Zıplanacak içerik

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Organ Bağışı yapmayan insanlar Bilinçsiz ve Bilgisiz (arapça karşılığına bakınız) kimselerdir. Tevede bir kanalda da sakallı bir ihtiyar "Kan Bağışı"nın Günah olduğunu anlatmak için çırpınıyordu bir Ramazan ayında... Çok gülmüştüm... Harammış güya... Kendini paralıyordu garibim... Ve ilginç olanı da bunu din adına yaptığını söylüyordu ve her söylediğiniz de dine mal ediyordu. Sonra bir ara mantıksız şeyler söylediğinin farkına vardı, Kur'an-dan bir ayeti alıp, kendisine göre anlamlandırdı ve kıvırdıda kıvırdı. Bilirsiniz bu adamı mutlaka; sakallı, gözlüklü, ortaboylu bir adam. Fılaş tevede yapıyor yayınını. Bakın, bir can kurtarmanın Dini veya İnancı olamaz. "Organ Nakli" ve "Kan Nakli"ni bu şekilde yasaklayan bir zihniyetin ne olduğu zaten ortadadır. Laf söylemeye bile gerek yok. Onlar için dinin neyden ibaret olduğu bellidir: Hurafe... Bağımlı Kişiliklerdir bunlar...
  2. Sayın Tarafsız, öncelikle sakin olursanız çok daha iyi anlarsınız. Ben o yalnızca o iletinize bakaran öyle bir yorum yaptım. Zira sizde Kur'an-ın "Bilimsel Formüller/Veriler" sunmadığını düşünüyorsanız, aramızda bu açıdan bir farklılık olamaz. Olay yalnızca bir yanlış anlamadan ibarettir ve utanılancak bir durumda yoktur benim açımdan... Öyle ki, sizde yazdığınız iletinin taşıdığı manalara dikkat etmelisiniz bence... O iletinizden o anlam çıktı, ama yanlış anlama benden kayaklanıyorsa gerçekten özür dilerim. Kırmızı ile alıntılaığım ithamınız, yine aynı şekilde: "Kur'an-da birçok Bilimsel veri ve bilgi bulunuyor." İyi ki, iletinizin sonunda, diğer iletinizde yapmadığınız şeyi yapmışsınız ve bu sefer olsun yanlış anlaşılmaya mahal vermemişsiniz... Saygılarımla...
  3. Verdiğiniz Bilgiler için çok teşekkür ederim Sayın Cyrano... Osmanlı ile ilgili olarak ise: Osmanlı Atamızdır, geçmişimizdir... Bunu yadsıyamayız... Ancak kabul edilmesi gereken bir gerçek var ki, Osmanlılar "Türkleri" yok etmek pahasına bir "Varoluş" sergilemiştir. Atatürk bunu çok açıkça şöyle söyler: "Osmanlı hanedanı 600yıl, zırla ve güçle Türk Milletinin hükümranlığını elinde bulundurmuştur...". Bu meşhur konuşmasını ve devamını hatırlarsınız sanırım... Bakınız bugün Osmanlının 600yıl hüküm sürdüğü topraklar üzerindeyiz. Onlardan elbette ki miras aldık ancak Osmanlı'nın türklere yaptığı kötülük yadsınamaz. Yavuz Sultan Selim'in katlettiği (Tabi Şah İsmöail'de karşıdan katletmiştir) Alevi-Türkmenleri bir araştırın bakalım. Onları sindirmek için yapılanlara... Atılan iftiralara. Bugün bir çok sünni, Alevilerin "Mum Söndü" geleneği için "Ensest İlişki" iddiasını atmakta... Oysa Yavuz Selim o dönemde Alevilerin ibadetlerine ve dini ritüellerine açık bir savaş başlatmıştır ve Alevi/Türkmenler yok ediliyordu. İşte Aleviler bu baskıyı biraz olsun azaltmak ve en azından dışlanmamak için ibadetlerini yada dini ritüellerini akşamları ve ışığı söndürerek (ilgi çekmemek amacıyla) yapmışlardır. Ancak bu seferde Osmanlı ajanlarınca bu iftiralar atılmıştır ve artık Cumhuriyete kadar kapanmayacak olan "Alevi/Türkmen" ve "Sünni/Arap-Osmanlı Uleması" ayrımı başlatılmış ve körüklenmiş Sünni ve Alevi Türkler birbirlerine düşman yapılmıştır. Osmanlının yaptıkları ayan beyan ortadadır. Bunları söylemek Osmanlı Düşmanlığı değildir: "Tarihçilik"tir. Bilimin gereğidir. Eğer Osmanlının torunu olmak, onların hatalarını söylemememiz anlamına gelmez. Saygılarımla...
  4. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Öncelikle Sevgili yam_yam: Çocuk Eğitimi ile Yetişkin Eğitiminin ayrımını biliyorum. Kendi düşüncelerinizi anlatmanız değil benim kastettiğim. Bakın konumuz "Dünya Görüşleri". Yani dünya görüşlerinin nasıl edinilebileceği yada oluşturalabileceği. Bir Dünya görüşünün en önemli özelliği "Öznel" olmasıdır. Yani kişinin kendi kendisine oluşturduğu... Burada "Bilgi"nin verilmesini kast etmiyorum... Yada öğretimin ve eğitimin verilmemesini kastetmiyorum. Eğitim ve Öğretim tabii ki verilmelidir insanlara, ancak Öğrenmelerini "Anlamlandırma" yani "Dünya Görüşü Edinme" aşaması, kişinin kendisince yapılmalıdır. Yani başkalarının görüşleri ve inançlarının baskısı altında kalmamalıdır. Çocuklar bu konuda çok hassastırlar, mutlaka büyüklerinin, babalarının, annelerinin, öğretmenlerinin Dünya Görüşlerini taklit ederler ve benimserler. İşte bu aşamada çocuklar etki altına alınmamalı. Özgür bırakılmalı. Çocuğun örnek aldığı kişi, kendi Dünya Görüşünü benimsetmemelidir zorla. Çünkü o çocuk yetişkin olduğu zaman çok büyük bir kimlik bunalımı yaşar. İşte Çocuk Eğitiminin, Yetişkin Eğitimi ile olan alakası buradan doğar. Siz böylelikle "Kimlik Bunalımı"na düşmüş bir yetişkini, diğer iletilerimde bahsettiğim şekilde "Yönlendirme" yapıyorsanız eğer, herhangi bir dinin tebliğcisinden hiç bir farkınız yoktur. Amaç "Ateizm"i anlatmak değil "Benimsetmek" olmuştur. Tıpkı bir Dine mensup "Tebliğci" yada "Misyoner" insanların yapmak istedikleri gibi... Öğreti olup olmaması değil demek istediğim, sizin benimsetme niyetinde lup olmamanızdır... Yetişkinde olsa, her insan bir arayış içersine her yaşta girebilir... Bocalama dönemleri olabilir. Küçüklüklerinden kalan bastırılmış fikirler belli bir yaştan sonra ortaya çıkmak isteyebilir. İşte bu tür Yetişkinlerde, aynen çocuklara yaptığımız gibi "Doğmalardan" ve "Yönlendirmelerden" uzak olmalıdırlar. Her yetişkin doğruyu bulmada elbette ki bir çocuktan daha yetkindir ancak şu da varki yine de "Bocalama" yada "Kararsızlık" durumundaki yetişkinler, bir çocuk gibi çok kolay av olabilmektedir kimi Felsefeleri yada İnançları temsil eden kimselere. Bir arkadaşınız böyle bir dönemde olabilir ve o arkadaşınız Yetişkin olabilir. Diyelim ki Eşiniz hatta bu kişi... Yapmanız gereken, onun kendi Dünya Görüşünü oluşturmasına olanak tanımaktır. Kendi Düşüncelerinizi anlatmanızda sakınca yoktur ancak bir "Yönlendirme" yapmamalısınız. Eğer sizin "Koşullama"nız ile sizin felsefenize yada inancınıza sahip olacaksa, o inancı yada felsefeyi kabullenmesinin hiç bir önemi yoktur... Ben "Dünya Görüşü"nün oluşturulması açısından, insanları tamamen Felsefe yada İnanç seçiminde "Özgür" olmalarının gerektiğine inanıyorum. Hiç bir Felsefe ve İnanç, kişi Yetişkinde olsa "Dikte" edilmemelidir. Kabule koşullandırılmamalıdır kişi. Buna şöyle bir örnek vermek hoşuma gidiyor: Biliyorsunuz ki kurbağayı sıcak suya attığımızda, anında sıçrar ve haşlanmaktan kurtulur. Ancak kurbağayı ılık suya koyup suyu yavaş yavaş ısıttığınızda, kurbağa piştiğini anlayamaz ve haşlanır... İşte insanlara bunu yapmamak lazımdır. Yoksa insanlar aynen kurbağa gibi Av olmaktan kurtulamıyor. İşte haşladığımız kurbağaya saygımız ne kadarsa, Yönlendirdiğimiz ve Av ettiğimiz insana da saygımız o kadardır bence... Sanırım sap ile saman iyice anlaşılır olsu Sevgili yam_yam. Bu soruları size sormamın kişisel bir nedeni yoktu. Sadece konuya çok iddialı girmiştiniz ve sizin "Tarafsız" olabileceğinizi düşündüm. O yüzden öncelikle sizin tam olarak hangi konumda olduğunuzu tesbit etmek ihtiyacı hissettim. Siz kişileri Dünya görüşü edinmelerinde "Yönlendirme" yada "Suyu yavaş yavaş kaynatma" gibi bir misyon yüklenmiyorsanız yazılarınızda ve tarafsız olacaksanız, sizinle hiç bir ayrılığa düşmemiz söz konusu olmayacaktır. Saygılarımla...
  5. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sevgili Bilimselci şunu ifade etmek isterim ki, gerçekten ne demek istediğimi HİÇ anlamamışsınız. Ve yine önceki tartışmalarımızda olduğu gibi, nasıl anlamlandırmak istiyorsanız öyle anlamlandırmışsınız... Bakın size şöyle ispat edeyim... Arkadaşım, bakın "Hissedemeyiz" kelimesini beni sizin anlamak istediğiniz anlamdan kullanmadım. Maddeleyelim: -Kişilerin Dünya görüşlerinin oluşumunda Çevresel Faktörler önemli ölçüde etkilidir. -Gelişim Dönemlerimizde maruz kaldığımız etkiler, başımıza gelen olay ve olgular bizim kabullerimizi ve dünya görüşümüzü etkiler. -Küçükken yaşadığımız olaylarda gelecekte oluşacak olan kişiliğimizi etkiler. -Bu farklılıklar (yani kişisel yaşantılar) insanların farklı farklı Dünya Görüşlerine sahip olmalarına neden olur. Ve bu yüzden aslında herhangi bir kalıba ait "hissedemeyiz" kendimizi. (Bunlar Rsikoloji Biliminin Tespitleridir.) *Yani bakın Materyalist Felsefe, İnançlar, Diğer Felsefeler hep birer kalıptırlar. Ve özellikle "Doğmatik" insanlar ve bilgilerini "Eleştirilemez" "Tek Doğru" olarak kabul eden insanlar bu Felsefelere "Bağımlılık" oluştururlar. Ama aslında Bireysel Farklılıklar vardır. Her Ateist veya her İnançlı bile aynı şekilde kavrayamaz. Farklı anlamlar yükler. Söylemek istediklerimle, sizin ve diğer arkadaşımızın anlamlandırması arasında pekte bir ilgi ve alaka yoktur. Bir sürü çelişki. Ve bu sizin "Çelişki" olarak gördüğünüz düşüncemde bu söylediğimi tamamıyla niteleyen bir söylemdir. Şöyle ki: -İnsanlar kişisel farklılıklardan ve anlamlandırmalardan dolayı, bir Felsefeye tamamıyla ait olamazlar. Tabi bu "Benlik" duygusu gelişmiş, yani "Bağımlı Kişilik" yapısını aşmış ve "Bağımsız Kişilik" oluşturmuş insanlar için geçerlidir. O yüzden "Benlik" duygusuna sahip insanlar bir Felsefeye ait olamazlar, en fazla "Yakınlık" gösterebilirler. Kendilerine has bir dünya görüşleri olur. Kendilerini bir isimle adlandırsalarda o Felsefeden "Bağımsız" yargıları, kabulleri ve ideaları vardır. Kendilerini adlandırdıkları Felsefe'nin "Kayıtsız şartsız" adamı değillerdir. Sadece yakınlıklarından dolayı kendilerini o adla adlandırırlar ve öznel olarak Bağımsızdırlar o Felsefeden... Bakın iddia ediyorum ki siz: -ya bu konulara pek eğilmediğiniz için kendinizce farklı bir anlam çıkarıyorsunuz hep. -ya "Doğmatik" ve "Bağımlı Kişilik" özelliğine sahipsiniz ve yanlış anlamlandırıyorsunuz. -ya art niyetlisiniz ve kasten yanlış anlamlara sokmaya çabalıyorsunuz (öyle değilseniz, ithamım için kusura bakmayın). -yada gerçekten ne demek istediğimi hiç anlamıyorsunuz... Benim cevabım ise yine aynı: "Farklı bir şey söylemiyorum..." Sevgili Yam_yam "Çelişkili" olduğumu iddia etmemiş ki -o yazısında-, siz niye bu kadar heyecan yaptınız bilmiyorum ama, yam_yam arkadaşım kendi felsefesinden ziyade sadece "Dinleri" ele almış ve benim söylediğim şeyi "Dini Öğretiler" ile birlikte nitelemiş ve bana ve diğer inananlara kinaye yapmış. Biraz Türkçe bilginiz varsa anlamlandırmada zorlanmazsınız sanıyorum. *Küçükken "Dikte" edilen, Korkutularak kabul ettirilen ve doğmalaştırılan bir "Tanrı" fikri de insanların gelecekte "Bağımlı Kişilik" oluşturmalarına neden olur. İşte "Doğmatik" olarak kastettiğim insanlar böyle insanlardır. Sorgulayamazlar ve eleştiremezler. Sadece kabul ederler. Dini bir olayda yada yargıda bulunulacağı zaman mutlaka ya "Bilen" birine yada dini öğretilere sarılırlar, kendileri bir yargıda bulunamazlar. Yada Ergenlik döneminde, yalnızlıktan yada bir arayış içindeykenki muhtaçlıklarından dolayı, kendilerini tatmin ettiğini düşündükleri Felsefeleri kabullenen kimselerde "Bağımlı Kişilik" sergileyen "İnançlı" insanlar gibidir. Söylediğimde tek bir çelişki dahi yoktur... Siz yanlış anlamışsınız diyebilirim en fazla... Ve yine aynı şekilde, küçükkenden bir Öğreti yada Felsefe benimsetilmiş insanlarda yine o Öğreti ve Felsefelere "Bağımlı Kişilik" oluştururlar. Buda o Felsefeyi yada Öğretiyi "Doğma" haline getirir. Eleştirilemez, sorgulanamaz... "Tek Meşru Gerçek" olarak algılanır o kişilikçe... İhtiyaç olunduğunda tek başvuru kaynağı olur... Anlamı: Anne baba inançlı ise inançlarını çocuğa korkutmadan vermeli. Eğer, anne baba ateist ise: Buradaki çarpıtmayı biraz açıklamak gerekecek; Eğer anne baba ateist ise, öğretileri, inançlılığa yönlenmeyi ortadan kaldıracağı için bunu yapmamalı. Bunu söylemek istiyorsun ama yine bir sürü çelişki. Üstelik devam ediyorsun... Boşiq: Galiba, öğreti olmadan vahiy gelip şekillenmesini bekleyecek.Yada çocuğu yönlendirmamak için hiç bir öğreti verilmeyecek. Bakın, diğer söylediklerimi göz ardı etmeyin lütfen... Ben şunu söylemek istedim: -Bir bireyin "Bağımsız Kişilik" oluşturabilmesi için, yani kendisine has, özgür bir "Dünya Görüşü" oluşturabilmesi için, aile kesinlikle "Kesin Bilgiler" vermekten kaçınmalıdır. İnançlı bir aile, çocuğun "İnanmama" ihtimalini ortadan kaldırmamalı ve kesin bir set çekmemelidir, çocuğu sorgulayabilmelidir inancı. Ateist bir ailede "İnanma" ihtimalini ortadan kaldırmamalıdır. Bakın asıl söylemek istediğim, ailelerin çocuklarının eğitiminde "İnanmak/İnanmamak" kaygısını taşımamaları gerektiğini nitelemekti ve o yüzden o tanımlamaları verdim. Siz çocuğunuza, kendi öğretilerinizi Dikte ederseniz yada inançlı bir aile bunu yaparsa, o çocuk asla ve asla Verimli ve Sağlıklı bir Kişilik oluşturamaz. Ailesine bağımlı bir kişilik oluşturur. Eğer bunun yerini ailesi almazsa, o kimse herhangi bir "Felsefeye" yada "İnanca" Bağımlı bir Kişilik oluşturur. Aynen kendisinden başka hiç bir fikri Meşru ve Bilimsel görmeyen Felsefeler ve aynı kendisinden başka hiç bir insanı İyi ve Ahlaklı olarak göremeyen "Doğmatik İnançlar"a bağımlı kişiler gibi... Çocuğunuza "Vahiy" gelmesini beklemeyeceksiniz. Çocuğunuz büyüdükçe, sizin verdiğiniz bilgileri "Anlamlandıracak". Çocuğunuzu siz bir kalıba sokmayacaksınız yani, o kendisi bir Kişilik oluşturacak, hemde bu "Bağımsız" bir kişilik olacak... Kendisine özgü bir kişilik olacak... "Huzurlu" olmaktan kastım ise "Bir Dine İnanmak" değildir. Bundan kastım "Dünyayı Anlamlı Kılmaktır". Yani sahip olduğu görüşün, kişiye dünyayı anlamlı kılmasıdır. Buna örnek olarak ta özellikle sizin "Ben Mutluyum" deyişinizi örnek vermiştim ve bunu kastetmiştim. Ancak daha önce söylediğim gibi yine nasıl anlamak istiyorsanız öyle anlıyorsunuz ve yanlış itham ediyorsunuz. Ve sizin en büyük saplantınız, görüyorum ki "İnanç"... Oysa bir insanın Huzurlu olması çok daha önemlidir. İnanıp inanmamasının hiç bir önemi yoktur. Bu seferde "Bağımlı Kişilik" kavramına saplandığımı söyleyeceksiniz ancak eğer tartıştığımız şey "Dünya Görüşleri"nin nasıl oluşabileceği ve nasıl oluşması gerektiği ise, aslında eğilmemiz gereken en önemli kavramlardan birisi de budur. Bencede eğitim kurumlarında ya dini eğitim hiç verilmemeli yada tüm diğer inançları da kapsamalıdır. Tabi bunun yanında diğer Felsefelerde öğretilmelidir. Mümkün mü bilmiyorum ama ideal olanı budur. Ben aynı zamanda tüm Felsefelerinde verilmesi yanlısıyım. Durağan ve Eleştirilemez her türlü Fikir ve Felsefe... Özellikle Dinler Doğmalaştırılmış olmakla birlikte bir çok Felsfede "Doğmatiktir". İnsana dayalı ancak "Kesin" yargılar içeren her "Fikir/Düşünce" (Felsefelerin yargı olarak "Kesinleştiridiği" bilgiler, düşünceler, yargılar) birer "Doğma"dır. Bilim biliyorsunuz ki "Devinim" içersidedir. Durağan değildir ve bu yüzden "Doğma" değildir. Ancak kendisinden başka hiç bir bilgiyi "Meşru" görmeyen ve hatta bir tek kendisini "Bilimsel" olarak gören Felsefelerde "Doğmatik"tir. Şimdi burada Materyalizm'in "Bilimsel" olduğunu söyleyeceksiniz yine ancak bunu tartışmıştık ve tekrar aşağıda açıklamaya çalıştım. Bilim Ateist değildir. Bilim eğer bir Felsefeye ait olacaksa daha çok Agnostist olmalıdır (ki Bilim Felsefelerden sıyrılır, Felsefelere bağlanmaz aslında). Bakın, "Doğal Ölümü" gerçekleşmiş bir hasta için Bilim tek bir yargı bildirir: "Kalp Yetmezliği". Doğmatik Öğretiler "Eceli ile öldü" der... Bilim'in yargısı şöyle değildir: "zaten Tanrı olmadığı için Biyolojik Yaşamı Sona Erdi" demez. Bilim'in hiç bir tespitinde, bulgusunda Tanrı'nın varlığı veya yokluğu ile ilgili tek bir Veriye rastlayamazsınız. "Tanrı'nın yokluğunu" iddia eden Materyalist Felsefedir. Bilimin verilerini kullanır ve bu sonuca varır. Ancak yine Bilim'in verilerini kullanan Agnostisizm "Tanrı'nın Varlığının Bilinemeyeceğini"de söyler. Yine Bilim'in verilerini kullanan Deizm, Panteizm, Panenteizm (Enkas adlı Arkadaşım sanıyorum ki Panenteisttir, ona sorabilirisiniz) ise "Tanrı'nın Varlığını" kabul eder... Sanıyorum ki, sizde bir tek Materyalizm'i "Meşru" ve Bilim ile Materyalist Felsefeyi "Aynı" görmek suretiyle Materyalizm'i "Tek Meşru Doğru" olarak kabul ederek "Doğmatik" bir yapı sergiliyorsunuz. Evet, o kadar ki hala anlamlandıramıyorsunuz... Diğer kavramları açıklamama lüzum dahi yok, ancak belki şu kavramları ekleyebiliriz: Önyargı: Kişinin; bir düşünceyi, anlatılmak istediği şekilde değilde, görmek istediği şekilde anlamlandırması. Art Niyet: Karşıdaki kişinin anlatmak istediğini anlamış olduğu halde, anlamazlıktan gelip farklı ve olumsuz bir anlama sokmak, ve kasıtlı olarak "Çelişki" olarak nitelemek (üstünüze alınmayabilirsiniz). Bağımlı Kişilik: Başka birinin desteği yada yardımı olmadan hiç bir şey yapamama. Bu kimseler yalnız kaldıkları durumlarda bir İnanca yada Felsefeye veya yönlendirildikleri bir Fikire ve Düşünceye "Bağımlı" hale gelirler. Genellikle ilerleyen dönemlerinde, sahiplendikleri inançları veya bilgileri "Doğma"laştırırlar ve tek meşru kaynak olarak görürler. Diğer bilgileri yadsırlar veya suçlarlar. İhtiyaç halinde sarıldıkları tek kaynak bu Doğmalar olur. Kendi yargılarını oluşturamazlar, o inançtan yada felsefeden bağımsız eylemler ve düşünceler gerçekleştiremezler.
  6. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bakın "Tebliğ" kelimesini "Gerçek" anlamı dışında kullanmak istedim. Diğer anlamlarını biliyorum, merak etmeyin Sayın arkadaşım. Kelimeyi anlamlandıracak kadar Arapça bilgim var... Şöyle bir anlama büründürmek istedim: Düşüncelerini (Felsefesini/İnancını) tek meşru ve doğru bilgi olarak kabullendirmeye çalışmak, bu amaçla koşullamak, şartlandırmak ve anlatmak... Belki TDK'nın tanımının birebir karşılığı değil ancak ben bu manada kullandım ve bu manada kullanımına forumda rastlayabilirisiniz. Yazının bütünlüğünden bu anlam çıkıyor kanımca... Yada bu anlama uyan başka bir kelime varsa bildirirseniz sevinirim ve onu kullanırım bundan sonra önemli değil... Saygılarımla...
  7. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bakın Sayın Bilimselci, beni Demokratik bulmayabilirisiniz. Samimiyetsizde bulabilirsiniz... Ancak anlamış olmalıydınız, ben herşeyden önce insanların "Huzurlu" olmasına inanırım. Bir aile Ateist olabilir, çocuğuna belli bir eğitim verebilir... Ancak çocuğuna bu bilgileri dikte etmemelidir... O çocuk ileride inanabilirde, inanmayabilirde... Bunu aile belirlememelidir. Çünkü "Bağımsız" ve "Özgür" düşünebilmektir önemli olan. Çocuk kendi dünya görüşünü kendisi oluşturabilecek olgunluğa erişebilmelidir. Yine bir aile çok inançlı olabilir. Lakin o ailede "Doğmalarını" çocuğa empoze etmemelidir. Çünkü o çocuk ileride "İnanmamayı" seçebilir ancak çok küçük yaşlardan itibaren beynine çivi gibi çakılırsa bu öğretiler, o kişi aşamadıkça bu doğmaları, kişilik bozukluğuna yol açar bu... Aynı şey yine Ateist aileler içinde geçerli. Bir bireyin nasıl bir Dünya Görüşüne sahip olacağını, ancak ve ancak kendisi belirlerse olgun bir kişiliğe sahip olur o kimse... Yani siz Ateist olabilirsiniz. Elbette ki çocuğunuza Materyalist öğretileri öğreteceksiniz, ancak çocuğunuz belli bir yönelim içine, içsel olarak girerse onda kişisel bir bozukluğa neden olmamalısınız. Çocuğunuz size ve sizin öğretilerinize bağımlı değil "Özgür" olmalıdır. Sağlıklı bir kişisel gelişim için bu şarttır. Bakın öğrencilerin ailelerinin inançlarına bakmaksızın şu öğütleri veriyoruz: Çocukların bu konularda soracakları soruların bile ailelerce kesin bir şekilde cevaplanmamalarını, çocuklarının sorularına sorularla kaşılık vermelerini ve onları "Sorgulamaya" yöneltmelerini öğütlüyoruz. Yani bir çocuk ailesine "Allah Nedir?" diye bir soru sorduğunda, o aile dindar ise "Allah Tektir" yada Ateist ise "Allah diye bir şey yoktur" gibi cevaplamaları kesinlikle uygun değildir. Çocuk yine sorularla yönlendirilmeli ve kendisi kavramalıdır. Ne siz bir Materyalist olarak, ne de bir Dindar aile kendi çocuğuda olsa eğer Kişilikli bir Birey yetiştirmek istiyorsa, bu kurala uymak zorundadırlar. Yoksa çocuğunuz size bağımlı bir kişilik sergiler. Yani her zaman çocuğunuza açık bir kapı bırakmalısınız. Sizin "Samimiyetsiz" ve "Demokraitk Olmaya Çalışmak" olarak gördüğünüz söylemlerim "Eğitim Felsefesi"nin, "Öğretim Psikolojisi"nin, "Gelişim Psikolojisi"nin temelini oluşturmaktadır. Bakın Sayın Bilimselci, siz sanıyorum ki insanların İnançlı olup olmamalarını fazlasıyla önemsiyorsunuz. Yani tepkinizden bu belli oluyor... Ancak Bir bireyin gelişimi için bunun hiç bir önemi yoktur. Önemli olan bireyin yetişme döneminde Materyalist yada Dinsel Doğmalara saplanmamış olması yani belli bir dönemden sonra kendi Benliğini oluşturabilecek yapıda bir gelişim göstermesidir. Bence insanlara İnançlı/İnançsız ayrımı ile değilde, "İnsan" gözüyle bakmalısınız önce, tabii ki bu gözle bakmıyorsanız eğer. Kimin neye inandığı önemli değil, önemli olan bireyin "Huzurlu olup olmadığıdır". Dikkat ederseniz siz "Mutlu" olduğunuzu ifade etmiştiniz ve bende önemli olanın bu olduğunu söylemiştim... Kırmızıladığınız yerlerin hiçbirisinde Öğretim Engeli yoktur... *Bir ebeveyn'de Ateist ise eğer, çocuğunun bir inanca yönelebilme ihtimalini ortadan kaldırmamalıdır. Çocuk ileride nasıl huzurlu olacaksa ona yönelmelidir. Kendisini o şekilde yapılandırmalıdır. Bu tümcemin açılımı şöyle: Sizi rahatsız eden şey oradaki "İnanç" ibaresi ise onu atabiliriz. Bundan rahatsız olduğunuz çok belli... Ben bir çocuğun dünya görüşü edinmesinde tek bir koşula uymasının yanlış olduğunu ifade etmek istemiştim, ki doğru olanda budur zaten... Siz çocuğunuzu bir Materyalist olarak yetiştirme hakkına sahip değilsiniz. Her ne kadar Bilimsel olsada düşünceleriniz bu Bilimselliği çocuğunuz kendisi kavramalıdır. Bunu siz öğretemezsiniz. Bir dindar ailede çocuğunu "Doğmatik" bir insan olarak yetiştirme hakkına sahip değildir. Ne kadar inançlarında samimi olsalarda, eğer çocukları inanacaksa kendi sorgulaması ile inanmalıdır. Siz beni "Yapmacık" bulabilirsiniz ancak, kusura bakmayın ki bunlar benim söylemim değil, yukarıda saydığım Bilimlerin tespitleridir. İnançlı ailelere ve Ateist ailelere verilen tavsiyeler ve yapılan önerilerdir bunlar. Bireylerin sağlıklı gelişimleri ve özgür bir benlik kazanabilmeleri için gerekli şartlardır bu uygulamalar... Diğer kırmızıladığınız iletimde de, Ailelerin "Doğmatik Bireyler" yetiştirmemeleri gerektiğini söylemişim... Yanlış mı bu? Yetiştirmeliler mi? Saygılarımla...
  8. Bir dinin kitabı okunmadan o dine geçmek çok mantıksız... Lakin sizin buna hangi açıdan baktığınıza bağlı. Belki de anneniz kendisini "Müslüman" olarak adlandırınca daha iyi hissetti?!. Bilemiyorum... Lakin bence şöyle bir şey var ki, İncil yada Kur'an yada Tevrat, Zebur... Bir kitabın içinde ne yazdığı önemlidir tabii ki ancak sizin o yazanlara hangi anlamda baktığınızdır asıl sizi şekillendirecek olan... Bu kitaplara "Mantıksız" yada başka bir konuda bir arkadaşımızın öyle yapmamızı tavsiye ettiği gibi "Yanlış" ön yargısı ile okursanız, o kitaplarda Mantıksızlıktan ve Yanlışlıktan başka bir şey göremeyeceksinizdir. Yine bir kitabı okurken "Mantıklı" ve "Doğru" önyargısı ile de okumamalıyız. Bir kitap okunacaksa "Acaba Doğru Olan Ne?" sorusu ile okunmalıdır. Eğer illa ki bir dine mensub olmak şart ise, yani bunu tartışıyorsak, hiç bir Dini Kitap din değiştirmek için okunmaz zaten... "Bakayım bu nediyor, doğru diyorsa inanırım" mantığı zaten "Yönlendirilmeye Hazır" yani "Olgunlaşmamış" bir kişiliğin göstergesidir. Bu tür insanlar çok kolay Atesit olabildiği gibi, çok kolayda bir dine geçebilmektedir ve ya din değiştirebilmektedir. Çünkü kendi doğruları yoktur ve rüzgar nerden eserse oraya eğilirler bir manada... Oysa insanın bir Din Kitabını okumadaki amacı, o dine girmek değil, o dini anlamak olmalıdır. Bir din kitabını okuyor olmanız o dine inanacak olmanızı gerektirmez... Ancak inanmaktan korkmanızı da gerektirmez... Önemli olan, o kitabı kendi öğrenmenize kendinizin katmanızdır. Eğer o kitabı size başkası öğretiyorsa, yani başkasının yönlendirmesiyle okuyorsanız, sizi yönlendiren inanıyor yada inanmıyorsa, o kişinin mantığını kavrayacaksınızdır... Değişimin nedeni başkası olacaktır, kendiniz değil... Bakın; "Dünya Görüşleri" "Fikir ve İnanç Özgürlüğü" ve benzer başlıklı konularda bunlara değindik, inceleyin isterseniz... Bakın Sayın Pandomim... Sizin yada benim yada bir başkasının neye inanıp inanmadığının hiç bir önemi yoktur. Önemli olan; Dünyayı kendiniz mi anlamlandırdınız? Kendinize yöneldiniz mi? Dünya size anlamlı geliyor mu? İnsanlara "İnsan" gözüyle bakabiliyor musunuz inançlarını umursamadan? Siz şu an inanmayan bir insan olarak, sadece Kur'an-ı okudunuz sanıyorum. Lakin diğer dinler hakkında bir birikimiz yok! Sadece Kur'an-a bakarak inanmamakta çok mantıksız bence? Belki İncil'i mantıklı bulacaktınız, belki de Tevrat'ı? Yani daha arayışın başında olan bir insan olarak hemen kendinizi adlandırmayın bence... Önemli olan kendimizin dünyayı nasıl kavradığımızdır. Bence diğer dinler hakkında da bilgi sahibi olun derim... Bırakın bir kalıba girecekseniz, başkaları alıp sizi bir kalıba sokmasın, siz kendi kalıbınızı kendiniz yaratın... Sevgili la-boheme farkında mısın bilmiyorum ama, beni ikinci defa anlayan forumdaki ilk Ateist arkadaşımsın... Bence karşınızdaki insanı değerlendirmeniz için, onun inancını bir kenara koymak gerekli. Bakın benim öğretmenim, sınav kağıtlarımızı okurken şöyle bir yöntem uygulardı; herkesin ismini sayfanın arkasına yazdırırdı ve katlattırırdı. Okurken isime göre not vermemek, etkilenmemek ve tarafsız olmak için... Bende bunu uyguluyorum. İşte insanlarla etkileşimimizde de... Buraya yazılmış bir yazı gördüğümüzde, kimin yazdığına bakmadan eleştirebilmeliyiz... Yanlışlarını söyleyebilmeliyiz. Ama ne yazık ki ne İnançlı ne de İnançsız arkadaşlarım arasında, burada bunu yapabilene pek sık rastlayamadım... Bunu yapabilen tek tük arkadaşlarım var ve onlar kendilerini biliyorlar. Yapamayanlarda biliyor tabii ki... İnsanlar Kitabı okumadan nasıl din değiştirir? Sanırım bu belli bir arayıştan yada belli bir şartlanmadan/koşullanmadan kaynaklanmakta. Bakın Misyonerliğin çok temel bir yapısı vardır mesela: Önce mensubu olduğu inancı yüzeysel olarak kavramış ve o inancına soğuk bir kimse bulunur. Kişiye samimi ve dost yaklaşılır, iyiliği isteniyormuşçasına bir etki yaratılır ve sonsuz bir güven hissi verilir. Kendisinde "Psikolojik" bir yönlendirme ile bir "Arayış" tetiklenir. Sonralıkla kişide, mensub olduğu inançdan dolayı bir "Aşağılık" duygusu yaratılır, ki bu aşama için güvenin çok iyi ve sorgusuz kazanılmış olması gerekir. Sonra artık o kişi işlenmeye hazır hale getirilmiş olur... Kişi artık Hıristiyan olmak için tam kıvamındadır. İncil'i okumadan, öğütlerle Hıristiyan olur. Sonra İncil okunur, sonra da belli bir eğitim verilir. Kişiye bu süreç sorulduğunda "Özgür İradesi" ile seçtiğini söyler... Psikolojide bile bu yöntem araştırma konusudur, Şartlanma (Klasik ve Operant Şartlanmalar) adı ile ele alınır, inceleyiniz. Bu yapı her din için geçerli bir yapıdır. Hatta İnançsız bir insan yaratmak içinde bu sistem kullanılır ve kullanılmaktadır zaten. Ancak Hıristiyan Misyonerliğinde yüzlerce yıllık deneyim var tabi, diğer dinler bu kadar başarılı olamıyor... Yani anneniz bazı duygularına yenik düşmüş olmalıdır bence... Bir şekilde psikolojik olarak yönlendirilmiş, arayışı kullanılmış ve öğütlerle bile Müslüman olur hale getirilmiş olabilir. Müslüman arkadaşlarım bana kızmasınlar lütfen. Ben öncelikle İnançlı bir insanım, Müslümanım. Ancak bi insanın ancak özgür irade ile bir inanca sahip olması gerektiğini savunuyorum... Kişi kimseye yem olmamalıdır. Duyguları kullanılmamalıdır. Psikolojik oyunlarla aldatılmamalı ve yönlendirilmemelidir. Kandırılmamalıdır. Arayışı kullanılmamalıdır. İyi niyeti suistimal edilmemelidir. Bir insan başkasının doğrularına, etki altında kalarak inanıyorsa ne o insandan nede inandığı inançtan yada felsefeden (Deizm, Ateizm, Teizm, Agnostisizm, Nihilizim vs vs vs...) hiç bir hayır gelmez. Kişi en iyi kendi ürettiği ve düşünceleri anlayabilir, kavrayabilir, öğrenebilir ve savunabilir, başkalarının öğrettiği ve benimsettiği düşünceleri değil ne yazık ki... Başkalarının "Yönlendirmesi" ile ve başkalarının "Benimsettikleri" ile yaşayan insanlar "Köle" olmaktan kurtulamazlar... Zihinleri zincirlenmiştir bence ve ne hikmetse o insanlar hep "Özgür Tercihleri ile bir seçim yaptıklarını" iddia ederler. Kimin neye inandığı beni zerre kadar ilgilendirmiyor ama belki biraz büyük ve abartılı bir bir iddia olacak; kendi özgür iradesi ile Ateist ve Müslüman olmuş çok az insan var hayatta ve forumda. Yanlış bir düşüncemi bilmiyorum ama bana öyle geliyor... Yine de herkesin inancı kendince... Saygılarımla...
  9. Bunu daha önce tartışmıştık, yine mi aynı konuya dönüyoruz. Sayın Katakuta/Haksöz, bu söyleminiz çok büyük bir iddia. Düşüncelerimde bir değişiklik yaratmayacağını düşünüyorum ancak yine de ispatlamanızı rica edeceğim... Bakın Sevgili Tarafsız arkadaşım, burada Kur'an-ın bir Bilim kitabı olmadığını, Bilimsel veriler sunmadığını, Bilimsel Formüller sunmadığını bir çok defalar tartıştık. Bir çok Ateist arkadaşımızda bunun böyle olduğunu sanıyorum ki tasvip etmişlerdi yada söylemişlerdi. Hatta BrainSlapper arkadaşımız dahi o döneme ait bilgiler olduğunu, bilimsel veriler olmadığını söylemişti. Ancak siz taa en başa dönüp Kur'an-ın Bilimsel Bilgiler verdiğini iddia etmişsiniz yine, hemde bir inanmayan olarak söylediniz bunu. Tavsiye ederim ki; forumdaki diğer tartışmaları bir gözden geçirin. Kur'an bir Bilim kitabı değildir. Eğer siz bunun böyle olduğunu iddia edebiliyorsanız yani Bilimsel Veriler sunduğunu iddia edebiliyorsanız bu ilerde sizin için bir çelişki de yaratabilir. İşte bende diyorum ki, Tanrı'nın varlığını/yokluğunu "Bilim" ile ispatlayamayız. Neyse bunun açılımına girmeyeyim, yalnız siz forumun diğer konularına bir göz atarsanız, konunun gelişebilmesi için yeterli olur. Zira tartıştığımız şeyleri tekrar tekrar tartışmayalım derim ben... Güzel bir noktaya değinmişsiniz... Ama sanıyorum ki yada inanmak istiyorum ki Tarafsız arkadaşım "Bilim'in Yöntemi ve Tanımı" açısından yaklaşıyor olaya. Yani eğer "Bilim'in Bulguları/Verileri" olarak giriyorsa unutulmamalıdır ki Bilim'in sonuçları değişken olabilmektedir. Sürekli devinim içersindedir. Saygılarımla...
  10. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sayın yam_yam, bu sorularımı direkt olarak kendi üzerinize alınmayınız. Sizin nezdinizde herkese soruyorum... Bu açıdan bakıldığında sorularınız son derece haklı... Ben bu yüzden diyorum ki; *Bir ebeveyn inanıyor mu Tanrı'ya? Eğer çocuğuna bu bilgileri aktarmak istiyorsa; onu korkutmadan, incitmeden ve sorgulama yeteneğini kaybettirmeden yapmalı... Doğmatik bilgiler aşılamamalı. -Elbette ki Ateist olsun yada Dindar olsun her ebeveyn kendi bilgilerini çocuğuna katarmak ister. Ama yadsıdığım şey bu değil... *Bir ebeveyn'de Ateist ise eğer, çocuğunun bir inanca yönelebilme ihtimalini ortadan kaldırmamalıdır. Çocuk ileride nasıl huzurlu olacaksa ona yönelmelidir. Kendisini o şekilde yapılandırmalıdır. -Ebeveynler sadece bilgi aşılamalı ve çocuğun nasıl bir hayat felsefesine sahip olacağına etki etmemelidir... Böyle mi düşünüyorsunuz sayın yam_yam sizde? Konunun gelişimi ve devamı, verilen cevaplar neticesinde olacaktır. Saygılarımla...
  11. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Ben yazmaktan çekinmiyorum Sayın yam_yam, o yüzden hiç rahatsız olmayın... Ayrıca "Çocuk Gelişimi" açısından farklı düşünmüyoruz. Hatta ben tamamen Laik bir eğitimi savunuyorum. Sizin bu açıdan söylediklerinize ziyadesiyle katılıyorum. Çocuklar yetiştirilirken, aile eğer kendi inancını anlatmak istiyorsa, çocuğu korkutmamalı, zorla benimsetmemeli... Kafasında değişmez doğmalar yaratmamalıdır... Ancak bir ailenin, çocuğunun kendi fikirlerini kabul etmesini istemesi son derece doğaldır ve bunu sizde böyle olsun isterseniz. Önemli olan, çocuğunuzun size "Bağımlı" ve sizin "Doğmalarınıza" muhtaç halde yetişmemesidir... Şunu belirtmek isterim ki sayın yam_yam, benim kaçırdığım ayrıtı bu değildir, bu açıdan aynı düşündüğümüze inandığım için değinmedim, aynı şeyleri yazmamın bir faydası yoktu çünkü ve bu yüzden konuyla alakalı bir genişletme yaptım. Biliyorsunuz ki, bir insanın bir fikri benimsemedeki en hassas dönemi, doğmalarının oluşmasındaki en hassas dönemi aynı zamanda ergen olduğu dönemdir. Bundan ziyade, yaşı ilerlemiş olsa bile bir insan bir arayışa girdiği dönemlerde de bu şekilde hassaslaşabilmekte ve kolayca yönlendirilebilmektedir. İşte ben sizden bunu cevaplamanızı istedim. Hiç bir insanı, fikirlerinizi açıklamak bahanesiyle yönlendirmeye çalıştınız mı? Biliyorsunuz ki Dinlerin Tebliğleri "Korkutma" ve "Sevdirme" duygularıyla beslenir. İnanç dışındaki Felsefelerin Tebliğleri ise "Yalanlama" "Kötüleme" ve "Aşağılama" ile gerçekleşir. "Hor" ve "Hakir" görme ile gerçekleşir... Siz kendi özgür fikirlerinizi, Anayasa'nın maddesine dayanarak anlatırken bu şekilde bir tebliğciliğe başvurdunuz mu? Bunu sadece forum olarak düşünmeyin, sivil hayatınız içinde düşünün... Bir insan gerçeği araken hiç kendi başına bıraktınız mı, yoksa sizin gerçeğinizin doğru olduğunu mu anlatmak ihtiyacı hissettiniz... Gerçeği nasıl bulabileceğinin yöntemine mi yönlendirdiniz yoksa kendi gerçeğinize dahil etmeye mi çalıştınız?... Forumdaki yazıları, ikimizin arasındaki tek ortak payda, yani tek iletişimimiz olduğu için örnek verdim. Oysa birde gerçek hayat var... En yakın arkadaşınız yada kardeşiniz, çocuğunuz, eşiniz "Bir Dine İnanmayı" seçeceğini söylese tepkiniz ne olurdu? Umurasamaz mıydınız yoksa "Yanlış, Kötü, Mantıksız, Olumsuz" olduğunu mu söylerdiniz, yöneldiği inancı kötüler miydiniz?... Bir inanca sahip olacağına "Sizin Kendi Felsefenizi" mi kabullendirmeye çalışırdınız? Yoksa neye inanırsa inansın saygı mı duyardınız ve bireysel öğrenme çabasını takdir mi ederdiniz? Bu süreç sonuda inanmış bir Hıristiyan yada Musevi, Müslüman bile olsa takdir edebilir miydiniz sırf kendi çabasının sonucu olarak bir "Benlik" yaratabilmiş olmasından dolayı? Şimdi Sayın yam_yam, siz hiç tebliğcilik yaptınız mı? Saygılarımla...
  12. Sevgili Cyrano, merak etmeyin bu vatan için sizden iyi dost bulunmaz... Yalnız bir soru sormak istiyorum, ben Adige'yi "Çerkes" olarak biliyordum. Tabi sizin kendi benliğiniz olduğu için mutlaka daha iyi biliyorsunuz ancak eksiğimi tamamlarsanız sevinirim... Şunu eklemek istiyorum: Osmanlı'nın, tarihte Türklere yaptığı "Hor Görme" bilinmekte ve ortadadır... Selçukluların "Türkmen/Oğuzlar"a karşı yaptıkları da ortadadır... Tamam bu devletler Türk Devletleridir ancak bu yapılanların bir tanesi bile Ülkücülerce kabul edilmez yada görmezden gelinir. Oysa Türklere şimdiye kadar yapılmış en kötü eziyetleri, sürgünleri hep Osmanlı devleti yapmıştır, lakin Ülkücülere göre Osmanlı kadar Türk bir devlet yoktur... Büyük bir çelişki... Ayrıca Ülkücüler "Komünizm"e karşı olduklarını söylerler. Ve beni Komünist sandıkları için bayağı bir didişmiştik... Bu bir yana, hala şunu göremezler: -Komünizm yıkılmış bir sistemdir ve yıkılmamış olsa bile hiç bir düşünceye gem vuramazsınız. -Ayrıca adını unuttuğum bir tarihçinin söylediği bir laf vardı: Biz Komünizm'i Rusyada aradık hep ama Osmanlıda gördüm ki, asıl Komünist Osmanlı'ymış... Tabii ki gerçek manada bi Komünizm değil bu ancak, Komünizm 1299larda şekil bulmuş olsaydı, sanırım gerçekliğini Osmanlı bünyesinde ispat ederdi... Yine de Ülkücüler hem Osmanlı'yı savunup, hemde Komünizm'e oldukça düşmandırlar... Bundan başka, Cyrano'nun diğer dedikleri de su götürmez bir gerçektir. Dediğim gibi, bu vatan savunulacaksa, bu Ülkücüler tarafında yapılamaz...
  13. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Aksi bişey söylediğimi hatırlamıyorum... Yalnız şunu da bilmelisiniz ki, arayış içersindeki insanları yönlendirmekte aynı gruba girmektedir... Dediğiniz gibi, kendi özgürlüğümüze düşkün olduğumuz kadar, başkalarının, gerçeği arama çabasında sahip olmaları gereken özgürlüğe de saygı duysa idik, herşey çok farklı olurdu... Bir kimsenin bir dine inanıp inanmaması bizi ilgilendirmemelidir. Bir arkadaşımız Ateist olacaksa ve eğer o şekilde mutlu olacaksa bu bizi ilgilendirmemelidir. Ayrıca bir arkadaşımız bir dine inanacaksa ve öyle mutlu olacaksa bu da bizi ilgilendirmemelidir. Arkadaşım, biliyorsunuz ki (ki beni tanıyorsanız eğer) benim karşı olduğum nokta; İnananları tebliğcilikle suçlayıpta, kendi Ateist yada herhangi felsefesini; insanları, onların "arayış"larını, gerçeği bulma çabalarını kullanarak yönlendirmek suretiyle "Tebliğcilik" yapan kimselerin çabasıdır. Yine aynı şekilde kendi inancının reklamını yapanlara da karşı çıkmaktayım bu surette. Yalnız dikkat etmemiz gereken şey, adaletli olmak. Dürüst olun sayın yam_yam; siz hiç bir arkadaşınızın bir inançlıyla samimi olmasından yada bir arkadaşınızın inanca yönelmesinden tedirgin oldunuz mu? İnanmaması için elinizden gelen her türlü ikna çabasını gösterdiniz mi? Yöneldiği düşünceleri ve insanları küçümsediniz mi arkadaşınıza, kötülediniz mi? İlla Ateist kalması için çaba harcadınız mı? Yani aynen inançlıların yaptığı gibi "Tebliğcilik" yaptınız mı? Bilimsel görüşlü de olsa, Materyalistte olsa, Ateistte olsa, Deistte olsa, İnançlıda olsa, İnançsızda olsa... Hiç bir arkadşınızın bir fikre yönelmesi için çaba harcadınız mı? Yada çocuğunuz olduğu zaman, onların sizin gibi düşünmesi için eğitim verdiniz mi? Dünya görüşünüzü ailenize yada kardeşinize, eşinize, çocuklarınıza veya öğretmenseniz öğrencilerinize kabule ettirmeye yada bilinç altlarında bir yönelim yaratarak, güdüleyerek kabul ettirmeye, kabullendirmeye uğraştınız mı? Veya hiç bir arkadaşınız için "Benim sayemde Ateist Oldu" dediniz mi? Öncelikle insanlar kendilerine bakmalıdırlar sayın yam_yam... Ben insanların küçükten itibaren nelerin tesiriyle nelere yönelebileceklerini çok iyi biliyorum, merak etmeyin. Özgür Bir Bireyin nasıl yetiştirilebileceğini biliyorum, zira bu benim görevim... Peki siz hiç Tebliğcilik yaptınız mı sayın Yam_yam? Dürüstçe cevap verebilecek misiniz? Yada arkadaşlarınız hiç tebliğcilik yaptım mı? Kendi tarafınız içinde, benim inançlılara yöneltebildiğim eleştiriyi yöneltebilecek misiniz? Acaba İnanmayan insanlar arasında da, bu forumda Teblğcilik yapa olmadı mı? Eğer bir şeyler kötü olmak zorunda ise, tek kötü olan "İnançlar/İnançlılar" değildir. Forumdaki her yazıyı, çok iyi incelrseniz, analiz ederseniz eğer, İnansın yada inanmasın kimlerin en güzel tebliğcilik Örneği sergilediğiniz çok iyi anlarsınız... Peki sayın Yam_yam; siz hiç bir inançlıya ön yargılarınızı ardınızda bırakarak yaklaştınız mı? "Tebliğci olmayabilir" düşüncesi ile yaklaşabildiniz mi? Yoksa bir insanlar konuşurken, bir insan hakkında konuşurken, ilk aklınıza gelen o insanın neye inanıp inanmadığı mı? Ve bu, bu kadar önemli mi? Forum'u dikkatlice izleyin Sayın yam_yam... Kelime aralarında Yönlendirmenin, Empozenin, Tebliğciliğin dik alasını görmemeniz için hiç bir neden yok... Sadece Adaletli olabilirseniz... Kimin neye inandığı yada bundan sonra kimin neye inanmaya yada inanmamaya yöneleceği, kimsenin umrunda olmamalıdır. İnsan bir dini öğrenecekse yada Ateist olacaksa kendi çabalarıyla yapmalıdır. Bakın Bilimselcinin çok güzel bir lafı vardı yuklarıda; Mutlu olduğunu söylüyordu... Kendisiyle inançlarımız çok çok farklı olsada, eminim ki onu bugün "Bilimselci" yapan kendi arayışı idi, çünkü o mutlu, huzurlu... Başkalarına (gördüğüm kadarıyla) tebliğcilik yapmıyor, sadece bildiklerini anlatıyor... Ben de bugün inanıyorsam, buda benim kendi arayışım sonucunda oldu... Çünkü biliyorum ki kendi arayışları ile kendi benliğini oluşturan insanlar asla ve asla tebliğcilik yapmazlar. İnsanların arayışlarını kullanmazlar ve insanları psikolojik bir yönlendirmeye tabi tutmaya çalışmazlar, kendi saflarına çekmek için çeşitli oyunlar oynamazlar. Çünkü kimin neye inandığının bir önemi kalmaz bir noktadan sonra... Herkese "İnsan" olarak bakarsınız çünkü, artik kimin neye inandığının bir önemi kalmaz... Gerçi Sayın Bilimselci, inançlıların böyle "Bilimsel Bir Ahlaka" sahip olamayacağını ima etmişti ama, ne yazık ki ben bir istisnayım demek ki... Sayın Yam_yam, siz hiç Tebliğcilik yaptınız mı? Eğer Tebliğci iseniz Sayın yam_yam, devamını da yazacağınız hiç bir düşüncenin, hiç bir önemi yoktur derim ben... Saygılarımla...
  14. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Tabi ki bunlar sadece inanç için geçerli değil... Diğer tüm Felsefeler içinde geçerli... Bence her insan, eğer bir kalıba ihtiyaç duyuyorsa, sizin yada benim kalıbımıza girmek yerine, kendi kalıplarını, kendi anlayışlarını yaratabilmeli... Bu her Felsefeye sahip insanlar için geçerli. Zira hangi Felsefeye sahip olursanız olun, genelde insanların tek bir duygusu olur "Diğerlerini İkna Etmek". Yani kendi çizdiği yola sokmak... Yukarıdaki yazıyı yazabilen bir insan olarak sizin, diğer insanların düşüncelerine etki etmek yada insanlara illa ki kendi düşüncelerini kabullendirmek ve "Tek Doğru Yol"un kendi yolunuz olduğunu iddia edebilmek gibi bir kaygınızın olmaması gerekir ve emin olun ki en olgun davranışta budur. Dünya görüşü edinmede en önemli bir kaç nokta vardır, ki bunlar da: -Kişinin bireysel ve bilinçsel olarak öxzgür olması: Yani kişi doğmalara bağlı kalmaması gerektiği kadar, kişisel olarak ta diğer insanlara ve onların düşüncelerine bağımlı olmamalıdır. Zira bir dünya görüşü edinebilmesi için, diğer insanlarca da yönlendirilmemelidir. -Ben insanların, bir katalogtan seçer gibi, felsefeleri yada düşünceleri inceleyip, kendilerini bunlardan birisine ait görmelerini mantıksız buluyorum. Zira inançlar içinde bu böyle aslında. Bence insan iğer insanların yönlendirmesinden, etkilemelerinden uzak olarak, yine de o insanların da görüşlerini ele alarak, ve diğer felsefeleri de inceleyerek kendine has bir görüş yaratabilmektedir. Bireysel olarak insanlar buna yetkindirler. Ve bu süreç sonucunda oluşan "Benlik" ancak herhangi bir Felsefeye yakınlık gösterebilir. Unutmamalı ki o felsefeyi yaratanlar bir insan olduğu gibi, o felsefelerin eksiklikleri de olmakta ve kişisel farklı algılanışları da olmaktadır. O yüzden ben insanları bir kaba sığdıramıyorum. -Dünya Görüşünün oluşumundaki en temel etken ise Çevresel faktörler ve Gelişim Dönemlerimizde maruz kaldığımız olay ve olgularımızdır. Küçükken yaşadığımız bir çok olay, bizim geleceğimizi ve gelecekteki görüşlerimizi de etkileyebilmektedir. Bu yüzdende bence kendimizi illa ki bir kalıba ait hissedemeyiz tam olarak.
  15. Seni burada görmek güzel Cyrano... Az ve Öz...
  16. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sayın Bilimselci, bu yargılarınız ne size, ne de Bilimselliğe hiç yakışmamış. Ama bu zaten Materyalizmin anlayışıydı değil mi? Eğer siz böyle düşünüyorsanız gerçekten, İnançlı insanlarında sizi "Kötü" olarak nitelemelerinde hiç bir sakınca yok. Zira istediğiniz iddia da bulunun, kesin bir önyargınız var ki o da "Ateist olsun yada Dindar olsun, İnsanları hala İnançlarına göre yargıladığınız". Eğer bir insanın Ahlaklı olup olmamasının ölçütü Ateist, Materyalist/Bilimsel Dünya Görüşlü, İnançlı, İnançsız, Dindar, Dinci vs. olması ise, imzamdaki gibi, siz inanıp inanmadığımızı boş verin, en azından beni direkt olarak "Kötü" hanesine yazın... Ben size bunlardan öte "İnsan" olarak bakıyorum, Ahlak sizin malınız olsun, benim için önemi yok... Söyledikleriniz içinde tek Nesnel Gerçekliği olan düşünce budur ve buna katılıyorum...
  17. Sevgili "Cyrano" ve Sevgili "GeceKuşu"... Burda yazdıklarınız beni gerçekten onurlandırdı... Çok Sağolun... Ayrıca bir ekleme yapmama hiç gerek yok... Saygılarımla...
  18. Sanıyorum ki Aynştanyn "Müslüman" değildi ve bir Hıristiyan da değildi. Ben onu Deist diye hatırlıyorum. Yada en azından Paganist idi... Ama kesinlikle Müslüman değildi. Öyle ise, yazıda verilen "Allah" ibaresi yerine kullandığı kelime "God" veya "Lord" olmalıdır. "God" ise "İlah" karşılığındadır. Şimdi; öncelikle bu yazı İslamiyet bir yana herhangi bir inancı dahi nitelememektedir. Aynştayn kendi felsefesini açıklama gayretine girmiş (ki tabi eğer böyle bir olay gerçekten meydana geldiyse eğer...). İslam'daki "Şeytan" imgesi ise "Yaratılmış" bir varlık olarak tasvir edilmiştir. Yani Tanrı ile birlikte var olmamıştır. Tanrı; Şeytanı yaratmıştır. Gönüllerde, Tanrı'nın olmaması sonucunda Şeytan'ın var olması nitelemesi ise, yazının bütünlüğü içersinde bir inanca sahip olup olmamak demek değildir. Anladığım kadarıyla yazıda nitelenen düşünce aslında şu: İyiliğin olmadığı yer Doğal Olarak kötülükle kaplıdır. Aynen Isının olmadığı yerin Doğal Olarak soğuklukla, Işığın olmadığı yerinde Doğal Olarak karanlıkla kaplı olmasını ifade etmiş olması gibi. Yani Aynştayn Tanrı'yı "İyilik" olarak ve Şeytan'ı "Kötülük" olarak nitelemiştir. Bence bu yazıyı tam anlamıyla nitelendirebilmek için İngilizce (yada Almanca) aslına bakmak gerekir. Ama yazıdan çıkan sonuç, Soyut Gerçeklik olarak bir Tanrı yada Şeytan kavramının nitelenmesi yada Soyut bir Tanrı ile Şeytan'ın varlıklarının tasvir edilmesi değildir. Nitelenen düşünce; Maddi anlamda bireylerin iyilik ve kötülük anlayışlarıdır. Bir insan İyi değilse, Doğal Olarak Kötüdür; Kötü değilse Doğal Olarak İyidir... Yazı bir inancı nitelememektedir. Sadece bir Felsefeyi aktarmaktadır. Aynştayn Allah'ı ispatlama çabasında değil bence... Sadece AhuraMazda/Ahriman inancındadeğil, Eski Türklerin "Yaratılış Destanı"nda da hemen hemen aynı niteleme vardır. Kayra Han "İyiliği" temsil eder. Erlik ise "Kötülüğü" temsil eder. Kayra Han, Erlik'ten daha üsttür. O'nun ya yaratıcısıdır yada O'na emredicidir. Erlik bir "Kişi"dir yani insandır... Ancak "Kötülüğü" temsil eder. Tanrı'ya (Kayra Han/Kuday) karşı deldiği ancan itibaren Erlik olmuştur. Ancak şu var ki, bu destanın bir çok motifi, Hz. Muhammed'in bildirdiği dine de çok benzemektedir, diğer bazı dinlerin İyilik/Kötülük Tanrı/Şeytan nitelemelerine de çok benzemektedir. "Birinin varlığı diğerinin varlığını doğurur" sonucu ise İslam'da yoktur. Aynştayn'ı konu alan yazıdaki tanım bence bir Tanrı'dan çok "İyilik/Kötülük" tanımını ele almış gibi duruyor. Allah ile ilgili bir tanımlama yok. Yaratılış Destanı: Örnek 1 Yaratılış Destanı: Örnek 2 Böyle bir tanımlama tabii ki yok Sayın BrainSlapper. Cinler, "Dumansız Ateş"ten yani "Nar"dan yaratılmıştır. Melekler ise "Işık"tan yani "Nur"dan yaratılmıştır. İslamiyette Tanrı'nın her şeyi "Kendisinden" mevcut ettiği bildirilir ve herşey sonunda O'na dönecektir. Özde O olduğuna göre aslında Melekler ile Cinlerin yapılarındaki Öz (Hakk) aynıdır ancak yapıları farklıdır. Tabii ki bu bilimsel bir tesbit değil. Anlayışı böyle... İblis'te Tanrı'ya karşı çıktıktan sonra İblis yani Kötü olmuştur. İyi ile Kötü ayrımı bu isyan ile birlikte var olmuştur. Bu Tanrı ile Şeytan ayrımı değildir. Bakı, Şeytan İnsan'dan önce en önemli Yaratılmış idi ve "Kötü" değildi. Ancak yaratılan İnsan'a, Tanrı'ya kendi çabası ile ulaşabilmesi için "Akıl" vermişti. O yüzden "Yaratılışı" gereği "Tanrı"yı zaten bilen Şeytan ve Diğer Ruhsal varlıklara nazaran İnsan'ın bilgisi daha değerliydi. İnsan o yüzden Şeytan'dan üstün tutulmuştu. Ve Şeytan bunu kaldıramayarak, Tanrı'ya İsyan etmişti ve İnsan'ın kendisinden üstün olmadığını söylemişti. Kibirlenmişti... vs vs vs... Gerisini zaten hemen hemen biliyoruz... Yani İslam'a göre "İyilik" ile "Kötülük" aynı anda var olmuştur. Ancak Tanrı'nın varlığı Şeytan'a bağımlı değildir. Çünkü ŞEytan Tanrı'yı zaten tanımaktadır. Varlığına inanmaktadır, kaldı ki Şeytan hiç bir zaman Tanrı'yı inkar etmemektedir. Zaten Tanrı'ya olan isyanının nedeni, Tanrı'yı tanımamış olması değil, İnsanın üstünlüğüne Kibirlenmesi ve İnsana secde etmemesidir. O yüzden der ki; "İnsanları senin yolundan çıkaracağım.". Şeytan bir din inşa etmemiştir, tek yaptığı vesvesedir/yönlendirmedir İslam'a göre... Kısaca İslam'daki İyilik ile Kötülüğün kaynağı böyledir. Görüldüğü gibi Aynştayn'ın yazısındaki o kelime her ne ise de anlamı kesinlikle "Allah" değildir. "İyilik" olarak nitelendirilmelidir. Bence de yapılması gereken budur. Yazıyı Gerçek Dilinde görmeden, oradaki "Allah" kavramının aslında ne olduğunu bilmeden bir yargı yapamayız. Şu an forumda tek gördüğüm şey, herkesin kendince bir mantık yürütmeye çalıştığı ve farklı farklı anlamlar yüklediğidir. Kimisi de kendi nasıl anlamak istiyorsa, o anlamı yüklemiş. Kimisi Soyut Gerçeklik olarak tasvir etmiş ama bir diğeri ise İnsanın İnancı olarak nitelemiş. Bence her ikiside değil. Aynştayn orada "İyilik" ile "Kötülüğü" nitelemek istemiş. Bakın Aynştayn'ın "Ne Olduğu"nu bir konu'da yine tartışmıştık. Orada Sevgili Cyrano'nun şu iletisi çok önem arzetmediktedir: http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=430282 Yani, konuyu açan iletideki "Allah" kelimesi, kesinlikle bu konuda yazan hiçbir arkadaşımızın anladığı gibi değildir. Oradaki "Allah" ve "Şeytan" tanımları, büyük ihtimalle "İyilik (Tanrısı)" ve "Kötülük (Tanrısı)" anlamında kullanılmış olmalıdır. Bu açıdan La-Boheme'nin yaptığı gibi metnin yada yazının Gerçeğini bulmak ve tespitimizi oradan yapmak lazımdır: Ama gördüğüm kadarıyla, tüm arkadaşlarımız boşuna bir çaba harcayarak kah desteklemiş, kah yargılamış. Oysa içerdiği anlam çok çok farklıdır gördüğüm kadarıyla. Sanırım herkes, haklı çıkmak pahasına zorlama tesbitler içine girmiş. İnanan arkadaşlar Aynştayn'ı "Müslüman" yapmış, inanmayan arkadaşlar ise "Dolaylı olarak yok saymış" gibi tabirler kullanmış. Bence boşa sıkılmış kurşundan farkı pek yok söylenenlerin her iki taraf içinde... Yazıdaki Allah ve Şeytan kavramları bizim anladığımız anlamda değildir diye düşünüyorum. Sayın La-Boheme ve Sayın Eren; ne yazık ki ikinizinde bu görüşlerinize katılamıyorum. Oradaki yazı açıktır. Ne "Tanrının varlığı Şeytan'a bağlıdır, Şeytan yoksa Tanrı'da yoktur" gibi bir anlam vardır orda; ne de "Tanrı vardır iyilik yaparız, Şeytan vardır kötülük yaparız" anlamı vardır. Oradaki anlam şudur (gerçi yukarıda açıklamıştım ama...): Sıcağın belli bir ölçüde değrine "Soğuk" denmektedir. Yani "Soğuk" diye bir kavram yoktur aslında. Düşün sıcaklığa "Soğuk" denmektedir ve yine de o da bir sıcaklıktır ama düşük sıcaklıktır. Yine Karanlık "Düşük Işıma"dır diyebiliriz. Yani ışığın az olduğu ortamdır. Şeytan(lık)da, kişide Tanrı'nın olmaması halidir, ki bu anlamıyla çok mantıksız bir tanımlama çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla yine söylediğim noktaya dönüyoruz: Aynştayn, o yazılanlar yaşanmışsa bile, oradaki "Allah" kavramını "İyilik (Tanrısı)", "Şeytan" kavramını ise "Kötülük (Tanrısı)" şeklinde ifade etmiş olmalıdır. Zira eski pagan inancında da şu bilgi vardır ki; İyiliğin olmadığı yerde Kötülük baş gösterir... Tıpkı Sıcağın olmadığı yerde Soğuğun, Işığın olmadığı yerde Karanlığın başgöstermesi gibi... Saygılarımla...
  19. Tengeriin boşig şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sevgili Bilimselci eğer Huzurluysanız/Mutluysanız, emin olun ki inanıp inanmamanızın hiç bir önemi yok... Sizi Huzurlu yapan ne ise, O'na yönelmelisiniz zaten. Ve siz zaten Dünyayı anlamlandırmış görünüyorsunuz ve bu yüzden Huzurlusunuz. Madde yada Ruhtan, Varlık yada Düşünceden hangisi daha önemli: Bence İnsan daha önemli... Var Kalmak daha önemli... Varlığın "Bütüncül" olarak anlamlı kılınabilmesi daha önemli... Duygu? Kişilik? Ruh?
  20. Deniz Gezmiş Filistin'de de savaşmıştı yalnız... Şu var ki Deniz Gezmiş her zaman Atatürk'ün yolundan gittiğini söylemiştir. Samsun'dan Ankara'ya Atatürk Yürüyüşünün en önünde yer almıştır. Sizin Deniz Gezmiş'i savunabilmeniz için, Atatürk'ün gösterdiği yoldan ayrılamamış olmanız ve onun "Türk" tanımını benimsemiş olman gerekir. Senin yazının devamından anlıyorum ki, sen bu görüşü çoktan terketmişsin... Elbette ki bu ülkede; bu ülkenin menfaati için çalışan, bu ülke için var olan Kürt kerdeşlerimiz var... Onlara tek bir lafımız yok zaten... Bizim lafımız "Devlete Silah Çekene"dir. Bakın, Atatürk'ün Bursa Nutku'nu okuyun. Orda, gerektiğinde Türk Gençliğinin Jandarmaya, Polise ve Devlete bile "Cumhuriyeti Korumak" uğruna karşı çıkabilmelerini söyler. Ancak bu o "Devlete Silah Çekmek" demek değildir. O Türk Gençliği, o devlete silah çekenlerin karşısında durmasını da bilir. Ayrıca tüm bunlar bir yana, siz bana Türkiye'nin Kürtlere verdiği "Sözlerden!" bahsedermisiniz, öğrenmiş oluruz bunları... Ayrıca Osmanlı'nın Sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili görüşlerinizi de merak ettim... Ve Türkiye'nin bununla olan benzerliğini de... Ayrıca yukarıda özetçe değindiğimiz "Türk Mezalimi" "Kürtlerin Kayırılması" "Türk-Zaza Benzerliği" "Alevi Kürtler/Zazalar" ve gibi ve bunların tarihi ile ilgili konularda, sizin üniversitelerde o yazdığınız kitapları, ele aldığınız bilgileri ve değindiğiniz noktaları da merak ettim... Bu konular hakkında görüş bildirirken, lütfen kaynak göstermeyi de ihmal etmeyin... Zira yukarıda yazdığınız iletinizin kelime aralarında, son derece çarpıcı iddialar var, aralara sıkıştırmışsınız ama ispatları yok ne yazık ki ve insanların kafalarında soru işaretleri kalmasın istiyorum, ortaya dökelim herşeyi... Bu açıdan; bir cepheleşmeye neden oldukları için, (kimi) Ülkücülerin ne olduğu konusunda bir şekilde haklısınız...
  21. http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=422090 Utanıyorum... Çünkü bu güzel yazıyı ancak yeni görebildim ve Dipnot'u tebrik edenler arasında en sonuncu oldum... Çok sağol kardeşim...
  22. İlginiz için çok teşekkür ederim arkadaşım, özellikle sizin takdiriniz çok hoşuma gitti... BrainSlapper'in söyledikleri de gerçekten son derece net ve anlaşılır. Umarım o da yazılarına devam eder. İlgili arkadaşlarımızca eleştiri geldikçe, yazacaklarımız elbette ki mevcut... Saygılarımla...
  23. "Atamız" Osmanlı'yı mı yıktı? Arkadaşım, hiç tarih okumadın galiba... Osmanlı zaten yıkılmaya mahkumdu... Hiç bir devlet artık yıkılmayı bu kadar haketmiyordu... Yıkılacaktı ve yıkıldı... Ömrünü tamamladı... Osmanlılarda Atamız, devamıyız belki ama bu kaçınılmaz olan bir gerçektir... Seni bu hallere düşüren Atamız değildir; sen gibi suçu kendinde değilde, başkalarında arayanlardır... "Ben Masumum, Sütten Çıkmış Ak Kaşığım" zihniyetinde olanlardır, kendine dönemeyenlerdir/yönelemeyenlerdir... "Her Zaman Ben Haklıyım" iddiasında bulunabilenlerdir...
  24. Din değiştirmek öyle bilinçli yapılan bir şey değildir. Tabii ki samimi olan bir ikmse için. Yani "Ben din değiştireceğim" demekle din değitirilmez. Öncelikle inandığının dinin sizi tatmin etmemeye başlamış olması ve huzursuz etmiş olması gerekir. Bu sizi güdüler ve bir arayışa sokar. Bu arayışta sizi tatmin edecek bilgileri toplamanız ve sonunda olmanız gereken kişi olmanız için bir süreç içersine sokar. Ondan sonra siz kendinizi keşfeder ve ya bir din mensubu olup çıkarsınız yada hiç bir dini seçmezsiniz, başka bir felsefeye inanır hale gelirsiniz. Yani din öyle karpuz seçer gibi seçilmez ve değiştirilmez hemencecik... Bu bir süreçtir ve öyle olmadığı sürece sadece adınız olur hangi dine mensubsanız o din... Bir din hakkında bilgi edinilecekse yada bir dinin kitabı okunacaksa bu o dine mensub olmadan önce yapılmalıdır. Önce inanıp, sonra okumak ya bilgisizliği doğurur yada gelişi güzel bir inanmayı. Hiç bir değeride yoktur. Bu arayış sırasında da isimsizsinizdir. Çok sıkıntılı bir süreç içersindesinizdir ve kendinizi adlandıramazsınız. Dinsizimde diyemezsiniz, dinsizimde diyemezsiniz. Bir-Beş aylık bir süreç değil, kimi zaman yıllar alabilen bir süreçtir. Kendinizi hemencecik adlandıramazsınız... Ayrıca kendinizi bir Felsefeye yada bir dine mensub hissetmek istemeniz sadece "Yalnızlıktan" ve "Çaresizlikten" kaynaklanan bir süreçtir. Oysa herkes kendi bilgisini üretebilir. Sonra bakarsınız ki, sizi en iyi anlatan inanç yada felsefe ne ise O'sunuzdur. Eğer adlandırılmak istiyorsanız illa ki, kendinizi o isimle adlandırabilirsiniz. Ancak herşeyden önce yapmanız gereken, kendi arayışınızda başkalarının kurbanları olmamanızdır. İnançlı yada inançsız bir çok insan bunun kurtluğunu yapmaktadır bence. Bunlara yem olmamak lazım. İnananları tebliğci olmakla suçlayanla tebliğci, İnanmayanları "Yönlendirici" olmakla suçlayanlarda yönlendirici olabilmektedirler. Hepsi için önemli olan onlara inanmanızdır... Eğiliminzdir. Yapmanız gereken ise "Kendinize Güvenmenizdir" "Önyargılardan Kurtulmanızdır" "Herkesi İnsan Olarak Görmenizdir" "İnananları Kötü/Art Niyetli Görmemenizdir" "İnanmayanları Kötü/Art Niyetli Görmemenizdir"... Hoşgörüden bahseden bir çok İnanan/İnanmayan burada birbirlerine methiyeler düzebilirken, gerçek hayatta birbirlerine "Sahte" olarak bakmaktadırlar. Neye inandığınız yada inanmadığınız önemli değildir. Hangi dini hangi dine seçtiğinizde önemli değildir. Önemli olan insan olmanızdır...
  25. Cinselliğin belli bir "İdeal Sınıflandırılması" olamaz bence ama eğerbir cinsel ilişki yaşanmak isteniyorsa, yazıda da belirtildiği gibi kızlarda Bekaret bozulmadan da yaşanıyor bu... Ancak ben Gerçek anlamda Cinsel Birlikteliğin (ister bekaret bozulsun, ister bozulmasın) Ergen'in cinsel olgunluğa ulaşmasından sonre yaşanması gerektiğini düşünüyorum, ki bu da 18/19 ile 20/21 yaş aralığıdır. Daha erken yaşlardaki Cinsel birliktelikler henüz Kişilik oluşumu tamamlanmadığından "Kişilik Bozukluklarına" yol açabimektedir. Ve Cinsellik yaşı 15-18 yaş aralığına düştüğü ve bu derece önemsendiği zaman, o cinselliği yaşayamayan ergeninde Kişilik Bozukluğuna neden olabilmektedir. Cinsel konulardan ve bilgilendirmeden korkulmaması gerektiği gibi, ergen'e de bu bilincin verilmesi gerekmektedir. Ergenlik dönemindeki Cinsel ilişkilerdeki başarısızlık yada başarı Ergen'i olumsuz etkileyebilmektedir. Cinsel "Farkındalık" ergen için çok önemlidir. Bu belki dile getirilmez ancak bilinç altı ve hormonal gelişim bunu göstermektedir. O yüzden bu yaşlardaki (18yaşına kadar) Cinsel başarısızlık Kişisel Benlik gelişiminde "Kişisel Güvensizlik"e yol açabilmektedir. 20-21 yaş üstü bir insan bunu önemsemezken, bu yaşlardaki bir ergen için bu başarısızlık herşey olabilmektedir. Cinsel Başarıya önem veren ergenlerde ise aşırı kendine güven gelişmekte ve cinsel olarak karşı cins artık "Sıradanlaşabilmekte"dir. Ayrıca Cinsel Başarısızlığa uğrayan ergende "Eşcinsel" ilişkilere eğilimli olabilmektedir. Hatta geçenlerde özellikle kimi kolejlerde bu tür vakalara rastlanmıştı ve buna eğilimli gruplaşmalardan bahsedilmişti. Yani bir ergen'e Cinsel Eğitim verilmeli, Cinsel Farkındalık hissettirilmeli ve ergenler hemcinslerinin ve karşıcinslerinin farkına varmalı, fizyolojik değişimlerini değerlendirebilmelidir ancak Gerçek anlamda Cinsel Birlikteliğin olması gereken ideal dönem kabul ettirilmeli ve öğretilmelidir. İlk öpüşme yaşı yada Flört dönemleri daha erken dönemlerde olmaktadır. yani 18/19 yaşdan önce ve 13/16dan (Kızlar ve Erkelere göre değişkendir) sonraki aralıkta. Bu dönemde ergenin bedensel algıları da değişmektedir. Öpüşmek daha önceki dönemlerde bir hoşluk ifadeetmeyebilirken, bu dönemde bir anlam taşıyabilmektedir. Bedensel Gelişime göre haz bölgeleri olgunlaşmaktadır. Bedensel uyarılma da önemlidir ve gerekli dönemlerde olmalıdır. Bir tür güdüleyicidir bunlar. Eksikliğinde Kendine güvensizlik oluşabilmektedir. Aşırı tatmin edildiğinde ise Sıradanlaşıp ileride pek bir anlam ifade edemeyebilmektedir. Yani her şeyin kararında olması önemlidir bir bakıma... Ama yine belirttiğimiz gibi her şey yaşanması gereken yaşlarda ve kararında yaşanmalıdır. Ergenler "BenMerkezci" bir yapıya sahiptirler. Dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanırlar. Farkedilmek isterler. Bu dönemdeki bir ergen öğretmeniyle "Liderlik Savaşına" girebilmektedir. İyi yada kötü şekilde de olsa "Farkedilmek" önemlidir. Grubu içersinde iyi yada kötü yer edinmek ister ve kabul edilmek ister. Bu da Cinsel Yaşamı olumlu yada olumsuz etkilemektedir. Mesela şöyle düşünelim; Ailesi tarafında "Cinsel Eğitim" verilmemiş ve bunun "ayıp" olduğu bilgisi ile yetiştirilen bir ergen, "Cinsel Eğitimi Almış" ve "Cinsel İlişkinin" sınırlarının ve olması gereken yaşlarda yaşanması gerektiğinin farkında olan bireyler arasına girdiği zaman, diğer bireylerden ya utanır yada kendisine kaptırarak "Cinselliği" diğer bireylerin önemsediğinden daha fazla önemser. Buna "Abartmak/Azıtmak"te diyebiliriz... Yine Cinsel İlişkinin farkında olan bir ergende, Cinsel İlişkinin farkında olmayan yada Ayıp olarak nitelendiren bir grub arasına girdiğinde ya kendini soyutlamakta yada bildiklerini bildiğinden dolayı kendisinden utanabilmektedir. Kısaca bir çok örnek ve kişilik sıralanabilir bu konuda... Önemli olan her bireyin "Cinsel Eğitimi" alması gerektiği yaşlarda, alması gerektiği kadar almasıdır. Ve bunun sınırlarının "Kişisel Farklılıklar"da belirtilerek anlatılmasıdır. Ergen için (özellikler erkeklerde), Cinsellik (hormonların artmasından dolayı) önemlidir... Kişi tatmin edilmek ister. Eğer bu duyguyu fazla bastırırsa yada olması gerektiğinden fazla ve erken tatmin ederse bunlar kişilik bozukluklarına yol açabilmektedir. Bu konu aslında bu kadar kısa özetlenecek bir konu değil ancak fazla da kafa ütülememek lazım...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.