Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey

  1. Sinirlenmediyseniz sorun yok Sayın Katakuta... Bakın, Kur'an-a yada Hz. Muhammed'e yaptığınız eleştirilerden rahatsız olmuyorum ben. Sizinle bu forumda çok kez anlaşmazlığa düştük değil mi? ancak hatırlıyorsunuz ki bir iletiniz vardı ve çok haklı bir mantık yürütmüştünüz, desteklemiştim. Yine aynı şekilde olsa, yine desteklerim. Benim duruşum bellidir, kimsenin kabullerine göre hareket etmiyorum. Ve "Doğru" olduğuna inandığım şeyleri savunuyorum. Kimsenin kalıbına girmediğim için belki de tanımlayamadınız beni. Çelişkidir Sayın Katakuta... Kur'an bir Bilim kitabı ve bununla beraber bir Formül kitabı da değilken, nasıl olurda Formüllerle ve Bilimsel Verilerle Doğruluğunu ya da Yanlışlığını ispat edebilirsiniz? Dikkat edin, bir tek size sormuyorum burada... Bu şekilde yaklaşmanız Kur'an-a, onu savunan H.Y. ya da Ö.Ç. mantığındaki insanları dahada saplantılı bir halde savunmaya itecektir. Ve itiyorda, gerek forumda ve gerek bu medyatik insanlar arasında çok çok sık rastlayabilirsiniz ve rastlıyoruz zaten... Bir kitap öt'tan börtü böcekten falan bahsediyor diye "Bilim" kitabı olmaz... Keloğlan masallarında da var yağmurun yağması, ölümün gerçekleşmesi... 1001 Gece Masallarını okuyun o zaman, eminim ki söylediklerini çürütmek pahasına dünyada ortaya çıkmış bütün bilimleri öğrenme ihtiyacı duyacaksınızdır. Lakin bunu yapınca kitabın sonunda "Gökten Düşen Üç Elma" tümcesiyle birlikte, tüm çabalarınız size "Bilim"i kazandırsa da, eleştirdiğiniz şeyin aslında "Havanda Su Dövmek"ten başka bir şey olmadığını göreceksinizdir. Kısaca Kur'an, söylediğiniz şeylerden bahsetse bile Bilim Kitabı değildir. Bilimsel Kuramlar sunmaz, teoriler ortaya atmaz. Şimdiye kadar kimse "Kur'an Blim Kitabı Değildir" dememe karşı çıkmadı. Lakin şu an diyorsunuz ki: "Bilimsel bilgiler içerebilir." Şu an forumda bulunmayan bir arkadaşımızda işine gelince aynı tavrı sergilemişti (yokluğuna hürmeten adını söyleyemem) Kimse Kur'an-ın Bilmsel Veri içerdiğini söyleyemez... Eğer bunu "Olasılık" dahilinde bile ele alırsanız, gök yüzünün genişlemesinden tutun bilmem hangi ayette bahsedilen konulara kadar hepsinin açıklamasını kendilerince yapmaya çalışan ve dahi tutarlı ya da bazı insanları tatmin eden bilgiler sunan insanlar var... Forumda örnekleri fazlasıyla var... Bunun müsebbibi, benim "Tarafı belli olmayan" yapım değil, karşı tarafı itham ettikleri davranışı sergileyen arkadaşlarımdır. Sizin yaptığınız "Tıp bilgisi olmadan doktorluk taslayan adama doğruları göstermek" değil, havanda su dövmek... Sizden daha net ve tutarlı olarak iddia edebiliyorum ki: Kur'an kesinlikle ve kesinlikle "Bilimsel" bir kitap değildir. Bilimsel veriler içermez... Bunlar ve içerdiğini düşünmek sadece "Psikolojik" bir "Sanrı"dır... "İşine Geldiği Gibi" davranmaktır. Bahsettiğimiz şey bir "İnanç". Bunu ne kadar "Bilim" ile müspet hale getirebilirsiniz? Sayın Katakuta, ayan beyan ortadadır... Ben Kur'an-a laf söylüyorsunuz diye cevaplamıyorum, Yaptığınız şeyin, diğer karşı tarafınızdaki arkadaşların yaptıklarından hiç bir farkının olmadığını söylüyorum... Oysa çok daha tutarlı bir şekilde savunma imkanınız var inandıklarınızı... Saygılarımla...
  2. Ya, tamam kötü sonuçlar doğuran Toplumsal Kabuller var. Buna bir şey demiyorum. Lakin bütün bir Toplumsal Ahlakı reddemeyiz. Tek başımıza yaşamıyoruz. Diğer bir insanla iletişim kurduğumuz an Toplumsallaşıyoruz. Sınırlar çizmek zorunda kalıyoruz. Bu da Toplumsal Ahlakı zorunlu kılıyor. Toplumsal Ahlakın bu iyi yönleri sende mevcutsa, daha ne diyebilirim ki? Ama sonuçta Bireysel değil yani dediğin kadar... Ne bileyim... Ben bu "Evlenilecek" ve "Eğlenilecek" ayrımına karşıyım. İnsanları kullanmak gibi geliyor bana... İnsanlar eşya değil... Sen var yaaa... Görürsün... Cevaplayayım o zaman ama net bi cevap olur mu bilmiyorum... Bak, Bireysel Ahlak oluşturmanda o söylediğin açılardan haklısın tamam mı? Yani toplumun genel ahlaki kabullerindeki kötü ve olumsuz olan kısımları reddetmişsin ve belki de daha ideal bir yapı oluşturmaya çalışmışsın. Ama kabul etmememin nedeni, bunu bir tek senin böyle düşünüyor olman toplumda. Yani bundan senin düşündüğün şeyleri düşünmediğim anlamını çıkarma. Diğer insanlar senin gibi düşünmediği için toplumla aranda kopukluk olabilir. Hatta uçurumlar açılabilir. En güzel toplum ahlakının, kendi oluşturduğumuz kabuller ile bir anlaşmasını sağlamak... Yoksa ya yalnız kalırız ya da o kötü yönlerini beğenmediğimiz ahlaki yapılara karışırız... Ama sen zaten yukarıda özetlemişsin: Ama toplumsal ahlagin iyi yonleri zaten benim bireyselligimde mevcuttur.. - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Ayrıca çok teessüf ederim sana... Anladın sen onu...
  3. Tamam, bak bu konuda haklısın. Ama "Kötü" şeyler var diye tüm Toplumsal Ahlak kurallarını reddemeyiz. Kötü olanları benimsememene kimse bir şey diyemez. Ama toplumla olan uyumun için gerekli olan şey yine Ahlak kurallarıdır. Hımm... Iııııı... Şeyyy... Ehem ehem, kem küm... Tamam, Ahlak Kuralları'nda "Eşitsizlik" var... Olmaması ve giderilmesi gerekli... Ancak şu da doğru değil: Mesela, erkekler için Meşru ve Haklı görünen ama aslında yanlış olan bir davranışında bir "Kız" tarafında yapılacak olması ne kadar "Ahlaki" olur. Mesela en basitinden; Bizim toplumda erkeklerin bir tanımlaması vardır: "Evlenilecek Kız" ve "Eğlenilecek Kız"... Elbette ki çok yanlış bir düşünce, olumsuz... Lakin erkekler böyle düşünüyor diye "Ya bu ahlak kurallarında eştsizlik var, giderelim; Eğlenilecek erkek var, Evlenilecek erkek var diye düşünelim" Demek doğru mudur? Eşitsizliklerin giderilmesi gerekir tabi...
  4. Hah hah ha... Bu çok iyimiş yaa... Bu cevabı vermiştim önceden ben...
  5. Sayın Didem... Bende Töre gereği cevap vermek zorundayım... Bu tanımınızdan "Ahlak"ın zaten var olduğu anlamı ortaya çıkıyor... Ahlak insanların ortak ürünüdür. Bu tanımınıza katılıyorum... Ama Töre biraz daha kalıplaşmış bir yapı ve Ahlak'ın bünyesinde bulunuyor sanırım. Ahlak daha üst düzeyde yani, kapsıyor. İnsan gelişim dönemlerinde "Ergen" iken, mutlaka ve mutlaka Toplumun genel ahlaki kabullerini eleştirir ve bu dönemde kendisine ait bir dünya ve ahlaki yapı oluşturur. Ancak bu en fazla 21 yaşına kadar sürmektedir, çünkü artık kimlik oturmakta ve kişi topluma ayak uydurabilir hale gelmekte, iletişimini nasıl kuracağını bilebilmekte, toplumun ve kendisinin farkına varmaktadır. Kısaca "Bireysel Ahlak" tanımlamasına uyan tanım en fazla bu dönemi kapsamaktadır ve "Ergenliğin" "Ben merkezci" anlayışından kaynaklanmaktadır. Doğal gelişim içersinde ileride Toplumsal Ahlak kavranmaktadır, ki kavranmaması eksikliktir, rahatsızlıktır. Ancak yine söylüyorum: Bir takım cezai sonuçları olan, katı ve çağdışı Töre ve Geleneklerden bahsetmiyorum "Toplumsal Ahlak" derken... Saygılarımla...
  6. Sayın Katakuta, Sinirlenmenizi gerektirecek bir şey söylemedim. Ben her söylediğimin arkasındayım Sayın Katakuta... Ve merak etmeyin eksikliğim ya da çelişkim olduğu zaman bunu açıkça belirtebiliyorum. Çelişkimi yüzüme vuran arkadaşlarıma da teşekkür edebiliyorum, minnettar kalabiliyorum farkına varmamı sağladıkları için. Bunun örnekleri çokçadır. Lakin başkalarının bunu yapamaması insanı üzüyor ne yazık ki... Bakın, anlamadığım nokta şu, ki açıkça söyledim: Birileri Kur'an-ın "Bilim Kitabı" gibi veriler içerdiğini söylüyor, buna karşı çıkıyorsunuz. Amenna, bende karşı çıkıyorum... Yine diyoruz ki Kur'an böyle formüller içermez... E tamam, aksini söylemiyoruz... Ama yine Kur'an-ı formülle çürütmeye çalışıyorsunuz. Bu çelişkidir. Açık açık söylüyorum işte; Ömer Çelakıl ile H.Y. ne kadar tutarlı iseler, Aynı yöntemi sizde uygulayarak o kadar tutarlı oluyorsunuz. "İğneyi kendimize, Çuvaldızı başkasına" Niçin farkınızın kalmadığını, Sayın BrainSlapper'in iletisine de cevap vererek açıklayacağım. Sayın BrainSlapper... En az sizin kadar H.Y. ve Ömer Çelakıl mantığına karşıyım. Ve bu görüşümünde her zaman arkasındayım... Lakin, konuyu nasıl değerlendirdiğimi söyledim. Size elbette ki "Susun" demiyorum. Diyoruz işte ve açık açık ortada: Hz. Muhammed o günün bilgilerini insanlara aktarmıştır, Tanrı'yı anlama çabası ile bütünleştirerek... Siz de bunu savunuyorsunuz. Kur'an-ın Formül içermediğini söylüyoruz ve bunu da kabul ediyorsunuz öyle değil mi? Lakin ne yapıyorsunuz? Bir takım formüllerle, Kur'an-ın Yanlışlığını ya da Doğruluğunu yorduyorsunuz. Çelişkidir bu. Ne demektir: "Demek ki Kur'an bir takım formüller içeriyormuş" demektir... Çünkü ancak formüller, başka bir formülle yanlışlanabilir. Siz bu şekilde yanlışlama çabasına giderseniz, Başkalarıda aynı yoldan "Doğrulama" çabasında olup bir inanç kitabının "Bilim Kitabı" olduğunu iddia edebilir. Bakın, sanırım ayrıtıyı gösteremiyorum... Diğer bir tartışmada da izledim. AVL bilmem neysi çıktı ortaya... OBEB, OKEK'ler falan... Siz bir yerden formülle çürüteyim derken, başkası diğer bir formülle bilimselleştirmeye çalışıyor. Bu sefer İnanç ve Bilim ayırdına varamayan insanlar kanıyorlar doğal olarak ve müsebbibi siz olmuş oluyorsunuz. Bugün yanlış denilen formüller, Gelecekte değişen ve gelişen bilim ile doğrulanabilir. Ve bir takım yeni denklemlerin ileride ortaya çıkamayacağını iddia edemezsiniz. Bugüne kadar Mantığın en temel doğrusunu oluşturan Aristo Mantığı'nın bile netliği, doğruluğu tartışılıyor. Doğru ile Yanlış arasında bir seçenein olabilirliği yordanıyor... Bildiğim kadarıyla 2+2 uzay matematiğinde 5 ediyormuş Matematikçi değilim, doğrusu nedir bilmiyorum... Kısacası açık açık söylüyorum ki: Bir kitabın "Formül ve Bilim kitabı olmadığını" söyleyip, İçeriğini Formülle ve Bilim ile çürütme çabası Bazı kimselerin bu kitabın "Formül ve Bilim Kitabı" olduğu iddialarına yağ çalmaktan başka bir şey değildir. Ayrıca bunu yapabilen kimse açısından çelişkidir. Dediğim gibi Keloğlan masalının Bilimsel Çözümlemesini yapmak gibi bir şeydir. Ya da Tanrı'yı bir takım materyallerle deneye ve gözleme tabi tutmak! gibi bir şeydir. Bir bakıma H.Y'nin diğer versiyonu olmaktır... Burada beni itham etmediğinizi biliyorum. Zira bir Din'in "İnanç"tan öteye geçmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ne Siyasallaşmalı, ne Hukukileşmelidirler. Ha bundan yüzyıllar önce niçin Siyasi ve Hukukileşmişlerdir? O zamanın, o çağın gerekleri ve doğruları bu yönde idi çünkü. Bugün ki seviyede değillerdi toplumlar... Aksini şu açıdan söylemiyorum: Putperest toplumlarda Putlara dediğiniz anlamı yüklemiştir, doğrudur. Buna karşı çıkmıyorum. Atladığınız bir nokta var: İnanç'tan bahsediyoruz. Yani Mecaz'dan... Dinler, Ortaya çıktıkların çağların bilişsel seviyelerine bağımlı ve kaçınılmaz olarak Siyasallaşmışlar ve Hukukileşmişlerdir. Ancak özleri sadece ve sadece "İnanç"tır. Bir "Duygu"dur... Ya bu çok açık... Çok net... Nasıl farkedilmiyor anlamıyorum. Dinler, asla ve asla Siyasi ya da Hukuki kurumlar değildir. Ortaya çıktıkları dönemi bilişsel seviyesi onları bu hale sokmuştur... Kısacası açıkçası ben, bugün dinlerin bu Siyasi ve Hukuki eklentilerinden arındırılıp, bireyselleşmeleri gerektiğini düşünüyorum... Saygılarımla...
  7. Bu adamı gözü kapalı, Tanrı'ymış gibi sevenler hala var... Hep görüyorum, tek kelime bile söyletmeyenler var bu adama. Nasıl oluyor bu? Büyü mü? *********? Bir gün var ve bekliyorum, her ne kadar demokratik olmasa da... Referansım sağlam çünkü... "Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına vaziülyed olmuşlardı (zorla el koymuşlardı). Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler (toplananlar) Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir" Türk Milletinin Bağımsızlığını Amerikan Emperyalizmine SATAN kimselerin sonununda böyle olması kaçınılmazdır. Bunu "Biz idam etmeliyiz" ya da "Öldürmeliyiz" mantığıyla söylemiyorum. Kapitalizm'e ******* eden küçük dişliler, elbet o büyük dişlilerin arasında ezilip yok olacaktır. Bakın Saddam'a, en güzel örneği... Ya da Ladin'e, Talabani'ye... Belki de sıra Tayyip'te dir... Dilime en kötü ithamlar geliyor ancak söylemek istemiyorum. Göz göre göre bu adam Cumhurbaşkanı olacak ve Türkiye Cumhuriyeti karanlığa saplanacak...
  8. E sende "Toplumsal Ahlak" deyince "Töre" ile karıştırıyosun ama? Ben buna bişey diyor muyum? Her neyse, Sağlam sorular sormuşsun.. O zaman "Ahlak"ın içinde "Töre"yi de ele almamız gerekecek değil mi?
  9. Sayın Tarafsız, ilk defa hakkınızda yanılmışım. Sizden böyle bir niteleme beklemezdim doğrusu. Felsefe olmasaydı, Bilim ve Mantık, Topal ve Çolak olurdu... Saygılarımla...
  10. Ya hep söylüyorum: Kur'an bir Bilim kitabı değildir... Güldürüklü Temaşa mahiyetinde olan şey, bunun ayan beyan ortada olduğu halde hala bir takım denklemlerle Kur'an-ın "Doğruluğu"nun ya da "Yanlışlığının" ispatlanmaya çalışılmasıdır... "Ömer Çelakıl" denen şahs-ı muhterem ne kadar gerçekçi bir veri ortaya koyabiliyorsa, diğer bir çok sitede bulunabilen bu bilgilerde o kadar gerçekçi... Bunu, yapılan denklemin "Matematiksel Olmamaklığı" açısından söylemiyorum... Mesela "Keloğlan Masalları"nda da bilmem kaç "Batman" ölçekli "Tahıl"lardan, "Et"lerden falan bahsedilir hep... İşte onların hesaplanıp "Hayır kardeşim, bu masalı kabul edemeyiz. O kadar et ve tahıl neredeymiş, ölçeği tutmuyor bir kere!" demek gibi bir şey... Yukarıdaki söylemim "Kur'an" ile "Keloğlan Masalları"nı aynı kefeye koyduğum gibi bir izlenim yaratabileceği için şunu söylemek isterim ki yaptığım tek şey "Mecaz". Yani "Bir anlamı ötekine gönderme"... Yani aynen Kur'an-ın yaptığı gibi... Ya da şöyle ifade edeyim: Kur'an-da Tanrı'nın "Zaman'dan Ayrı Olduğuna Dair" bir bilginin olmadığının ispatlandığını söylediniz... Ancak Tanrı, zamanın içeriğinde ya da içerisinde de değildir... Ne aşkındır, ne de içkindir... Ancak zamandan aşkın varsa birşey, Tanrı aynı zamanda O'dur da... Neyse, Artık bundan ne anlıyorsanız... "Zaman" olgusunun uzunluğunu düşünün önce. Ve sonra insan hayatının bu "Zaman" içerisindeki "Kısacıklığı"nı düşünün. Sonra Hz. Muhammed'in bundan 1400yıl önce ulaşabileceği bilgileri ve edinimleri düşünün. 1=50.000 yıl hesaplaması, sadece ve sadece "Zaman" içersinde "İnsan Ömrünün" çok çok kısa olduğunu belirtmek için kullanılmış ve o zamanki insanların anlayabilecekleri bir şekilde tanımlanmasından ibaret bir "Mecaz"dan başka bir şey değildir. Zamanın bu denli uzunluğundaki anlam nitelendiğine göre mecazi bir şekilde, Bu uzuuuuuuuuun uzuuun zaman içersinde, Cebrail'in gelmesi Doğal değişimlere dem vuruyor olabilir. Tabii ki bu da Hz. Muhammed'in bu bilgiyi edebilecek kadar zeki olmasından kaynaklanıyor. Olmaz demeyin, çünkü ondan daha önce Heraklietos söylemiş: "Değişmeyen Tek Şey, Değişimin Kendisidir." Zira söylediğim gibi tüm dinlerin ve inançların en ortak özelliği "Peri", "Cin" ve "Melek", "Ruh" kavramları hep "Doğa"yı nitelemek için kullanılmıştır. Dolayısıyla "Cebrail" İslam'da "Akıl"ı niteler. Diğer Meleklerde "Doğa"nın diğer öğelerini. "Azrail" Ölüm'ü, "Mikail" Doğa olaylarını, "Münker-Nekir" İyiliğin ve Kötülüğün savaşımını, not tutumunu yani "Vicdan'ı, vs... vs... vs... Demek istediğim; Zaman çooook uzun... Ve "Melek"lerin o seyahatleri, temsil ettikleri doğa unsurunun zamandaki gelişimini, sürecini, edinimini niteliyor olmalı. Zira "Zeka" ve "Akıl"da bir gelişim göstermektedir. Sizi bilemem ama bana bundan başka bir anlam ifade etmiyor bu nitelemeler ve bu yüzden yanlış nitelemelerde değiller, çok ta yerindeler. Her zaman söylüyorum ki hazin olan şey; İnananların haklı olarak (H.Y, "Akıllı Tasarım" uydurması ve Ömer Çelakıl'dan dolayı) itham edildiği şeylerin, onları itham eden inançsızlarca ironik bir şekilde aynen yapılmasıdır ve bunun örnekleri saymakla bitmiyor. Tekrar söylüyorum ve son noktasına kadar arkasındayım: Ömer Çelakıl, "Kur'an Formülü"nde ne kadar "Haklı" ve "Gerçekçi" ise Kur'an-ın "Bilim Kitabı Olmadığını" söyleyip, içeriğindeki bilgileri "Bilim ile açıklamaya çabalamak"ta o kadar gerçekçi ve samimi, tutarlı bir davranıştır... Belki biraz sert kaçmış olabilir yazım, bu yüzden Özür Dilerim. Kusura bakmayın ancak kaçınılmaz gerçek, anlattığım gibidir gibime geliyor... Saygılarımla...
  11. Şarkıları arasında bir ayrım yapamıyorum pek... Lakin en güzelini zorlarsam... "Senden Öte, Benden Ziyade." "Gamzedeyim Deva Bulmam." "Dağlar Dağlar."
  12. "Bilim Felsefesi" nasıl ki "Bilim'in Yöntemleri" üzerinde düşünerek Pozitif Bilimler'e yardımcı oluyorsa, Sosyal Bilimler'den "Tarih"te "Tarih Felsefesi" ile bu şekilde denetlenmekte ve yordanmaktadır. Tarih Felsefesi iki öykünme içersindedir. İlki; Metodoloji olarak Tarih Biliminin incelenmesi, İkincisi; Süreç olarak Tarihi olay ve olguların neliği, nedenleri ve kaynaklarının irdelenmesi, incelenmesi... Biz burada İkinci açılımını irdeleyeceğiz... Tarih Felsefesi Üç kısıma ayrılır: Metafizik Tarif Felsefesi: Tarihin ve dahi varoluşun Tanrı tarafında yönetildiğini ve onun kararıyla her oluşumun olduğunu irdeleten Tarih Felsefesi disiplinidir. Benim anlayabildiğim kadarıyla, özellikle Gazali'den sonra ortaya çıkmış "Din Kaynaklı" Tarih anlayışıdır. Halk arasında anlaşıldığı anlamıyla "Kader(cilik)" Metafizik Tarih Felsefe'sinin temelini oluşturur. Tanrı istemiş ve Zaman olmuştur, buna bağlı olarak Tarih olmuştur ve sonrası da bundan farklı olmayacaktır... "Tarih Tekerrürden İbarettir" görüşünü benimser. Lakin bu kavram bugün "Geçmişten Ders Almak" anlamına gelmektedir. Bireyci Tarih Felsefesi: Tarihi yapanın "Karizmatik Önderler" olduğu savından yola çıkmaktadır. Diyalektik Tarih Felsefesi: Tarihi insanlar arası ilişkilerin oluşturduğunu irdeler. Tarihin olgusu zaman ve makana göre olgusunu ve yapısallığını şekillendirir. Devinim içersindedir. "Tarih Tekerrürden İbarettir" görüşüne karşı çıkar. Tarih "Değişimden İbarettir". Şimdi temel kavramları ben vermeye çalıştım. Bazı şeyleri söylemek yerine, hatalarımızı bu konudaki tartışmanın seyrinde farketmeliyiz diye düşünüyorum. Neyse, Tartışmanın verimliliğine göre herkes kendi hatasını kavrayacaktır zaten. Şimdi cevaplamak gerekir: "Kur'an-ın Tarih içersindeki yeri nasıl ele alınmalıdır?" Hangi Tarih Felsefesi açısından... Saygılarımla...
  13. Sevgili La_Bohéme... Sanki "Toplumsal Ahlak"ı "Tamamen Kötü" bir şeymiş gibi lanse ediyorsun... Oysa "Toplumsal Ahlak" aynı toplumun bireylerini bir arada tutan ve belli çerçevelere sahip bir olgudur. "Toplumsal Ahlak"ı asla ve asla soyutlayamazsınız. Toplumların "Yazılı" kanunları olduğu gibi "Yazısız" kanunları da vardır... Bakın, Ben burada "Töre Cinayetleri"ne neden olan çağdışı gelenekleri kastetmiyorum. Bir tek Ahlak değil ki sizin doğuştan kabul ettiğiniz şeyler. Dilinizden tutun öğrendiğiniz her şeyi zaten dışarıdan, toplumdan öğreniyorsunuz. Niye onları yadsımıyorsunuz? "Yav bu dili ben istemeden öğrendim, konuşmayayım!" diyor musunuz? Hayır... Niye? Çünkü iletişim içinde bulunduğunuz toplumda o toplumdan öğrendiğiniz Dile ihtiyacınız var. Yine o toplumla iletişimi için, o toplumun Kültürünü ve Ahlaki yapısını bilmeye ve en azında anlamış olmaya ihtiyacınız vardır. Mesela, herkesin içinde yellenemezsiniz... Ya da, Çoraplarınızı çıkaramazsınız bir otobüste... Veya hut Türk Toplumunda, kendinizden büyük bir insana saygısızlık yapamazsınız, bağırıp çağıramazsınız... Ya da ne bileyim işte, milletin içinde bağıra çağıra şarkı türkü söyleyemezsiniz... Küfürlü konuşmanız Ahlaki bir davranış değildir mesela... Bakın, Kısaca yine özetlemek istiyorum Toplumsal Ahlakı: Nasıl ki Diliniz sizin içinde bulunduğunuz toplum ile iltetişiminizi sağlayan bir aygıt ise, Toplumsal Ahlak'ta sizin o toplumla iletişiminizi sağlayan en temel aygıttır... Kendinizi bundan soyutlayamazsınız... Eğer soyutlamak niyetindeyseniz, her hangibir toplu ulaşım aracında ayak parmaklarını kaşıyan bir insan olma ihtimaliniz yüksektir... Ha eğer zaten böyle bir şeyi yapmayı içinde bulunduğunuz ortama yakıştıramıyorsanız, her ne kadar reddetsenizde "Toplumsal Ahlakı" benimsemişsiniz demektir... Ya da şöyle örnek vereyim yine... Mesela Araplarda, yemekten sonra geğirmemek "Yemeği Beğenmediğiniz" anlamına gelir ve neredeyse hakaret anlamındadır. Her toplumun bu şekilde farklı kabulleri var... Mesela siz bir mağazaya öğle tatilinde gitseniz, hemencecik sorumlu kişi gelir sizinle ilgilenir hemde öğle yemeğini bırakarak... Değil mi? Ancak Kıbrıslı Türkler, Öğle Tatilinde acil olarak iki dakikalık alışveriş yapacak dahi olsanız size şu cevabı verirler "Siesta!". Budur kastettiğim...
  14. Hadi hadi... Sen bana güvenmezsin kii...
  15. Sevgili La_Bohéme... Söylediğim çok çok açık ve net... "Ahlak" evrensel bir kavramdır ve her toplumda vardır. Ancak "Ahlak Kuralları" toplumdan topluma değişir... Sayın Didem bunun neyini anlamadınız şaşırdım doğrusu! Sayın Didem mesela Sevgili La_Bohéme'nin "Bebek" örneğindeki nitelemeler herhangi bir toplumun "Ahlaki" yapısına örnektir. Lakin ben bir toplumun "Ahlaki Yapısını" tartışmıyorum... Konu apayrı... Konu "Ahlak" nedir ve kaynağı nedir? Siz ise daha bunları tartışmadan yani Ahlaki bir yargının nedenini, neliğini, nasıl meydana geldiğini sorgulamadan direkt olarak mevcut Ahlaki kabulü eleştiriyorsunuz. Benim tartışmak istediğim nokta çok basit: Ahlak'ın temelleri nedir? Bakınız, Ahlak, dediğim gibi İnsan İlişkilerinden doğmuştur. Şebnem Ferah'ın bir sözü vardır: "Ne Ahlak ne de Sevgi gökten dünyaya indi, İnsanlık istedi keşfetti hepsini." Yani bana sorduğunuz sorunuzun cevabını aslında vermiştim: Ahlak, Kültür, Töre, Gelenek gibi tüm kavramlar İnsan ilişkilerinden doğmuştur. Ve bu da bu kavramların "Bireysel Olma"malarının temel nedenidir. Siz tek başınıza yaşayacaksanız eğer, hiç bir ahlaki kurala ihtiyacınız yoktur ve dahi "Ahlak" kavramına bilr hayatınızda ihtiyacınız yoktur. Evet, toplumu bireyler oluşturur elbette ancak sonuçta şu var ki bireyler bir "Toplum" olurlar. Yani birbirlerine karşı sorumlulukları olan, çizgileri olan insan birlikteliği... "Ahlak" en temel anlamıyla "İçinde bulunduğunuz toplumun diğer bireyleriyle olan iletişiminizdeki ortak paydalarınızdır". Ahlak kurallarının bir kısmının "Dikte" edilmesinin nedeni, toplumun diğer bireylerinin o Ahlak KURALINI katı bir şekilde benimsemiş olmasındandır. Bu da sizi, o insanların bu kabullerini MECBUREN benimsemeye iter. Ve bunu tasvip ettiğimi söyleyemem... Size dayatılan Ahlak'a göre yaşayıp yaşamadığınız bilemem lakin bugün oluşturduğunuz Ahlaki yapınız, içinde bulunduğunuz topluma göre şekillenmiştir, bu kesindir... Elbette ki sizin ahlaki yapınız, içinde bulunduğunuz toplumdan öğrendiklerinize göre şekillendi. Türk Toplumunda yaşayıp, Japon Ahlakı ile yetişecek değilsiniz heralde... İşte asıl mesela Ahlak Anlayışını sorgulamaktır... Sayın Didem, Sanıyorum ki siz benim Ahlak Gelişimi ile ilgili yazımı okumadınız... Umarım daha iyi anlaşılır konu, okuyunuz... Saygılarımla...
  16. Yaparız be! Siyah göz olmadığına göre, "Siyah" denilen renk aslında "Koyu Kahverengi". Senin gözlerinde öyle; koyu kahverengi. Ama tabi kahverengininde özelliklerini almışsın. Şöyle ki: Bir taraftan ihtiraslı ve coşkulu olurken aynı zamanda karşındakine o uysallığı ve masumluğu verebiliyorsun. Hala bunu nasıl yapabiliyorsun anlmış değilim. Bu iki göz rengi, sende harmanlanmış ama benim göz rengim kahverengi ve kahverengi göz için söylenen "Sadakatsiz" lafını kabul etmiyorum...
  17. Siyah göz yoktur ki hiç, sadece koyu kahverengi göz vardır en fazla. Senin gözlerin koyu kahverengi... O kadarda bileyim yani değil mi?
  18. "Akıllı Tasarım" konusu bence enine boyuna tartışılmalı artık... Bu tanım "Evrim"e olan Karşıtlığı ifade ediyor değil mi? Daha önce bu konuda çok şey söylediğim için tekrarlamak istemiyorum lakin şunu söylemek istiyorum: Bir kurye şireketinde işe başladım ve elimize ara sıra "Yehova Şahitleri"nin bültenleri geçiyor. Bu bültenlerin içeriği "Akıllı Tasarım" kelimelerinden başka bir şey değil neredeyse... Yani tuhaf... Saygılarımla...
  19. Bakınız, öncelikle şu ayrımın farkına varalım tartışırken: Ben "Ahlak Kuralları"ndan bahsetmiyorum... "Ahlak"tan bahsediyorum... Sadece bu bile örneklerinizin, söylediklerimi nitelemediğini göstermeli... İddia ediyorum ki tek bir insan bile (ki Tarzan hariç) Toplumdan bağımsız Bireysel bir Ahlaki yapı oluşturamaz... Tek bir kimse ile bile iletişime geçtiğinzde otomatik olarak bir takım Ahlaki kabullere yöneleceksinizdir. Konu netleştiyse bu açıdan devam edelim mi?
  20. Hangi açıdan neden? "Toplumsal Ahlak"tan bahsediyorum çünkü Ahlak sadece ve sadece toplumsal bir kavramdır... Toplumun var ettiği bir kavramdır... Verdiğin tanımda bile "Toplumsal" olduğu vurgulanıyor... Yani "İnsan İlişkileri"ne dayalı bir kavramdır. Bu ilkelerin yorumlanışı bireyseldir ancak Toplumdan bağımsız değildir. Yani tam anlamıyla "Bireysel Ahlak" diye bir kavram yoktur...
  21. Bakınız, Zorla dayatılan "Ahlak" elbette ki kabul edilemez. Hiç bir Ahlak kuralı "Zorla" kabul ettirilemez ve ettirilenler de kalıcı olamaz. Lakin hiç bir insanoğlu yoktur ki, ölümüne kadar edindiği "Ahlaki Birikimi" tek başına elde etmiş olsun... Kısaca "Bireysel Ahlak" diye bir şey kesinlikle söz konusu olamaz... "Ahlak" kavramı insanların birbirleri ile iletişimleri ve etkileşimleri sonucunda ortaya çıkmış olan bir kavramdır. Yani iki kişi bir araya geldiğinde ancak "Ahlak" kavramından söz edebiliriz. Kişi toplum içinde yaşadığı müddetçe "Bireysel Ahlak" diye bir şeyden bahsemeyiz ve böyle bir tanımda yoktur zaten. Belki "Tarzan" için böyle bir şeyden bahsedilebilirdi ancak o da tek başına yaşadığı için Ahlak kavramına ihtiyaç duymayacaktır zaten. Yani bir ahlaki anlayışının olması beklemez... Kısaca ömrünün hiç bir aşamasınıda "Tek Başına" yaşamayı amaş edinmeyen ve tek başına yaşamayacak olan hiç kimse "Bireysel Ahlak"tan bahsedemez... Çünkü "Ahlak" kavramı "Bireysel" değil "Toplumsal" bir kavramdır. Bireysel olan şey sadece ve sadece "Ahlak"ın algılanışı ve yorumlanışıdır. Ancak şu da vardır ki bu algılayışta "Toplumdan" bağımsız olamayacağına göre yine bu açıdan Bireysel Ahlak'tan bahsemeyiz çünkü her halükarda Topluma bağımlı olarak gelişir... Sevgili La_Bohéme'nin sorularına gelince... Sana karşı çıktığım tek nokta bu açıdan sadece yukarıda bahsettiğim "Bireysel Ahlak" "Toplumsal Ahlak" ayrımıdır. Sorduğun sorular ise benim burada irdelemek istediğim ve haklı olduğun, sorulması gereken sorulardır ve o soruları irdelemek isterim öncelikle... "Toplumsal Ahlak'ın Dinle İlişkisi Var mıdır?" Ahlak, dinlerden ziyade "İnsan İlişkileri"nin belirlediği bir kavramdır. Kaynağı insanların birbirleri ile olan etkileşimleridir... Dinler ise bunu şekillendirmek ya da belli kalıplara sokmak istemişlerdir ancak kesinlikle ve kesinlikle "Ahlak" Din kaynaklı değildir. Örneği çoktur ki aynı dine mensub farlı toplumların farklı farklı ahlak anlayışları vardır. Mesela İslam'da akraba evliliğine izin verilmişken Yötük Türkler (en azından bizimkiler ve bildiklerim) Akraba evliliğine karşı çıkmaktadırlar. Diğer bir çok örneği sıralamaya gerek bile yok... Demek istediğim, İslam dininin öğütlediği Ahlak kuralları, ortaya çıktığı dönemdeki Arapları şekillendirmeye ve aslında onların ihtiyaçları doğrultusunda belli bir yapı ortaya koymaya öykünmüştür... Ve Araplar içersinde dahi toplumdan topluma farklı algılanması ya da yorumlanması, yaşanması kaçınılmazdır.
  22. Benim "Film Replikleri"ni ezberlemek gibi bir huyum vardır. Ve bu filmde en sevdiğim replik şuydu. Hani çocuk yengesini seviyordu ve abisi öldükten sonra yengesini başka yerlere gitmek için ikna etmeye çalışıyordu. Orada "Planlarım var" demişti. Kızın cevabı şu olmuştu: "Tanrı'yı güldürmek istiyorsan, O'na planlarından bahset."
  23. Adamın kafasını parçaladığı o meşhur Kaldırım sahnesiyle beni kendisine bağlamış olan şaheser film... Nasıl bir sahneydi o yaa... Hala kaldırım lara bakamıyorum, hep aklıma geliyor... Psikolojik filmleri çok severim ben Bu filmde o açıdan müthiş...
  24. Yaa ben bu filmin tanıtımını yapmıştım amaaa... Gerçi La_Bohéme'nin "Bugün Aslında Dündü" adlı konusunda yapmıştım tanıtımını... Bill Murray'ın gerçekten çok güzel bir Psikolojik filmi... Çözümlemeleri çok güzel...
  25. E o zaman yine ben kendimce anlatayım... Daha önceden bilindiği gibi Müslümanlar Kudüs'e doğru namaz kılıyorlardı. Daha sonra bu yön Kabe olmuştur. Şunu söylemek isterim ki değinilen nokta pekte ciddi bir husus değil aslında. Yani Kabe dönmenin, Tanrı'yı oraya hapsetmek demek olmadığını, soruyu soran arkadaşımızda iyi biliyor aslında... Çünkü orası sadece bir simge. Tek kutsallığı; Aynı inanca sahip insanlara bir ortak payda teşkil etmesinden başka bir şey değildir. Ancak tartışılması gereken şey şu bence: "Niçin Kıble Kabe olmuştur"dan ziyade, İnsanlar niçin bir Kıble'ye ihtiyaç duymuşlardır... Ya da Kabe ne olmuştur da böyle bir önem kazanmıştır? Bunun gizi, Suk-u Ukaz Panayırında gizli bence... Tanrı yöneldiğiniz her yerdedir çünkü. Hatta der ki Pir Sultan Abdal: "Her ne arar isen kendinde ara, Kabe'de Hacc'da değil..." İpucu... Saygılarımla...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.