Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4.554
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    21

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Hımm... Aslında bence de çok güzel ve zaten kullanılan bir örnektir bu... "Türe Özgü Hazır Oluşluluk" kavramında ifade bulur bu örnek ve aslına bakarsanız çok yerinde olmuş... Ama bu programlamayı şu şekilde ifade etmek gerekir... Bu kavrama göre bir türe ait canlılar, o türe ait belirli davranışları belirli dönemlerde öğrenebilirlerse eğer gerçekleştirebilirler, bu dönemlere "Kritik Dönem" denir... Bu döneme ulaşmış canlı için kullanılan tanım "Türe Özgü Hazır Oluşluluk"tur... Bu açıdan gerçektende İnsan programlanmış bir makineye benzer... Bu programı şöyle düşünün: Sizin türünüze ait belirli gelişim dönemleri var ve belirli öğrenmeleri belirli bir olgunluğa ulaştıkça gerçekleştirebiliyorsunuz... Bu dönemlerde türünüze ait olan belirli öğrenmeleri gerçekleştirmeniz gerekiyor, ancak gerçekleştiremezseniz eğer o öğrenmeleri sonradan yerine getirmeniz yada gerçekleştirmeniz çok zor yada imkansız oluyor... Bu açıdan organizma sanki bu öğrenmelerin olması gereken o dönemlere karşı ayarlanmıştır sanki... İşte Tarzan örneği bunun için çok önemlidir. Dil gelişimi için insanların 0-6 yaş arası çok önemli "Kritik Dönemdir", eğer bu dönemde Dil'i kazanamazsanız bir daha öğrenmeniz çok çok zordur... Yada psiko-motor öğrenmeler içinde bu geçerlidir... Ancak tabi bu "Bilgisayar Programlamak" ile aynı kefeye konulamayacak bir durumdur... Ayrıca şunu sormak istiyorum size: Pedagog bir tanıdığınız falan mı var yada psikoloji dersi falan mı görüyorsunuz? Örneğiniz aslında güzel ve gözden kaçmış sanırım... Saygılarımla...
  2. Risale-i Nur ne alaka? İslam'ı Risale-i Nur mu temsil ediyor? Bence gidip Mesnevi, Yunus Emre Divanı, Ahmet Yesevi'nin Divan-ı Hikmet'i vs vs vs okuyun... Kat ve kat daha iyi anlatır size İslam'ı... Risale-i Nur biraz yavan kalır... Saygılarımla...
  3. Yazıları iyi takip ediyorum Sevgili BrainSlapper... Mavi ve Kırmızı ile yazılı kısımda söylediklerim, zaten Kader anlayışının ne olmadığını ortaya koyuyor... İmtihan ile Kader bağıntısının nasıl kurulduğunu bana açıklamanızı isterim... Yani bana öyle bi ayet getirin ki anlamı; "Allah Sizi İmtihan Ediyor, Buna da Kader Denir. Yapacağınız her şeyi yazmış, çizmiş, belirtmiş. Ahanda bu da Kaderdir." şeklinde olsun... Ve İslam'a göre "Yazılmış" olan bu şeylerin nerede yazılı olduğunu da belirtiverin... Yani eğer bir yere yazdıysa Tanrı bunları, yazdığı yerde vardır değil mi? "İmtihan" kelimesi ile "Kader" kelimesinin bir arada geçtiği tek Ayet, Yaşar Nuri Öztürk mealinde şöyle: TÂHÂ SURESİ : 40 "Hani, kızkardeşin gidiyor, şöyle diyordu: 'Onun bakımını üstlenecek kişiyi size göstereyim mi?' Nihayet, seni annene geri döndürdük ki, gözü aydın olsun, tasalanmasın. Sen bir de adam öldürmüştün. O zaman seni gamdan kurtarmıştık. Seni iyice bir imtihana çekmiştik. Bunun ardın sen Medyen halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra, belirlenen bir vakitte/bir kadere göre geliverdin, ey Mûsa!" Burada "Belirlenmiş Bir Vakit" tanımı vardır... Bu da Hz. Musa'nın Medyen Halkı arasında kaldığı süre'yi ve bu sürenin bitimini niteler... Yani orada belli bir vakit kaldığını anlatır. Bu süreyi sonlandıran "Tanrı"nın isteğidir... Yani Tanrı'nın birisi için bir "Vakti" sonlandırması olayını yalnızca burada görürüz. Medyen halkı arasında kalmasını Tanrı değil, Musa kendisi istemiştir. Ki orada yaşadıkları, geçirdiği sorgulama süreci (aşağıda bahsedeceğim) İmtihan olarak nitelendiriliyor... Sonra belli bir vakitte geldiğini anlatıyor. Tanrı'nın sadece bu vakti tayin ettiği anlaşılıyor. Çünkü Tanrı artık Musa'ya peygamberliğini vermek istemiş ve onu bu surette yönlendirmiştir. Daha sonra konuşan ağaç olayı vs vs vs gerçekleşiyor işte... Burada, Kader'in "Tayin Edilmiş Süre" anlamında kullanılması "Tanrı'nın insanların her anını madde madde yazdığı bir not defteri" anlamına gelmez... Söylediğiniz gibi bir anlam veren bir ayet yada sure getirirseniz daha ispatlı konuşmuş olursunuz... Neyse, Kader'in geçtiği tüm Ayet'leri de verebilirim... Sizin anladığınız manada "Kader" anlayışının nedenini anlattım, İdrak edip etmemek sizin bileceğiniz iştir... Mavi ile işaretlediğiniz kısım, "Kader" anlayışını nitelemiyor ki? Niye "Mavi" ile "Kırmızı" yerler çelişiyor dediniz anlamadım... Ne Mavi yerler nede Kırmızı yerler "Kader" tanımı içersine girmemektedir... Sizin "Kader" sandığınız anlayışın kökeni bellidir... Kur'an-ın hiç bir yerinde "Kader"in sizin anladığınız anlamda olduğu geçmez... Kader'in ne demek olduğu bellidir... Kur'an-ı "Çoğunluk neye inanıyorsa İslamda o'dur" öngörüsüyle anlamaya çalışırsanız, elbette ki bu hataları yapmanız normaldir... İmtihan ile ilgili olarak ise... ENFAL SURESİ : 17 Siz öldürmediniz onları, Allah öldürdü onları. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı. İnananları kendisinden güzel bir imtihanla denemek için yaptı bunu. Allah; işitendir, bilendir. İşte "İmtihan"ın ne olduğunun temel tanımı buradadır... Tasavvuf'ta diyoruz ya; Herşeyin özünde O vardır... Herşeyin özünde Hakk vardır... Lakin bunu "O adam öldürmeyip, Tanrı öldürdüyse niye insanı günahla suçluyor" şeklinde bir anlama bürümeyiniz... Çünkü sanıyorum ki "Şirk" koşmanın manasının ne olduğunu vermiştim daha önce, şöyle açıklayayım: Şirk: Kişi'nin Allah'ın Tek (Vahdet-i Vücut) olduğunu reddedip, O'ndan başka ve ayrı bir varlık olarak bir varlık tanımasıdır. Yani siz "Ben" diyerek tanımladığınızda Şirk koşmuş oluyorsunuz. Çünkü tek varlık O'dur. Herşeyin özünde O vardır. Tasavvuftaki "Benlik Dağını Delmek" terimi de bunu niteler... Yani kişi özgür bir iradeye sahiptir. Benlikte Tanrı'nın var olması ise yapılan eylemlerden O'nun sorumlu tutulması demek değildir... Daha özgün bir anlamı niteler. İşte bir eylem yaptığınızda, o eylemin de özünde olanın Hakk olduğunu bilip bilmemektir İmtihan... Bakın öncelikle şunu söylemeliyim; Tanrı'nın maddedeki öz olması O'nun bilinçli bir öz olması değildir... Tanrı'nın herşeyde var olduğu anlamına gelir sadece... Günahları, sevapları işleyen kişinin kendisidir. Buradan kasıt; Kişinin "Benlik"mi sunacağı, yoksa kişinin "Hakk"ı mı tanıyacağıdır. Yani insanın başına gelen her kötü yada iyi olayda yada insanın becerdiği her şeyde "Bunu BEN yaptım" dememesi gerekir... Zira yapanın ötesinde bir Gerçeklik vardır ki, insan benliğinden sıyrıldığı zaman yani Benlik dağını deldiği zaman "Ben" kelimesini kullanamaz. Kullandığı zamanda "Tanrı'nın Birliği"ni yadsımış olur... İmtihan'ın manası; Kişinin "Ben"liğine mi yenileceğini, yoksa "Hakk"ı mı bileceğini niteler... Mesela Yunus Emre der ki: Yaratılanı Sev Yaratandan Ötürü... Bunun manası, her şeyin öz'ünde var olan "Hakk" olduğu için tüm yaratılmışların sevilmesi gerektiğini niteler mesela... Yada "Ene'l Hakk" kavramı da bunu niteler... Yani artık "Ben"lik duygusu aşılmış ve yerşey "Hakk" olarak görümeye başlanmıştır... En basit anlatımıyla ve en temel anlamıyla "İmtihan" ve Kader" bu şekildedir... Kader'in diğer anlamının nereden uydurulduğu besbellidir. Sorgulamadan uzak, koyun gibi bir inançlı kitlesi yaratmak için uydurulmuş bir yapı'dır sizin anladığınız "Kader" anlamı... İmtihan ve Kader kelimeleri çok farklı anlamlardadır. Birbirlerini sandığınız manada nitelemezler...
  4. Çok Özür Dilerim, oradaki nitelemem aslında "Duyular" olacaktı... Zaten aslında konunun devamından bu anlamın nitelendiği yani yanlış yazdığımın anlaşılması gerekirdi. Zira "Acı" Duyu organları ile algılanan bir "Duyu"dur. "Duygu" şeklinde yazmam bir hatadır ve yanlışlıkla olmuştur... Duygularla Duyuları karışmadım lakin hata ile yazdım... Yazınızın devamı söylemek istediklerimi niteliyor... Saygılarımla...
  5. Tengeriin boşig

    DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR ?

    Sevgili Gelincik Arkadaşım... Eğer bu yazınızda nitelediğiniz "Takıyyeci" kimlik Ben isem... Gerçekten hayal kırıklığına uğradım... Dini inançların "Topluma" dikte edilmesine karşıyım... Sanıyorum ki sizde buna karşısınız değil mi? Ancak aynı inancı içten yani bireysel olarak yaşadığımda ise "Takıyyeci" oluyorum... Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem Sakal... Ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamıyoruz... Oysa yaranmak değil kaygım... Sizin açınızdan İnancı toplumsal olarak yaşamak isteyenler "Şeriatçi" (ki bu konuda aynı düşünüyoruz), Ancak İçten/Bireysel yaşamak istediğimde de "Takıyyeci" oluyorum... Ne yapmamı önerirsiniz peki? Tek koşul size uymam mı? Yani inanmamam... E peki tek koşul bu ise, sizde "Şeriatçı"ların aynı amacını gütmüş olmuyor musunuz? Ve siz savunduğunuzda aynı amacı, bu "Aydın Olmak" mı oluyor? Sanırım bir çok arkadaşımız gibi sizde ne yazık ki bir takım önyargılara sahipsiniz: "Evrensel Düşünce İçin İnançsızlık Şarttır..." Yaklaşımım hiç bir şekilde "Takıyyecilik" değildir yine de ithamınız için sizi takdir ediyorum... Çok Sağolun... :clover: İnançlı Olmak ile Madde'nin ayrımını çok iyi yapabildiğime inanıyorum... Sizin (insanlarla) ile olan ilişkimde "Din" penceresinden bakmıyorum... Bilim'e "Dini Kaygılarla" yaklaşmıyorum... Siyasi olarak "Dini Bir İdeoloji" gütmüyorum... Ve "Takıyyecilik" açısından ise İnancımı hiç bir şekilde "Gizlemiyorum", insanların inandıklarına dair hiç bir art niyet gütmüyyorum, sinsilik ve kurnazlık yapmıyorum... Ne olduğumu açık açık ortaya koyuyorum ve bunun "Tanrı ile olan bağ açısından" yalnızca beni ilgilendirdiğini açık açık belirtiyorum... vs vs vs... Ve bir çok şekilde nasıl bir yapıya sahip olduğumu defalarca yazıyorum... Ama sonuçta "İnanıyorum" ya!... "Takıyyeci" de oluyorum, "Evrensel Değerlerden Yoksun"da oluyorum, Forumu "Kısırlaştımış"ta oluyorum... İletinizi "İstemeyerek"de olsa üzerime alındım... Bir Takıyyeci olarak benim artık "Maske"mi düşürdüğünüze göre yazacak tek bir şeyimin kalmadığını belirterek konudan ayrılıyorum... Sanıyorum ki bir çok arkadaşımızda bundan Fazlası ile Memnun kalacaklardır zaten... Not: Takıyye => Terim olarak; bazı insanların şerlerinden korunmak için inancın saklanması, gerçekte benimsemiş olduğu görüş ve kanaatinin aksini izhar etmesi, karşı tarafa aynı inanç ve düşüncede imiş gibi görünmesi demektir. Bilirsiniz; başınızı suya soktuğunuzda bağıramazsınız... Tekrar Teşekkürler ve Saygılarımla...
  6. Ben sanıyorum ki size "Kalp" örneğinde de, bu inancın "Mısır" ile olan bağıntısını anlatmıştım... Bakın, bukonuda vardı... Bu açıdan size karşı çıkmıyorum zaten... Ama çevirisini vermenizi çok istiyorum, fazla bilgi göz çıkarmaz... Yalnız şu var ki, benim ele alış şeklimi göz irdelerken niçin bu şekilde ele aldığımı ve bunun açılımını bilmeniz gerekir... : Ene'l Hakk... Yani Gerçek... Kur'an aslında pek farklı bir şey söylemiyor... Sadece biz anlamak istediğimiz gibi anlıyoruz... Tek tek Ayetlerle bakmamak lazım "Kader" ve "Kaza" kavramlarına... Tüm ayetler ortak bir şekilde neyi niteliyorsa, o kavramların temel anlamları odur... RA’D SURESİ : 17 Gökten bir su indirdi de vadiler, kendi ölçülerince/kaderlerine göre sel oldu, ardından da sel, üste çıkan köpüğü taşır hale geldi. Bir süs eşyası veya âlet yapmak isteğiyle ateşte körükledikleri şeylerde de benzeri bir köpük vardır. Allah hakla bâtılı işte böyle örneklendiriyor: Köpük, atılır gider; insanlara yararlı olansa toprakta kalır. Allah, işte bu şekilde örnekler verir. HİCR SURESI : 21 Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir ölçüde/bir kaderle indiririz. ZÜHRUF SURESI : 11 Gökten bir ölçüye bağlı olarak/bir kaderle su indirmiştir O. O suyla biz ölü bir beldeyi hayata kavuşturduk. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız. KAMER SURESI : 49 Şu bir gerçek ki, biz herşeyi bir ölçüye göre/bir kaderle yarattık. TALÂK SURESİ : 3 Ve onu hiç beklemediği yönden rızıklandırır. Kim Allah'a dayanıp güvenirse O, ona yeter! Hiç kuşkusuz, Allah, emrini yerine getirecektir. Allah her şey için bir ölçü/bir kader belirlemiştir. Kaderin, sizin ve diğer Müslümanların yorumladığı şeklindeki bir yargıya rastlamadım... Bakın arkadaşlar... Temel bir Felsefeyi "İslam" diye yorumluyorsunuz... Sizin iddia ettiğiniz "Kader(cilik)" anlayışı, insanların Yönetimlere "Başkaldırıyı" engellemek için uydurulmuş bir kader anlayışıdır... İnsanlar Tanrı'dan ziyade "Yönetim"e kullaştırılmıştır. Bunun tarihi bir çok örneğini de verdim... Mezhepler de böyle çıkmıştır... Yani insanlar yaşamlarını sordulayamaz hale getirilmiştir bu anlayışla... Yönetimler bir vergi koya "E Tanrı istedi kardeşim, kader işte..." denmiştir. Savaş çıksa "Kader'de ne yazılıysa o, gidip ölürüz." denmiştir... Yani saptırılmıştır... Kader anlayışı "Ölçü"dür... Yani "Mantıklı" bulduğunuz örneklerimdir... Bundan başka bir şey değildir. Yarım saat sonra ne yapacağımız yazılı değildir bir yerde... Allah sadece bunu görür, o kadar... O da sizin bir filmi tekrar izlemeniz gibi bişey... Sadece o hep izliyor... Aslında daha da karışık ama anlatmaya çalışırsam çok uzun olur bu yazı... Kaza anlayışı da yukarıda ki gibidir... Yazdım, çok basitçe örnekledim... Ölçülerin yani Yasaların meydana gelmesi Kazadır... Düşünememek değil benim yaptığım, anlamak... Dediğim gibi, sizin "Kader" olarak adlandırdığınız o mantıksız tanımlama, insanları yöneticiye de kullaştırmak isteyen zihniyetin, biyerlerinden uydurduğu mantıksız ve mesnedsiz ifadelerdir, tanımlamalardır... Ve biliyoruz ki Hallac-ı Mansur'u, Nesimi'yi de katleden aynı zihniyettir... Aynı nedenden dolayı katletmişlerdir... Herşey ortadadır lakin sizin işinize sanırım ki o kavramları, bu uydurma anlamlarıyla anlamak geliyor diye düşünüyorum... Kur'an-ı referans alıyorsanız, ortadadır... Saygılarımla...
  7. "Hissedemez" ve aynı zamanda da "Düşünemez"... "Düşünemez"den kastım ise "Yazılım" çerçevesince bir sonuçlandırma süreci değildir. Siz "Düşünce" olarak bunu kastediyorsunuz sanırm... Duygular ise aynı zamanda "Düşünme"nin temelini oluşturur... Yani "Düşünme" sürecinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yüzden "Hissedemyen" hiç bir madde "Düşünemez"... Bir maddeye dokunduğunuzda onun "Sert" olduğunu "Hissedersiniz"... Elinize vurursunuz ve acıttığında "Sert madde ele vurulduğunda acıtır" önermesini kurarsınız... ve dersiniz ki "Sert maddeyi elime vurmamalıyım"... Sonunda artık bir kavramı anlamlandırmış ve yani düşünmüşsünüzdür... "Sert Madde" "Acı" "Etki (maddeyi ele vurmak)" "Tepki (sert madde acıtır; vurmamalıyım) = "Sert Madde Ele Vurulduğunda Acıtır."... Yani "Düşünce"... Kısaca "Cansız Madde" Düşünemez... Felsefe falan filan olayı değil bu... Bilim'in tespiti... Bugüne kadar gelinmiş noktanın özeti budur... "Canlı Bir Madde Olarak Beyin Düşünebilir mi?" bunu tartışalım diye ısrarla söylüyorum ancak sanıyorum ki kimsenin en ufak bir fikri bile yok... "Cansız Madde Düşünür mü?" örneğinden yola çıkarak, yukarıdaki sorunun cevabını bulamanızın imkanı yoktur... Ben o cevabı biliyorum zaten merak etmeyin anlattığım zaman çeşitli adlarla isnad ediliyorum yada "lafı "uzatmak" "konuyu dağıtmak"la itham ediliyorum... O yüzden bir tartışmaya girmemek istedim ve bence çok yavan bir soru olurdu o... O "Kimse" genellemesinden kastım, o söylenmemesini belirttiğim cümleyi kurabilecek olan kimselerdir... Artık tek tek bunlar kim olur bilmiyorum... Kişisel olarak kimseyi hedef almadım... Saygılarımla...
  8. İkinci Dünya savaşından sonra para değeri "Altın" ile ölçülürken, artık ABD doları ile ölçülür olmuştur. 2nci Dünya savaşının Siyasi Zaferini Sovyetler Birliği, Ekonomik Zaferini ise ABD kazanmıştır... Esir almamıştır ancak artık dünya'nın abiliğine soyunmuş ve sonraki işgallerine bu savaşta temel aldığı doktrini ile yapmıştır... Dünya siyasetine kapalı olan Monroe Doktrinini bırakıp, artık bu savaşla birlikte dünyayı işgale başlamıştır...
  9. Tengeriin boşig

    DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR ?

    Sevgili Evrensel, eleştirinizi anlıyorum ancak, yakaladığınızı sandığınız nokta yanlış... Şöyle ki: -Ben buraya hiç kimseye "Tanrı"nın varlığını ispat etmek için yazmıyorum. -Şimdiye kadar "Tanrı"nın varlığı yada yokluğu tartışmasına da girmedim. Zira niçin girmediğimi "Tanrı Yoktur" başlığında görebilirsiniz. -Sizin amacınız insanları Ateist yapmak olabilir, İnanan insanların amaçları insanları "İnançlı" yapmak olabilir. Ancak ben böyle kaygıları çoktan aştığımı düşünüyorum. Ve öyle bir yeltenmem dahi olamaz... -Burada iletilerimizin boşuna olmadığını düşünüyorum, zira ben "Bilim"e dayadığını iddia edip bir takım görüşleri "Doğmalaştıran" kimselerin bu hatasını belirtmek istiyorum... -İnsanlara "Önyargı" ile bakılmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum... -İnsanların İnanmalarının "Bilim"i kabullenmelerine engel olamayacağını, yani Bilim'i savunmak için illa ki Materyalist olmaya gerek olmadığını anlatmaya çalışıyorum... -İnançların hangi kavramlarının neyi nitelediklerini ortaya koymak istiyorum... -Kimsenin "Benim inandığım şeylere inanmasının yada inanmamasını" umursamıyorum... -"Tanrı" ile olan bağ her zaman söylediğim gibi "Bireysel"dir... Siz bir Tanrı'ya inanmıyorsanız bu sizi ilgilendirir... Sizi var olduğuna ikna etmek gibi bir kaygım ve amacım olamaz... Yani, burada yazdığım hiç bir iletinin yada okuduğum hiç bir iletinin yanlış, gereksiz veya fuzuli olduğunu kesinlikle düşünmüyorum... Lakin sizin, bana bakış açınız biraz hatalı gibime geliyor... Çünkü amaçlarım arasında "Misyonerlik" yok... Saygılarımla...
  10. Tengeriin boşig

    DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR ?

    Söylediğim gibi, Mantığınızı yanlış anlamamışım... Herşey ortada... Alacağım cevabı aldığımı düşünüyorum... Kalıpları ve Önyargıları aşabilmek ümidiyle, sizin ümidinize iştirak ediyorum... Başarılar dilerim... Saygılarımla...
  11. Kaza ve Kader anlaşıldığı gibi "Allah'ın yazdığı alın yazısı" değildir... Yada programlanmış bir yaşamda değildir... Örneklerle açıklayayım: Kader: Yerçekimi, Kuşların uçabilmesi, Hücrenin yapısı, Suyun özellikler... Kısaca "Yasa"lar... Doğa yasaları... İnsanın değiştiremeyeceği ve dahil olmak zorunda olduğu, içinde var olmak zorunda doğa'nın yasaları "Kader"dir. Kader kelime genelde ölçü anlamında kullanılmış... Denge... Doğanın dengesi... Kaza: Elmayı attığınızda yerçekiminden dolayı düşmesi, Kuşun kanat çırıptığında uçması, Suyun normal değerlerde -0'da donması +100'de kaynaması... "Biz dilediğimizi doğru yola iletiriz." yani seçilmişlik... Tanrı'nın dilediği... Yani Tanrı torpilcilik yapıyor... Kimini seçmiyor, kimisini seçiyor... Kafasına göre takılıyo yani... Ben hiçte öyle olduğunu düşünmüyorum... İnsanların hepsi Öz'de Hakk... Bu açıdan bakmak lazım...
  12. Duygular üretilmez... Yaşanır... Doğmayan, Yaşamayan ve Ölemeyen hiç bir Madde "Düşünemez"... Şimdi, ben önce davranayım da şu hususu belirteyim; yukarıdaki nitelememi kullanarak şöyle bir cevap yazmasın kimse: "Ahanda bakın, Tanrı'da doğmamış, büyümemiş ve ölmeyecek, demek ki o da Düşünemiyor..." ... Sadece tebessüm ederim, söyliim... ;) Saygılarımla...
  13. İşte bu yüzden insan zekasıyla makine zekası karşılaştırılamaz... Makine kendisinden daha yetenekli başka bir şeyi daha düşünüp tasarlayamaz... Kendisini aşamaz... Ama insan zekası kendisini aşar... Gerçi ben buna "Kendisini aşmak" olarak ta bakmıyorum... İnsan zekası yaptığının daha iyisini yaptığı sürece hiç bir yaptığı şey kendisini aşamaz... Bu konularla ilgilenen Kimyager bir arkadaşıma, Matrix filminde etkilenerek; "Ulan, insan kendi yaptığı makineye yenilir mi? Kendisinden daha üstün bişey ortaya koyabilir mi?" diye ciddi ciddi ve felsefik sorgulayıcı bir düşünce tavrıyla sorduğumda bana gülmüştü ve demişti ki; "ulan ne var ki, nasıl yapmışsa öyle de bozar... Hiç olması su döker üstüne..." demişti... İşte İnsan ve Bilgisayar karşılaştırması, ancak bu kadar ciddiye alınacak bir tartışma bence... Hiç bir şekilde kıyaslanamıyor... "Bilgisayara o programı insan yükledi, insana kim yükledi!?" gibi sorular, kişisel algılamayın ama ben böyle karşılaştırmaların çok gereksiz olduğunu düşünüyorum... Bir çok gelişmiş bir bilgisayar düşünün... Yani hayal ettiğimiz, insan özelliklerinin tümüne sahip bir "BİLGİSAYAR"... Ona bir program yüklüyoruz... Yapılabilmiş en iyi yazılım... İnsanların ürettiği şu anki yazılımlar insanın kendisini geçtiğine göre, böyle bir robot yaptığımızda yazılacak olan yazılım kim bilir ne kadar yüksek olur bir insan zekası için... İnsanın yapamadığı kim bilir neleri bile yapar... Belki aşık bile olur yani... Hatta insanı aştığına göre aşk'tan da üstün bir duyguya sahip bile olabilir belki... Neyse... Bu yazılımı bu insansı robota yükledik... O robot'ta aynen insanın yaptığı gibi "Kendisini Aşan" bir başka yazılım yazabilir mi? Yani kendisini aşabilir mi? Hadi yazdı diyelim... Bu kendisini aşan yazmış olduğu yazılımı "Kendisine Yüklemeyi" tercih edebilir mi? Edebilirse eğer, O robota bence "İnsan" demeliyiz... Çünkü böyle bir fikri ancak insan düşünebilir... "Kafaları Değiştirmek/At O Kafayı" deyimi gibi yani... Peki soru bitmiyor... Diyelim ki bu robot böyle bir yazılım yazdı gerçektende... Ve yazılımı kendisine yüklemeyi tercih etti... Peki bu tercih sırasında acaba; "Ulan ben sonuçta bir robotum, beni ahanda bu adamlar yaptı... Bende bu yazılımı yaptım... Ben bu adamların zekalarından üstünüm, bu yazılımda benden üstün... Bu yazılımı kendime yüklemeliyim, yüklersem erişilmez olurum o zaman... Evet evet yüklemeliyim... E ama duuur... Ama bu yazılımı yüklersem kendime, kendi Benliğimi yani bu yazılımı üretmiş olan Benliğimi silmiş yani kendimi öldürmüş olmaz mıyım? Bu yazılımı yüklersem kendime, ortaya çıkan robot sadece benim bedenime sahip başka bir robot olmuş olmaz mı? E hadi yükledim diyelim, o zaman başka daha üst bir yazılım üretirsem nolcak? Onuda mı yüklicem kendime? E böyle format at-yükle-format at-yükle... Ne bu be, çocuk oyuncağı mı? E hadi bunu bırak bi yana, diyelim ki her yeni ürettiğim yazılımı hep kendime yükledim... E benim bunları düşünmeme ne gerek var şimdi, nasılsa silinecem... E o zaman niye üretiyorum ki, niye öldüriim kendimi? Yada hadi yükledim, o zaman o üst yazılım benim bu halimi beğencek mi, daha ileri bi model bedene ihtiyaç duymaz mı? E o zaman zeka olarak kendisinden kat ve kat geride olan insanlar ona nasıl bi beden üretebilir ki? Yada kendi nasıl bi beden üretebilir ki kendine... Ufff yaaa... Başım ağrıdı valla düşüne düşüne... Ya üretmeyin kadeşim bizi insandan daha zeki, kafam kaldırmıyo Felsefe yapmayı, düşünmeyi... Yakacaz ulan sizin yüzünüzden işlemciyi... Bana ne kardeşim yaaa, İmana geliyorum kardeşim ben, alla alla... Yeter be... Çıkamadım işin içinden yav... " gibi bir muhakeme yapabilir mi? Yani robot bir Vicdan'a sahip olur mu? vs vs vs... Hala söylüyorum ki hiç bir "Tümleşik Cansız Madde" Zeka'ya sahip olamaz... Muhakeme yapamaz... Düşünemez... Anladığımız manada bu özellikleri hiç bir şekilde yerine getiremez... Eğer kendisinden daha yüksek seviyede bir yazılım tasarlayabilen bir robot yapılabilirse ve bu robot böyle bir muhakemeye girip sonucunda da kafayı yemezse, "Cansız Madde Düşünebilir" sorusunu o zaman düşünmeye başlayabilirim işte... En iyisi gelin biz "Canlı Bir Madde Olarak Beyin Düşünebilir mi?" sorusunu irdeleyelim... Gördüğümüz gibi Bilgisayar tartışması bir kısır döngüden ibaret... Saygılarımla...
  14. Tanrı'nın varlığını hissediyorsan eğer, Tanrı vardır... Tanrı'nın varlığını hissetmiyorsan eğer, o zamanda Tanrı yoktur... Bence çok açık ve net... Tartışmaya bile değmez aslında... Tanrı'nın varlığını hissettiğini söyleyen ve inanan bi insana; "Yok kardeşim Tanrı diye bişey, olsa ben hissederdim... Neyse, madem varsa göster bakiim." diyemeyiz... Tanrı'nın varlığını hissetmeyen bir insana da; "Nasıl hissetmezsin yaa... Var işte... Aha bak ben hissediyorum..." da diyemeyiz... "İnanç" dediğimiz olgu, artık olması gereken yerdedir... Yani din'de de söylendiği gibi "Tanrı" ile "Kul" arasındadır. Toplumları artık dinler ve inançlar şekillendirmiyor... İnanç kavramı artık "Kişiseldir". İnsanlar "Toplumsal Aynı İnançtalık" yapısını yani "Ümmetçilik" fikrini aşabilecek seviyededir bugün... İkinci olarak, bir Müslüman kabul eder ki; Tanrı insana Şah damarından daha yakındır. Kişiye şah damarından daha yakın olan yine kişinin kendisidir... Özbenliğidir... Özüdür... İşte bu yüzden de İnanç tamamen kişiseldir... Ve kimse kimseye kendi özbenliğinde tanımladığı şeyin varlığını yada yokluğunu ispatlayamaz... İşte bu nedenlerden dolayı "Tanrı Vardır/Yoktur" tümcesi kimse için önemli bir veri sağlamaz... Önemli bir bilgi vermez... Bir inanan Tanrı'nın varlığını hissettiği sürece (ki buna kimisi psikolojik nedenler buluyor, kimisi ise içsel bir dürtü yada kabuller olduğunu söylüyor) o kimseyi olmadığına inandıramazsınız. Ancak o kimse artık "bir Tanrı'nın varlığı" kavramından tatmin olmamaya başlarsa eğer, ondan sonra ancak kişisel olarak inanmamaya başlar... Yine bir insan hissetmiyorsa Tanrı'nın varlığını, istediğiniz kadar önüne sizin inanmanız için yeterli olan kanıtları fazlasıyla koyun, yine o insan da inanmayacaktır... O yüzden ben her zaman Tanrı'nın varlığının yada yokluğunun ispatlanmaya çalışılmasını gereksiz ve mantıksız bir çaba olarak görmüşümdür hep... Ben Tanrı'nın varlığına inanıyorum, varlığını hissdiyorum. Buna istenirse "Kafayı Kırmışlık" denilebilir... İstenirse "Şartlanmışlık" denilebilir... Bu beni ilgilendirmiyor. Ben varlığını hissediyorum ve inandığım şeye kimsenin inanıp inanmaması da beni ilgilendirmiyor... Sonuçta içimden gelen yoğun bir his var ve beni ben yapan bir duygum bu, bunu reddedemem... Yani beni ben yapan şeyleri reddedemem... Hissetmyen adama da "nasıl hissetmezsin kardeşim" diyemem bu yüzden... O kişiyi "O" yapanda bu duygusudur belki de... Bence tartışmak bu yüzden biraz gereksiz... Saygılarımla...
  15. Avrupa dillerinde "Lord" kelimesinin "Tanrıyı Temsil Eden Kimse"yi nitelediğini okumuştum... Sayın Cyrano, verdiğiniz bilgiler için gerçekten çok sağolun... Çok faydalı bir paylaşım oldu... Protestanlığın, burjuvazi'den çok önceleri çıktığı konusunda mutabıkız. Ben şunu nitelemek istemiştim: Burjuvazi, Protestanlığı temsil eder hale gelmiştir... Saygılarımla ve Teşekkür ederim...
  16. Tengeriin boşig

    DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR ?

    "Genel Doğrular"dan kastımızın ne olduğu önemli bence... Yani savunmamızı istediğiniz Evrensel Değerler; "Kişi Hak ve Özgürlüklerine Saygı"yı niteliyorsa, bu değerlere sahip olunup olunamayacağını din ile bağdaştırmak mantıksız... Kaldı ki yalnızca belli bir zümre'yi de bu değerlere "Sahip" olarak nitelemek yanlış... Ayrıca şu var ki, bazı kalıpları "Bilimsel Değer" olarak ta niteleMemek gerekir... "Felsefe" olarak nitelemek gerekir. İnsan olan herkesin "İnsanlık" için çaba göstermesi kaçınılmaz olmalıdır... Evet aksini yapanlar var; Din adına, Demokrasi adına, Hukuk adına, Millet adına, Vatandaşlık Bağı adına, Cumhuriyet adına aksini yapanlar var tabi ki... Ancak bundan ne Demokrasiyi, ne Dini, ne Hukuku, ne Milliyetçiliği, ne Vatandaşlık Bağını, nede Cumhuriyet'i sorumlu tutamayız... Evrensel Değerlere sahip olup olmamak kişisel bir çabanın sonucunda olur. Kişi hazımsayabiliyorsa o değerlere sahip olabilir... Peki bu noktada bir şey sormak istiyorum: *İnançsız olmak şart mıdır bu noktada? *Bir İnanca sahip olmamak, Dinsiz olmak gerekli midir? *"Genel/Evrensel Doğrular"ı kabullenmek "İnançlı Olmayı" reddetmeyi mi gerektirir? Bir sorum daha: *İnançlı bir insan, bu ve bunlar gibi Evrensel Genel Değerlere sahip olamaz mı? *Olmasının imkanı yok mu? "Bilimsel Dünya Görüşü"nden kastınızın "Materyalizm" olduğu konusunda anlaşmıştık sanıyorum... Bunu kastediyorsunuz... Bu surette de sizin yukarıdaki iki soruma vereceğiniz cevaplar bellidir: *İnançsız olmak şart mıdır bu noktada? => Evet, İnançsız olmalıdır... Çünkü; İnançlar Evrensel İnsani Değerlere karşıdır... *Bir İnanca sahip olmamak, Dinsiz olmak gerekli midir? => Evet, Dinsiz olmak ve bir İnanca sahip olmamak gerekir... Çünkü; İnançlar Evrensel İnsani Değerlere karşıdır... *"Genel/Evrensel Doğrular"ı kabullenmek "İnançlı Olmayı" reddetmeyi mi gerektirir? => Evet, gerektirir... Çünkü; İnançlar Evrensel İnsani Değerlere karşıdır... *İnançlı bir insan, bu ve bunlar gibi Evrensel Genel Değerlere sahip olamaz mı? => Hayır, olamaz... Çünkü; İnancı buna karşıdır... *Olmasının imkanı yok mu? => Bir inanca sahip olduğu sürece olmasının imkanı yoktur... Cevaplarınız kısaca bunlarsa eğer, şu demek oluyor ki; "İnançlı" insanlar "Evrensel İnsani Değerlere" sahip olamazlar. "Sahibim" demeleri onlarda bir "Çelişki" yaratır(tıpkı bende olduğu gibi!!!)... O yüzden "Evrensel Ahlaki Değerlere" sahip olan insanlar yalnızca "İnançlı Olmayanlar" yani Bilimsel Dünya Görüşlüler/Materyalistlerdir... Bütün "Dünya Görüşleri" konusu hakkındaki iletilerinizin toplamı bu mudur? Cevabınız "Evet"se, sonrası sizi ilgilendirmiyor. Eğer cevabınız "Hayır"sa...: *Bu söylediğiniz "Kalıplaşmak" değil midir? (yalnzca Materyalistleri meşru görmek açısından -ki eğer öyle düşünüyorsanız... ve ben öyle düşündüğünüzü biliyorum.) *"İnançlı" insanların, eleştirdiğiniz "Ahlak Din Kaynaklıdır" düşüncelerinin KarşıKuramı/AntiTez'i değil midir? (bu açıdan da aynı kefededir.) *Peki bizim "Etkileşimsel/Diyalektik" düzen içinde "Kuram/Tez x KarşıKuram/AntiTez = Sentez" dizgesine uymamız gerekmiyor mu? Son sorum mucibince ben diyebiliyorum ki: İnançlı yada İnançsız her "Birey", "Evrensel Değerlere" sahip olabilir... Bu değerlere sahip olmak İnançlı yada İnançsız olmayı gerektirmez. Çünkü Evrensel Değerler en başta "İnançlara ve Fikirlere Saygı"yı gerektirir... Dolayısıyla hiç bir kimse "İnancından yada İnançsızlığından Dolayı" diğer bir insanı "Evrensel Değerlere Sahip Olmamakla/OlAmamakla" İtham edemez... Bu sav'ıma karşı çıkmıyorsanız, sonrası yine sizi ilgilendirmiyor. Eğer bu sav'a karşı çıkıyorsanız...: Şöyle diyebilir miyiz peki: Sizin İnançlarla/İnançlılarla bir alıp veremediğiniz var? Eğer bu da sizi nitelemiyorsa ben kendim için şunu söylemeliyim: "İnsani Değerlere", "Kişi Hak ve Özgürlüklerine", "Özgür Düşünceye ve Kişinin Özgür Düşünme İhtiyacına/Gerekliliğine", "Bireysel Farklılıklara", "İnsanların Yaşama Hakkına", "İnsanların Mal Edinme Hakkına", "İnsanı İnsan Yapan Bireysel ve Toplumsal Değerlere", "Kişinin Benlik Duygusuna", "Özgür Düşünceyi İfade Etme Hakkına" vs vs vs... Ne kadar saygı duyarsam duyayım, bu ilkeleri ne kadar benimsersem benimseyeyim bir İnanca sahip olduğum sürece "Evrensel Ahlak"a ve "Evrensel İnsani Değerlere" sahip olamam... Sahip olduğunu söylediğim sürece de Kimlik olarak bir "Çelişki" içersinde olurum... O yüzden ben şu an "Evrensel Ahlak"tan mahrum, "Evrensel İnsani Değerlerden" uzak bir yapıya sahibim... Eğer böyle düşünüyorsanız artık, devamı yine sizi ilgilendirmiyor. Ancak buna da karşı çıkıyorsanız...: Dikkat ederseniz "İnanç Özgürlüğü"ne değinmedim o maddeler arasında. Zira bir inanca sahip olan kimse zaten otomatikman "Evrensel Ahlak"tan ve "Evrensel İnsani Değerler"den "Mahrum"dur. Yazılarınız hep bu anlamı niteliyor çünkü, kızmayın... Öyleyse bu insanların "Evrensel Genel Doğruların" kabul edildiği "Ütopik" bir Toplumda da yerleri yoktur: örnek olarak ben, bu toplumda yer almaması gereken bir "kımıl zararlısıyım" çünkü İnançlıyım ve İnançlar Evrensel Ahlak'ı kabul edemez, dolayısıyla size göre bir İnançlı olarak bende kabul edemem ve edememem gerekir... Doğal olarak o toplumda kişisel düzeyde bile olsa, bir "İnanç"da mevcut değildir. Öyle ise o toplumda "İnançlara Saygı"dan bahsedilemez çünkü "İnanç" denen kavram yok zaten... Materyalist Felsefenin iliklere kadar işlediği/işletildiği ve işletilmesi gerektiği ve bu yüzden İnançların olma ihtimalinin olamayacağı bir Ütopik Toplumda (ki siz böyle bir toplumun özlemi ile yanıp tutuşuyorsunuz?) "İnançlara Saygı"dan bahsetmek zaten çok büyük bir mantıksızlık olurdu... Öyleyse Bilimsel Dünya Görüşlü/Materyalist olması gereken "Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi"nde aslında şöyle bir maddenin olması gerekiyor: ***"Dinler ve İnançlar, Evrensel İnsan Haklarının Varlığına Karşı Olduğundan, Kabullenemediğinde ve Bu Yüzden Evrensel İnsan Haklarının, Evrensel Genel Doğruların, Evrensel İnsani Değerlerin Varlığına Tehlike Oluşturduğundan ve Zaten Tanrı Diye Bir Şey Olmadığından, Toplumun Salahiyeti İçin ve Evrensel İnsan Haklarına Saygının İlelebet Payidar Kalması İçin, Hiç Bir Birey Kişiselde Olsa Bir İnanca Mensub ve Sahip Olamaz..." Böyle bir maddeyi yadsıyamazsınız... Çünkü öncelikle tüm iletileriniz bu anlamı niteliyor... Yadsımanız sizin çelişkiniz olur bu sefer... Ama sonralıkla; biliyorsunuz ki Demokrasi bile kendi varlığını tehlikeye düşürecek hiç bir oluşuma izin vermez. Demokrasi gereğidir diye "Nazi Felsefesi"ne sahip Siyasi oluşumlara izin verilemez... Öyleyse Bilimsel Dünya Görüşlü/Materyalist İnsan Hakları Beyannamesinde böyle bir maddenin olması kaçınılmazdır. Ve bu maddenin olması da bir çelişki doğurmaz, tabi ki Materyalizm açısından... Çünkü Materyalizm zaten inançları meşru, diğer Felsefeleri tam olarak Bilimsel görmez/göremez... Bu Felsefeyle var olmuş bir toplumda böyle bir yasanın olması son derece normaldir... Tıpkı Arenalarda; Yaşamları Önemsiz, Gereksiz ve Değersiz Bulunan ve Topluma karışamayacağı ve karışmaması gerektiği düşünülen İnsanların aslanlara yem edilmesinin normal olduğu, yani bu insanların ortadan kaldırıldığı Demokratik Roma Toplumunda olduğu gibi... Neyse İroni'ye son verip devam edelim... Ve bunlar da şunu getiriyor; Anayasamız "Evrensel" ve "Bilimsel Dünya Görüşlü/Materyalist" (Bilimsel demiyorum dikkat ederseniz) bir anayasa değil ve "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" de yine aynı özellikte değil, adındaki "Evrensel" nitelemesi, kendi hüsn'ü kuruntusu... Çünkü "İnançlara Saygı"yı kabul ederek, "İnançların Varlığını" tanımlıyor ve bunlara sahip insanların yine bir diğer inanca saygı duymasını gerekli kılıyor. "Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi" olarak, kendisini kabul edenlerin "İnançsız olması" ön koşulunu gerekli kılmıyor... Yada gelin yine Etkileşim/Diyalektik ve asıl İnsani açıdan ve "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"nin diliyle şöyle diyelim: Ben İnsan Haklarının Evrensel ve Ahlaki Değerlerini ve Özelliklerini dile getiriyorum. Bir kimsenin beni kabullenmesi için "İnançlı" yada "İnançsız" olup olmaması önemli değildir. Çünkü ben her ikisine de "Saygı" duymayı salık veriyorum... Bence daha bir güzel ve Özgürlükçü oldu... Şimdi bana İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine niye geldiğimi soracaksınızdır; malum her iletimde yeni bir kavramı getirdiğimden şikayetçisiniz. Hemen nedenini söyleyeyim: Sanıyorum ki Evrensel Ahlak'ı ve Evrensel İnsani Değerleri ve bu açıdan Evrensel Genel ve Bilimsel Doğruları tespit eden en önemli belge bu belgedir... İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi: Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir. Şimdi... Eğer bu yazım sizin iletinize ve iletilerinize cevap niteliğinde olmadıysa ve ben sizi yanlış anlamışsam; anlayışınızın yukarıdaki gibi olmadığını belirtebilir ve benim, sizden özür dilememi isteyebilirsiniz, ki o zaman haklılığınız ayan beyan ortada olur ve benim bu durumda Özür DileMEmem "Kişiliksizlik" olur... Ama eğer söylediklerim sizi niteliyorsa, açıktır ki söyleyebilecek tek bir kelimem bile yoktur... Herşey açıkça ortadadır... Görüşünüzün neyi nitelediği kelime aralarında yatmaktadır; İnançlı İnsanların Aslanlara Yem Edilmesi... Yani Evrensel Bilimsel Dünya Görüşlü/Materyalist/Genel Doğrucu Bir Toplum... Umarım bundan sonra daha açık olabiliriz... Tüm uzun iletime vereceğiniz tek bir kısa cevap sizi niteleyecektir Sayın Bilimselci: Ben hala "İnançlı" insanların Genel Doğruları, Evrensel Ahlakı, Evrensel İnsani Değerleri kabul edebileceğini, özümseyebileceğini, İnancının buna engel olmayacağını, bunları benimsemeninde inançlı olmaya engel olamayacağını düşünüyorum... Eğer siz aksini düşünüyorsanız: "Hayır Ben Aksini Düşünüyorum..." demeniz yeterlidir ve uzun bir cevap yazmanıza ve açıklama yapmanıza gerek yoktur... Çünkü Mantığınız Herşey ortadadır... Arkadaşımızda benim anladığım gibi anlamış sanırım: (Ancak sakın ha guruplaştığımı falan sanmayınız, zira cevabını beklediğimiz soru aynı diye alıntılıyorum yalnızca...) Umarım bunun net bir cevabını alabiliriz artık... Yazımın Uzunluğundan Dolayı Özür Dilerim... Saygılarımla...
  17. Tengeriin boşig

    Dev Çiçek...

    Dev Çiçeğin DNA'sı Çözüldü (tıkla...) Benim merak ettiğim şey; Dünya'da Dış Dünya'ya ait canlılar olabilir mi gerçekten... Varsa nasıl geldiler... Ve varsa ait oldukları yer neresi? Bilen yada bir fikri olan var mı?
  18. Gerçekten yararlandığım bilgiler... Çok sağolun... Umuyorum ki "Bireysel" Din değiştirmeye de bu şekilde değinirsiniz. Ve bir şey sormak isterdim: Hıristiyanların bugüne kadar gelen "Misyonerlik" yapıları yada mesela Osmanlı Devletinin Balkanlarda kullandıkları "İskan ve Müslümanlaştırma" politikaları; Ahiyan, Gaziyan, Abdalan yapılarının temel amaçları "Din Duygusu" mudur yoksa Siyasi Güdümlerle mi yapılmıştır...? Devletler "Din"i bu açıdan sömürmüş müdür? Birde şunu sormak istiyorum, bildiğim kadarıyla Avrupa'nın Pagan döneminde "Roma Devleti"nde "Romalılık", Yunan/Helen Devletinde "Helenlilik" (Aristo idi sanırım Barbar tanımını yapan; Helen olmayanlara Barbar denirdi) devlet ile halk arasındaki bağı temsil ediyordu. Hıristiyanlığın Avrupa'da yayılması ile ise Hristiyan olmayanlara karşı kıyım yapıldı, İspanya'da Yahudilere falan yapılan kıyımlarda uzun sürdü... Bu kıyımlar ve Yüzyıl savaşları yada Mezhep savaşları adıyla bildiğimi savaşlar hep "Din" savaşı mıydı, yoksa dinden ziyade aslında Devletlerin Çıkarları mı söz konusuydu sizce. Bildiğim kadarıyla Avrupa'da Hıristiyanlık hep zümrelere göre farklı anlamlarla mezhepleşmiştir. Burjuvalar Protestan, İngiliz Kıraliyet ailesi (Yönetim) Anglikan, Rusya Ortodoks olmuş ve bunu kullanmıştırda... Derebeylikler Katolik olarak kalmışlar ve Protestanlığa yani Burjuva'ya karşı mücadele etmişlerdir... Yada Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki mücadele "Din" temelli miydi? Ben bu gibi olguların hiç birinin temelinin aslında din olmadığını, temel nedeninin Ekonomik, Toplumsal yada Yönetimsel çıkarlar ve erekler olduğunu düşünüyorum... Toplumun ise Din duygusu ile kullanıldığını düşünüyorum... Bu açıdan da değinirseniz sevinirim Sevgili CYRANO... Birde şunu söylemek isterim; Şamanizm'in bir "Din" değil, sadece bir Gelenek olduğunu düşünüyorum. Din olarak Türkler "Gök-Tanrı"cı olarak adlandırırsak daha yerinde olur diye düşündüm... Saygılarımla...
  19. Tartışma kültürüne fazlasıyla sahip. Kişiselleştirmeden uzak ve sonuca ulaşacak şekilde tartışmasını bilen. birikimli bir arkadaş.

  20. Hiç sanmıyorum Sayın la-boheme... Sen, Ben... Yada diğer insanlar ne yapıyorsa, O'nun da ne yaptığı malumdur... Saygılarımla...
  21. Tengeriin boşig

    DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR ?

    Alakanız için çok teşekkür ederim yalnız bir noktaya değinmem gerekecek; Zira gözden kaçırdığınız çok ufak ancak çokta önemli bir ayrıntı var: -Gökten Suyun indiğini yani yağmurun yağdığını görmek... -Gemilerin suyun üzerinde yürüdüğünü görmek... -Kurumuş toğrağın çatladığını görmek... -Gece ile Gündüzün birbirlerini takip ettiğin görmek ve bilmek... -vs... -vs... -vs... Sevgili Evrensel... Dikkatini çekerim bu bilgiler Gündelik Bilgidir. Tıklayarak kaynağa ulaşabilirsiniz. Her şekilde ve hala iddia ediyorum ki; Kur'an bir İnanç Kitabı olarak "Bilimsel Bilgiler" içermez... Gündelik Bilgi ile Bilimsel Bilgi arasında dağlar kadar fark vardır... Aaa bakın "Dağlar Kadar" dedim... Yani soyut bir düşünceyi, madde ile niteledim... Görebilenler için bunda elbette ki bir hayır vardır... Kur'an-da böyledir arkadaşım... Soyut düşünceleri yada Soyut kavramları ancak Somut Örneklerle anlatabilirsiniz... Sanırım ufak ayrıntının ne olduğunu anlatabilmişimdir. O Bilgilerin "Bilimsel" olabilmeleri için, en basitinden o Yağmur ile ilgili ayette şöyle bilgilerin yer alması gerekir: Hava olaylarının hangi gökyüzü katmanında ve kaç metre yükseklikte meydana geldiği, hangi ısı etmenlerinin etkisinde olduğu, Bulutların özellikleri (kümülüs, nimbus, kümülonimbus bulutları vs...)... Yani demek istediğimi anladınız siz... Ne derseniz deyin, söylediğiniz ve Kur'andan örnekler sunduğunuz şeyler kesinlikle "Bilimsel Bilgi" değildir. Gündelik Bilgidir. Şimdi birde Bilimsel Bilgi ile Gündelik Bilgi'nin açıklamasını vermem gerekecek ancak bunu kendiniz pek ala yapabilirsiniz değil mi? Hatta bakın Sayın BrainSlapper Arkadaşım Kur'an-daki Gündelik Bilgileri tespit etmede biraz başarılı. Gerçi biraz abartıyor ama ondan bişeyler öğrenebilirsiniz yine de. En azından bir fikir edinirsiniz... Öncelikle sizin kişiliğinizle ilgili ithamlarda bulunmamamı tenbih ettiniz, ben söz veriyorum ve yine ben bu sözümü tutarak sadece şunu söylemek istiyorum; yazınızın sonlarında "İnançlı" arkadaşlara yaptığınız itham bir kışkırtma değil midir? Gerçi kimsenin üstüme gelmesinden korkmam ve yılmam... Ben ne bu forumda, nede başka bir forumda ve nede gerçek hayatımda hiç bir zaman "Gurupçuluk" merakında olmadım. Sitede yazdığım görüşlerim bellidir... Kimseyle Gurupçuluk yapamayacak kadar Bireysel/TekBaşına bir yapıya sahibimdir. Kimseyi "İnançlı/İnançsız" ayrımına tutmam... Burada İnançlı arkadaşların bana niye ileti yazmadıklarını bilemem ama bunun nedeni ben değilim. Bunu "Gurupçuluk" ile ilgili yapılan yorumlardan dolayı söylüyorum. Lakin görüyorum ki kaçınılmaz bir gerçek, her iki tarafta "gurup" anlayışına sahip zaten... Bunun yalan olmadığını pek ala biliyoruz... Ben bunu "Görüş Yakınlığı"na bağlamıyorum, kendi bilgisine güvenememeye bağlıyorum... Zira güvenen kimse böyle bir ihtiyaca yönelmez diye düşünüyorum... İster kendinizi Aydın olarak tanımlayın ister Mücahit... Tanrı'nın Mantık, Bilim yerine Sezgiyle hissedilmesi... Öncelike bir Soyut Kavramdan, yani gözle görülemeyen, Bilim'in konusu olmayan bir kavramdan söz ediyoruz. Tanrı Bilim ile açıklanabilseydi, dünyada en başta sizin inanmanız gerekirdi öyle değil mi? Tanrı Bilim ile kavranamaz... Bilim Tanrı ile ilgilenmez. Tanrı'da Bilim'e etki etmez... Bilim yapsın diye sorumlu kimseler yollamaz mesela... Yada ödenek ayırmaz... Yöntemini tespit etmez. Bir arpa boyu yol alamamamızın nedeninin "Ben" olmadığımı çok iyi biliyorum... Zira kalıplara sıkışıp kalan ben değilim... İşine geldiği gibi konuşanda ben değilim... Bir kimsenin söylediği şeyleri, sırf kendimi haklı çıkarmak uğruna evirip çevirip başka anlamlara sokanda ben değilim... Yani konunun ilerlememesinin nedenini üstüme alınmıyorum. Zira iletilerimiz ortadadır... Şunu da söylemek istiyorum, Tanrı ile olan Bağ "Kişisel"dir. Yani bu bağda insan kesinlikle ve kesinlikle "Tek Başına"dır. Siz inanmayabilirsiniz, benim içinde "Kafayı Sıyırmış" da diyebilirsiniz... Lakin ben varlığını hissediyorum. Kimileri bu hissi bastırma eğilimine girer ve yadsır... Ancak ben İçimden yada Benliğimden gelen yani beni Ben yapacak olan bu tür duygularımı bastırmam... O yüzden kimse yada en azından ben size "Tanrı"nın varlığını ispatlayamam. Ancak kendime ispatlarım... Bu yüzden kimin inanıp inanmadığı zerre kadar umrumda değildir... Ben sadece bildiklerimi paylaşmak için burdayım, kimseyi kendime inandırmak için değil. Tanrı'yı hissediyorsanız, Vardır... Hissetmiyorsanız "sizin için" yoktur... Bu bu kadar basit... Eğer İnananların size Tanrı'yı ispatlamalarını istiyorsanız -ben söyleyeyim- bunu kimse yapamaz... Bunu yapabilecek olan tek kişi vardır, o da sizsiniz... Kendinize karşı... Bakın "İskeletor Anahtar" diye bir film var, orda çok güzel bir laf vardır, aslında tam olarak nitelemiyor ancak belki bir çıkış noktası olabilir: İnanmazsan Gerçek Olmaz... Barış çubuğunu seve seve kabul ederim... Lakin "İnançlı/İnançsız" ayrımını hissetmediğim sürece yanar o çubuk... İnancımdan utandığım yada çekindiğim için değil, öncelikle İnsan gözüyle bakıyorum herkese ve bana da öyle bakılmasını isterim... Saygılarımla...
  22. Tengeriin boşig

    DÜNYA GÖRÜŞÜ NEDİR ?

    Eğitim ile Öğretim, Eğitmek ile Öğretmek, Eğitilmek ile Öğrenmek arasında çok fark vardır. Ben "İçsel Eğitim"den bahsetmedim ki öyle bir tanıma da rastlamadım hiç. Acaba kullanmışmıyım diye tekrar okudum tüm yazdıklarımı, yine rastlamadım. Ha kazara yazdıysam "İçsel Eğitim" diye bir kavram, rica ederim belirtiniz... "İçsel Öğrenmelerden" bahsettim ben... Yani kişinin "Dış Dünya ile ilişkisinde" Dış Dünyaya bakarak onu nasıl anlamlandırdığı ve kendi Öğrenmelerine kattığındaki İçsel yani Bireye bağlı nedenlerden bahsediyorum. Yani "Zihinsel Süreçlerden" bahsediyorum. Kişinin "Dış Dünyayı Anlamlandırması" ise Dışsal olduğu kadar da İçseldir diyorum. Kelimelere Takla attırdığım falan yok. Eğitim ile Öğrenme kavramlarını karıştıran sizsiniz... Bakın söylediklerimi daha ne kadar farklı anlamlara bürüyeceğinizi bilmiyorum ama iletim aynen şöyle: Yine önceki iletilerimde, buna benzer "Yanlışlıkla" ve "Hata" ile farklı anlamlar yüklemiştiniz ve onları teker teker açmak zorunda kalmıştım. Bu sefer tekrar öyle bir şey yaşanmasın diye konuyu tüm yönleri ile ve kavramlarla açıklamak istedim ancak bu sefer benim söylemediğim şeyi söylediğimi iddia ettiniz. Yine Kelimelerin anlamlarını vermem gerekecek: Eğitim: 1- Belli bir konuda, bir bilgi ve bilim dalında yetiştirme ve geliştirme, eğitme işi. 2- Yeni kuşakların toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme, °terbiye. Eğitim, insan davranışlarında olumlu değişiklikler yaratma sürecidir. 3- Bir yetiyi, bir organı yöntemli bir biçimde geliştirme. Yani Eğitim, "Kişisel" bir çaba değil, Dışarıdan Yapılan bir eylemdir. Bir Hedef-Davranış amaçlanır ve birey bunu yapacak şekilde Eğitilir... Öğrenme: Öğrenmek eylemi. Sözlükte "Öğrenme" tanımı kısa verdiği için "Psikoloji Bilimi"nce yapılan tanımını açmak isterim: Tekrar yada yaşantı yolu ile organizmanın davranışlarında meydana gelen oldukça kalıcı ve sürekli değişikliklerdir. Bir davranışın öğrenme olup olmadığı aşağıdaki sorularla anlaşılabilir: -Tekrar yada yaşantı yolu ile mi olmuştur? -Davranışta değişiklik meydana gelmiş midir? -Değişiklik oldukça kalıcı mıdır? Bu sorulardan herhangi birine verilen cevap "Hayır" ise, ortaya çıkan eylem yada davranış (bilgi) "Öğrenme" değildir. Öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini anlamak içinse şu kavramları bilmek gerekir: Performans, Refleks, İçgüdü, Uyarıcı, Tepki, Karşılık, Güdü, Türe Özgü Hazır Oluşluluk, Olgunlaşma, Kaygı (hali), Eski Yaşantılar, Dikkat vs vs vs... Yani size "Öğrenme" ile "Eğitim" arasındaki farkı anlatmam içi bu kavramların işlendiği ayrıca bir kitap yazmak gerekir. Şimdi "Öğrendiklerimiz" doğrultusunda, yazdığım nitelemeleri ve belirttiğim kuram ve kavramları tekrar okursanız eğer, sorduğunuz soruya cevap bulamamanıza imkan yoktur Sayın Bilimselci... Ben yine de şöyle açıklamaya çalışayım; "İçsel Öğrenme"den kastımın ne olduğu aslında bellidir ancak ben yine de "Öğrenmeye Etki Eden İçsel Faktörler"i eklemelerle kısaca maddeleyeyim: Performans, Güdü, İçgüdüsel Hisler/Davranışlar (insanlarda içgüdü bulunmaz, içgüdüsel davranışlar bulunur), Kaygı Hali, Türe Özgü Hazır Oluşluluk, Olgunlaşma, Algı (Farklılığı/Düzeyi), Zeka (Seviyesi ve Yapısı/Özelliği/Tipi), Beynin NöroBiyolojik Yapısı (beynin hormonal dengesi vs. kişiden kişiye değişkenlik gösterebilmektedir) vs vs vs... Not: Sanıyorum ki anlam karmaşamız "İçsel Öğrenme" terimini kullanmamdan kaynaklanmış olmalı. O yüzden düzelterek "Öğrenmeye Etki Eden İçsel Faktörler" olarak değiştirmemde yarar var. Eğer size farklı bir anlamı nitelediğini düşündürüyorsa ve hata benden kaynaklanıyorsa yanlış anlaşılma için Özür Dilerim... "İçsel Eğitim" kavramını kullandığım iletimi alıntılarsanız eğer, hatamı düzeltmek isterim. Çünkü öyle bir tanım yoktur. Yazdıysam hata etmişimdir... "Öğrenme" vardır ve Öğrenme "Hem İçsel Nedenlere" hemde "Dış Nedenlere" bağlı olan bir süreçtir. Ve bunun açılımını önceki iletilerimde verdiğimi sanıyorum... Laflara takla attırmaksa yaptığım, bunu yapan ben değil, "Psikoloji Bilimi"dir...
  23. İSPATA İHTİYAÇ YOK, AMA..? Adlı konuda yazdım ama bu konu ile ilgili olduğunu düşündüğüm için buraya taşıdım...
  24. Belki yapılabilir "Düşünen Bir Robot", bilemiyorum ancak Muhakeme yapabilmesi için "Tercih" hakkının olması gerekir. Mesela, örneğini verdiğim "Ben, Robot/I, Robot" adlı filmin kurgusu bu konu üzerinde çok düşünülerek hazırlanmıştır. Orada Robot'a "Tercih" edebileceği bağımsız bir özellik kazandırılıyor. Diğer tüm Robotlarda "Beyni" temsil eden bir yapı varken, "Özgür" düşünüp, muhakeme yapabilen tek bir Robot'a "Özgür Düşünce"yi temsil eden "Kalp"i temsil eden bir yapı ekleniyor. Ve Robot, Beynindeki yazılımlardan bağımsız bir tercih yani Muhakeme edebilme seviyesine ulaşıyor... İşte Muhakeme'den kastım budur. Hiç bir Robot yada en pahalı yazılım dahi "Tercih" (Özgür İrade ile) edememektedir. Gerçekten o filmi izlemenizi tavsiye ederim. Bir robot'un insanın yapabildiği en basit bir mantık dizgesini yürütebilmesi ihtimali üzerinde düşünülebilse bile, yaşamları "Yazılımlara" bağlı var olan tüm Bilgisayarların "Düşünemeyeceği" yani "Özgür Tercih" yapamayacakları kesin bir görüş gibidir. Ancak yine de Bilim bu... Ne olacağıda belli olmaz. Yani Düşünsenize; Robocop'ta ki gibi, Canlı Organizma (Beyin) ile sibernetik yapı (kablolar, elektirk akımı vs vs...) Birleştiriliyormuş... E o zaman Robocop "Özgür Bir İrade'ye sahip olmayacak mı? Sonuçta Beyni var ve Düşünüp Muhakeme yapıyor değil mi Filmde? İşte asıl tartışılması gereken konu bu bence... Zorlayın hayalinizi... İlla Cansız Maddelerin birleşiminin düşüneceğini hayal etmeyelim, Bedeni tamamen cansız maddelerden oluşan, beyni Canlı Organizma olan bir "Şey"in nasıl olabileceğini niteleyelim... Daha yararlı olmaz mı? Gerçi Bu Konuda, Buna Yakın Şeyleri Tartışıyoruz ama, olsun...
  25. İslamdaki "Dilediğimizi saptırırız, dilediğimizi doğru yola erdiririz" tanımının bunu nitelediğini düşünmüyorum. Bu Kaderciliktir. Ve Kader, bizim sandığımız manada değildir. Bu konuyya girmek, asıl konuyu amacından saptırır. Sadece bir paraf olsun diye belirtmek istedim...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.