Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DİPNOT

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.258
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    9

DİPNOT tarafından postalanan herşey

  1. Nedense bu iman... İrakta, afganistanda bir işe yaramıyor... Kuru imanla maalesef artık birşey olmuyor.... Olursada ancak ********* sevgili arkadaşım.. Kaçıncı yüzyıldayız söylermisin...
  2. Sevgili YAYAMAZ KAYIMCA... Formumuzun tatlı, güzel, üretken, fedakar ve paylaşımcı yapısı onu insan olarak değerli kılan ender arkadaşlarımızdan birisisin... Seni tüm bu özelliklerinden dolayı çok seviyor ve arkadaşlığın anlamını bilen biri olarak saygılarımı sunuyorum... Bu arada çok uzak yerlerde olmamıza rağmen bütün çabanla kalpten gönderdiklerinden sadece çok az kalan turşularını büyük bir lezzetle yiyorum... Seni bir dost ve arkadaş olarak çok seviyorum... Her zamanki gibi.... Dostça, yüreklice ve güler yüzünle kal olurmu... İyiki varsın...
  3. Sevgili FUZULİ... Siz buna ister sekülerizim, İster laiklik deyin... Bunu bilemem ama bugüne kadar verdiğim mücadelede görüşünüze göre belki noksanlıklarım olmuştur... Buna saygı duyarım... Fakat hiçbir zaman tabirinizle "müslüman değilim ama öyle görünüyor" asla olmadım... Nedenine gelince... Tüm yazılarıma bakarsanız başından beri cehalette, tüm doğma düşüncelere, gericiliğe, anlamsız dinciliğe ve din ile uyutulan insanlara karşı bir bir çaba içinde olduğumu görecekiniz... Bana göre yaşam sadece ibadetten, dinden, imandan, kurandan, tevrattan, incilden vb. ibaret olmadığıdır... Gürül gürül akan bir dünya var önümüzde ve bütün bu geleşmelere ve olumsuzluklara din asla çözüm üretemez ve günümüz koşullarına cevap veremez durumdadır... Sadece uyutur, uyuşturur, zincire bağlar, köreltir, emperyal emellere hizmet eder, ertelenmiş ve ödelenmiş dünya özlemiyle dünya gerçeklerini göremezler... Ve en önemlisi... Dincilik üzerine kurulan devletin ne olduğunu çok iyi biliyorum ve Türk-İslam Sentezi 'ne dayalı "devlet biçimi" ne olabildiğince karşı oluşumdandır... Nedeni ise; Kafaları ******.. Okumazlar, öğrenmezler!.. Derinlikleri hiç yoktur!.. Ve güzelim Atatürk Türkiyesini de bu duruma sokmaktır amaçları... Açıkçası Türkiyemiz ne çektiyse bu zihniyetten çekti... Haksızmıyım... Saygılar..
  4. Sevgili FUZULİ... Tarihsel süreç içerisinde bu ilkenin doğup gelişmesi Avrupa’da olsa bile, Türkiye’den Japonya’ya kadar yaygınlaşıp büyüyerek evrenselliği vardır. Batı toplumunda yükselen akılcılık ve pozitiv bilimle sanayinin gelişimi karşısında dinin devlete ve topluma müdahalesi sınırlandırılarak, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmış ve din, bireylerin vicdanıyla ilgili bir durum haline getirilmesi bizler içinde olmazsa olmazlardan biridir... Durum böyle olunca ne yazikki tüm bu gelişmeye/gelişmelere yabancı kalan islam dünyasının aksine, Türkiye ulu önderin ileriyi hedefleyen üstün görüşüyle laik ve demokratik reformu yaşayan tek müslüman ülke olarak tarihteki yerini almış ve yoluna hiç kuşkusun tüm kararlılıkla devam edecektir... Ancak son birşey daha var coğrafyamız gereği, tarihimizdeki laiklik çıkmazı ne ilk ne de son olacaktır bulu biliyoruz ve işte bu nedenle de dini kullanan, dini halka kendi siyasal ve politik söylevlerine alet eden, insanları bilim ve gelişmelerden uzaklaştıran ve umudunu öbür dünyacı yapan bu zihniyet karşısında tüm olumsuz gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya dökmek, sorgulamak, araştırmak ve gelecek kuşaklara başı dik, üretken, anlı açık doğmaların zincirinden uzak, akılcı ve bilimi temel felsefe edinmiş vatandaşlar olarak aydınlatmak ve yaşatmak boynumuzun borcu dur... Umarım yeterlidir... Saygılar..
  5. Elhamdülillah şeriatçıyız” (21.11.1994 Milliyet) “Yılbaşına karşıyım” (19.12.1994 Sabah) “Ben tekkeye değil dergaha gittim” (22.1.1997 Gözcü) “Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” (12.5.1994 Hürriyet) “Her 10 Kasım'da yaygara kopartılıyor” (14.11.1994 Hürriyet) “İçki yasaklansın” (1.5.1996 Hürriyet) “İstanbul'u Medine yapacağız” (Akis) “Bütün okullar İmam Hatip yapılacak” (17.9.1994 Cumhuriyet) “Sarık operasyonu çok komik” (15.5.1995 Sabah) “Yeşil (kaldırım rengi) medeniyettir” (25.6.1994) “Sadece imamlar resmi nikah kıysın” (9.5.1995 Milliyet) “Ben Millet Meclisi’nin de dua ile açılmasından yanayım” (8.1.1996 Milliyet) (Belediye Başkanlığı döneminde Belediye meclisinin her açılışı İstiklal Marşı yerine Kuran okunarak yapılmıştır. Yine böyle bir dualı açılıştan sonra bunu söylüyor.) “Ben İstanbul'un imamıyım” (8.1.1995 Hürriyet) “Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür” (6.3.1996 Hürriyet) “Milli Piyango zulümdür” (29.9.1994 Hürriyet) “Taksim'deki caminin temelini inşallah atacağız” (1.7.1994) “Cumhurbaşkanı'nın imam hatipli olacağı günler yakındır” (5.2.1996 Akit) “Türkiye kendine din olarak Kemalizm’i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir...” “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizm’in yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın etkileridir. Her şey ona göre belirlenir.” “Camiler kışla, minareler süngü, kubbeler miğfer, müminler askerimizdir.” “Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız.” “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz.” Dinci bir miting sırasında halka sesleniyor: “Yolumuzun ortasında inek oturmuş, yolumuzu kapatıyor, menzile ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla, usul usul, sonra evvelallah sizlerin yardımıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız.” (İnek olarak Laik Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerini kastediyor.) O dönem yanında olduğu Erbakan hocasının “kanlı mı olacak, kansız mı” söylemini bir başka şekilde seslendiriyor. “Türkiye’yi eyaletlere bölmek lazım. Merkezi yönetimin bir takım yetkileri bunlara verilmelidir. Belediye Başkanları da bu konuda en yetkili olmalıdırlar. O bölgelerdeki her türlü eğitimde bunlara bırakılmalıdır.” (PKK gibi bölücülerle aynı söylem) “Hem laik, hem müslüman olunmaz. Ya müslüman olacaksın, ya laik. İkisi birarada olunca ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisi bir arada olamaz.” “Referansımız islamdır. Tek hedefimiz islam devletidir.” “Sen “Ne mutlu Türküm diyene” dersen, onun da “Ne mutlu Kürdüm” deme hakkı vardır.” Oğlunun nikah davetiyesindeki tarih:“29 Zilkade 1421” (Nikah tarihi olarak Arap takvimindeki tarihi kullanıyor) “1.5 milyarlık islam alemi, müslüman milletimizin ayağa kalkmasını sabırsızlıkla bekliyor. Kalkacağız, bu ayaklanma başlayacak.” “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.” diyen ve bizde üslübunuzla.... "Ya Rabbi! Ahmet oğlu Tayyıb'i başımızdan eksik etme mi diyeceğiz..." Hadi canım sende...
  6. Belli.... Binlerce yıldır din savaşlarından dünya yüzlerce kez kana bulanmadımı... Neyin rahmeti bu... Hangi çıkarın... Hangi sömürünün... Hangi birlik ver beraberliğin... Hangi kardeşliğin... Hangi barışa imza atmıştır... Hangi uyutulmuşluğun... Hangi güç savaşının... Ve ne adına... Sakın bana tanrı bunlarda da rahmet görmüştür demeyin... Çok gülerim inanın..
  7. ÖTEKI DÜNYA DIKTATORYASI... Ilhan IREM yazdi... Akrep zehrini akıttı… Bünye felç! Havaya, suya, karanlık kokusu yayılıyor yavaştan.Ülkenin tüm damarlarına ‘Öteki Dünya Diktatoryası’ nüfuz ediyor.Yaşamasızların hayat rehberi yani.Dinlerin tohumu; güzellik, iyilik, kâinatın birliği ve evrensel sevgi bütünlüğüdür. Sınırsız bilinçlerin/birbirine dönüşmeden, sonsuz özgürlük deryasında ‘bir’ olması… Oysa, asırlar boyunca, çarpılıp bölünen, karanlığa açılan, garip insanlık hikâyelerine dönüştürülmüşler.Güç gösterisinin, ayrımcılığın, Tanrı adına yapılan aldatmacanın odağı haline getirilen dinlerin, Yeni Dünya Versiyonunu yaratanlar, ülkelerin yönetimlerinden geri dönüşsüz olarak tasfiye edilmedikçe, aydınlık bir insan geleceğinden söz etmek mümkün değildir. Anlamı arınma ve iyi ahlak olan dinler, yobazların yamulttuğu bu halleriyle, ayrılığa neden olmakta… Gelişmeyi, sevgiyi, evrensel özgürlükleri hiçlemektedir. Yapay sevgi söylemleri içinde, sevgisizlik ve duyarsızlık azgınlık boyutlarındadır! Anadolu ışığını karartan mezartaşı kafalılar… En güzel Tanrı çağrılarını tehdit feryadına dönüştürenler… Sergilerden kaldırılan ‘nü’ resimler… Dünya tarihinin en onurlu özgürlük savaşını ve aydınlanma devrimini görmezden gelip,fetih kutlamalarına kilitlenenler… Kabadayıların arapsaçına döndürdüğü gündem… Emperyalistlere peşkeş çekilen, dağlar, kıyılar, tarih… Cehaletin ve kötülüklerin tavan yaptığı bu güzelim ülke, Takunya Cumhuriyeti’ne dönüşmüştür. Daha da kötüsü, gözler loşluğa alışmış, tepki ölmüştür… Yeryüzü, değişik frekanslarda, tapon anlayışların ve küresel ortaçağ oyuncularının eline geçmiştir. Yaşatılmak istenen, softaların çıkarları için uydurduğu, Öteki Dünya Diktatoryası’dır. Biçarelerden çağdaş bir gelecek kurmalarını beklemek yanılgıların en büyüğüdür.Dünya, bu külüstür sistemi atmosferinden atmalıdır.İnsan, güzelliklerle güzelleşen, kendi ışığı ile aydınlanan, sevgiyle sevgi çoğaltabilen… Yanlışa düştüğü kadar, doğruyu da anlayabilen, kenetlenen, dönüşebilen bir Tanrı zerresi… Aydınlık yürekli canların ülkeleri için yaşadıkları üzüntü bir yana… Kâinat, bu gezegendeki karaltıları derinden hissetmektedir. Açılan sayfa, içinde yaşayanlarca yeniden mavileşmezse, yırtılır.I şık ve sevgiyle…
  8. 4 kitabıda gönderen ((Zebu) Davut Aleyhisselama, (Tevrat) Musa Aleyhisselama (İncil) İsa Aleyhisselama ve (Kuran)) Tanrı nasıl olurda bu kadar açık ve yalın birşekilde gönderdiği kitaplarları karalar ve ve bunlara ters düşer... Gerçekten anlayamıyorum....
  9. ÖNKİBAR'DAN DARBE TAHMİNİ: VALLAHİ DE BİLLAHİ DE OLUR! Pentagon'un raporu, Mesut Yılmaz'ın AP'deki konuşması derken darbe olur mu olmaz mı tartışması tekrar gündeme düştü. Peki AB eşiğindeki bir ülkede darbe olur mu? Önkibar "evet" diyor ve bir de yemin ediyor. İşte Sebahattin Önkibar'ın Yeniçağ'daki yazısının o bölümü... Pentagon’un Türkiye raporu özetini bu sütunda üç gün önce dikkatinize sunmuştuk. Pentagon’a göre Türkiye’de şeriat da, darbe de olasılıklardan ikisiymiş. Pentagon sallıyor demeyin, dünyanın en büyük silahlı gücü afaki bir rapor yazmaz. Gelelim Mesut Yılmaz’ın Avrupa Parlamentosu’nda söylediklerine? Mesut Yılmaz’ı sevmeyebilirsiniz, ama hakkını teslim edelim, Yılmaz Türkiye’yi yakından tanıyan çok iyi yetişmiş bir siyaset adamıdır. Bakın Mesut bey iki gün önce neler söylemiş Avrupa’da: “Ben Türkiye’de ordu ile polemiğe en çok giren siyasetcilerden biriyim. Ama şunu söyleyebilirim, Türkiye’de generallerin ülkeyi yönetmek gibi bir arzusu yok. Ancak Türkiye’de bölücülük ve irtica tehlikesi devam ettiği sürece askerin kışlaya dönmesi beklenemez.” Bırakın diğerlerini son birkaç gün içinde ortaya konan bu iki hükmün toplamı bile bir realiteyi ortaya koyuyor. O da Türkiye’de darbe ihtimalinin hâlâ mevcut olduğudur. Doğru olur yanlış olur o ayrı şey, bu bir tespittir. Gelelim böyle bir darbe için gerekçelerin olup olmadığına? Türkiye’de darbe sosyal kaos, devlete kalkışma, irticanın kurumsallaşması ve bölücülüğün palazlanması gerekçeleriyle gündeme gelebilir. Peki bugün ülkede sosyal bir kaos var mı? Var... Aynı apartmanda oturan türbanlı ve türbansızlar bile birbirini gırtlaklayacak bir cepheleşmeye itildi. Dahası, ekonomik çöküntü ve gelir dağılımındaki uçurum toplumu infial sınırına taşıdı. Peki devlete kalkışma ve bölücülük var mı? PKK örneğinden hareketle böyle bir şeyin varlığını kimse inkâr edemez. Vahim olan PKK kalkışmasının AKP toleransı ile beraber siyasi bir projeye dönüşmesidir. Peki ya irticanın kurumsallaşması var mı? Yüzde 100 var. Öyle ki Merkez Bankası atamalarında bile türbanlı eş sahibi olmak kriter haline getirilmiştir. Devletteki kadrolaşmalar inkâr edilemeyecek düzeydedir. Ülkenin en önemli makamları dünün siyasal İslamcıları tarafından işgal edilmiştir. Bugün artık Türkiye’de kurumsal irticanın medyası ve hatta burjuvazisi var. Dahası, devletin içine sızmış çeteleri bile mevcuttur. En vahimi siyasal İslam belli hayat tarzlarını dayatır haldedir. Bu satırların yazarı inanan ve inandıklarını da yaşamaya çalışan gerçekten samimi bir Müslüman’dır ama hakikat budur. Çok çok özet olarak sunduğumuz bütün bunları toplayın ve hükmünüzü verin! Sakın sakın ha, bu satırlar darbe özlemi diye çarpıtılmasın. Bu satırların yazarına göre en kötü sivil idare bile en iyi askeri yönetimden evladır, ama tespit ya da hüküm budur. Diyecekler ki darbeler artık geride kaldı. AB eşiğindeki bir ülkede darbe olur mu? Vallahi de olur, billahi de olur. Aslında olabileceğini onlar da biliyor da akıllarınca gündemden çıkarmak istiyorlar. AB’yi arzulamaları da emin olun sadece bunun için, yani TSK’yı etkisizleştirmek içindir. Askere karşı Şemdinli hikâyesiyle başlatılıp art arda konan yıpratıcı kampanyaların tek amacı da budur. İrticacıların deccalı (!) laik TSK’dır. Ama bütün bunlara rağmen bu ülkede iş şirazeden çıkarsa darbe olur ve olacaktır... Öyle, çünkü bu devleti kuran iradenin onu yaşatmak gibi ulvi bir görevi ve sorumluluğu vardır. Bu görevi ona veren de bu toprakları vatan yapan değerlerle tarihtir. Peki bugün öyle bir ihtimal var mı sorusunun cevabıysa şudur: Bugün silahsız kuvvetlerin, yani hukukun müdahalesi var. Eğer onlar sonuç alamazsa -ki alacaklardır- o zaman o ihtimal ağırlık kazanacaktır. Bazı türedilerin ‘ama milli irade ne olacak ‘dediğini duyar gibiyim: Milli irade okyanus ötelerinde dikilen deli gömleğinin Türkiye’ye giydirilmesi değildir. Milli irade inanç, yani din gibi kutsalların siyasi argüman yapılıp toplumu hipnotize etmek değildir... Milli irade kömür ve erzak dağıtarak insanların aklını almak ve fiili bir dikta rejimi kurup muhaliflerin sesini kısmak değildir. Milli irade Türkiye’nin bekasıdır.
  10. KİTAPTAN ÖZETLER... Kitabın içindeki konular: Giriş: Nasıl Bir Zulüm Karşısındayız? Birinci Bölüm: Allah İle Aldatmanın Kimliği İkinci Bölüm: Allah İle Aldatmanın Tahakküm Teolojisi Üçüncü Bölüm: Allah İle Aldatmanın Siyaset Meydanı Dördüncü Bölüm: Allah İle Aldatmanın Ticaret Meydanı Beşinci Bölüm: Allah İle Aldatmanın Küresel Tezgahları Altıncı Bölüm: Allah İle Aldatmanın Saltanat Devri: AKP İktidarı Dönemi Kitabın Arka Kapağı: Kur?an, ?Allah ile aldatılmayın!? ihtarında bulunmasına rağmen Türk halkı, dinine olan derin saygısı yüzünden Allah ile aldatılıyor. Allah ile aldatmanın rantından en büyük terör örgütleri bile yararlanıyor. PKK?nın başı, yandaşlarına şu talimatı veriyor: ?Peygamberler şehri Urfa?ya ilahiyat akademisi kurun!? Allah ile aldatmak; dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dini vardır ne de imanı. Onun dini-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır. Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir ?tahakküm teolojisi? oluşturmuşlardır. Türkiye?de bu teolojiyi egemen kılmak istiyorlar ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Bu bir Haçlı-İngiliz siyasetidir. Atatürk bu şeytani siyaseti, ta 1920?de Müslüman dünyaya tanıtıyor; İngilizlerin siyasetinin ?İslam?ı İslam?la yok etme siyaseti? olduğunu ilan ediyor. Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. Türkiye?de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı aracılığıyla, Allah ile aldatan zümrelerin temel sömürü aracı olarak öne çıkarılmaktadır. Türkiye?de sosyal devleti çöküşün eşiğine getiren sebeplerin başında Allah ile aldatanların yarattığı ?sadaka kültürü? ve bu kültürün yarattığı ?sömürü merhametçiliği? gelmektedir. AKP iktidarı bu yıkıcı sebebin saltanat dönemini temsil etmektedir. Allah ile aldatanlar, iane çadırlarıyla yetinecek bir toplum özlemektedirler. BOP?un temel hedefi, Ortadoğu?da İsrail?den daha büyük devlet bırakmamaktır. Yaşadığımız günlerin ABD ve AB?sinde, Tükiye ile ilgili ilk hedef Türk Ordusu?nu etkisizleştirmek olarak dikkat çekiyor. Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları kotarıyor. Müslüman burada sadece taşeronluk yapmaktadır. Türkiye?yi Allah ile aldatma zehirinin panzehiri ancak İslam?ın gerçeği içinden çıkarılabilir. Uzun söze gerek yok... Kitap, Ne arabın kitabına, Ne Fethullah G. dene adamın yazdıklarına, Ne Sokaktaki adamın dini bilgisine, Ne İktidardakilerin dini anlayışına, Ne cemaat, tarikat vb gibilerin sallamalarına, Ne kuran kurslarında okutulan, ezberletilen, olduğu gibi kabul edilen nemenem olduğu belirsiz hocaların öğrettiklerine.. Ne burada iki de bir kuran'dan alıntılar yapılarak birşey anlatmaya çalışılan binlerce yıllık hadis, süre vb. lerine.... ...... Bence vakit kaybetmeden Tek solukta okunacak ve doğmadan ve dinen aldanılmaktan çok ama çok dersler çıkarılacak bir kitap... Bugüne kadar sizi Allah adına Allah ile aldattılar... Yarından sonrası ise bugün dünya egemenliğini elinde bulunduran bugünkü tanrının bize ezberletmeye çalıştığı tanrı ile... Saygılar...
  11. ************* Neyse konumuza dönersek... Tutucu, öbür dünyacı, ölümü yüceltici, bu dünyada derinleşmeyi değil "öbür dünya" ya hazırlanmayı öneren ve buyuran dinsel düşünce karşısındaki özgür düşünme yeteneği yok edilen bilinçli bir uyutma mekanizmasının kusursuz işlerliğinden kaynaklanan ve hastalık derecesinde ilerleyen sosyal bir sorun... Yakın tarihimize bakarsak; Altatmayan, uyutmayan ve ülkeyi tüm doğmalardan kurtaran bir toplum düzeni bu ülkede 1920'lerde gayet güzel kuruldu... Mustafa Kemal Atatürk ile kurulan bu sistem ne yazıkki dinci, gerici, tarikatçı zümreye esir olmuş çapsız politikacılar sayesinde bu günlere gelindi... Fakat Türk halkı bu zor ve yıkıcı günlerin hesabını bütün bu olup biten sahte, dalavereci, çıkarcı, sömürücü ve uyutucu din tacirlerine gereken cevabı verebilecek güçtedir... Verecektirde... Son olarak; 60 yıldır ülkeyi yöneten bu zihniyet ülkemizin bilimsel kaynaklarını kurutarak çocuklarımızın ve gençlerimizin yaratıcı zekâsını, yaşama sevincini karartmaktan el çekmedikçe; Bütün dünyada İslamın cehaletle, zorbalıkla, kan dökücülükle özdeşleşmesi sona ermedikçe; aydınlanma düşüncesiyle eğitilmiş ve bu anlamda "iç çekişmesi" bulunmayan kimselerin yaşamında, bu İslamın bir ritüel ve kültür unsuru olarak bile yer alması beklenemez... Bizler artık olup bitenin farkındayız ve ne ile mücadele edeceğimizi çok iyi biliyoruz... Günümüzde güzel dini çarpıtarak bir ayrık otu gibi biten bu sahte din bezirganları bizleri asla uyutamayacak ve kandıramayacak... Saygılar...
  12. ‘Allah ile Aldatmak’ TV Servisi - Ünlü ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk, “5N 1K”nın bu akşamki konuğu. “Allah ile Aldatmak” adlı son kitabını anlatacak olan Öztürk, din üzerinden yapılan aldatmacaların neler olduğunu, Ilımlı İslam’la neyin amaçlandığını ve türban hakkında ne düşündüğünü de açıklıyor. Yapımı, Cüneyt Özdemir ve Soner Yalçın hazırlıyor. ■ CNN Türk, 20.00
  13. 367 SABİH AK PARTİ'NİN UYKUSUNU YİNE KAÇIRACAK: YENİ PARTİ DE KAPATILIR! Hulki Cevizoğlu’nun ART’de (Avrasya TV) gerçekleştirdiği ilk Ceviz Kabuğu programına Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu açıklamalarıyla damgasını vurdu. İşte Kanadoğlu'nun çarpıcı açıklamaları... Kapatılan partinin üyesi o dönem Meclis’e giremez Klonlama formülünün tutacağını sanmıyorum İyimaya’nın teklifi bile tek başına kapatma nedeni! Kapatılma durumunda Gül’ün de istifası gerekir Usta Gazeteci Hulki Cevizoğlu, Kanaltürk’ten ayrıldıktan sonra ART’deki (Avrasya TV) ilk Ceviz Kabuğu programını gerçekleştirdi. ART’deki ilk Ceviz Kabuğu’nun konuğu Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu birbirinden önemli ve olay yaratacak yeni açıklamalar yaptı. Sabih Kanadoğlu, AKP’lilerin kuracakları yeni parti için de “kapatılma tehlikesi” olduğunu açıkladı. Kanadoğlu, “Kapatma gerçekleşirse bu partinin üyeleri yeni bir parti kuramazlar. Kurarlarsa kapatılır. Anayasa kapatılır diyor çünkü. Kapatılan partinin üyeleri 23. dönem meclisinde kesinlikle tekrar yer alamazlar. Bu dönem sona erer 24. dönem başlar o zaman tekrar Meclis’e gelebilirler. Bu nedenle klonlama olayının tutacağını sanmıyorum” dedi. Kanadoğlu, AKP milletvekili ve Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya’nın, “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını askıya alalım” önerisinin de “tek başına kapatma nedeni” olduğunu açıkladı. Kanadoğlu şöyle konuştu: “İyimaya’nın teklifi 184 oyla kabul edilir ve yasalaşırsa, bu girişim bile tek başına kapatma nedeni olur.” AKP kendisini feshetse de dava kapanmaz! Siyasetçinin eline güç geçirince kendini çekiç, vatandaşı çivi gördüğünü söyleyen Cevizoğlu’na, Başsavcı Kanadoğlu, şunları söyledi: “Sıkışınca anayasayı değiştirmek hiçbir hukuk devletinde görülecek şey değil. Hukuk dışı yol aramak çok ciddi rejim krizi doğurur. Eğer siz, dinin siyasete alet edilmesini önleyemiyorsanız, demokrasi ve özgürlük anlayışınız sadece türbanla sınırlıysa, bir demokrasinin olmazsa olmazı saydamlığı bir kenara bırakıyorsanız, dokunulmazlıkları sınırlandırmıyorsanız, parti içi demokrasi sağlayamıyorsanız, genel başkanlık sultasının cumhurbaşkanı atamaya kadar varacak biçimde gelişmesini engelleyemiyorsanız, yargı bağımsızlığını sağlayamıyorsanız, değil genel seçim 6 ayda bir seçim yapsanız hiçbir faydası olmaz.” AKP’nin kendini feshetmesi halinde de davanın düşmeyeceğini belirten Kanadoğlu, “Hem hüküm var hem de hukukun kendine yüklediği sorumluluktan kaçmak mümkün değildir. Feshederek bundan kurtulamaz” dedi. Anayasanın oy vereni de oy verdiği partiyi de herkesi bağladığını belirten Sabih Kanadoğlu, AKP’nin kapatılması halinde yeni bir parti ile geri dönmesinin mümkün olmadığını ifade etti. Basında ve kamuoyunda “klonlama” olarak tanımlanan olayın geçerli olmayacağını düşündüğünü söyleyen Kanadoğlu, “Bu şekilde bir parti açılırsa kapatılır çünkü Anayasa açılamaz diyor” dedi. AKP’nin önündeki tek yol erken seçim Kanadoğlu, “AKP’nin şu an önündeki tek yol erken bir genel seçimdir. Ara seçim değil genel seçim” diye konuştu. Kanadoğlu, AKP’nin, “Yüzde 43 oy oranım var. Ne istersem yaparım!” şeklindeki tavrını ve her olayda bunu öne sürmesini eleştirdi. Demokrasi rejiminin çoğunluk değil çoğulculuk rejimi olduğunu hatırlatan Başsavcı, “Ben Anayasadan tarafım. 16,5 milyon oy, o partiye Anayasa dışına çıkması, istediğini yapması, yasaları dinlememesi için verilmedi. Evet, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama millet bu yetkisini Anayasa’nın kendisine verdiği yetkili organlar eliyle kullanır. Yani, yasama yürütme ve yargı. Bunların da yetkileri Anayasada belirtilmiştir ve hiçbirinin birbirine üstünlüğü yoktur” dedi. TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın üçüncü yol arayışlarına ve alternatif olarak senato teklifine de değinen Sabih Kanadoğlu, Toptan’ın bu çıkışlarını, “Hiç gerek yokken o partinin zorlamasıyla, tarafsızlığını bir kenara koyarak gündeme getirdiği bir öneridir” şeklinde değerlendirdi. AKP kapatılırsa Cumhurbaşkanı istifa etmeli! Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu, AKP’nin kapatılması durumunda Cumhurbaşkanı’nın görevinin sonlandırılacağına dair Anayasa’da bir hüküm olmadığını söyledi. Kanadoğlu, “Anayasa’da böyle bir hüküm yok, çünkü hiçbir Anayasa bir kişinin üzerine yemin ettiği konularda ona ters eylem ve beyanda bulunacağını düşünmez. Onun için önlem almaz. AKP’nin kapatılması halinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül görevine devam edebilir. Ancak, laik cumhuriyeti koruyacağına namus ve şerefi üzerine yemin etmiş birinin laik devlet cumhuriyet aleyhine eylemlerin odağı olduğu kanıtlanırsa demokrasi etiği istifa etmesini gerektirir. O kurumun yıpratılmaması lazım.” Kanadoğlu Cumhurbaşkanının yargılanması konusunda ise görüşlerini şöyle açıkladı: “Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı yok... Cumhurbaşkanının görev sırasında ve görev dışında kişisel suçları şeklinde iki tür suçu akla gelebilir. Görevi sırasında vatana ihanet dışında yargılanamaz. Vatana ihanet diye bir suç yoktur Anayasa’da ama Meclis bir konuyu vatana ihanet kabul edebilir. Kişisel suçlarından ve önceden işlediği suçlar hakkında da dokunulmazlığı yoktur. ’Dosya kayboldu’nun menşeinde de vardır. Cumhuriyet başsavcılığının bu davayı açması ve görülmesi lazım. Dünyanın hiçbir gerçek demokrasisinde adı belirli suçlarla anılan kişinin cumhurbaşkanı olması düşünülemez. Sırtında böyle bir yük varken cumhurbaşkanı seçilmek hiçbir demokraside akla gelecek şey değil.” ‘Velev ki simge’nin anlamı “Atatürk’ü sevmiyorum” ile netleşti Hulki Cevizoğlu, bunca hukuk ve siyasi sözün ya da uyarının arasında insanların aklında AKP’li Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, “Dindar Cumhurbaşkanı seçmemizi istemiyorlar” sözünün kaldığını söyledi. Hulki Cevizoğlu’nun dikkat çektiği bu konuya Sabih Kanadoğlu dinin siyasete alet edilmesinin demokrasiye zarar verdiğini belirterek şunları söyledi: “Laik bir cumhuriyette bu sözlerin anlamı dinin siyasete alet edildiğidir. Dinin siyasete alet edildiği yerlerde demokrasi zaten yeşermez, yürümez Parti kapanır ya da kapanmaz. Asıl sorun dinin siyasete alet edilmesinin önlenmesidir. Din kullanılarak belli bir yönde oy vermeye yönlendirilmesi asıl sorun. Üç kuruşluk çıkar için İslâmiyet’i kullanırsanız Kur’an zaten bunu lanetlemiş.” Kanadoğlu, sömürge altında olduğunda dinini bugünkünden daha iyi yaşayacağını iddia edenleri ise, “Biz kurtuluş savaşında bu tiplerden kurtulduğumuzu sanıyorduk. ’Sömürge halinde kalıp dinimi yaşarım’diyorlar. İslamiyet bunu reddeden bir dindir. Bunlar mensup oldukları dinin bu özgürlüğünü bile kavrayamamış” diyerek eleştirdi. Sabih Kanadoğlu Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumu, “Yaşadığım, anımsadığım en zor günler. Daha önce böyle bir kepazelik görmedim” tanımladı. Babacan’la da bu işin çivisi çıktı Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Komisyonu’nda, “Türkiye’de Müslümanlar baskı altında” şeklindeki konuşmasının sert biçimde eleştirildiği Ceviz Kabuğu’nda Sabih Kanadoğlu, “Kimsenin dininin bir yere gittiği yok. Bugün bu ülkenin Bakanı gidip orada Müslümanlar baskı altında diyorsa bu işin çivisi çıkmıştır. Böyle bir Bakana sahip olduğumuz için ülke olarak fevkalade üzülmemiz lazım. Ayağa kalkmamız, protesto etmemiz lazım. Böyle bir şey olabilir mi? Demokrasi işlemediği için bu konuda tecrübesi olmadan bu işin başına getirilen bir kişi bunu nasıl söylüyor? Halka hesap vermek mecburiyetindedir bu kişi” diye konuştu. Kanadoğlu, Fatih Altaylı’nın programında sarfedilen “Humeyni’yi seviyorum, Atatürk’ü sevmiyorum” sözlerinin “Velev ki simge olsun’85” lafının ne anlama geldiğinin açık bir biçimde ortaya çıkmasını sağladığını söyledi. Hulki Cevizoğlu da Dışişleri Bakanı’nın bu sözleri ve Fatih Altaylı’nın programında Atatürk’ü sevmediğini söyleyen şahıs hakkında şunları söyledi: “Yeniçağ Gazetesi yazarı Sabahatin Önkibar’ın ifadesiyle, seccade serecek kadar yeri vatan olarak görüyorlar. Ama bu yeni bir şey değil neden şaşırıyoruz? Seçimden önce Atatürk’e hakaret edenlerden milletvekili bakan olanlar var.” Yüzde 66 “erken seçim” Ceviz Kabuğu’nda kısa mesaj yoluyla düzenlenen ankette izleyicilere “Siyasi krizden çıkmak için erken seçim gerekli mi?” sorusu soruldu. Ankete katılanların yüzde 66’sı “evet” derken yüzde 34’ü de “hayır” dedi. Ankara’yı karıştıran yemeğin sırrı Sabih Kanadoğlu, Emekli Washington Büyükelçisi ve Asam Başkanı Faruk Loğoğlu’nun 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer onuruna evinde verdiği yemeğin basında yanlış yorumlarla ve gereğinden fazla yer aldığını söyledi. Kanadoğlu, Cevizoğlu’nun, “Yeni bir parti kurma toplantısı mı idi?” ve “Tavla da oynadınız mı?” sorularına şu karşılığı verdi: “Yemekte konuşulduğu söylenen hiçbir şey konuşulmadı. Aile ya da dost meclisinde ne konuşulursa o konuşuldu. Yemek daveti 20 gün önce yazılı olarak geldi. Anayasa Mahkemesi kararını kutlama yemeği değildi. Böyle bir yorum özel hayata müdahaledir. Dost yemeğine ayrı bir anlam vermek çirkindir. Yemek yaklaşık 3 saat sürdü. Tavla oynayacak kadar samimiyet yoktu.” Yeniçağ
  14. Tanrı'nın stratejisi... Soğuk Savaş dönemindeki mücadelede din Batı, özellikle de ABD tarafından başarılı bir şekilde kullanıldı. Sovyetlerin güneye yayılması Türkiye'nin de tanık olduğu 'yeşil kuşak' yaklaşımlarıyla engellendi. Gündemde 'Bin yıllık iktidar' hedefi doğrultusunda çalışmalar sürüyor. Din, sürekli küresel politikaların bir unsuru olarak kullanılmak isteniyor. Bu bağlamda, dinsel azınlıklar aracılığıyla oluşan ayrılıklar 'özgürlük' kapsamında destekleniyor. Türkiye, kendi değerleriyle çatışan bir ülke konumuna indirgenmek isteniyor. Prof. Dr. Nadim MACİT / TUSAM Danışman Avrupa Parlamentosu'nda konuşan Dışişleri Bakan Ali Babacan'ın "Türkiye'de sadece azınlıkların değil, Müslüman çoğunluğun inançlarına bile baskı yapılıyor" sözü belli bir duruma ve yeni bir tespite bağlı olarak söylenmiş bir söz değildir. Kaldı ki bu ifade yeni de değildir. Bu sözün yeni olan tarafı Türkiye'yi temsil etme ve çıkarlarını savunma yükümlülüğü bulunan bakan tarafından söylenmiş olmasıdır. Nerede ise benzer kalıpla bu görüş Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD'nin özgürlük projesi içinde geliştirdiği Din Hürriyeti Komitesi ve bunun bütün AB'ye yayılan temsilcileri tarafından dile getirilmiştir. Ne var ki anılan komitenin ve temsilcilerinin ülkemize yönelik faaliyetleri entelektüel merakın sınırlarını aşarak basın-yayının ilgisini çekmemiştir. Bu gösteriyor ki Türkiye en hayati meselelerini siyaset üzerinden, yani iktidar-muhalefet karşıtlığı üzerinden tartışıyor. Ülkemizle ilgili meseleleri kırılmaya uğratan bu tutum, meseleleri ciddi anlamda analiz etme imkânını elimizden almaktadır. DİN HÜRRİYETİ KOMİTESİ Bilindiği üzere küreselleşme ve terörizm, Yeni Dünya Sistemi'nin iki temel niteliğidir. Bu iki temel niteliğe dayalı olarak geliştirilen Özgürlük Projesi'nin içinde yer alan Din Hürriyeti Komitesi 1980'den itibaren faaliyet göstermektedir. Kasım 1996'da ABD'nin devlet sekreteri Warren Christopher, "din ve inanç hürriyetini yaygınlaştırmak ABD'nin çıkarlarının artırılmasını sağlayacak" diyerek ACRF'yi (Advisory Comittee on Religious Freedom Abroad/Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) oluşturdu. Daha sonra devlet sekreterliği görevine getirilen Madeleine Albright, Şubat 1997'de komiteyi açıkladı. Dünyanın temel dinlerinin geleneklerini temsil eden önderler ve hocalardan oluşan komitenin görevi "dış ülkelerde din hürriyetinin geliştirilmesi, korunması ve tanıtılması; bu konularda Devlet Sekreteri'ne önerilerde bulunması" olarak belirtti.(1) Öyleyse Din Hürriyeti Komitesi'nin amacını komitede yer alan temsilcilerin çeşitli ülkelerle ve özellikle Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri dikkate alınırsa, daha doğrusu bir arkaplan çözümlemesi yapılırsa ve ayrıca Özgürlük Projesi'nin dünyaya yayılma biçimine bakılırsa Bakan'ın vermek istediği mesaj anlaşılabilir. Küresel güç olduğunu, yani imparatorluğunu ilan eden ABD'nin geliştirdiği Din Hürriyeti Projesi, hem imparatorluk politikasını hem de bütün dinleri kontrol ederek uyguladığı politikaları engelleyebilecek direnç noktalarını kaldırmaya yönelik çok boyutlu ve dönüştürücü projedir. İşte Bakan, ABD'nin geliştirdiği ve bütün Batı dünyasına yaydığı projenin içinden konuşuyor. Hem yeni dünya sisteminin mantığı açısından hem de iç siyasetin durumu açısından bakılırsa Bakan'ın mesaj vermek için seçtiği sözün oldukça "ustaca" olduğu söylenebilir. Avrupa Parlamentosu'nda verilmek istenen mesaj şudur: Türkiye'de bırakın azınlıkların din özgürlüğünü, ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanların bile inanç özgürlüğü yoktur. Bize muhalefet eden ve cumhuriyeti koruma adına küresel sisteme dâhil olma girişimimizi engelleyen "güçler" özgürlükleri yok ediyor. Durum bu kadar vahimdir. Öyleyse Yeni Dünya Sistemi'nin gereği ve anlaşmalarımızın, vaatlerinizin bir sonucu olarak elinizi uzatın. Din Hürriyeti Komitesi'nin ülkemize yönelik faaliyetlerine ve bir şekilde bu komite ile ilişkisi bulunan kişilerin değerlendirmelerine bakılırsa durum daha da netleşir. Zaten "Demokrasi Projesi İçinde Uluslararası Din Hürriyeti Senaryosu" başlığı altında(2) meselenin bu yönü tartışılmıştır. Öyleyse teo-stratejik kuşatma deyimi altında şu sorunun cevabını aramamız gerekir: Gerçekte ülkemizde din hürriyeti sorunu mu yoksa bir kuşatma sorunu mu söz konusudur? Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dini ve dini kurumları kontrol altına almak batı politikasının temel unsurlarından biridir. Öyleyse konuyu aydınlatmak için biraz geriye gitmek ve günümüzle irtibat kurmak önem arz etmektedir. Teo-politiğin icadı, inanç ve kültür coğrafyasının/havzalarının siyasi dile dökülerek güç oluşturma mantığına eşlik eden sürece denk düşer. XIX. Yüzyılda dünyaya hâkim olma politikası ideolojik cepheleşme üzerinden sürdürüldüğü halde dinin güç cephesi oluşturmak için kullanıldığı bir gerçektir. Kutsal cephe oluşturma stratejisinin en önemli öncülerinden birisi William Christian Bullitt'dir. 1933-1936 yılları arası ABD'nin Rusya Büyükelçiliği görevinde bulunan, daha sonra Fransa'da elçilik görevi yapan Bulitt; SSCB'ye karşı kutsal cephe oluşturma fikrinin mimarıdır.(3) Geliştirdiği stratejinin özeti şudur: SSCB Doğu Avrupa'nın büyük bir kısmını kontrol etmektedir. Orta Avrupa'da askeri gücü zayıf olmasına karşın, bu durum, Batı Avrupa ve İngiltere'yi az da olsa tehdit etmektedir. Bu tehdit eninde sonunda ABD için de geçerlidir. Avrupa ülkelerinde demokratik federasyonu oluşturmadaki eylem, elbette ki SSCB kontrolündeki birçok ülkeyi içine alacak ve onları özgürleştirecektir. ABD ve İngiltere aynı dini-kültürel köklere sahiptir, enerji havzaları ise Ortadoğu'dadır. Sovyet yayılmasına bir son vermek için dini cephe oluşturulmalı ve mücadele, ortak cephenin konusu olmalıdır. Bu ortak mücadele zemininde ABD'nin öncelikli politikası enerji hatlarını ele geçirmek ve dünya devleti olmanın yolunu açmaktır.(4) Geliştirdiği stratejinin ekonomik ve politik çizgilerini belirleyen Bullitt, stratejisinin temel kodunu da şu sözlerle açıklar: "Tanrı'dan başka efendi tanımayan biz Amerikalılar birleşelim, diğer milletleri bizimle birlikte hareket etmeye zorlayalım; bu yolda kullanılacak en meşru manevi silah dindir."(5) Görüldüğü üzere din, Soğuk Savaş'ın cepheleşme mantığına bağlı olarak geliştirilen stratejinin ana unsurlarından birisidir. DİNİN ROLÜ Din, kendi özgünlüğü ve amaçları eşliğinde insanın dünya kurma etkinliğine katkı sağlar. Fakat insani ilişkiler ve güç dengeleri ağında din, her zaman bu sınırda kalmaz. Aynı zamanda din; öteki oluşturma ve yönlendirme stratejileri açısından okunur ve kullanılır. Nitekim 1952'de Amerika Milli Güvenlik Kurulu için hazırlanan Amerika'nın Arap ve İsrail ülkeleri ile ilgili hedef ve politikaları (A Report to The National Security Council "United States Objectives and Policies With Respect To The Arab States and Israel) başlıklı raporda şu ifadeler yer almaktadır: "Bölgedeki üç hâkim din, Marksist doktrinin ateizmine karşı ortak bir karşı duruşa sahiptir. Bu faktör, bölgede batı çıkarlarını korumada önemli bir araç olabilir."(6) Üç dini kontrol altına alarak kendi çıkarı ve dünya egemenliği için kutsal cephe oluşturan Batı'nın dine bakışı ve dine yüklediği anlam budur. Dini politik-stratejik amaçlar için kullanan ve bu konuda başarılı olan Batı'nın yeni din projesi "Din Hürriyeti" adı altında devam etmektedir. Fakat bu kez hedef, "öteki ilan ettiği/boşlukta gördüğü entegre edilmemiş dediği" coğrafyadır. Yani Din Hürriyeti Projesi, dünya hâkimiyeti ideolojisinin bir parçası olarak uygulanmaktadır. Kabul etmek gerekir ki politik amaçlar nedeniyle bazen din, insanların inanç ve düşüncelerine yönelik baskı ve sindirmede, bazen de düşünme ve anlama yeteneği olan aklı askıya alma yönünde kullanılabilir. Böyle bir alana taşınan din, hayatın tutunma noktalarını tahrip eder. Elbette ki tahribatın düzeneğine uydurulmuş din; din olmaktan çıkar, politik aygıta dönüşür. Misyonerliğin tarihi bu dönüşümün kendisidir. Çünkü misyonerlik sadece dini bir faaliyet değil, aynı zamanda siyasi bir faaliyettir. Amacı öteki gördüğü insanları, Batılı egemen güçlerin politik-ekonomik kurallarına bağlamaktır. EKÜMENİZM Hıristiyan dünyada belirleyici rol oynayan ekümenik kavramı; politik ve stratejik içeriğe sahiptir. Nitekim bu kavram; tasarruf ve egemenlik alanı, Tanrı'nın planı, Tanrı'nın insanları kurtuluşa yönlendirişi ve kendini açıklaması, Tanrı'ya giden evrensel yol, Tanrısal krallığın yeryüzündeki ev halkını yönetmesi gibi anlamlara gelmektedir. Günümüzde Ekümenik hareket, Protestan anlayışta "Tanrı'nın Stratejisi" anlamında kullanılmaktadır. Bu stratejinin günümüz dünyasında etkili olan uluslararası üç temsilcisi vardır. Bunlar ECEC (Avrupa Birliği İçin Ekümenik Komisyon), WCC (Dünya Kiliseler Konseyi) ve CCREC (Avrupa İşbirliği İçin Hıristiyan Sorumluluğu Komitesi) dir.(7) Küresel ideolojinin esaslarına göre yeniden tanımlanan ekümenizm bütün Hıristiyan mezheplerin ortak misyon etrafında birleşerek dünya ölçeğinde tasarruf ve egemenlik alanını gerçekleştirme karşılığında kullanılmaktadır. Uluslararası kurumlar ve kiliseler eşliğinde sürdürülen bu strateji genişleme ve etkileme faaliyetini hedef toplumlardaki dini azınlıklar üzerinden yapmaktadır. Nasıl ki Osmanlı'nın gerileme sürecinde dini azınlıkların hakları altında bu coğrafyayı mesiyanik ideolojinin muharebe alanı yaptılar ve bu süreç ancak cumhuriyetin kuruluşu ile önlendi. Aynen bunun gibi Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında geliştirilen yeni yöntemlerle bu coğrafya yeniden mesiyanik ideolojinin tasarruf ve egemenliği altına alınmaktadır. Protestan faaliyetlerinden rahatsız olan toplumu sindirmek için İngiliz sefirine dil döken Sadrazam'ın durumu ne ise bugün kurtuluşu aynı kapılarda, aynı dille arayan yetkililerin durumu da odur. Soğuk Savaş döneminde Batılı devletler ve kiliseler eşliğinde geliştirilen teo-stratejik model başarılı olmuş ve iki kutuplu dünya sistemi çökmüştür. Tarihin sonunu, daha doğrusu tek belirleyici güç olduğunu ilan eden ABD bu kez Ortadoğu ve Orta Asya'yı yeniden inşa etmek, daha doğrusu ürettiği ekonomik ve politik kurallara bağlamak için "koruyucu tedbir ve özgürlük projesi" içinde yer alan IRFC'ni (International Religious Freedom Committee/ Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi) kurmuştur. Bu komitede belli başlı dinlerin ve mezheplerin temsilcileri bulunmaktadır. Farklı alt birimleri olan bu kurum, belli başlı dinlerin ve mezheplerin temsilcilerini bir araya getirmiş ve ABD bu kez "din hürriyeti" meselesini üstlenen bir devlet olarak karşımıza çıkmıştır. Tabii ki bu projenin geliştirilmesinin önemli nedenleri ve amaçları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir; KUTSAL GÖREV A- Evanjelik misyonu, dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek: ABD devletinin ideologları ülkelerinin İncil'deki seçkin millet olduğunu ve dünyaya iyiyi empoze edecek imana muktedir olduklarını sıkça beyan etmektedirler. Nitekim Beyaz Saray tarafından 20 Eylül 2002'de yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı resmi belgede Bush, söz konusu ilahi seçilmişliğin güncel tarifini şöyle yapıyor: İnsanlık bugün düşmanlarını da özgür kılacak zaferi sağlayacak olan fırsatı avucunun içinde tutmaktadır. ABD kendisine bahşedilen bu önemli görevi yerine getirme sorumluluğundan gurur duymaktadır... İnsanlık onurunu, vicdan ve ibadet özgürlüğünü daha ileri götürmeye kararlıyız.(8) Bush yüce bir davadan ve bunu gerçekleştirmeden bahsetmektedir. Böyle bir kutsal görevi üstlendiğine inanan bir güç, toplumların ancak radikal biçimde dönüşeceklerine inanır ki, bunun dilimizdeki karşılığı savaştır. Hıristiyanlık akidesinde Mesih'in ideal bir dünyada yeryüzüne geleceğine inanan mesiyanik gruplarla, Mesih'in yeryüzüne döndükten sonra bin yıllık bir Hıristiyan hükümranlığının süreceğine inanan milenyumcu bazı grupların oluşturduğu sapkın mezhepler, yeryüzü cennetinin yaklaşmakta olduğunu ve bu cennete girmek için başvurulan her vasıtanın iyi olduğunu bildirmektedirler. Başkan Carter'dan bu yana Evanjelizm'in etkisi altına giren yöneticiler ve ekipleri bu inancı paylaşmakta, kehanet ve şifrelerin işaretiyle geleceği inşa etmek istediklerini açıkça ilan etmektedirler.(9) İşte yeni ABD politikasının "Din Hürriyeti Misyonu'na" yüklediği anlam budur. B-Diğer dini geleneklerin içini boşaltarak kendi ekonomik ve politik hedeflerine uydurmak: Din hürriyeti senaryosunun yasallaştırılması sonucunda bu projenin yabancı ülkelere dönük olarak uygulama yöntemini Amerikalı iş adamı-misyoner Al Dobra şu şekilde anlatmaktadır: Amacım bir Müslüman'ı dininden döndürmek değildir. Hedefim (attığım tohum) önce çürüyecek, sonra çatlayacak ve (fidan) büyüyecek; (o kişiler) giderek dinlerini sorgulamaya başlayacaklar.(10) Eğer dikkat edilirse ülkemizde çok ince ve teknik bir yöntemle İslam'ın içi boşaltılmakta ve her alanda çarpıtılmaktadır. Hıristiyanlığın akla sığmayan ifadeleri ve uygulamaları sevgi dini adı altında sunulmakta, kilise faaliyetlerinin önü sonuna kadar açılmaktadır. Misyoner cennetine dönüşen, ajan faaliyetlerine sonuna kadar kapı aralayan siyasi iktidar ve yandaşları "dinde reform" adı altında İslam'ı AB'nin esasları çerçevesinde yeniden gözden geçirmenin gerekli olduğunu vurgulamaktadırlar. Yine bu faaliyetin sesi AB mahfillerinde çıkmakta ve Türkiye'ye yansımaktadır. Daha önce kültürel etkilerle din haline getirilmiş ve Kur'ân'ın ruhuyla bağdaşmayan konuları eleştiren ve yeni görüşler ortaya atan kişileri tekfir eden bu yeni muhafazakâr grup, şimdi İslam'ı AB kriterleri çerçevesinde yorumladığını ilan etmektedir. Dini düşüncenin dışına düşen bir tavırla İslam'ın içini boşaltmaya, özellikle İslam'ı emperyalist yayılmacılığı meşrulaştıran bir kalıba dökme girişimi din hürriyeti projesinin, diğer bir deyişle kuşatmanın diğer bir boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır. KENDİ DEĞERLERİYLE ÇATIŞMA C-"Din Hürriyeti" altında hedef devletlerin muhaliflerini kendi etrafında toplayarak bunlar aracılığıyla hedef devleti ve sistemine karşı cephe oluşturmak: ABD ve AB özgürlük adı altında entegre edilmesi gerektiğini ilan ettiği coğrafya da yer alan devletler ve özellikle Türkiye'deki muhalifleri kendi bünyesine taşımaktadır. İmparatorluk politikasının gereği olarak muhalif mistikleri bünyesinde toplayan batı, hedef devlete ve sisteme karşı kutsal cephe oluşturmaktadır.(11) Türkiye Cumhuriyeti'ni çelişkili çift vizyonun kopuş bölümüne yerleştiren Batılı aktörler içinde bulunduğumuz durumu Yeni Türkiye Cumhuriyet'i olarak adlandırmaktadırlar. D-AB kriterleri adı altında mesiyanik ideolojinin alanı genişletilirken Türkiye'nin kendi değerleri ile çatışan devlet konumuna sokulması: AB'nin hazırladığı ve 2009 tarihinde uygulamaya sokulacak Lizbon kararlarında şu ifade yer almaktadır: AB üye ülkelerdeki kiliselerin ulusal hukukuna ve dini organizasyon ve topluluklara saygı gösterir, zarar vermez.(12) Dikkat edilirse burada sadece kiliseler ve kiliselerin faaliyetlerine özgürlük tanınmaktadır. Demek ki asıl sorun din hürriyeti değil, asıl sorun hedef ülkeleri kuşatmanın fikri ve kurumsal temelini oluşturmak ve ekümenizmi gerçekleştirmektir. Dipnotlar: 1- Hem geniş bilgi hem de komitede yer önderler hakkında geniş bilgi için bakınız: Mustafa Yıldırım (2005: 437) Sivil Örümceğin Ağında, İst: Toplumsal Dönüşüm Yay. 2- Mustafa Yıldırım (2005: 431) Sivil Örümceğin Ağında, İst: Toplumsal Dönüşüm Yay. 3- William Christian Bullitt (1946:34) The Great Globe Itself: A Preface To World Affairs, New York: Charles Seribner's Sons. 4- Bullitt (1946:199) 5- Bullitt (1946:83, 110) 6- Yasin Aslan (2005:13) Gizli Belgeler Işığında Etnik Grupların Devleti Ele Geçirme Metotları: Baltanın Sapı Bizden, Ankara: Belge Yay. 7- Aytunç Altındal (2004: 67,71) Vatikan Ve Tapınak Şövalyeleri, İst: Alfa Yay. 8- Tzvetan Todorov (2005:30) Yeni Dünya Düzensizliği, (Çev: Ö. Faruk Turan) İst: Babıali Kültür Yay. 9-Bkz: Nadim Macit (2008) İmparatorluk Politikalarında Teo-stratejiler ve Türkiye, Ankara: Fark Yay. 10- Mother Jones, May / June: 2002: 46. (Akt: M. Yıldırım (2005:435) 11- Bu konuda daha önce yayınladığımız "Türkiye'de Kutsal Kuşatma" Cumhuriyet Strateji: 8-9, bakılabilir. 12- Treaty of Lisbon Amending The Treaty on European Union and Treaty Establisting The European Community, Article 16: C / 69. Nu: 1.
  15. Yukarıdaki satırlar sizin sevgili hoppa... Ya yıllarını kur'an araştırmasına zamanını ve vaktini harcamış sayın Şevket Eygi bile (tırnak içinde ve kalın harflarle yazılmış) bakın ne söylüyor.... ‘’BÜTÜN gücümüzü Kuran kursu, imam-hatip mektebi, ilahiyat fakültesi açmaya sarf ettik. Hesabı yapılsa, bunlara akıllara durgunluk verecek miktarlar harcadık. Daha bitmedi. Birtakım din baronları için her yıl milyarlarca dolar para topladık. Bu paraların yerli yerince, akıllarca harcanıp harcanmadığını hiç sorgulamadık, kontrol etmedik.’’ Haddini bil, sen nasıl böyle yazıyorsun, demezler mi? Derler, haklıdırlar. * * * ‘’RAMAZANLARDA birtakım din cemaatleri beş yıldızlı, lüks otellerde bin kişilik ihtişamlı, israflı, gösterişli, günahlı iftarlar veriyordu. O ***verilen iftarlar dinimize uygun muydu?’’ Vallahi ne deseler hakları var. Herkesin yediğinden, içtiğinden bize ne? * * * ‘’BİZ; bir sürü hizip, fırka, grup, cemaat ve tarikata ayrıldık ve birbirimizle çekişip tepişmeye başladık. Yığın ve sürü haline gelen on milyonlarca Müslüman şu anda vahim bir kırsal kesim ve varoş zihniyeti, marjinallik, parçalanmışlık içindedir. Hazretim yanılmaz, bizim cemaatin ulu zatı yapmaz, hoca efendi yanlış yapmaz... dedik. Sorgulama yok, hesap sormak yok, kontrol yok. Bu şartlar altında ümmetin işleri elbette kötüye gider.’’ Çizmeyi aşmanın da bir ölçüsü olmalı! Biz ölçüyü filan kaçırmışız... * * * ‘’BİZİ mahvedenler, militan din düşmanları değil, içimizdeki din sömürücüsü, din rantı yiyen ************...’’ Evet, böyle deseydik... Bizi bu adam aklını kaçırmış, diye köşenin dışına koyarlar, ya da tedavi için Bakırköy Akıl Hastanesi’ne... Son olarak tırnak içindeki bu görüşler üstat Mehmet Şevki Eygi’ninse, din âlimi Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk de ‘’Ben de bu satırların altına imzamı atarım. Keşke M. Şevki Eygi bunları on yıl, yirmi yıl önce söyleseydi, yazık oldu Türkiye’deki Müslümanlara!’’ diyorsa... Kendi deyimleriyle ‘’Müslümanların zıt kardeşleri’’ aynı görüşleri paylaşıyorlarsa... Bize de bunları yazmak, ‘’Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün son kitabı Allah ile Aldatmak’ı okuyun’’ demek düşer... __________________________________________________ http://www.haber1.com/haber/20080529/Allah-ile-Aldatmak.php
  16. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a bağlı ‘araştırma-geliştirme’ kuruluşu Rand Corporation, ‘Türkiye’de siyasal İslam’ın yükselişi’ başlıklı 135 sayfalık bir rapor yayımladı. Türkiye’nin Kemalist devrimden AKP’nin iktidara gelişine dek siyasal İslam’la deneyimini ve AKP’nin dış politikasını inceleyen raporun en çarpıcı kısmı, Türkiye’nin 10 yıl içinde yaşaması muhtemel dört ‘alternatif gelecek’ senaryosu. Yaklaşık 60 yıldır pek çok komplo teorisinin öznesi olmuş Rand Corporation’ın Türkiye’ye biçtiği gelecek senaryoları şöyle: Senaryo 1: AKP ılımlı, AB yönelimli bir yol izler, iktidardaki gücünü somutlaştırır. Dindarlığın kamusal alanda ifade edilmesi üzerindeki kısıtlamalarda bir miktar erozyon yaşanır fakat İslami yasaları getirmeye yönelik çaba göstermez. Senaryo 2: ‘Sinsice İslamileştirme’ yaşanır, yeniden seçilmiş bir AKP hükümeti daha saldırgan bir İslami gündem izler. Senaryo 3: Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatır, fakat kriz derinleşir. AKP muhtemelen başka bir isimle yeniden ortaya çıkarken, AB’yle ilişkilerdeki gerginlik artar. Senaryo 4: Sosyal gerilimler öyle artar ki, ordu ya ‘yumuşak darbe’ yapar, ya da, düşük ihtimal de olsa doğrudan müdahale eder Ne dersiniz... Bu senaryoya hazırmıyız... _____________________________________________________ http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=883374&Date=15.06.2008&CategoryID=104
  17. "Sadece Avrupa Komisyonu´nun aldığı kararları uygulaması, uyum yasalarının aynın uygulanması bile AK Parti´nin kapatılması için yeterli bir gerekçedir.
  18. “Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar.” İtalyan Düşünür Giordino Bruno “Allah ile aldatanların gerçek Tanrısı paradır, maldır, dünyalıktır.”Yaşar Nuri Öztürk “Türkiye’nin geleceğini değil de kendi çıkarlarını düşünen medya için Atatürk’ün kullandığı iki tabir ibret verici ve sarsıcıdır. 1- Vatansız matbuat 2- **** hâkimiyet-i kalemiyesindeki matbuat Atatürk bu ifadelerle, bizans ***** kirlenmiş gördüğü İstanbul’da kümelenen basını kastetnektedir.” “Türk insanına yönelik Allah ile aldatma faaliyetine alt yapı oluşturan ve bunun için de sürekli dinci söylemler kullanan bazı dinci gruplar ve etki imkanları şöyledir. Milli Görüş örgütü: 37 yayın 330 dernek, 33 vakıf, 8 dershane, 48 şirket… Fettullahçılar: 16 yayın, 23 dernek, 220 vakıf, 24 pansiyon, 570 dershane ve okul, 96 şirket.. Süleymancılar 6 yayın, 2100 dernek, 14 vakıf, 1750 pansiyon ve kurs, 28 şirket… Şiddetçi-radikal örgütler: 89 yayın, 95 dernek, 19 vakıf… Muhtelif dinci gruplar: 100 küsur yayın, 100 küsur dernek, 50 küsur vakıf, muhtelif pansiyon ve kurslar… Toplam rakamlar: 170 yayın, 25780 dernek, 316 vakıf, 1780 pansiyor ve kurs, 500 dershane ve okul ile yaklaşık 180 şirket…” “Ekleyelim ki, bu tablo 2003 yılı itibarıyladir. Allah ile aldatmayı en ileri boyutta kullanan AKP’nin iktidar dönemi olan son birkaç yılıda dikkate alarak yeni bir değerlendirme yaptığımızda burada verilen rakamların iki üç katına çıktığını söylemek gerekir. Özetleyelim: Türkiye’de bugün, Allah ile aldatma dinciliğinin ulaştığı ekonomik güç, devletin gücünün çok üstünde kabul etmek gerekir. Bu gücün aşamayacağı tek karşı güç Türk ordusudur. Sebeb ordunun silahlı güç oluşudur. Eğer silahı kenara koyarak veya dikkate almayarak düşünürseniz, Alah ile aldatan güç yani dince siyaset ve saltanat, Türkiye Cumhuriyeti’nin tartışmasız en büyük gücü olarak kabul edilebilir. Türkiye’de rejim, kendisine açıkça kafa tutan bir karşı rejimin tek şansı ve avantajı TSK’dır. ABD, AB ve içteki dinci gücün sürekli ve sistemli bir biçimde TSK’ya vuruşunun hikmeti ve sebebi üzerinde şimdi bir kez daha düşününüz…” X Yukarıda okuduğunuz satırlar, birinci baskısı Nisan 2008’de yapılmış olan, aradan iki ay geçtikten sonra 28. baskıya ulaşan, Yeni Boyut Yayınları’ndan çıkmış bulunan Yaşar Nuri Öztürk’ün “ALLAH İLE ALDATMAK” kitabında yer almaktadır. X Şimdilerde yani 30 Ağustos yaklaşırken, Humeyni aşığı din sömürücülerinin, Türk ordusunun Atatürk’çü, Cumuhuriyete gönül vermiş, vatansever komutanlarına neden gözü dönmüşcesine saldırmakta oldukları daha iyi anlaşılmıyor mu? Sayın Öztürk’ün kitabında altını çize çize belirttiği gibi, din bezirganlarının, şeriat özelmcilerinin, yeşil sermaye avantacılarının, gemicikleri, fabrikaları, yatları, katları olanların, halkı ‘Allah ile aldatan’ların aşamadıkları tek gücün TSK olduğu gerçeğini kim yadsıyabilir? Anayasa Mahkemesi’nin laik, demokrat ve Atatürk’çü yapıda ki kimi üyelerine şimdilerde insafsızca saldırmalarının, olur olmaz iddialarla çamur atmaya yeltenmelerinin altında neyin yattığı belli olmuyor mu? Durun hele bitmedi. Önümüzdeki günlerde, daha ne çamurlar kimlere insafsızca atılmaya çalışılacak birlikte göreceğiz. Çünkü tepelerden destekli ve korumalı, Humeyni aşığı “organize güç” iş başında!.. Çıkar söz konusu olunca, ortada ne gerçek dindarlık ve müslümanlık, ne de dinin emrettiği dürüst, temiz vicdanlı ve doğru insan olma hükmü kalır!.. Yaşar Nuri Hoca’nın iddia ve söylemini tekrar ederek yazımızı bitirelim: “Allah ile aldatanların gerçek tanrısı, paradır, maldır, dünyalıktır” Başka söze gerek var mı? _______________________________BURHAN ÖZBEY
  19. İşte o ayetler:... Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar... Eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır. BAKARA (120) EY inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. MAİDE (51) ________________________________________________________ AKP’nin kotarmaya çalıştığı ‘ılımlı İslam’ modelinin, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmemeyi emreden Bakara ile Maide surelerini nasıl aşacağı (!) merak konusu... ________________________________________________________
  20. Tüm bu olup bitenlere baktığımızda maalesef bizde şöyle sakat, galat, tehlikeli bir görüş var. ?Meclis?teki çoğunluk ulusal iradeyi temsil eder. Her istediğini de yapar.? Zaman zaman bu köşede yollama yapılan, James Buchanan?ın dediği gibi; demokrasilerde hükümetlerin her eylemini mubah sayan ******** görüş zihinlerden derhal silinmelidir. Sırası gelmişken yenilemekte fayda var Demokrasiyi, ulusal iradeyi, belli bir anda çoğunluğu temsil eden siyasal gücün hatta kişinin her istediğini yapmasına indirgemek, ucuz bir halk avcılığıdır. Bu ucuz halk avcılığı tehlikeli sonuçlara, kişi, zümre tahakkümüne, en azından oligarşiye yol açar. Ki AKP bunu oynamaktadır... Sonuç olarak; Anayasa Mahkemesi?nin iptal kararı, siyasal değil, kuruluş amacına uygun bir karardır... Kaldıkı Avrupa insan hakları mahkemesinin verdiği kararlarla tamamen örtüşmektedir... Saygılar...
  21. Bakın kısırlık nerede.... Neyi ve hangi ölçütü kabul edersek edelim İslâm ülkeleri başka bir ülkeyle mukayese kabul etmeyecek kadar az sayıda bilimsel ürün ortaya koymaktadır, üstelik ortaya konan bu ürünlerin çoğu da nisbeten düşük vasıflı ürünlerdir. Sayılarla konuşacak olursak dünya nüfusunun % 20’sini oluşturan halkının çoğu müslüman 41 ülkenin ortaya koyduğu bilimsel ürün, tüm dünyadaki bilimsel rünün % 5’inden daha azdır. Bu sayılar, uluslararası makbul bilimsel dergilerde yayınlanmış makalelerle ilgili atıfların (citation) oranıdır. Başka ölçütleri dikkate alarak bakacak olursak, araştırmaya ve gelişmeye ayrılan yıllık harcama miktarı, araştırmacı bilim adamı ve mühendis sayısı gibi diğer ölçütler de, nüfus çokluğu ile bilimsel araştırma ürünleri arasındaki bu orantısız durumu (müslümanların bilim ve teknikte geriliğini/kısırlığını) gayet güzel teyid eder mahiyettedir. Bir defa İslam dünyası, daha, inanç ile akılı uzlaştırmamıştır... Öncelikle bunu unutmayalım olurmu...
  22. Hiçte inandırıcı değil... Çünkü.. bilimsel hatta sosyal alanlarda müslümanlar maalesef bilim adamlarının zamanında söyledikleri birçok şeyi unutmuş durumda. Bu, genel olarak "İslam dünyası neden geri kaldı" sorusuyla bağlantılı olarak ele alınabilir. Doğru bilgiye ilim denilmesi zamanla yıprandı, dolayısıyla muslumanlar genel malumatlara, kulaktan kulağa aktarılan bilgilere ilim demeye başladılar. Bu, İslam dünyasının en temel çöküş nedenlerinden biridir. Bu durum, bilimin İslam dünyasında siyasallaştırılması, bilimin İslam dünyasında siyasetin bir aracı olarak görülmesi olayıdır. Diğer taraftan; İslam Alimleri de bilimi Antik Yunan kaynaklarını inceleyerek geliştirmiştir. Bu konu çok önemli; Müslüman bilim adamları Yunanca eserleri incelemiş ve bir çoğu Yunanca bilmekteydi. Bugün yer yer İngilizlerden mi ya da Fransızlardan mı bilim öğreneceğiz, bilimin gelişmesi için sıkı sıkya İslam'a sarılmalıyız gibi kısır bir anlayışın olduğu da bir gerçektir. İslam'a/islam bilimini savunmak ve buna sıkı sıkıya sarılmak bilimden ziyade Ahiretle ilgili bir şey diye düşünüyorum...
  23. Anayasa Mahkemesi’nin "TÜRBAN" iptal kararı tartışılıyor! Aslında Tartışılan sadece “iki farklı sistem”! Gerçekten hâlâ anlamadınız mı?... Sistemlerden biri, Anayasal sistem... 6. maddesi, “Türk Milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyor... Başlangı’ında, “Türk Milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyen… İkincisi ise, AKP’nin, destekçilerinin arzuladığı “sistem”.. Bu sistemde “milli irade” var. “Milli irade” dedikleri, Meclis’te oyçokluğunu ele geçiren iktidarların, her şeyi yapma hakkı olduğudur! Meclis’i tek yetkili kılan, burada alınan her kararı, “Arkasında milletin siyasi tercihi var” diyerek haklı, doğru ve kabul edilmesi şart... olarak dayatan... Bu kararlara karşı çıkanları da “darbeci, gerici, vesayetçi, faşizan” olarak nitelendiren... Ne kadar vahim bir durum... Vah vah ki vah vah...
  24. Minik bir bilgi.... Dünya üzerinde yaklaşık 1.4 milyar müslüman vardır. Fakat 1.4 milyar müslümandan , sadece ama sadece 9′u , bilimle ilgili nobel ödülü kazanmıştır... E yani ne beklenirdiki!...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.