DİPNOT tarafından postalanan herşey
-
SÖYLEŞİ...
Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'ndan Başbakan Erdoğan ve hükümete ağır eleştiriler.... AKP'nin dinci dikta hevesi Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu 'yla AKP'nin kapatılması davasını konuşuyoruz. Kanadoğlu, AKP'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğini söylüyor. Hükümeti kuvvetler ayrılığı ilkesini yok etmekle de eleştiren Kanadoğlu, AKP'nin kapatılabileceğini açık bir biçimde dile getiriyor. Türkiye'deki rejimi "alaturka demokrasi" olarak niteleyen Kanadoğlu, bir de şu ilginç saptamayı yapıyor: "Ahlaksız demokrasiler kurulabilir, yeşerebilir ama yaşatılamaz." - AKP hükümetinin anayasa değişikliği yapmasıyla AKP'yi kapatma davası engellenebilir mi? KANADOĞLU - Engellenmeye çalışılabilir. Ama bu engellemeye çalışma doğrudan hukuk devleti ilkesine, hukukun üstünlüğüne aykırı olur. Ve bir davalı partinin elindeki Meclis çoğunluğuna dayanarak kendisini, eylemlerini ve laiklik karşıtı olduğu iddia edilen bu eylemlerin odağı olup olmadığını tespit edecek olan mahkemenin oluşumunu doğrudan doğruya yeni bir hukuk devleti ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğunu ortaya koyabilir. Ayrı bir kapatma davasının nedeni olabilir. - Nasıl ayrı bir kapatma davası? - Anayasanın 68. maddesi siyasi partilerin hukuk devletine aykırı eylemlerin odağı olamayacağını da hüküm altına almıştır. Yani, 69. maddenin 6. fıkrasında 68. maddenin 4. fıkrasına yollama yapılarak o eylemlerin odağı olma hali kapatma davasının nedeni olarak gösterilmiştir. 68. maddenin 4. fıkrasında hukuk devleti ilkesine aykırı eylemlerde bulunamayacağı öngörülmüştür. Bir davalının kendisini yargılayacak mahkemenin oluşumunu etkilemesi düşünülemez. Kendisi hakkında uygulanması istenen anayasa ve yasa hükümlerini hiç düşünülemez. Bu, aslında meşruiyet çizgisinin de son hattıdır. Çünkü meşruiyet ancak anayasa ve yasalara uygun hareket etmekle muhafaza edilir. Meşruiyeti sandıkta halktan alırsınız. Meşru bir iktidar olursunuz. Ama bu meşruiyeti, "Ben halktan oy aldım. Sandıktan çıktım. İstediğimi sonuna kadar yaparım" zihniyetiyle devam ettiremezsiniz. Onun için de anayasa ve yasalar içinde kalmak zorundasınız. Anayasa ve yasalar içinde kalmak zorunda olduğunuz halde siz o eylemlerin odağı haline geldiğiniz iddia edilince bunları değiştirmeye kalkarsanız biraz önce söylediğim meşruiyet çizgisinin tam üstünde olursunuz. Buna teşebbüs ettiğiniz ve bunu yapmaya başladığınız anda da o çizgiyi öbür tarafa doğru geçersiniz. Aslında siyasi iktidarı bu yönden uyarmak gerekir. Bu, çok tehlikeli bir yoldur. - Peki, bugünkü hükümet bu yola girerse ne olur? - Meşruiyetini kaybetmiş her iktidarın başına gelen onun da başına gelir. Zaten tarih geçmiş olaylardan ders almayanların aynı sonucu bir kere daha yaşayacaklarının örnekleriyle doludur. - Peki, tarih tekerrür eder mi? - Ders alınmadığı takdirde tarih tekerrür eder. Siz bu anayasaya göre iktidar oluyorsunuz. Anayasaya göre siyasi partiler demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu doğru. Ama yine aynı anayasa, "Siyasi partiler anayasa ve yasalar hükümleri içinde faaliyet gösterirler" diyor. Anayasa ve yasaların dışına çıkmaya başladığı anda meşruiyetini bu anayasadan alan bir iktidarın meşruiyet çizgisini zorladığını söylemek fevkalade doğru bir tespit olur. 'Suç işleyen acısına katlanır' - Bunlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yetkilerini azaltarak bir yere varmaya çalışıyorlar. Bunu yapabilirler mi? - O bir intikam alma duygusunun gerçekleştirilmesi biçimini taşır. O düşüncenin bir ürünü olur. Ama bir şey hiç unutulmasın. Yetkili bir merci tarafından açılmış bir dava o merciin yetkileri kaldırılsa bile dava olarak devam eder. Onun için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yetkilerinin azaltılması açılmış olan davaya hiçbir etkide bulunmaz. - Beş yıldır bu hükümetin laiklik ilkesi, ulusal birlik ve ulus devleti zedeleyici pek çok söylem ve davranışları oldu. Ancak bu dava şimdi açılıyor. Sizce neden? - Siyasi partilerin anayasa içinde kalıp kalmadıklarını incelemek, irdelemek, gereğinde yasak getiren bu eylemlerin tekrarlanarak ya da o yetkili merciler tarafından söylenerek odak haline gelmesini takdir etmek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın görevidir. Tabii ki bu takdir ancak odak olmanın gerçekleştiği an davaya dönüşür. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bu odak olma noktasının gerçekleştiği anı dava açma tarihi olarak tespit etmiştir. Niye daha önce olmadı, niye beklenmedi, niye bu tarihte açıldı, demek sorunu çözmez. Takdir tamamıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na aittir. - Varsayalım ki Anayasa Mahkemesi davayı açtı. Sonunda da başta Cumhurbaşkanı olmak üzere 71 AKP'li yasaklı oldu ve AKP de kapatıldı. TBMM'deki durum ne olur? Bir erken seçim olabilir mi? Bir de partileri kapatılan eski AKP'liler yeni parti kurup yerel seçimlere katılabilirler mi? - TBMM'nin yüzde 10'u boşalırsa o zaman erken seçim olur. Ama siyasi yasaklı haline gelmesi istenen milletvekillerinin sayısı 55'in altında. Onun için zorunlu bir erken seçim akla gelmez. Ara seçim zorunlu olur. Erken seçim olmaz ama bir siyasi iktidar her zaman Meclis çoğunluğuna dayanarak erken seçim kararı alabilir. Ona engel hiçbir şey yok. Partileri kapatılan milletvekillerinin durumuna gelince... Orada Türk demokrasisinin bir zafiyeti ortaya çıkar. Anayasada bir hüküm var. O da şu: Temelli kapatılan bir siyasi partinin devamı olan siyasi partiler kurulamaz. Bu hüküm ne yazık ki Anayasa Mahkemesi'nin bir kararıyla yaptırımsız olduğu kabul edilerek sadece bir dilek, bir felsefi düşünce olarak anayasanın özünde kaldı. Ben, FP'nin, RP'nin bir devamı olması nedeniyle de kapatılmasını istemiştim. Anayasa Mahkemesi bunu 7'ye 4 oyla reddetti. Bizim iddiamız anayasaların bir dilek, bir felsefi, edebi metinler olmadığıydı. Kurulamaz, dendiği zaman kurulursa kapatılır, demiştik. Ama kabul ettiremedik. İşte, Türk demokrasisinin hastalığı dediğim bu. Kapatılan partinin siyaset yasaklısı dışındaki kişileri yeni bir parti kurarlar ve diğer bağımsız kalan milletvekilleri oraya katılırlar. Erken seçim kararı da alıp seçime de girerler. - Neden? - Çünkü yine anayasaya göre bir siyasi partinin seçime girmesinin koşulları vardır ama TBMM'de grubu varsa ne zaman kurulursa kurulsun, genel kongresini ne zaman yaparsa yapsın seçime girer. Hep varsayımlar üzerine konuşuyoruz. Kapatılırsa yeni kurulacak ya da yedek olsun diye bir süre önce kurulmuş bir siyasi parti meclis grubu oluşturacaktır. Böylece seçime girer. Yerel seçimlere de girer. Aslında söylemek istediğim şu: "Bu kadar çok siyasi parti kuruluyor. Siyasi parti mezarlığına döndük. Bu nasıl bir demokrasi?" diyeceğimize ve yargıyı kınayacağımıza anayasa ve yasalara uygun hareket etmeyen partileri kınamamız lazımdır.Ve böylece kapatılan bir partinin tekrar siyasi hayata dönmesinin nasıl önleneceğini düşünmeliyiz. Biz tam tersini yapıyoruz. Ondan sonra da bundan hayıflanıyoruz. "Nasıl olur da siyasi parti kapatmak bir sonuç vermediği halde hâlâ siyasi parti kapatılmasına gidiyoruz?" diyoruz. Bu çok yanlış bir düşünce. Buna sebebiyet veren partileri kınamak yerine sistemi ve bu kapatma kararını veren ve başta davayı açan olmak üzere yargı organlarını suçlamaya başlıyoruz. 'Ayıplı demokrasi' - Yani bizim bu duruma gelmemizin nedeni siyasi partiler mi? - Evet. Elbette ki siyasi partiler bireylerin oluşturduğu, belirli biçimdeki düşüncelerinin iktidara geldiği zaman uygulamasını nasıl yapacağını ileri sürerek o iktidar üzerinde iddia sahibi olan tüzel kişiliklerdir. Bu siyasi partilerin anayasa ve yasa hükümleri içinde hareket edeceğini var sayıyorsak ve anayasaya o hükmü koymuşsak o zaman demokrasinin olmazsa olmaz koşullarına bakmamız lazımdır. Bunların başında laiklik ilkesi gelir. Laiklik ilkesi olmadan o rejimin adı demokrasi olmaz. Biz laiklik ilkesini de yanlış anlıyoruz. Demokrasiyi yok etme özgürlüğü yoktur. Bu yoksa mücadeleci demokrasi dediğimiz anlayış kendisini korumak zorundadır. Özgürlüklerden yararlanarak iktidar olacaksınız. Ondan sonra da bu anayasanın dayandığı temelleri kendi ideolojinize göre değiştirmeye çalışacaksınız. Buna izin veren bir demokrasi yok olmaya mahkûmdur. Aslında bütün bu parti kapatmalar demokrasinin gereğidir. Yoksa demokrasiye karşı bir eylem değildir. - Ama birileri de buna demokrasi ayıbı diyor... - Bizim demokrasinin zaten ayıpsız bir yeri yok. Siz, Türkiye olarak yolsuzluk liginde dünyada 66. sıradaysanız ve dokunulmazlıkları sınırlandırmaya, kendiniz aleyhinde bir durum ortaya çıkar diye karşı çıkarsanız bu demokrasi ayıbıdır. Siz genel başkan sultasıyla katılımcılığı bir tarafa bıraktırıyorsanız bu demokrasi ayıbıdır. Eğer siz kuvvetler ayrılığını anayasada tarif edildiği ve gerçek, çağdaş demokrasilerde uygulandığı gibi değil de "Sandıktan ben çıktım. Yüzde 46.7 de oy aldım" diye düşünerek davranıyorsanız bu demokrasi ayıbıdır. Siz çoğulculuktan çoğunlukçuluğu anlıyorsanız bu demokrasi ayıbıdır. Siz, "Hukuk devleti ilkeleriyle istediğim gibi oynarım. Ben, beni yargılayacak mahkemeyi kendi düşüncelerime göre seçerim. Bana uygulanması gerekli maddeleri de değiştirir böylece hakkımda açılmış davadan kurtulurum" diye düşünüyorsanız bu demokrasi ayıbıdır. Olay budur. ______________________________________ ______________________________ ________________________ ____________________ ________________ _____________ __________ _______ _____ ___ __ _ Kaynak: LEYLA TAVŞANOĞLU / Cumhuriyet...30.03.08
-
TÜRKİYE'DE İRTİCANIN GÜNCEL TAKİBİ... Ülkemizde irtica gün ve gün ivme kazandığı bir sürecin içindeyiz, 85 yıllık Cumhuriyetimiz nerelere sürükleniyor
Lisede toplu namaz... Öğretmen ve öğrencilerin cuma namazı için camiye gittiği öne sürüldü... Eyüp Otakçılar Lisesi'nde öğretmenlerin ve öğrencilerin ders saatleri içerisinde cuma namazını kılmak için camiye gittiği öne sürüldü. Eğitim-Sen 4 No'lu Şube Eğitim Sekreteri Günay Deniz , " Öğrencilerden bir kısmı ders saatleri içerisinde öğretmenleriyle birlikte namaza gidiyor. Namaza gitmeyen diğer öğretmenler, sınıflarında bulunan öğrencilerin namaza gitmesine izin vermemesi durumunda 'din düşmanı ', 'dinsiz' olarak nitelendiriliyor " değerlendirmesinde bulundu. Toplu namazı öğrencilerden ve velilerden gelen şikâyetler üzerine öğrendiklerini anlatan Deniz, ders sırasında öğrencilerin öğretmenleriyle namaza gitmelerinin " baskı " anlamına geldiğine dikkat çekti. Bu durumdan hoşnut olmayan öğretmenlerin ise baskılar nedeniyle şikâyet edemediklerini anlatan Deniz, " Her hafta tekrarlanan bir olay bu. Veliler, çocuklarının derslerinin cuma günleri boş geçtiğini, namaza giden öğrencilerin de gitmeyen öğrenciler üzerinde baskı yaptığını söylüyorlar. " dedi. Lisenin Müdür Yardımcısı Özcan Dinç ise iddiaları kabul etmeyerek, derslerin bu nedenden ötürü boş geçmediğini, velilerden ya da öğrencilerden kendilerine bu yönde bir şikâyet gelmediğini ileri sürdü. Kaynak: Günay Deniz... Eğitim-sen 4 no'lu şube eğitim sekreteri...
-
TÜRKİYE... 12.5 MİLYON KADININ EVE KAPANDIĞI BİR ÜLKE... (NASIL KAPANIR... Giysileriyle kapanır. Çarşafla kapanır. evine kapanır. Gelenekle kapanır)
12.5 Milyon Kadının Eve Kapandığı Bir Yerde... Kadının kapandığı yer uygar bir yer değildir. Kadın nasıl kapanır? Giysileriyle kapanır. Çarşafla kapanır. Ya da evine kapanır. Gelenekle kapanır. Baskıyla kapanır. Ekonomik nedenlerle kapanır. Yüz yıl önce bu ülkede durum böyleydi. Bugün din kurallarıyla yönetilen ülkelerde de böyle. Kadın sokakta yoktur. Sokağa çıkınca da yoktur, çünkü çarşafa sarınmıştır. Kapalı kapıların ardına saklanmıştır. Çoğu evlerin pencereleri kafeslidir, kadın dışarıdan bakınca görünmesin diye... Kadın dış dünyayı, yaşamı o kafesin izin verdiği kadar görebilsin diye. O ülkelerde kapanan kadın eğitimsizdir. Yani mesleksizdir. Kadının üretimde yeri yoktur. Mesleksiz kadınlar diyarında da uygarlık yoktur. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) "İşsizlik Artıyor, İşgücüne Katılım Düşüyor" başlıklı bir araştırma raporu yayımladı. Seyfettin Gürsel ve Alper Dinçer 'in hazırladığı rapora göre, büyüme yavaşlayınca işsizlik artmış. 2007'de tarım dışı işsizlik yüzde 12.5 düzeyine ulaşmış. "Ne var bunda, yatırımlar azalınca işsizlik de artar tabii" diyerek geçiştirilecek bir konu değil bu. Olayın işsizlikten daha vahim tarafı, raporun şu ifadelerinde yatıyor: "İşgücü piyasasındaki konjonktür, kadınları işgücü piyasasının dışına itiyor. 2007 Mayıs'ından sonra kentte kadın işgücüne katılım hızla azalırken ev işleri ile meşgul olan kadınların oranı yüzde 10'dan çok artış göstererek 12 milyon 494 bine tırmandı. Kadınlar işgücü piyasasını terk edip evlerine kapanıyor." Rapora göre sadece Mayıs-Aralık 2007'de eve kapanan kadın sayısı 1 milyon 175 bin. Araştırmacılar, bu oran için 'muazzam bir sıçrama' deyimini kullanmışlar. Evet, geriye doğru muazzam bir sıçrama... Siyasette 'günün anlam ve önemine' de uygun bir sıçrama... Kadının ekonomiden, üretimden, istihdamdan çekilip eve kapanmasını kim nasıl değerlendiriyor acaba? Acaba hükümet için, iktidar partisi için bu durum ne ifade ediyor? Diğer siyasal partiler için? Sivil toplum kuruluşları için? Sendikalar için?.. Herhalde bu soruların yanıtları için de araştırmalar yapılacaktır. Bir ülkede bir yıldan az bir sürede bir milyondan fazla kadın evine kapanmak zorunda kalmışsa, o ülkedeki kötüye gidiş için başka bir ölçüte gerek yoktur. 12.5 milyon kadının eve kapandığı bir ülkenin de uygarlık adına söyleyeceği söz yoktur. Kaynak: Fikret Bila/Cumhuriyet/30.03.08
-
AKP'YE KAPATMA DAVASI AÇILDI
Kapatma'da İddianamenin Kabul Kararı... * Siyasal parti kapatma davalarının kendine özgü bir dava niteliğinde olmasına ve özellikle geleneksel ceza davası olmamasına, * Anayasa ve özel yasaların kapatma davasını açma görev ve yetkisini münhasıran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na vermesine ve iddianame düzenlenmekle de davanın açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında kabul kararı verilmesi olanaksızdır. Hamdi Yaver AKTAN Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi 1. Kapatma Davalarının Niteliği Siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi'nde açılan davaların hukuksal niteliği konusunda öğretide farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüş, ceza yargılaması hukuku kurallarına göre yargılama yapıldığı kuralından hareketle ve genellikle kapatma nedenleri aynı zamanda suç teşkil ettiği, kapatılma kararının da ceza yaptırımını öngördüğü ve tüzelkişilerin ceza sorumluluğuna benzediğinden ceza davası niteliğinde olduğu biçimindedir. Diğer bir görüşe göre ise kapatma davası, ceza davası olmayıp bir "tedbir davası" dır ve kapatılma kararı da partinin yasakları ihlal ettiğine ilişkin açıklayıcı bir tespit kararıdır. (1) Aynı yönde, fakat farklı bir yaklaşım da "niteliği itibarıyla özel hukuka ve kendine özgü olan ve bozucu yenilik doğuran bir inşai dava 'dır" . (2) Kapatma davalarında, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun'un 33. maddesine göre "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) hükümleri uygulanmak suretiyle dosya incelenir ve karara bağlanır" . 5230 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'la (Yürürlük Kanunu) (m. 18/1-a) 1412 sayılı CMUK yürürlükten kaldırıldıktan sonra Yürürlük Kanunu'nun 3. maddesinin 1. fıkrasına göre CMUK'a yapılan yollamalar 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na (CMK) yapılmış sayılmaktadır. 1 Haziran 2005 tarihinden sonra açılacak siyasal partilerin kapatılması davalarında anılan yasa hükümleri tamamlayıcı ölçüde kullanılacaktır. Ceza yargılanmasına ilişkin yasanın uygulanacak olması, siyasal parti kapatma davalarının niteliği itibarıyla ceza davası olmasına elverişli değildir. Gerçekten de davanın görüleceği yargı yerinin Anayasa Mahkemesi olarak belirlenmesi, mahkemenin de özel bir kuruluş ve yargılama yasasının bulunması ve bu yasanın yollamasıyla (2949 sayılı kanun, m. 33) CMK'nin uygulanacak olması, CMK'yi tamamlayıcı olmaktan çıkarmayacağı gibi, davanın niteliğine uygun düştüğü ölçünün ötesine de taşımayacak ve ayrıca davayı ceza davası niteliğine de dönüştürmeyecektir. (3) Kendine özgü bir dava Ceza yasalarına göre suç teşkil etmeyen ve yasama sorumsuzluğu gereği ceza yaptırımı ile karşılanmayan birtakım eylemlerin siyasal partiler yönünden odak olmada dayanak olabilmesi de kapatma davalarının ceza davası olmadığı savını güçlendirmektedir. Anayasa Mahkemesi önceleri bu tür davalarda uygulanması istenen maddeleri ve yaptırımı birer ceza kuralı niteliğinde görmüştür. (4) Anayasanın 69. maddesinde 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı yasayla (5) yapılan değişiklikten sonra görüş değiştiren yüksek mahkeme, kapatılma davalarının "kendine özgü bir dava" olduğunu kararlaştırmıştır. (6) Nitekim, mahkemenin 12.9.1995 tarihli, değişik iş 1995/4 ve 5 sayılı kararında siyasal parti kapatma davasının ceza davası olmadığı açıklanmıştır. (7) En somut olarak Refah Partisi davasında bizatihi Anayasa Mahkemesi'nce itiraz yoluyla incelenip karara bağlanırken (8) 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerinin yürürlükten kaldırılması ve bireyler yönünden cezai yaptırımların uygulanamayacağı, ancak partiler yönünden aynı yasakların sürdüğü kabul edilerek 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 103. maddesinin ikinci fıkrası iptal edilirken bir bakıma önceki kararı gibi konuya yaklaşmış ve ceza davası olmadığını somut norm denetiminde belirtmiştir. Ceza davasından bir farklılık Refah Partisi Kapatma Davası'nda (9) 2949 sayılı Kuruluş ve Yürürlük Yasası'nın 33. maddesinin düzenleniş biçiminden hareketle Anayasa Mahkemesi "yasa koyucunun siyasi partilerin yasaya aykırı eylemlerinin kapatılma yaptırımına bağlanmasını ceza hukuku ilkelerine daha yakın bulduğunu" belirttikten sonra "Ancak ceza davalarında, ceza yargılamasına özgü usul kurallarının uygulanması doğal olduğuna göre, parti kapatma davalarında özellikle aynı usulün uygulanacağının belirtilmesine gerek duyulması, bu davaların geleneksel anlamda bir 'ceza davası olmadığını' ortaya koymaktadır... Bu temel özellikleri taşıma gereği yönünden, hukukun diğer alanlarına göre ceza hukukuna dava yakın kabul edilse de siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukuku kuralları içinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan ' kendine özgü davalardır' . Ayrıca siyasi partilere yasaklanan eylemlerin niteliği, bunların kapatılma sonucunu doğurabilmesi için aranan koşullar ve uygulanan yaptırım türünün ceza hukukundaki suç ve cezalardan farklılık göstermesi de bu davaların 'kendine özgü özelliğini' öne çıkarmaktadır" gerekçeleriyle kapatma davalarının ceza davası olmadığını açıkça vurgulamış ve bu içtihadını Fazilet Davası'nda (10) da aynen sürdürmüştür. 2. Kapatma Davalarının Açılışı Anayasanın 69. maddesinin 4. fıkrasına göre "Siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi'nce kesin olarak karara bağlanır" . 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun değişik 98. maddesi de "Siyasi partilerin kapatılması davaları, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Anayasa Mahkemesi'nce açılır" hükmünü içermektedir. İddianame yeterli Kapatma davalarında özel kuruluş ve yargılama yasasının yanında ceza yargılama yasası hükümleri de Anayasa Mahkemesi tarafından uygulanacağı için dava açılmasına ilişkin önceki (CMUK) ve sonraki (CMK) yasa hükümleri incelendiğinde CMUK'un 148. maddesinin 1. fıkrasının "Hukuku amme davası açmak vazifesi Cumhuriyet Müddeiumumisi'nindir" şeklindeki hükmünün, CMK'nin 170. maddesinin 1. fıkrasında "Kamu davası açma görevi, cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir" biçimini aldığı görülmektedir. Kamu davasının açılmasında önceki düzenlemede aranan "yeterli delil" zorunluluğu da yeni düzenlemede "yeterli şüphe" ye dönüşmüştür. Öte yandan CMUK'a göre (m. 163/1) cumhuriyet savcısının mahkemeye vereceği iddianameyle kamu davası açılmış sayılırken CMK'de (m. 175/1) "iddianamenin kabulüyle kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar" hükmü öngörülmektedir. Görüldüğü üzere CMUK'den farklı olarak CMK'nin sisteminde cumhuriyet savcıları, "iddianame düzenleyerek mahkemelere sunmak" görevini üstlenmişlerdir. CMK'nin düzenlemesini (m. 170/1) bu şekilde anlamak gerekmektedir. (11) Çünkü kamu davasının açılmış sayılması ancak iddianamenin sunulduğu mahkemece kabul edilmesiyle (m. 175/1) mümkün olabilmektedir. Cumhuriyet savcısının mahkemeye sunduğu iddianamenin hüküm ifade edip sonuç doğurabilmesi "iddianamenin kabulü" denilen ve kurucu şart niteliği taşıyan kararın verilmesi ya da belli sürenin geçmesiyle verilmiş sayılmasına (CMK m. 174/3) bağlıdır. (12) İddianamenin kabulü kararı müessesesinin getirilmesiyle kamu davası açılması, yargısal bir karar niteliğini almıştır. (13) 3- Kapatma Davalarında İddianamenin Kabulü Kararı Verilemez! Siyasal parti kapatma davalarının ceza davası olmayıp özellikle ceza davası dışında kalan kendine özgü bir dava olması, ceza mahkemesine açılacak kamu davalarının "yeterli delil" (CMUK m. 163/1) ya da "yeterli şüphe" (CMK m. 170/2) ile mümkün olmasına karşın siyasal partiler için güvence teşkil eden (14) ve münhasıran Anayasa Mahkemesi'ne açılabilen anılan davaların yeterli kanıt ya da kuşku şöyle kalsın partilerin eylemlerinin "odak" haline gelmesi (Ay. m. 69/6; 2820 sayılı kanun m.) halinde açılabilecek olması göz önüne alındığında bu tür davalarda CMK'nin 175. maddesinin 1. fıkrasının öngördüğü iddianamenin kabulüne ilişkin karar verilmesi olanaksızdır. CMUK döneminde dava, iddianamenin düzenlenmesiyle açılmış sayılmaktaydı. Anayasanın (m. 69/4), 2820 sayılı kanunun (m. 98) ve 2949 sayılı kanunun (m. 33) hükümleri birlikte değerlendirildiğinde kapatma davasının iddianamesi düzenlenmekle hukuksal olarak dava açılmış olmaktadır. Siyasal partilerin kapatılması davalarında 2949 sayılı kanunun 33. maddesi, ancak dava açıldıktan sonra, yani yargılama sürecinde uygulama alanı bulabilmektedir. CMK'de dava, iddianame düzenlenmekle değil, iddianamenin kabulüyle açılmış sayılmaktadır. Bu haliyle de iddianame düzenlenmesi soruşturma evresinde (CMK m. 2/1-e) kalmaktadır. Bu evrede 2949 sayılı kanunun 33. maddesi hükümlerinin nazara alınması ise mümkün değildir. Kendine özgü bir dava türü olan ve ceza davası olmayan kapatma davasında, 2820 ve 2949 sayılı özel yasalarda, CMK'deki hükümlere koşut değişiklik yapılmasının yasa koyucu tarafından düşünülmemiş olması göz önüne alındığında ve kaldı ki anayasa hükmünün ve anılan normların da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nı görevli kılmayı sürdürmesine ve düzenleyeceği iddianameyle davanın açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında "yeterli şüphe" ile açılan geleneksel ceza davaları için soruşturma evresine ilişkin olarak konulmuş kuralın, odak olmayı oluşturabilecek nitelikteki yoğun eylemlere ve kanıtlara bağlı olarak açılabilen parti kapatma davalarında uygulanabilirliği bulunmamaktadır. Tersine bir yaklaşımın 2949 sayılı kanunun 33. maddesinin, davanın açılma aşaması öncesine taşınması ve davanın açılmasının da Anayasa Mahkemesi tarafından gerçekleştirilmiş olması sonucunu doğurur ki anayasa ile 2820 ve 2949 sayılı yasaların hükümleri bu yönde bir yorumlamaya elverişli değildir. Söz konusu kurallar, dava açılmasını münhasıran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın iddianame düzenlemesine bağlamıştır. Yargılama yasalarında açık bir düzenlemenin bulunmaması halinde kıyas olanaklı ise de CMK'deki düzenleme, anayasa ve belirtilen özel yasalardan farklıdır; sonraki yasa (CMK) hükümleri özel yasalardaki düzenlemeleri örtülü olarak ortadan kaldıracak nitelikte değildir. Kaldı ki anayasa (m. 69/4) hükmü de yerinde durmaktadır. 4- Sonuç Konu, olması gereken yönü itibarıyla kuşkusuz ki tartışmaya açık olmakla birlikte; - Siyasal parti kapatma davalarının kendine özgü bir dava niteliğinde olmasına ve özellikle geleneksel ceza davası olmamasına, - Anayasa ve özel yasaların kapatma davasını açma görev ve yetkisini münhasıran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na vermesine ve iddianame düzenlenmekle de davanın açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında kabul kararı verilmesi olanaksızdır. ________________________________________________ D İ P N O T L A R 1- Dr. O. Korkut Kanadoğlu: Anayasa Mahkemesi; İstanbul, 2004, s. 221, 751 ve 752 sayılı notlardaki yazarlar ve eserleri. 2- Bülent H. Acar: "Kurtuluş Tüzüğü Kesin Yasaklı Amaçlara Aykırı Olan Siyasal Partinin Tüzelkişilik Kazanamaması Bir Kapatma Davasının Değil, Bir Olumsuz Tespit Davasının Konusudur", Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 2002/1, s. 160-161. 3- Kanadoğlu, age., s. 222. 4- 28.9.1984 tarih ve 1984/1 esas ve 1984/1 sayılı karar, Kanadoğlu, age, s. 218, dipnot 742 5- R. G. 26.7.1995, Sayı: 22355 6- A. Emrah Akyazan: "1982 Anayasası'na Göre Siyasal Partilerin Kapatılması", TBB Dergisi, 2006, Sayı: 65, 5. 271 7- Yılmaz Aliefendioğlu: Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi, s. 231'den Aktorun Kanadoğlu, age, s. 219, dipnot 743. 8- 9.1.1998 tarih ve 1998/2 esas, 1998/1 sayılı karar, R. G. 22.2.1998, Sayı: 23266 9- 16.1.1998 tarih ve 1997/1 esas ve 1998/1 sayılı karar R. G. 22.2.1998, Sayı: 23266 10- 22.6.2002 tarih ve 1999/2 esas ve 2001/2 sayılı karar, R. G. 5.1.2002, Sayı: 24631 (Mükerrer) 11- Doç. Dr. Yener Ünver/Doç. Dr. Hakan Hakeri: Sorularla Ceza Muhakemesi Hukuku, TBB Yayını, Ankara, 2006, s. 296. 12- Prof. Dr. Metin Feyzioğlu: "Ceza Muhakemesi Kanunu'na Göre İddianamenin Hazırlanmasına ve Kabulüne İlişkin Bazı Düşünceler", Ceza Hukuku Dergisi, Ekim 2006, Sayı: 1, S. 31. 13- Centel/Zafer: Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2008, S. Bası, s. 492 14- Kanadoğlu, age, s. 222.
-
TAYYİP'İ ÜZMEK ALLAHI ÜZMEKTİR... Şeriat çağrısı yapan kitap camilerde... Atatürk'e ve başı açık kadınlara hakaret dolu bir kitap...
Atatürk ve açık kadınlara hakaret dolu kitap, camilerde dağıtıldı Ramazan ÇETİN/DENİZLİ, (DHA) DENİZLİ'de eşi emekli imam olan ev kadını Fatma Durmuş'un yazdığı `İlahilerle Hakka Çağrı' adlı ilahi kitabı ortalığı karıştırdı. Son dönemde İslami tarikat faaliyetlerinin artış gösterdiği iddia edilen Denizli'de bu kez ilahi kitabı krizi çıktı. Servergazi Beldesi'nde oturan ev kadını Fatma Durmuş'un yazdığı, Mahmut Koruk'un yayımcılığını üstlendiği `İlahilerle Hakka Çağrı' adlı kitapta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın peygamber gibi gösterilip, ona karşı gelmenin Allah'a karşı gelmeyle eş olduğu, şeriat devleti kurulması yönünde teşvik ve tahriklede bulunulduğu, Atatürk'e, annesine, Atatürkçülere ve Cumhuriyet'e hakaretler edildiği, başı açık kadınların dinsiz olarak gösterildiği ve dinci bir ordu kurmaya yönelik çağrı yapıldığı iddia edildi. `DİYANET ONAY VERDİ' Kavak, kitaba Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da `olur' verildiğini ve yayımlanması için teşvik edildiğini belirterek şunları söyledi: "Bu kitapta Atatürk'e ve annesine büyük saldırılar var. Askere saldırılar var. Kız çocuklarıyla erkek çocuklarının birarada okumasına saldırılar var. Atatürkçü düşünenlerin ve savunan insanların dinsiz olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişler. Başı açık kadınlara büyük saldırılar var. Plajlarda ve caddelerde açık gezen kadınlara büyük saldırılar var. Böyle bir kitaba suskun kalamazdık. Her ne kadar Denizli Belediye Başkanlığı'nda görev yapan arkadaşlarımız inkar etse de, bu tür olaylar Denizli'de AKP iktidarı belediyeyi ele aldıktan sonra ve bir vakfın kermes düzenlemesiyle başladı. Kara çarşaflı kadınların belediye içinde kermesiyle başlayan ve hızlı bir tırmanışa geçen anlayışın, Denizli'de model olmaya başladığını görüyoruz. Burada eğitim birliği ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Şeriatçı bir düzen kurulması için mücahit ordusu öngörülüyor. Bunu da Allah adına, ilahiler adı altında yapıyorlar." `ERDOĞAN ALLAH'LAŞTIRILIYOR' CHP İl Başkanı Ali Kavak ve CHP Merkez İlçe Başkanı Osman Bartal; Kitapta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın peygamberle bir tutulduğunu savunan Kavak şöyle devam etti:"Erdoğan Allah'laştırılıyor. Erdoğan'a kızanlar Allah'a kızmış kabul ediliyor. Saçma sapan şeyler bunlar. Bunları siyaset alanında kullanmaya çalışıyorlar. Dini en iyi kullanma şekli olarak da camileri seçiyorlar. İnsanlarımız ilahi diye alıyorlar ve kitaba baktıklarında şaşırıyorlar. Bu kitapla ilgili bize yüzlerce telefon geldi. Savcılığa suç duyurusunda bulunuyoruz. Gerekenin yapılmasını istiyoruz. Bu kitaba onay veren ve teşvik eden Diyanet görevlilerin de cezalandırılmasını istiyoruz." CHP'li Kavak, kitabın Sevindik, Karşıyaka ve Dokuzkavaklar mahallelerindeki camilere koliyle dağıtıldığı ve üzerine bırakılan notta vatandaşlara ücretsiz dağıtılmasının istendiğini ileri sürdü. MÜFTÜNÜN HABERİ YOK Gültepe Cami Derneği Başkanı Ali Taş ise kitabı kimin bıraktığı görmediklerini ve kitabı okuyan cemaatin de tepki gösterdiğini belirterek, "Öğle namazına geldiğimizde cami girişinde koli gördük. Kolinin içinde `cemaatimize ücretsizdir' diye not vardı. Kitabı okumaya başladığımızda çok şaşırdık. Ben dahil tüm cemaat tepki gösterdi" diye konuştu.İl Müftüsü Mehmet Köse de böyle bir kitabın camilerde dağıtıldığından haberi olmadığını, ancak bu tür kitapların dağıtımına izin vermelerinin mümkün olmadığını savundu, cami görevlilerini uyaracaklarını dile getirdi. KİTAPTAN BÖLÜMLER 179-182 Sayfalar `Tayyibim' isimli şiirden: -Nerede hürriyet, cumhuriyet. Bütün taşıdıkları kötü niyet. Sade başörtüsünde vardır diyet. Suçun şiir değil dini yaşaman. Nerede dini hür vicdanı hürler. Atatürk'ün yolunda yürüyenler, okullardan kızları kovuyorlar. Suçun şiir değil, dini yaşaman. Halkçılık, insan hakları nerededir. Nerededir imam hatipliler, kurslar. Okusa da işe alınmaz bunlar. Suçun şiir değil, dini yaşamak. Tayyibim nerededir bu eşitlik. Bütün sevdikleri sarhoşluk, pislik. Deniz kıyısından bizler tiksindik. Nüfus cüzdanımızda dinimiz İslam, yaşayışta dinimiz Hristiyan. İş vermezler sonra mecbur yaşaman. Böyle yapanlar askeriyeymiş derler. Oradaki erler de bizim erler. Askeriyemiz yapmaz böyle şeyler. Nerede Necmettinler, Menderesler. Şart koşmuşlar leylek gibi açmayı, sindirmişler bunlar bizim atalarımızı. Oğlanla kız okurlarsa beraber, Sokaklar atılan çocuklarla dolar. Pamukla benzin ateşte durmazlar. Şuçun şiir değil, dini yaşaman. Tayyip Allah yolunun bekçisidir. Tayyibi üzmek Allah'ı üzmektir. Sevenlerini üzmek de aynıdır. Suçun şiir değil, dini yaşaman. 183. Sayfa, `Dinsizler Gülüyor' isimli şiirden: -Dinimi sömürüyor bu kargalar, dinsizler gülüyor bense ağlarım. Yaşanan görüntüler büyük dehşet, Türkiye'de yaşanıyor bu dehşet. Bir Allahım bizden bu zulmü def et. Dinsizler gülüyor, bense ağlarım. Din kardeşlerim size hayranım, bir hayatınız vardır buna yanarım. Gel birleşelim bu dehşeti yıkalım. Dinsizler gülüyor, bense ağlarım. Birleşmezsek kardeşlerim eğer biz. Bu Allahsızlar bırakmaz tozumuz. Gelin verelim elele biz, dinsizler gülüyor bense ağlarım. 119. Sayfa,`Erkek Kardeşim' başlıklı bölüm: -Senin kahraman ecdadın, namusu için can verdi. Sense bunları unuttun. Karışıp kafir, Müslüman denizlerde karını soydu. Yoksa kalmadı mı arın, inan senin ecdadın böyle yatağa yatmazdı. Eğer sen böyle gidersen inan perişan olursun. Ne ukba kalır, ne devlet. Ne karın kalır ne avlat. Zaten kalmadı itaat. Gel kardeşim kendini topla. Sözde hanım giymiş şortu, görünüyor ayıp yeri. İnan ben utanıyorum, senin kalmadı mı gücün. Çıkamaz olduk sokağa. Onları görmeyeyim diye. Kadın hakkıymış güya. Biz hiç böyle hak görmedik. Erkek giymiş baştan sona, karı açmış baştan sona. Madem eşitlik var ise; onu da ört baştan sona. Hayvanı örtmüş tüyü ile, ayıp yerini kuyruğu ile. Bize vermiş en güzelini, sende örtün onun ile. 174. sayfada `Münacaat' şiirinin dördüncü kıtası: -Soyunup sokaklara çıkanlara, arını namusunu unutanlara. Göster ya Rab, bu güzel şeriatı. Kararmış kalpleri yıka ya Rab. 175. Sayfa `Münacaat' şiiri: -Kötülük yapanları görmeyenleri, müminlere saldıran azgınları, Atatürk'e sığınan acizleri, kararmış kalpleri yıka Ya Rab. Atatürk'ün annesi örtülü iken başı beli açıkları koruyup, başörtümüze saldıranların kararmış kalplerini yıka Ya Rab. Bunca yapılanları unutup, ana baba köpekmiş gibi kaçanı, keyiflerince yaşayanların kararmış kalplerini yıka Ya Rab. _____________________________________________ Kaynak:http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=169627
-
TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ?... (''Ülkemiz şu anda hiç görmediğimiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Bir taftan bölücü terör, diğer taraftan irtica)
'İlhan Selçuk Türkiye'dir' Devletin kendisine 15 yıldır yakın koruma tahsis ettiği, ikametgâhı, çalıştığı yer ve tüm yaşamı toplumun bütün kesimlerince saydam olarak bilinen İlhan Selçuk'un 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbe dönemlerini anımsatan bir yöntemle gözaltına alınmasının anlamını kamuoyunun takdirlerine sunuyoruz. AKP'nin kapatılması davası sonrasında, siyasi iktidar ve yandaşları tarafından bu davanın yörüngesinden çıkarılması çabası yoğun olarak sürmektedir. Bu bağlamda, kamuoyunda "Ergenekon" operasyonu olarak bilinen ve uzun süredir devam etmekte olan soruşturmanın, AKP'nin kapatma davasıyla ilişkilendirilmesi ve Cumhuriyet gazetesinin bu yolla sindirilmek, susturulmak istenmesi oyununa alet olmayacağız. İsmini Atatürk'ün verdiği Cumhuriyet gazetesi, kurulduğundan beri 84 yıldır demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti sistemini savunmaktadır. Bu uğurda pek çok şehit vermiş ve birçok badire atlatmıştır. Cumhuriyet gazetesi, demokratik hak ve özgürlüklerin ve laik Atatürk Cumhuriyeti'nin korunması mücadelesini sürdürecektir. ____________________________ "TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ" ____________________________
-
AKP'YE KAPATMA DAVASI AÇILDI
SONRA OTURUP AĞLAMASINLAR...(1) AKP İslamcılığının -İslamın değil- beş şartı artık oluştu: Dedikodu.. Şantaj.. ***********.. Çıkarcılık.. Yolsuzluk.. Dinciliğin gün geçtikçe ağır bastığı medyayı da ancak maşayla tutabilirsin... * Peki, gün geçtikçe gelişip yoğunlaşan iletişim teknolojisi bizde neye hizmet ediyor?.. İslamcılığın beş şartına... Üstelik kuşkulu dinlemeler üzerine bina edilen kanıtsız tanıksız 'ne idüğü belirsiz' davalar da medyada özellikle pompalanıyor... Bir azgınlık.. bir azgınlık ki.. demeyin gitsin.. Neden bu ******?.. İslamcılar -ılımlısı ve köktencisi- artık ülkeyi, belediyeleri, devleti, her şeyi ele geçirdiklerine inanıyorlar... * Azgınlığın dinci gazete sayfalarına nasıl yayıldığına ilişkin bir örnek vereyim.. Dinci köşe yazarı yazıyor: "- Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenlere derin devlet mi dersiniz, derin çete mi dersiniz?.." "- Devleti temsil eden 'Bayrak' ve 'Cumhuriyet' , devleti ele geçirmeye çalışan çetelerin eline geçmiş..." "- Özelleştirme İdaresi Başkanı'na düştü bu iş galiba... Hadi, derin devletin mallarını ve şirketlerini legal devlete, oradan da ihale yolu ile satış için TMSF'ye gidin... Cumhuriyet'in mal varlığını Cumhuriyet'in hazinesine irad kaydedin..." "- Devlet bir an önce, iddialar doğru ise, mahkeme kayıtlarına geçen iddialar çerçevesinde Cumhuriyet gazetesi, ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği), ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği), Vatansever Güç Birliği gibi derin yapıların paravan örgütlerine derhal el koymalı..." * Eveeet... AKP iktidarı belli hedefe doğru doludizgin yürüyor, yandaşları da içmeden sarhoş olmuşlar... Ülke altüst... Herkes birbirine soruyor: - Ne olacak?.. Bu gidişle bir şeyler olacak... Ama, ben Cumhuriyet'e "İslamcı AKP Devleti" nin el koymasını isteyen gazeteye şimdiden haber vereyim... Bir şeyler olduğunda sonuç düşündükleri gibi çıkmazsa, oturup mazlum rolünde ağlamasınlar. DİPNOT: (1) Cumhuriyet Gazetesi başyazarı İlhan Selçuk'un tutuklanmasına neden olan yazısı... ___________________________ Cumhuriyet/İlhan Selçuk/12 Mart 2008
-
TV'DE İZLENEBİLECEK GÜNÜN FİLMİ / FİLMLERİ... (Sinema severlerin beğenisine sunduğum günün TV film/filmleri...)
Tanrı Horus'un mavi saçlı aşkı tv8, 22.30 Şimdiye kadar yapılmış en pahalı Avrupa prodüksiyonlarından biri olan "Kadın Tuzağı", Fransız çizgi roman ustası Enki Bilal 'in kendi Nikopol Üçlemesi 'nin kitaplarından serbestçe uyarladığı muhteşem bir fantastik sinema filmi. Filmde bilgisayarda yaratılmış dijital karakterler ve Charlotte Rampling , Thomas Kretschmann gibi gerçek oyuncular yan yana sahne paylaşıyorlar. Günümüzden 90 yıl sonra New York. Şehir otuz yıl kadar önce çeşitli bölgelere ayrılmıştır. Artık mutantların ve uzaylıların kol gezdiği şehirde, ne Özgürlük Abidesi ne de Empire State binası vardır. Bunların yerini tanrıların inşa ettiği dev bir piramit almıştır. Bu dev piramitten çıkarak uçmaya başlayan kartal başlı tanrı Horus, son 7 gününde, özel bir kadını hamile bırakmalı ve böylece soyunun devamını garantilemelidir. Lordların ölüme mahkum ettiği Horus'un bu amacına ulaşabilmesi için bir insan bedenine ihtiyacı vardır. Horus, peşine düştüğü mavi saçlı, mavi gözyaşlarıyla ağlayan Jill Bioskop'u bulup onunla birlikte olması için, eski bir politik suçlu olan Alcide Nikopol'u seçer. * tv8, 22.30 Dijital karakterlerle gerçek oyuncuları yan yana getiren film, Enki Bilal'in imzasını taşıyor. Filmden kareler buradan...
-
İSLAM ÜLKELERİ KADINLARI... [ŞERİAT GÖLGESİNDE 2. SINIF YAŞAMLAR]... Kadınlar 'erkek vasi'siz sokağa çıkamıyor, pasaport alamıyor, araba kullanamıyor
İSLAM ÜLKELERİNDE KADINLAR... Şeriat gölgesinde 2. sınıf yaşamlar... İRAN: Kadınlar 1963 yılında seçme ve seçilme hakkı kazandı. Kadınlar pasaport alabilmek için baba, eş ya da bir erkek akrabadan izin almak zorunda. Evli kadınlar ülkeden ayrılmak için önce eşlerinin yazılı iznini almak zorunda. 2003 yılında Muhafızlar Konseyi, BM İşkencenin Önlenmesi ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) sözleşmelerinin benimsenmesini öngören yasayı reddetti. Erkeklere 4 eşe kadar evliliğe izin veriliyor. Ceza kanunu, zina ile suçlanan kadın ve erkeğin taşlanarak öldürülmesine yönelik hükümler içeriyor. Bir kadının mahkemede tanıklığı erkeğinkinin yarısı kadardır. Bir kadın suç kurbanı için ailesine ödenen kan parası bir erkek kurbanın yarısıdır. Kadınların evli olmayan erkekler ya da akrabaları olmayan erkeklerin arasına karışmaları yasaktır. Otobüslerde kendilerine ayrılan yerlere binmek ve kamu binalarına, üniversitelere ve havaalanlarına ayrı girişlerden girmek zorundadırlar. Kıyafetleri ya da davranışları uygun görülmeyen kadınlara cezai yaptırımlar uygulanmaktadır. Mevzuata göre, -yabancı kadınlar dahil- örtülü olmayan kadınların resimlerinin yazılı medyada yayımlanması yasaktır. İşyerlerinde İslami kıyafet kurallarına uymayanlara cezai yaptırımlar uygulanır. SUUDİ ARABİSTAN: Majlis Ash-Shura'nın 150 üyesi kral tarafından atanır ve kadınlara yer verilmemiştir. İlk kez 2004 yılı yerel seçimlerinde sadece erkeklere seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. İş dünyasında kadın ve erkeğin ayrı çalışması zorunluğu vardır. Kadınlar, mimarlık, mühendislik ve gazetecilik alanlarında sınırlandırılmıştır. Suudi hükümeti, CEDAW Sözleşmesi'ni 2000 yılında "İslam hukukuyla çeliştiği" noktalarda çekincelerini koyarak imzalamıştır. Mahkemede iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşit. Bir erkeğin boşanması için gerekçe göstermeksizin istemek yeterli iken, kadının özel olarak düzenlenmiş yasal bir durumu gerekçe olarak göstermesi gerekiyor. Boşanmış ya da dul kadın, çocuklarının bakımını erkek çocuklarda 7, kız çocuklarda 9 yaşına kadar üstlenebilir. Bu yaşın üzerindeki çocuklar boşanmış erkeğe ya da ölmüş erkeğin ailesine verilir. Kadının hane halkından olmayan erkeklerden ayrı durması gerekir. Kadın, sürücü ehliyeti alamaz ve hane halkından olmayan birisinin kullandığı arabaya binemez. Bir kadının bir sağlık müdahalesi alabilmesi için hane halkından birinin yazılı rızası gerekir. Kamu yaşamında bir kadının "abaya" (vücudu tümüyle örten giysi) giymesi beklenir. Kadınlar, yakınlarda ikamet eden ve sorumluluğu üzerine alabilecek erkek akrabası bulunmadıkça kırsal kesimde iş kabul edemezler. LİBYA: Kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1964 yılında kavuştu. Yasa önünde kadın ve erkek eşit olmasına karşın, sosyal eşitsizlikler sürmektedir. Kadınlar yurtdışına seyahat edebilmek için eşleri ya da yakın akrabalarından izin almak zorundadır. Kadının miras hakkı erkeğinkinin yarısıdır. MISIR: Kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1956 yılında kavuştu. Mısır mevzuatı, Roma hukuku ve İslam hukuku prensiplerine dayanır. Kadınların medeni statülerine ilişkin düzenlemeler evlenme, boşanma, miras ve çalışma alanında hükümler içeren İslam hukukundan kaynaklanmaktadır. Müslüman kadınların Hıristiyan bir erkekle evlenmesi yasak. Müslüman erkekle evlenen gayrimüslim kadınlar ise İslam hukukuna tabi oluyor. Mısır, CEDAW Sözleşmesi'ni 1981 yılında "İslam hukukuyla çatışma" konusunda çekinceler koyarak onayladı. 2002 UNICEF raporuna göre Mısırlı kadınların yüzde 35'i kocaları tarafından dövülmüştür. Töre suçlarına mevzuatta özel olarak değinilmiyor, uygulamada ise mahkemeler bu tür suçlardan yargılananlara diğer cinayet suçlularına kıyasla daha hafif cezalar vermektedir. PAKİSTAN: Kadınlar 1947 yılında seçme ve seçilme hakkına sahip oldu. Ülkede kadına karşı şiddet, tecavüz ve çocuk istismarı ciddi sorunlar yaratıyor. Pakistan İnsan Hakları Komisyonu'na göre her iki kadından biri ruhsal ya da fiziksel şiddete uğruyor. Kadınlar; aile hukuku, mülkiyet hukuku ve yargı sisteminde ayrımcılıkla karşı karşıyadır. Kız çocuklar mirastan erkek çocukların yarısı kadar pay alırlar. Kadınlar eşlerinin mirasından 1/8 oranında pay alabilirler. TUNUS: Kadınlar oy kullanma hakkında 1957-59'da sahip oldu. Arap bölgesinde kadın hakları konusunda en çok gelişme gösteren ülke olarak anılmaktadır. Siyasi partiler için yüzde 20 gönüllü kadın kotası uygulanmaktadır. ÜRDÜN: Kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1974 yılında sahip oldu. Medeni, adli ve ticari mahkemelerde bir kadının tanıklığı bir erkeğinkine eşittir; ancak şeriat mahkemelerinde çoğu durumlarda ancak iki kadının tanıklığı bir erkeğinkine eşit kabul edilir. Evlilik, boşanma ve çocukların vesayeti gibi konular İslam hukukuna dayalı mahkemelerde karara bağlanır. "Kadını dövmek onun onurunu incitmez, çünkü kadın doğuştan onursuzdur" kuralı benimseniyor. Örtünen her kadına ayda 22 dolar kadar para ödeniyor. Her evde 5-6 kadın olduğu için aylık gelir 130 dolara kadar çıkıyor. 1990'lı yıllarda karma eğitim kaldırıldı. Kız öğrencilerin şort giymeleri ve gösteri yapmaları yasaklandı. Görücü usulünü eleştiren bir film gösterilirken sis bombası atıldı, kadın sığınma kampı bombalandı. Ülkede bekaret çok önemlidir. Bekaret zarının tamir masrafı yaklaşık 300$. Bu durum ülke genelinde oldukça yaygındır. YEMEN: Kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1967 yılında sahip oldu. Medeni hukuka göre evli bir kadın kocasına itaat etmek zorundadır. Erkekler rahatça boşanabilirken, kadınlar bunu gerekçelendirmek durumundadır. İslami kurallar, kadınların kocasından izin almadan ev dışına çıkmasını yasaklamaktadır. ENDONEZYA: Kadınlar 1945 yılında oy kullanma ve seçilme hakkı kazandı. Seçim yasasında 2003 yılında yapılan değişiklikle siyasi partilere aday listelerinde en az yüzde 30 kadın aday göstermeleri kurala bağlandı. FAS: Kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1963 yılında kavuştu. 2003 yılında kabul edilen Aile Yasası ile Yasal evlilik yaşı 18'e yükseltilerek çokeşlilik zorlaştırıldı. Eylül 2002 seçimleri öncesinde Kral 6. Muhammed kadın kotası koyarak 325 sandalyeli meclisin 30 sandalyesini kadınlar için ayırdı. KUVEYT: Kadın her bakımdan ikinci sınıf muamelesi görüyor. Fakat erkeklerle birlikte çalışabilme özgürlükleri var. İslamcı örgütler kadınları örtünmeleri için zorluyor. Kuveytli kızların %60'ı örtünüyor. Örtünmeyenler üzerinde de büyük baskı var. Tıp fakültesinin bombalanması gibi eylemler yapılıyor. KATAR: Kadinlar secimde aday olsalar bile, erkeklerin bulundugu ortamda bulunmalari yasak. Miting ve TV'de yüzlerini göstermeleri yasak, sadece telefonla oy isteyebiliyorlar. Çarşafsız sokağa çıkmak yasak. Nüfus cüzdanları yoktur, isimleri babaları veya kocalarının kimliklerinde yazılıdır. YEMEN:Kadınlar erkeklerle yüz yüze gelse bile el sıkışmaları yasaktır. Çarşaf giyip, peçe takmaları zorunludur. BANGLADEŞ: Bangledeş'li kadınlara uygulanan baskı nedeniyle, kadınlar erkeklere uygun görülen işlerin haricindeki işlere yöneltilir. Yerel mollalarin fetvaları ile hırsızların elleri kesilir, zina yapan kadınlar taşlanır, kırsal kesimde erkekler doğum kontrolu yapan karılarını boşarlar. Kendi küçük işleri için banka kredisi alan kadınlara da iyi gözle bakılmaz, çünkü, "kadınların ekonomik özgürlük kazanmalari, erkeklerden daha üstün bir yer sağlayacağı için" istenmez. "Tanrı'nın planında bu yoktur" denir. CEZAYİR: Hergün kadınlar kaçırılıyor, işkence görüyor, tecavüze uğruyor, sakatlanıyor ve köktendinci silahlı grup tarafından öldürülüyor. Kadınlar salt "kadın" oldukları için hedef alınıyor ve tıpkı ortaçağda oldugu gibi, "kötülüğü" simgeledikleri için bu muameleye tabi tutuluyor... 'Silahli İslamcı Grup' ve "Silahli Islamcı Hareket" ve "Islami Kurtulus Ordusu" koyu bir taassubu denetliyor. Silahli islamcı Grup, örtünmeden dolaşan bütün kadınları potansiyel askeri hedef olarak tanımlıyor. Bu tehdidi daha etkili kılmak için köktendinciler, 17 ve 18 yaşındaki iki liseli kızı otobüs beklerken öldürmüşlerdir. Tesettürlü bir kız arkadaşı ile sokakta yürüyen bir başka liseli kız da, yerel köktendincilerce "örtünmesi" için uyarılmış, ama örtünmeyi reddedince öldürülmüştür. Cezayir'in her yerinde duvar yazılarında şu slogan vardır : "Cilbab (tepeden tırnağa kapalı elbise) giyen kadınlar, Tanrı sizi kutsasın; hicap (başörtüsü) takan kadınlar; Tanrı size doğru yolu göstersin. Ve siz, kendilerini teşhir eden kadınlar, kurşunlar sizin için.." Bu konuda genç kızlar şöyle demekte;"Hiçbirimiz örtünmeyi istemiyoruz. Ama korku, düşüncelerimizden ve özgür olma isteğimizden daha güçlü, korku bizi her taraftan kuşatıyor. Anne-babamız, erkek kardeşlerimiz hep bir ağızdan, 'Yaşamak istiyorsan örtün!' diyorlar. Kaynak: http://www.dipsizkuyu.net/forum/12-guncel-politika/15427-islam-ulkelerinde-kadinin-durumu.html
-
GÜNCELİ YAKALAMAK ADINA... BİR TAVSİYE, BİR ÖNERİ VE SONUCUNDA BEKLENEN YORUMLAR... (Türkiye, Lübnan, İran, Tunus, Afganistan, Fas, Rusya, Malezya vb)
Diriliş Yazar: Turgut Özakman 1. Baskı Tür: Belgesel Roman [Kurtuluş Savaşının taç kapısı, girişi olan Çanakkale Savaşının destanı...]
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Financial Times... (Türbana savaş başlığı ile) Türkiye görüntülerini yayınladı... İşte adres... http://www.milliyet.com.tr/content/galeri/...p;galeriid=2991
-
TV'DE İZLENEBİLECEK GÜNÜN FİLMİ / FİLMLERİ... (Sinema severlerin beğenisine sunduğum günün TV film/filmleri...)
Film başlamak üzere... Kaçırmayın derim... İyi sevirler...
-
TV'DE İZLENEBİLECEK GÜNÜN FİLMİ / FİLMLERİ... (Sinema severlerin beğenisine sunduğum günün TV film/filmleri...)
SAVAŞLARIN SAÇMALIĞI... Tanovic'in bol ödüllü filmi 'Tarafsız Bölge', bu akşam tv8'de ekrana geliyor[/b] tv8 20.40 Tarafsız Bölge - No Man's Land Yönetmen: Danis Tanovic Oyn: Branco Djuric, Rene Bitorajac, Filip Sogagovic, George Siatidis 2001, Bosna Hersek-Slovenya-İtalya-Fransa-İngiltere-Belçika yapımı. Savaş ve askerlerle dalga geçen "MASH" ve "Catch 22" filmlerini anımsatan bir kara mizaha sahip olan "Tarafsız Bölge", bu akşam tv8' de ekrana geliyor. Yönetmen Danis Tanovic 'in imzasını taşıyan film, 2002 yılında En İyi Yabancı Film Oscarı, Cannes Film Festivali'nde En İyi Senaryo, En İyi İlk Çalışma dalında bir Cesar ödülü ve En İyi Yabancı Film olarak bir Altın Küre dahil, tam 26 uluslararası ödüle layık görülmüş ve 13 ödüle de aday olmuş bir yapım. Aynı siperde kalakalan biri Bosnalı diğeri Sırp iki düşman askerin zaman zaman dramatik, zaman zaman da oldukça komik mücadelelerini anlatan ve bu yönüyle bütün savaşların saçmalığını konu eden çarpıcı bir drama. Kendi birliklerine dönemeyen iki adamın aralarındaki mücadele kıran kırana olur. Silahı ele geçirenin geçici bir üstünlük sağladığı mücadelenin galibi her an değişmektedir. Her iki tarafa da ait olmayan bu tarafsız bölgede yaşananlar kısa sürede duyulur ve olayı çözmek için bölgeye Birleşmiş Milletler'in barış gücünden askerler çağrılır. Barış gücüyle birlikte gelen medya karavanı olaya tuz biber eker ve zaten karışık olan durum daha da içinden çıkılmaz hale gelir... TARAFSIZ BÖLGE “NO MAN’S LAND” ÖDÜLLERİ 74. OSCAR ÖDÜLLERİ En İyi Yabancı Film DİĞER ÖDÜLLERALTIN KÜRE ÖDÜLLERİ En İyi Yabancı FilmCannes Film Festivali En İyi SenaryoLos Angeles Film Eleştirmenleri En İyi Belgesel-FilmAvrupa Fİlm Enstİtüsü Ödüllerİ En İyi Senaryo (Danis Tanoviç)PALİC FESTİVALİ-YUGOSLAVYASilver Tower Jüri ÖdülüHalk Ödülü Motovun Festivali �Hırvatistan FIPRESCI Uluslararası Jüri ÖdülüSARAYEVO FİLM FESTİVALİ En İyi FilmHalk ÖdülüSan Sebastian Film FestivaliPearl Halk Ödülü BİTOLA FİLM FESTİVALİ- MAKEDONYA Bronz Kamera 300 Ödülü BEYRUT FİLM FESTİVALİ Halk ÖdülüCOTTBUS FİLM FESTİVALİ En İyi Çıkış ÖdülüHalk ÖdülüAFI ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ Özel SeçimLA Times En İyi Film Halk Ödülü KİŞİSEL YORUMUM... Savşın sadece traji komik birşey olduğunu anlatan güzel bir film. Eminim filmde hem gülecek hemde duygulanacaksınız... Aldığı ödüllere de bakılınca filmin kalitesi ortaya çıkıyor zatren... Savaşı bir başka çerçeveden görmek isteyenler ve ''ben sadece barış için savaşırım'' diyenler mutlaka izlesin... Pişman olmayacaksınız... İyi seyirler...
-
TV'DE İZLENEBİLECEK GÜNÜN FİLMİ / FİLMLERİ... (Sinema severlerin beğenisine sunduğum günün TV film/filmleri...)
İzlemene sevindim sevgili ali0... Halle Berry gerçekten oyunculuğun konuşturmuş ama değilmi...? Fakat Penélope Cruz'unda hakkını vermek gerekeyir... Her ikiside harikaydı... Saygılar...
-
KADINLAR TESLİM OLMAYIN..(Sizi eve kapatmak isteyn erkek egemenliği evvel eski, ama itiraf edelim, şimdi siyasal hedeflere kilitlenmiş büyük rüyasıdr)
İran’da açık baş direnişi İslam devriminin 30’uncu yılına girdiği İran’da genç kadınlar başlarını olabildiğince açan eşarplar takmaya başladı DIŞ HABERLER Her gün yüzlerce genç kadın gözaltına alınıyor. Ancak Reuters muhabirine göre devrimle yaşıt bu gençler artık sisteme karşı çıkmaya başladı İran’da “İslam’a aykırı şekilde” giyinen kadınların peşine düşen “ahlak polisi” kış aylarının gelmesiyle birlikte sokaklarda adeta terör estirmeye başladı. Kadınların pantolon paçalarını çizmelerinin içine sokması, başörtüsü yerine şapka takması, dar manto ya da kısa ve dar mont giymesinin yasak olduğu ülkede her gün yüzlerce kadın polisler tarafından uyarılıyor veya gözaltına alınıyor. Bir yıldır Tahran’da görev yapan Reuters haber ajansının İsveçli muhabiri Fredrik Dahl da önceki gün başını polislerin istediği gibi örtmemekte direnen bir kadının yaka paça gözaltına alınışına tanık oldu. Kadının renkli bir başörtüsü ve topuklu ayakkabı giydiğini söyleyen Dahl, “ahlak polislerinin” yaptıklarını şöyle anlattı: Polise karşı koyuyorlar “Süt almak için gittiğim marketten çıktığımda karşı kaldırımda 30 yaşlarında siyah saçlı bir kadının sakallı bir polisle tartıştığını gördüm. İriyarı polis kadına tepesinden bakıyordu, kadınsa var gücüyle bağırıyordu. Bu sırada tepeden tırnağa kadar çarşaf içindeki bir kadın polis gelerek, elini genç kızın omzuna koydu ve arabaya sokmaya çalıştı. Kız polisin elini itti ve tekrar bağırdı. Sonra birden döndü ve kaçmaya başladı. Ama fazla uzaklaşamadan iki kadın polis onu yakaladı ve arabanın içine tıktı. Araba da Tahran sokaklarında kayboldu. Dükkan sahibi başını sallayarak ‘Çok kötü oldu’ derken, yanımdaki bir kadın, kızın geceyi karakolda geçireceğini hatta sıkı bir ceza yiyeceğini söyledi. Gençlik artık korkmuyor 40 yaşlarındaki kadın baskıların artması nedeniyle kendisinin de daha kapalı giyinmeye başladığını belirterek ‘Ama gençlerin artık pek korkuları yok’ dedi. Gerçekten de ülkenin zengin bölgelerindeki genç kadınlar, saçlarının yarısını kapatan renkli başörtüleri ve dar giysilerle bu yasağı deliyor. Fakir bölgelerde ise durum tam tersi. Resmi ajansların yaptığı araştırmalar İran halkının yarısının bu uygulamaya destek verdiğini gösterse de çevremdekilerden edindiğim izlenim daha farklı.” GENÇLER YASAĞI DELİYOR İran’da devrimle yaşıt ya da daha genç olan kızlar, örtünme zorunluluğuna karşı büyük direnç göstermeye başladı. Her gün yüzlerce genç kadın bu yüzden gözaltına alınıyor. http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?tarih=25.02.2008&Newsid=163807&Categoryid=30
-
GÜNÜN KARİKATÜRÜ... (Kendi dilini oluşturmak için, karikatür, metafor yaparak kendine has bir anlatım dili oluşturuyor... :). :(. :|...)
- TÜRKIYE BAL GIBI ŞERIAT DEVLETI OLUR
Evet doğru... Türkiye iran gibi şerihat devleti olmaz doğru... Ama olma yolunda adım adım ilerliyor... Olacaksa da bilin ki İRANDAN BETER OLUR... Hayrıca; Konu ile ilgili forumda bir başlık mevcut.. http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=106267 Sevgi ve saygılarımla...- TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
"Türban Yalanı!" Khaled Fouad Allam 'ı size nasıl tanıtsam? İslam üzerine İtalyan basınında en aydınlatıcı yazıları kaleme alan Fouad Allam; "Türk Batılılaşma süreci" üzerinde de uzmanlaşmış ender Arap yazarlardan biri... 22 Şubat 2004 tarihini taşıyan yazısında Allam; "Türbanın Kuran'ın emri olmadığını" söylüyor; "hicap" sözcüğüyle ifade edilen örtünme geleneğinin tarihi süreç içinde şekilleniş biçimi ile bugüne eklemleniş dinamiğini anlatıyor... "La legge del Corano non impone il velo" (Kuran yasası türbanı dayatmaz!) başlığını taşıyan yazı özetle şöyle: "Aksi iddia edilse de; 'hicap' hiçbir zaman İslamda bir dogma, yasal zorunluluk ya da dini simge olmamıştır. 'Hicap' ın Kuran'da fiili bir temeli yoktur. Sözcük itibarıyla çok geniş anlamlar içeren 'hicap' ın 'başörtüsü' anlamındaki spesifik kullanımı; (Harran doğumlu) XIV. yüzyıl İslam fıkıhçısı İbn Taymiyya' nın icadıdır. Köleden (ya da cariyeden) farklı olarak özgür kadına örtünme kuralı bir aidiyet ve kimlik sembolü olarak İbn Taymiyya ile çıkmıştır... İbn Taymiyya; 31. ayetteki genel ilkeyi, ilkesel içeriğinden soyutlayarak 'maksimalist' (aşırı) bir yoruma tabi tutar ve bu yoruma 'normatif' (kural getiren, yasal ve bağlayıcı) değer yükler. Altı çizilmesi gereken husus, bunun sadece bir 'yorum' olmasıdır. Yorumdan, 'kural' çıkarılmıştır. (Başörtüsünün) XIV. yüzyılda 'kurala' dönüşmesi büyük İslam imparatorluklarının çöküşü ile İslam dünyasında başgösteren krizin sonucu ve dışavurumudur. Ümmet günümüzdeki gibi; o dönemde de boy ölçüşmesi gereken bir "öteki" sorunuyla karşı karşıya kalmış; başörtüsü savunmada kalan 'Müslüman kimliğin' ayırt edici özelliği ve bu kimliğin denetimini güçlendirmek hedefiyle ortaya çıkmıştır!.. Günümüz köktendincilerinin İbnTaymiyya'yı referans alması; bir rastlantı değildir. İslam hukuku ve semantik anlamda "hicabın" geçirdiği en tayin edici mutasyon; sömürge döneminden çıkılan XX. yüzyılın ikinci dilimine rastlar. Modernizasyon süreci, İslam toplumlarının geleneksel yapılarını temelinden sarsmış; kadınların sokağa çıkması, eğitim alması ve iş dünyasına katılmasıyla, referanslar değişmiştir. "Hedef, toplumsal cinsiyet duvarı" Bu sosyal dönüşüme tefsirciler, başörtüsü kullanımını dayatmacı 'neokonservatif' yorumlarla meşrulaştıran bir (şer'i) hukuk icadıyla karşılık vermiştir. İslami kimlik ve cinsler arası ayrımın ayırt edici sembolüne dönüşen başörtüsünü kamusal alana sokmak; 'toplumsal cinsiyet duvarı' çekmek içindir. Kadın erkek eşitliğini güçlendirmesi gereken kamusal alan; böylelikle tam tersine cinsler arası ayrımcılığın altının çizildiği ve vurgulandığı bir alana indirgenmiş olmaktadır... Başörtüsü kullanımı ve uygulamasındaki bu gelgitler ardında, İslam toplumlarında yaygın olan bir 'mekruh' ve 'saflık' ayrımı da vardır. Başörtüsü bu bağlamda 'saf' olanı 'mekruh' tan ayıran bir sınır olarak da görülebilir... Türban, İslam dünyasında bugün de bir kimlik krizinin ifadesidir. İster 'dayatma' ister 'koşullanma', ister 'özgür tercihle' takılsın; sonuç değişmez. 'Başörtüsü' -İslamla Batı ve de İslamın kendi iç çekişmeleri ile; (İslami) hukuk ve kültür arasında- bugüne dek çözülemeyen tüm çatışmalara yapılan bir göndermedir." Nereden nereye? Vaktiyle onlar bize yüzlerini çevirirken; şimdi biz artık onlara bakmak durumundayız.. Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/?xl=empopup&em=cumhuriyet/w/c1708.html- TV'DE İZLENEBİLECEK GÜNÜN FİLMİ / FİLMLERİ... (Sinema severlerin beğenisine sunduğum günün TV film/filmleri...)
Gothika YönetmenMathieu Kassovitz SenaryoSebastian Gutierrez OyuncularHalle Berry, Robert Downey Jr., Charles Dutton, John Carroll Lynch, Bernard Hill Filmin Türü Korku, Gerilim Orijinal AdıGothika Yapımcı Firma0 Yapım Yılı2003 Yapım ÜlkesiABD Orijinal Diliİngilizce Filmin Süresi95 dakika Resmi Sitesihttp://gothikamovie.com/ Kapana sıkışan psikiyatrist[/b] Gothika / Yönetmen: Mathieu Kassovitz / Oyuncular: Halle Berry, Robert Downey Jr., Charles S. Dutton, Penelope Cruz / 2003 ABD yapımı, 98 dakika. CNBC-e 22.00 CNBC-e 'nin "Gişe Gilmleri" kuşağında bu hafta, "Gothika" gösteriliyor. Başrolünü oscarlı oyuncu Halle Berry 'nin oynadığı sıkı bir gerilim olan filmde, gerçeklerin peşindeki güzel bir psikiyatristin öyküsü anlatılıyor. "Monster's Ball" filmiyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ına layık görülen Halle Berry, "Gothika" da bir gün uyandığında kendini çalıştığı akıl hastanesine yatırılmış bulan bir psikiyatristi oynuyor. Doktor Miranda Grey, başarılı bir kriminal psikiyatrist. Ancak bir akşam arabasıyla yolda küçük bir kıza çarpmamak için kaza geçiriyor ve uyandığında kendini şaşırtıcı bir durumun içinde buluyor: Kocası ölmüş, kendisiyse onu öldürmekle suçlanmış ve daha önce çalıştığı hastaneye yatırılmış durumda. Neler olup bittiğini çözmeye ve eski iş arkadaşlarını aklının başında olduğuna inandırmaya çalışıyor ama tek sorun bu değil... Bir ruh, zaman zaman onun bedenini kontrol ediyormuşa benziyor... "Gothika", Amerikan yapı mı bir korku filmi olabilir ama sinemaseverler yönetmeni Avrupa filmlerinden hatırlayacaklar. Çünkü rejisör koltuğundaki kişi, zaman zaman oyuncu olarak da karşımıza çıkan Fransız Matthieu Kassovitz. Yani 90'ların beğenilen Avrupa filmlerinden "La Heine-Nefret" e ve 2000'lerde "Kızıl Nehirler" e imza atan yönetmen. Kassovitz, "Gothika" ile ilk Hollywood yapımına imza atıyor ve en gözde kadın oyuncularından birini yönetiyor. Filmin başrolünde Oscarlı güzel yıldız Halle Berry oynuyor.- DİN VE ÖZGÜRLÜK.. [DİN ÜZERİNDEN ÖZGÜRLÜK YARATILAMAZ]; İnançlı olmak toplumsal yaşamın dayattığı zoraki bir tercihtir.. İNANÇ AKIL İLE AÇIKLANAMAZ...
"Kapitalizm ile İslam arasındaki bağlar ve örtüşmeler" Dr. Yalçın Akdoğan bunların başında gelir (X). Şu mantıktan hareket ediyorlar; - Biz İslamcı (dinci) siyasiler ve çevreler olarak Batı ve onun kapitalizmi ile bütünleşmek istiyoruz. - Batı'nın kapitalizmi ile Batı'nın dini ve ahlaki değerleri arasında örtüşmeler vardır. - Bu bütünleşmelerle, dini ve ahlaki değerler iktisadi sistemin içinde ve onun ayrılmaz bir parçası durumundadırlar. - Böyle bir küresel anlayış, İslam dünyası için de geçerli olmalıdır. İslamın dini ve ahlaki değerleri Müslümanların iktisadi yaşamlarının bir parçasıdır. - Tabii, Müslümanların iktisadi yaşamlarının bir parçası olursa sonuçta, "Siyasal ve sosyal yaşamlarının da ayrılmaz bir uzantısı haline gelir". - Böylelikle İslam ile iktisadi, siyasi ve sosyal hayat bütünleşmiş olur. Din devletine yumuşak geçiş, bu yolla sağlanmış olur (XX). Metodoloji ve gerçek politikayı karıştıranlar... - Batı kapitalizminin özellikle 21. yüzyılda, Hıristiyanlıkla daha da iç içe geçtiği gözleniyor. İlginç bir çelişki yaşanıyor; Sokaktaki Avrupalı, "dinle imanla pek ilgisi olmayan bir görüntü veriyor". Buna karşılık din, "kurumsal anlamda siyaset, kültür, güvenlik ve ekonomi ile bütünleşiyor". Bazı örnekler verelim; İspanya futbol liginde ilk defa bir hakemin istavroz çıkardığına şahit oldum. Papa'nın Avrupa ülkelerindeki etkisi, bugün 40 yıl öncesinden çok daha fazla. AB'nin Türkiye politikalarında, "dini ve kültürel öğeler", 30 yıl öncesine oranla daha çok önem kazandı. 1990 sonrasında AB ülkelerinde yapılan seçimlerde, "Tutucu, dinci ve yabancı düşmanı unsurlar ön plana çıkıyor." - Türkiye'de AKP ideologlarının, "Batı kapitalizmi ile Hıristiyanlık arasındaki örtüşmeyi", İslama ve Türkiye'ye zoraki olarak uydurmaya çalışmaları, işin özünde yanlış bir yaklaşımdır. Metodolojik olarak buldukları bu formül işlemez. Çünkü Türkiye ve İslam dünyası, "Batı kapitalizminin hedefleri içindedir". Düşmanla işbirliği yapanlar, yalnızca Truva atı olurlar. Türkiye'ye (ve İslam dünyasına) hizmet etmiş olmazlar. Herşey açık değilmi?... DİPNOT: (X) AK Parti, Dr. Yalçın Akdoğan, Alfa, 2004 (XX) AKP, Ordu, Amerika Üçgenindeki Türkiye,Truva, 2008- GÜNCELİ YAKALAMAK ADINA... BİR TAVSİYE, BİR ÖNERİ VE SONUCUNDA BEKLENEN YORUMLAR... (Türkiye, Lübnan, İran, Tunus, Afganistan, Fas, Rusya, Malezya vb)
Atatürk'ten sonra Türkiye Gazeteci Cüneyt Arcayürek'in "Atatürk'ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik?" adlı yeni kitabı, Detay Yayıncılık'tan çıktı. Arcayürek'le yaptığımız söyleşi; Atatürk'ten sonra bugünlere nasıl geldiğimize dair ancak bir fikir verebilir. 1938'de başlayan, hâlâ süren karşıdevrim hareketlerinin içeriğine ancak Arcayürek'in bu son kitabı okunarak inilebilir. Arcayürek söyleşimizde gelinen noktada tüm iktidarların ayrımsız payı olduğunu vurgulayarak "Aslında bugünlere nasıl geldiğimizi kavrayabilmek için Atatürk'ü anlamak gerekiyor" diyor. Gazeteci Cüneyt Arcayürek 'in "Atatürk'ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik?" adlı yeni kitabı, Detay Yayıncılık'tan çıktı. Arcayürek, kitabında Atatürk 'ün ölümünden sonra gelip geçen iktidarların din ve dincilere verdikleri ödünleri, karşıdevrim hareketlerini tüm netliğiyle ortaya koyuyor. Arcayürek'le yaptığımız söyleşi; Atatürk'ten sonra bugünlere nasıl geldiğimize ancak bir fikir verebilir. 1938'de başlayan, hâlâ süren karşıdevrim hareketlerinin içeriğine ancak Arcayürek'in bu son kitabı okunarak inilebilir. Arcayürek'le söyleştik. Sorduk, yanıtladı: - Sizi böyle bir kitap yazmaya yönelten etkenler nedir? - 1960-70, 1970-80, 80-2002 tarihleri arasında gelip geçen bütün iktidarlar döneminde karşıdevrimi hazırlayan hareketler, uygulamalar görüldü. Türkiye, çağdaşlıktan, aydınlanma döneminden ve Atatürk'ün ölümünden bugüne uzanan süreçte ve şimdi AKP aracılığıyla Batı'nın ve ABD'nin desteği ile çağdaşlıktan ve laiklikten uzaklaşıyor. Bu kitapta, bu noktaya nasıl geldiğimizi anlatmaya çalışıyorum. Atatürk'ten sonra gelen ayrımsız bütün iktidarların bu noktaya gelişimizde payı var. Bilinen somut olaylar, uygulamalar, değerli kimi bilim adamlarının kitapları ve yazdıkları bu gerçeğin yadsınmasına izin vermeyecek nitelik ve içeriktedir. ATATÜRK'Ü ANLAMAK Aslında bugünlere nasıl geldiğimizi kavrayabilmek için Atatürk'ü anlamak gerekiyor. Mustafa Kemal Paşa'nın eğitimde, toplumsal yaşamdaki devrimlerinde ön planda tuttuğu koşul, çağdaş bir devlete kavuşabilmenin birinci koşulu, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması oldu. Dinin siyasete alet edilmesinin getirdiği zararları gidermek için yapılması gerekeni gösterdi. Siyasetçilerin, dini oy ve başka yararlar uğruna bir sömürü aracı gibi kullanmasını önleyecek önlemleri aldı. Bir konuşmasında Mustafa Kemal şöyle dedi: "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işlerine karıştırmamaya çalışıyoruz. Kaste ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz." Başka bir gün Millet Meclisi kürsüsünden TBMM'yi açış konuşmasında milletin vekillerine şöyle seslendi: "İslam dini, asırlardan beri alışageldiği veçhile bir siyaset vasıtasını mevkiinden uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Mukaddes ve tanrısal inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan, her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasattan ve siyasetin bütün kısımlarından bir an evvel ve kati şekilde kurtarmak milletin dünyevi ve uhrevi saadetinin emrettiği bir zarurettir. Ancak bu suretle İslam dininin yüksekliği belirir..." Bu kitabın yazılmasındaki temel fikir, Mustafa Kemal'in ülkeyi aydınlığa çıkaran bu konuşmalarını anımsatmak ve Mustafa Kemal'den sonra, özenle kurduğu laik devlette laikliğin içini boşaltmaya yönelenlerin serüvenlerini anlatmaktır. - Mustafa Kemal Atatürk'ün, eğitime, din konusuna, laikliği temel bir ilkeye dönüştürme çabalarına nasıl baktığınızı örneklerle anlatma gereksinimi neden duydunuz? - Bugün iktidarın başında olan kişinin geçmişi, çağdaşlıktan uzaklaştırılmak istediği bir ülke portresi çiziyor. RTE: "...Biz, referansı İslam olan Türkiye'yi temsil ediyoruz. Yüzde 99'u Müslüman olan Türkiye'de başka bir şey olur mu?.." Bir başkası, "...Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıllık tarihine baktığımızda rejimin yüz akı ile çıktığını söyleyemeyiz..." Bir diğeri, "...Türkiye Cumhuriyeti 1923'ten bu yana sürekli gerileyiş içindedir. Türkiye'nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır", "Bize göre demokrasi amaç değil araçtır. Hangi sisteme girmek istiyorsanız, bu düzenin seçiminde bir araçtır..." Bütün bunları söyleyen adam, elbetteki amaçlarının bu söyledikleri olduğunu gizlemeye çalışıyor. Türbanı anayasa konusu yapmak suretiyle anayasaya ilk kez dinci bir madde girmesini sağlıyor. Bu, anayasada dinci kafasına uygun maddeleri aradığına bir işaret. Benim yargım bu. - Atatürk'ün, Cumhuriyet'in ilan edilmesinden hemen sonra İsmet Paşa'yı (İnönü'yü) başbakanlığa getirmesindeki neden ne olabilir? Kitabınızda bu konuyu çok geniş işliyorsunuz? BAZILARI BEĞENMESE DE... - 29 Ekim 1923'te cumhuriyeti ilan ettiği gün, yeni, çok genç cumhuriyete başbakan olarak İsmet İnönü 'yü seçti. Belki de kimileri tarafından beğenilmeyecek bir değerlendirmem var; kitapta uzun uzun anlatıyorum. Atatürk, cumhuriyeti kurduktan sonra, güvendiği iki insana çok önemli iki görev verdi. Biri, ulusal savaş sırasında önemli hizmetler gören İsmet Paşa idi. İkinci adam, kendisi dışında mareşalliğe layık gördüğü general Fevzi Çakmak ... Atatürk döneminde ve sonra, ikinci bir Atatürk yok! Atatürk'ün seçtiği, görev verdiği ama güvendiği insanlar var. Falih Rıfkı Atay 'ın bir kitabında yazdığı gibi Atatürk; İsmet Paşa'ya devrimlerin uygulanması ve fakir, fukara cumhuriyetin kalkındırılması görevlerini verdi. Mareşal Çakmak'la ordunun nabzını elinde tuttu. - İnönü hakkındaki değerlendirmeleriniz neler? - İsmet İnönü, kuşku yok Cumhuriyet tarihimizde çok önemli ve değerli yeri olan bir devlet adamıdır. Kitapta ayrıntılarıyla görülecektir. İnönü'nün yaşamını ben dört bölümde irdeliyorum. Birinci dönem, yabancı güçler ülkeyi işgal etmiş. Bu dönem bence İsmet Bey'in karamsarlık dönemi... Sıvas Kongresi sürüyor. Atatürk, cumhuriyetin temellerini adım adım atıyor. Kongre sırasında İsmet Bey, arkadaşı Kâzım Karabekir 'e gönderdiği mektupta Amerikan mandası istiyor. Atatürk, Nutuk'ta İnönü'nün bu yanına hiç değinmez, ona değer vermektedir, başbakanıdır. İsmet Paşa da zaten ulusal savaşa katılarak Atatürk'e olan bağlılığını ispat etmiştir. İnönü'nün ikinci dönemi, Atatürk'ün ölümüne kadar geçen yıllardaki cumhuriyete önemli hizmetlerini içerir. Üçüncü dönem ise Atatürk'ün ölümünden hemen sonra, 1938'den başlayan ve İnönü'nün Cumhurbaşkanı olarak 1950'ye kadar tek başına Milli Şef olarak hükümran olduğu dönemdeki gelişmelerdir. Ne ki bu dönem Atatürk karşıtlarının devlet yönetimine dönüşü devrimlerine karşı hareketlerin başladığı yıllardır. Özellikle 1946'dan sonra, din konusunda verilen ödünler, karşıdevrim hareketlerinin başlangıcıdır. İnönü'nün yaşamının son dönemi, 1950'den ölümüne kadar geçen dönemdir ve bu dönemde demokrasinin yerleşmesi, DP'nin demokrasi anlayışına karşı verdiği savaşımların ilginç, renkli dönemidir. DP'NİN ÖYKÜSÜ - Kitabınızda canlı örnekler verdiğiniz, 1946-1950 arası dönem nasıl başladı? - 1946'da bir genel seçim yapılıyor. Yeni kurulan Demokrat Parti sadece 16 ilde seçimlere girebiliyor. Ama ezici bir galibiyet kazanıyor bu illerde. DP, sandıkta yapılan kimi oyunlarla CHP'nin tekrar işbaşına geldiğini iddia ediyor. CHP, DP'nin bu illerde neden kazandığını araştırmaya başlıyor ve CHP, DP'nin bu illerde halkın dinle ilgili duygularını kışkırtacak eylemler, konuşmalar yaptığını görüyor. CHP'de büyük bir telaş... Parti kurultayı din konusuna artık partinin önem vermesini, gençliği düştüğü etik zafiyetinden kurtarmak için artık dine önem verilmesini, din okullarının yeniden açılmasını içeren istekleri karara bağlıyor. Zaten CHP Meclis grubunda da genel merkezde de aynı yargılar egemen. İnönü'nün gözdesi Nihat Erim.. yanında Tahsin Banguoğlu ve Reşat Şemsettin Sirer . Nihat Erim, DP'ye kayan oyları geri almak amacıyla din konusunda verilmesini gerekli gördüğü ödünleri İsmet Paşa'ya getiriyor. Parti ve ülke içindeki gelişmeleri dikkatle izleyen İsmet Paşa, Çankaya'da bir gece düzenlediği bir toplantıda, önüne gelen din le ilgili önlemlere "yatkın" olduğunu söylüyor ve din konusundaki ödünlerin perdesi açılıyor. Tabii kitapta bu süreç çok ayrıntılı biçimde yer alıyor. - Bu tarihten itibaren neler oldu? - 15 Şubat 1949'da ilkokullarda isteğe bağlı olarak din derslerine başlandı. Bu tarihte ve öncesinde diğer dinsel ödünler gündeme geldi. 1 Mart 1950'de Milli Şef İnönü'nün önderliğinde CHP'nin tek başına iktidarda olduğu tarihte hükümet, Atatürk'ün çıkarttığı Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 Sayılı Yasa'yı yürürlükten kaldırdı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığı'nca halka açıldı. İlk aşamada açılan türbe sayısı 19. 12 Nisan 1950'de Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yaptı. 1948-1949 yıllarında ilkokullara, ailelerin isteğine bağlı olmak koşuluyla, okul içinde ve ders saatleri dışında din dersleri konuldu. MEB'e bağlı İmam Hatip Yetiştirme Kursları açıldı, sonradan okula dönüştürüldü. Ankara Üniversitesi'ne bağlı İlahiyat Fakültesi açıldı. - Ya Atatürk'ün tam bağımsızlıkla ilgili öngörüleri? - Atatürk, bağımsızlık konusundaki kesin görüşünü şöyle açıklıyor: "...Tam bağımsızlık elbette siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir." Atatürk siyasi vasiyet bırakmadı. Atatürk, bağımsızlığın sınırlarını çok net çizdi. Ama 1938'de İnönü'nün cumhurbaşkanlığı zamanında ilk önce İngiliz ve Fransızlarla bir anlaşma imzalandı. O sırada ABD'lilerle de kredi, silah anlaşmalarının yanı sıra eğitime el atma olanağını tanıyan anlaşmalar yapıldı. Bunlar Atatürk devrimlerine ve bağımsızlık anlayışına aykırı ve ölümünden hemen sonra gerçekleştirilen uygulamalardı. - İnönü, devrimlerden ödün verirken neye güveniyordu ve yanılgısı neydi? - 1950 seçimlerinde CHP yine tek başına iktidara gelecekti... Seçimlerde DP'nin nispi usulün uygulanmasını isteyen önerilerine boş verdi, çoğunluk sistemini uyguladı. Ancak bu sistem İsmet İnönü'nün iktidarlarına bir daha geri dönmemek üzere son verdi. Falih Rıfkı Atay 1969'da bir yazısında, cumhurbaşkanıyken İnönü'nün din konusundaki ödünlere yol açan girişimlerine karşı yapılan önemli bir uyarıya nasıl yanıt verdiğini yazıyor. Genelkurmay'dan Cumhurbaşkanlığı'na haber getiren yüksek rütbeli subay, İnönü'nün odasına girer. İnönü, "Havadisi nasıl buluyorsun?" diye masanın üstündeki gazetenin birinci sayfasındaki altı sütunluk başlığı gösterir. Başlık imam hatip okullarının açıldığını haber vermektedir. Subay, "Korkarım paşam!" der. "Neden korkuyorsun? Millet böyle istiyor." Subay tekrarlar: "Korkarım paşam!" "Korkma" der İnönü, "üç beş gün içinde evirir çevirir bir yoluna koyarız..." İşte İnönü'ye egemen olan görüş 1950'den önce buydu ve tek başına tekrar iktidara geleceğini düşündüğü için, karşıdevrim hareketlerini daha fazla gelişmeden önleyebileceğine inanıyordu. Tabii evdeki hesap çarşıya uymadı. DİNE VERİLEN ÖDÜN - Sonra?.. - Sonrası malumu ilan... Kitapta DP'nin 1950'lerde dine verdiği ödünlerle karşıdevrim hareketlerinin çok geniş mesafeler aldığını gösteren olaylar ayrıntılarıyla anlatılıyor ama, kısaca değineyim; ilk hamlede anayasadaki Türkçeleşmeyi Arapça sözcüklerine dönüştürdü ve daha sonra Türkçe okunan ezanın Arapça okunmasını sağladı. Haziran 1950'de Adnan Menderes , karşıdevrim hareketlerine malzeme olacak dinle ilgili ödünlerin başlangıcını şu cümleyle ifade etti: "Millete mal olmuş inkılaplarımızı saklı tutacağız" dedi. Atatürk'ün son başbakanı, cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın desteğindeki Başbakan Menderes'e göre "millete mal olan inkılaplar var, millete mal olmamış inkılaplar var" demekti. Yani DP iktidarı oy uğruna, bugün olduğu gibi "halk istiyor" diyerek karşıdevrimlerin sürüp gideceğine inancını açıklamış oluyordu. D EMİREL'LE İVME KAZANDI - Süleyman Demirel dönemlerinde bu süreç nasıl bir ivme kazandı? - 1965 yılında tek başına iktidara gelen Adalet Partisi'nin genel başkanı Süleyman Demirel başbakanlığa oturdu. İlk icraatı Hacı Bayram Camisi'ne Başbakanlık makam aracıyla gitmek oldu. Neden sorusuna yanıtı, "Ben camiye rahatça gidebiliyorsam, mütedeyyin insanlar da rahatça gitmelidir" oldu. Demirel, 10 yılı aşan iktidar dönemlerinde kimi büyük yatırımlara imza atmasına attı ama, aynı zamanda bir başka dinci partinin "bizim arka bahçemiz" dediği imam hatip okullarını açmada, türbana ruhsat vermede gelmiş geçmiş en büyük rekora da sahip oldu. Döneminde açılan imam hatiplerin sayısı 327. Son günlerde Sayın Demirel'in ulusun köktendinci kaygısına kapıldığını söyleyen demeçlerini anımsatalım. Demek ki Sayın Demirel, karşı devrim hareketlerinin ivme kazanması sürecinde kendisini görmüyor! Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/?xl=empopup&em=cumhuriyet/w/c0608.html- DİN VE ÖZGÜRLÜK.. [DİN ÜZERİNDEN ÖZGÜRLÜK YARATILAMAZ]; İnançlı olmak toplumsal yaşamın dayattığı zoraki bir tercihtir.. İNANÇ AKIL İLE AÇIKLANAMAZ...
Sayın sarıgöl... Bildiğinizden hiç kuşkum yok; Kapitalizm özel sektörün devleti ve halkı sömürdüğü bunu yaparken de her türlü değeri ve kavramı yozlaştırdığı hatta ülkeyi savaşlara sokup insanları öldürttüğü bir ekonomik sistemi değilmidir... Evet... Peki buradan yola çıkarsak ve bu acımasız ve insanlık dışı sistem bunu yaparken dini de çok güzel kullanmıyormu sizce?... Evet hemde iliklerine kadar... Peki; bunu yaparken de Dinin asıl önemli kısmı olan DÜRÜSTLÜK, DOĞRULUK, PAYLAŞIMCILIK kapitalizmin hiç işine gelmediğini de biliyoruz.... Evet çok iyi biliyoruz... İyi o zaman buraya kadar anlaştık... Şimdi; Kapitalizm bütün bunları yapmak isterken (ki büyük bir iştah ile) dinin kullandığı bu bu değerlerin özüne asla değinmez/dokunmaz... Ve bunları öne çıkartmaz ve bu değer ve kavramlar öne çıkarırsa işine gelmez... Nedeni ise örneklerle sıralanabilir... Dindar görünüp ihaleye fesat karıştırmak, Yakınlarına torpil yapmak, Devletin parasını kaybetmek, Rüşvet almak... Dolandırıcılık yapmak gibi... Kısacası kapitalist sistemin dini çok güzel kullanırken kölelerinin çok iyi bildiği birçok dolandırıcılığı yapmak ta zorlaşır. Kaldıki (şimdiki ikdidar bütün bunlara çok güzel bir örnek) Halkımız da bunları hemen anlayıverir.... “Evet,” der “bunlar çok dindarlar, dinleri imanları para.” Zaten doğrusu da budur.... Kesinlile yukarıda bahsedilenlerin hiçbirin tasvip etmüyorum ama lütfen söylermisiniz.... Bütün bunların geçerli olmadığı hangi müslüman partı, ülke, kişi, kurum vs. var... (var da ben mi bilmiyorum...) (Bahsetmiş olduğunuz "Hangisi; Mezhep olarak ayrı,Hangisi Tarikat,ve en önemlisi Hangisi "İSLAM" dışı..." düşünceniz... Kapitalizm ile ne kadar örtüşüyor değilmi...) Saygılar...- DİN VE ÖZGÜRLÜK.. [DİN ÜZERİNDEN ÖZGÜRLÜK YARATILAMAZ]; İnançlı olmak toplumsal yaşamın dayattığı zoraki bir tercihtir.. İNANÇ AKIL İLE AÇIKLANAMAZ...
İyi de... Hangi İslamiyet bu... Fetullah Gülenin işlamiyet'i mi?... Nakşîbendilerin İslamı mı?... Süleymancıların islamiyetimi?... Alevilerin islamımı?... Şiilerin islamıyetimi?... Irandaki İslam mı?... Malezya’daki İslam mı?... Arabistan’daki İslam mı?... Libya’daki İslam mı?... Irakta her gün insanların birbirinin boğazını kestiği İslam mı?... Yoksa ABD nin yarattığı yeni sürüm ilimli İslami mi?... Ve saire, ve saire, ve saire... Böye bir islamiyet HZ Muhammed’in, Allahın ve Kuranın İslam'ı olmayacağı açıkta ve bunlardan hangisi olacağı konusuna karar vermek gerek öncelikle... Evet... Sizce hangi islamiyet akıl işi olabiliyor/olmalı?... Sevgi ve saygılar...- DİN VE ÖZGÜRLÜK.. [DİN ÜZERİNDEN ÖZGÜRLÜK YARATILAMAZ]; İnançlı olmak toplumsal yaşamın dayattığı zoraki bir tercihtir.. İNANÇ AKIL İLE AÇIKLANAMAZ...
Sevgili hayhak... Öncelikle bende duyarlılığınız ve kavramları yerine oturmadaki çabanıza teşekkür ederim... Sorunuza gelince... "neden özgür olan birey özgürlüğü arasın ve açıklamasını yapsın ki?" Evet bir şekliyle düşündürüce derinliği olan bir soru... Keşke bu sorgulama yeteneğini sonuna kadar kullanabilme yeteneğine sahip olabilmeyi öğrenebilsek... Öncelikle... Özgürleşme süreci içinde malumunuz insanlar rol oynar... Burada aktörleri insanlar ve kurumlardır diye düşünüyorum... Özgürleşme sürecini, zorunluluğun kavranması süreci olabileceğine inanıyorum... Buda hep uyanık ve ayakta kalmayı gerektiren bir kavramdır... İçinde bulunduğumuz sosyal yapı içerisinde bugünkü kazanımlarımız, kazanımların en üst noktası helbette değildir... Zaten en üst nokta da yoktur özgürleşmek konusunda... Yani özgürlüğümüz ebedi bir süreçi teşkil etmez... Ama ihmal etmeye de gelmez/gelmemelidir... Çünkü hep korunması gerekenen, mücadele edilmesi gereken bir konu ve bunlara da bir kimse/zümre/grup/krum/bağlar vs. tarafından otomatik olarak dokunmamalı, kaldırmamalı, askıya almamalı, ihlal etmemeli şeklinde düşünemeyiz... Yani; en küçük bir olağanüstülükte, özgürlüklerin sınırlandırılması yoluna gidilebiliniyor.... Mesela;Toplantı özgürlüğü, dernek özgürlüğü korumak için de çaba gösterilmesi gereken özgürlükler değilmidir.... Bence evet... Sonuç olarak kişi özgür iken özgürleşme istemesi dediğimizde dinamik bir süreçten bahsetmiş oluruz... Kaldı ki buraya kadar anlatmaya çalıştığımın işin özüde burda saklı... Çünkü özgür bir bireyin özgürlük istemesinde bir taraf mutlaka vardır ve güç ilişkileri kendiliğinden ortaya çıkar... Yapmamız gereken ise tek bir şey var belkide... Özgür kişinin/grubun vs. ihlallerine güçlü bir şekilde itiraz etme hakkımız mutlaka olmalıdır... (bunlar ideolojik, kişisel, grupsal, derneksel, dinsel, devletsel vs..) Yani daha fazla özgür olabilmeyi kazanabilmek içinde, korunmak içinde mutlaka emek vermemiz gerekir... Yoksa özgürüz işte daha ne istiyoruz gibi bir düşünce içi boş ve kısır döngüden başka bir amaca hizmet etmez... Sevgi ve saygılarımla...- GÜNCELİ YAKALAMAK ADINA... BİR TAVSİYE, BİR ÖNERİ VE SONUCUNDA BEKLENEN YORUMLAR... (Türkiye, Lübnan, İran, Tunus, Afganistan, Fas, Rusya, Malezya vb)
Küresel Tuzak Ilımlı İslam Yazar: Oktay Akbal Bahadır Selim Dilek [Türkiye, Lübnan, İran, Tunus, Afganistan, Fas, Rusya, Malezya, Pakistan bölümlerinden oluşan Küresel Tuzak – Ilımlı İslam, onun son dönemdeki dış gezilerinin ve araştırmalarının ürünüdür.] - TÜRKIYE BAL GIBI ŞERIAT DEVLETI OLUR
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.