Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
True furkan
Hocam, görüyorum sizin yaklaşımınızı... Nasreddin Hoca dersi almadım ama Nasreddin Hoca'yı çok severim... Hoca'nın misali'de ara bulmak için değildir... Herşey göründüğü gibi değil... Bakın ben Nasreddin Hoca'nın Fıkralarına, sizin baktığınız gibi "Mizah" açısındn bakmıyorum... Nasreddin Hoca kimdir? "İnsanlara komiklik yapayım da gülsünler garibanlar, eğlensinler... Benimde kafa basmıyo, gidiimde eşeğe ters biniim bari" diye düşünen bir adam size göre ama emin olun O, bundan daha fazlası... Siz bardağın yarısının boş olduğunu görürsünüz, ben yarının dolu olduğunu... Gördüğümüz şey aynı, anladığımız şey farklı... Nasreddin Hoca herkese "haklısın" derken, "amanda şunların arasını buluvereyimde didişmesinler" dememiştir. Herşeyin özünde olan Tanrı, Şöyle düşün, evinde bir çok elektrikli alet var, hepsini çalışması şartı aynı: Elektrik... Çok basit bir örneklendirme ama affedin... Yani senin, benim, vazonun, sürahinin, ağacın, toprağın... herşeyin özünde O var... Ve Nasreddin Hoca biliyor ki herşeyin nedeni O... Biz buna "İşlemek" diyoruz... Senden işleyende O, başkasından işleyende O... Bu "Sen yapmıyorsun, günahı da, sevabı da işleyen O o zaman" demek değil... Senin öüzünde O varsa, sen karşındakine baktığında O'nu görebiliyorsan, O'dur... Hoca herkese "sende haklısın" demesi, onlarda Tanrı'yı görüyor olmasından geliyor... Ama siz yine "Felsefe Yapıyorsun" diyeceksiniz, hayır, ben sizin görmek istemediğinizi görüyorum... Arkadaşım, size yada benim gibi düşünmeyen arkadaşlarıma hoşgörülü davranmam mı rahatsız etti sizi? Böyle yapmayıpta, Admin arkadaşların noktaladığı ithamlarınızı mı yapmalıydım, hoşunuza mı giderdi? Kibirli mi olayım? Ben sizden yada başkasından fazla birşey bildiğimi söylemedim hiç bir zaman, sadece farklı baktığımı söyledim... Hoşgörülü olmayayım mı? Peki sizin dediğinize uyup, sataşsam, ettiğiniz gibi hakaret etsem o zaman ne diyeceksiniz benim için? Bazen düşünüüyorum, acaba bazı teröristler sizin gibi insanların dayatmaları sonucu mu terörist oluyor diye... Bakın Düz Mantık o kadr da bir erdem değildir. Bu düz mantık konusunda Temel'in bir Akvaryum Fıkrası vermişler sitede, bulup okursanız, öğrenirsiniz ve daha iyi anlarsınız bazı arkadaşlarımızın kurduğuı düz mantığın ne kadar düz mantık olduğunu... Arkadaşım, metodun niçin Bilimsel olmadığını ve niçin komik olduğunu Haksöz'e gelen eleştirilerden çok açık olarak anlayabilirsiniz... Benim ayrıca anlatmama gerek yok... Kimseler gayet iyi şekilde, siz etmese de en azından beni tatmin edecek şekilde anlatmışlar... Bir çok arkadaşın katkısı olmuş... Yöntem, Teknik yada içerik olarak açıklamışlar... Ek olarak ne söyleyeyim ki? Ha ama illa ki bi açıklama istiyorsanız, açın bir konu ve orda talep edin, alıntılayarak açıklayayım tekrar dicem ama gerek yok, çünkü zaten her söylediğine cevap verilmiş... Ha yine yetmezse, özelden yine anlatayım niye Bilimsel değil, boşuna aynı konuda forum işgal etmeyelim... Ayrıca ben herkesi Haklı çıkarmayı amaç edinmedim... Siz kendi düşüncenizde haklı olduğunuzu düşünmüyor musunuz? E bir başkası da öyle düşünüyor... Herkes öyle düşünüyor... Ben ise inandığım şeyler doğrultusunda (ki Nasreddin Hoca misalinde açmaya çalıştım), herkeste aynı şeyi görüyorum... Ne size nede başkasına ithamlarından dolayı kızmıyorum, yadırgamıyorum... Napayım yani, sizin gibi Kibirleneyim mi? Bu mu haklı çıkaracak beni? Eğer Kibir beni haklı çıkaracaksa, boşverin, ben haksız olmaktan memnunum... Ha size yine bu "Felsefe" veya "Laf Salatası" olarak gelecek biliyorum ama, valla arkadaşım ben halimle huzurluyum, canın sağolsun... Saygılarımla
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Arkadaşım ne haç'ın kutsallığı beni ilgilendiriyor, ne karataş'ın ne gök cisimlerinin... Bunlara takılanlar sizlersiniz... İnansanızda inanmasanızda her iki tarafın takıldığı nokta bu... yok taş kutsalmış, yok haç kutsalmış... Kur'an-da bi kere bile Hacer'ül Esved'in kutsal olduğunu söyleyen ayet görmedim. Hz. Mudammed'inde "Hakemlik" olayı ile ilgili Hacer'ül Esved ile ilgili herhangibir başka vakasına rastlamadım. o taş sadece araplarca kutsal sayılmış bir taş ve inanıp inanmamakla alakası yok... Arapçı zihniyet o taşı kutsal sayabilir ama herhangi bir kutsallığı yoktur... Haç'ta öyledir... Yada herhangibir dini sembolde öyledir. Sizin de hala İslam'ın o taşı kutsal atfettiğini sanmanız, "Diğer Müslümanların" baktığı gözle İslam'a bakmanızdan başka birşey değildir. Putperestlik ile Hakk olmanın manasını kavrayamadığınız belli... Ben putperestlikten bahsetmiyorum, ben Hakk'ı tanımaktan bahsediyorum... Putlaştırılmış görünmez bir ilah'ta değil bahsettiğim... Ben senden bahsediyorum, benden bahsediyorum... Evrenin özünden bahsediyorum... Sana senden yakın olan benliğinden bahsediyorum... Özet mi? Ben "Ben"den bahsediyorum... Evet, dediğim gibi, Dekorlar farklı sadece, anlatmak istedikleri hep aynı... "Narsis" suya baktığında aynı şeye aşık oldu... Ali aynaya baktığını aynı şeyi gördü... Hallac-ı Mansur öldürülürken aynı şey olduğu için ölümü umursamadı... Hz. Muhammed'in Miraçta ulaştığı yada olduğu O'ydu. Nasreddin Hoca dünyanın merkezini sorduklarında, aynı sebepten kendisini gösterdi... Yunus aynı nedenle "Ete Kemiğe Büründüm Yunus Diye Göründüm" dedi... Mevlana "Mesnevi"de aynı şeyi anlatır... Nesimi o yüzden "Ene'l Hakk" dedi... Ahmed Yesevi o yüzden "Haklıdır" dedi... İbn-i Sina aradı aradı aradı, en sonunda "Allah'ım aradım, sonunda sana teslim oldum" dedi... Osiris hangi yanlış anlaşılma sonucu "İlahlaştırıldı"? Yasa Hz. İsa yine hangi yanlış anlama ile "Tanrılaştırıldı"? "Ene'l Hakk=Ben Hakk'ım, O'yum" tümcesi "Ben Allah'ım"mı demek, "Ben Hakk'ım"mı demek? Hallac-ı Mansur bu yüzden öldürüldü, Hz. İsa bu yüzden Tanrılaştırıldı, Osiris bu yüzden İlahlaştırıldı, Hz. aynı sebepten aynaya baktı Ali'yi gördü, Hz. Muhammed o yüzden Miraç'a kaldırıldı... Bakın bunlar size anlamsız gelebilir ama gördüğüm sizin gördüğünüzden fazladır demiyorum ama emin olun sizin gördüğünüzden farklı... Her inanç aynı şeyi tekrarlıyor, ama görmüyoruz. Adı İslam yada başka bişey olsun, ne derseniz deyin, tek bir Gerçek var ve hepimiz sadece farklı farklı anlıyoruz bu gerçeği... Kimimiz göremiyoruz, kimimiz anlamazdan geliyoruz... Mesela, bir arkadaşımız hep diyor ki "Bende eskiden öyle düşünüyordum"... Oysa İbn-i Sina Varoluşunu nedenini bilemezken, en sonunda diyor ki "Allah'ım aradım, sonunda sana Teslim oldum"... Yani geçmişte benim gibi düşünme ihtimaliniz yok, gördüğüm şey süreç değil, sonuç... Belki biraz megolomanca oldu, özür dilerim ama herkesin gerçeği farklı, biliyorsunuz...
-
True furkan
Ya beni felsefe yapmakla itham etmişsinizde, ben yapılan iddiaların öyle sizin sandığınız gibi düz hemde düpdüz mantıkla kavranabilecek iddialar olmadığını düşündüğüm için, kendim nasıl anlıyorsam o şekilde anlatmaya çalışıyorum. Ha size ağır geldiyse bilemem, normaldir... Kaldı ki Haksöz arkadaşımın iddialarını okudum, düz mantıktan öteye geçememiş... Ben bilimsel bir metod takip edip etmediğimi söylemiyorum ki, kaldı ki kendi anladıklarımı yazdığımı her zaman söylemem Türkçesi ile söyleyeyim "Düşünme Çabası" içinde olduğumu açık açık ortaya koymaktadır... Hadi bunlar bir yana, madem o kadar bilimden, yöntemden anlıyorsunuz ve bilimden o kadar anlayan biri olarak ta mutlaka gereklerinden de anlıyorsunuzdur, Haksöz arkadaşımızın yöntemine Bilimsel diyebilecek misiniz? Yok yani beni bilimsel olup olmadığımı iddia etmediğim halde bilimsel olmamakla suçlamışsın da, aynı özveriyi Haksöz için gösterebilecek misin onu merak ediyorum... Size göre kesin onun çabası Bilimseldir... Niye mi? Sadece ve sadece İslam'a karşı olması yeter sizin için de ondan... Bakın arkadaşım, bir insanın inandığı değerlerin ölçüsü, başkasının inandıklarına duyduğu saygı ile ölçülür ve o duyduğu saygı kadardır değeri... Sanırım sizin yada bir takım arkadaşların bakış açısını bu noktadan harektle yorumlarsanız daha sağlam bilgi edersiniz... Ayrıca yine ve yine söylüyorum, sizin söyledikleriniz üzerine tekrar Haksöz arkaaşımın yazdığı forumları tekrar araştırdım, bence pekte kıymetli olmayan ve zaten çoğu kez çürütülmüş iddialarla ortaya çıkmış... Ayrıyeten benim bi çaba sarfetmeme gerek yok, sizi tatmin etmeyen açıklamalar beni tatmin ediyor... Ha Haksöz'ün açıklamaları da beni tatmin etmiyor ama sizi tatmin ediyor, bunu da anlayışla karşılarım... Birde saygı olayına ve birilerini birşeyle itham etm durumuna bu açıdan bakın isterseniz... İthamınzın muhatabı siz olmayın sonra... Bu büyük bi sorumluluktur... Başkasına "Bilimsel değilsin" derken, bilimsel olmayan çabaları desteklemek bilmem ki nedir... Saygılarımla...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Arkadaşım Veysel Karani'de bu adamlarla aynı doğrultuda düşünür mesela ve Araptır. Hz. Ali'de bu adamlarla aynı düşünür. Bugün Caferiliğin kurucusu sayılan (ama aslında oğlu kurmuştur bu mezhebi) Cafer es-Sadık'ta (Hz. Ali'nin torunudur) Araptır ve pek farklı düşünmez yine... Bir tek Gazaliyi bu kimselerin sınıfına koyamıcam, ki kendisinin görüşlerinin İslam'ı durağanlaştırdığına inanıyorum... Anadolu'da Evliyalığa yön veren kimi Evliyalar yine Arap kökenlidir. Bunu daha iyi anlamak için Anadolu'daki Seyyitlere ve Şeriflere bakabilirsiniz... Ayrıca "Şamanizm" diye bir inanç sistemi yoktur. Türklerdeki "Kam"lık, diğer toplumlardaki "Şaman"lıktan biraz daha farklıdır. Türklerdeki Kam'lık "Gök-Tanrı" inancı içinde bulunan "Şifacı" "Duacı" veya biraz daha zorlama ile "Büyücü" (ki bu kara büyücülük değil, Ak Büyücülüktür) veya bugünkü tanımla "Medyum" denilebilecek bir yapıdadır. Bakın, Türklerin asıl adı Kam'lık olan ve bugün saçma bir çarpıtma ile "Şamanizm" denilen ve "İnanç" olduğu iddia edilen yaşantılarına bakın, saydığınız her nüve Şamanlığın değil, Gök-Tanrı inancının bir parçasıdır. Kam'lık sadece Dinsel bir Ritüle, bir Gelenektir. O yüzden o kimselerin Evliyalıkları yada dünya inançları Şamanizm inancı uydurmasından gelmemektedir. Ha derseniz ki "Gök-Tanrı" inancının yansımasıdır o adamların inanç ve düşünler, bilgileri... O zaman size noktası virgülüne katılırım. Ama şu vardır ki, ben bildiğiniz gibi her dinin aynı tek gerçeği anlatmaya çabaladığını düşünüyorum. Yani Gök-Tanrı inancı ile İslam Tasavufunu veya diğer İnançların çabalarını, nüvelerini hiçte birbirinden farklı olarak görmüyorum... Anlayış farklı ancak anlatmak istedikleri şey hep aynı... Yani sizi bilemem ama, ben hep ayn şeyleri görüyorum o farklı olduğu söylenen dinlerde... Anladığım şey hep aynı oluyor... Belki ben yanlış anlıyorumdur, bilmiyorum ama anladıklarım bana daha doğruymuş gibi geliyor... Saygılarımla...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
İşte diyorum ki o adamlar için (ve benim için) inandığın(m)ız şeyin adı önemli değil... Kim nasıl adlandırırsa adlandırsın... Asıl önemli olan o adamların kendilerini nasıl adlandırdığı... Yani siz dışardan bakıpta, Avrupalıların Felsefi kategorilendirmesiyle "Bu adam Agnostist Kardeşim" deme hakkına sahip değiliz. Hayır o adamların inancı kişisellseştirdiklerine inanıyorsan, böyle bir kafa yapısındaysan eğer o insanları en başta sizin genellememeniz gerekir. Agnostist, Deist bilmem ne gibi sınıflamalara sokmamamız gerekir ve "İslam değildirler" gibi bir ayrım yapmamamız gerekir. O birbirlerini destekleyen, aynı inanca sahip insanların deyişlerini incele bakalım... Hallac-ı Mansur'un her dediğini destekleyen ama aynı zamanda bir önder olduğu için tüm Türklerin desteğini kazanan Ahmet Yesevi idam edilmemiş hatta kimse tek kelime dahi söyleyememiştir kendisine. Ama kendisi hem Hallac için "Doğru Demiştir" deyip hemde Hz. Muhammed'i çok severek kendisiyle çelişkiye mi düşmüştür? Yada Yunus'la, Hallac'la aynı görüşü paylaşan Mevlana, Mesnevi'de sadece Kur'an-ı Kerim'i maneviyen açıklayarak kendisiyle çelişkiye mi düşmüştür... Bakın ben sizin inancınınz için bir şey demiyorum, "Ben Müslümanım" diyen kimse için de bier şey demiyorum... Eğer gerçekten sahtekar değilse ve samimi ise eğer, Kim Kendini Nasıl Adlandırıyorsa O'dur. Mustafa Kemal küçüklüğünden beri Mevlevi Tekkelerine giderdi Selanik'e her gidişinde... Kurtuluş savaşı sırasında hücuma kalkmadan önceleri Kur'andan ayetler okuttuğu bir çok silah arkadaşının hatıratlarında geçmiştir, bilinmektedir. Ayrıca kendisi söylemektedir. "Gerçekleri Söylemekten Korkmayınız" "Gerçeklere Ne Kadar İnanıyorsam, Dinime de O Kadar İnanıyorum". Ama yine de "Atatürk ne kadar müslümandıysa, onlarda o kadar müslümandır" demek yanlış... Anlamada farklılıklar vardır belki, bilemeyiz. O adamlar genelde kendi içlerinde yaşadıkları için belli etmemişlerdir. Bakın bu açıdan Melamilik'i araştırmanızı tavsiye ederim... Belki farkedersiniz...
-
True furkan
Hımmm... Evet kontrol ettim... Kur'an hakkında bilgisi varmış o arkadaşımın ama kendi kafasına göre bir yöntem bulmuş ve ona göre ele almış Kur'an-ı... Hala daha o yöntemin nasıl bişey olduğunu çözmeye çalışıyorum... Diyelim ki bi yazınızda, sayfanın başında "Beyaz" dediniz, sonunda "Siyah" dediniz, almış bu ikisini "Aha Bakın Çelişki İşte" diye yazmış... Komik... Neyse, beni zaten bu açıdan bi bakış ilgilendirmiyor, sadece doğru bi yaklaşım değil, onu söylemek istedim... Saygılarımla...
-
Kuran'ın bir masal kitabından ne farkı var?
E işte bak bunu alkışlamamak elde değil...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Bakın Din adına yapılan öldürmeleri savunacak bir mantıkda değilim. Kaldı ki zaten bu tür katliamların karşısındayım. Ama bakın, Tarih okuyanlar bilirler, tarih için sabit bir gerçektir: Toplumsal tüm olaylar, savaşlar, kurulan ve yıkılan devletler, isyanlar, anarşiler vs hepsi Ekonomik devinimlerin, çalkantıların bir sonucudur. Din hiç bir zaman toplumları bu şekilde yönlendirici değildir. Ne Hıristiyanların Haçlı seferleri, ne Osmanlının Cihatları, ne Talibanın Teröristliği, ne İsrail'in bir din devleti olarak kurulması... Hiç biri Dinsel yapılarından dolayı gerçekleşmemiş, tamamen toplumsal ve ekonomik nedenlerle gerçekleşmiştir. Din her zaman sosyal ogu ve olaylarda "Ekonomik Sebepler" ve "Siyasi Sebepler"den sonra, en son sırada gelmiştir ve o da insanları, Milliyetçiliğin politik olarak var olmadığı dönemlerde bir taraf olarak tutmak üzere kullanılmaktan öteye gidememiştir. Din her zaman toplumsal olgu ve olaylarda kullanılan bir objedir, etken olması, onun kullanılmasındandır. Buradaki kullanılmak "din zaten o yapıya uygun, elverişli... e onlarda o yönde kullanıyorlar" şeklinde algılanmasın. Din değiştirilmek üzere kullanılıyor. Bende zaten bu yüzden Laikliğe inandığım kadar hiç bir sisteme inanmıyorum... Bakın mesela Salazar'ın "3F" olarak adlandırdığı "Halkı Uyutma Projesi" vardır. Açılımı: "Futbol, Fado, Fiesta" olarak Türkçeye tercüme edilir ama aslında bu "3F"nin üçüncüsü "Fatima"dır. Diğer ikisi ayan beyan zaten sevilir olduğu için, Türkiye'de de bu sistemin uygulandığı farkedilmesin diye, nedense "Fiesta=uyku sersemliği, öğle uykusu" olarak değiştirilmiştir. Nedir bu "Fatima" peki? Fatima, Amerikancı Diktatör Salazar'ın, ülkesi Portekizde Halkı Uyutmak için kullandığı 3 F'nin üçünsünü uygulamak için seçtiği simgedir. Portekizdeki "Fatima" şehrinden adını alır ve bu formülün içeriği "Din Eğitimi"dir. Yani insanlar ellerine din kitabını alır, sadece onu okur ve dünyaya sadece o gözle bakarlar... Koyun sürüsü üretme politikasıdır ve Amerikan güdümlü bir sistemdir. Niye Türkiye'de bu üçüncü isim değiştirilmiştir peki? Bize niye Fiesta diye öğretilmiştir? Bunun nedenini, 1980darbesinden sonra ülkemizde Apolitik gençlik üretme sürecinde mantar gibi çoğalan İmam-Hatip liselerini ve Kur'an Kurslarını incelerseniz çok çok iyi anlarsınız. Futbolla insanlar Türkiye'de uyutuluyor mu? evet... Fado, bizdeki Arabesk kültürü gibi bir müzik türü Portekizde ve insanlar aynı şekilde Arabeskle Türkiye'de uyutuldu mu? evet... Fatima ise bizdeki "Arka Bahçe" yani İmam-Hatip'in karşılığı, insanlar yine uyutuluyor mu? evet... Peki bunlar ABD güdümüyle mi yapılıyor? evet... O "Geri" olarak saydığınız ülkeler bilmem kaç yıldır ABD'nin kölesi mi? mesela okuma oranının %10olduğunu bildiğim (ki sanırım siz gitmişsiniz BrainSlapper Arabistan'a) Arabistan'ın petrol gelirinin %51i ABD şirketlerinin değil mi? evet... Yani bu Evetler bitmez, ben özete geleyim... Bahsettiğiniz toplumların geri kalmasının tek nedeni "Sömürgecilik"tir... Sömürgecilik tarihininde yada Orientalizm denilen "Doğu Bilim"nde bunu görmemenize imkan yok... Orientalizm denen kımıl zararlısı da budur zaten... Bu dal, tamamen "Ajan Üretmek" için üretilmiş bir alandır. Yani "Doğu toplumları neden geridir?= cevap: İslam" olay bu kadar yüzeysel değil yani. Geri bırakılmışlığın temel bir nedeni var... Niye japonya bundan daha 100-150yıl öncesine kadar son derece kapalı ve katı bir toplumken, adaya ayak basan yabancılara tahammül bile edemez, öldürürken teknolojide son derece ileri gittiler? Dinleri yüzünden mi? Hayır? nedeni bulundukları konumun dünya siyasetinde önem arzetmemesinden... Yada Amerika nasıl bu kadar güçlenip ileri gitti? Bildiğiniz gibi ADB'nin iç eyaletlerinde hala dünyanın düz olduğuna inanan insanlar yaşıyomuş yapılan araştırmalara göre, hatta TVlerde bile çıktı, insanların çoğunluğu koyu bir şekilde hıristiyan ve bir çok yeniliğe karşılar, hep TV'lerde yayınlandı bunlar? Peki ABD niye bu kadar ileri? demek ki Din ile alakalı değil, Etkin olmakla alakalı... Oyun oynanan değil, oyunu oynayan olmakla alakalı... arkadaşım, söylediklerin ilk bakışta güzel gibi gelebilir de, kusura bakma, öyle olduğuna zerre kadar inanmıyorum ama, bana Misyoner bi kaç kişinin söylemlerinin aynısı gibi geldi bana bu söylediklerin. Bakın burada Benim dini kimliğim, dediğiniz gibi önemli değil. Zaten bırakın benim kendimi Müslüman saymama, bu söylediklerimi aleni söylesem, Müslümanlar! beni belkide Müslüman saymayacaklar... Ama bakın burada asıl önemli olan "İslam"ı nasıl anladığınızdır. Siz burada Peygamberleri yadsıyorsunuz mesela, diyorsunuz ki "Allah Tarafından Gönderilmemişlerdir". Bende zaten "Gönderilme"ye inanmıyorum, Seçilmeye inanıyorum. Bakın sırf peygamberler değil, seçilmiş olmak öyle Matrix'teki gib Neo'nunki gibi bişey de değil. Yani peygamberlerde dahil bu isimlerini saydığınız insanlar ve hatta M. Kemal'de dahil, hepsi Hayatın Ne Olduğunu çözebilmiş olmaktan dolayı seçilmiş olmaktadırlar. Bence tüm bu adamlar neyin ne olduğunu çok iyi idrak etmişler. Ve biri diğerinin sadece yol göstericisi olmuş, herkes yolunu kendisi idrak etmiş ondan sonra... O kimselerin Peygamber olması, diğerlerinin Evliya olması bundan geliyor. peki "İslam" nedir? size İslam, "geri kalmış toplumlar yaratma amaçlı ilan edilmiş din, beyin yıkama enstitüsü" olarak gelebilir ve gerçeğe aymakla "İslam" olmanın arasına çizgi çekmiş olabilirsiniz ama bana göre İslam, Tanrı'ya Teslim Olmaktır. Ad manasıda budur zaten... Yaratıcıyı Bilmektir... Herşeyin nedeninin O olduğunu bilmektir. Herkesin özünde O'nun var olduğunu bilmektir. İliğinize kadar O'nun varlığını şah damarınızdan öte içinizde, daha doğrusu varlığınızda O'nun mevcut olduğunu bilmektir. Hakk olduğunuzu bilmektir İslam... En temel ve kısaca manası ile İslam: Benlik dağını delip, ona ulaşmak arzusu ile yanıp tutuşmak, Herşeyde var olan Tanrı'ya kendinizi adamanız yani teslim olmanızdır. Bakın bu adanmışlık gözü kapalı savaşa giden cengaverleri anımsatmasın size... Kendinizi Tanrı'ya adamanız, herşeyin özünde O'nun olduğunu bilmenizdir. Bakın bunu sadece Kur'an-ı okuyarak, sadece Hadisleri okuyarak yada diğer Din kitaplarını okuyarak anlayamazsınız, bu içinizde yanan bir alevdir ve yandımı sönmez... Bence İslam budur... ha siz buna bir isim bulursunuz yada dersiniz ki "Kardeşim sen İslam değilsin"... diyebilirsiniz, amenna... Ama ben bırakın Kur'an-ı, diğer kitapları okuduğumda da bunu görüyorum... Diyorum ya, Tek bir Gerçek var, sadece hepimiz bunu farklı algılıyoruz... Başlangıçtan beri Tek bir din var, bugüne kadar farklılaşmış tüm dinlerde aslında aynı şeyi söylüyor, sadece görebilene... Bak mesela, ne demiş Yunus Emre: "Sen Sana Ne Sanırsan, Ayruğa'da O'nu San, Dört Kitabın Manası Budur, Eğer Var İse.". Sen bedeninden ayrı mısın? değilsin... E o zaman ayrı/gayrı'yı niye O'ndan ayrı olarak görüyosun ki? Sen sende birsen, senle birlikte herşey de O'nda bir... Dört kitabın manasıda bu zaten, tabi eğer varsa, yani sen görebiliyorsan... Bunu idrak edebilirsen, o kutsal kitapların aslında ne olduğunu da görürsünüz... Ben işin doğrusu Kur'an-dır demedim, hatta şun söyleyeyim, Kur'an-ı ben İncil ve Tevrat'ı okuduktan ancak sonra okudum... Ve ben farkettim ki ne bir başkası doğru anlıyor bu kitapları, ne de bir başkası yanlış anlıyor... Bakın, siz neyi arıyorsanız O'sunuzdur... Ben Kur'an-da ve diğer kitaplarda Tanrı'yı aradım... Bence siz yada bir başkası Kur'an-ı yanlış anlıyor değilsiniz ama doğru anlıyorda değiliz... Sadece farklı anlıyoruz... O insanlar, başlarındakiler onların Kur'an-dan ne anlamalarını istiyorlarsa, onu anlıyorlar... Daha ötesi değil... Ben Kur'an-a baktığımda sizin baktığınız şeye bakıyorum ama sizin gördüğünüzü görmüyorum. Bakmakla Görmek arasında fark vardır. Ben hiç bir şeyin Tanrı'dan ayrı olarak göremiyorum... Ne sizin bildiklerinizi ve söylediklerinizi, ne de bir başkasının... Bu yüzden Tanrı'nın varlığını içimde hissediyorum. Bu belkide çok manasız bir tanım kimilerine göre, çünkü bu his anlatılamıyo, bireysel... Kısaca Huzur diyelim biz buna... Ve bu Huzur bana İslam adını verdiriyo... Ben o adlarını saydığımız kişilere bakınca İslam'ı görüyorum, İslam'a baktıkça da o kişileri daha çok anlıyorum... Ha siz bunu bu şekilde yaşamıyor olabilirsiniz, bilemem. Hislerinize yanlışta diyemem ama Eğer dünyayı o insanlar gibi algılıyorsanız, aynen o insanlar gibi düşünüyorsanız, sanıyorum ki aynı şeyleri düşünüyoruz... Sadece isim değişikliği var o kadar... Ama şunu söyleyeyim, benim içinde benim inancımın nasıl nitelendirildiği, hangi ismin verildiği umrumda değil... Kimin benim inancımı ne olarak adlandırdığı umrumda değil... O adamlar gibi ben diyorum ki "Tanrı'ya Teslim Oldum", yani İslam'ım... Taslim olmak tabii ki "Doğmatik Bilgileri Eleştirmeden Kabul Etmek" demek değil... Teslim Olmak, her şeyin özünde O'nun var olduğuna inanmak demek... Saygılarımla...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Beraber araştıralım sevgili arkadaşım. İslam Dünyası ne kadr alim çıkarmış, bunları beraber araştıralım... Ayrıca Bakın o Balistik hesaplamaları Fatih'in kendisinin yaptığı çok açıktır zaten. Ayrıca bu yüzden Anadolu Hisarını ördürmüştür. Topların menzillerini hesaplamış, döktürmüş ve boğazın en uygun yerine, Rumeli Hisarının karşısına lurdurmuş ve toplarla boğazı kapattırmıştır. Toplar çabuk soğumadığı için kullanımları arasında zaman aralığı oluyordu ve bu yüzdende açılan gedikler Bizanslılarca kapatılıyordu. O da bunu önlemek için topları yağ ile soğutma tekniğini icat etmiştir. Top atışları sıklaşmıştır. Ayrıca Hocası Akşemseddin'i komutan olarak atamış ve onun kurduğu taktik üzerinden savaş ilerlemiştir. Akşemseddin Fatih'in hocasıdır ve Din alimidir. Bu adamlara niçin Müslüman demekte direniyorum? Çünkü o adamlar kendileri söylüyor Müslüman olduklarını. Fatih'in namaz kılması, Kur'an-ı okuması boşuna değildir. İbn-i Sina'nın, Mevlana'nın, Yunus Emre'nin, Ahmed Yesevi'nin, Hallac-ı Mansur'un Müslümanlığı, kendilerinden geliyor, benim söylememle Müslüman değiller. Yani bakın şimdi, Hallac-ı Mansur'u, Nesimi'yi "Ene'l Hakk" dedi diye idam eden Cahil toplumu bana "İslamdırlar" diyerek Referans olarak gösteriyorsunuz. Ya bırakın bunları, bırakın o adamlar yanlışlarının içinde kalsınlar. Onların İslamı nasıl anladığı değil, sizin İslam'dan ne anladığınız önemli. Mevlan, Yunus, Taptuk Emre vs, hiç biri dememiş "Ulan bütün herkes İslam'ı bu şekilde anlıyor, demek ki İslam buymuş!!!" diye... Böyle bir mantık yok çünkü... Ben kafama göre bir İslam yaratmıyorum ve beni bu şekilde de itham edemezsiniz. Asıl özgür olması gereken sizsiniz. Çünkü ne kadar Özgür olduğunuzu iddia etsenizde, ne kadar Müslüman olmasanızda, İslama o itham ettiğiniz Müslümanların gözünden başka bir şekilde bakamıyorsunuz. O adamlar diyor ki "Eve TV sokmayın, İslam bunu söylüyor" sizde o adama bakarak "Aha işte evine Tv sokmayın dedi, islam böyle söylüyor"... o adam diyor ki "Bilim şeytan işidir, yapmayın, islama aykırıdır", siz o adama bakarak diyorsunuz ki "Aha, bilim şeytan işi dedi, demek ki İslam böyle diyor"... Bu mu özgürlük? Siz İslamı bu şekilde mi anlayabiliyorsunuz? Ben ise bakın, onların gördüklerinden çok daha başka bir açıdan, onlara sizin gibi yem olmadan anlamaya çalışıyorum İslam'ı... Hangimiz daha özgür acaba? Önyargıları olan siz mi, yoksa herkesten önce kendi algılarına güvenen ben mi? Emin olun benim de aklımda Kutsal Cüppe, Kutsal Sarık, Sakalın Kutsallığı gibi tasavvurlar yok. Kutsal olarak saydığım tek yön, kişinin kendisine yani Hakk'a yönelmesidir. Kutsal bildiğim tek kitap Evrendir. Kutsal bildiğim tek Dua herşeyin Tanrının kelimesi olduğuna olan inancımdır... Emin olun o isimlerini saydığım Müslümanlarda buna inanıyorlardı. İslam'a puan kazandırmak gibi bir derdim yok, kaldı ki İslam'ı yada herhangi bir dini savunmak gibi bir gereklilik görmüyorum. Ben sadece haksız nitelemeleri açıklamaya çalışıyorum. Haksız ithamlarda bulunmazsanız, İslamı savunuyorum gibi bir izlenim doğmaz sizde... Ben sadece İslam'dan ne anladığımı anlatıyorum, İslam'a puan kazandırma çabam niye olsun ki? Yani İslam ortada duruyor, ben niye kafamdan zoraki bir İslam yaratıp, onu ona uydurayım. Öyle yapcak olsam yeni bi İnanç akımı çıkarırım, niye 1400yıl önce çıkmış bir inanca yükleyeyim ki bildiklerimi değil mi? Yani merak etmeyin, ben İslama puan kazandırmak, yada aklımdaki ideale İslamı uydurmak gibi bir çabada değilim... Benim bildiklerim, gördüklerim beni bağlar... Siz başkalarının gözünden bakıyor olabilirsiniz, ben herkesin görüşüne, inancına ve bilgisine saygı duyarım, bunu her zaman söylüyorum ama beni ilgilendiren sadece benim dünyayı nasıl gördüğümdür... Çünkü neyi arıyorsanız, O'sunuzdur... Sokağa çıktığımda söyleyecek olduklarımı kimsenin anlamaması yada beni suçlamaları umrumda bile değil. Kimin neye inandığıda umrumda bile değil. Hallac bu uğurda ölmedi mi? Niye ölürken sözünden bir adım bile geri dönmedi? Hırs yaptığı için mi? Şahadet getirse affedilirdi, dine dönmüş kabul edilirdi ama dönmedi, niye? Çünkü adam zaten ölmeden önce ölmüştü... Yani Hakk'ı bulmuştu. Okuyun her yazdığını, yazan acaba o muydu? Yazana değil, yazdırana bak, yapana değil yaptırana bak derler bizde... Bakın arkadaşım, siz bişeyin ucunda tutmuşsunuz ama emin olun ki inançlarla uğraşmak bunun bi parçası değil... Bırakın herkesin İslam'dan ne anladığını, bırakın herkesin İslam'a ne mana yüklediğini, bırakın herkesin İslam'ı nasıl yaşadığını. Önemli olan sizin İslama ne mana yüklediğiniz, İslam'dan ne anladığınız ve İslam'ı nasıl yaşadığınız. Ben Şii değilim ama Şiileri tanırım, ama onların İslamı nasıl yaşadığı ilgilendirmiyor beni. vahhabilerin 1400yıl öncesi gibi yaşama arzuları beni ilgilendirmiyor. Sünnilerin imamlarınca Arapçılık fikriyle içiçe yaşamaları beni ilgilendirmiyor. Anne Babamın bile İslam'ı nasıl anlayıp yaşadıkları beni ilgilendirmiyor... Ben nasıl anlıyorsam, nasıl yaşıyorsam, vicdanım nasıl rahatsa İslam benim için O'dur ve ben Oyumdur... Ama siz diğerleri İslama nasıl bakıyorsa öyle sanıyorsunuz ve o insanlar sizi nasıl görüyorsa, siz osunuz... Siz şekillendirenler o diğer müslümanlar, ne yazıkki kendiniz değil... Saygılarımla...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Bakın, gördüğüm kadarıyla, nedense Bilimle uğraşanları yada böyle çabaları olanlar hep İslam Dışı tutma eğilimindesiniz. Ömer Hayyam'ı İslam dışı göstermeye çalışmışsınız ama bence tamda İslam'ın içnde olduğunu örnekleyen kanıtlar sunmuşsunuz. Bildiğiniz gibi Nesimi ve Hallac-ı Mansur'da Ömer Hayyam'ın rubaileri ile birebir aynı anlamı taşıyan fikirler söylemişlerdir ve onlarda, hemde Sıradan Müslümanlarca "Kafir" olarak adlandırılıp, idam edilmişlerdir. En açık söyleyişleri "Ene'l Hakk"tır mesela, bunu söyledikleri için idam edilmişlerdir. Ancak dikkat edin, Ahmed Yesevi, Hallac-ı Mansur'un bu söyleşini duyduktansonra demiştir ki "Doğru demiş"... Ve dikkat edin, tüm hepsinin İslam inancı Ömer Hayyam ile aynı doğrultudadır. Yine bunları destekleyen önemli bir İslam Alimi ise 6 ciltlik Mesnevi'yi yazan Mevlanadır. Oda yine herşeyi ve varlığın nedenini aynı şekilde açıklamıştır. Gerçek Hacc'ı, insanın kendisine yönelmesi olduğunu savunmuşlardır. "Eğer gerçeği arar isen, kendinde bulursun, Kabe'de, Hacc'da değil"... Yine Yunus Emre, Mesneviyi okuyunca şöyle demiştir: "Mevlana doğru demiş ama uzatmış, ben olsam derdim ki: Ete Kemiğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm.". Ayrıva, Yine sizin altını çizdiğiniz şekilde Yunus'un da deyişi vardır "Cennet cennet dedikleri, bir köş ile bir kaç huri. Sen isteyene onu ver, bana seni gerek seni" demiştir. Gerçi sizin kişisel İslam karşıtlığınız, daha doğrusu önyargınız, bunları direkt olarak "Müslüman değillerdi" yargısına götürüyor ama mesela bize komedyen olarak tanıtılan Nasreddin Hoca'da evliyadır ve söyledikleri kesinlikle Ömer Hayyam'dan farklı değildir. Kaldı ki, Fatih Sultan Mehmed'i "Hıristiyan" veya "Dinsizlik" ile itham etmişsiniz, bugün "Melamilik" denilen yolda, Fatih Sultan Mehmed bir evliya olarak anılır. Kendisi Akşemseddin'in öğrencisidir ve İstanbul'u fethinde Akşemseddin'i komutan olarak görevlendirmiş ve onun tavsiyelerine uymuştur, kaldı ki Akşemseddin'de yine Evliya kimselerdendir. Fatih'in Akşemseddin'e olan hürmeti ve saygısı su götürmez bir gerçektir ve Fatih'in Kur'an-ı Kerim'i ezbere bildiği, hemde Arapçayı iyi bildiği için anlayarak okuduğu zaten bilinir. Bu yüzden Fatih'in Ömer Hayyam'dan, Şeyh Edebali'den, Mevlana'dan, Yunus Emre'den, Ahmed Yesevi'den, Hallac-ı Mansur'dan vs vs farklı davranmasını bekleyemezsiniz. Bu insanlarda katı, yobaz ve hoşgörüsüz olmamışlardır. İslamdan neyi anlıyorlarsa O olmuşlardır. Ama siz bence önyargılarınızı atmalısınız. Nasıl ki Bir çok Müslüman "Doğma"larını aşamıyorsa, sizinde doğmalarınız var: "İlamiyet Kötüdür" "Çok Akıllı kimseler Müslümana olamaz" "Bilimle müslümanlık bir arada olamaz".... yani imalarınızı buraya teker teker almaya gerek yok ama emin olun sizin görebildiğiniz İslam ile bugün avamca savunulan İslam arasında hiç bir fark yok. Yani siz İslam'ı tanıdığınızı söylüyorsunuz ama ne siz nede bir çok Müslüman tanıyabilmiş değil. Ya bi kere Şiilere "Takıyyeci" diyen, "Mutezile"ye bilmem ne diyen, "Enel'l Hakk" diyen adamın öldürülmesini tasvip eden, Emevileri ve onların ortaya attırdığı mezhepleri İslam sanan kimseye Müslüman denebilir mi? Hoşgörüsü olmayan adama Müslüman denebilir mi? Yabence çok fazla öngörüye sahibiz ve Doğmalarımızı kırmalıyız, Eleştirilemez, sorgulanamaz diye bildiğimiz Dini bilgilerin "Evliya" olarak kabul ettiğimiz insanlarca bile sorgulandığını bilmeliyiz. Emin olun, Müslümanların sorgulamaktan korktuğu, şirke düşerim deyip sorgulayamadığı tüm her şey, Kur'an-ı bile Ömer Hayyam'dan tutun, Fatih Sultan Mehmed'e kadar tümevliyalar sorgulamış ve en sonunda anlamışlar ve o yüzden Evliya olabilmişlerdir. Ama nedense bazılar tarafından bu adamlar ya "Deist", ya "Agnostist", ya "Hırisitan", ya "Dinsiz" yada en azında Müslüman olmamaklıkla itham ediliyor. Niye? Çünkü onlara Müslüman demek işlerine gelmiyor... Onlara göre Müslümanlar sadece Arapçılıkı savunan kimselerdir, cahil, yobaz ve bilmez kimselerdir. Oysa İslam ne bugün halkta gördüğünüz dindir, nede bildiğinizi sandığınız... Hazerfen'in Müslüman olmadığının kanıtı mıdır bu? Hazerfen "Bu adam Allah'a karşı geliyor" diyerek sürgün edilmemiştir. Bizzat 4üncü Murat, bunu yapan adam, herşeyi yapar, halkı arkasına alır diyerek göndermiştir. Zira o dönemin tarihsel yapısına bakarsanız Osmanlı yönetiminin halk ayaklanmalarından bezdiğini, artık halk tarafında sevilebilecek, önder olarak tanınabilecek insanlara tahammül edemediğini görürsünüz. Ha eğer aksini iddia ediyorsanız, o şeyhülislam'ın adını, o fetvanın bulunduğu vesikayı, arşivi ve bu bilgileri edindiğiniz kaynağı belirtiniz. Bu şekilde yorum yapmanız pek sağlıklı bir yorum değil... Merak etmeyin, topu kimlerin döktüğünün bilgisi Fatih'in büyüklüğüne gölge düşürmüyor. Tarihçiler o topları kimin döktüğünü biliyor. Ama asıl bilinmesi gereken, o topların Balistiğini, Eğiini, Ağırlığını, Çapını, Uzunluğunu, Yükselişini vs vs gibi hesaplamaları kimin yaptığıdır. Bu hesaplamaları Bizzat Fatih yapmıştır. o topları o adamlara döktürmesinin nedeni ise, o kimselerin bu işin ehli olmaları ve Fatih'in istediği şekilde topları dökebilecek kadar zeki ve yetenekli olmalarındandır. Topları kimin döktüğü bilindiği gibi nasıl döküleceğinin hesaplarını kimin yaptığıda bilinmektedir hiç kaygınız olmasın... Fatih dini önemsememiş demek yanlıştır ayrıca. Fatih dini, Yunus, Mevlana, Hallac-ı Mansur gibi "Kişisel" olarak algılamıştır. Ancak Osmanlının bir Şeyhülislam bulundurma geleneğinden dolayı bu geleneğe de sabit kalmıştır. Dine aykırı davranmamıştır. Resim Çizmek günah değildir, sadece Hz. Muhammed'çe, Arap halı henüz putperestliği unutmamışken yeniden dönmesin diye bir dönem için yasaklanmıştır. aynı nedenden dolayı mezar ziyareti de yasaklanmıştı. Fatih artık doğma haline getirilmiş bu yasakları kırmanın zamanının geldiğini düşünmüştür. Kaldı ki zaten o dönemde dahi Hz. Muhammed'in minyatürleri yapılmakta idi. Bu İslam olmamakla alakalı değildir. Bugün Vahabi denen cahil kütlesi, Hz. Muhammed zamanındaki gibi yaşamak hasretiyle mezar ziyaretlerine gitmezler mesela. Bu İslam'dan mı kaynaklanmakta, Vahabilerin düşünememelerinden mi? Yani yapmayın, Yanlış anlaşılan İslama bakarak İslamı anlayan insanları "İslam Değildir" diyerek niteliyorsunuz... İşte dediğiniz gibi, o Cüppeli hocanın uydurmaları, İslam'ın saçmalığı değil... Ne Taliban temsil etmektedir İslam'ı ne de Ladin, ne de Cüppeli hoca. Bu hocalık, şeyhlik falan hep zaten rant peşinde koşmaktan başka bişey değildir. Bizim burda bile Hoca Efendi dene bi dolandırıcı var, adamın beş parası yoktu, şimdi ömrünüzce sahip olamıcanız villası var adamın... Hemde çalışmadan... Niye? Çünkü bu adamlar sahtekar... İnsanların dini duygularını sömürüyorlar. İslam'ı kullanıyorlar. E İslam'ın suçu ne bunda? CHP, Atatürk'ü kullanıyor, Tayyip "Gaflet, Dalalet ve Hatta Hıyanet" içinde bulunmasına rağmen hala Atatürkçü olduğunu söyleyebiliyor, Bunda suç Atatürk'ün mü? Hırsızın hiç mi suçu yok... Lütfen arkadaşlar, Tamam eleştirin, hatta eleştirilerinizin arkadasında en başta ben dururum ama haksız yere itham etmeyin... Saygılarımla... Ya bakın, birde şu var... Konu'nun başlığı ne? "Kur'an Bilimi Teşvik Eder...". Yani bu konuyu açan insan yada bu görüşü savunan insanlar demek ki Bilim'in İşleyişine (dikkat edin "Blim", "Evrim'e İnanmak" yada "Allah'ın Yok Olduğunu İspatlamak" olarak algılanmamalı bırada) inanıyorlar demek ki... E Ateist, Deist yada Agnostist arkadaşlareımızda inanıyor buna... Bilim'in olması gerektiğine, değil mi? E anlamadığım şu: Niye bu arkadaşlar bardağın dolu tarafından değilde, boş tarafından bakıyorlar. Yani, madem Müslümanlığın, Bilim'e karşı olduğunu savunuyorsunuz (ki kesinlikle karşı değil), Müslüman olduğu halde Bilim'i savunan insanı kucaklamanız gerekmez mi? Ama siz hala "Sen Müslümansın, ne Anlarsın ki?" edasıyla araya duvar örüyosunuz. Oysa ki Bilim'in savunucuları olarak, en başta sizin savunmanız gereken şey "Diyalektik"tir. Ama siz nedense Bilim'i ne pahasına olursa olsun savunuyorsunuz ama bilimin temel kuralına inanmıyorsunuz. Müslümanların Diyelektik açıdan bir yararları dokunacağına inanmıyorsunuz ve kendi bilginizden başka hiç bir bilgiye değer vermiyorsunuz gibi bir imaj yaratıyorsunuz. Her bilgi değerlidir ve öğrenilmeye değerdir oysa... Saygılar...
-
Kuran'ın bir masal kitabından ne farkı var?
Peki, niye düşmanlığınız var? Sadece İslam olarak algılamayın, niye Dinlere Düşmanlığınız var? Sizin bu düşmanlığınız karşısında İnananlarında "Ateizm"e yada "Deizm"e "Agnostiszm"e düşmanlık beslemesini kaçınılmaz yapmıyor mu sizce? Araya duvar örmek yerine, o duvarları kaldırmaya çalışmak daha iyi gelir gibime geliyor... Nede olsa hiç birimiz gerçeği her yönüyle ve tam olarak öğrenemiyoruz... Saygılarımla...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Ekleme yapmak istiyorum, Çok Bilinmeyenli denklemlerdeki x bilinmeyeni yine İslam dünyasında batı'ya geçmiştir. Yani tek, iki ve çok bilinmeyenli denklemler İslam dünyasından batıya geçmiştir. Bu nasıl olmuştur peki? İslam dünyasına Ömer Hayyam ile giren Bilinmeyenli denklemlerde bu X'i nitelemek için Ömer Hayyam bu bilinmeyen "Şey" demiştir. Oradan bu bilgi, Endülüsler aracılığı ile İspanyaya geçmiştir. İspanyolcada "Ş" harfi olmadığı için, İspanyollar bu harfin yerine aynı sesi veren "X" harfini kullanmışlar ve bilinmeyene "Xay" demişlerdir. Bilirsiniz, mesela "Xavier" adı "Şaviye" diye telaffuz edilir İspanyollarca. İşte daha sonra "X" ve "Y" bilinmeyenleri buradan türemiştir... Bundan başka, Kanat takarak uçan ve insanların niçin uçamayacağını, insan cesetleri inceleyerek tesbit eden ilk insan Hazerfen Ahmet Çelebi'dir. Mimar Sinan'ın eserleri Jponya'dan Amerika'ya kadar hala en önemli mimari eserler olarak tanınır. Nasrettin Hoca'nın (Kendisi Müslüman bir Evliyadır) kişiiği ve kimliği diğer ülkelere kadar taşınmış ve örnek teşkil etmiş hatta heykelleri dahi dikilmiştir. Mevlana ve Yunus aradan yüzyıllar geçmesine rağmen hala "İnsanlık" ve "Hoşgörü" anlayışını temsil etmektedirler ve kaynaklarını İslam'dan alır bu Evliyalar. Matebatikle ilgilenenler "Cebir"in nasıl bir ilim olduğunu bilirler. İslam dünyasında keşfedilmiştir ve en önemli temsilcisi Cafer es-Sadık'tır. Kendisi Hz. Muhammed soyundan gelir ve Şiiliğin Caferilik kolunun İmamıdır. İbn-i Haldun ise Avrupalılarca bile Sosyoloji'nin babası olarak bilinir... Fatih Sultan Mehmet, döktürdüğü topların balistiğini bizzat kendi ölçmüş ve aynı oranlarda en büyük topları döktürerek Balistik Biliminin öncüsü olmuştur, ama bu pek bilinmez nedense... Bunlar gibi daha yüzlerce örnekler vardır. Ali Kuşçu vs vs vs... Müslümanların "Bilim" yapamadığını söylemek çok yanlış ve çok eksik bir bilgidir. Zira Farsi bir gazetecinin, Batının kibirli Zihniyeti ile İslam dünyasını "Geri" olarak niteleyen bir adama verdiği şu cevap, taşı tamda gediğine koymaktadır aslında: Avrupalılar birbirlerini öldürürlerken, biz İran'da Satranç oynuyorduk... Multi arkadaşım, verdiğin bilgiler için çok sağol... Bu bilgiyi vermesine neden olan BrainSlapper arkadaşım, sende eleştiri çaban için çok sağol. Yoksa pekte bu bilgileri edinecek halim yoktu ne yazık ki , tabi doğruluğunu yeniden araştırmak gerek emin olmak için.
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Nasıl yani? İnanç'ın ispatlanamaz soyut kavramlarla ilgilendiği konusunda mutabıktık değil mi? Soyut kavramken "Somutlaşan" bir Somut bir kavram gösterir misiniz? Yada Mitokondri Soyutken somutlaşmış mıdır? Melek falan Somutlaşmış mıdır? İlginç... Bilim var olanı yani zaten Somut olanı inceler... Soyut olanı Somutlaştırma eğilimde değildir. En azından ben bunu böyle biliyorum... Cin, Şeytan, Melek falan gibi Soyut kavramları yada Vicdan, Huzur, Sevgi, Aşk gibi Soyut kavramları Somutlaştırmaya çalışmaz... Zaten Somut olan, Var olan Atom, Hücre vs gibi Materyalleri inceler... İsterseniz daha fazla zorlamayın... Bilim, Somut Materyallerle ilgilenir; İnanç Soyut Kavramlarla... Soyut: 1 -Soyutlama ile elde edilen, varlığı ancak eşyada (Maddede) gerçekleşen, mücerret, abstre, "somut" karşıtı. 2 -Anlaşılması, kavranılması güç. Somut: 1 -Beş duyudan biri ya da bir kaçıyla gerçekliği algılanabilen, müşahhas, konkre, soyut karşıtı. Taş, su, hava somut birer varlıktır. 2 -Soyuta karşı olan, doğrudan gerçeğe yönelen. Bilim: 1 -Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim. Felsefe: 1 -Varlık, evren, insan ve bilgiyle ilgili düşüncelerin bütünü. 2 -Bir bilimin ya da bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü. Tarih felsefesi. Hukuk felsefesi. 3 -Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi. Sokrates felsefesi. 4 -Evreni, dünyayı, yaşamı yorumlama biçimi, dünya görüşü, ideoloji. 5 -Bir konuda soyut düşünüş. Felsefe yapma! Melek: Tanrı ile insan arasında aracılık yaptığına ve nurdan olduğuna inanılan tinsel varlık. Sezgi: 1 -Sezme yeteneği, feraset. 2 -Gerçeğin deneye ya da usa vurmadan, doğrudan doğruya kavranması. Sezgicilik: Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı. Biliş: 1 -Canlının, bir nesne ya da olayın varlığına ilişkin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf. 2 -Bildik, tanıdık, dost. ----------------------------------------------------------------- Bilimin Kapsamı: Bilim temel olarak ikiye ayrılmaktadır: 1. Bilmektir: Eşya ve olaylar arasında varolan ilişkiler sistematiğine ilişkin bilinmesi gereken şeylerin hepsine bilim denir. Buna göre Alim (bilim adamı) cahil olmayan kimse demektir. Bu anlamda matematik, ahlak, dilbilgisi, ekoloji (çevre bilimi), astronomi, iktisat hepsi de bilimdir. Bunlardan birini veya birkaçını bilene alim ya da bilim adamı denir. İngilizce'de Knowledge, Fransızca'da Connaissance bu anlamda bilimin karşılığıdır. 2. Doğrudan duyumlar ve deney yoluyla elde edilen bilgiler bilimin ikinci anlamını oluşturmaktadır: Bu yönüyle bilim, doğrudan deney yoluyla elde edilemeyen bütün bilgilerin karşısındadır. Metafizik (mutlak varlıkla ilgili olayların bilgisi), ahlak (iyinin ve kötünün bilgisi), irfan (kişisel ve içsel deneyimlerin bilgisi), mantık ve metodoloji bilimin dışındadır. Bilimin bu anlamı dikkate alındığı zaman Fransızca ve İngilizce'deki karşılığı science dir. Kaynak: vikipedi'dir ---------------------------------------------------------------- Nörobiyolojik Yaklaşım: Sinir isisteminin davranış, duygu ve düşünceleri anlamada önemli rol oynadığını öne sürer. Beyin incelemelerinin ağırlık kazandığı bu yaklaşım biyoloji ve tıp alanına yakın bir psikoloji yaklaşımıdır. (Gelişim ve Öğrenme : Prof. Hasan Bacanlı, sf15), Ayrıca bakınız: gata’nın resmi sitesinden "DahiliBilimler" alt bölümünün "ÇocukRuh" adlı alt bölümünde "Neurobiyoloji" adı ile ve ilgili olarak yazılmış diğer makalelerden faydalanabilirsiniz, gerekli bilgileri içermektedir. Zeka'nın işleyişi yada kapasitesi ile ilgili "Kalıtımın Zeka'ya Etkisi" adı ile yaptığınız araştırmalardan verimli bir sonuç elde edebilirsiniz... ------------------------------------------------------------------- Benden de Sevgiler ve Saygılar...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Sorabiliyorum, ama tabi vereceğimiz cevaplar, algılarımıza göre değişecektir. Siz İbrahim'in sınanmadığına, karısı Sare'nin ihtirasında kalarak oğlunu kesmeye götürdüğüne ama orada da oğluna kıyamayıp koç bahanesini uydurduğuna inanabilirsiniz. Çünkü İbrahimin yanında, olaya şahitlik yapacak hiç kimse yoktur ve oğlu'da kesilmemek için bu yalana ortak olmuş olabilir. Bu İnanmadığnız sürece son derece mantıklı bir açıklamadır. Ama İnanan insan olayın entrika yada ihtiras boyutuna bakmıyor. Bakın bu yorum bile son derece örtüşüyor söylediklerinizle, ama diyorum ya inançlı insanlar bu şekilde ele almıyor olayı. Olay Allah'a sadakat olayı olarak algılanıyor. Allah'a verdiği sözü tutabilecek mi? yada Allah uğruna Oğlu'nu kesebilecek mi? E burada da İnanmayanlar şunu sorabilirler: Hem Peygamber olarak gönderip hemde inancını mı sınıyor? diyebilirler. Asıl önemli olan, sonuçta İbrahim'in herşeyden önce bir insan olduğu, hata yapabileceği. Benim açımdan Dünyadaki tek önemli şey İnsanın, Varlığın ve Varlığının Hakk olup olmadığını bilebilmesidir ve Hz. İbrahim, Peygamberlikten öte, aslında bununla sınanmıştır... Yani oradaki seçimi ne olacak? Herşeyi Hakk'tan mı, yani Herşeyin Tanrı ile Bir olduğunu bilebilecek mi, bilemeyecek mi? Musa, Tur dağında; Muhammed'de Miraç'ta bunu idrak etmekle ölçülmüşlerdir. Ayrıca şunu da söylemeliyim ki, "Allah'ın Peygamber Göndermesi" inancı bana abartılı geliyor. Tanrı Peygamberi Seçmiş olmalı, Göndermiş olmalı değil... Burada çok ince bir ayrıntı var bence, çok ince bir yanlış anlaşılma var... Dediğim gibi bu nasıl algıladığına bağlı... Koç/Kurban olayında Olay örgüsünü Tevrat'a ve Kur'an-a dayandırarak şöyle analiz edebilirsiniz, sizin algılarınıza göre: İbrahim'in Sare'den çocuğu olmuyordu. Sare isteyerek, İbrahim'in cariyesi Hacerden Bebek yapmasını tavsiye eder. İbrahim önce istemese de razı olur ve İsmail dünyaya gelir. Ama İsmail 13yaşındayken Sare'den İshak adlı bir çocuğu olur İbrahim'in. Sare bu yüzden artık İsmail'i çekememektedir. İbrahim'de artık Sare'nin ihtirasına yenilerek İsmail'i öldürmeye götürür ama öldüreceği yerde insafa gelerek İsmaili öldürmez ve Kurbanlık koç yalanını uydurur. Zaten daha sonra İsmail yalanı ortaya çıkarmasın diye annesi Hacer ile beraber Kabe'nin olduğu yere sürülür ve ara sıra İbrahim onları ziyarete gider... Sizin için mantıklı gelen bakış budur değil mi? Şu ayrıntıyı yazmak istiyorum, Tevrat, Kurbanlık çocuğun "İshak Peygamber" olduğunu savunur, İsmail değildir Tevrat'a göre kurbanlık... Sizin gibi bakabiliyormuşum demek ki? tabi zamanında... İşinize mi gelmiyor yoksa kalbiniz mi mühürlü ben bunu bilemem... Benim tek bildiğim, herkes farklı anlamlar yüklüyor. Biliyorsunuz ki Renkler görecelidirler. Tek bir gözle baktığınızda, Çift gözünüzle baktığınızdan farklı bir tonda görürsünüz renkleri. Gerçek tektir ama bir gerçeği farklı algılarız... "İşine Gelmediği İçin Siyahı Görmek İstememek": Bence bu pek işe yara bi tanım değil ama. Yani bana mantıksız geliyor. Ya insan çelişkili gördüğü şeye nasıl inanabilir ki? Yani niye işine gelmiyor. İnsan doğruyu bulma amacında değil mi? Çelişkili olduğu bilinen birşey nasıl savunulur o zaman? Eğer çelişkili olarak algılamıyorsanız, savunulur. Yani size çelişki arzediyordur, ama bi başkasına arzetmiyodur... Sanırım bundan dolayı. Ama şu var ki, Organizma yada daha doğrusu bilinç bir "Dengelenme" temelinde var olmuştur. Bildiklerimiz bizi dengede tutuyorsa, yeni bir arayışa girmeyiz, yeni fikirleri kabullenmeyiz. Çelişkili olduğunu söylediğiniz inançlar, inanan insanları dengede tutuyor demek ki... Buda zekanın bir başka işleyişi işte... Bu açıdan bakınca, söylememiş olmayı yeğledim o yazdıklarımı... Sanırım çok katı bir tespitte bulundum. O yazdıklarımla, Bilgisayar örneğimi nitelemek istemiştim ama çok abartılı kaçmış sanırım... Ama dediğiniz gibi, kimsenin bildiklerini diğerlerine dikte etmesine, kabul etmeye zorlamasına ve sadece kendisini meşru görmesine olumlu gözle bakamıyorum... Çok yanlış bir düşünce... İnsanlar birbirlerinin Bildiklerine, Anlayışlarına, İnançlarına saygı göstermelidir... Saygılarımla...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Çelişki: Konumuzla ilgili olarak en basit tanımı ile birbiriyle zıt veya karşıt anlamlı kavramların savunulması olarak tanımlayalım isterseniz... Peki sizin bu söylediğinizle, benim tanımım arasındaki çelişki nerede? Yada bunun aksini söylediğim bir tanımımı alıntılar mısınız? Bilim'in soyut kavramlarını araştırdığını iddia etmişliğim var mı? O zaman yazdığınız alıntı bir çelişki değildir... Sadece zoraki bir çaba içerisindesiniz o kadar... Bakın, Felsefe bir devinimdir, çabadır... Bakın, en basit şekilde tüm kaynakları bırakın bir yana vikipedi'den alıntılayım... Şu an hızlı cevap verebilmem için bu var elimin altın ama araştırırsanız, bir çok makale bulabilirsiniz... Bilim felsefesi; bilimin ne olduğunu, bilimsel kuramların özgül yapısını, bilimsel bilginin epistemolojik statüsünü, bilimsel yöntemin (ya da yöntemlerin) anlamını, bilim alanı ve bilimsel bilginin nesnesini, bilimin gelişiminin anlamını, özet olarak bir bütün bilimin konumu, gelişimi ve iç-yapısını değerlendiren, bunu kuramsal düzlemde ortaya koymaya çalışan felsefe bölümüdür.Anlamından da çıkarabileceğiniz gibi "Bilim Felsefesi" bir bilim değil, bir düşünme çabasıdır... Bakın kesin bir gerçektirtir ki ilk çağ filozoflarından itibaren her filozof "Bilim Adamı" "Din Adamı" kimlikleri taşırlardı. Ancak Bilimler "İspatlanarak" tek başlarına otorite oldukça Felsefeden ayrılmışlardır. Yani Çalışmalısınız/okumalısınız arkadaşım... Peki burada, söylediğim manada konu ile ilgili çelişki nerede? Gerçi şunu da itiraf etmeliyim, Felsefe'nin bilim olup olmadığı hala tartışılmaktadır. Tıpkı "Zeka"nın ne olduğu konusunda hala tartışmaların olması gibi. Yada hala Tarih'in ve Sosyoloji'nin "Bilim" olup olmamasının tartışılması gibi... Ama temel olarak şunu söyleyebilirim, Düşünme eylemi, Bilim değil, en fazla Bilime gidebilecek bir adımdır... Felsefe bir düşünme eylemi/çabası olarak Bilim değildir, bir adımdır... Ben "Bu kadar şeyi yaratan Kimdir?" sorusu ile başlamadım anlamaya? "Kimim Ben" diye başladım... İnsanların Yaşam'ı direkt olarak Allah'a bağlamış olmaları beni ilgilendirmiyor. Herşeyi Allah'ın yarattığına inanıyorum ama ben hiç bir zaman Allah'ın varlığını ispatlama gibi bir çabam olmadı. Çünkü kimin neye inandığı umrumda değil... Kimseyede o kastettiğiniz soruyu sormuşluğum yoktur... Ama diyorum ki, ben herşeyin Tanrı'dan (meydana) geldiğine inanıyorum... Ama aksini kanıtlamaya çalışan her Bilimsel yada Düşünsel çabanında arkasındayım... Ayrıca bakın, zorlama bir çaba içerisindesiniz, ben o yazımda "Bilimsel olarak ispatlayamaz ve ispatlamaya çalışamaz" demiştim... Melekleri Bilimsel olarak kanıtlamaya çalışan kaç İlahiyatçı profesör var? Yani bakın, eksik yada kasıtlı olarak çelişki yaratmaya çalışmayın. Benim orada ne demek istediğim açıktır ve yine söylüyorum; Hiç bir insan, Soyut kavramları (Melek, Şeytan, Allah) Bilimsel olarak kanıtlayamaz, kanıtlama çabası boş bir çabadan başka bir şey değildir. Zİra bu kavramlar "Bilişsel Zeka"nın değil, "Sezgisel/Duyusal Zeka"nın yani "İçTepisel Devinimlerin" kavrayabileceği kavramlardır... Yeterince açık oldu mu arkadaşım? Siz iddia ediyor olabilirsiniz ama Sezgilerin içsel olduğu ve doğuştan getirildiği hakkında bir çok kuram var ve hepside kabul edilmiş kuramlar. Sizde bu konuda bir otorite olmadığınıza göre, tesbitleriniz sanırım pekte bağlayıcı değil... Bir çok kuramcı ismi verebilirim size ve tüm dünyada "Eğitim ve Öğretim Sürecinde" yani okullardaki eğitimde bu kuramlara göre eğitim verilmesi tavsiye edilir. Eğitimde bile ilk olarak dikkat edilmesi gereken en önemli husus "Her öğrencinin farklı algıladığı"dır... Gelişim ve Öğrenme" adı ile bir çok yayın bulunmaktadır. Emin olun ki insanlar fabrikasyon olarak yetiştirilemiyor. İstediğiniz kadar aynı bilgileri verin, aynı şekilde ve aynı okulda, aynı eğitim durumlarını kullanarak eğitin yinede kişisel farklılıkların meydana gelmesini, farklı anlamlandırmaların meydana gelmesini kesinlikle engelleyemezsiniz... Bunlar içseldir... Bakın bir İlahiyatçıda "Eğitilmiş Zeka"ya sahiptir, Ateist Bir Bilim adamı da... Zorlama bir şekilde, kelime aralarına sığınarak yorum yapmayın isterseniz... O vermiş olduğum sınıflandırmayı şu şekilde açabiliriz isterseniz, gerçi eğer yeterince araştırırsanız bu konuyu zaten anlarsınız: Hayalci: Orijinallik Yüksek - Eğitilmiş Zeka Düşük (Sıradan Müslüman olarak adlandırılmış Doğmatik kimseler. Siz Beni bu kategoriye koyuyorsunuz.) Sezgici: Orijinallik Yüksek - Eğitilmiş Zeka Yüksek (Bir İlahiyatçıyı örnek alabiliriz bu açıdan. Yana ben size rağmen kendimi bu kategoriye koymak isterdim.) Geleneksel: Orijinallik Düşük - Eğitilmiş Zeka Düşük (Buda Törelere bağlılığı kabullenmiş, Cahil olarak niteleyebileceğimiz kimselerdir. İnanç açısından Yobaz olarak nitelendirilebilir.) Analitik: Orijinallik Düşük - Eğitimiş Zeka Yüksek. (Belkide siz bu açıdan bu kategoriye gidiyor olabilirsiniz.) Sezgi ile Eğitim bağıntısını kurabilmişsinizdir umarım... Siz ona ne anlam yüklüyorsunuz bilmiyorum ama "Zoraki bir anlam" yüklediğiniz belli. Sezgilerin Değiştirilemeyeceğini savunmam, insanların eğitilemeyeceğini savunmam manasına gelmiyor. Sezgilerinizi Geliştirebilirsiniz o ayrı tabi... Bakın, sürekli "Çelişkiniz Var" ithamı ile, kafanıza göre yorumlamalarda bulunuyorsunuz ama sizde biliyorsunuz ki "İnsanların Eğitilemeyeceğini" ima etmiyorum. Bir insanın yetileri dünyayı "Sezgisel/Duyusal Zeka" ile yorumlamaya, anlamaya mı yetebiliyor? bunu değiştiremezsiniz... Siz "Bilişsel Olarak" mı algılıyorsunuz, bunu değiştiremem? Anladınız mı? Kasmayın isterseniz... E öyle düşünüyorum. Bakın bu gerçeği ifade etmeyebilir, bilmiyorum. Bir bilim adamı değilim çünkü... Ama ben yaratmayabileceğini düşünüyorum... Ha gerçekte o adamın içinde bir çelişki olabilir, ama öyle olsa o adamda onu hisseder değil mi? Bu benim öznel bir kanım... "Bilgi Açıklama" oyunu gibi bir oyun yok Valla sizi yada başkalarını bilemem ama benim kimseyi bilgisinden vazgeçirme gibi bir huyum ve amacım yok. Siz diğer insanların bilgilerine güvenmiyor olabilirsiniz ama bakın sizinle ne kadar tartışsak bile, sizin düşündüklerinizde doğruluk payı yüksek şeylerin olduğuna inanıyorum... Sadece dünyayı farklı algılıyoruz o kadar. Zaten farklı algıladığımız için, sizinle tartışmaya önem veriyorum. Çünkü bakamadığım bir açıdan bakmaya çabalıyorum. Ama siz böyle bir çaba içersinde değilsiniz anlaşılan. Kimin nasıl gördüğü değil, sadece sizin nasıl gördüğünüz önemli size göre... Olsun, buda bi bakış açısı tabi... Saygı duyarım... Arkadaşım, bakın "Afrodizyak" diye adlandırılan şeyler bile insanlarda farklı etkilerde bulunuyorlar ve zihinde farklı algılar uyandırıyorlar. Zira bir takım ilaçlar insanların "Özgüvenini" artırmasına yönelik olarak ABD ordusunda kullanılıyor. Yada "Korkma" eğilimini ortadan kaldırmak için bir çok ilaç üretiliyor. Keza sakinleştiriciler dahi bu tür kategorilere sokulabilir. Bu ilaçlar hep "Beynin kimyasal işleyişini" temel alarak üretilmiş ilaçlardır. Yani bir veridir bu: Beynin Kimyasal Dengesi Düşünme Üzerinde etkilidir... Yani boşuna zorlamayınız isterseniz... İçki içtiğinizde Mantıksal hesaplamalarda başarısız olursunuz. Esrar içtiğinizde Hayal görürsünüz belki halüsinasyonlarınızı gerçek bile sanabilirsiniz. Nikotin Beynin işleyişini, zekanın performansınız değiştirir. Yapmayın, rica ederim... yine de Kimyasal etkiler Zeka'nın işleyişini etkilese bile, Dünyaya hangi açıdan baktığınız gerçeğini yani Zeka yapınızı değiştiremez. Ama şu var ki Biyolojik farklılıklar, Zeka'nın işleyişi üzerinde etkilidir... Yani İlaçların bile Zekanın işleyişinde etkili olduğu apaçık ortadayken, bunu kabullenememeniz ilginç... Zeka üzerinde Kalıtımın payı büyük oranda vardır, hiç merak etmeyin... Herkesin Kalıtımı, bildiğiniz gibi farklı farklıdır... Bu tesbit edilmiş bir gerçektir. Yeni öğrendiğiniz her şey, sadece Anlamlandırdığınız, yani öğrenmenize kattığınız şeyin sayısını arttırır... Bakın, en kısa tabiriyle şöyle özetleyeyim. Burada İnanan insanlar, kendilerinin inanmaları için yeterli olan bilgileri size sunuyorlar. Siz bu bilgileri algılıyorsunuz, öğreniyorsunuz ama kendi algılarınız düzeyinde anlamlandırıp "Saçma" olarak değerledirip, öğrenmenize katıyorsunuz... Öğrendiniz ama Zekanızda bi değişme oldu mu? Başkasının "İnanç" olarak anlamlandırdığını, siz "Saçmalık" olarak anlamlandırdınız? Sizin bir dine inanmamanız için yeterli olan bilgileri de siz sunuyorsunuz, İnanan insanlar algılıyorlar, anlamlandırıp öğreniyorlar ama onlarda yine sizin "Materyalizm" olarak adlandırdığınız şeyleri "Saçmalık" olarak niteliyorlar... Öğrenme oldu ancak yine Algıda değişme olmadı... Son derece açık va basit... Bakın algılarınızı geliştirebilirisiniz, nasıl kullanacağınızı öğrenebilirsiniz, algılarınızın neye yönelimli olduğunu da öğrenebilirsiniz ama algılarınızı değiştiremezsiniz. Bakın, Bilimsel verileri zoraki kabul edip, İnanamayıp, ama Sezgisel Zeka'ya sahip olupta Ateist olma eğilimindeki insanlar, eninde sonuda "Huzursuz" olmaktadırlar. Bu şekilde yeniden inanma sürecine giren bir çok tanıdığım Ateist arkadaşım var. Hemde kimsenin telkinine yada yönlendirmesine maruz kalmadan yeniden inanma sürecine girdiler. Özellikle şüphe ediyorsanız söyleyeyim, hep söylediğim gibi, ben bu insanların neye niçin inanıp, inanmadıklarını tartışmadım bile hiç, çünkü öyle bir huyum yok... Sezgisel Zeka'ya sahip olupta Ateist olmak tatmin etmiyor onları, dünyayı sizin gibi "Bilişsel Olarak" algılamıyorlardı çünkü. Ama şöyle insanlarda var, Bilişsel Zeka'ya sahip ama eğitilmemiş, sadece kendisine doğmalar öğretilmiş ve inandırılmış. İşte bu tür insanlarda ne kadar inansalarda dini hiç bir ritüeli anlamlı bulmuyorlar, sadece inanıyorlar. Böyle insanlarda var, özellikle eğitilmemiş ama inanmış insanların arasına eğilirseniz mutlaka rastlarsınız. Bu adamlarda Bilişsel Zeka'ya sahip ve bir süre sonra kendileri olgunluğa erişince İnanma eğiliminden geçip doğmalarını kırabilirler. Yani Öğrenmeleriniz var olan algılarınızı geliştirmenize yarar, değiştirmenize değil... Saygılarımla...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Diğer bazı yazılarıma dikkat edersen, onlara en baştan karşı çıktığımı görürsün... Ben aksine söylüyorum ki, her insan Kur'an-ı anlayabilir, tabi anlamak isterse ve gücü yettiğince... Beynini kullanmayan hiç bir insanın neredeyse yaşamaya hakkı yoktur, varlığa ihanet gibi geliyor bana... Bir bilgisayarınız var, son derece yüksek özelliklerle donatılmış ama kullanmıyorsunuz? atın daha iyi...
-
Türban ve Çankaya
Cumhurbaşkanlığını bu hale kimin getirdiğini bi inceleyelim isterseniz... Yada Milleti bu hale kim getirmiş... Hitler'in çok sevdiğim bir lafı vardır "Türkiye'den korkmuyorum, Çünkü Mustafa Kemal öldükten sonra artık Türkiye'yi ******* yönetiyor." Atatürk öldükten bu güne kadar hep böyle olmuştur bu... Türkiyenin başına gelen en kötü kimseler ise İnönü, Menderes, Özal, Çiller, Erbakan, Kenan Evren ve Tayyip Erdoğandır. Özellikle Türkiyenin hızla sürüklenmesini sağlayan kişi Özaldır... "Benim Memurum işini bilir" "Cumhurbaşkanı olduysak partimizi unutacak değiliz ya" diyen hep Özaldır... Yani türkiyede bir şeylerin gerçekten değişmesi gerekiyor, hemde temelinden...
-
Türban ve Çankaya
Laikliğe inanmadığını dile getiren, Atatürk karşısında saygı duruşunda durmayı yadırgayan, Şeriat özlemi olduğu açık açık bilinen... Hala Cumhuriyet ve Devrimcilik ruhunu kavrayamamış, Milli benlğin ne olduğunu idrak edememiş, Gaflet Dalalet ve Hatta Hıyanet içersinde bulunana bir kimsenin; ABD tarafında nasıl başbakan yapıldıysa yine aynı şekilde Cumhurbaşkanı seçtirilmesi pekte zor değil. Hatırlayın Özalda yine hemen hemen aynı süreç içersinde Cumhurbaşkanı olmamış mıydı? Ama ne oldu, yine Kapitalizme kölelik yapan insanlar gibi Kapitalizmin çarkları arasında öldü, öldürüldü... Tayyipte o çarklar arasında zirveye çıkıp, oradan aşağıya atılacaktır... Türkiye'de herşey mümkün...
-
KUR'AN Bilimi Teşvik Eder...
Beynini Kullanan ve Kendinde olan Tek insan sizsiniz arkadaşım, Tebrikler... Forumdaşlarınızın Bilgilerine, Kişiliklerine, Kimliklerine, İnançlarına olan saygınız; Bilginizin, Kişiliğinizin, Kimliğinizin, İnancınızın ne kadar saygı hakketiğini ve ne kadar etik olduğunu gösteriyor. Sizin tüm ithamlarınız bu şekilde kibir içeriyor... Bence bu şekilde ithamlardan vazgeçmelisiniz, yoksa vermek istediğiniz bilgileri kimsenin idrak etmeye en ufak bir çaba bile göstermediği zaten aşikardır... Saygılarımla...
-
Ateistler Ne Zaman Doğruyu Bulur
Burada herkesin birbirini suçlayıp, bişeylerle itham etmesi mi gerekiyor? karalama kotası mı burası? çok saçma bir konu açılmış... Niye Şiilere takıyyeci deniyor ki? Ben Müslümanım, Şii değilim ama Şiileri çok severim ve şiiliği bilirim, herhangi bir takıyyeciliklerine de rastlamadım... Yada Mutezile niye karalanıyor? yani gereksiz ve çok saçma nitelemelerde bulunulmuş bence... Ateistler inanmamakta, Diğerleride İnanmakta yerden göğe kadar haklı olabilirler ama kimse kimseyi bu şekilde itham edemez... hiç yakışmamış... Hem konunun açılması, hemde diğerlerinin gaza gelip cevap yetiştirmesi... tartışma bu şekilde olmaz, olamaz...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Nasıl bir çelişki gördüğünüzü anlamıyorum bir türlü... Şöyle gideyim o zaman... Ben Bilim'in "Soyut" kavramları ispatlamaya yönelik bir çabasının olduğunu düşünmüyorum.:Bilim Soyut kavramları araştırır mı peki? Melek, Şeytan vs gibi Dini açıdan soyut olarak nitelendirilmiş kavramları açıklayabilir mi, ispatlayabilir mi yada ispatlamaya yönelir mi? "Şeytan Nedir" adı altında bir bilimsel araştırma var mı? Materyalist Felsefe varlığı "Madde"yi temel olarak ele alır... Kaldı ki, bunu amaç edinen Felsefe'de zaten Bilim değildir...: Burada anlatımından dolayı gerçekten bir çelişki var, doğru. Bunu şöyle açayım, Felsefe bir bilim değildir, bir düşünce çabasıdır, insanın dünyayı anlamaya yönelik düşünsel faaliyetleridir, Deneysel ve Laboratuvar ortamından ispatlanabilirliği yoktur. Melek falan sadece Sezgilerle algılanabilen soyut kavramlar, yani bunu, sorduğunuz sorudaki gibi aklı başında hiç bir insan ele alıp, ispatlamaya çalışmaz ve çalışamaz ki zaten: Melek ve Şeytan gibi kavramlar Soyuttur, ilk maddede ima ettiğim gibi, kimse bunları bilimsel olarak ele alıp ispatlayamaz. Aynı doğrultuda bir niteleme bu... İnançların ve buna bağlı olarak Dünya Görüşlerinin doğduğu Zeka ise "Sezgisel Zeka"dır...: Doğrudur bu da, Dinsel Ritüellerin hepsi "Soyut" kavramların geliştiği "Sezgisel Zeka" ile kavranabilen kavramlardır. Biliyorsunuz ki, İnsanın dünyayı algılamasında inançlı olup olmadığı önemli yer tutar. Eğer Sezgisel Zeka'nız sizi İnançlı yapmaya yetiyorsa, siz bir Dine mensub olurdunuz ve dünya görüşünüz, şu an kabullendiğiniz dünya görüşünden çok daha farklı olurdu... Ancak inanmadığınız için Materyalistsiniz, yanlış mıyım? Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez Dünyayı, Bilişsel Algıların yanında Sezgilerimle de değerlendirerek, kendime daha anlamlı kılabiliyorum: Evet, gerçektende öyle... Bakın size şöyle kaynaklandırayım o zaman; "Bireyel farklılıklar çeşitli kişisel özellikleri ifade etmektedir. Bireysel farklılık deyince akla gelenler zeka, yetenekler, kişilik özellikleri, bilişsel stiller gibi özellikler akla gelmektedir. (Gelişim ve Öğrenme, Hasan Bacanlı, sf120)." "Benlik Bilgisi: Kişinin kendini tanıması, içsel durumlarının farkında olması, kendisi ile ilgili düşünceleri ve metakognisyonları (nasıl düşündüğünü düşünme), manevi duyguların farkındalığı gibi özellikleri içerir. (aynı eser, sf122)." "Bilişsel Stil Farklılıkları: Algılama Stilleri; Öğrenciler, çevrelerinde meydana gelen olayları aynı şekilde algılamazlar. Bazı öğrenciler olayları çevrelerinden soyutlayarak ele alırken, diğer bazı öğrenciler olayları meydana geldikleri çevre içinde değerlendirme eğilimi gösterirler.... Messel algılama biçimlerini "düşünsel" (reflective) ve "tepisel" (impulsive) olmal üzere iki grupta ele almıştır. Düşünsel kişiler mantığı ön planda tutma ve ayrıntılı belirleme eğilimi gösterirken, tepisel kişiler sezgilerine güvenme ve içlerinden geldiği gibi davranma, yani içlerinden gelen tepilere güvenme özelliği gösterirler (aynı eser sf129)." "Bilişsel Stil Farklılıkları: Bilgi İşleme Stilleri; Karşı karşıya gelinen olay veya nesneler önce algılanır, sonra elde edilen algılar bilgi işlem sürecinden geçirilerek "Anlaşılır". Kişiler arası Algılamada farklılıklar olduğu gibi, algılanan olayların ele alınıp işlenmesinde de farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklarla ilgili gruplamalar; Benzerlikçi-Farklılıkçı, Soyut-Somut, Bilişsel Karmaşıklık gruplamalarıdır.... Somut-Soyut bilgileri veya kanıtları tercih etmekle ilgili gruplamada, Bazı kişiler somut, birbirleriyle olan ilişkilerine göre bilgiyi işlerken, diğer bazı kişiler soyut, birbirinden bağımsız bilgi edinme özelliği gösterirler (aynı eser, sf130)." "Bilişsel Stil Farklılıkları: Düşünme Stilleri; Kişiler genelde düşünme stileri açısından da farklılıklar göstermektedir. birbirlerinden farklı şekilde düşünürler, düşünürken farklı yollardan giderler, farklı araçlara dayanırlar. Welsh, kişilerin iki boyutta ele alınabileceğini öne sürmüşştür: Orjinallik (Origance) ve Eğitilmiş Zeka (İntellectence). dolayısıyla dört grup insandan bahsedilebilir: Hayalci: Orijinallik Yüksek - Eğitilmiş Zeka Düşük Sezgici: Orijinallik Yüksek - Eğitilmiş Zeka Yüksek Geleneksel: Orijinallik Düşük - Eğitilmiş Zeka Düşük Analitik: Orijinallik Düşük - Eğitimiş Zeka Yüksek. (aynı eser 131)" Yani demek istediğim, insanlar dünyayı farklı farklı algılarlar... Bu yüzden de Anlamlandırmaları farklı farklıdır. Siz bir insana, Materyalist düşünceyi, Sezgisel Düşünceyi yada diğer tüm bakış açılarını öğretebilirisiniz ancak, o insanın doğasında hangi özellik varsa, o insan yine de o şekilde anlamlandırmaya devam edecektir dünyayı... Bakın, Zekanın işleyişi ve Anlama, Öğrenme bir çok açıdan ele alınmaktadır. Psikolojik olarak, Çevrenin etkisi açısından, Kalıtım açısından, Nörolojik açıdan, İçsel devinim açısından, Davranışsal açıdan... Yani Zeka araştırmaları çok çeşitli alanlara yayılmıştır, nedeni ise, yukarıda saydığım ve sayamadığım bir çok farklı alanlardak, kişiler arasındaki ufak bir farklılık dahi, kişisel farklılıkları ortaya çıkarmaktadır. Yani diyelim ki tüm diğer açılardan insanlar aynı zekaya sahip olsalar dahi, kişilerin beynine ulaşan kanın farklı miktarı yada beynin salgıladığı salgıların farklılığı ve hatta nöronların beynin komutlarını sinirlere iletmesi arasındaki zaman farklılığı yada nörnoların işleyişi bile Zeka açısından farklılıklar yaratmakta yada öğrenmeyi veya şöyle söyleyeyim "Anlamlandırma"yı etkilemektedir. Kaldı ki hiç bir insand yukarıda saydığım ve sayamadığım kategoriler standart değildir. Kaldı ki bir çoğu dışsal olarak değiştirilebilse dahi, içsel bir çok kategori, en basitinden doğuştan gelen düşünme özellikleri, davranış özellikleri, tepkiler veya beynin biyolojik işleyişi değiştirilemez. Etki edilebilmektedir belki ama Değiştirilemez... Bunlarda söylediğim "Ancak algılayabildiğimiz kadarını anlarız" anlayışının temelini oluşturur. Bakın, Duyusal Zeka'nın özellikleri doğuştan gelir, yani bunu değiştiremezsiniz ve öğretemezsiniz. Mesela insana nefret etmek, sevmek gibi kavramlar öğretilemez, sadece bunların yönü öğretilebilir, yani nesenesi öğretilebilir. Diyelim ki Nefret öğretilemez ama Ali'den nefret etmesi gerektiği kişinin kendince öğrenilir yada öğretilir. İnançta böyle, bir insan yönlendirebilirsiniz neye inanması konusunda, yada inanmaması için veriler sunabilirsiniz ancak o insanın zihinsel işleyişi "Sezgisel" ağırlıklı ise o insanın inanmasına engel olamazsınız. Bilim yaparken o gözlüğü takabilir diye düşünüyorum... Bakın burada siz haklı çıktınız bir manada, sanırım ve haklısınız, Böyle yaparak, yani İnançlı insan, Bilim yaptığı sürece "Materyalist Gözlüğü" takarak bir şekilde çift kişilik oluşturuyo olabilir, yani sizin tabirinizle "Bulunduğu Ortamın Hatırına" Materyal bir görüş sağlıyor olmalıdır ama bu kendisinde bir çelişki yaratmaz diye düşünüyorum.: ? Yani herkes kendinin bir parça yada büyük oranda haklı olduğunu düşünüyor ve karşısındakini ikna etmeye çalışıyor Öncelikle şunu söyleyeyim; kimseyi düşüncelerime ikna etmek gibi bi amacım ve niyetim yok... Buradan devam edelim... Evet herkes kendi haklılığını düşünüyor ve karşısındakini iknaya çalışıyor. Bende kendi doğrularımı yazıyorum ama temelde kimseyi ikna etmek amacı ile yazmıyorum. Size şimdiye kadar "Niçin bana inanmıyorsunuz, yanlış düşünüyorsunuz" gibi tanımlamalarda bulunduğumu ve yazdıklarımı "Tebliğci" bir anlayışa sunduğumu hatırlamıyorum... Ben sadece bazı bilgilere açıklık getirmek için yazıyorum ve kimsenin inanıp inanmaması umrumda değil... Bu açıdan söylediğim şey pekte çelişkili değil... Şu var ki, belki bir hataydı, bildiklerini kabullendirme açısından herkesi bir kefeye koyup, herkesi Tebliğci ilan edip, kendimi ayrı kefeye koymuşum, tabi bu bir hata, yanlış bi düşünce... O yüzden, istediğiniz kadar Eğitim verin, istediğiniz şekilde eğitim kurumu kurun, insanların dünyayı nasıl algıladığı konusunda bir şey yapamazsınız.. Daha çok bilgi edindikçe daha çok şey anlamlandırmış oluyorsunuz... Eğitim ve Öğretimin bu açıdan yararı vardır. Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez Bakın bunuda şöyle maddelendireyim: 1-Algılarımızın işleyişini değiştiremezsiniz, Beynin Nörolojik işleyişi bile kişiden kişiye farklılık gösterir ve bu bile Zeka üzerinde farklılıklara neden olur. Doğum sırası, Anne karnındaki süreç bile Zeka üzerinde etkilidir. unları değiştiremezsiniz, bunları değiştiremediğiniz gibi bu yüzden insanların Algılarındaki farklılıklarıda değiştiremezsiniz. 2-Daha çok bilgi edinçe, daha çok materyali anlamlandırmış oluyor, peki bunun ilk madde ile çeliştiği nokta nedir? Ben Algıların değişebildiğini ima etmedim ki? Yada yeni öğrenilenlerin bunları değiştirdiğini ima etmedim ki? Bakın, en basitinden şöyle açıklayayım: Bugün bir kitap okudunuz ve onu anlamlandırdınız ve bunun sonucunda öğrenebildiniz. Yarın yeni bir kitap daha okudunuz, yani yeni bilgiler edindiniz... Bu nasıl oldu, o ikinci kitabı okudunuz ve onu anlamlandırdınız ve bu sizin için anlamlı bir bilgi olarak öğrenme sürecinize girdi... Yani "Bilgi Edinme" Anlamlandırmadan sonraki bir süreç olarak, kendinden önceki süreç olan "Algılama"yı değiştiremez... Önce "Algılarsınız", sonra "Anlamlandırırsınız", en son olarak ta "Bilgi Edinmiş" olursunuz yani "Öğrenirsiniz"... Yani daha çok bilgi edindikçe, daha çok şey anlamlandırmış olursunuz... 3-Algılarının yettiği kadar anlamlandırabilir dünyayı... Bu süreci dışarıdan gelen hiç bir etki değiştiremez: bunu yukarıda açıkladım. Bende size başarılar diliyorum sayın arkadaşım... Çelişki olarak gördüğünüz şeyler, sizde bir anlam kazanamadığı için öyle görünüyor olmalı... Saygılarımla...
-
Kuran'ın bir masal kitabından ne farkı var?
Her zaman "Doğaçlama Ozan Atışması" olduğunu söyleyip duruyorsun... Anlaşılan Erzurum taraflarında, şahit olmuşsun Ozan atışmalarına... Aslı "Aşık"tır bunların. Eğer gerçek manası ile şahit olduğunu iddia edebiliyorsan "Ozan Atışmaları"na, heralde o "Aşık"lığın ne olduğunu, manasının neye denk düştüğünü yada o ozanların atışmalarının ne manada olduğunu idrak etmiş olmalısın. Ama benim kastettiğim ozan dene kimseler, bugün çıkıp, saçma sapan la oyunlarıyla, uyduruktan saz çalan köy orta oyuncuları değil... Aşıklık bir gelenektir ve sizin öyle çok hafif meşrepçe nitelediğiniz gibi basit bir gelenek de değildir... Ama siz özellikle blge de belirterek bu atışmaların bu özelliğini biliyor olduğunuz ima etdiyorsunuz zaten, özellikle her zaman dile getirerek, o yüzden basit bir şey olmadığı hakkında açıklama yapmama da gerek yok sanırım... Zaten biliyorsunuz...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Öncelikle şunu söyleyeyim; kimseyi düşüncelerime ikna etmek gibi bi amacım ve niyetim yok... Buradan devam edelim... Hayır... Sizin tanımınız benim söylemek istediğimin açılımı değil. Hiç eğitim ve öğretim görmemiş (cahil) insanlarda bir şekilde dünyayı anlama çabasına girişirler ve çevresinden bir şeyler öğrenmeseler bile bir şekilde dünyayı anlamlandırırlar. Mesela "Tarzan"ı ele alalım... Hiç bir insandan eğitim almamış olsa bile, ormanda gördüğü dünya ağaçlardan ve hayvanlardan ibaret olsa da, dünyayı anlamlandırması için içsel yeterliliği vardır... Eğitim ve Öğretim dünyayı anlamlandırmada araçtır belki ama "Dünyayı sadece Eğitim ve Öğretimle anlamlandırabiliriz" tanımı yanlış. Zaten dünyanın hiç bir yerindeki ve şimdiye kadar ki hiç bir eğitim sistemi, insanın dünyayı kendi başına anlamlandırması için yapılandırılmamıştır, tespit edilen "Anlamlandırma"nın dikte edilmesi için yapılandırılmışlardır. Medreselerden tutun Üniversitelere kadar böyledir... Üniversiteler biraz daha özgür bir ortam oluşturma çabasındadırlar sadece. Dünyayı Anlamlandırma, eğitim ve öğretimden ziyade kişinin dünyayı algılaması ile paraleldir. Eğitim ve Öğretim ile sadece kişiye belirli materyalleri/bilgileri verirsiniz, bunları anlamlandıracak olan, örgütleyecek olan kişinin kendisidir. Herkes her verilen materyali öğrenebilir ve anlamlandırabilir ama önemli olan "Nasıl Anlamlandırdığı"dır, yani "Ne Anlam Verdiği, Hangi Anlama Getirdiği"dir... Yani herkes öğrenir, herkes eğitilir ama herkes farklı farklı anlamlar yükler öğrendiklerine ... Bunun nedeni de Algıların farklılığıdır. Yada farklı anlamamızdır diye basitleştireyim... Aynı kitabı okuyan iki kişi, o aynı kitaptan aynı anlamı çıkarmayabilirler. Biri iyi, diğeri kötü bir mana çıkarabilir. Hayır... Kurduğum cümleler açısından değil ama sizin anlamlandırmanız açısından çelişki var, ki benim anlatmak istediğim şey sizin anlamlandırdığınız şey değil aslında... Bakın bir çok örnek verdim ve tekrar başka örnekler vereyim isterseniz. Yeni şeyler öğreneceğiz, bir şekilde eğitileceğiz ve bunlarla eski yada yeni bilgilerimizi kafamıza göre, ideallerimize göre, inandıklarımıza göre yorumlayacağız ve bunu kabulleneceğiz. Anlamlandırmanın bir yönü de bu ama tek yönü bu değil... En azından ben bunu kast etmiyorum. Anlamlandırmak yalnızca bizim bir takım hesaplamalarımız, öğrendiklerimiz sonucunda olan bir şey değildir, bunların katkısı elbette vardır ama İçsel Kavrayışımız yani Zihnimizin algıları kadar önemli değildir. Bakın Yeni yeni şeyler öğrenebilirsiniz, insanın öğrenme kapasitesi sınırsızdır ancak Beynin veya Zihnin insan iradesinde bağımsız işleyişleri vardır: Hatırlamak, Ket vurmak, Unutmak vs vs vs gibi... Anlamlandırmakta bunun gibidir... Siz bir çok bilgiye rastlarsınız aslında gündelik yaşamda ama bilinciniz sadece işine yarayanları, ihtiyacı olanları ve anlamlı gelenleri bünyesine katar... Aynı kitabı okuyan iki insanı ele alalım; o kitaptan edindikleri bilgiler farklı farklıdır... Buna "Algıda Seçicilik" te diyebiliriz. Şöyle anlatayım: Bir kiliseye 4tane Farklı Meslekten ama Üniversite Eğitimli insan koyacağız. Bu insanlar o kiliseye girdiklerinde farklı farklı algılarlar, var oldukları mekanı. Tarihçi kilisenin tarihi dokusu ile, Mimar mimarisi ile, İmam dinsel ritüelleri ile, Sanatçı ise Heykel yada Mozaiklerin sanatsal yapısı ile ilgilenir. Bakın, bu aşamada Eğitimin etkisi elbette vardır ama Dünyayı anlamlandırmada asıl etkili olan Dünyayı Nasıl Algıladığımızdır. Bu açıdan buna "İlgilerimiz"de diyebiliriz. Bildiğiniz gibi İlgilerimiz bize öğretilmez, içseldirler... Yani size "Resim" sanatının incelikleri öğretilse dahi eğer Resim sanatına herhangi bir İlgi'niz yoksa, resim çizebiliyor olsanızda, bir sanat eseri size, bir sanatçıya hissettirdiklerini hissettirmez. Yada siz Tarih bölümü okumuş bir insan olsanız dahi eğer algılarınız Dinsel Ritüellere yönelik algılarsa, o kilisenin tarihi dokusu ile değil, dinsel ritüelleri ile ilgilenirsiniz. Bakın bu tür çarpıklıklara Türkiye'de rastlamanız ümkündür, zira kimse istediği mesleğe sahip olamamakta ve istediği bölümü okuyamamaktadır ama mecburen okuduğu bölüme rağmen algılar yine de değişmemektedir. Ben sizin eklediğinz yorumu şöyle düzelteyim o zaman: "Bir insan ne kadar eğitim ve öğrenim alırsa alsın dünyayı kendi ALGILARINA göre anlamlandıracaktır." Diğer cümleniz ile örnek aldığınız cümlem arasında bir bağıntı yoktur zaten, o cümlem öyle bir anlam içermez. Açıklayayım... Bakın terminolojiye inmek ve daha sağlam şekilde anlatmak için vikipedi'den Algı'nın anlamını aynen aktarıyorum: Algı, psikoloji ve bilişsel bilimlerde ('Cognitive Sciences') duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi anlamına gelir. Örnek: Yolun karşısından gelen arkadaşımız bize doğru yürümektedir ve açıkça bize doğru yürürken bize doğru bakmaktadır. Ancak yanımızdan hiç oralı olmayıp geçer giderse problem duyum algı farkına işaret ediyor olabilir. Yani bizim görüntümüz onun gözüne, retinasına yansımıştır. Biyolojik yapısı içerisinde göz bu görüntüyü beyne ulaştırmıştır. Fakat beyin burada yapması gereken duyusal bilginin alınmasından sonra, seçilme, düzenleme ve yorumlama aşamalarını gerçekleştirmemiştir. Bu halk arasındaki tabirle bakmak ve görmek arasındaki fark gibi de düşünülebilir. (vikipedi'den alıntıdır). Bu "duyu organları"na bağıl olan tanımdır, ancak birde "Duyu ötesi Algı" vardır. Önseziler, Soyut bir takım Hisler, Telepati, Çeşitli Duyu ötesi Duygu Yoğunlukları: Huzur, Sevki, Aşk, Şehvet, İhtiras vs... Bunlar dünyayı algılamamızdaki temel Algısal nüvelerdir. Dünyayı, siz materyalist açıdan değerlendiriyor olabilirsiniz, ne kadar "Sezgilerimiz Var" desenizde, sizin kastettiğiniz "Sezgi" ile bizim kastettiğimiz "Sezgi" biraz farklı bir anlam taşıyor. Bilişsel olarak Sezgi, "Tahmin" olarakta adlandırılabilir, mesela: Bu Bilişsel olan Sezgidir yada Tahmindir... Benim verdiklerim ise Bilimsel olarak hiç bir şekilde ölçülemeyen, tartılamayan, varlıklarının ve ağırlıklarının ölçüsü kişiden kişiye değişen algılarımız da vardır... İşte "Bilişsel Zeka" "Sezgisel Zeka" Psikomotor Zeka"nın işleyişi de buna bağlıdır. Bu algıların az olduğu kimselerde "İnançlar" anlam kazanamamaktadır. Yani tüm dinleri istediğiniz kadar okuyun, değerlendirin, karşılaştırın, o dinler size hiç bir anlam ifade etmeyecektir... Bu Sezgilerin yoğun olduğu insanlarda, önlerine istediğiniz kadar sizi tatmin eden bilimsel verileri koyun, sizin inandıklarınıza (Evrim, Materyalizm) inanmayacaklardır. Bu yüzden sizi Tatmin edebilen bilimsel veriler, İnanan insanları tatmin etmemekte, onlara anlamlı gelmemektedir. Öğrendiklerimiz sadece Anlamlandırdığımız materyali ve içeriği arttırır ve belki yöntem olarak birazda olsa etkilidir ama asıl etkili olan Algılarımızdır. Bakın iki insan düşünün, herşeyi öğrenebilen, bilgi düzeyleri, bildikleri, öğrenimleri, eğitimleri birbirine yakın yada eş iki eğitimli insan düşünün, birisinin inanmış olması, diğerinin Ateist olması nedendir? Yetişme tarzından falan demeyin, çok sıkı ailelerde yetişip, tüm kardeşleri sıkı birer Müslüman olduğu halde, hatta imam hatip okuduğu halden inanmayan insanlar tanıyorum... Yada bozuk ve çökmüş, son derece inançlarla ilgisiz (Ateist yada inançsız değil) bir aileye sahip olduğu halde, sonradan İslam'a yada bir dine sıkı sıkıya inanmış insanlar bulunuyor... Eğitim yada Öğretim sadece birer araç ancak bunlar "Bilişsel Gelişim" için gerekli araçlardır. İnsanların İçsel olgunlukları, yine içsel nedenlerden kaynaklanır. Burada şu ayrımı yapmam gerekiyor, ben Dünyayı anlama çabasını "İçsel Nedenler"e bağladığım için böyle düşünüyorum. Siz "Dünyayı Anlama Çabası"nı Materyal nedenlere bağladığınız için belkide, yazdıklarım size çelişkili gibi geliyor, oysa sanıyorum ki, benim anlatmak istediklerimi yanlış yada eksik yorumluyorsunuz. Ben nasıl ki sizin söyledikleriniz anlamlandırmada sizin kadar başarılı değilsem (Çünkü Materyalist yada sizin değiminizle Bilimsel Dünya Görüşlü değilim), sizde benim anlattıklarımı anlamlandırmada başarılı değilsiniz pek (Çünkü sizde benim anladığım gibi Sezgisel bir anlayışa sahip değilsiniz). Buna "Vicdanımızdır" demeyelimde "Algılarımızdır" diyelim... Bakın bu şu şekilde oluyor... Siz Bir veriyi "Materyalizm"e delil için "Rastlantı" veya "Evrim"e delil olarak kullanırken, İnançlı bir insan o veriyi "Allah'ın yaratışındaki tasarımın harikalığı" olarak kullanabilir. Mesela diyebilirsiniz ki "Beyin üstün ve maddesel bir yapıya sahiptir. Maddesel nedenlerle evrimleşmiştir, Soyut bir varlık tarafından üretilmemiştir, yaratılmamıştır." Bu bilgiyi, Beynin yapısındaki yapı taşlarının varlığından, onların dizilişinden (DNA, RNA veya protein yapıtaşları) ve maddeden etkilenerek böyle tanımlamışsınızdır. Ama inanan bir insan aynı verileri kullanarak size der ki "İşte Tanrı'nın tasarımındaki mucize..." Bakın bu örneğe bu forumda çokça rastlayabilirsiniz. Özellikle Evrim tartışmalarında bu deyişler sık sık kullanıldır. "Tasarımdaki Harikalık" yada "Evrim, Rastlantı" deyişleri... dikkat edin, Evrimci arkadaşlar, kendilerinin Evrime inanmalarına yeterli olan kanıtları sunmalarına rağmen inanan arkadaşlar hiç bir şekilde, Evrimci arkadaşların yükledikleri anlamları yükleyememekte. Yine İnanan arkadaşlar, inanmalarına yeterli olan kanıtları sundukları halde, inanmayan arkadaşlarda bunları anlamlı bulmamakta. Oysa her ikiside bildikleri şeyler hakkında tüm verileri yazıyorlar ve tüm verileri de okuyorlar. Yani diğerinin bildiğini ötekide öğreniyor ve hatta belkide daha önceden zaten biliyordu ama yine de anlamlandıramıyor... Eğitim vermek, dünyayı anlamlandırmakla ilgili değil gibi görünüyor... Bence Eğitim, Sistemlerin amaçladığı kalıplardaki insanları yetiştirmek için oluşturulmuş kurumların süreçleri... Yani Dünyayı Anlamlandırmada Eğitim ve Öğretim önemli ancak yeterli ve temel etken değil... Hayır... Bakın yine şunu açıklayayım, Eğitim ve Öğretim dışsaldır, yani dıştan gelen yönlendirmelerdir... Her Makale, Yazı, Kitap veya eğitim kurumlarında verilen eğitim bile sizi belli/belirlenmiş (kalıplaşmış) bir bilgiyi edindirmeye yönelik yönlendirmelerdir... Ancak bunları anlamlandırmak içseldir. Diyelim ki, daha önce hiç ilgilenmediğiniz konuda bir yazı geçti elinize. Bu yazı diyelim ki Ortaçağ kültürü ile ilgili olsun ve bir yapıttaki, o çağa ait tüm görüşleri betimleyen süslemeleri, simgeleri yani kabartmaları yada freskleri anlatan sanatsal bir yapı olsun. Paganizmden Hıristiyanlığa geçiş sürecini kapsayan sembolleri, Reform hareklerinin simgelerini, Rönesans hareketinin simgelerini, bu hareketlerin öncülerinin simgelerini, Bilimsel devinimlerin-icatların simgelerini, yeni Felsefi akımların simgelerini içeren bir anıtın betimlemesini yapsın. Siz bir Materyalist olarak en çok hangilerine dikkat edersiniz? öncelikle Bir Materyalist olarak Bilimsel tespitlere odaklanırdınız, sonra Felsefi akımlara ve sonra yanlışlıklarını test etmek için Dinsel ve Paganist betimlemelere yönelirdiniz. Bir Teist ise, Hıristiyanlığın Paganizmden etkilenmiş bir din olduğunu kanıtlamaya yada anlamaya yönelirdi bu eseri incelediğinde. Yani temelde Öğrendikleriniz değil dünyayı anlamlandıran... Siz dünyayı eğilimleriniz yada daha doğru bir tanım ile Algılarınız sayesinde Anlamlandırıyorsunuz... Size verilen Bilgiler ve Öğretilenler sadece anlamlandırdığınız nüveleri çevreyi genişletiyor... Daha çok bilgi edindikçe daha çok şey anlamlandırmış oluyorsunuz... Eğitim ve Öğretimin bu açıdan yararı vardır. Tarzan'a hiç kimse bir şey öğretmese de, kendisi bir şeyler görür ve öğrenir ama içsel olarak anlamlandırır. Çünkü kimse size anlamlandırılmış deneyimler sunamaz, sunsa bile siz yeniden anlamlandırmadıkça bir şey ifade etmez ve siz öğrendiklerinizi örgütleyip anlamlandırmadıkça öğrendiğiniz hiç bir şey önem arzetmez. Sizin daha fazla şey öğrenmeniz, daha çok bilgiyi anlamlandırmanıza neden olur, fırsat tanır. Bakın bunlar içsel öğrenme süreçleridir. Örgütleme, Algı, Şema vs gibi tanımlamalar yapılmıştır... Daha çok ayrıntıyı araştırabilirsiniz... Şöyle cevap vereyim, Eş anlamlı olarak kurduğunuz cümlelerin benimkilerle çelişip çelişmediği bir yana, benim anlatmak istediklerimi nitelemiyor... Öğrenme sadece Materyal araçlarla olmamaktadır diye düşünüyorum... Öğrenme Süreçleri tesbit edilmiştir Psikolojide falan tüm süreçler yer almaktadır. İlkeler belirlidir... Yani aynı şeyleri tekrar tekrar açıklamak yersiz... Sorduğunuz sorular ve benim yazdıklarımla çeliştirdiğiniz cümleler ilgisiz aslında yada daha doğru bir tanımla; benim anlatmak istediğimi nitelemiyorlar. Ama sanırım bu sizden değil, benim anlatmadaki yetersizliğimden kaynaklanıyor... Çünkü yazdığım şeyler benim için çelişkili görünmüyor ve siz "çelişkili" dedikçe inanın yeniden karıştırıyorum kaynaklarımı, bildiklerimi yeniden örgütlüyorum, yeniden gözden geçiriyorum ve ondan sonra iyice açık betimlemeye çalışarak yazmaya çalışıyorum. Ben hiç bir çelişki göremiyorum ama siz benim yazdıklarımdan, cevap olarak yazdığınız şeyleri anlıyorsanız, yazdığınız şeyleri söylüyo olsam, Evet çelişki olurdu, ama ben onları demek istemiyorum aslında... Sanırım bu benim yanlış anlatmamdan yada eksik anlatmamdan kaynaklanıyor demek ki. E edebiyatçı değilim ben, elimden bu kadarı geliyor... Saygılarımla...
-
En Tehlikeli Yalan...
Hiç bir tartışmanın yönteminde saygısızlık yoktur... Öncelikle Ahlaki değildir... Önce karşınızdaki insanın değerlerine saygı duymayı bilmelisiniz... Diğer konularda "Saygılı" olmaktan ve "Tartışma" adabından bahsednen insanların, bu konuyu açıp hemde hitap ettikleri insanların inançlarını küçümsemeleri tamamen paylaşım sürecimizin etiğine aykırıdır... İnanmayabilirsiniz, inanmamakta yerden göğe kadar haklı da olabilirsiniz ancak bu size inananların inançlarıyla yani buradaki muhataplarının hissettikleri ile dalga geçme hakkını vermez. Şimdi yaptığınız şey bir oyun, yani siz yada bir başkası bill Gates tarafında mail falan fistan almamakta... Aklınızca inançlara vurmaktasınız... Ama bakın, yaptığınız şey hiç etik değil ve destekleyen arkadaşlarında en azında dürüst olmalarını isterdim... Bakın inanmak, sizin sandığınız gibi havadan kapılmış bişey değildir pek... Her insan bir sorgulama sürecinden geçer ve ancak ondan sonra kabullenir bir şeyleri. Kibirlendiğiniz gibi bir tek siz değilsiniz aklını ve düşünme yeteneğini kullanan insanlar... Her insan düşünebilir ve en azından sizin kadar doğu tesbitlerde bulunabilir... Tespitlerinizin doğru yada yanlış olduğunu söylemiyorum ancak çok daha etik ve yakışır bir şekilde yapabilirdiniz eleştirilerinizi... O zaman gözümde çok daha güzel bir yerde olurdunuz... Adab olmadıkça bildikleriniz para etmez. İnsanların düşüncelrine, inançlarına ve bilgilerine saygını olmadıkça, isterseniz dünyanın en zeki insanı olun, zerre kadar değeriniz olmaz... Umarım bakış açınız daha İnsani bir şekle bürünür... Saygılarımla...
-
Osmanlı laik,mi idi ?
Aksine, insanlar eğitilebilir ve herkes dünyayı anlamlandırabilir... Ben diyorum ki: Herkes dünyayı farklı farklı algılar ve farklı farklı anlamlandırır... Bunun dışardan verilen eğitimle doğrudan bir ilgisi yoktur... Eğitimin amacı insana belirlenmiş bir dünya görüşü kazandırmak için belirli bilgiler vermektir... Eğitimde "Eğitim Durumu" denen nüve, gerekli ortamın oluşturulmasıdır... Ama hiç bir eğitim ve öğretim yeri yüzde yüz bir insan profili çıkarıp, ona tamamen uygun insanlar yani fabrikasyon insanlar yetiştirememektedir... çünkü siz ne kadar herkese aynı ortamı sağlasanızda, insanların algıları farklıdır. Aynı Materyaller, aynı bilgiler, tüm öğrenciler üzerinde aynı sonucu yaratmaz... Mesela siz Atatürk'ü sevsinler diye çocuklara Atatürk ile ilgili bilgiler içeren dersleri her sene koyarsınız, sonunda bir takım öğrenci Atatürk'ü "olumlu" olarak anlamlandırır, kimisi "olumsuz" olarak anlamlandırır... Yani bakın, Dış dünyayı algılamanın yolu içseldir. Birileri size anlatır anlatır anlatır ama siz kendi yeterliliğinizce ve erişebildiğiniz olgunluğunuzca anlamlandırırsınız. Yani ben "insan eğitilebilir mi, kaderci mi olmak lazım vs vs vs" gibi bir açıdan yaklaşmıyorum konuya... Diyorum ki, Herkes eğitilebilir, öğrenebilir ve dünyayı anlamlandırır ama siz ne kadar öğretirseniz öğretin, eğitirseniz eğitin ve karşınızdaki ne kadar öğrenirse öğrensin; içsel nedenlerden dolayı farklı farklı anlamlandırırlar... İçsel nedenlerde algılarımız yolu ile sağladıklarımızdır. Algılarımızdaki farklılıklar, öğrendiklerimizi farklı farklı yorumlamamıza neden olur. O yüzden dünyayı herkes farklı farklı anlamlandırır... Tıpkı diyelim ki sizden çok daha fazla bilgiye sahip olduğu halde, bir takım insanların dünyayı sizin gibi Bilişsel olarak algılayamaması gibi... Saygılarımla...