Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Mine Kırıkkanat denen kadın, zaten geleceğin "Elif Şafak"ıdır bence... Bunu bu yazısına ithafen söylemedim, bunu önceki bir takım yazı dizilerine bakarak söyledim... Ama tabi her zaman yanlış düşüneceği anlamına gelmemektedir. Mine Kırıkkanat'ın yukarıdaki tesbiti doğru ama "Neden" olarak gördüğü yada ima ettiği şey yanlış... Türk toplumundaki Ahlaki ve Toplumsal çöküntünün nedeni, "Din" değil "Popüler Kültür"dür... Bakın, 1980 öncesinde "Koyun Gütmek" hevesinde olan devlet adamları "Bilinçli Toplum"un, çoban için ne kadar zararlı olduğunu gördüler. O yüzden 80darbesinden sonra "Kouyn Gibi Bir Toplum" yani Apolitik ve Kimliksiz bir toplum yaratmak için herşey yapıldı. Özal bizzat "Popüler kültür"ü aşılayacağı bir özel kanal açtırdı, sonra Abdi İpekçi öldürtülüp gazetesi Aydın Doğan'a verildi ve bugün o şahıs medya'nın çoğunluğuna sahiptir, Mine Kırıkkanat'ta onun gazetesinde çalışmaktadır. ABD kaynaklı yayınlar ülkeyi bombardıman'a tuttu... Attila İlhan; Yugoslavya'nın halkının ilgisizleşmesinin ve Yugoslavya'nın dağılmasının en büyük müsebbibini Televizyon Yayınları olarak görüyordu... Salazar'ın 3f's de ABD kökenli bir Halkı uyutma projesiydi. Ve aynı projeler Türkiye'de de uygulandı. ABD kendi halkını uyutmak için nasıl onları Din Özgürlüğü, Demokrasi, Hak adları altında CAHİL bırakıyorsa, aynısı Türkiye'e yapıldı. O yüzden her Dini günde/bayramda televizyonlarda bir çok çığırtkan çıkıp Din hakkında atıp tutmaktadır. Bunların hepsi Halkı birşeylere yönlendirmek içindir. Mesela Salazar'ın uyguladığı, ABD kaynaklı 3f formülünün 3üncü F'si Fatima'dır... Yani Türkiye'deki Din Sömürüsü'nün diğer adı... Siz "Din'i Anlamak" adı altında saçma sapan konularla halkın kafasını kasıtlı olarak karıştırırsanız, mesela; Oruç ilişkiye girerek açılır mı? Kurban etiyle içki içilir mi? Sahur'da içki içilir mi? Oruç içkiyle açılır mı? Ramazan ayında ilişkiye girilir mi? Türban? vs. gibi milleti köreltici sorularla güya "İslam'ı Anlatıyoruz" ayağına yatarsanız, o halkın "Uyumasından" başka bir sonuç elde edemzsiniz, kaldı ki zaten edinilmek istenen sonuçta budur... Yoksa bozulma dinden falan kaynaklanmamaktadır. Bu toplum 1000yıldır İslam'dır ve Kurtuluş savaşında esirlerine Misafir gibi davranan da bu toplumdur, Misafirperverliği dünyada meşhur olanda bu toplumdur, en İnsancıl Bilgeleri çıkartanda bu toplumdur ama içinden Hainler çıkartanda bu toplumdur... Yani bu Ahlaksızlaşma, yöneticilerin ve kasıtlı kimselerin yapmak istedikleri ile ilgilidir... Siz Eğitimsiz ve bunun getirisi olarak "Kimliksiz" bir toplum yaratırsanız, dünyanın en ideal Ahlak Felsefesini dahi bulup/yaratıp benimsetseniz, yine de Ahlaki bir çöküntünün olmasından kurtulamazsınız. Yoksa "Bu çöküntünün nedeni Din'dir" deyip çıkmak işin kolayına kaçmaktır. Toplumbilim'in araştırma etiğine uygun bir yaklaşım ve tavır değildir... Saygılarımla...
  2. "Ene'l Hakk" deyişi ile Hallac-ı Mansur ile en önemli ortak noktayı paylaşan Nesimi, bu söyleyişi nedeni ile Hallac-ı Mansur ile aynı kaderi de paylaşmış ve derisi yüzülerek ne yazık ki İdam edilmiştir. Nesimi bir çok kimsece Alevi-Bektaşi geleneğinin bir Evliya/Önderi olarak tanınır ve bilinir... Hurufi olduğu hakkında bilgiler vardır. Ancak her nekadar böyle anılsada, kendisinin aslında ne olduğunuz yine kendisinden öğrenelim derim ben. Bildiğiniz gibi, yukarıdaki yazılarda, tüm Evliya kimslerin Melami kökenli oldukları yazılı idi... Hallac-ı Mansur' "Panteist" diyen kimselerin, yine aynı görüşü paylaşan "Nesimi"ye de "Panteist" demesi kaçınılmaz olacaktır. Ancak her zaman söylediğim gibi, biz insanları adlandırmayı bırakalım da, insanlar kendilerini nasıl adlandırıyorlar, buna bakalım. İşte kendi söylemi ile Nesimi: Ben "Melamet Hırkasını" Kendim giydim eğnime Ar ü namus şişesini Taşa çaldım kime ne? Haydar haydar taşa çaldım kime ne? Sofular haram demişler Aşkımın şarabına Ben doldurur ben içerim Günah benim kime ne? Haydar Haydar günah benim kime ne? Gah çıkarım gökyüzüne Seyrederim alemi Gah inerim yeryüzüne Seyreder alem beni Haydar Haydar seyreder alem beni Gah giderim medreseye Ders okurum hak için Gah giderim meygedeye Dem çekerim aşk için Haydar Haydar dem çekerim aşk için Nesimi'yi sorsalar kim Yarin ile hoş musun Hoş olam ya olmayayım O Yar benim kime ne? Haydar Haydar o yar benim kime ne? Bu şiirde, Melamilik'e dair bir çok bilgiyide keşfedebilirsiniz... Nesimi'nin hissiyatına dair şu sözleri son derece önemlidir: "Bende Sıgar iki Cihan, Ben Bu Cihana Sığmazam..." Hangi nedenle olursa olsun, özellikle Din adı ile perdelenerek hiç bir alimin ve insanın öldürülmemesi dileğiyle Nesimi ve Hallac-ı Mansur'u anmak sanırım yerinde olacaktır... Saygılarımla...
  3. Bakın kesinlikle Panteizm ile Tek Tanrılı dinleri bağdaştırmak istemdim, kaldı ki Dini konularda bağdaşamayacakları ile ilgili yazılarımda var. Ben sadece böyle bir sanıdan yola çıkılmış olabileceklerini söylemek istedim... Sonuçta bu yanlış anlama genelde var. Mevlana'ya Panteist deniliyor (ki yanlıştır), Yunus'a Deist deniliyor (ki bu da yanlıştır)... Ben sadece mantıklarını söylemek istedim, benim görüşüm değildir yani... Umarım demek istediğimi anlatabilmişmdir... Saygılarımla...
  4. Kuantum Fiziği ile ilgili "Tek=One" diye bir film vardı; Jet Li'nin bi filmiydi... Kuantum açısından Zamanda yolculuk ve boyutlar arası yolculuk mümkün gibi görünüyor sanırım?
  5. Bence "Demokrasi"; "İdeal Düzen" olmakla birlikte, bir Ütopya'dır... Yani gerçekleşmesi mümkün olmayan ama en azından o mükemmele yaklaşabilecek sistemler ve devrimler, devinimler yaratmayı gerekli kılan bir Ütopya... Niçin "Demokrasi" bir "Ütopya"dır? Bakın, Türkiye'nin "Demokratik" bir ülke olduğundan bahsediyoruz... Demokraside şart olan nedir? : Örgür İrade... Yani Özgür İrade'yi mümkün kılmadığınız sürece, Demokrasiyide mümkün kılamazsınız. Öyle ki hala vereceği oyu; şekle, şemale, Ağa'nın, Muhtarın, Şeyhin oluruna bırakan bir toplumdan, siz Demokratik bir yönetimi onamasını bekleyemezsiniz. Bu yüzdendir ki, Kütahya'nın bir köyünde, tüm köylü'den Anap'a oy çıkarken, tek bir oy Hadep'e çıkmıştır... Demokrasinin işlerliğinin birde şu yönü vardır ki: Halkın Bilinçli olması önemlidir. Yani Halk neyi tercih edeceğini, kimi seçeceğini, Anayasadan ne beklediğini, ne istediğini bilmelidir. Bunu şu örneklemlerle açıklamak isterim: 1-Siz Halkın eğitimin yeterli seviyeye çıkarmadan, Adalet anlayışını "Töre" ve "Şeriat" ahkamından soyutlamadan, yani kabullerini ideal düzeye yükseltmeden "Avrupa Birliği" hayali ile "Avrupa Zihniyetinde" yasalar çıkarır ve uygularsanız, halkın kendi anlayışına göre "Kendi Hakkını Kendi, Zorla ve Güçle Araması"na destek olmuş olursunuz... Yani, Bence Demokratik sistemlerde "Uygun ve İdeal Olan" hukuk yasalaı öncelikle Halkın kabulleriyle paralel olmalıdır. Eğer yasalarınız Halkı tatmin etmiyorsa, siz öncelikle Halkı temsil eden bir devlet değilsinizdir. O yüzden bir yandan halkı eğitmeli ve kabullerini ılımlılaştırmalısınızdır. Belirli tabulardan sıyırmalısınızdır. Yoksa Adaleti, Mahkeme salonunda tabancayla Halkın kendisinin sağlamasından başka bir şey elde edemezsiniz...Demokrasi "Halkın Söz Sahibi" olması ise, Halkın paralelinde olmalıdır... 2-Halkı "Seçim" konusunda bilgilendirmelisiniz. Seçim'in temel kuralı bence "Halkın neyi ve kimi seçeceğini bilmesi" olmalıdır. Siz bir Seçim planlıyorsunuz ve halk Kuş'a, Böceğe, Kurta falana fistana oy veriyor? Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar... Bu Demokrasi değildir. Öncelikle seçim bildirgeleri ve adayların özgeçmişleri, yaptıkları, aldıkları cezalar bile açık açık yazılmalı ve açık olmalıdır. Bir parti geliyor başa ve diyor ki "Dokunulmazlıkları kaldıracağız." Halk kanıyor ve seçiyor ancak Meclise taşıdığı vekiller zaten kalpazan... Düşünün bir: Cem Uzan başbakan olsaydı? Halk şöyle düşünüyor: Adam ABD'yi dolandırmış, kendi ülkesini değil... Savunmaları böyle... E başa gelen ondan farklı mı ki? Demokrasinin ilk şartı; Eğitimdir... 3-Demokrasinin tanımı ve onu tanıtan organlar çok önemlidir. Sizin ülkenizde "Demokrasiyi Tanıtan Araç" Televizyon ise eğer, bunun denetimini çok iyi yapmalısınız... Türkiye'de Basın-Yayın'ın çoğunluğu hatta %80-90ı aynı grupların ellerinde ve aynı güdüme hizmet etmektedirler. Hepsi aynı ağızdan ABD'nin Irak'a "Demokrasi" götürdüğünü, Iraklı Vatanseverlerin ise "Direnişçi" olduğunu çığırtırlar... İşga ediyorsanız "Demokratsınız", İşgale Karşı koyuyorsanız "Direnişçi" veya "Terörist"... ABD'yi Demokrasi Savaşçısı olarak gösteren bir sisteminiz varsa, siz Demokrasiyi zaten benimsemiş değilsinizdir... Satılmış bir Medya'nın halka öğrettiği böyle bir Demokrasi anlayışından hayır bekler misiniz? Bir ülkede Halka Demokrasinin ne olduğunu kavram kargaşası yaratarak farklı anlamlarla öğrtiyorsanız, o ülke hiç bir zaman o ülküye ulaşamaz... 4-Demokrasiyi uygulamak için en geçerli kural, herkesin eşit söz hakkına sahip olmasıdır... Türkiye'de seçimlerde Halkın %70'i oy kullandı. Bu %70in %35'i AKP'yi seçti. Küçük bir hesapla şöyle diyebiliriz ki Türkiyenin başına gelen kimseler (eğer hesaplama hatası yapmadıysam) nüfusun hemen hemen 17milyonunun yani nüfusun ortalama %25inin oyu ile bu ülkeyi yönetmektedirler. Yani ülkenin %75ini temsil etmemektedirler. Ecevit, 1973 yada 1974 seçimlerinde %44lük oy kazancıyla sadece Erbakanla ancak Koalizyon kurabilmişti... Demokrasi "Azınlığın Hükümranlığı" değildir... "Çoğunluğun Hükümranlığı" da değildir... Herkesin Hükümranlığıdır. Ancak türkiye'de %75in söz geçmemektedir. Türkiye ne Demokratik bir ülkedir, ne de Sosyal bir Devlettir. Kaldı ki "Cumhurbaşkanına mı soracağız?" "Al ananıda git" diyebilen bir insanın zaten Demokratik bir devletin başında durmasına İHTİMAL dahi yoktur... 5-Türkiye Niçin Demokratik Değildir? sorusunun diğer bir yanıtı da şudur ki; Halkın isteksizliği... Türk toplumu her zaman tepeden inmeci bir toplum olmuştur. İyi yada kötü, bunu yargılamıyorum ama Demokrasi "Temelden" gelen ve "Temelden" işleyen bir süreçtir. Örneğin televizyonlar şahit olduğunuz şu deyim son derece anti-demokratik bir tavırdır: "biz değil ama 70milyon merak ediyor"... Haber Sunucuları çok kullanır bu deyimi... Öğrenmek istedikleriniz bile bir sunucu tarafındn belirleniyorsa, Demokratik değilsinizdir. Eğer sokaklarda hakkınızı ararken devlet ve organlarınca "Fişleniyorsanız" o ülkenin "Demokratik olma umudu" bile yoktur... Eğer siz memurunuza (polis), memurunuzu (devlet görevlisi, Kamu görevlisi) dövdürebiliyorsanız "Demokratik devlet olma umudunuz" bile yoktur... Eğer siz öğrencilerinizi korumuyor, eğitimlerini özgürleştireceğinize, bağımlı hale getiriyorsanız ve onları siyasi olaylara kurban veriyorsanız asla ve asla Demokratik devlet olma umudunuz yok demektir. Hala ülkenizdeki insanların bir kısımı, birileri tarafından o ülkenin kuruluş ilkelerine "AYKIRI" yetiştiriliyorsa ve o kimselerden birisi başa bile gelebiliyorsa, o ülke asla Demokratik olamaz. Eğer bir ülkede sadece bir yerlede Dayınız varsa geçinebiliyorsanız yine demokratik olamazsınız... Arkadaşım "Demokrasi'yi Kim Koruyacak Peki?" diye bir soru sormuş... Demokrasinin korunması, demokrasinin var olabildiği ülkelerde ancak söz konusu olabilir ve orada da bunu yapacak olan Demokrasinin sahibi olan "Halk'tır". Türkiye'de Demokrasi olmadığı için ve Demokrasi bilinci olmadığı için onu korumak gibi bir yükümlülükte yoktur... Düşünsenize, Ülkenizde rejime aykırı davranmış, cezalı bir siyasi suçlu var. Öncelikle bazı güçlerin araya girmesi ile o siyasi suçlunun siyasete girebilmesinin önü yasalar delinerek açılıyor. Sonra ne tesadüftür ki ülkenizde bir erken seçim yapılıyor. Ve yine tesadüftür ki, her seçimde "Oy ve Sayım Yanlışı" tartışmaları olduğu halde hiç bir yerin seçimler iptal edilmezken, o seçimlerde yine aynı nedenden bir ilde seçimler tekrarlanıyor ve siyasi suçlu o ilden ilk sırada milletvekili seçiliyor... Başbakan istifa edip dışişleri bakanı, siyasi suçluda Başbakan oluyor... Hemde oy kullananların %35i ile ve halkın %656ine rağmen... Ve asıl önemli olan şey şu; daha seçimin hemen öncesindeki koalisyonun önderi ABD'den 1milyon dolar kredi alamazken, bu seçimin hemen arefesinde iktidar partisi 8milyon dolar borcu alabiliyor... Dahada ilginci Ülkenin temel taşı olan Laikliğe karşı bu parti anti-laik tabanca seçilmiş oluyor ve netesadüftür ki aynı sıralarda ABD'de "Ilımlı İslam Siyaseti Projeleri" üretiliyor... Ya Demokrasi Tesadüflerin eseri, yada Tükiyede Demokrasi diye bir sistem asla ve asla yok... Demokrasi sadece tek tanımlı bir kavram değildir. Bir çok açıdan ele alınabilir bir kavramdır. Eğitim, Hukuk, Güvenlik, Yönetim, Siyaset, İnanç, Giyim-Kuşam... O yüzden tek bir tanımla yetinilemez... Sosyal bir devlette Demokrasi "Halkın Söz Sahibi Olması" ise, Devlet le ve Halkla ilgili her alanda "Demokrasi"den bahsedilebilir... Demek oluyor ki bir devletin Demokratik olabilmesi için o devletin öncelikle "Sosyal ve Hukuk Devleti" olması gerekir... Türkiye ne Sosyaldir, ne de Hukuk Devletidir...
  6. Emin misiniz? KataKuta arkadaşın, diğer konularda yaptığı "Noktalanmış" Hakaretleri, aşağılamaları veya diğer arkadaşların Müslümanlara ve onların "Tanrı" sına yönelik nitelemelerini incelerseniz beni daha iyi anlarsınız, çünkü bu konuya yazı yazmak, diğer konularda yazdığımız yazılardan bizi bağısız kılmaz... Arkadaşımızın o nitlelemelerini ben alıntılayıp tekrar tekrar gösterdim, ama nedense dürüstlük timsali kimseler çıkıp özür bile dileyemediler... Keşke kendi tarafınıza olan dürüstlüğü, karşı tarafada gösterebilseniz... Neyse, konuyu kişiselleştirip uzatmanın bir alemi yok... Dikkat ederseniz, ben size bir niteleme de bulunmadım ve hatta sizin görüşünüzü referans gösterdim ama neyse, önemli değil, siz cevap vermek hissi duyduysanız, olabilir tabi... Diğer konularda yazılmış olan nitelemeleri incelerseniz sanırım daha iyi kavrarsınız. Umarım ben yanlış anlıyorumdur ama iddia ediyorum ki önemli olan Adaletli olmaktır... Ayrıca şu "Mat Etme İddiasının Olmadığını" söyleyebilen arkadaş bayağı bir güldürdü beni... Bende diyorum ki; tevekkeli değil bu arkadaş kimseyi anlama çabasında değil, sorularımızı bile yanıtlamıyor... İlginç doğrusu... :) Ben çelişkilerinizi yada tutarlılığınızı yada en basit tabiriyle görmem gerektiğini görüyorum ve burada bu açıdan yazabileceğim başka bir şey daha yok sanırım, çünkü konu uzatılacak bir konuda değil zaten... Size ve arkadaşlarımıza başarılar dilerim... Saygılarımla...
  7. Yalnız şu var ki, Yunus Emre'nin "Tanrı" inancı, Hz. Muhammed'le birlikte Kur'an-da belirtilen "Tanrı" inancıdır... Bunu diğer konuılarda da tartıştık biliyorsunuz, Yunus kesinlikle Deist değildir, eğer öyleyse, "Deisttir" demek yerine bunu bizzat Yunus'tan örnekleyerek kanıtlamanızı isterim... Öyleyse şunu sormak istiyorum: Yunus'un "Tanrı" inancına karşı olmazken, Kur'an-ın "Tanrı" inancına nasıl karşı olabiliyorsunuz? Bu bi Çelişki değil midir? Ben şöyle bir açıklama getireyim: -Kimin neye inandığı sizi ilgilendirmiyor değil mi? Evet... -Kimin bireysel bir kişilik olarak hangi dine mensub olduğu da sizi ilgilendirmiyor değil mi? Evet... -Kimin hangi dini seçip seçmediği, inanıp inanmadığıd sizi ilgilendirmiyor olmalı değil mi? Evet... -Kimin Nasıl bir "Tanrı" tanımı yaptığı da sizi ilgilendirmiyor öyleyse değil mi? Evet... O Zaman... -Kur'andaki Tanrı kavramınında sizi ilgilendirmemesi gerekir. -Bir Müslüman'ın nasıl bir Tanrı inancınasahip olduğununda sizi ilgilendirmemesi gerekir. -Bir insanın Müslüman olup olmaması da sizi ilgilendirmemelidir. Öyleyse ben burada söylenebilecek tek şeyi destekliyorum, ki o da Bilimselci arkadaşın yazdıklarıdır... Öyleyse neymiş? Sizin burada insanların "Tanrı" inancını yargılamanız gereksizmiş ve kendi açınızdan bir çelişkiymiş... Siz bence Bilimselci arkadaşın bu açıkladığı yönleriyle ele alın dinleri. Hangi din Tanrı'yı "Görünmez Put" olarak ele alıyor, kim öyle inanıyor yada inanmıyor, bunun sizi ilgilendirmemesi lazım... Sizin sadece Dinlerin "Toplumsal" etkisi ile ilgilenmeniz gerekir. Hem Bireysel inançlarla ilgilenmediğinizi söyleyip, hemde diğer forumlardaki nitelemelerinizle insanların "Tanrı" inançlarını yargılayıp, küçümseyip, "saçmalık" olarak değerlendirmek, etik olarak kendi içinizde bir Çelişki doğurmaktadır... Saygılarımla...
  8. Kardeşim anlatamıyorum galiba... O yazı Melamiliğin içinde olmayan birisi tarafında yazılmıştır... O yüzden kimse kimseyi aslında yozlaşmış olarak görmemektedir. Sadece Tekke, Degah kurmak; Tac, Cübbe gitmek Hakk'a ulaşmak için gereksiz nüveler olarak görülmüştür... Melamiler herkesi ve herkesin yaptığını Hakk olarak görürler... Söylediklerim sadece size çelişkili gelmektedir, en iyi ithamla şöyle söyleyeyim: belki ben eksik anlatmış olabilirim ama kendi içinde bir çelişki yoktur... Ayrıca ben kimseye "Anlamazsınız" demiyorum, dediğim şu ki "Anlamlandıramıyorsunuz". Ki bende sizin söylediklerinizi Anlamlandıramıyorum ve bu çok normal, herkes herşeyi aynı düzeyde anlayacak diye birşey yok değil mi? Kendimi aşağılamış mı oldum yani? Ben sizi küçümsemiyorum, sadece yazdıklarımın size anlamsız geldiğini, yani sizin anlamlandıramadığınızı söylüyorum... Bakın, anlamış olsaydınız, şu ithamınızı yapamazdınız: Bakın diyorum ki, Tüm bu kimseler Melami kökenlidir, ancak kendi tekkelerini kurmuşlardır... Melamiliğin "Tarikatleri Yozlaşmış gördüğünü" iddia eden yazardır, Melamilik değildir. O şahıslar yozlaşmamışlardır ancak insan olarak, farklı fikirler edinmişlerdir. Kaldı ki Yunus Emre kendi başına bir yaşam sürmüştür... Yazdıklarımı biraz eksik anlamışsınız, illaki çelişki arayacağınıza biraz anlama çabasında olsanız... Bakın ben sizi yargılama, yadsıma yada küçümseme çabasında değilim... Hatta edineceğim bilgiler olursa çok çok sevinirim ama siz bir fikir sunmuyorsunuz, burda herhalükarda insanız, hatalı tanımlamalarımız tabii ki olabilir. Ama siz illa ki karşınızdakini Alt etme çabasındasınız... Böyle oldukça da ne benden, nede bir başka paylaşımcıdan yararlanamazsınız. Öncelikle yargılama değil, anlama çabasında olmalısınız... Bence de bu konuyu kapatın, çünkü Melamilik hakkında, "Hakk" görmenin ne demek olduğu hakkında hiç bir fikrinizin olmadığını sanıyorum ve boşuna ileti gönderiyorsunuz... Saygılarımla...
  9. Şimdi burada kendi meşrebime karşı olmasına rağmen, farklı görüş açılarınında gözler önüne serilmesi gerektiği düşüncesi ile, Melamiliği "Yanlış" olarak gören yada en iyi niyetli söylemle "Aslından Uzaklaştığı" olarak niteleyen bir yazıyı alıtılayavağım. Bu yazıdan sonra, yazının doğruluğu yada yanlışlığı ile ilgili yorumumu yapacağım... (A-L-I-N-T-I-D-I-R) ------------------------------------ Risale-i Nur'dan Bir Kavram Melâmilik "Hadisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhâbîlik ve Melâmîliğin bir nev'ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer'iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. "Risaletü'n-Nur, gerçi umuma teşmil suretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslamiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hadisatın fetvalarıyla onlar terk edilmez." Kastamonu Lahikası, s. 52, 53. Sekizinci yüzyıl, İslam aleminin sosyal ve ekonomik sıkıntılarla karşılaştığı, Asr-ı Saadetin nurlu izlerinin yavaş yavaş silinmeye başladığı bir ortama şahitlik etmiştir. Harici fikirlerin tesirleri, ekonomik şartlar, devlet baskısı ve özellikle Arap milliyetçiliği fikrinin devlet ideolojisi olması sıkıntıları beraberinde getirmiştir. Böyle bir ortamda halk tarikatlara sığınmış ve kısmi de olsa yozlaşma tarikatların çalışmaları sonucunda yavaşlatılmıştır. Tarikatların zikir, evrad, nafile ibadet, fenafişşeyh, nefsi gemleme, sıkıntıya katlanma, toplumdan soyutlanma gibi kuralları vardı. Bu kurallar kendisine tepki bulmakta zorlanmadı ve tarikat kurum ve kurallarına bir reaksiyon olarak Melamilik ortaya çıktı. Esasen Melamilik kültürü yaklaşık bin yıllık bir süreçtir ve Melamilik içerisinde birbirine hiç benzemeyen tipte insan modelleri vardır. Bazısı ehl-i sünnet çizgisi içerisinde, münzevi olarak yaşayan, Allah ve Resul sevgisini kendisine rehber edinen kimseler iken, bazısı da hakikatten yolunu şaşırmış, şeriatla hiç bağdaşmayan fiilleri işleyen, ehl-i sünnet çizgisinden sapan kimselerdir. Bu nedenle Melamilik kültürü içerisinde iki tip kul modeli vardır. Melamilikte halka dönük yaşam tarzı vardır. Yani tarikatlarda olduğu gibi halktan soyutlanma yoktur. Halkla iç içedirler. Halktan kopamazlar. Kendilerini herkesten aşağı görmek ilkesini benimsemişlerdir. Melamilik tarih içerisinde üç grup altında incelenmektedir. Bu ayrımın nedeni genelde Melami pirlerinin anlayış farklılığıdır. 1. Dönem Melamileri (Melametilik) 2. Dönem Melamileri (Melamiye-i Bayramiye) 3. Dönem Melamileri (Melamiye-i Nuriye) 1. Dönem Melamileri: Ünlü sufi Haldun Kassar'a bağlanan bu dönem Melamiliğine Melamiye-i Kassariye ya da Hz. Ebubkir'e dayandığı düşüncesinden dolayı tarikat-ı aliye-i Sıddıkiye denildi. Bu dönem Melamiliği geleneksel tarikat çizgisine yakındır. Ehl-i sünnet çizgisi içerisindedir. Nefsi gemleme, nafile ibadet, zikir, evrad vs. gibi tarikatlarda görülen kurallar bu dönem Melamilerinde de mevcuttu. 2. Dönem Melamileri: Bu dönem Melamileri ünlü mutasavvıf Ahcı Bayram-ı Veli'nin kurucusu olduğu Bayramiye tarikatının bir kolu olduklarından Melamiye-i Bayramiye diye adlandırılırlar. Kurucusu Ömer Dede Sikkini'dir. Bu dönem Melamileri Vahdet-i vücud felsefesini benimsemişlerdir. Aşırı Ehl-i Beyt sevgisinden dolayı Şiiliğe meyletmişlerdir. Durum böyle olunca Şiilerle arası iyi olmayan Osmanlı Devleti Oğlan Şeyh Hüseyin Maşuki, Şeyh Bali Hamza Dede, Beşir Ağa gibi ileri gelem Melami pirlerini idam etmiştir. 3. Dönem Melamileri: Bu dönem Melamileri kurucuları Muhammed Nurul Arabi'nin adından dolayı Melamiye-i Nuriye diye bilinirler. Bu dönem Melamileri Nakşiliğe yakındırlar. Yani 2. önem Melamilerinin aksiyoner havası bunlarda yoktur. Melamilik bu dönemde asli görünümünden uzaklaşmış, kurumsallaşma ve biçimsellik gelişmiş, yani tekke, dergah, zikir, evrad gibi kurallarla bağlanmaya başlamışlardır. Bu dönem Melamilerinin büyük bir kısmı Masonluğa kaymışlardır. Özellikle 2. ve 3. dönem Melamilerinde şeriata aykırı söz söyleme ve şeriata aykırı yaşam tarzı mevcuttu. Bu dönem Melamileri riya, şöhret, hubb-u cah gibi tehlikelerden kurtulmak uğruna halka kendilerini kötü gösterme, şeriata aykırı davranma gibi bir metod takip etmişler ve halk onlardan kaçınca gerçek ihlası ve Allah sevgisini kazanacaklarına inanmışlardır. Hatta bazıları dalalet ve tabiat bataklığına saplanarak dinden çıkmışlardır. Tasavvufun bir çok teorik yanını benimseyen Melamiler, tarikatların ibadet ve kurallarını kabul etmiyorlardı. Hatta tarikatları halkı uyuttuğu iddiasıyla suçlayanlar da olmuştur. Mutasavvıfların zahitliğini riya diye de göstermişlerdir. Anadolu kökenli tarikatların büyük çoğunluğu gibi Melamilik de Şii akidesinden etkilenmiştir. Daha doğru bir ifade ile Ehl-i Beyt sevgisi tüm Anadolu'yu etkilemiştir. Melamilik de bundan nasibini almış ve Melami atmosferde yetişen bazı kişiler Kalenderilik, Haydarilik, Abdallık ve on ikinci yüzyılda hemen hemen bütün bu mezhepleri temsil eden Bektaşilik gibi tarikatların ortaya çıkmasına doğrudan yada dolaylı olarak etki etmişlerdir. Nefsinde yalnızca kusur ve naks, acz ve fakr olan insanın, bütün mehasin ve kemalatının Fatır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahre, gurura hakkı olmadığını anlaması zaten insanı riyadan, şöhretperestlikten, gururdan ve fahrden kurtarır. Yoksa şeriata aykırı davranarak fahr ve gururdan kurtulmak mümkün değildir. Mümkün olsa bile ehl-i sünnet çizgisine aykırıdır. Zira Hz. Peygamber -ki, İslamın peygamberidir ve sıkıntı çekmede de zirvededir- hiçbir zaman insanların teveccühünden kaçınmak uğruna şeriata muhalif fiilleri işlememiş, tam aksine ibadette, takvada, ihlasda, duada, şefkatte, cesarette erişilmez olmuştur. Allah sevgisinin ölçüsü Resul'e ittiba iledir. Resul'e ittiba ise Sünnet-i Seniyye çizgisinde yaşamakla mümkün olur. Müminin yapması gereken de kainatın yaratılış sebebi olan Zatın sünnetine uymaktır. Zira onu sevmek sünnetine ittiba iledir. Gerisi ya cehalet, ya dalalet, ya da sefahattir... ------------------------------------ Şimdi yazının gerçeği yansıtmaması yada çarpıtması nereden kaynaklanıyor: Melamiliğin Üçüncü Dönemi'nin kimi kötü huylara tabi olduğu ima edilmiş... Öyle ki büyük kısmının Mason olduğu, ibadetlerin sevilmediği, Şii akıdesinden etkilendiği, Sünnet'e uymadıkları ile itham etmişler... Oysa bunlar tamamen uydurmadır... Şöyle ki, Risale-i Nur Enstitüsü'nün bu yazısının mantığı, Melamiğin içinde olamadıklarından gelmektedir. Şimdi Melamileri "Masonluk" ile suçlamışlar, oysa Said Nursi İttihat ve Terakki Cemiyetinin ilk üyelerinden biri olarak Masonlarla kendisi de birlikte çalışmıştır... o şahıs Mason mudur peki? Bu bir yana... Tümbunlar bir yana, Melamiler öncelikle insandır... Herşeyden önce insandır... Yani "Bir Melami Kötülük Yapamaz" diye saçma bir inanç yoktur ve olamaz... Sormak isterim; acaba bir Nurcu, günahsız mıdır?... Her zaman dediğim gibi, İslam'a bir tek Risale-i Nur, HY gözü ile bakılırsa Ateist arkadaşların gördüğü İslam'dan başka bir İslam ile karşılaşmamamız kaçınılmazdır. Ben Risale-i Nur'un yanlış olup olmadığını sölemiyorum ancak Hakk'ı tanımada yetersizdir. Bakın şöyle özetleyeyim: Şimdi yukarıdaki yazıda, Melamilerin "Sünnet-i Bıraktıkları" iddia edilmektedir. Oysa Melamilerin Sünnet'i bırakmaları imkansızdır. Çünkü sünnet, önderin yoludur. Önderini bilmeyen, kendini de bilemez... Önder Hz. Muhammed'dir... Ancak Melamilerin ve bazı kısmının Sünnet anlayışı farklıdır. Sünnet sadece ibadet iledir... Yani sakal bırakmak, hurma yemek, cübbe giymek, takke takmak, saç uzatmak falan filan fistan sünnet değildir. Sünnet'in ne olduğu ibadetlerde bellidir ve onlardan başkası değildir ve hiç bir Melami bu sünnetleri boşlayamaz, sıkı sıkıyada bağlıdırlar... Melamiler hiç bir zaman görünüşe önem vermedikleri için, bu tür sünnet denen şeylere yüz vermezler, kaldı ki öyle bir sünnet anlayışıda yoktur. Hz. Muhammed hiç bir zaman sakal bırakın, saçınızı omzunuza kadar uzatın, hurma yeyin gibi hadislerde bulunmamıştır... Hz. Muhammed sevgisini "Şekile Adayanlar" bu sevgiyi gereksiz şekilde abartmışlardır. O kadar ki, sanki Hz. Muhammed bir "Robot"tu... Hep aynı giyinen, aynı işleri yapan, programlanmış bir robot... Oysa Hz. Muhammed, ashabına evlilikleri ve ilişkileri üzerine tavsiyeler bile veriyordu. İstediği zaman saçını kesip uzatabiliyordu. Hatta bir gün Ekinleri nasıl ekmelerinin dine uygun olacağını soran Araplara, "o sizin dünyalık işinizdir, nasıl biliyorsanız öyle ekeceksiniz" demiştir. Keyfiniz istiyorsa sakal bırakırsınız, istemiyorsa bırakmazsınız... Bu açıdan Nasreddin Hocanın "Ye Kürküm Ye" kıssası örnek verilebilir... Farkı yoktur... Allah sevgisinin ölçüsü'nün "Resule olan sevgi ile ölçülebileceğini" söylemişler... Hiç bir Melamideki "Hz. Muhammed Sevgisini" kimse ölçebilecek kadar yetkin değildir. Risalecilerden daha ileri olarak sadece Resul'ü sevmekle kalınmaz O'nun tüm mahiyeti yani Ehl-i Beyt'i sevilir. Eğer Hz. Ali'yi, Hz. Hasan'ı, Hz. Hüseyin'i, Hz. Fatıma'yı, Hz. Zeyneb'i çok sevmek "Şiilik" ise, "Şii" olarak adlandırılmaktan da incinmezler... Ancak yazıda da itiraf edildiği gibi, Ehl-i Beyt'i seven Melamiler idam bile edilmişlerdir. Oysa Hz. Muhammed Ehl-i Beytinin sevilmesini istemiştir... Gelelim Risalecilerin Melamilere dair "Şeriat'ı Yadsıdıkları" inancına. Bu kadar saçma bir tasavvur olamaz. Bakın, öncelikle Melamilikteki Şeriat'ın ne olduğunu anlatayım, sonra siz karar verin Melamiler Şeriat'a karşı mıdır? Şeriat, dini olarak kısaca ibadetleri kapsar... Namaz, Oruç vs vs vs gibi ibadetler Şeriat olarak anılır. Ancak insanını Allah'a karşı yükümlülükleri sadece bunlar değildir. İnsanın en önemli görevi Hakk olduğunu bilmektir. Eğer kendinize yönelmezseniz Hakk olduğunuz bilincine varamazsınız. Melamilere göre İnsan öncelikle Hakk'tır ama ayrıca Kul'dur da... İnsanı bir yazımda "Bir Bardak Su"ya benzetmiştim. Bardak=Benlik, Su=Hakk'tı. Hakk'a ulaşmak için insanın o bardağı kırması gerekiyordu. Bu sefer aynı bardak örneğini, Hakk'a ulaşmanın yolu olarak kullanacağım. Bu sefer Bardak=Şeriat, Su=Kul(Hakk/Benlik)... O bardak kırılırsa, ortada su kalır mı? O su dağılmaz mı, parçalanmaz mı, yok olmaz mı? Yani nsanın Kulluğunu bilmesi yani Allah'lık iddia etmemesi için İbadet'e yani Şeriat'a uyması gerekir. Bakın, bir Melami, kendisini Hakk olarak görüyordur bunu söyledim... E Allah'ın bir adı da Hakk, zaten yarattıklarına verdiği adı da bu: Hakk... Öyleyse her yaratılmış aynı zamanda "Allah"mı? işte bu yanlış anlaşılmaktadır. İnsandan başka diğer varlıkların bilinci yoktur zaten, kendi çabalarıyla Hakk'ı bulmaktan ayrıdırlar. Oysa insan aynı zamanda Allah'ı bulmakla yükümlüdür. Allah adı yalnız O'na ait olduğu için, Allah olmak yalnız O'na has olduğu için, insanlara ibadetleri belirlemiştir. Yani insan Hakk'tır ama aynı zamanda Kul'dur. Bakın ince bir çizgi vardır; bir tarafı sıddıklık, diğer tarafı zındıklıktır... Zındıklık "Kibir"den yani Şeytanın işlediği Günah'tan ileri gelir. Şeytan niçin Kibirlenmiştir? Ateşten yaratıldığı için mi? Hayır, Şeytan özünde Hakk'ın olduğunu biliyordu ve Adem'in yaratılması aynı zamanda Şeytan'ın da sınavı idi... Nasıl ki Hz. Muhammed Miraç'ta, Hz. Musa Tur Dağında sınandı ise, Şeytan'da Adem yaratıldığında sınanmış ve zındık olmuştur. Çünkü Allah bu sınanmada Kulundan tüm sınırları kaldırıyor, onu tamamen Hakk kılıyor, yani Allah'lığına değil ama Hakk'lığına eşdeğer kılıyor. Yarattığını Benliğinden ayırıyor. İşte bu sırada yarattığı acabe ne düşünecek? "Ya Rabbim ben sadece Kul'unum" deyip kendini geri mi çekecek, yoksa "Ben Sen'im" deyip gururlanacak mı? Eğer Kul yaratılmış olduğunun farkına varırsa yani Allah'ı bilirse Sıddık olur, Eğer yükseldiği makamda Kibirlenip "Ben Allah'ım" derse, zındık olur... O yüzden Hakk olduğunu bilen bir Melami, Kul olduğunu da bilmek zorundadır... O noktada Allah'tan farkı; Allah(Hakk): Kendisine ibadet edilendir, Kul(Hakk): İbadet edendir. İbadet'i boşlamak Kibir olur. Çünkü insan en başta Kul olduğunu da bilmelidir... Bu yüzden hiç bir Melami "Kul olduğunu unutmamak için" Şeriatı boşveremez. Şu bir gerçektir ki, Sünni olan Risaleciler, Şiilikten etkilendiğini düşündükleri için Melamiliği kaldıramamaktadır ve haksız eleştirileri bu yüzdendir. Oysa Melamiliği dışarıdan eleştirmek çok kolaydır ancak yanlıştır... İçinde olmadan bilemezler ve içine girebilince zaten Risaleler bile onlara yetersiz gelir... Saygılarımla...
  10. Sizin bu kibirli yaklaşımınıza karşılık ben daha iyi bir üslupla cevap vermek istiyorum: Melamilerin gizliliği, Masonik yada Tapınak Şövalyelerivari bir gizlilik değildir. Bu yazıyı yazan kişi, Melamiliğin içinde olmadığı için, Gizil bir yapıda olduğunu düşünmüştür. Oysa Melamilerin "İlla ki Gizli olalım, kimse bizi bilmesin, işimizi gizliden yürütelim" gibi bir anlayışları yoktur. Zaten "Kötülüğün bile yapılacaksa herkesin bileceği ve göreceği şekilde yapılmasını yani aleni olmasını tercih etmeleri, aslında son derece açık olduklarının kanıtıdır. Melamilerin gizliliğinin nedenini açıklamıştım aslında ama yine eksik ve kasıtlı okuduğunuz için sanırım kendinizce yorumluyorsunuz... Bakın Melamilerin gizliliği "Art Niyet yada Niyet"ten kaynaklanmamaktadır. "Amanda gizli olalım" diye bir anlayışları yoktur. Gizli olmalarının nedeni, haklarında bilgi edinmenin zor olmasından kaynaklanır. Sonuçta Melamilik bir Tarikat değildir, Meslek olarak tarif edilir... Yazılardan da anlaşılacağı üzere her büyük Alim Melami kökenlidir ancak kendi tekke veya dergahlarını kurmuşlardır... Buna biz kötü demiyoruz ama gerek yok diyoruz... Melamiler, kimseyi Melami yapmak derdinde olmadıkları için, kendi bildikleri ve gördükleri sadece kendilerini ilgilendirdiği için, yani Melamiliğin reklamını yapmadıkları için gizli gibi algılanıyor... Bir Melamiye "Melamilik"i sorsanız, sizin kendi içinizde "Hakk"ı gördüğünüzü hissetmediği sürece size Melamilikten kesinlikle bahsetmez. Çünkü ister ki siz kendiniz bulun gerçeği, gidin ona anlatın, o sizin Hakk'ın ne olduğunu anladığınızı hissederse, yolu görebildiğinizi, gerçeği görebildiğinizi hissederse ancak bahseder Melamilikten... Ancak Bahsetmesi de yetmez, Melami olmanızda kolay değildir... Öncelikle yine kendi çabanızla bir takım şeyler vakıf olmalısınız... Yani kendiniz Hamsınızdır, iyice Pişmeden Melami olamazsınız, Melami oluncada artık Yanarsınız... Aynen Mevlananın dediği gibi yani... Hamdım, Piştim, Yandım... Başkasının size telkinler vermesi ile bu yola sokması imkansızdır, çünkü öyle bir niyetleri yoktur. Bakın, Yunus Emre, Tapruk Emre'nin dergahına hep dümdüz odunlar getirirmiş. hiç biri eğri odun değilmiş. Taptuk Emre sormuş "Ey Yunus, niye hiç eğri odun getirmezsin?"... Emre cevaplamış "Eğrisi beni bulmuyor ki?"... Burada "Odun"dan kastettiği "İnsan"dır. Hakaret olarak değil bu... İnsanın içine Allah Aşkı düştüğü zaman, odundan beter yanar da o yüzdendir bu benzetme... "Eğri Odun" kendisine yani içindeki Hakka yönelmemiş olan insanı simgeler. "Doğru Odun" ise kendine Hakk'ı bulmuş olan insanı simgeler... Yani İnsan kendisi gelir bu yola, kimse kimseyi sürüp getirmez... Öyleyse, Eğri Odun, içindeki Hakk'ı bilemediği sürece bu yola girebilir mi? Haberi olur mu? Onun için Gizli olmaz mı bu? Ama bir Melami için Gizlilik yoktur... Herkes iyiyse yada kötüyse, içini dışını bilir bir Melaminin. Melamiler, diğer Tasavvuf öğretilerinden daha yüksek bir mertebe anlayışına sahip olduğu için, gittikleri yerin gizli önderi onlardır ancak hiç bir şekilde önderlik taslamazlar, hatta hizmet ederler... Gizlilik, sizin Melamileri göremeyişinizden kaynaklanıyor, onların öyle bir niyetleri olduğu için değil... Ayrıca Melamiler hiç bir zaman diğer Tarikatler için Tehlike arzetmezler... Çünkü onların ne yaptıkları umurlarında değildir. Kişi ancak kendisini kurtarır... Herkes Gerçeği Kendi öğrenmelidir, görmelidir... Saygılarımla...
  11. Birçok kimse, Tasavvuf'u illa ki "İslam"dan ayrı bir "Öğreti" olarak nitelemektedirler... Bu özellikle "Batı"nın "Sınıflandırma" merakından kaynaklanan bir yanılsamadır. Doğu Doğudur, Batı Batıdır... Her iki medeniyet, Dünya Medeniyetine katkıda bulunmuş olsalarda, ortak paydaları olsada, Doğu Mistisizmini, öğretilerini, inançlarını Batı Kafasıyla ve Gözüyle yorumlamak sizi yanlışlardan yanlışlara sürükler. Galileo'yu "Dünya Yuvarlaktır" diyerek asmak istemiş bir zihniyetin, Tasavvuf'a "Panteist" demesi, pekte güvenilir bir tanımlama olmamaktadır... Öncelikle burada, hep var olduğu halde pek bilinmeyen ve kendisini hep en sıradan olarak görmüş; tüm "İslam Tasavvufu Öğretilerinin" ortak paydası olan "Melamilik" hakkında bilgi vermeye çalışacağım... Bunu özellikle, neyin ne olduğunu, hangi fikrin nasıl adlandırılması gerektiğini bilmeyen kimselere faydalı olması için konu ediniyorum... Öncelikle burada yazılacak olanlar alıntıdır... Belki, kimseler için bir ipucu olur diye düşünüyorum... (A-L-I-N-T-I-D-I-R) -------------------------------------------------------------------------- Yozlaşmaya tepki Melamiliği yarattı Melamiye hareketi, tasavvufi hayatı şekle ve dış görünüşe kurban etmek isteyen yetersiz sufilere karşı bir reaksiyonu ifade ediyor. Melamiler'de bu nedenle zaviye, tekke, dergâh ve hangâh gibi tarikat durakları yok. Arapça "Levm" kökenli Melamiye, "azarlamak, serzenişte bulunmak, kınamak" anlamlarına geliyor. Tasavvufta ise, yaptığı iyilikleri gösteriş olur endişesiyle gizlemek, yaptığı kötülükleri de nefsiyle mücadele etmek için açığa vurmak manasını taşıyor. Başka bir deyişle ruhi hayattan kaynaklanan halleri saklamak, nefisten kaynaklanan davranışlara karşı koymak ve onların aksini yapmak olarak yorumlanıyor. YOZLAŞMAYA TEPKİ Melamiliğin "Yolu yordamı belli, kuralları konmuş" bir tarikat olmadığı, bir yaşayış biçimi, İslamiyet'in hayata uygulanmasında değişik bir yorum olduğu belirtiliyor. Melamiliğin tarikatların tekke, zaviye, dergah, özel kılık kıyafet ve zikir merasimleri açısından halktan kopması ve İslamiyet'in safiyetinden uzaklaşması üzerine bir tepki olarak doğduğu öne sürülüyor. Melamiliği inceleyenler, tarikatın doğuş ve yayılmasında, Arapların kendilerini diğer ırklardan üstün görmelerini, Emevilerin Arap olmayanlara "Melami Köleler" adını takmalarını ve Abbasiler'in de Hazreti Ali'yi kendilerine düşman saymalarını neden olarak gösteriyorlar. Melamiliğin Horasan ve yakınlarında doğmasını, sonra da Türkmenlerle hızla yayılmasını buna bağlayanlar var. Melamiliği tarikat olarak ele alanlar, tarih içindeki gelişimini üç dönemde ele alıyorlar: "Melamiye-i Kassariye (Tarikat-ı aliye-i Sıddıkiye) Hamdun Kassar, Melamiye-i Bayramiye (Tarikat-ı aliye-i Bayramiye) Bursalı ÖmerSıkkini, Melamiye-i Nuriye (Tarikat-ı aliye-i Nakşibendiye) Muhammed Nurul Arabi." YAYILIŞI Melamilik Horasan'dan Bağdat'a, oradan da Suriye'ye geçti. Bu yayılma macerası, bazı Türk tarikatlarının Melamilik'ten doğrudan etkilendiği iddiasına da neden oldu. Çünkü Melamilik, tüm bu bölgelerde Türklerin hakim olduğu dönemlerde yayılma şansı buldu. Böylece Horasan erleri, Alp Erenler, Fütüvvet Ehli olarak nitelendirilen birçok kişinin Melami olduğu iddia edildi. Tamamen bir Türk tarikatı olan Bayramiliğin önemli bir kolunun Melami oluşu, en güçlü Melami akımının Bayramiye'den kaynaklanması da bu iddiayı güçlendirdi. Anadolu'ya XIII. yüzyıl sonunda geçen Melamiliğin en önemli iki grubu ise Kalenderiler ve Yeseviler olarak kabul ediliyor. Tasavvuf ve tarikat, Tanrı'ya ulaşmak için bir yolsa, Melamiler'e göre bu yol, birtakım gösterişli merasimler, halktan kopuk bir imtiyazlı sınıf oluşturmakla gerçekleşmez. Gittikçe katılaşan birtakım şekli davranışlar ve gösterişli zikirlere dönüşen tarikat olayına karşı çıkan Melamiler bu nedenlerle "Tasavvuf içinden tasavvufçulara karşı çıkan zümre" olarak nitelendiriliyor. 'ZİKİR DEĞİL, FİKİR ÖNEMLİ' Melamiler'e göre adab-erkana boğulmuş zikir meclisleri, kıyafet ve törenlerle Allah'a ulaşmak mümkün değil. Allah'a ulaşmak, ancak Hakk'a bağlanmak,cemiyet içinde yaşayarak halka hizmet etmek, tevazu ve aşkla gerçekleşiyor. Melamilerin inancına göre, Allah'a ulaşmakta zikir değil, fikir önemli. Melamiliğe göre, bunun için tekke ve zaviye gibi özel yerler de gerekli değil. Çünkü özel yer ve kıyafetlerde riya tehlikesi olduğuna inanılıyor. Bunun da ihlasın zıddı olduğu belirtiliyor. Bu şekliyle Melamiye hareketi, tasavvufi hayatı şekle ve dış görünüşe kurban etmek isteyen yetersiz sufilere karşı kuvvetli bir reaksiyonu ifade ediyor. Melamiliğin halkın içinden değil de, tasavvuf ve tarikat ehli arasından çıkması, Allah'a giden yoldaki merasimlerin asıldan sapılacak kadar önem kazanması ve halktan ayrılması gibi yanlışların farkına varılmasından kaynaklanıyordu. İnanç kendini yeniliyor, yanlışlardansa arınılıyordu. Melamilerde bu nedenle zaviye, tekke, dergah ve hangah gibi tarikat durakları yok. Zikri de merasimden saydıkları için, bundan da tamamen vazgeçmişlerdir. Zikir, Allah'ı düşünmek şekline onun kudretini ve büyüklüğünü anmak, idrake çalışmak şekline dönüşmüştü. Melamiler, Hak'la halk arasındaki tasavvufi bağın da gereğini yapmak için halktan ayrılmayı, kopmayı, halkla aralarına bir duvar çekmeyi kesinlikle yasakladılar. Onlar halkın içinde, onunla birlikte, o şartlardayaşamayı Melamiliğin bir çeşit gereği sayıyorlardı. Halk nasıl kazanıyorsa öyle kazanmak, fakat özellikle çalışarak, emeğiyle kazanmak ve yaşamak Melamiliğin esaslarını oluşturuyor. Şeyh, derviş, hoca gibi sıfatların ardına saklanarak başkalarından geçinmek, Melamilikle bağdaşmıyor. İkinci dönem Melamiler'in yayılmasında İbni Arabi'nin etkisi var. Çünkü Osmanlı dönemi tasavvufi düşüncesinin yönlendiricileri arasında İbni Arabi ilk sırayı işgal ediyor. Ona göre, Melamiye tasavvufi makamların sonuncusu. Arabi, 'Ondan sonra bir makam vardır, o da peygamberliktir' diyor. GİZLİLİK ESAS İkinci dönem Melamiler'i arasında Melamiye- i Bayramiye'nin oldukça çileli bir dönem geçirdiği biliniyor. Osmanlı döneminde fetvalarla öldürülen, başı kesilen, boğdurulan sufilerin büyük bir çoğunluğunun Melami olduğu belirtiliyor. Devletin bu tavrı, "Gizlilik" esası üzerine kurulan Melamilerin iyice gizlenmelerine yol açtı. Üçüncü dönem Melamileri ise, daha çok İstanbul ve Rumeli topraklarında faaliyet gösterdi. Haririzade Kemaluddin, Ali Urfi, Bursalı Mehmed Tahir önemli eserler vermiş Melamiler'den sayılıyor. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının ardından tarikatlar ortalıkta kalmayınca Melamilik de başlangıçtaki kimliğini yitirdi. Ancak günümüzde hala Melamiliğin çağa uygun bir şekilde sürüp gittiği görülmektedir. Özlem Yılmaz / Ulaş Yıldız ---------------------------------------------------------------- Tabi bu yazı Melamilik hakkında sadece fikir sahibi olunmak için yazılmış bir yazı. Doğru olmakla birlikte eksikliği pek çoktur. Bunun nedeni, Melamiliğin şu öğretisinden kaynaklanır: Kişi gerçeği kendisi bulur... Bir Melami için kimin inanıp kimin inanmadığı önemli değildir. Mahşerde herkes öncelikle kendi derdine düşecektir, her koyun kendi bacağından asılacaktır. Bundan daha da önemlisi; Kişi içindeki "Hakk"ı kendisi göremedikçe, kimse ona "Hakk"ı öğretemez, gösteremez... O yüzden Melami olmayan hiç kimse Melami olmadan, Melamiliğin ne olduğunu öğrenememiş, Melami olanlarda bu anlayışa sahip oldukları için, Melamiliği "Kendi Çabası İle Hakk'ı Bulamayan Kimseye" anlatmamışlardır ve anlatma gerekğ görmemişlerdir. Dayatmacı, yayılmacı bir zihniyete sahip değillerdir... O yüzden hakkında en az bilgiye sahip olabileceğimiz tek yoldur Melamilik... Bu yazıdan sonra, yine Melamilik hakkında yazılmış, internetten bulabileceğiniz araştırmaları buraya alıntılamaya ve toplamaya çalışacağım ve yeri geldikçe de açıklama yapacağım. Kendi görüşlerimi söylemememin nedeni ise; Bir kimse içindeki bilemedikçe, benim ona içindekini gösteremeyecek olmamdır... Saygılarımla... (A_L_I_N_T_I_D_I_R) -------------------------------------------------- Melamiliğin özellikleri Kınayanın kınamasından korkmamak Hayrı (iyilikleri) gizlemek, yapılan kötülükleri açığa çıkarmak, Nefsi kötülemek Kendini herkesten aşağı görmek ve göstermek Kötülüğü herkesin içinde yapmak, gizlememek -------------------------------------------------- Burada yanlış anlaşılma olmasın diye açıklama yapma gereği duydum... Melamiliğe göre, Peygamberlerde dahil, öncelikle herkes İnsandır... Ve insan yaratılışı gereği hata yapabilir... Hata yapmamak için bir dine, tarikata, inanışa sahip olmamak gerekmiyor... çünkü Hata yapmak kaçınılmazdır. Hz. Muhammed'e bir kısım kimseler "Ey Muhammed, biz senin Kabilendeniz, niye günahsız değiliz?". Hz. Muhammed şöyle söylüüyor: "Eğer siz Günahtan arındırılmış bir kavim olsaydınız, Allah sizi yanınıza alır, biraz daha günahkar kavim yerinize kalırdı"... Yani yaşamın amacı, hatalarla, günahlarlar, sevaplarla, doğrularla yaşayarak Gerçeği Kavramaktır... O yüzden yukarıdaki bir açıklamayı bu açıdan ele almak gerekir... Kötülüğü herkesin içinde yapmak, gizlememek: Bir Melamiden beklenen, elbette ki kötülük yapmamasıdır... Ancak herkes insandır sonuçta. Melamiler kötülük yapamaz, günahsızdırlar, masumdurlar bigi bir inanç yoktur. O yüzden bir melami'de Benliğine yenilip kötülük yapabilir... Ama hiç bir Melami, sinsice, gizliden, tuzak kurarak, pusuya düşürerek, ihanet ederek kötülük yapamaz... Eğer Benliğine yenilip bir kötülük yapacaksa, bunu dışarıdan, hatasını herkesin bileceği, göreceği şekilde yapar... Açıktır bu açıdan... Kötülüğünü gizleyen bir kimse Melami değildir... Ve bir Melami Hayrı gizler... "Sağ elin verdiğini, sol elin görmemesi" bunu ifade eder... Şöhret peşinde değildir Melamiler. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gib ahiret için çalışırlar. Kendiler için en önemli olan şey, başkalarının huzurlu olmasıdır... Başkalarının mutluluğu için çabalarlar... Mevlana'nın çok güzel bir sözü, Melamiliği bu açıdan açıklar: "Hakk'a Hizmet, Halka Hizmet'tir"... Mevlana bu açıdan çok önemlidir. Çünkü O'nun Hakk gördüğü "Semazenlik", çok manalar içermektedir. Öncelikle insanın kendisi "Hakk"tır (Hakk olmak, Allah olmak demek değildir). Ve ilk kıblesi insanın kendisidir. Bununla ilgili açıklama şu linkte vardır: http://www.turkish-media.com/forum/index.p...73829&st=50 Linkteki bilgilerden sonra gelelim Semazenlikteki "Hakk'tan alıp Halka vermek"e... Semazenlikte, yukarıya kalkan elin ayası göğe bakar ve Hakk'tan almayı temsil eder, aşağı inen elin ayası yere bakar ve Halk'a vermeyi ifade eder... Yeni alıntılarla, yeni bilgiler vereceğim... Saygılarımla... (A-L-I-N-T-I-D-I-R) ------------------------------------------ Batı Anadolu'da yaygın ÜÇÜNCÜ dönem Melamileri hakkında bir çalışma yapan araştırmacı- yazar Hasan Fehmi Kumanlıoğlu, Rumeli'nin Türk topraklarından çıkmasının ardından bölgedeki Melami büyüklerinin İstanbul, İzmir, Bursa ve diğer Batı Anadolu illerine yerleştiklerini söylüyor. Kumanlıoğlu, "Herhangi bir bağnazlığa kaçmadan, her anlamda iyi, kendini aşan insan yetiştirmek için çalışıyorlar. İzmir Karşıyaka'da Tasavvuf Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği Melamilik anlayışını hala sürdürüyor" diye konuştu. ------------------------------------------ Evet, İzmir'de yaygındır... Ama Karşıyaka'daki bi dernek, asıl merkez sanıyorum başka yerde... Saygılarımla... (A-L-I-N-T-I-D-I-R) ------------------------------------- Şeyh Sıkkini tacı ve hırkasıyla ateşe atladı ABDÜLBAKİ Gölpınarlı, "Melamilik ve Melamiler" kitabında Melamiyei Bayramiye ile ilgili şu bilgiyi veriyor: "Hacı Bayram Veli'den sonra Şeyh Akşemseddin onun makamına oturdu. Bayramiye dervişleri her gün mescide gelirler, halka olurlar ve zikirden sonra da Şeyh Akşemseddin'in elini öperlerdi. Şeyh Emir Sıkkini de, mescide gelir, fakat zikir halkasına girmeyip bir köşeye çekilirdi. Bundan üzüntü duyan Şeyh Akşemseddin, bir gün Emir Sıkkini'ye 'Bizim zikir halkamıza niçin girmiyorsun? Gir, yoksa başından tacını alırım' dedi. Bunun üzerine Şeyh Sıkkini, hepsinin gözü önünde yaktığı ateşe, başında tacı ve sırtında hırkası ile atladı. Kendisine bir şey olmamış, yalnız tacı ve hırkası yanmıştı. İşte o günden sonra Emir Sıkkini'nin müridleri ve halifeleri ne tac, ne hırka giydi." ------------------------------------- Melamilik tüm gösteriş, tantana ve şaşa-a'dan uzaktır. Sadeliği tercih ederler... Tac, hırka, cübbe, çarşaf vs birşey ifade etmez... Bu çıplak gezerler anlamına gelmiyor tabii ki, İslam'ın örtünme kuralına uyarlar ama Türban falan gibi takıntıları yoktur... Bu açıdan da neredeyse Panteist olduğu iddia edilen Hacı Bektaş-ı Veli'nin çok net bir deyişi vardır: Hararet Nardadır Sacda Degil, Keramet Baştadır Tacda Değil, Ne Ararsan Kendinde Ara, Kudüste Mekkede Hacda Degil... Saygılarımla... (A-L-I-N-T-I-D-I-R) --------------------------------- Melamilik ve Melamiler Melamilik, tasavvufa ve tarikatlara karsi, Islamiyetin ilk dönemlerinde ortaya çikan ve yüzyilimiza kadar devam eden bir reaksiyon... Sufilerin bir kisminin "en yüksek makam" saydigi, bir tür gizli inanç sistemi... Sarkiyat biliminin zirvelerinden Abdülbaki Gölpinarli'nin (1900-1982), ilk baskisi 1931'de yapilan "Melamilik ve Melamiler"i bu konuda yazilmis tek eser ve günümüzde de hala tek ana kaynak... Ilk baskisi bugün "nadir" bir kitap olan "Melamilik ve Melamiler"in bu yayini, yazarinin kendi nüshasinin bir tipkibasimi... Gölpinarli'nin yaptigi düzeltmeler aynen korunuyor, sayfa kenarlarina aldigi notlar muhafaza ediliyor ve bunlarin yeni yaziya çevirileri veriliyor... Bir yazarin, Gölpinarli'nin ölümünden sonra da dedigi gibi, "Abdülbaki'den kalan isiklar, daha çok uzun süre, o yollarda dolasmak isteyenleri karanlik labirentlerde tökezlemekten kurtaracaktir..." ---------------------------------- Tahmin edebileceğiniz üzere kendi içine son derece kapalı olan bu İslam Öğretisi hakkındaki Tek Kaynak şimdilik kitap bu kitaptır. Önümüzdeki zamanlarda, bu konuda ikinci bir kitabın çıkması ihtimali de yüksek tabi
  12. Arkadaşım, burası laf sokup, taş atıp kaçacağın bir yer değil... Burada açıklamalar, ispatlar ve görüşler konuşur... Siz bir soru sorarsınız ben cevaplarım, ben sorarım siz cevaplarsınız... İki tarafta görüşlerini bildirir... Ben size görüşlerimi bildirmekten başka bir şey yapmadım... Sizi, sizin gibi küçümsememeye de çalıştım ama nedense hep zorluyorsunuz insanı... Ben basketbol oynayıp, güzel futbol oynuyorum demiyorum, Ben sizin anlamlandıramadığınız şeyleri size anlatmaya çalışıyorum... Ne yazık ki, benim bişeyleri paylaşma çabama rağmen siz hala ufak laf oyunlarıyla kaçak dövüşüyorsunuz... Hala yazdıklarıma karşı sağlam birşey yazabilmiş değilsiniz... İspatlayım kardeşim, ispatlayın bu ithamınızı yaa... Madem bu iddiayı sunabilecek kadar Budizm'i ve Tasavvufu biliyorsunuz, madem söylediklerime bir isim koyabilecek kadar anlayabiliyorsunuz (ki koyduğunuz her ismi çürütebilirim, emin olun, çürüttümde zaten) sizin için zor olmasa gerek bunu ispatlamak... Ama nedense hala bir çıt yok... İspatınız yoksa itham etmeyin kardeşim... "Basketbol Oynayıp, Güzel Futbol Oynadığımı İddia Ediyor Olmamı"da (ki bu kadar saçma bir tanımlamada görmedim) kanıtlayabilmiş değilsiniz hala... Madem ki öyle kanıtlayın arkadaşım yaa... Bez size itham ettiğiniz şeyler olmadığımı teker teker kanıtladım... Bu seferde siz önce bana Budizm'i anlatın, ondan sonra benim anlayışımdaki benzerlikleri saptayın, sonra ispatlarınızı sunun, elinizi öpeyim... Ama bunu da yapamıyorsunuz... Bu sefer'de Budist oldum Ama hala Budizm'e benzeyen taraflarımı, aynılıklarımı anlatabilmiş, niçin Budist olduğumu ispatlayabilmiş değilsiniz... Başka adlandırmadığınız isim kaldı mı, çok merak ediyorum... Peki siz nesiniz arkadaşım? siz nesiniz? Rica ediyorum, artık olayı kişiselleştirmeyelim, bir kanıtınız varsa alalım, yoksa olmadığım adlandırmalar kullanmaya bir son verin, hiç inandırıcı olamıyorsunuz ve bu tartışmayı noktalayalım... Siz İslam hakkında aşamadığınız doğmalara ve önyargılara sahipsiniz ve bazı gerçekleri görmek size ağır geliyor sanırım... Bu yüzden artık yapabileceğiniz tek şeyi yapabiliyorsunuz: çeşitli ve olmadığım isimlendirmelerle itham etmek... Ben isimlendirmelerden rahatsız olmuyorum ama bu isimlendirmenin manası önemli... Allah'a Teslimiyeti ima ediyorsa, o ismi kabullenirim, ama kendinizin bile anlamını bilmediğiniz isimlerle, terimlerle beni adlandırmanız, sizi küçültür... Ben neyim diyorsam O'yum, İnsan neyi arıyorsa O'dur... Okuyan herkes kimin ne olduğunu görebilecek kadar zekidir... Size ve diğer arkadaşlarıma bu konuda başarılar dilerim, benim söylemek istediklerim, söylediklerim, fikirlerim gayet açıktır. Sizin anlamanız için çabalamamın boşa olduğuda açıktır... Hala bir inat ve kuru bir saplantı içersindesiniz... Unutmayın, Kibir insanı küçülten tek huydur... Benim sizin görüşlerinize değer verdiğim kadar, siz değer vermediniz ve buda tartışmamızı anlamsız kıldı... Bu konuya bundan sonra yazmamam çok yerinde olacaktır... Anlamak yada inat etmek size kalmış. Başarılar Dilerim, Saygılarımla...
  13. Ya arkadaşım, siz napıyosunuz anlamadım ki ben? Hayır öncelikle şunu söyleyeceğim, benim "Tasavvuf'ta böyle bir Hiyerarşi yok" şeklindeki tümceme nazaran mı yazdınız bu yazdıklarınızı? E pes doğrusu... Ben böyle bir mana ifade etmedim ki? Ya artık iyice anlamış bulunmaktayım sizin, benim iletilerimi adamakıllı okumadan, sırf laf olsun diye yanıtladığınızı... Niye mi böyle? Aşağıda vereceğim: Bakalım, Ben "Hiyerarşi Yoktur" derken neyi kastetmişim... O lafımı neye nazaran söylemişim? BrainSlapper'in kastettiği hiyerarşinin ne olduğuna bakın, sonra siz hangi alakasız konudan bahsediyorsunuz bi bakalım... Hımmmm, neymiş? BrainSlapper, kısaca "Dinlerin Evrimi" diyebileceğimiz bir düzenden bahsetmiş: Panteizm-Seçici Panteizm-Monoteizm-Vahdeti Vücut-Ateizm gibi, kendince bir sıralama uydurmuş... Ve de demek istemiş ki: "Kimi inançları Kutsal görür, kimilerin aşağılık görürseniz, Hiyerarşik bir yapı oluşturmuş olursunuz..." demiiiiiiş... Ben Demişiiiim, hemmen bakıyoruuuz: Siz neyden bahsetmişsiniz: üşenmeyelim, ona da bakalım hemmeeeeennn: Yani neymiş? sizin yanıtınız konuyla tamaaaamen alaksızmıışşş... Ayrıca, madem o kadar iyi bildiğinizi iddia ediyorsunuz Tasavvufu (ki Tasavvufu iyi idrak edebilseydiniz "Kölelik Sistemi" olarak itham etmezdiniz), benim Tasavvuf inancımı "Melamilik" açısında ele alın... Zira Melamilik ile sizin bu kendinizce açıklamaya çalıştığınız yapı hakkında pek bir bağ yoktur... Gerçi bu konuda pek bir bilgiye de rastlayamazsınız ama; bu kadar iddialı olduğunuza göre, sanırım yeterince bilgi sahibisinizdir... Ha unutmadan şunu söyleyeyim, Rica ederim, bari bundan sonra İletileri doğru düzgün okuyunda öyle cevaplayın, tartışmanın tadı çıksın, bilgi edinelim... Sırf eleştirmek için, laf olsun diye yazı yazmayın rica ederim... BrainSlapper'in iletisi ve O'nun iletisine verdiğim yanıtla, sizin yazdığınız bu yazı arasında tek bir bağ bile göremedim... Şöyle diyebiliriz belki, biz denizde nasıl yüzüleceğinden bahsederken, siz nasıl uçulur ondan bahsetmişsiniz... :) Saygılarımla...
  14. Bunu söyledim ve açıkladım... idrak etmek size kalmış... Bunu, "Allah"ı "Putlaştırılmış Görünmez Bir İlah" sanan Katakuta arkadaşımız için yazmıştım ve açıklamasını da yaptım... Ban "Hallac-ı Mansur Şahadet Getirmeyi Reddettiği İçin Öldürüldü" gibi bir terim kullanmadım... Hatta bu nedenle değil, başka nedenlerle öldürüldüğünü, Siyasi nedenlerle öldürüldüğünü söyledim. Demek ki kafanızdan uyduruyormuşsunuz bazı şeyleri... İlla ki düzgün okumak gerek... Aman efendim ne münasebet, kafası kalın olan ben olayım, bunun bir önemi yok... Aşağıda açıklayacağım bunun ne demek olduğunu siz hiç merak etmeyin... Devamlı bu örneği veriyorsunuz ama hiçte uygun bir örnek değil... Bakın benim diğer dinleri ayrı görmemenin sebebini de anlattım size... Bunun da cevabı, diğer ithamlarınıza olduğu gibi yukarıda var. Hala diğer dinlerden İslam'a atfettiğimi iddia ediyorsunuz. Oysa ben bu konuda nasıl bir görüşe sahip olduğumu net olarak açıkladım, biraz anlama çabasında olunda okuyun... Arkadaşım, bakın ben o örneği zaten basit bir örnek olarak verdim. Yani öyle tv'nin bozulmasıymış, tamir görmesiymiş falan bunlara girmek istemedim. Hani Katakuta arkadaşımız "Düz Mantık Erdemdir" dedi ya, bende buna uygun olarak, düz mantık kurabileceği(niz) basit bir örnek vermek istedim. Ama bakın işinize gelmediği zaman nasılda karmaşık bir mantık silsileside yürütebiliyormuşsunuz öyle değil mi? Bunu öğrendikten sonra, yukarıdaki yazılarımı tekrar okuyabilirsiniz, herşeyi orada anlattım... Hadi yaa... Ben uzun zamandır Vahdet-i Vücut anlayışındayım, uzun süredir her türlü fikri gözden geçirdim, ne Ateizm'de nede Panteizm'de böyle bir anlayışa rastlamadım. Bakın, Bu adamlar "yav Batı'da Panteizm diye bi Felsefe varmış, haydin ona uyalım" diyerek kafalarına göre uydurmadılar... Bu adamlar öncelikle İslamdılar ve özünü kavradılar... Kur'andan yola çıktılar... Aradan bilmem ne kadar zaman geçtikten sonra Batı'da "Panteizm" sistematikleşti. Ve Batılılar Filozof olarak gördükleri herkesi bir sınıflamaya soktular. Yok efendim şu şöyle, bu böyle diye... Galileo'yu Yargılayan o zihniyet, aynı şekilde bir sınıflandırma getirdi yani anladınız mı? Ve siz o zihniyetin geriliğini, yobazlığını hem bilip, hemde sınıflandırmasına güvenip, Mutasavvıfları "Panteist" olarak adlandırabiliyorsunuz, e pes doğrusu. Bakın, ben açıkça söylüyorum, kastım Hıristiyanlık değil ama Batının Bilgisel Devinimine yani Felsefi kavrayışına ve edindiklerine zerre kadar güvenmiyorum. Vahdet-i Vücut ile Panteizm benzer görülebilir, ki sizde artık yavaş yavaş kabul ediyorsunuz ki "Bir bakıma panteizm'dir" demeye başladınız, merak etmeyin bu ilerde "Panteizm değildir" anlamına gelicek... Neyse, bu sınıflandırmalarda, Doğulu düşünürler, Avrupa kaynaklı statülere uymadıkları için, Avrupalılar kendi kafalarına esen benzerliklerle, bunları sınıflandırmışlardır. Bugünde bu adamlar o yüzden Panteist, Deist bilmem ne olarak adlandırılıyorlar... Oysa, siz bugün Komünizm'e benzeyen bir sistem çıkarıp, adına "BlainSlapperizm" deyip, "Karl Marx 'BrainSlapperist'ti" diyemezsiniz... Bakın, Panteizm ile Vahdet-i Vücut anlayışı ne yazık ki aynı anlayışın Batı ve Doğu tasavvurları olduğu düşünülüyor. Oysa ki, bakın "Panteist" olarak adlandırılan "Vahdet-i Vücut"çularla, Batılı "Panteist"leri karşılaştırın, aslında yanlış bir sınıflandırmadan başka bir şey olmadığını görürsünüz... Merak etmeyin, bu ayrımı benimde yapmam zor oldu ama evet, var öyle bir ayrım... Bu noktada umarım anlamışsınızdır o insanların niçin, kendi tasavvurları ile adlandırılmaları gerektiğini... Öncelikle, Vahdet-i Vücut ile Panteizm arasındaki farkı, sizin bu tanımlamanızdan yola çıkarak anlatayım bari: Herşey Tanrıdır (Panteizm) => Tanrı Herşeydedir (Vahdet-i Vücut) Bakın KataKuta arkadaşımızda ikisini aynı sandı, hatta İbn-i Arabi'yi bilip bilmediğimi sordu. İkisi arasında kesin bir fark vardır. Şöyle özetleyeyim: Panteizm'de: Herşey Tanrı'dır. Maddeden Ayrı bir Tanrı yoktur. Tanrı, Doğa'nın kendisidir. Madde, Tanrı'nın Parçasıdır... Panteizm Batı kaynaklı ve Dinlerden arınmış bir Felsefe olarak "Tanrı-Evren-İnsan Birliğini" Maddesel birlik olarak ele alır... Manevi bir açıklık yoktur. Aşkın, Üstün bir Tanrı'da yoktur. Varlık "Var"dır ve Tanrı bununla birlikte vardır. Vahdet-i Vücut'ta: Tanrı herşeyin özünde vardır. Allah olması ile Madde'den üstündür, Hakk olması ile Madde'nin özündedir. Yaratılış sonucu Madde'yi kendinden "Yaratmıştır" ve Kur'an-da "İnna Lillahi: O'ndan Geldik" diye geçer. Hz. Adem'in bedenine, bizzat "Hakk" olmayı üfürmüştür. Hz. Meryem'in gömlek yakasına, Hz. İsa'nın "Hakk" oluşunu Cebrail vasıtasıyla üfürmüştür. Hz. İsa'nın Hıristiyanlarca yanlışlıkla "Tanrı" olarak algılanması bu yüzdendir: "Ene'l Hakk". Allah'ın bir çok ismi vardır, ki aralarında en önemli ismi "Hakk"tır. Bu isimleri tüm yaratılmışlara dağıtmıştır. Ancak Allah'lığını hiç bir yarattığına vermemiştir. Allah olan bir tek O'dur... Hakk olanların tek amacı, Allah'a ulaşmaktır. Varlığı aşıp, Benliğini kırıp, Allah'a ulaşmaktır. Allah'ın tüm sıfatları Maddede bulunmasına karşın, Allah'lığı bulunamaz. O yüzden Allah olması ile Maddeden Aşkındır. Oysa Panteizm'de Tanrı, Maddeden Aşkın değildir. İnsanlar, Allah'ın tüm diğer sıfatlarını aşabilirlerse, varacakları, aşılamaz ve sonsuz-sınırsız olan yer Allah'ın bütünlüğüdür... "Ölmeden Ölmek" açık olarak bunu ifade eder. Bedenin aşılabilir olduğunu ve ardında başka "Tek Bir Gerçeğin" olduğunu ifade eder. Bakın Muhiyiddin Arabi'yi de "Panteist" olarak adlandırıyorlar ama kesinlikle Alakası Yoktur. Öncelikle Varlık'tan aşkın olarak Allah'a inanır kendisi... "Hakk" olmak, Allah olmak demek değildir. "Allah" adı yalnız O'na aittir. Allah olmak ne demektir peki? Herşeyin Nedeni Olandır... Herşeyin Geldiğidir... Doğa O'ndan gelmişlikle, herşeyin nedeni olamaz, yani kendisinin yaratıcısı olamaz... Aşkın bir Allah tarafında yaratılmıştır. Kendisinden yarattığı herşeyin özünde de Allah'ın "Hakk" sıfatı vardır... Yani Tasavvuftaki "Tanrı-Evren-İnsan" Birliği, Panteizm'deki anlayıştan çok çok farklıdır. Panteizm'de Tanrı-Evren-İnsan içiçedir. Tasavvuf'ta Allah "Hakk" adını Evren ve İnsan'ın yani Maddenin özüne yerleştirerek bu Birliği sağlamıştır ve Madde'yi kendisine dönmesi için yaratmıştır, ki Kur'an-da: "Ve İnna İleyhi Raciun: Ve Dönüşümüz O'nadır" diyerek geçer. Hz. Muhammed ve Hz. Ali bunun en üstündedirler. Hz. Muhammed Nabiullah, Hz. Ali Evliyaullah'tır. KataKuta arkadaşımıza cevap olarak: Herşeyin Özünde olan, Allah'ın "Hakk" sıfatıdır. Allah, Panteizmin felsefesinden ayrı olarak Aşkın'dır. Panteizm'de Aşkın bir "Tanrı" yoktur. Ancak Tasavvuf'ta Her Hakk'ın Ulaşmak için çabaladığı nokta "Allah"tır. Yani bedeni kırıp, aşmaktır... Allah'ın tüm diğer sıfatlarını aşıp, aşılamaz ve en aşkın adına ulaşmaktır. Bakın Tasavvufun Budizm'den Nirvana'dan falan etkilendiğini söylediniz ama Muhiyiddin Arabi İspanya'da doğup, Nirvana'dan mı etkilendi? Her Evliya'nın Allah'a ulaşması bir aşamayı kaydetmiştir. Hepsi Hallac-ı Mansur'un dediği gibi, Aynı amaca farklı yollardan ama benzer yollardan ulaşmıştır. Yani nehirler farklı ama vardıkları Okyanus aynıdır... Tabi burada en önemli öğe, Amacında aynı olması, yani Allah'a ulaşma amacıdır. Yani ne Cennet, ne Cehennem, Ne Dünya, Ne Araf... Hiç biri ayrı değil. Çünkü Hepsinin özünde "Hakk" var. Bilinçsiz her varlık sonunda, Bilinçli her varlıkta "Allah'a ulaşma çabasının sonunda", Allah'a döndürülecektir... Daha iyi anlamanız için Panteist oldukları iddia edilen kimselerin görüşlerini ve açıklamalarını alıntılamak isterim: Muhiyiddin Arabi'nin görüşlerinin anlatıldığı bir site'den: "Arabi'ye göre kainat ve özü, Allah'tan başlayıp Allah'ta sona eren bir seyirdir. Ona göre "O"ndan yola çıkıldıktan sonra, bir yetiştiricinin yol göstericiliğiyle Batın'ı Velayet mertebesi yani Velilik olan Hz.Muhammed (s.a.s.) efendimizin gerçeğine ulaşılır." "Fenafillah adı ile de bilinen yaşam türü Vahdet-i Vücud'dur. Vahdet-i Vücud ile batıl bir görüş perspektifini yansıtan panteizm arasında kesinlikle bir bağlantı bulunmamaktadır. Şöyle ki; Vahdet-i Vücud görüşüne göre Allah her an kendi ilminde manalarını seyretmektedir. Bu seyrin tabii sonucu aslı olmayan, aslı hayal olan mevcudat oluşur. Mevcudatın aslı yoktur, yokluktan gelmiş, tekrar yok olacaktır. Dolayısı ile Kainat Allah'tır görüşü yanlıştır, hayal mahsulü bir varlık veya 5 duyuya göre varlıklar orjin olamaz, ancak varlığını da Allah'tan alır. Panteizm bakışı ise dar bir skala ile "mevcudat Allah'tır" kavramını oluşturur." Hallac-ı Mansur'a ait görüş: "Allah'a kavuşmak için iki rekat namaz da yeter. Ancak, böyle bir namaz için abdesti, insanın kendi kanı ile almış olması gerekir." (Yani insanın benliğini aşmış olması gerekir. Yaşamak için Ölmüş olması gerekir. Nerede yaşamak?) "Evladım, insanlar dinlerini kendileri seçmezler, kaldı ki hem Musevilik hem Hıristiyanlık hem de İslam, Hak dinidir. Amaçları aynıdır, araçları farklıdır." Yunus'ta diyor ki: "Yaratılanı sev Yaratandan ötürü..."... Sanırım, Ateizmin Sevgisinden daha aşkın bir sevgi modeli bu. Şimdi diyeceksiniz ki; "Allah korkusu nedeniyle mi yaratılanı seveceğiz." Tam aksine... Herşey özünde "Hakk" olduğu için herşeyi seveceksin... Anladınız mı Ateizmle aradaki farkı? Çok çok açık... Hatta size buna örnek olarak bir İslam Kıssası anlatayım: Hakk'ın ne olduğunu anlayamamış ama Yunus'un "Kıl Beşi Kurtar Başı" uyarınca ibadetini hiç aksatmamış bir Müslüman, çölde kaldığı sırada Allah'a yakarır; "Allah'ım ben ibadetlerimi aksatmadığıma rağmen, beni çölde yalnız ve muhtaç mı bıraktın? Adaletin bu mu?" der. O sırada karşıdaki kum tepesinin ardından bir atlı gelir ve mızrağıyla adamı öldürür. Adam bu sefer yine yakarır; "Allah'ım ben senden Adalet istedim, sen bunu mu reva gördün"... Bir ses şöyle cevap verir: "Sen önceleri bir sineği kürdanla öldürmüştün hatırladın mı? O'nun Hakk'lığı ile senin Hakk'lığın arasında fark mı vardı? Adalet, istediğin gibi yerini buldu...". Buradan şu çıkıyor ki "Yaratılanı sev, yaratandan ötürü.". Bu sadece kıssa, gerçek olup olmaması önemli değil, mantığını ortaya koyuyor... Bende bu Ateizmin sevgisinden daha üstün bir sevgi anlayışı ve en başta bir Allah inancınınıvar olması nedeni ile ne Panteizm'e nede Ateizm'e zerre kadar benzememektedir. Vahdet-i Vücut'u araya naıl sıkıştırdınız hala ve hala anlayabilmiş değilim... Hemde Ateizm'den hemen önce, Monoteizm'den hemen sonra... Hadi o bir yana, Panteizm ilk sırada... Nerde geçiyor bu sıralama? Hayır URL'sini verinde bende aydınlanayım... Kaynağı ne?... Şimdi sizin "Kısa ve Öz Açıklama" dediğiniz bu mu? Formülü yazıp, açıklamasını yapmamak... Ya ben razıyım okumaya, yeter ki siz hangi mantıkla bu sıralamayı yaptınız onu söyleyin. Bir formül yazıp kafanıza göre kaçak dövüşmeyin... Ben açıklama isterim. Niye Panteizm ilk sırada, Vahdet-i Vücut niye Ateizm'den önce geliyor. Monoteizm niye araya sıkışmış... Rica ederim bana Laf Kalabalığı yapın, razıyım... İşte Tasavvuf'ta böyle bir seçicilik ve hiyerarşi yok ne güzel ki... Dediğim gibi; Bakın Kur'an Put edinilmeyen hiç bir dini Batıl kabul etmez... İlah edinilmeyen hiç bir dini Batıl kabul etmez. Allah'tan üstün bir Tapınılacak edinmeyen hiç bir dini Batıl kabul etmez. Çünkü böyle inançlar zaten İslam inancıdır. Yani Allah'tan gelmiş inançlardır. Gök-Tanrı, Hıristiyanlık, Yahudilik vs vs vs... Bugün biz birçoğunu yanlış anlıyoruz ve anlamlandırıyoruz. Ancak Kur'an-ın Hıristiyanlık ve Yahudilik ile ilgili bölümlerinde hep şu ibare vardır : Ehl-i Kitap... yada "Önlerindekini Okumuyorlar mı?" "Gerçeği Göremniyorlar mı?" "Anlamıyorlar mı?"... Yani Hallac-ı Mansur'un dediği gibi; hepsinin amacı aynı ama görebilirseniz... Yapılacak olan Put edinmemek, Alah'tan başka İlah(lar) edinmemek, Herşeyin özünde, Allah'ın bir sıfatı olan "Hakk"ın olduğunu bilmek ve en önemlisi "Allah'a Teslim Olmak"... Teslim Olmak= İslam... Tek Gerçek Budur... İster anlayın, ister anlamayın... Saygılarımla...
  15. :) Hala aynı yerdeyiz... Kardeşim, zahmet edipte yukarıdaki iletilerime bakta oku; ikisi arasındaki farkı açıkladım... Vahdet-i Vücut=Panteizm deyip kaçamazsınız... Ya madem anlamdaş bu kavramlar, yav tanımlarını getirsenize benim gibi? Karşılaştırıp beni çürütsenize? İkisinin birebir aynı olduğunu ispatlasınıza? Ben bunu beklerim yaa... Neymiş: Aynıymış... Vah vah vah... Ne kadarda inandırıcı oldunuz bi bilseniz... Bende şöyle diyeyim o zaman Ateizm=Evrim, Evrim=Üstün Irk, Üstün Irkçılık=Hitler, Ateizm=Hitler, Ateizm=Katakuta, Hitler=Katakuta... Öyleyse Sokrat İnsandır... :) E insaf yani, bu kadar düz mantık mı olur... Erdeme bak... Bende şunu diyorum işte, Eğer Panteist olsaydım, Varlığı Tanrı'nın bir parçası yada İkisinin Tümden bir olduğunu savunurdum... Oysa ben diyorum ki, Herşeyin Özünde O vardır... Arada ince bir çizgi var... Panteizm Yaratılışı yadırgar, ama Vahdet-i Vücut Yaratılışı kabul eder... Bakın, Doğu Felsefesini yada İnançlarını Batı terminolojisine göre algılarsanız böyle ufak farklılıkları kavrayamazsınız. Doğu Doğudur, Batı Batıdır... Panteizm Vahdet-i Vücud'tan farklı şekilde olgunlaşmış bir Felsefedir... Adamlar bakmışlar, Batıda yeterince Panteist var, Mevlana'yı da hemmen Panteistler arasına sokuşturmuşlar... E pes yani.. Kimileride bu kategorilendirmeyi Tek Gerçek olarak kabul ediyor. Bakalım o sınıflandırmayı yapan adam Mevlana'yı anlaybildide mi yaptı o sınıflandırmayı... Ne kadar kolay ya sınıflandırmak, iki kere oku mesneviyi "Aha bu panteist", oku Yunus'un divanını "tamam ya, bu Deist", bilmem Hallac-ı oku "hah işte bu da bilmem ne"... Yav sen anladın mı da bu sınıflandırmayı yapabiliyosun derler adama? yada ne anladın? Aynı sınıfa koyduğun şeyler bakalım aynı şeyi söylüyo mu hakkaten... En sinir olduğum şeyde budur zaten: İlla batı kafasıyla açıklama ihtiyacı duymak... Birde şu varki hep dikkat ediyorum, sizin yazılarınızda hep kibir, hep hakaret, hep itham, hep küçümseme... Aslındabu kadar içerikli bi yazıya cevap vermemek gerekir... Ben size o kimselerden alıntı yaptınız demiyorum. diyorum ki, Diğer müslümanlar onların gözleriyle bakıyor İslam'a sizde onlara bakıp, "Aha İslam budur" diye atlıyorsunuz. Yine Nasreddin Hoca nüktesi gibi: Tavşanın suyunun suyunun suyu... Yemede yanında yat... Ayrıca lafı uzatmak değil niyetim, sizin gibi kaçak dövüşmektense, görüşünü tam olarak anlatmaya çalışıyorum. Anlamlandıramıyorsanız bu sizin sorununuz. Ayrıca bu kadar hakaret etmeniz, küçümsemeniz falan size ne kadar saygı duymamız gerektiğini gösteriyor... Yine de ben saygıda kusur etmeyeceğim arkadaşım... Umarım saçmaladığınızın farkındasınızdır? Nasıl oldu da bu ikisini ilişkilendirebildiniz, pes doğrusu... Hayret ediyorum bu düz mantık erdeminize... Düz Mantığı Erdem olarak siz nitelemiştiniz değil mi? Bayaa bi düz mantık olmuş ama bu... Abes kaçmış... Merak etmeyin arkadaşım, anlattığım cennet ve cehennem, İslam'da var olan cennet ve cehennemdir. Kur'an sadece bir ipucudur... Ben kafafalan patlatmıyorum, eğer istemiyorsanız okumazsınız değil mi? yani bir çok ileti var, gidin onları okuyun.. Kafanızın patlamış olmasının nedeni, anlamakta zorlanıyor olmanız olabilir mi? Gerçi yine hakaretlerde bulunmuşsunuz ama olsun, yine de saygıda kusur etmeyeceğim ben... Sanrım bi beş kere yaptınız böyle hakaretler... Şu iletiniz var ya, Vahdet-i Vücut'u hiç mi hiç anlamadığınızı ortaya koyuyor: Bak şuan insanlar ayrı bedendeler değil mi? Irmaklar ayrı, Tepeler ayrı, Yıldızlar ayrı... Ama herkesin Özünde O var, her şeyin özünde O var... Yani bakın en basit şekliyle anlatayım size: Bir elektronik eşya satan bir dükkana girdiniz, ve içeride binbir türlü eşya var... Bu eşyaların hepsi farklı... Televizyonlar var, model model farklı... Buzdolapları falan... Makineler... Ama hepsinin ortak paydası Elektrikle çalışıyor olmaları, kaptın mı meseleyi? Hiç sanmıyorum ama, bir ümit... Birde şunu söylemek zorundayım, rica ederim bilgi verin... Yani böyle beni laf kalabalığı yapmakla, ortamı bulandırmakla falanla fistanla suçlayacağınıza, sizde beni itham ettiğiniz şeyleri yapmayın bari... Bakın sizin gibi bir iletiye, sizinki gibi bir iletiyle karşılık verince, ne kadr mesnetsiz ve gayrı ciddi ve gereksiz bir ileti çıkıyor ortaya... Umarımempati kurabilmişsinizdir... Saygılarımla ve Hakaretsiz ve Daha Düzeyli İletilerde Buluşmak Dileğiyle...
  16. Arkadaşım, İthamlarda değilde İspatlarla gelseniz? Laf Ebeliği yaptığımı söylüyorsunuz ama kendiniz hala uzatıyorsunuz... Olayı kişiselleştirmeyelim. Yazdığınız yazıda tek bir Eleştiri Cümlesi bile yok. Hep karalama ve İtham... İnandığımın ne olduğunu söyleme çabası ile bir kaç kavram uydurdunuz, niçin öyle olmadığımı anlattım... Hala "Görüşlerinin ne olduğunu söyledik" diyebiliyorsun ya, pes doğrusu... Oysa ben ithamlarınız doğrultusunda olmadığımı son derece somut olarak ispatladım... Sizde söylediklerimden, yazdıklarımdan alıntı yaparak, "öyle olduğumu" söylediğiniz ve itham ettiğiniz görüşleri alıntılayarak ispatlayınız. Yoksa burası sanıyorum ki, öyle laf sokup kaçacağınız bir oyun yada chat sitesi değil... Şimdi, eğer bu yönde bir beyanınız varsa alalım, yoksa eğer hala böyle gereksiz bir şekilde lafı uzatmayın... Zamanında benim bulunduğum noktada olmanıza imkan yok çünkü hala Ateizmin bile ne olduğunu pek sağlıklı bilmiyorsunuz. Şamanizm'i bir Din sanıyorsunuz. Panteizm'deki "Varlık Tanrı'nın Parçasıdır" ile Tasavvuftaki "Heşeyin Özünde O Vardır" inançlarının ayrımına varamıyorsunuz. Diğer görüşleri zaten açıkladım üstte, zahmet edip okursunuz... Şu görüşte size ait, özeleştiri yapmanıza kaynak olur belki: Bunu niye söyledim: çünkü hiç bir yerde, bu manada bir Ateizm'e rastlamadım... Bu söylediğiniz tanım Panteizm'e benziyor ama kesinlikle Ateizm olmadığı ortada... Tanımlar konusunda kimin sorunu olduğu açıkça ortadadır... Ben ihtiyacınız olan ve karmaşa yaşadığımı sandığınızkavramları yukarıda dikkat ederseniz anlaşılır bir biçimde açıkladım... İsterseniz, önce bi verilen cevapları okuma zahmetinde bulunun, ondan sonra kimin kavram karmaşasında olduğunu görün... Kavram karmaşası olan bir insan, kavramları bilip, bulup, yargılayamaz... Ben bunu yaptığımı sanıyorum. Eğer kavram karmaşasında olan ben olsaydım, bunu siz yapardınız, ne garip... Saygılarımla...
  17. Ben "Budistim" diyemiyorum demedim ki? Sizce o isim o kadar önemliyse, Allah'a Yönelişi simgeliyorsa, diyeyim, benim için bir önemi yok: Ben aynı zamanda bir Budist'im de... Oldu mu? Bakın isimlendirmelere bu kadar takılmayın... Ben "İslam" kelimesinin manasını söyledim ve oyüzden İslam olarak kendimi nitelendirdiğimi söyledim... Kavram kargaşasıy yapsaydım, her kavramı verip, açıklamazdım... Ben hiç bir şeyi "İslam olarak" pazarlamıyorum... Ne yani Yunus'ta mı, öteki insanlar da mı Nirvana'yı İslam olarak pazarladılar. Hallac-ı Mansur'un Hz. Muhammed hakkındaki sözlerini biliyor musunuz? Mevlananın, Ahmed Yesevi'nin, Yunus'un... Ben Nirvana ulaşmıyorum, ama eğer Nirvana size göre "Hakk"ın karşılığı ise, evet ulaşmaya çalıştığım şey O'dur... Nirvana'nın ne olduğunu ve İslam'ın ne olduğunu çok iyi biliyorum merak etmeyin. Ama yazınıza şaşırmadım, bu seferde "Yok yav, bu Nirvana'ymış" kavram kargaşasına düşmüşsünüz... İtham etmediğiniz başka Terim kaldı mı literatürde? :) Ateist oldum, Teist oldum, Agnostist oldum, Deist oldum, Panteist oldum... Ben neymişim yav böyle... Ama şu var ki niçin hiçbiri olmadığımı gayet net bir şekilde anlamlarını vererek açıkladım... Başka bulamadınız "Yav bırak, Nirvanasın işte" dediniz... Ben isimlendirilmelerden rahatsız olmam, sizin verdiğiniz isim değil, benim kendimi nasıl tanımladığım önemli. İslam bana nasıl bir nemalandırma sağlıyor da, ben düşündüklerimi kasıtlı olarak İslam'a itham edeyim? Ama siz göremiyorsunuz o kadar... Yeyip yememen gibi bir durum söz konusu değil, anlayamamış olman söz konusu sevgili arkadaşım, kaldıraamıyor olman söz konusu... Belki de ilk defa böyle bir anlayışla karşılaştığın içindir, bilmiyorum... Ama şunu söyleyeyim, Doğu İnançları ve Felsefeleri için, Batı Terminolojisini baz almaktan vazgeçin... O adamlar kafalarına estiği için İbn-i Sina'yı Agnostist, Mevlana'yı Panteist ilan ediyorlar. Ama o adamlar bu nitelemelerin farkında bile değiller, "İslam'ız" diyorlar... Batı terminolojisi biraz sığdır bu konularda, o yüzden sanırım anlamlandıramıyorsunuz beni. Bakıyorsunuz batı terimlerine: yok, en yakın anlamı bulup koyuyorsunuz, çabanıza yazık tabi... Ben diğer Müslümanların anlayıp anlamaması konusunda bir şey demiyorum, diyorum ki; onlar İmam Gazali'nin gözünden bakıyorlar... Bu doğru anlamak mı yanlış anlamak mı beni de ilgilendirmiyor... Bunu öğrenebilmeniz için İmam Gazali'yi iyi bilmeniz gerekir... Ama şu var ki, siz Gördüğünüz İslam şema'sını yapılandıran adamın da neler düşündüğünü hiç bilmiyorsunuz. Ama şu aramızda, benim yazdıklarıma, olumsuz yönde hiç bir Müslümandan tavır gelmemesi şimdiye kadar, en azında bir şekilde idrak edebildiklerinin göstergesidir. Tabi eleştiri gelmiyecek manasına gelmez bu ama şimdiye kadar gelmedi hatta anlamlandıranlar dahi oldu... Herkesin anlamlandıramadığından o kadar emin olmayın yani... Sorun dediğim gibi, yine sizde... Beni anlayıp anlamadıklarını yorumlarla anlayabiliriz ancak, ki bu da onların takdirine kalmış... Saygılarımla...
  18. Hocam, hakkaten komik yaa... Beni akrobasi ile falanla filanla suçlamışsınız ama, şöyle zerre kadar bir sağlam eleştiri yok yani... Sadece dediğiniz şey şu: Kafama göre bir İslam yarattığım... Bakın, Firavun'un "İlahlık" iddiası ile "Ene'l Hak" mantığını nasıl pekiştirebildiniz hakkaten dehşete düştüm ve bunu nasıl yapabildiniz, hiç mi hiç anlayabilmiş değilim... Hayatımda bu kadar komik bir itham duymamıştım... Dediğim gibi "Şema"larınız pek yeterli değil... Şimdi de "Aa yok yok Firavun bu yauv" dediniz... Yeniden şekillendirmeniz gerekir kafanızdaki İslam motifini... Bakın Firavun kendisini bir İlah olarak görüyordu. Bende O var demiyordu, kendisini Hakk olarak değil, Allah olarak görüyordu... "Ene'l Hakk" inancı, sadece"Ben Hakk'ım"dan ibaret değil... Tüm yaratılmışlarda O'nu görmektir. Firavun asla ve asla böyle bir inanca sahip değildir. Kendinden üstün bir yaratıcıya'da inanmamaktadır. Firavun'a göre, herşeyin nedeni, kendisinin varlığıdır. Öldüren'de kendisidir, bağışlayanda... Kaldı k, Musa ve Toplumu ile Firavun arasındaki Mücadele bu görüş ayrılığıda içinde olmak üzere en temelde bir özgürlük hareketidir... Bir taraf kölelikten kurtulmak için çabalıyor, bir taraf ise elindeki en önemli ekonomik iş gücünü kaybetmemeye çabalıyor... Ayrılığın nerede başlayıp, nerede bittiğini bile bilmiyorsunuz... Yani bakın, anlattıklarım apaçık ortada, Firavun'un nasıl bir anlayışa sahip olduğu'da ortada... Yani benim mantığım olarak sunduğunuz şey, benim mantığımla alakasız, hemde uzaktan yakından hiç bir ilgisi ve benzerliği bile yok... Bakın diyorum, illa cevap vericem diye böyle komik ithamlarda da bulunmayın. Anlattıklarımı ne kadar anlamlandırabildiğiniz yada anlamaya çabaladığınız ortada... Cevap vermek zorunda değilsiniz, bir cevapta istemiyorum zaten... Ama kasmayın bence... Kim ne kadar kısa cevap veriyor beni ilgilendirmiyor, ama belli ki hiç biriniz o kısa cevaplardan tatmin olmuyorsunuz ve anlamlandıramıyorsunuz... Ayrıca bakın, ithamlarınızla ortamın gerginleştiğini hissediyorum... Yok takla attırmak, yok akrobasi yaptırmak... Düşüncelerimi küçümsemeyip en azından saygı duyacaksanız devam ederiz tartışmaya güzelce. Yok eğer aksini yapacaksanız, zaten beni anlamadığınız ve anlamaya çalışmadığınız da ortada olduğuna göre, tartışmaya son verelim... Katakuta bir yandan hakaret ediyor, siz bir yandan küçümseme çabasındasınız. Ama bakın, insanı haklı kılan bu huylar değildir. Kibir, hakaret, aşağılama ve küçümseme haklılık nedeni değildir ve haklılık meydana getirmez... Diğer insanların düşüncelerine ne gözle bakıyorsanız, sizin ondan farkınız yoktur... Geliceksin burda, yazdıklarıma sağlam cevaplar yazacaksın, yazdıklarımla ilgili yerinde karşılaştırmalar yapacaksın, bunlardan da öte, konuştuğumuz kavramları iyice öğreneceksin, bileceksin ondan sonra tartışacaksın... Öyle gelipte, vur-kaç yapıp, küçümseyip, kibirlenip kendini haklı çıkarma çabasında olmayacaksın... Eğer uzun açıklama çabam size manasız geliyorsa, küçümseyeceğinize, hiç cevap vermeyin-görmezden gelin, en azından sizin için çok değersiz şeyler söylediğim manasına gelir bu ve daha etik bir davranış olur... Yok böyle saçma sapan ithamlar ve benzetmelerde bulunup, kaçak dövüşecekseniz, konuyu uzatmanın hiç bir yararı ve faydası yoktur... Benim söylemek istediklerim, uzun ama yeterince açıktır. Sorun sizin anlamlandıramamanızdan kaynaklanıyor. Beni ve sayılan isimleri itham ettiğiniz ve edebileceğiniz her görüşü ve bunlara karşı düşündüklerimi de açıkladım, sizin ne kadar bildiğinizi de, yaptığınız benzetmelerden görebiliyorum çok net olarak... Sanırım yazdıklarım aslında anlamanız açısından yeterlidir, kabul etmeyebilirsiniz ama konumuzu "Kim haklı? aman küçümseyim, kaçak dövüşiim de haklı gibi görüneyim!!! Ama laf çarpayımda, cevap veremesin kaykılıp kalsın" mücadelesine giriştiğimiz "Kendini Haklı Çıkarma" çabasına bürümeyin lütfen... Önemli olan haklılık değil çünkü, önemli olan sizin ne kadar anladığınız... Siz haklı olun, arkanızda durmazsam, alkışlamazsam en aşağılık kelimelerle itham edin beni razıyım, ama haklılık göstereni de sizde alkışlayabilin... Gördüğüm kadarıyla yapabildiğiniz tek şey, tartışmayı Haklılık mücadelesine bürümek... En azından okuyabildiğinizi düşünüyorum... Yazdığım herşey son derece açık ve ayrıntılıdır... Aynı konuda fazla bir anlatım sergilememe hiç mi hiç gerek yoktur... Tek yapacağınız, sizinde biraz okuyup araştırmanız ve anlamaya çalışmanızdır... Saygılarımla...
  19. :) Arkadaşım, yaptığım ayrımın ayırdına varamıyorsan, bu benim sorunum değil... Kelimelere takla attırdığım falan yok... Bakın şu var; Verecek bir cevabınız yada söyleyecek bir şeyiniz olmadığı zaman, illa ki zoraki cevap vermek zorunda değilsiniz, anlarım bunu... Ben size söyledim, net bir şekilde "Panteist değilim" değilim diyorum, daha ne diyeyim... Yaratılışı kabul ediyorum tabii ki de... Yani bunu yazımdan görememeniz hakkaten ilginç... Hemde o kadar anlatmama rağmen... Arkadaşım, Tanrı'nın herşeyin özünde olması ve herşeyin O'ndan gelmiş olması (Benim anlayışım) farklıdır, Tanrının Herşeyle birlikte var olup Herşeyin Tanrı'nın bir parçası olması (Panteizm) farklıdır. Hayır şu var birde, anlamlandıramadığınız, ayırdına varamadığınız kavramlar olduğu zaman hemen "laf kalabalığı" "laf salatası" "lafı uzatmak" olarak değerlendiriyosunuz. Ama Evrim falan hakkında sayfalarca yazı yazsak, hiçte öyle anlaşılmıyo sizin için, ne kadar garip ve komik değil mi? Oysa tahmin ediyorum ki, benim yazılarımı yada bu şekilde itham ettiğiniz yazıları zevkle sonuna kadar okuyan insanlarda vardır. Takla attırmıyorum efendim, sadece siz anlamlandıramıyorsunuz, o kadar. Bence sorunu başkasında değil, önce kendinizde aramalısınız.. Yada daha doğru bir tabirle, önce kendinize eğilmelisiniz... Bakın, sizin hiç birşeyi kanıtlayamayacağınız gün gibi ortadadır. Bilimselci diye arkadaş bir bahsetmiş, işte ne zaman İslam söz konusu olsa HY'yi, Nur Risalelerini, İmam Gazali'yi önüne getirmekten başka bişey yapılamıyormuş... İşte sizinde eleştirebildiğiniz ve anlamlandırabildiğiniz tek şey bu... Siz İslam'ı sadece bunlar sanıyorsunuz... Oysa ben bunlardan dem vurmuyorum... Hiçbir yerden alıp İslam'a monte de etmiyorum... Bakın anlatamıyorum galiba, İslam'ın, Kur'an-ın kendisi diyor: Her millete peygamber gönderdik, diyor. "Müslümanlar bir peygamberi diğerinden ayırmadan iman ederler" diyor... Hala diyorsunuz ki "ötekileri İslam'a mal ediyorsunuz". Hayır ben direkt İslam'ın kabullendiği şeyi, İslam'ın kendisini söylüyorum size... Yani İslam'da adları sayılmayan bilmem kaç tane peygamberden bahsedilir... Ha size anlamlı gelmiyor ama, ister inanın, ister inanmayın son derece anlamlı... Ya hayır şunu beklerim sizden, madem benim saçmaladığımı kanıtlayacaksınız, niye çürütemiyorsunuz? HY, tabii ki kabul etmez Vahdet-i Vücudu, çünkü idraki yetmiyor, adam o yolun yolcusu değil ki? O adam sadece almış, kendince bilimsel yada değil bi takım verilerle anlatmaya çabalıyor. E onun belki çelişkilerini bulabilirsiniz ama İslam'da Vahdet-i Vücut'un olmadığını ona bakarak söyleyemezsiniz. Yine aynı şekilde Nur Risalelerinde de ben böyle bir ithama rastlamadım, Gazali'de de... Yani İslam'ı bunlar sanıyorsanız, Vahdet-i Vücut'un İslam'da olmadığını sanmanız kadar doğal bir şey olamaz... Zaten nerede araştırırsanız araştırın, Vahdet-i Vücut genelde hep Gazali bakış açısından ele alınır ve Şirk olarak değerlendirilir yada Panteizm olarak değerlendirilir. Ama İslam Gazaliden ibaret değildir... Direkt olarak Hz. Muhammed'e inin... Hz. Ali Evliyaullah'a inin... Hz. Ali Evliyaların babasıdır... Hayır şu ki, siz hem İslamı çok iyi anladığınız izlenimi vermeye çalışıyorsunuz, hemde sadece Gazalinin bakış açısından öte bakamıyorsunuz İslam'a... Niye? çünkü çürütebilecek (ki onuda yapamıyorsunuz aslında) bir tek o var karşınızda... Ben sizi çok iyi anlıyorum merak etmeyin... Bakın, kısa cevap istemeniz için, kısa cevaplı bir soru sormanız gerekir... Bu sorular Evet/Hayırlık sorular değildir. Siz öyle basit sandığınız için zaten anlamsız geliyor ya size... Bakın her şeyin Özünde O vardır... İnananları Kur'an ikiye ayırır: Müslümanlar ve İman edenler... Bu ayrımı ve manasını biliyor olduğunuz varsayımı ile kısa geçiyorum bunu... Tasavvuf ta bunu şu şekilde adlandırmıştır: Müslümanlar Avam'dır, Müminler Hakk'tır... Müslümanlar ile Müminler yada Avam ile Hakk arasındaki tek fark, Birinin Cennet Cehennem kaygısında olmasıdır, diğerinin ise sadece ve sadece Allah Aşkı kaygısında olmasıdır... En güzel Yunus açıklamıştır bunu "Cennet cennet dedikleri bir kaç köşk bir kaç huri, sen isteyene O'nu ver, bana seni gerek seni", şu sözü de olayı özetler, işte Hakk olmayı isteyen bir kimse, bu yolda tutunamayacağı yani anlamlandıramayacağı zaman ona şöyle demiştir "Kıl Beşi, Kurtar Başı"... Ki bunun Ayet karşılığı şudur: A'RAF SURESI: 42 İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlar -ki biz, her benliğe ancak yaratılış kapasitesi ölçüsünde görev yükleriz- ise cennetin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada. A'RAF SURESİ: 42 İnanan ve hayırlı iş işleyenler ki kişiye gücünün yeteceği kadar yükleriz işte cennetlikler onlardır, orada temelli kalacaklardır. Yani kimseler, ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumluluk sahibi oluyor. Bu yüzden Müslümanlar Cennet ve Cehennem hayali ile yanarken, bilebildikleri Cennet ve Cehennem'e gideceklerdir... Yada söyle söyleyeyim, Hakk'a döndüklerinde idrak edebildiklerini yaşayacaklardır Hakk'ta... Ancak Hakk olanlar ise zaten Cennet ve Cehennem kaygısında değillerdir. Onlar için varılacak tek yer Hakk'ın kendi Mevcudiyetidir... Yani Kerem'in kırdığı gibi Benlik Dağını delip, Allah'a ulaşmaktır onların niyeti... Bu açıdan benim için, aynen Yunus gibi Cennet ve Cehennem derdi yok. Ben sadece Hakk'a ulaşmayı ümit ediyorum... Ulaşırsam benim Cennetim O'dur, ulaşamazsam da gittiğim yer zaten önemli değil, nereye gideceksem de Cehennemim Orasıdır... Ha diğer Müslümanlar mı? Eğer Hakk bilinicine hala ulaşamamışlarsa ölüm anına kadar, Cennet ve Cehennem onlar için ne idiyse, nasıl anlamışlar ise, oraya gideceklerdir... Aslında gittikleri yer aynı olacak sonuçta, Hakk'a geri döndürüleceğiz ama hissettikleri farklı olacak... Cennet'te Cehennemde Hakk'tan ayrı mevcudiyetler değil... Bakın bu konuda diğer inançlarda bir çok tasvir var... Ben size şöyle açıklayayım, belki daha iyi anlamlandırırsınız. Bakın kendinizi bir bardak ve içindeki su olarak düşünün. Bardak sizin "Benlik"iniz, Su ise "Hakk"... İkisi bir arada "Sen" ediyorsunuz... Her Su'yun amacı Okyanusa ulaşmaktır, Her Hakk'ın amacı Hakk'a ulaşmaktır... Ama nasıl? O Bardağı (Benlik Dağı) kırmadan, aşmadan, delip geçmeden okyanusa ulaşabilir misiniz? O yüzden o bardağı kırmak için, içinizdekine yönelmelisiniz, Hakk'a yönelmelisiniz, çünkü sizi tutupta dökecek olan birisi yoktur... Eğer bir Müslüman olup, birinin sizi dökmesini beklerseniz, ya döken olur yada olmaz... Ama içinize yönelirseniz o kabınızı mutlaka kırarsınız... Peki okyanusa sizi götürecek olan nedir? Unutmayın bu yolda her nehir, sonunda okyanusa dökülür... Önemli olan her nehrin çıkacağı yerin aynı yer olduğunu bilebilmek... Zaten bunu bilirseniz, her nehrin aynı şeyi farklı açıdan söylediğini anlamış oluyorsunuz... İçinize yöneldiniz ve her nehri aynı kabul ettiniz... Bakın içinize yöneldiğinizde göreceğiniz şey O'dur... Hakk'tır... Hakk'ı içinizde gördüğünüzde, Benliğiniz size ağır gelir ve sadece Hakk'a ulaşmayı arzu edersiniz. Çünkü içiniz sınırsız, Kabınız olduğu halde, içinizdeki Hakk sınırsız... Okyanusun ne kadar sizi doyuracağını anlarsınız ve o sınırsız ortama ulaşmayı amaç edersiniz. Özgür olmayı yada bildiğiniz gibi Tasavvufta bahsedilen "Ölmeden Ölmeyi" arzularsınız. Ölmeden ölünce artık beklentiniz sınırsızdır. Benliğiniz anlamsızdır. Ölüm, Cennet, Cehennem, Araf size birşey ifade etmez çünkü Cennet'in başladığı yerde Cehennem biter... Yani sınır ifade eder. Oysa siz Özgürlük istersiniz... Hakk ise sonsuzdur, sınırsızdır... O yüzden sizin Okyanustan beklentiniz o sınırsızlığıdır. Kabınızı deldiğinizde artık okyanusa varır ve o sınırsızlığa ulaşırsınız... Birinin sizi alıp dökmesini bekliyorsanız, alır biri sizi bir nehre yada su birikintisine atar... İşte orası Cennet veya Cehennemdir. Çünkü siz sadece Nehri düşünebildiniz, Okyanusu hayal edemediniz. Hakk'ı düşünemediniz, çünkü içinizde Hakk'ın olduğunu ve Hakk'ın ne olduğunu bilemediniz... Sadece Bir Bardak Su olarak gördünüz kendinizi ve sadece Nehir'le yetindiniz. İnce ve uzun... Bir reklam var "Daha Fazlasını İste" diye... İşte bunu istemeniz gerekli... Daha fazlası... En Fazlası... Hakk'ta Hakk olmak... Özünüze ulaşmak... Benim Cennet'im Hakk'ta Hakk olmak, Cehennem'im ise Hakk'a ulaşamamak... Diğerlerinin kaygıları, içinden ırmaklar akan bir cennete ulaşıp ulaşamamak... Eğer O'nu istiyorlarsa, Allah onlara onu verecektir, bu Allah için zor bir şey değil... Eğer Allah'ı istiyorsanız, Allah siz O'na yöneldikçe, yani size Şah damarınızdan daha yakın olana yöneldikçe, O'da size yönelecektir... Yani bakın, lafı uzattım gibi geliyor ama size istediğiniz gibi çok kısa şekilde özetleyeyim, ister yukarıdaki açıklamayı kabul edersiniz, ister aşağıda yapacağım alıntıları: Yunus Emre: Ete Kemiğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm. Yunus Emre: Baba ben demen, ben Ben değilem, bir Ben var bende, benden içeri. Hacı Bektaş-ı Veli: Hararet Nardadır Sacda Degil, Keramet Baştadır Tacda Değil, Ne Ararsan Kendinde Ara, Kudüste Mekkede Hacda Degil Hallac-ı Mansur: Ene'l Hak. Yunus Emre: Cennet Cennet Dedikleri, Üç Beş köşkle Üç Beş Huri, İsteyene Ver Onları, Bana Seni Gerek Seni. Hallac-ı Mansur: Allah’a dayanan hiç bir zaman yıkılmaz. Şah Latif: Hallac, yalnız cefakeş aşık değil, ayni zamanda bütün eşyada mevcut bulunan ilahi hakikatin sembolüdür. Yunus Emre: Sen Sana Ne Sanursan, Ayruğa'da O'nu San. Dört Kitabın Manası, Budur Eğer Var İse... Nasreddin Hoca: Bizde Kibir Yoktur, Dağ Yürümezse Abdal Yürür. Yunus Emre: Yetmiş İki Millete Bir Göz İle Bakmayan, Halka Müderris Olsa, Hakk'a Asi Olur. Pir Sultan Abdal: Yaşam, Uğruna Ölecek Kadar Seviyoruz. Hacı Bektaş-ı Veli: Okunacak En Büyük Kitap İnsandır Yunus Emre: Cümleler Doğru Olur, Eğer Sen Doğru İsen. Hiç Bir Doğru Bulamazsın, Eğer Sen Yanlış İsen. (ben bu sözü kazıyın) vs vs vs... Diyorum ya: Neyi arıyorsanız, O'sunuz...
  20. Ateizim: Ateizm kelimesi Yunanca da "Tanrı" anlamına gelen "Theos"tan türemiştir. Bu kelimeden de "Tanrı inancına sahip olmak" ya da "Tanrı'ya inanmak" anlamına gelen theism anlayışı ortaya çıkmıştır. Ateizm kelimesi de İngilizce "theism" kelimesinin başına "a" ön takısının eklenmiş hali olup Türkçe’de "tanrı tanımazlık" anlamına gelmektedir. Kendi bildiklerim bir yana, bir de Dünyadinleri.com'dan baktım, Ateizm'in söylediğiniz manada hiç bir tanımı yok... Bakın, birisi bişey savunduğunda yada bir düşünürü örnek verdiğinde hep tepkiniz "Agnostist'tir" "Deist'tir" "Ateistt'tir" yada en basit haliyle "İslam demeniz gerekmez, değildir" şeklinde oluyor. Oysa diyorum ki, herkes inancında samimi ise, kendisini nasıl tanımlıyorsa, O'dur... Sizin bu tepkiniz bana Skinner'in zeka kuramındaki "Şema" kavramını hatırlatıyor. İnsanlar nesnelere yada öğrendiklerini şema olarak hafızaya kaydeder. Bir çocuk köpek görmüştür, ve inek gördüğünde "Aa köpek" der, çünkü inekte ıslak burunlu ve dört ayaklıdır. İkisini bir arada görmeden farklılıklarını anlayamaz... Sizde bir şey dediğimizde "Aaa Ateizm, Aa Agnostisizm, Aa Deizm" diyorsunuz. Ama aslında ikisini yanyana koymadan anlatamıcam sanırım... Tüm kavramların açıklamalarını yapayım bari... Ateizm'i açıkladım, oysa ben Bir Tanrı'ya inanıyorum. Doğa'nın Tanrı olduğunu da düşünmüyorum, Ben diyorum ki, Her Şeyin Özünde O Vardır... Agnostisizm: Kökeni eski Yunan'daki Sofistlere kadar uzanan Agnostisizm kelime olarak eski Yunanca'daki agnostos, yani "bilinemez olan" kelimesinden gelir. Gerçekte, bir dinden ya da öğretiler bütününden ziyade bir konsepttir. "Bilinmezcilik" olarak tanımlanması, aslında dinlerin öne sürdüğü Tanrı anlayışının gerçekliğinin bilinemezliği değildir. Bu akım, insanın bilme yetisinin sınırlı olduğunu ve bu nedenle, görülebilenin ardındaki hakikati yakalayamayacağını savunur. Bu vikipedi'deki tanımı... Ben ise Agnostisimden biraz daha farklı olarak, herkesin gerçeği görebileceğini ancak farklı anlamlandırabildiğini söylüyorum... Sanırım yeterince açık... Deizm: Deistler genelde doğaüstü olayları (kehanet veyahutta mucizeler) ,yaradanın dinlerle olan bağını, kutsal kitapları ve ortaya çıkmış tüm dinleri reddederler. Bunun yerine; deistler doğru dini inanışların insan mantığında ve doğal Dünya'nın kanunlarında görmeyi tercih ederler. Bu doğrultuda da; varolan tek bir tanrının ya da üstün varlığı kabul ederler. Bu vikipedi'deki tanımı... Ben ise aksine Tüm "kutsal kitap" denenlrin ve tüm dinlerin aynı kaynaktan geldiğini söylüyorum... Yani tüm dinler benim için aynı noktayı işaret ediyor, ki dinleri kabullenmemem bu açıdan mümkün değil... Ama anlamada yeterli değillerdir, kendinize yönelmediğiniz sürece anlayamazsınız diyorum... Doğru din konusunda aynı: Dünyanın kanunlarında görülebilir ama Kutsal Kitaplar ve diğer dinler birer ipucudur benim için... Gnostisizm: Gnostisizm, eski Mısır ezoterizmini, eski Yunan ezoterizmini (Platon, Pisagor), İbrani tradisyonlarını, Zerdüştçülüğü ve Hıristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen, birçok tarikatın benimsediği mistik felsefeye verilen genel addır. Terim, eski Yunanca’daki “sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi” anlamındaki “gnosis” sözcüğünden türetilmiştir. bu vikipedi'den Şimdi yazdıklarımı belki "Ahanda Gnostisizm" demeyesiniz diye söylüyorum bunu da, Gnostisizmde gerçeklere Dinler yolu ile ulaşılamaz, oysa ben dinlerin ipucu olduklarını düşünüyorum. Ayrıca Gnostisizme göre Dünya hayatı gerçek değildir, bana göre geçici ama son derece gerçek, hatta hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışılmalı... Pantezim: Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğatanrıcılık Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefik görüştür. Panteizm'de, pan-enteizm'den (kamusaltanrıcılık) farklı olarak herşeyi tanrının bir parçası olarak kabul edilir, tanrı her şeydir ve her şey tanrıdır. Panteizme göre Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Her şey Tanrı'dır. yine vikipedi'den... Belki de şöyle dersiniz "Ahanda bu kesin Panteist"... Yine açıklayayım, Ben Doğa'nın Tanrı olduğunu düşünmüyorum, Tanrı'nın doğa/varlığın özünde var olduğunu düşünüyorum. Tanrı'nın varlığı doğa değil, doğanın varlık nedeni Tanrı'dır... Herşey O'ndan gelmiştir, O'na dönecektir... Çok net ve açık... Yani bunlarla ilgili bir çok görüş var, akım var... Hepsini size örnekleyip, İslam olduğumu anlatabilirim ama gerek yok... Rica ederim, beni, benim adlandırdığımdan başka bir isimle adlandırma gayretinden vaz geçin... Aksi halde, bu kavramların uzunca ve daha sağlam kaynaklara bağlı açıklamalarını yapmak zorunda kalıcam ve bu bence gereksiz... Siz gidip, kişisel olarak bu yordayamayışınıza bir son verseniz sanırım daha pratik olur... Gelmek ve Dönmek fiillerini arkadaşımız açıklamış ama ben yine açıklayayım... Eğer Vahdet-i Vücut anlayışı Katakuta'nın belirttiği gibi "Tanrının Parçası" manasında kullanılırsa, Gelmek ve Dönmek fiilleri Ayrılma ve Birleşme anlamına gelirdi... Ama ben Meydana geliş ve sürecin sonunda varılan nokta olarak kast ediyorum. Yani Varoluşun nedeni Tanrı'dır, "Tanrı'dan Geldik" bunu niteler, O'ndan var olduk, özümüzde O'var... "O'na Döneceğiz" ise, varoluşun sonucunun yine O'nda noktalanacağıdır. Yani Tek Gerçek O'dur... Gayet açık... Evet, hepsi aynı? Ama bakın, dikkat edin diyorum ki: "Allah ilk peygamberden itibaren tek bir din göndermiştir, adı da İslam'dır." İlla ki Arapça "İslam" kelimesini kullanmanız gerekmiyor, bu konuda anlaştık ama şunu demek istiyorum; İslam dini, sadece Hz. Muhammed'in getirdiği dinin adı değildir. Allah tarafından indirilen her din aynıdır... Tek bir Dindir, İslam'dır. İslam nedir peki? Teslim Olmaktır. Allah'a aşık olmaktır. O'nun varlığını varlığınızda ve varlıklarda hissetmektir. Yani eğer bana bir isim takmak zorundaysanız gerçekten, Allah'a Teslim Oluşu simgeleyen, o anlama gelen bir isim takın... Bu mananın en güzel karşılığı İslam kelimesidir... Ha siz illa ki Türkçe olsun diyorsanız "Kendini Tanrı'ya Adamış"da diyebilirsiniz, rahatsızlık duymam... Ama öncelikle şunu yapın, bırakında insanlar kendilerini nitelesin, siz insanlara bir isim koyma meraklısı olmayın... İslam Hurafe değildir, sadece sizin görebildiğiniz ve bugün İslam adı ile yaşanan sistem, Hakk olan yani Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği İslam'dan İmam Gazalinin etkisinde biraz farklı şekillenmiş olan ve daha basit, daha alt nitelikli hale gelmiş bir inanç sistemidir... Doğruluğu yada yanlışlığı beni ilgilendirmiyor ama sonuçta İmam Gazalinin şekillendirdiği bir sistem olduğunu tek bir kimse bile inkar edemez. Tabi bu açıdan Sünniliği kast ediyorum, şiilik, alevilik falan biraz daha farklı... Yani gerçek İslam'ı gördüğüm kadarıyla hiç bilmiyorsunuz... Hala "Şamanist" diyorsunuz... Arkadaşım, "Şamanizm" diye bir inanç sistemi yoktur... Hadi bu bir yana, Türklerdeki haliyle "Kamlık" bir inanç sistemi değil, Gök-Tanrı inancı içinde bir Şifacı, AkBüyücü yada bugünkü tabirle Medyumculuk'tan öte birşey değildir... Hala Şamanlık şamanlık diye olmayan bir inanç sistemine mevcut ediyorsun kimseleri... O kimseler son derece Semitik coğrafyalarda yaşıyorlardı merak etme sen... Ben onların niçin öldürülmediklerinin açıklamasını zaten yaptım, bu söyledikleriniz çok havada, kusura bakmayın... :):)Arkadaşım, neyi savunduğumu sen anlamlandıramıyorsun... Merak etme, savunduğum ve savunmadığım şeyleri çok çok iyi bildiğimi sanıyorum. En azından bir kavram karmaşası yaşamıyorum ve habire kimseleri yanlış yanlış adlandırmıyorum... Siz İslam'da benim gördüklerimi göremiyor olabilirsiniz ama şüphe duymamanız gereken tek şey bu yoldan ayrılmayacağımdır... İbn-i Sina "Allah'ım sana Teslim oldum" derken "İslam oldum" diyordu. iSLaM'ın arapça anlamdaşı "teSLiM olmak"tır... İnandığım şey "İslam"dan başka bir şey değildir, hiç şüpheniz olmasın ve umutlanmayın... çok güzel bir laf oyunu yapmışsınız ve birazda haklı bir eleştiri olmuş... Ama ben hep belirtiyorum, peygamberler bile gönderilmemiştir... Ancak seçilmişlerdir. Bakın Gerçeği keşfetmek varlığımız bir çabasıdır. Tüm peygamberler Tanrı'yı keşfetme çabası sonuçlarında Peygamber olmuşlardır yani Tanrı'yı keşfetmişler ve tanımışlar, kendilerindeki Hakk'ın farkına varmışlardır. Bu çabaları kendilerinin seçilmesinin nedenidir. Bu yüzden kitaplandırlmışlardır. Yani öyle durup dururken havadan kimse gönderilmiyor... Hala "Ateizm" diyorsunuz yaa... :) Oysa ben "Allah Var" diyorum? Hatta diyorum k, O'ndan öte başka birşeyde yok. Bundan Maddeyi yadsıdığımı düşünmeyin, Diyorum ki, Maddenin özünde bile olmakla, heryerde ve herşeyde Allah var zaten... Nasıl yok diyebilirim de Ateizme yelken açmış olabilirim? ya da şöyle söyleyeyim acaba Ateizm nedir acaba biliyor musunuz? Bence daha yerinde bir soru oldu. Saygılarımla...
  21. Sağolun Arkadaşım
  22. Hımm... Çok doğru söylemiş bu iki noktada... Birebir katılıyorum bu söylediklerine... Bakın, İslam'ın "Kuantum Fiziğini Desteklediği" falan gibi bir sav atmıcam ortaya, işkillenmeyin, sadece bu iki görüşle aynı doğrultuda düşündüğümü ve yine bu doğrultuda düşünen bir İslami akımın olduğunu söylemek istiyorum o kadar... Melamilik: Tanrı'nın Mabetlerde falan filan yerlerde olmadığını, her yerde olduğunu ve bunu sadece hissedebileceğimizi, anlatamayacağımızı ve bu yüzden inanmak için sadece anlayabilmenin ve anlamlandırmanın gerekli olduğunu düşünen ve bu yüzden "Bizim tekkemiz iki ayağımızın üstüdür"diyen bir anlayışa sahipler... İbadethaneleri, ayrı ve özel giyim tarzları falan filanları yoktur... Tanrı sadece düşünülerek anlaşılabilir. Zihnimiz sonsuzluğu anlamlandırabilecek ve özgürlüğün olduğu tek yerdir... Tanrı'yı dediği gibi tanımlayamayız, sadece yaşarız... Saygılarımla...
  23. Vahdet-i Vücut "Allah'ın Parçası" demek değildir efendim... Vahdet-i Vücut, Allah'ın Varlığında var olmaktır. Hiç bir şeyi Allah'tan ayrı görmemektir. Bakın asıl şirk nedir biliyor musunuz? Allah diyor ki: "Ben Tek'im, Bir'im" diyor... Şimdi düşünün, Siz bir Allah inancı taşıyorsunuz, O'nun her yerde olduğuna inanıyorsunuz, hatta şah damarınızdan bile yakın olduğuna inanıyorsunuz, hemde O'nu Maddeden ayrı, gökyüzünde falan bilmem nerde yaşayan bir hükümdar olarak addediyorsunuz... Arkadaşım Vahdet-i Vücut, herşeyin "Hakk" olduğunu bilmektir. Herşeyin O'ndan ibaret olmasıdır... Her maddedinin özünde O'nun olduğunu bilmek demektir... Bu Allah'ın parçası olmak değil, dahada ileri bir şekilde herşeyin O'ndan olmuş olmasıdır... Bakın size Kur'an-dan ayetle örnek vereyim o zaman, kişileri İslam'dan ayrı görüyorsanız: "İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun = O'ndan Geldik ve Yine O'na Döneceğiz"... Bu ayeti, kendisini öldürmeye gelenlere karşı bizzat Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin söylüyor... Ben o insanların da aynen bu şekilde düşündüklerini vurgulamak için o isimleri verdim... Ama Hz. Muhammed'inde farklı düşünmediği zaten apaçıktır... Hadisleri örnek gösterecekseniz, ben size bununla ilgili onlarca hadis yazabilirim... Sizin anladığınız manada Vahdet-i Vücut zaten Şirk'tir. Niçin mi Şirk'tir? Çünkü Madde'yi, yani yartılmış yaratandan ayrı görmektir... Yani yaratılan bir tarafta, yaratan bir tarafta... E yaratılan sonsuz olduğuna göre ama ikiside bu ayrıma göre yer işgal ettiğine göre, yaratan da mı sonlu? Hayır, Herşeyin özünde O'vardır... Hiçbir şey O'nun varlığından ayrı değildir. Muhiyiddin Arabi'yi örnek vermişsiniz, ki onu görmezden nasıl gelebilirim? Merak onların ne olduklarını da çok çok iyi biliyorum, onlar daha bir açık anlatmışlardır bu konuyu, farklı anlatmamışlardır... Ama anlatışları yanlış anlaşılmaya meyillidir. O'da şundan kaynaklanır, eğer Hakk'ın, Hakk Olmanın ne olduğunu kavrayamamışsanız, Nasreddin Hoca'yı nasıl komedyen sanıyorsanız Muhiyiddin Arabi'yi de aynen yanlış anlarsınız... Yani onların yazmalarından kaynaklanmaz yanlış anlaşılma... İşte diyorum size hep, Sizde o Müslümanlar nasıl anlıyorlarsa İslam'ı o şekilde anlıyorsunuz ve birde kendinizi İslam'ı anlamış olmakla methediyorsunuz. Hallac-ı Mansur'un İdam edilme sebebi, dediğniz gibi "Ene'l Hakk" düşüncesidir, ama halk bunu, sizin anladığınız gibi "YANLIŞ" anladığı için idam edilmiştir Hallac-ı Mansur... Yani arkadaşım, bakın boşuna diğer Müslümanlardan daha iyi kavradığınızı düşünmeyin isterseniz İslam'ı... Yani Muhiyyiddin Arabi'nin adını veripte hala "Ene'l Hakk"ın yani "Vahdet-i Vücud"un manasını bu şekilde anlayıp, yorumluyorsanız pekte bir farkınız yok onlardan... İnanıp inanmamanız hiç önemli değil, çünkü nede olsa aynı şeyi anlıyorsunuz İslam'dan... Demişsiniz ki, Nirvana Felsefe imiş benim inancım... E ben farklı bişey söylemedim ki hiç bi zaman... Nirvana, Buddha, Mısır Dini, Gök-Tanrı İnancı... tesbit edebildiğim bir çok inançta İslam'dan farklı bir şey söylemiyor. Bakın siz beni Nirvana falan fistan gibi inançları İslam'a Monte etmekle itham etmişsiniz ve Kur'an'a ve Hadis'e dayanılması gerektiğini iddia etmişsiniz ancak, bilmelisiniz ki sizin anladığınız ve bugün Müslüman olarak gördüğünüz halkın yaşattığı islam, yani sizin dayanak noktanız olan İslam, İmam Gazali'nin Felsefesini temel alarak geliştirilmiş İslam İtikadıdır... Bildiğniz gibi İmam Gazali ile birlikte Tasavvuf halktan kopmaya başlamış ve siyasallaşmaya da başlamıştır. Yani beni Kur'an'a bağlı kalmamakla itham ederken "Gerçek İslam" olarak baktığını şeyin ne olduğunu bilmeniz gerekmektedir diye düşünüyorum... Hadisler hep "Sünni" inanç temelli olarak ele alındığı için yani Gazali Felsefesini temel alarak yorumlandığı için Tasavvufu görememeniz normaldir. Birde elinize geçen hadisleri, benim söylediğim manada Vahdet-i Vücut açısından algılamaya çalışın bakalım ne göreceksiniz... Gerçi bu kadar iddialı konuşmayayım, Muhiyiddin Arabi'yi okuduğunuz halde, yanlış anladıysanız, hadisleri benim açımdan anlamanız oldukça zor olacaktır... Birde şunu söylemek istiyorum, Bakın Hallac-ı Mansur'u katledenin İslam Dini olduğunu iddia etmişsiniz, bu çok komik bir iddia... Bakın, Hallac-ı Mansur'u destekleyen Ahmed Yesevi niçin idam edilmedi peki? Aaaa, yoksa bir güce sahip olduğu için olmasın? Yada Mevlana niye aynı dönemde İdam edilmedi? aaa, özür dilerim O'da bir güç sahibiydi değil mi? Yunus niye idam edilmedi? hemde güç sahibi değildi ve buna rağmen "Ete Kemiğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm" diyebilmişti, yani "Ene'l Hakk" manasındadır bu? Yunus'un kendi haline, kimseye karışmayan, kimseyi etkilemeyen bir yapıda olmasından mı yoksa? Bakın arkadaşım, Hallac-ı Mansur, fikirlerini sunduğu ortamda güç sahiplerince bir karşı güç oluşturabilecek yapıda olduğu için, görüşleri çarpıtılarak ve bahane edilerek öldürülmüştür. Dini bir nedenle değildir yani, siyasidir... Şeyh Bedrettin dahi Ekonomik ve Sosyal nedenlerle İsyan etmiş ancak "Dini görüşleri" bahane edilerek, "Kendi Fetvasıyla" idam edilmiştir... Yani her zaman diyorum, bu tür olay ve olgulara "Ahanda din adam öldürmüş" deyip kabullenemezsiniz... O adamlar mevcut iktidara karşı bir güç oluşturabilecek nitelikte oldukları için, dini görüşleri bahane edilerek idam edilmiştir. Aynı şeyleri söyleyen Ahmed Yesevi zaten mevcut bulunduğu topraklarda en güçlü isimdir. Aynı şeyleri söyleyen Mevlana'da devlet gücünü arkasında bulundurmaktadır. Şeyh Edebali yine Osmanlı ve diğe beyliklerin gücünü arkasına almıştı... Yunus ise zaten siyasetle falanla filanla ilglenmezdi, o apayrıdır zaten bu açıdan... YAni umarım ufak bi ipucu verebilmişimdir... Bu kadar sığ araştırmayın isterseniz hı? Şu, Tasavvuf'un İslam'ın öz malı olmaması meselesine gelince... Pek ala İslam'ı çok iyi bildiğinizi iddia ettiğiniz için, biliyorsunuzdur ki, Allah, ilk peygamberden itibaren hep tek bir Dini göndermiştir değil mi? Hepsi'de İslam'dır... Yani bakın bunu, benim referans almamı istediğiniz Kur'an-da açıkça görürsünüz zaten... Ve Kur'an her millete birer peygamber gönderdiğini de söyler... Her peygamberin tebliğ etmekle görevli olduğu dinde, yine gönderene olacak olan Teslimiyetin adı olan İslam dini... İşte bende diyorum ki, İster Budizm olsun, ister Gök-Tanrı olsun, ister Mazdek olsun, ister Hıristiyanlık olsun, ister Yahudilik olsun, ister ne olursa olsun, her din mutlaka Hakk'tan gelmiştir, Hakk'tır ve gerçeği başka açılardan, başka algılardan, başka gözlerden anlatır... Sadece bunun farkına varabilmektir önemli olan... Ve sadece ya yanlış anlamlandırırız yada anlayabildiğimiz kadarıyla anlamladırırız... Ve dinler bu yüzden giderek özlerinden uzaklaşırlar. Bakın bugünkü İslam ile Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği İslam arasında çok fark var... Siz beni Kur'an-a ve Hadislere bağlı kalmamakla itham ediyorsunuz ama siz İmam Gazalinin baktığı açıdan bakmaktan öte gidemiyorsunuz... Öze yaklaşamıyorsunuz... Yunus şöyle demiştir: Cennet cennet dedikleri, bir köşk, bir kaç huri. Sen isteyene onu ver, Bana Seni gerek Seni"... Yani Yunus vs. gibi insanların umurlarında olan şey cennet-cehennem değildir, direkt Allah sevgisidir, direkt Allah'ta Hakk olmaktır... Ama Gazali'nin ve Onun gözünden bakanların isteği Cennettir... Diyorum ya, siz neyi arıyorsanız O'sunuduzdur... Musa'nın 40yıl Allah'ı arayıpta görememesinin nedeni, O2nu kendisinden ayrı sanmasıdır... Yani işte demek istediğim, Kur'an sadece ve sadece bir ipucu... Kendinizze ve yani Allah'a yönelmedikçe Cennet ve Cehennem'i umursamaktan öteye gidemeyeceksiniz. Oysa gerçek bunun tamda ötesinde... Saygılarımla...
  24. :) çok güzel bir yorumdu bu... çok beğendim... Bakın zaten; Hallac-ı Mansur'u, Nesimi'yi de bu yüzden öldürmediler mi? Şeyh Bedrettin niye öldürüldü peki, sadece isyan ettiği için mi? O'nun "Vahdet-i Vücut" anlayışına bir bakın bakalım... Ben Müslümanların içinde sağ kalabilmek için "Ben Müslümanım" demiyorum, beni itham ettiğiniz şey "Takıyye" yani "Sahtekarlık" ve bundan dolayı size, sizin bulunduğunuz gibi bir ithamda bulunmayacağım... Ben hiçbir zaman, savunduğum şeyleri en koyu Müslümanların arasında söylemekten bile çekinmedim zamanında... Size İslam'ı kendilerinden öğrenmeye çalıştığım insanların isimlerini de zaten belirtiyorum hep yeri geldikçe, dikkat ederseniz... Yunus, Mevlana, Nasreddin Hoca vs vs vs... Bunlar Müslüman değil idilerse sözüm yok... Anlatabildim mi? Zaten söylediklerimi birilerinin anlayıp anlamaması umrumda değil... Beni Kafir ilan edip, öldürmeye çalışacak olan idrakı yetmeyenler için Yunus en güzelini söylemiş "Kıl Beşi, Kurtar Başı": Yani, madem anlamıyorsun, bari ibadetini yap, o eksik kalmasın, kimseninde inancına falan karışma demiş... Bakın, size şöyle bir örnek vereyim, yani anlattıklarımı anlamlandıramadığınızı görüyorum, o yüzden açıklayayım. Diyorum ya hep, herkes gerçeği kendince anlar, bu ilk nokta... İkinci nokta, beni anlayabilmeniz için, bir kendinizi bulma aşamasından geçmiş olmanız lazım... Çok mu fazla uçtum? O zaman basitleştireyim: Yunus Emre, Taptuk Emre'nin kızı ile evlenip, dünyadaki kendi gücünün yapabileceği işleri halledip Allah'ı aramaya koyuluyor... Ara sıra tekkesine dönüp girmek istiyor. Taptuk Emre'nin karısı, Taptuk Emre'ye diyor ki "Yunus geldi", Taptuk Emre soruyor "Hangi Yunus"... Devamlı aynı cevabı alan Yunus, Tanrı'yı aramaya devam ediyor ama en sonunda kendini buluyor ve yine Tekkeye geliyor ve karısı yine Taptuk Emre'ye "Yunus Geldi" diyor, bu sefer Taptuk Emre "Bizim Yunus'mu" diyor. Ama ondan sonra'da Yunus içeri girmeyip, geri gidiyor... Çünkü hocasının onu tanımasından anlıyor ki Kendisini yani Hakk'ı bulmuş, artık tekkede kalmaya ihtiyacı yok... Yani kişiye kendisini bulması öğretilemez... İçinizde varsa, size ipucunu verirler yada siz kendiniz keşfedersiniz o ipucunu, sonra gider kendinizi bulursunuz, Hakk'ı, Tanrı'yı bulursunuz... Ben Hacc yada Kur'an Hurafe'dir demiyorum... Bunlar tek başına yetersizdir diyorum... Hurafe "Dinin Belirledikleri" dışındaki uydurmalardır... Yani sizin inanmadığınız inanç nüveleri Hurafe değildir... Ben Hacı Bektaş-ı Veli gibi diyorum ki "Sen Hakk-ı Ararsan Kendinde Ara, Kabe'de Hacc'da değil"... Bu Kabe yada Hacc önemsiz demek değildir... Bu aradığın şeyi nerede araman gerektiğini söyleyen bir deyiştir. Ha Katakuta arkadaşın "Kabe" sorusuna gelince... "Kabe" sadece bir simgedir, bir yöndür... Herşeyin bir başı vardır ve her şeyin bir yönü vardır... Kabe'nin Kutsallığı, Allah'a yönelişi Temsil etmesinden gelir yani Manen'dir... Toprak parçası olarak yada bir bina olarak Kutsallığı yoktur... Olsaydı eğer, ilk Kıble Kudüs olmazdı... Kabe sadece Yönelişi simgelemekle önem arzeder... Eğer öyle yeryüzünde Kutsal yada Tanrısal bir toprak parçası olsaydı, Allah kendisine ait o Kutsal toprağa bela ve afet vermezdi değil mi? Oysa biliyoruz ki Hz. Muhammed'den sonra bile Kabe çok kere yıkıntıya uğramıştır. Evet Kabe Önemlidir ancak Allah'a yönelişi simgelediği için önemlidir. Mevlana çözmüştür bu sırrı... Semazenlik niçin çıkarılmıştır Mevlana tarafından? Mevlana her şeyin, kendi etrafında dönerek Allah'ı tavaf ettiğini keşfetmiştir... O yüzden insanın ilk Kıble'si insanın Kendisidir... O yüzden Mevlana kendi etrafında döner... Hakk'tan alıp, Halka verir... İkinci Kıble ise bildiğimiz Kabe'dir... İlki, yani siz, ben, biz ne kadar Kutsalsak, orasıda o kadar kutsaldır. İlk kıble, sizi Hakk'a ulaştırır, ikincisi size Kul olduğunuzu hatırlatır (bunun ayrımı çok önemli ama şimdilik geçelim)... Siz Kendinizde Hakk'ı yani Tanrı'yı ne kadar görüyorsanız, Kabe'de de o kadar görürsünüz. İnsan kendisini ne kadar değerli görüyorsa, Kabe'yi de o kadar değerli görür... O yüzden ilk kıblenin etrafında dönen insan, ikinci kıbleninde etrafında döner... Kabe'nin bundan başka bir anlamı yoktur... Sadece bir İsim ve Yöneliştir... Gelelim "Kendinizi Hakk Görmeye" yada "Kendinizde O'nu Görmeye"... Şimdi bunun açıklaması daha da başka ama size farklı bir inançtan bir mitoloji ile anlatayım bunu... "Narsis" demek bildiğiniz gibi "Kendine Aşık Olmak" demek... Ama bence biz böyle olduğunu sanıyoruz... "Nars" Helen Dünyasında doğduğunda, bir kahin onun için, anne ve babasına "Bu çocuk ömrünce kendisine bakmamalı" diyor... Çocuk büyüyüp av peşine düştüğünde, dere kenarına geliyor ve derede kendi yansımasını gördüğünde, kendisine aşık oluyor, kalıyor... Acaba böyle mi? Ben buna şu anlamı yükleyebiliyorum, "Aynaya Baktım Ali'yi gördüm, Aynaya Baktım O'nu gördüm"... Bildiğiniz gibi Evliyalar, Hakk'a aşıktırlar... Yani öncelikle benliklerinde, sonra her yaratılmışta Hakk'ı, Tanrı'yı görürler... O yüzden sizin Müslüman olmadığını iddia ettiğiniz Yunus şöyle demiş "Yaratılanı Sev, Yaratandan Ötürü". Bakın ben burada konuşabileceğiniz, ama benim saçmaladığımı düşündüğünüz, oysa bana göre anlamlandıramadığınız her şeyi İslam Tasavvufu açısından ele alıyorum... Siz bu açıdan bakamadığınız için size çok manasız ve saçma geliyor, ki bu çok normaldir, merak etmeyin... Oysa benim açımdan son derece anlamlı ve anlaşılır... Mesela Kerem'in Aslı için deldiği dağ? Ne dağıydı? Hangi Dağdı? Benlik Dağıydı bana göre... Benliğini kırdı ve Aslı'dan sonra gerçek aşkını buldu? Tanrı Aşkı... Aslında bunları alenen pek kimseden yada bunlarla ilgilenen hiç kimseden duyamazsınız ama ne yazık ki benim kabım dar... Yunus birgün böyle anlatırken, kendisine Taptuk Emre kızmış "Ne biliyorsun da ne anlatıyorsun Yunus?"... Yunus cevaplamış "E anlatmayayım da öleyim mi?"... Yani söylediğiniz doğru, bir çok kimse bunların farkındadır ama alenen kimse anlatmaz... Birinci nedeni herkes kendinden sorumludur ve herkes kendi bacağından asılır, Herkes gerçeği ancak kendisi bulur. Matrix'i çözdüğünüzü söylüyosunuz ya? Orada "Beni sen kurtardın Neo" diyen çocuğa neo şöyle diyo di mi? "Hayır, sen kendini kurtardın"... İşte buda öyle... Birileri size ipucu verir, siz kendinizi kurtarırsınız... Benim için ilk ipucu o Madde, Kutsal Kitaplar ve Kendimim... İkinici ipucuda, sizlerden öğreneceklerim... Bunları yazmamın nedeni, bazı arkadaşların itham ettiği gibi laf kalabalığı yapıpta, hedef şaşırtmak değil, anlatamadığımı düşündüğüm düşündüklerimi anlamanız için belki belirli şemalar varsa aklınızda anlamlandırmanızı sağlamak... Müslümanım, çünkü Tanrı'ya teslim oldum... Aynen İbn-i Sina'nın da belirttiği gibi... Bilsede kimsenin söylemiyeceği şeyleri niçin söylediğimi çok iyi açıklamışsınız: çünkü burası Sanal alem ve kimliğinizin ifşa olma ihtimali çok düşük... Saygılarımla...
  25. Aynen öyle diyorum... Onur ödülünü bana layık gördüğünüz için çok teşekkür ederim arkadaşım ama eğer benim gibi düşünüyorlarsa, sanırım onlarda Müslüman... :) Bakın "En iyi anlamak" diye bir şeye inanmadığım açıktır... Ne ben en iyi anlıyorum, ne de emin olun ki siz ve onlar... Ben diyorum ki İslam yani Tanrı'ya Teslim Olmak: "Kutsal Kara Taş" "Taşlanan Şeytan" "Cenaze Törenleri" "Kara Çarşafa Bürünmek" "Tesbih Çekmek" vs vs vs olmadığı gibi sadece "Namaz Kılmak" "Hacca Gitmek" gibi şeylerde değildir... Yukarıdaki yazınızı alaya almak maksadı ile yazdığınız belli ama bakın siz hep diyorsunuz ki "Eskiden Bende senin gibi düşünüyordum ama gerçek İslam'ın benim anladığım değil, diğer insanların anladığı şey olduğunu Kur'an-ı okuyunca anladım" diyorsunuz. Bakın size sadece İbn-i Sina'yı örnek vereyim... Varlığın nedenini arıyor kendisi... Bazen Tanrı'ya bağlıyor, bazen Maddeye... Çoğu zaman kararsız kalıyor, çoğu zaman yılıyor, yoruluyor... Ama en sonuda diyor ki "Allah'ım aradım aradım, nihayetinde sana Teslim oldum"... Yani sizin ve diğer arkadaşlarımızın bir zamanlar benim gibi yada o şahıslar gibi düşünüyor olmanız imkansız... Çünkü o insanların vardıkları nokta: Sonuç... Diyorum ki, siz ister Hıristiyanlık olsun, ister Yahudilik olsun, ister Müslümanlık olsun "Tanrı'yı hissetmedikçe" "O'na ulaşmadıkça" yada dahadoğrusu "Hakk'a Teslim Olmadıkça" o adamlar gibi olamazsınız hiç bir zaman... Dediğiniz gibi o insanlar için kimin onları nasıl nitelendirdiği bu yüzden önemli değil, çünkü insanların inançlarını değiştirme, yargılama, yadırgama, kötüleme, aşağılama yada en kısa tabiri ile Kibirlenme noktasını çoktan aşmış durumdalar... Hiç biri diğer dinleri karalamak için kitap yazmamıştır. Hiç biri İslamiyeti haklı çıkarma çabasında olmamıştır. Çünkü biliyorlar ki, sadece bildiklerini anlatabilirler... Ve herkes farklı anlamlandırır... Siz düşünün bakalım, siz ve o arkadaşlarımız, o adamların gelebildikleri seviyedeler mi? Bakın, ister maddi olsun, ister manevi... Gözünüzü tek bir noktaya dikerseniz, diğer herşeyi kaçırırsınız. Arabada giderken yol çizgisini takip edin bakalım, diğer şeylerin ne kadar farkına varabiliyorsunuz... Varlığı/Yokluğu anlamak için tek bir noktaya bakmamak gerekir... Siz Kur'an-ı kötülemekten başka bir şeye odaklanmış değilsiniz... Size göre Müslüman olan insanların belli tasavvurları var ve o standartların dışında değiller... Hani Avrupalılar Türklere "Barbar" demekten öteye koşullanmamışlar ya, istediniz kadar iyi olun, Türkseniz, onlar için hep barbar olarak kalmaya mecbursunuz ya... İşte sizin içinde Müslümansa, Kur'an-a inanıyorsa, Allah'a inanıyorsa belli kalıplardalar ve bunların dışına çıkamazlar... Ama bak çıkabilenlere? Lakin onları da kabullenemiyorsunuz bu sefer... Onlara rağmen onları adlandırıyorsunuz... Sizce bunun adı ne? Bence bunun "Kaptan Kusto"nun veya "Neil Armstrong"un Müslüman olduğunu iddia etmekten başka ve öte bir anlamı yok, anlatabiliyor muyum? Benimle aynı mı düşünüyorsunuz, farklı mı düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben Kur'an-ı okuduğumda, bunları görüyorum... Gerçi sadece Kur'an-ı değil, diğer şeylerde bana bunları gösteriyor... Diyorum ya, hepsi birbirini niteliyor aslında... Sadece Kur'an-a inanmıyorum ben, Evrene'de inanıyorum... Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.