Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
ADEM BABAMIZ?HAVVA ANAMIZ?
Sayın Aslan34... Ne alaka? Freud gibi düşünmek ne demek? Ya da Sigmund Freud'u ne kadar biliyoruz da böyle bir niteleme yapıyoruz? Özellikle Freud ile ilgili bir yazı yazmak isterdim lakin Psikoloji bölümünde zatan onu anlatmaya çalıştım yeterince, okursanız iyi olur. "Sigmund Freud Gibi Düşünmek"ten kastınız "Sapıklık" ise eğer, Merak etmeyin Freud sapık değildir. Hatta kuramlarındaki en önemli nokta, Kuramını oluştururken kendi yaşantılarını tamamen dışarıda bırakmış olmasıdır. Neyse, Konuyla pek alakalı değil ancak ben Freud'un çok zeki biri olduğunu ve çok isabetli tespitler yaparak çok sağlam ve hala geniş ölçüde kullanılan ve işlerliği olan bir kuramı ortaya attığını düşünüyorum... Saygılarımla...
-
Din Nedir
Sayın Bilimselci, O iletinizi okudum ancak cevap vermememin nedeni şu sıralar pek vaktimin olmaması... Vakit buldukça burada devam edelim o zaman... Herkesin doğruların olması son derece doğaldır ve gereklidir bence. Zira farklı doğrulara sahip olmamamız doğanın kanununa da aykırıdır. Ancak bu Demokrasi Dışı görüşlerin varlığını desteklediğim anlamına gelmemeli tabii ki. Benim demek istediğim ne kadar birbiriyle çelişse de "Öznel" ve "Toplumsal" göreceli kabullerin ve doğruların olması kaçınılmazdır. Hangi "Bilgi Toplumu"na Evrensel Ahlakı verirseniz verin, bu iki farklılık her zaman baki kalacaktır. Öncelikle "Bilimsel Felsefe" açısında bunun böyle olması gerekmektedir. Diğer tanımlaması ise Tarihsel açıdandır. Ne kadar Bilimsel olmasa da "Evrensel Doğrular" olarak kabul edilen ve Doğmalaştırılıp eleştirilemez hale getirilen Dinler Tarih boyunca insanlar arasında Ahlak Anlayışı açısından böyle bir birlik sağlayamamıştır, bu çok açık... "Doğmatik" olmayan ve devamlı bir gelişim, farklılaşım içersinde olan Bilimsel Ahlak'ın ise Yine böyle bir birlktelik sağlaması ya da kabulünün toplumdan topluma ve kişiden kişiye farklılık göstermemesi imkansıza yakındır. Çünkü her toplumun ve hatta her kişinin bilgiye ulaşımı ve hatta doğru bilgiyi yorumlayışı farklı farklı olmaktadır. Dolayısıyla biz bir Evrensel Kabule ulaştığımız zaman, diğer toplumlar onu geride bırakmış olabiliyorlar çoktan ve yeni doğrular ortaya çıkmış olabiliyor. Mesela yüz yıl öncesinin Demokrasi anlayışı ile bugünün demokrasi anlayışı arasında çok fark vardır. Bir çok toplum yüz yıl öncesinin demokrasi anlayışına bile sahip değilken bir çok toplum bugüne ulaşabilmiştir. İnsanlar bu bilgileri ya da Genel Doğruları temel almalıdır elbette ancak bu sadece bir çıkış noktası olacaktır. Kabul edilen ya da yaşanılan Topluma göre bu bilgilerin yorumlanması, ele alınması ve şekillenmesi farklı farklı olacaktır. Örneğin "Demokrasi"nin öncüsü! olan ABD'de hala idam yasalarının olması, Din Devleti Vatikan'ın Türkiye'yi "Yeterince Laik Olmamakla" itham etmesi, Fransa'da "Söz Ermeni Soykırımının Olmadığını Söylemenin" suç sayılması gibi... Şunu söylemek istiyorum: Yukarıdaki görüşler elbette ki temel olmalıdır ancak bunların insanlardaki ve toplumlardaki şekillenmesi kaçınılmaz olarak farklı farklı olacaktır. Değişimin sürekliliği içinde bunun olması gerekmektedir. "İki Doğru Olamaz" Bu Aristo Mantığının üç temel noktasından birisidir. Ve en temel nesnel mantık kuralıdır. Lakin bahsettiğim şey "İki Doğru"nun olması değil, Aynı doğrunun farklı yorumlanması, Farklı ele alınması... Kişilerin ve Toplumların öznel kişiliklerine göre farklı anlamlar kazanacaktır. Mesela ABD'de İnsan Haklarını savunuyor, Türkiye Cumhuriyeti'de... Fransa; İnsan Haklarının beşiği lakin buna aykırı bir yasayı yorumlayabiliyor, kabullenebiliyor. Ya da Türki'ye daha yeni bir Cumhuriyetken, diğer toplumlara Medeniyet götürmekle övünen Avrupalı devletlerden ve toplumlardan çok daha önce "Kadın Hakları"nı kabul edip benimseyebiliyor... Kısaca özetlemek gerekirse benim öğrenmek istediğim şey: Ahlaki yapıda temel alınması gereken kurallar olmalıdır ve bunlar evrensel olmalıdır... Din temelli olmamalıdır... Ancak bu Evrensel Kurallarını kabulünde ve farklı yorumlanmasında rol alan Toplumsal ve Kişisel farklılıklar ya da özellikler, nüveler reddedilmeli mi? Yukarıda verdiğim örnekler genel olarak Siyasi örnekler. Bunların birde Toplumsal tarafı vardır diye düşünüyorum. Sonuç olarak Evrensel Ahlak yasaları, hareket ettiği Bilim üzerinden gidilecek olursa değişkendir ve durağan kesinlikle değildir. Yine evrensel bir gerçektir ki Bilgiye ulaşımı aynı kılsanız bile yorumlanması kişiden kişiye ve toplumdan topluma farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların kalkması yani bilginin aynı şekilde yorumlanması için ya da sizin deyiminizle çelişki yaratan farklı doğruların ortadan kaldırılması sadece Din'lerin bireyselleştirilmesi ya da ortadn kaldırılması ile mümkün olmayacaktır. Bunun tek müsebbibi Din değildir. Ayrıca Din, bugünün hiç bir toplumunun kültürünün temel taşı ve yapılandırıcısı değil sadece bir parçasıdır. O yüzden "Evrensel Doğruların Kabulü"ndeki farklılıkların ya da "Doğru bilgilerin neliği" konusunda Dini içine alan bir bakış açısıyla konu incelenmelidir. Biz burada dini zaten hep tartışıyoruz. Ben konuyu daha da genişletmek için yukarıdaki yazımı yazmıştım. Sizin her iletinizi dikkatle okuyorum Sayın Bilimselci, önemsiyorum. Ancak şunu görüyorum ki uzun zamandır tartışılmasına rağmen hemen herkes aynı karasularda yüzüyor. Nedeni de hareket noktamızın yanlış olmasından kaynaklanıyor. Bence "Evrensel Ahlak" tartışmasının en temel ve ilk konusu "Ahlak"ın kaynağının ne olduğu olmalıdır. Buradan "Din"in ne olduğu tartışılacak ve Evrensel Ahlakın neliği su yüzüne çıkacaktır. Yukarıdaki iletimde ben bunu kısaca yapmaya çalıştım ancak sanıyorum ki işe yaramadı. Şunu söylemek istiyorum ki: Dinler Toplumsal Kabullerin sadece bir parçasıdır. Bu yüzden yorumlanmaları bile farklılık gösterir. Öyleyse tartışılması gereken temel nüve Din değil, Dinin de üstünde olan Toplumsal Gerçekler, Kabuller ve Yapıların neliğidir. Kısaca artık konu hep din ekseninde dönüp dolaşacağına artık net adımlar atabileceğimiz konular ve sorular üzerinden gitmeliyiz diye düşünüyorum. Sorumu şöyle yineleyeyim: Dinler toplumları şekillendiren bir nüve olmamalı ve bireysel kalmalıdır. Ve Dinler, bir toplumu yapılandıran temel unsur değil sadece toplumun kabullerinden birisidir. Toplumların Ahlaki yapıları dahi mensubu oldukları dine göre değil, o toplumun kabullerine göre şekillenir aslında. İşte öncelikle din'den önce gelen ve Evrensel Ahlak yasalarının kabulünde ya da yorumlanmasında farklılıklara neden olan bu Toplumsal Kabuller nelerdir? Mesela Türk Toplumunu "Türk Toplumu" yapan nüvelerin temelleri bu kabuller midir? Her toplum aynı Evrensel Ahlak yasasını aynı yorumlamak zorunda mıdır? Eğer öyleyse bir toplumu tanımlayan temel kabuller, Evrensel Ahlak Yasası ile zıt düşmese bile reddedilmeli midir? Ve bakın size şu ayrıntıyı belirtmek istiyorum, ki tartışmanın güzelliği açısından belki yararlı olur: İnançlı insanlar, "Değişim"den dolayı dinlerin öğütlerini ya da deyişlerini "Doğma"laştırmışlardır. Değişmekten korktukları için. Bakın Evrensel Ahlak ile Dinsel Ahlakın niçin farklı olduklarını açıklamıştım. Biri değişkendir, diğeri durağan... Toplumsal olarak "Değişmek", "Benliği Kaybetmek" olarak algılandığı için zorluklar çıkmaktadır. "Toplumsal Benlik" duygusu "Din"den çok daha üst bir yapıdır ve Dinsel kabullerden tutun Evrensel kabullere kadar her şeyin temelinde yer alır. O yüzden öncelikle bu tartışılmalıdır. Ve insanlar Evrensel Ahlak Yasaları açısından şunu sormaktadırlar: "Zaten kendisi değişken olan bir kabul, beni ben olmaktan çıkarmayacak mıdır?" "Değişken bir yapı uğruna benliğimi reddetmeye değer mi?" "Benliğimi Evrensel Ahlak Yasaları uğruna benliğimden sıyrılırsam eğer, sonuçta ortaya çıkan şey ne olacak?" Yani bir kimlik bunalımı sorunsalı... İşte ben konuyu buraya taşımak için yazdım sadece. Çünkü Sayın Aslan34ün o tek bir sorusunun temelinde yatan psikoz budur. Bilmiyorum farkettiniz mi ama ben bunu ortaya çıkarmak istemiştim sadece. Saygılarımla...
-
Kendimize ne kadar saygımız var?
Ya aslına bakarsan eğer belli bir arayış içerisinde olduğu zaman insan, aradığını bulamıyor. Bunun nedeni, hiç kimseyi, kafamızda oluşturduğumuz o kalıba, o beklentiye Ya o kafamızdaki her neyse işte ona yakıştıramamamızdır. Ve bu yüzden, kafamızdakini ararken diğer insanlar hayatımızdan akkıp giderler. O yüzden bazen salıvereceksin hayata kendini. Kalıplarını kıracaksın... Hayat mutlaka bir yere götürüyor bizi. Su mutlaka yolunu buluyor yani... Ve insanları kafamızdaki kalıplara uydurmak yerine, Ya da kalıplarımızı insanlara uydurmak yerine, Herkesi ve herşeyi olduğu gibi kabullensek hiç bir şey kaybetmeyiz. Öyle ki kazanırız... Normalde farkına varamadığımız insanları kazanırız... Ben kazandım... Forumda ya da gerçek hayatta... Hiç bir insanı kafamızda yarattığımız kalıplara göre değerlendirmemeliyiz... Aksi takdirde kaybeden hep biz oluyoruz... Öncelikle insanları kaybediyoruz... Kendimizi kaybediyoruz... Saygılarımla...
-
seviyorummm(ALLAH Kahretmesin)
1.71 boyum... Ama buçuğumda var tabi...
-
seviyorummm(ALLAH Kahretmesin)
Boğulmak deme bana yaa... Hayatımda panik yaptığım ve ölümü gerçekten düşündüğüm tek andır... Artık boyumu aşan yerlere gidemiyorum... Ölümü, yok olmayı her şeyiyle hissediyorsunuz... Çaresizliği... Boğularak ölmekten korkuyorum en çok... Birde sensiz boğuluyorum...
-
Hababam Sınıfı...
Ya Sayın Erbay, selamları ÖM'den atsak olmaz mı? Bu şekilde konu kaynıyor...
-
eLimizde 2 İnsan Var ve ßu İnsanLarın ßeyinLerini Değiştiriyoruz...
Sayın Tarafsız, Özür dileyerek sizi bir konudan haberdar etmek isterim. Yazı 1... Yazı 2... Yazı 3... Yazı 4... Yazı 5... Biliyorsunuz ki ben bu "Beyin" konusuyla ilgiliyimdir naçizane. Yukarıda yönlendirdiğim yazılar daha önce okuduğum yazılardı ancak ne şanslıyım ki aklıma gelen haberleri aradım ve buldum net'te. Ben "Beyin Nakli"nin olabileceğini düşünüyorum Burada Yaşamsal ve Felsefik olaraki ik sorun var: Yaşamsal Sorunlar: -Nakil İşlemi sırasında beynin canlı tutulabilmesi, -Sinirlerin, beynin aktarılan bedene bağlanabilmesi, -Aktarılan beynin, bedenen uyum gösterebilmesi... İlk sorunsal, teorik olarak halledilebilmektedir. İkinci sorunsal ise tam olarak halledilemesede yazılardan da anlayacağınız ve diğer yazılarımda belirttiğim üzere; Beyin hücreleri kendisini yenileyememesinden kaynaklanan bir sorun. Bilim adamları beyin hücrelerinin kendilerini yenileyebilmeleri üzerinde çalışıyorlar. Başarırlarsa sinir hücrelerinin yenilenmeleri için çok önemli bir adım atılmış olacak. Üçüncü sorunsal ise en önemli ve en belirsiz sorunsal: Yeni beden, yeni kafa'yı yada Beyini kabul edecek mi? Organ nakillerinde kullanılan ilaçlar yeterli olacak mı beyin için... Felsefik tartışmayı ise buraya taşımak mantıksız şu an için Ancak dikkat etmeniz gereken şey: Bundan yıllar önce iki maymunun kafalarının değiştirilmiş olmasıdır. Ve saatlerce yaşamıştır maymunlar. Diğer bir haberi ise çok aradım ancak bulamadım. Bundan üç ay kadar önce kafası büyük oranda bedeninden ayrılan bir çocuğun kafası yeniden dikilmişti. Dünyadaki 11 vakadan hayatta kalan tek örnekti kendisi. Kısaca ben Beyin naklinin olabileceğine inanıyorum. Bilim dünyası bu konu üzerinde ciddi çalışmalar yapıyorlar, belki mümkün kılabilirler. Ancak ne kadar yaşar ya da ne kadar verimli olur, bilemem... Ya hem olsun beyin nakli yaa... Sıkıldıkça beden değiştiririz değil mi? :)
-
Din Nedir
Öncelikle "Evrensel Ahlak"tan dem vurmak isterim. "Evrensel Ahlak Yasası" "Olması Gereken/İdeal-Ütopik" bir kavramdır. Bunu "Olamayacak" ya da "Olması İmkansız" bir kavram anlamında söylemiyorum. Aksine toplumların evrilmesi gereken ve evrilmeye öykünmeleri gereken düzen olduğunu düşünüyorum. Lakin kaçınılmaz bir gerçek var ki; Siz bu yasalara yaklaştıkça, o kavram kendisini yenileyecek ve aynı mesafede ulaşılmazlığını sürdürecektir. Çünkü hiç bir kavram ve idea ya da yasa "Durağan" değildir ve olamaz. "Evrensel Ahlak" Bilim kaynaklı olduğuna ya da olması gerektiğine göre, o da durağan olamaz, olmamalıdır. Bugün için biz bu yasaların yapısal özelliklerini ortaya koysak bile, kaçınılmaz olarak değişim gösterecek ve değişecektir. Bu açıdan söylemek istediğim şey: "Evrensel Ahlak Yasası" tabiri ile "Durağan" değil "Devinimsel" bir kavram nitelenmektedir. Sayın Bilimselci; "Evrensel Ahlak Yasası"nın niçin "Bilim Kaynaklı Olduğu"nu düşündüğünüzü, bu foruma geldiğim ilk günden beridir sorguladım ancak bunu hep dolaylı olarak söylediniz ya da ben anlamadım. Ben anladığım kadarıyla açıklamasını yapmak isterim: Bilim bir "Devinim İçersindedir". Dolayısıyla Madde'yi ele alan en temel kaynak olarak nesnel veriler ortaya koyabiliyor. Ancak "Evrensel Ahlak Yasası"nın ortaya koyulması, Bilim'in "Deney-Gözlem" yönü ile değil "Bilimsel Düşünce/Bilimsel Felsefe" (Bilim Felsefesi değil) yönü ile olmaktadır. Ve Bilim'in en temel özelliği ise: paragrafın başında belirttiğim gibi "Devinim İçerisinde" olmasıdır. Bunu cebimize koyalım... Sayın Bilimselci, size göre ya da gerçekte "Din"ler "Durağan" ve "Doğmatik" bir Ahlak Yasası ortaya koymaktadır. İşte Dinlerin Ahlak Yasası ile Evrensel (olması gereken) Ahlak Yasası arasındaki "Çelişki" bundan kaynaklanıyor. Birisinin Durağan/Stabil ve Doğmatik/Eleştirilemez olmasından, Diğerinin ise "Ulaşılamaz", "Gelişebilir" ve "Değişken/Devinimsel" olmasındandır. Bu yüzden "Evrensel Ahlak Yasaları" Bilimsel olmak zorundadır. Tartışmanın Verimli olması açısından bu açıklamayı yapma ihtiyacı hissettim, Yani "Evrensel Ahlak, kaynağını Bilim'den nasıl almaktadır?" sorusunu cevaplamak istedim. Umarım "Ne Haddine!?" demezsiniz... Burada bir şey belirtmek istiyorum ve bu anlamadığım bir noktanız: "Evrensel Ahlak Yasası" sizinde kabul ettiğiniz gibi bir devinim içersindedir ve değişkendir. Toplumlar Diyalektik/Etkileşimsel süreç içersinde bun a öykünmektedir zaten. Lakin Sayın Aslan34'ün sorusu bana başka bir soru daha çağrıştırıyor; "Bilimsel Felsefenin Evrensel Ahlakı Sistemleştirmesi gibi bir durum söz konusu mudur?" "Değişen şartlar altında ve değişen süreçte, bir toplumu tanımlamak ihtiyacı var kalacak mıdır?" Bu sorudaki amacım şudur ki; Bilindiği gibi toplumları tanımlarken "Kültürlerine" ve "Anlayışlarına" göre de tanımlamaktayız. Mesela "Doğu" ve "Batı" kavramları bile bir çok anlamı nitelemektedir bize değil mi? Eğer Evrensel Ahlak "Standart" bir değer ise eğer, Sanıyorum ki toplumların kendilerine öz anlayışlarının reddi gerekli... Öyle mi? "Dinlerin Reddi" konusuna girmiyorum bile, oradaki görüşünüz zaten açık ve net... Öğrenmek istediğim tek şey: Sizce Yerel Kültürün ve Anlayışların Reddi mi gerekmektedir? Yoksa "Evrensel Ahlak" bir "Üst Ahlaki Yapı" olarak "Tüm İnsanlığın Kabulüne" uygun ancak yerel kültürlerin "Evrensel Ahlaka Öykünebilen" ve "Uyum Gösterebilen" ya da en azından "Karşısında Olmayan" ancak "Toplumdan Topluma Farklılık Gösteren Nüveler" ile birlikte var kalabilir mi? Cümlem biraz karmaşık oldu galiba... Kısaca; Bizi biz yapan yani "Türk Toplumu" olarak bizi tanımlayan "Kültürel Nüvelerimizi" reddeylemeli miyiz? Sayın Aslan34'ün sorularına sağlam ve tam bir açıklık getirilebilmesi ve tartışmanın verimli olması için soruyorum bunları... "Din" konusuna özellikle değinmedim. Öncelikle siz; zaten Dinlerin Reddinin gerekliliğini açık açık söylüyorsunuz. Bunu tekrar tartışmaya gerek yok... Sonralıkla ben; zaten Dinlerin son derece "Bireysel" olmasını ve öyle kalmasını, Toplumun genelini, anlayışını ve gidişatını etkilememesini savunuyorum... Bu son söylediğim sizin ve benim görüşlerimiz "Temel Olarak" aynı ortak paydayı savunuyor: "Toplumların İnançlarca Yönlendirilmemesi" Bu nitelemeyi; Görüşümü, sizin görüşünüzü kullanarak meşrulaştırmak ya da kabul edilebilir kılmak için söylemiyorum. Özür Dileyerek söylüyorum ki lütfen mazur görün; Belki yukarıdaki nitelememi yanlış anlayabilir ve deyişlerinizi, kendimi haklı kılmak adına kullandığımı düşünebilirsiniz diye belirtiyorum sadece... Saygılarımla...
-
Kendimize ne kadar saygımız var?
Sayın Naturals, Belki de bunu bir "Tesadüf" olarak adlandırmak gereklidir Ki ben tesadüflere inanmam... Yani düşünün bir kere, Burada birbirine (doğal ya da yapay) saygı gösteren insanlar, gerçek hayatta birbirleriyle aynı ortamda bulunmayan, Yani ortak paydaları sadece bu forum olan kimseler. Dolayısıyla gerçek hayatta toplansak bir araya tavırlarımız nasıl olurdu bilemeyiz pek. Lakin dediğiniz gibi, iletilerimiz bizim hakkımızda ipucu veriyor. Kimin doğal kimi yapay olduğu ortaya çıkabiliyor. Lakin bunun tespiti zor. Birbirimiz hakkında yorum yapıyoruz gerçek hayatımızda, bu şüphesiz... Lakin forumda birbirimizi niteleyemiyoruz kişiliğe saldırı olur diye... Oysa ki bundan ziyade forumdaşlarımızın "Öz Eleştiri" yapabiliyor olmaları gerekir. "Acaba gerçek hayatta bu insanlar karşımda olsalar, forumda davrandığım gibi mi davranırdım?" Bu soruyu sormalılar bence. Sonra: "Eğer davranırdıysam böyle devam etmeliyim" diyebilmeli... Ya da: "Hayır, bu şekilde davranmazdım aslında. Demek ki ben yalancılık yapıyorum" diyerek, "Öyleyse olduğum gibi davranmalıyım" diyebilmeli... Ya da davranışlarının eksikliklerini tespit ederek, daha iyisine öykünebilmeli. Forumda dikkat ettiğim şey, hemen çoğumuzun kendisini mükemmele yakın görmesi. Her ne kadar bunun aksini söylesekte, iletilerimiz bizi ele veriyor. Bu nereden belli; Hiç kimsenin kendi özüne dair bir öz eleştiride bulunduğunu pek görmedim, istisnalar hariç... Yani kaç kişi var sizce: "Evet ben aslında şöyle biriyim!" diyebilen? Kaç kişi diyebilmiştir ya da eksikliğini açık açık söyleyebilmiştir. Ya da kendisinden daha iyi bir nitelikte olan bir kimseyi dile getirebilmiştir, farklı düşünse bile? Hatta tamamen zır görüşlerde olsalar bile kaç kişi dürüst davranabilmiştir karşısındakinin hüvviyeti açısından... Kısaca sanalda olsa gerçekte olsa "Fikir Alış Verişi"nde en genel kaçınılmaz mekanizma "Savunma Mekanizmaları"dır. Genelde "Ben" diyerek hareket ediyoruz. Bir eleştiri geldiği zaman bunu saldırı olarak kabul ediyoruz ve anlamaya çalışmadan "En iyi savunma saldırıdır" mantığı ile saldırıyoruz. Ben bu açıdan bir özeleştiri yapmak istiyorum aslında: Tanıyan forumdaşlarım bilir beni az da olsa... Biraz alınganımdır ben Bir şey dendiği zaman üstüme alınıyorum bazen, bunun farkındayım. Ama olabildiği kadar "Saldırmadan" Yani "En iyi savunma saldırıdır" mantığını kullanmadan iletişim kurmaya çalışıyorum. Yani alınganlığımı mazur görüyorlar arkadaşlarım, sağolsunlar Saygılarımla...
-
Hababam Sınıfı...
Hah ha ha... Yav niye ben Üçbuçuk Yusuf oldum ki? Güdük Necmi'yi isterim ben...
-
Cagcil olmak
Sayın Muki, Keşke yazıyı yazarken bir de konu başlığında geçen "Çağcıl/Muassır" kelimesinin anlamını da belirtseydiniz. Çağcıl: 1 (İnsan için) Zamanın yeniliklerini benimseyen, ona göre davranan, °asri,°modern. 2 Tekniğin, bilimin ve düşüncenin yeniliklerinden yararlanan, °modern. Yazınıza bir şey demeyeceğim ancak şu "Bedenini Arzu Objesi Olmamaya Feda Edebilmek" lafına takıldım. "Çağcıl/Muassır" olabilmek için bedeni Arzu Objesi olarak sergilemek mi gerekiyor, bunu anlamadım! Tesettür'ü savunmuyorum elbette ki ve Arap Giyisisi olduğunu düşünüyorum ve bunu Türk Giyisilerine tercih etebilmeyi kaldıramıyorum aslına bakarsanız. Gerçi yine de kimin ne giydiğine karışmamak demokrasi gereğidir. Yazınızın ilk paragrafındaki anlam, İslamiyet'in ya da Müslümanların "Temelde" teknik ilerlemelere "Karşı Olduğu" izlenimi verdi bana. Müslümanların genelinde ya da çoğunda "Şeytan İcadı" safsatası vardır doğru. Mesela benim dedemin babasına birisi radyo hediye etmiş, ilk çıktığı zaman. "Bunun içinde cin var" diyerek kafasında parçalamış... Lakin bunu "Dinin Emri" olduğunu söylemek ve iddia etmek, sizin üstüne basa basa karşı olduğunuzu özellikle son cümlenizde belirttiğiniz "Abartı" olmuş oluyor. Ayrıca teknik bir gelişmenin ya da icadın, bir inanan tarafından "Şeytan İcadı" olarak nitelenmesi ne kada temelsiz bir düşünce tarzı ise, başka bir kimsece aynı dinin teknik bir gelişmeye ya da icada karşı olduğunun iddia edilmesi de yine aynı derecede bir görüş sergilemektir. Şunu söylemek istiyorum: Müslümanlar "Bunlar Gavur İcadıdır" derken nasıl bir görüş sergiliyorlarsa, Siz de "İslam Teknik İcatlara Karşıdır" diyerek aynı görüşü sergiliyorsunuz. İkisinin manası da aynı... Ve eksik, temelsiz... "Reklam panolarına bakma" konusunda ise tamamen haklısınız, dürüst olmak gerek. Genel olarak insanlar psikolojik olarak bir çok "Doğal" dürtüsünü baskı altına almakta ve koşullanmakta ya da koşullandırılmaktadır. Lakin yazınızda açık olmayan en temel nokta, iletinize konu olan "Çağcıl" terimini açmamanızdır. Önce "Çağcıl" tanımınızı ve bu terimden ne anladığınızı belirtirseniz daha verimli bir tartışma olur diye düşünüyorum... Saygılarımla...
-
S. G. E. T.
Ne demek bu, bilgisi olan var mı?
-
Aldatmanın Psikolojisi...
Ben Aldatmanın herhangi bir haklı tarafının olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Bu birazda mide meselesi sanırım. Ben, beni samimi ve temiz duygularla seven bir insanı ne olursa olsun aldatamam... Onun kaldırması bir yana, bunu ben kaldıramam en başta... Yediremem yani... Mesela cinsellik açısından başkası ile birlikte olabiliyorsanız, eşinizin yeri nedir hayatınızda? Eşiniz sizi artık tatmin etmiyor ki, aldatıyorsunuz... Adı üstünde aldatmak... Eşinizin haberi bile yok Eşinizden başka birini kaldırabiliyorsanız eğer, Eşinizle birlikte olmanızın hiç bir anlamı kalmamış demektir.
-
Kendimize ne kadar saygımız var?
Sayın Naturals, açtığınız konu için teşekkür ederim... Genel olarak forum tartışmalarının psikolojik bir kaç özelliği var. Öncelikle, tartışma konularında birbirimizi tanımadığımız için söylemek istediğimiz düşüncelerimizi çok daha rahat dile getirebiliyoruz... Ancak, "Herkesi kendimize inandırmak" niyetiyle de olduğumuzdan farklı davranıyoruz sanırım... Tabi ki ben kendim için bu yargıyı veremem, forumdaşlarım verebilir... Şimdi kaçınılmaz bir gerçektir ki fikir paylaşımı, bir şeyler bilme çabasında olan olan insanların öğrendiklerini dile getirmesinden başka bir şey değildir. Fikir paylaşımını etkin ve düzeyli kılan ise, diğer fikirlere saygı duyabilmektir... Bence forumlara giren herkes, öncelikle "Ben Doğruyum" yaklaşımı ile giriyor. İkinci olarak bazı değerleri illa ki sadece kendisine has ve ait görüyor. Ancak bu değerlerden olan mahrumiyet elbette ki zamanla anlaşılıyor. Kelime aralarına gerçek benliklerini köpürüveriyorlar... Bu gibi bir yaklaşımın temelinde yatanları ise devamında anlatmaya çalışacağım... Saygılarımla...
-
Hababam Sınıfı...
Sayın Admin, Şu an için "Havadan Sudan Konular" dizini altında "Doğum Günü Kutla" gibi bir alt bölüm olabilir bu. Ya da "Aşk - Sevgi - Güzellik" dizini altında "İtiraf Köşesi" gibi bir alt bölümde olabilir. Hangisi uygun düşerse artık Adını ben "Hababam Sınıfı" olur diye düşünmüştüm, nedenini de söyledim Ama tabi arkadaşların fikirleri alınırsa iyi olur başlık için. Ama sonuçta burada kerkes Okul Anılarını anlatacak. Herkes okulda güzel şeyler yaşamıştır. Anlatacak şeyler mutlaka vardır diye düşünüyorum. Dizin açıklaması mesela "Okul anılarını anlat" gibi birşey olabilir, tavsiye de bulunanların fikirlerine bakmalı birazda. Amatabi kimse pek bir yorum yapmamış... Demek ki o kadar önemsenecek bir şey de değilmiş bu... Saygılarımla...
-
Gaflarımız
Hımm... Yaptığım ve utandığım tek gaf sanırım bir kız arkadaşıma söylediğim şeydi... Aslında bu biraz da itiraf gibi geliyor bana... Ve belki beni olumsuz niteleyecek arkadaşlarım çıkabilir Üzgünüm... Ne yapayım, biraz şeffafımdır. Özeleştiriden korkmam... Gönülden sevmediğim biriydi, tabi o zamanlar (ki 2 yıl kadar önce) şimdiki kadar olgun değildim. Başımda kavak yelleri esiyordu yani Gerçi şimdi ne kadar oldum, onu hiç bilemem ya!.. Neyse, Birgün buluştuk. En sonunda ağızımdan "Sadece et ve kemik" lafları çıkıverdi, istemdışı olarak... Kızcağız "Bundan mı ibaretim senin için" demişti... Aslında belki de "Hayır"dı bunun cevabı ama verememiştim o cevabı... Çok ayıp ettim çok... Saygılarımla...
-
seviyorummm(ALLAH Kahretmesin)
Soğukkanlılığımı seviyorum... Herhangi bir kaza olurken mesela bunu elden bırakmıyorum ve bu bilinçli olarak olmuyor... Normalde öyleyim yani... Panik yapmıyorum... Mesela bıçak elimi kestiğinde, öyle bakıp durmam ya da acıyor diye inlemem. Hemen giderim ve kanı silerim, bağlarım, işime devam ederim... Bir kere düğünden gelirken bulunduğum aracın en önündeydim ve önceki arabaya çarptık. Kardeşim yanımdaydı ve cam yüzüne patlamasın diye yüzünü kapıyordu... Ben "Çarpıyoruz, bak bak!" demiştim... Tabi camın patlamayacağını hesaplamıştım Hani kediler istemdışı dört ayak üstüne düşerler ya!? Soğukkanlıyım kardeşim kaza durumlarında... Panik yapmıyorum... Ve tuhaftır bu soğukkanlılık, diğer insanların panikli davranışlarını gördükçe bana haz veriyor... Saygılarımla...
-
_AngeL_Cara
Hoş geldin _Angel_Cara... Hoşça kal _Angel_Cara... Bir daha girmeyeksin değil mi? Kararlısın yani? Bu forumda görüşlerimin büyük oranda uyuştuğpu tek kişisin... Mutlu ol...
-
Hababam Sınıfı...
Bugün işteyken daha doğrusu yolda yürürken aklıma Hababam Sınıfı geldi... Kendi kendime, lise yıllarında ne kadar çok güzel şeyler yaşadığımı ve ne güzel anılar geride bıraktığımı düşündüm. Sonra dedim ki, bir tek benim anılarım yoktu değil mi? Herkesin mutlaka bir çok anısı vardır... Bence forumda "Hababam Sınıfı" diye bir bölüm açılsın. Ve hem Hababam Sınıfını forumda ölümsüzleştiririz, Hemde anılarımızı paylaşır biz ölümsüzleşiriz... Rıfat Ilgaz'da belki bizi takip eder; "Ben yazdım ama en az bir o kadar da yaşanılanı varmış" diye... Sevinir... Güzel olmaz mıydı?
-
EVRİM TEORİSİ ÇÖKERSE/EVRİM KANUN OLURSA
Bu tartışmaya bir nokta koymak isterim. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, eğitim alanında ilk olarak Fransa'da yararlanmıştı. Fransızca eğitimi revaçtaydı mesela daha bundan 10-13 sene kadar öncesinde... Bildiğim kadarıyla "İdeé" kelimesi "İdea" kelimesinin Fransızca varyasyonu ve Türkçe konuşma diline aktarırken sonrdaki "é"yi uzatmıyorlar ve söylemiyorlar. Yani günlük kullanımda "İde" kelimesi kullanılır, tıpkı özür dileyeceğimiz yerde "Pardon" dememiz gibi... Lakin yazımda Sayın BrainSlapper'in dediği doğrudur. Buna benzer bir tartışma "Truva-Troya" kelimesi içinde yaşanmıştı zamanında, hatırlarsınız. Neyse umarım bu konu kapanmıştır.
-
Doğa Kanunları ve Sistem
Tebrikler Sayın Tarafsız... İşte hep en çok bunu söylüyorum ben, bilmiyorum farkettiniz mi? Varlık ve Oluş kesinlikle ve kesinlikle "Tasadüf/Rastlantı" ile açıklanamaz... Mesela Evrim teorisi, temellerini "Tesadüf"e dayandıracaksa, çürümekten başka bir sonu olamaz. Çünkü hiç bir şey "Tesadüf" sonucu olmuyor... "Denge" ve "Dengelenme" sonucunda oluyor. "Diyalektik/Etkileşim"de bunu gerektiriyor. Gelişimin ve Değişimin temel nedeni bu: Denge... Madde ve Canlılar kendi bünyelerinde bir denge sağlıyorlar, Diğer bir Madde ve Canlının dengesi ile çelişiyor ve değişim tetikleniyor... En basit ve anlaşılır formülü budur... Bing Bang'de bunun sonucudur, bir "Dengelenme Oluşumu ve Süreci"nin sonucudur... Bunun açıklamasını yapardım ancak belki konu dağılır diye yapmıyorum. Ve belki de uzun sürer... Ancak her şeyin bir nedeni vardır mutlaka... Saygılarımla...
-
Dinlerin çıkış nedeni.
Niçin "Evrensellik" dendiğinde bu hukuki kuralları da alıyorsunuz anlamıyorum. Ve Kur'an bir hukuk kitabı değildir. Ben kuryelik yapıyorum ve İzmir adliyesine gidiyorum devamlı... Oradaki Hukuk kitaplarından biliyorum bu farkı Bakınız, Hz. Muhammed vefat ediyor... Aradan henüz 30yıl geçiyor... Muaviye başa geçiyor ve Emevi hanedanını kuruyor. Oysa ki kendisi Hz. Muhammed'in vahiy katibi... Ve Kur'an bir takım işlerin "Şura" ile halledilmesi öngörülüyor, böylebir öğüt var... Lakin Muaviye "Veliaht" sistemini getiriyor daha 30 yıl sonrasında... Yani bugün insanların ve dahi sizin anlamlandıramadığınız şeyi ve ayrımı Bundan 1300 küsur yıl önce, Hz. Muhammed'in ölümünde 30 yıl sonrasında uygulayabilmişler, anlayabilmişler. Bu bir yana henüz Fatih bile Kur'an-da olmadığı halde "Kardeş Katli" için İslam fetvası almış... vs vs vs... Bunların örneklerini zamanında verdim çok... Tekrar yazmaya gerek yok o yüzden... Kısaca anlaşılması gereken şey açık ve nettir... Kur'an-ı okursanız ve o iki özelliğini kavrarsanız daha kolay anlamlandırabilirsiniz diye düşünüyorum... Ve söylediklerimin hala arkasındayım... Hz. Muhammed'in niçin savaşmak zorunda kaldığını da söyledim... Kendisine inananların olması ve bu yüzden bu kimselerin baskı görmeleri Hz. Muhammed'e sorumluluk yüklemiştir. O da bu açıdan bunu omuzlamıştır, omuzlamak zorunda kalmıştır. Hz. Musa'da da böyle olmuştur bu... Hz. İsa, içinden çıktığı topluma tümden hitap ettiği için böyle biz vazife almamıştır, inceleyin. Bu yüzden dünyadaki hükümdarlığını yadsımıştır... vs vs vs... Açılımı uzundur bunun... Saygılarımla...
-
Dinlerin çıkış nedeni.
Bakınız, Ben kulu ve resulü olması konusunda bir şey demiyorum ki!? Benim dediğim şey; bu resullüğün Hz. Muhammed'e havadan inmediğidir... Tanrı durup dururken Hz. Muhammed'e böyle bir şey vermemiş. Hz. Muhammed kendisi kafa yormuş ve birşeyler anlamış. Tıpkı bu forumdaki bazı arkadaşların, Bir dine bağlı olmaksızın Tanrı'yı anlamaya çalışmaları gibi... Ben Hz. Muhammed'in söylediklerine karşıt bir şey demiyorum. Tek söylediğim O'nu Tanrı'nın seçmesi olayının, sizin anladığınız manada olmadığıdır. Tanrının böyle bir şeye ihtiyacı yok çünkü. Kendisini insanlara bildirmek ya da insanlarla iletişim kurmak istese bir kişi yi görevlendirmezdi bence... Tanrı öyle duruyor ve siz onu tanımak isterseniz tanıyorsunuz ve biliyorsunuz. Tanıyabilirseniz mutlu oluyorsunuz ki bu cennetle nitelenmiş... Tanıyamazsanız mutsuz oluyorsunuz ki bu da cehennem ile nitelenmiş... O yüzden Yunus, Cennet ile Cehennemi umursamamış. Referansı'da Hz. Muhammed... Saygılarımla...
-
Dinlerin çıkış nedeni.
Sayın Muki... Şu "Bizim gibi niceleri" ayrımından hoşlanmıyorum... Öncelikle bunu bir aşsak diye düşünüyorum... Hz. Muhammed'in o gün için mücadele içinde bulunduğu, Yani bir savaşım halinde olduğu, Kısacası birbirlerine savaş açmış iki taraftan, Kendi bulunduğu taraf namına bunu söylediğine inanıyorum. Her zaman söylüyorum... "Toplumsal Normlar"ı "İnanç"a karıştırmamalı... Ben "İnanç" kısmını alıyorum... 1400 yıl öncesinin şartları yoktur bugün... O yüzden 1400 yıl öncesinin Arabistan'ındaki "Düşman Taraf" için söylenmiş ithamlar, o dönemde kalmıştır... "Tanrı İle Olan Bağ" dendiğinde aklınıza ne geliyorsa, "Tanrı İle Olan Bağ" benim için neyi niteliyorsa, ben onu alıyorum Kur'andan... "El Kesmek" ya da "Recm" gibi hükümler, adı üstünde "Hukuk" kurallarıdır. Ve belirli bir döneme aittir. Bunları savunmanın ya da bu hükümlerin artık geçmişte kaldığını söylemenin İnançlı olmakla ya da inançsız olmakla bir alakası yoktur. "Dört Kadınla Evlenebilmek" bir ibadet midir? Ya da hırsızlık mucibince "El Kesmek" ibadet midir? Ve ya bu şekilde "Toplumsal Öğütler" ibadet midir? Değişken kurallar değil midir? Bunları "Tanrı'ya Bağlılık" ile niteleyen bir insanın bazı kavramları bildiğinden gerçekten şüphe ederim... Hz. Muhammed(İster beni olumsuz niteleyin, İster saçmaladığımı söyleyin) Toplumsal bir devrime imza atmıştır. Çok iyi bir devlet adamı ve çok iyi bir komutandır. "Dini Önderliği" inanç şartları altında bir oluşum gösteren toplumda Ona inanan insanlar açısından, Hz. Muhammed'e bir takım sorumluluklar yüklemiştir. O da bu sorumluluk icabınca yapması gerekeni yapmıştır. İster meşrulaştırmaya çalıştığımı söyleyin, İsteseniz sırf adı "İslam" "Hz. Muhammed" ya da "Kur'an" diye "TÜMDEN" karşı çıkın Veyahut yadsıyın... Ben bunu yapamam, çünkü ortada... Siz sırf bu üç isime bir karşıt duygu/antipati beslediğiniz için tümden reddedebilir Hatta küçümseye bilirsiniz... Lakin kabullenmesenizde "İyi Şeyler"(de) söylediğini Ve sizin yukarıda belirttiğiniz hükümlerin o döneme Ve o koşullara ait olduğunu ben bildiğimi düşünüyorum... Bazı şartlanmışlıklara kapılarak öznel davranmıyorum... Ne İslam'a karşı, Ne başka bir dine karşı, Ne bir başka insana karşı, Ne de herhangi bir felsefeye karşı... Sadece anlamaya çalışıyorum o kadar... Cehenneme atma olayında ise, Benim İslam'dan anladığım "Cennet" ve "Cehennem" nitelemeleri farklıdır. O yüzden bu sorunuz, Diğer Cennet ve Cehennem tartışmalarında olduğu gibi Beni ilgilendirmemektedir. Bahsettiğiniz anlamdaki bir Cennet/Cehennem tanımlamasının muhatabı ben değilim... Saygılarımla...
-
Dinlerin çıkış nedeni.
Sayın Sarıgöl, anlatmadım sanırım... Bakınız, bu forumda Panteizm ile Vahdet-i Vücut arasındaki farkın üzerinde en çok duran Bunu en çok önemseyen kişi benimdir. Bunu eski iletilerimden kontrol edebilirsiniz. O yüzden bunun üzerinde pek durmayacağım, Ve sizde diliniz döndüğünce anlatmışsınız zaten aynı şeyleri. Ancak aralarındaki en önemli ve en belirgin farkı belirtmemişsiniz: Panteizm'de Maddeden Aşkın bir Tanrı yoktur, Tanrı sadece Madde ile içkindir. Vahdet-i Vücutta ise Tanrı Maddeden aşkındır ve Madde Tanrıdan mevcut olmuştur. Tanrı'dan ayrı değildir. Tanrı'ya "Öz" ya da "Cevher" deselerde Panteistler; Vahdet-i Vücut'ta da mertebelerin olduğunu belirtmişsiniz, Ki uygun sıfatı alamayan bir kimse de ancak ve ancak Hakk'ı "Öz" olarak tanıyabilir. "Ene'l Hakk" diyecek sıfatı alamaz... vs vs vs... Gerisini anlatmam fuzuli... "Tanrı'nın Zevk Etmesi" meselesi ise... Vahdet-i Vücut'ta "Hak Hak'tır ve eşya eşyadır" sözünden ziyade tekrar edilen söz: "La Faila İllallah/Fiilde Fail Allah'tır" tümcesidir... Dua edecekleri zaman, örneğin: "Tanrım bu bedende aşkını zevket" Demekten başka dua etmezler. vs vs vs... Bundan başkasını da anlatmam fuzulidir... Panteist ile Vahdet-i Vücut arasındaki farkı anlamak için ikisinide yaşamış olmak kafidir. Akıl da gereklidir. Akıllı mıyım bilmiyorum ancak yaşıyorum diye düşünüyorum. Her zaman bir "Kamil İnsan" öğüdüne ihtiyaç yoktur. Zira Hz. Muhammed Kamil İnsan terbiyesi almadan erişmiştir. Yunus Emre mesela, Taptuk Emre'nin yanında eğitimini tamamlamadan ayrılmış, Kendi başına ermiştir. Mevlana bile sadece aldığı eğitim ile Ya da başkalarının verdiği eğitim ile Kamil olmamıştır... Bakınız, ben inandığım şeyleri bırakın forumu, normal hayatta bile tek bir insanla tarışmam Lakin burada laf lafı açtı, yine de bazı şeylerin ayrıntısına girmedim. Şunu söylemek istiyorum: Tanrı'yı Keşfetmek, Ya da Tanrı'yı zevketmek... Size kalmış bir şey... Tanrı'nın sizi seçmiş olması ise yine siz kaynaklı... En basit anlamıyla: "Bana bir adım gelene, Ben beş adım yaklaşırım..." Yani siz arayışa girmedikçe, o sizde zevketmez hiç bir şeyi... Ne derseniz deyin, Tanrı'nın sizi seçmiş olması, Sizin kendi kendinizi "Seçilmiş Kılmanız"dan başka bir şey değildir. Bunu en iyi Yunus anlatmış: "Ete Kemiğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm..." Hakk siz iseniz, Hani Kur'an da sizin şeylerinizin tayin edilmesi meselesi var ya? Ne anlama geldiğini bilirsiniz, anlarsınız. "Size şah damarınızdan yakın olan, yine kendinizsinizdir." Neyse, Ayrıntıya girmeye gerek yok... Çünkü bu son derece bireysel ve tartışmaya kapalı bir konudur. Biz hep yaptığımız gibi, birisinin inancı yerine Genel tartışma mevzularına dönelim... Lakin şu ayrıntıyı söylemek istiyorum: Kur'an, Hz. Muhammed'in Diline gelenlerdir... İçine doğanlardır. İster buna Vahiy deyin, İster İlham... Söylediklerim, Hz. Muhammed'e leke çalan şeyler değildir. Kur'an-ı bende okuyorum, Ve İnanç hükümlerine inanıyorum... Lakin Hallac-ı Mansur'un dediği gibi: "Hepsi aynı şeye giden farklı yollardır"... Sadece bu... ------------- Sayın BrainSlapper, Teşekkür ederim... Lakin yine de ben Hz. Muhammed'i seviyorum... Nasıl ki siz ya da bir başkası "Tanrı"yı anlamaya Ya da gerçeği anlamaya çalışmışsa... O'da bundan başka bir şey yapmamıştır... Bunu dile getirmiş Ve sonunda omuzlarına bir yük binmiştir... Gerisi zaten "İslam Tarihi"ni oluşturmuştur... Saygılarımla...