisini güçsüz. Kimisinin zihinsel faaliyetleri ve algılaması daha ileri oluyor kimsinin ki daha yetersiz... İşte anlatmak istediğim Tamamiyle budur... Evrimin Doğal seçilimi ne ise, Allah'ın Hakk olarak madde de tezahür ederek Kimi insanların yetilerini üstün kılmasıda odur... Şimdi ise asıl sorun çıkıyor karşımıza; Siz Anlayabilme yetiniz çerçevesinde Dünyaya ne anlam verdiniz? Bildiklerinizi söylemekten korkmayın, çünkü Doğal seçiliminiz sizin ancak anlayabildiğiniz kadarını anlamanızı sağlıyoz... Özünüzde ne Varsa siz O'sunuzdur... Saygılarımla...
-
Ateist?
İncil ve Tevrat'ın değiştirildiğini söylediği bir Kur'an ayeti gösterir misiniz bana? Benim bildiğim kadarıyla Kur'an hep Ehl-i Kitap hakkında "Okuduklarını" anlamadıklarını iddia ediyor... O yüzden ilk emir "Oku" olmuştur... Onların okuyamdıklarını Sen Oku... İncil ve Tevrat'ın ekleme kısımları, bölümleri ve aslıyla tezat oluşturacak ekleme kısımları vardır ama içlerinde Tanrısal öz hala vardır... Kur'an da "Okuduklarını anlamıyorlar mı" ibaresine çokça rastlarsınız...