GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Allah'ta korkan bir insan nasıl bir ahlaka sahiptir?
Her dinsel öğreti, insani ilişkileri ve tanrı ile aralarındaki ilişkiyi düzenleyen kuralları, O öğretiyi ortaya atan kişiye(Peygamber- tebliğci) ve onun tanrı algılamasına (ve bir önceki öğretinden ne kadar etkilendiğine) bağlı olarak (o dönemi ele alırsak kendi kavmine) önerir uyulmasını ister… İnsani ilişkilerde belirleyici bir faktör olan ahlaki değerleri bütün dinsel öğretiler ele alarak Kendi içinde kurallara, ilahi hükümlere bağlıyarak, insanlar arasındaki ilişkileri belirlemiştir… *** Başlık iletisinde bir inanca sahip bakış açısının “güzel ahlak- insan modeli” önermesi var… Bu önermenin doğruluğunu değerlendirirken; Konuyu yorumlarken, farklı bakış açılarıyla değerlendirmeler yaparken… Kendimize sormamız gereken ilk sorunun, “Dinsel öğretilerin ahlak anlayışı ve önermeleri –evrensel- midir?” olduğunu düşünüyorum… Bu sorunun ardından verilecek yanıtlar ebetteki kişisel olarak değişecektir… Evet, hayır ya da kısmen olarak… O zaman kendi içimizde "evrensellik" deyince ne anladığımızı sorgulamamız ve buna objektif doğru bir yanıt bulmamız gerekiyor –ki önce kendimize karşı dürüst ve ahlaklı olalım- *** "Evrensellik" Sözlük anlamı veya genel tanımı ile; her yerde ve her zaman geçerli olan demektir. Ancak ahlaktan bahsederken unutmamamız gereken nokta, Ahlak kavramının zamana ve coğrafyaya göre değişim gösterebilir olmasıdır. Toplumdan topluma, ülkeden ilkeye, hatta köyden köye bile değişiklik gösterebilir. Ve bu normaldir de. Fakat bu ahlaki normları sabit (değişemez) kabul etmek çok yanlıştır. Bilim anlayışımız gibi ahlak anlayışımız da değişim geçirmektedir. Bazı toplumlarda bu değişim ileriye dönük olduğu gibi, Bazılarında geçmişe öykünerek geriye doğru da gidebilir. İnsanlığın büyük savaşımlar sonucu elde ettiği ve kurumlaştırdığı İnsan Hakları Bildirgesi evrenseldir. İnsan Hakları Bildirgesi cağımızın bir ahlak anlayışı olmasının yanında, Asıl belirleyici yanı "HAK" olmasıdır. Kadın ile erkeğin, Türk ile Japon un, Müslüman ile diğer bir inanç sahibinin, Beyaz ile zencinin farklı ahlak anlayışları olabilir, Ama 'hak' ları aynıdır. Her yerde, her zaman aynıdır. Dolayısıyla evrenseldir. Çünkü her şeyden önce hepsinin tek ortak yanı 'İNSAN' olmalarıdır. Bu evrensel haklara karsı gelmek ise ahlaksızlıktır. Örneğin kimsenin kimseye fiziki şiddet uygulama hakki yoktur. Bir erkek, erkek olduğu için karisini dövmeye hakki yoktur. Bir inanç sahibinin bir diğerine inancı farklı olduğu için şahsi hakaret, şiddet uygulama hakkı yoktur. Bir beyaz tenlinin bir siyaha, teni kara diye, ya da savaş esiri diye köleleştirmesine hakki yoktur. Suç ve ceza ilişkisini hiçe sayarak insana işkenceye tabi tutmaya, Hele hele o insanin bir organını kesip atmaya kimsenin hakki yoktur. Çünkü insan her yerde her zaman 'INSAN' dır. Ve bu İNSAN’ın hakları vardır. *** Eğer yukarıda ifade edilmeye çalışılanları “İnsan hakları ve ahlakı olarak” benimsiyorsak… İnsana ve Onun onuruna dair Haklarının ortadan kalkmasına neden olan Herhangi bir eylem ya da öğretilerin genel yaklaşımlarına da İnsani ahlak gereği karşı durmak ve yanlışlarının etkilerini ortadan kalkmasına katkıda bulunmamız gerekir… *** Yine başta kendimize yönelttiğimiz “Dinsel öğretilerin ahlak anlayışı ve önermeleri –evrensel- midir?” Sorusunun yanıtını ararken evrensel ahlak çerçevesinde bu öğretileri değerlendirdiğimizde Şu sonuçlarla karşılaşırız… Dinsel öğretiler, insanların bu haklarını çiğnemekte ve daha da ötesi bu hükümlerine ilahi değerler katarak, 'Evrensellik' iddiasında bulunarak süreğenliğini sağlamak istemektedir. Dinsel öğretilerin hükümlerine 'evrensel' demek ve bunu savunmak, Bu hükümlerin geçerliliği üzerine ilahi anlamlar yüklenmeye çalışılsa da, İnsanların haklarına karşı gelmesinden dolayı bir ahlaksızlıktır. *** O zaman kendimize şu soruyu da yöneltebilmek çok önemli olmaktadır… “Ben bir İnsan mıyım?” Eğer cevabımız evet ise ardından şunun yanıtı gerekiyor… “Ben bu haklara sahip miyim?” ”-Sahipsem Onları her koşul ve şartta savunmalı ve korumalı mıyım?” Bunun da yanıtı evetse sırada yanıtını bulmamız gereken şu… “Benim gibi bütün İnsanlar ve canlılarda bu hakka sahip olmalı mıdır.?” Eğer Ahlaklı olduğumuzu savunuyorsak tek bir yanıt verebiliriz… “Evet”… İşte tam burada oldukça zor bir noktaya ulaşıp kalırız… Bütün dinsel öğretilerin bize dayattığı “KUL” olmakla, “Hak sahibi” olan insan olabilmek ayrımına… *** Son olarak ifade etmek istediğim şu; Ahlaklı olmak istiyorsanız bu sorularla birlikte İnsan olmaya, insan olmanın onuruna dair soruları kendinize yöneltmek zorundasınız… Ancak açmaz şu; Her soru yeni bir soruyu getirir bu yöntemde… Sorular geliştikçe, siz ahlaklı ve kendinize dürüst davranarak doğru yanıtları buldukça değişirsiniz… Ahlaki ve insani değerleriniz “evrensel değerlere” yaklaştıkça gelişirsiniz… Sorular ve ardından ahlaki değerlere bağlı kalarak doğru yanıtlar arttıkça İster istemez Dinsel öğretilerinizin “Evrensel olmayan değerlerini” gözlemlemeye başlarsınız… Eğer bizler “Hak sahibi” İnsan olabilmenin "Evrensel ahlakı" yerine… Dinsel öğretilerin, Allah korkusuyla,“Kul” olmanın ahlak anlayışı ve önermelerini tercih ediyorsak, Bu yöntemi kesinlikle uygulamamalıyız! *** *tna
-
TÜRKİYE DİN DEVLETİ OLUR MU?
Haber linki; Güncel gelişmeleri izlemek yeterli, Ne devleti olunmaya çalışıldığını kavramak için...
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Haber linki;
-
TÜRKİYE DİN DEVLETİ OLUR MU?
haber linki;
-
Ateizmin en önemli sebepleri?
Ateizm, toplumsal açıdan henüz kabul edilemeyen bir kavramdır. Kabul edilememesi, genel olarak toplumun dine bağımlı olmayan bir ahlakın, Erdemin olmayacağına kanaat getirmesidir. Bu sebeple din karşıtı her kavrama, toplum açısında olumsuz değerler yüklenmektedir. Ahlakın, dinden bağımsız olarak var olamayacağı yanılgısı, İnananların neredeyse hepsinin ortak bir ruh durumudur. Onlara göre inanan insan ahlaklı, faziletli ve erdemli; İnanmayan ise ahlaksız, kötü ve genel anlamda her türlü rezilliği yapabilecek bir karaktere sahiptir. Allah korkusu olmayan insan profili, Hangi dinsel inanca sahip olursa olsun, İnanan kesim üzerinde olabilecek en büyük kötülüğün simgesi haline getirilmiştir. Allah korkusu olmayan insan, toplum açıdan büyük bir tehlikedir. Her türlü kötülük, onlara göre Allah'tan korkmayan insanlar tarafından yapılır. Allah korkusu, toplumun için büyük bir erdem haline gelmiştir. Bu büyük yanılgıyı, her platformda görmek mümkündür. Toplumların inanır kesiminin neredeyse tüm sınıfsal ayrımında bunu gözlemlemek mümkündür. Öyleyse bu yanılgının daha içsel bir sebebi olduğunu anlamak ve yanıtını bulmak gerekir… Bunun yanıtını doğru olarak verebilmek içinse; Öncelikle ateizmin ne olduğunu ve ne olmadığını tam olarak kavramak gereklidir. *** Ateizm ne değildir? Toplum içinde ateizmin değişik tipte anlamları (yanılgı olarak) vardır. 1) Ateizm, Allah korkusu taşımayan ve bu sebeple her türlü kötülüğü yapabilmekte olan insanların dinidir. 2) Ateizm, din düşmanlığıdır. 3) Ateizm, Allah’ı bile bile inkâr edip Şeytan'ı ilah edinmektir. 4) Ateizm, atalarının inancını benimseyen insanların dinidir (Atavizm ile karıştırılmaktadır). Bu tür tanımlar, çoğaltılacağı gibi, en güçlüsü, Toplum içinde genel anlamda verilecek cevap 1.maddedeki tanımdır. Bu tür tanımların, herhangi bir şekilde ateizm ile uzaktan yakından ilişkisi olmayıp, toplumsal bir yanılsamadan ibarettir. Toplumsal açıdan tercihin sonuca göre tanımlanmak istenmesi, bu tür yanlış anlama ve adlandırmalara sebep olduğunu düşünmek yanlış değildir. *** Ateizm nedir? Türkçeye Tanrıtanımazlık olarak çevrilen bu terimin karşılığı, Felsefe Sözlüğü'nde şöyledir "Tanrı'yı yok sayan öğretilerin genel adı... Tanrıtanımazlık (Ateizm) , Tanrı'yı kesin olarak ve açıkça yok saymaktır." Kısacası ateizm, Tanrı inancının yokluğu anlamına gelir, Tanrı’ya inanmama olarak anlaşılabilir. Herhangi bir inanç ya da inançsızlık olmayıp, herhangi bir felsefi akım veya ideolojinin tekelinde değildir. Sadece bir tercih, bir seçim hüviyetinde olup, Tanrı kavramının yaşamın içine sokulmadığı bir yaşam üslubudur. *** Ateizm ileri uygarlık düzeyinin benimseyebileceği bir yaşamı algılama ve kavrama biçimidir. 1-Medeniyetten ve insanlıktan habersiz olanlar, 2-Sırf hırslarının ve zevklerinin peşinde olan insanlar, 3-Medeniyet ve insanlığın değerlerini kavramış olsa da, Dinsel düşüncenin etkisi, baskısı ve korkusu altında olanlar… Ateizmin yaşamı algılama ve kavrama biçimini düşünmek bile istemezler. *** Hırslı ve tatminsiz insanlar aslında dine ihtiyaçları en yüksek olanlardır; çünkü yaşadıkları hayattan ve bu maddesel dünyadan tatminsizdirler. Yani dinin kural ve sınırlamaları bazı insanlar açısından ihtiyaç olduğu kesindir… Ruhunda yani iç dünyasında Tanrının dizginlemesine gereksinim duyan, Herhangi bir iyilik yaparken o iyiliği insanlığa bir katkı değil de, Öteki dünyası için bir kazanç olarak algılayan, yapan ve değerlendiren düşünce mantığı… Elbette ki ; Dinsel öğretilerin koyduğu kural ve sınırlamalara ihtiyaç duyacak, Ve bir dinin kontrolüne muhtaç olacaktır.
-
MAKYAJ YAPAN 40 KADIN ÖLDÜRÜLDÜ... (Müslüman bir ülkede 5 ayda 40'tan fazla kadının islami kullara uygun davranmadıkları gerekçesiyle...)
Gibi gelmiyor... Dediğiniz gibi... "İslamiyeti yaşayan,yaşadıklarını ifade eden...Allahın kitabındaki hükümleri uygulayan... Yaşamlarını islamiyetteki kurallara göre düzenleyen,-İslamın adalet kavramını- uygulayan toplumlara" bakarak... anlamaya/yorumlamaya çalışıyor... Onları, yaşam koşullarını,İnsanlarına reva gördüklerini, insani değerlerini kabullenemiyor...Reddediyoruz... *** İslamdaki adalet kavramı diyorsunuz?.. Hangi adaletten bahsediyorsunuz... Göstermelik bir kaç maddenin dışında... Ardından gelen insan olmanın tüm onurunu ve değerlerini ayaklar altına alan maddelerle... Göstermelik maddelerinde hükmünü ortadan kaldıran,1400 yıl öncesinin toplumsal yapısını gözlemliyerek insanlarını yönetmeye talip -dinsel dayatmalara dayalı- düşünce yapısının adaleti mi?... İslamın adalet kavramı diyorsunuz?.. Bu "İslamın adalet kavramını" biri, ikisi, üçü...Herkes mi yanlış anlıyor, uyguluyor da... Hep olumsuz,insan onurunu hiçe sayan, insanlık dışı örnekler çıkıyor karşımıza... *** Siz ne kadar olumlu olmaya -İslamın adalet kavramını- savunmaya çalışsanızda olmuyor işte... Sizin dışınızdakiler nedense hep yanlış yorumlayıp kötü uygulamalar sergiliyorlar... NEDENSE ?.. ***
-
Allaha teklif
Bir kaç eğlencelikte Çocukların duygu ve isteklerinden alıntı yapalım tam olsun... *** Sevgili Tanrı, Bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. Ne olur söyle ona bi daha öyle yapmasın. Ellen --3 yaşynda- Sevgili Tanrı, Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu? Norman --4 yaşında- Sevgili Tanrı, Senin yaşına geldiğimde tıpkı senin gibi olmak istiyorum. Tamam mı? Tommy --4 yaşında- Canım canım Tanrı, Astronotları öyle yukarı fırlatıp fırfır döndürmelerinden ödüm kopuyor. Ne olur onların bizim evin çatısına düşmelerine izin verme. Dostun Norman --4 yaşında- Sevgili Tanrı, Lütfen bana bir midilli gönder. Senden şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Bunu da herhalde unutmazsın. Bruce --4 yaşında- Sevgili Tanrı, şu andaki eksiklerimi yazıyorum: Yeni bir bisiklet, bir kimya seti, köpek, film makinesi, beysbol eldiveni. Hepsini gönderemezsen birazı da olur. Seni seven Eric --4.5 yaşında- Not: Noel Baba’nın olmadığını biliyorum. *** Tanrı’cım, Üst kattakiler durmadan bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin. Nan --5 yaşında- Sevgili Tanrım, Oğlanlar kızlardan daha mı üstün? Biliyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış. Sylvia --5 yaşında- SEVGİLİ TANRI, NİÇİN GÖKYÜZÜNÜ MAVİ VE OTLARI YEŞİL YAPTIN? ELİNDE SADECE BU RENKLER Mİ VARDI? Sevgili Tanrı, Babam çok aksi. Onu bu huyundan vazgeçirmeni istiyorum. Ama lütfen canını yakma. Sevgilerle. Martin --5 yaşında- SEVGİLİ TANRI, BABAMA KALSA HAYATTA EN GÜZEL GÜNLER ÇOCUKLUKMUŞ. ERKENDEN YATAĞA YOLLANIP HİÇBİRŞEY SEYREDEMEMENİN NESİ GÜZEL? NE OLUR ŞUNU BABAMA ANLATIR MISIN? JO Sevgili Tanrım, Tamam İncil’de öbür yanağını çevir dedin biliyorum; ama kardeşim gözüme vurunca ne yapacağım? Sevgiler, Teresa --5 yaşında- Sevgili Tanrı, Tanrı olduğunu nasıl bilebildin? Charlene SEVGİLİ TANRI, GÜNEŞİ NİÇİN ONA EN ÇOK İHTİYACIMIZ OLDUĞU GECELER DIŞARI BIRAK MIYORSUN? BARBARA *** Sevgili Tanrı, Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor: Eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var. Harriet Ann --6 yaşında- Sevgili Tanrı, Bende senin dışında bütün liderlerin resmi var. Norman --6 yaşında- SEVGİLİ TANRI GEÇEN HAFTA NEW YORKA GİTTİĞİMİZDE SEN PATRİCK KİLİSESİNİ GÖRDÜM. BAYAĞI GÜZEL BİR EVDE OTURUYORSUN. FRANK Tanrım, İncil’de neden hiç karının adı geçmiyor? Yoksa İncil’i yazarken daha evlenmemiş miydiniz? Larry --6 yaşında- Sevgili Tanrı, Sen tuhaf ne yaparsan yap herkes hayran oluyor; ama ben ufacık bir şaka bile yapsam yiyorum fırçayı. Jodie --6.5 yaşında- SEVGİLİ TANRI ÖĞRETMENİM GÜNLERİN ÖNCE KISALDIĞINI SONRA UZADIĞINI SÖYLEDİ. ARTIK BİR KARAR VERMELİSİN MINDY Sevgili Tanrım, insanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun? Jane --6 yaşında- *** Sevgili Tanrım, Ne diye bu kadar çok insan yarattın. Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya koyamaz mısın? J.B. --7 yaşında- Tanrım, İnsanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin. Audrey --8 yaşında- Sevgili Tanrı, Eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var? Mark --8 yaşında- Sevgili Tanrı, Kitabını okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına? John --8 yaşında- SEVGİLİ TANRI, KİTABINI OKUDUM VE ÇOK SEVDİM ADINI İNCİL KOYMUŞSUN.. YENİ ÖYKÜLER YAZAMAZ MISIN? YAZDIKLARININ HEPSİNİ OKUYUP BİTİRDİK VE YENİDEN BAŞA DÖNDÜK.. SEVGİLER MAGGIE AND EMILY Tanrım, Şişman olunca kimse senin arkadaşın olmak istemiyor. Billy Jean --9 yaşında- Sevgili Tanrı, Bizi hiç merak etme çünkü bizimkiler çok dindar. Teddy --9 yaşında- *** Yaş değiştikce istemler...Gözlemler...Yorum ve yaklaşımlar nasılda değişime uğruyor?.. Değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum... Bize düşense onların gerçek yaşamı kavramalarına yol gösterici olmaya çalışırken, onların algılamaları dışında kendi inanç ve isteklerimizi dayatmamak olsa gerek... ***
-
Allaha teklif
Eğlence mi olur bilemem ama...Bir kaç tanede ben alıntılayayım... "Sözün gelişiyle" ifade edilen aşağıdaki anlatımlar, yaşamın gerçekleri üzerine hepimizi biraz düşündürür umuyorum... *** Ey ulu Tanrım, Çoktandır size yazmakta olduğum mektuplarıma ara vermek zorunda kaldım. Neden derseniz, yarattığın kurallarınızın dertlerini dinlemek, isteklerini sağlamak amacı ile bir Doğu gezisine çıkmıştım. Bir kez daha gördüm ki yarattığınız kullara ya hiç bakmıyorsunuz ya da bir kısmını diğer bir kısmı üzerinde hükümran kılarak ilkçağdaki "Köle ve köle sahipleri" düzenine dönmek istiyorsunuz. Yani kısacası Mussolini faşizminden Türk Ceza Yasası'na aktarılan ve gittikçe de sertleştirilen meşhur 141. ve 142. maddelerinin kapsamına giren suçları işliyorsunuz. Çünkü yasanın bu maddeleri gereğince "Bir sosyal sınıfın, diğeri üzerine hükümranlığını sürdürmekte" ve siz de bu egemen sınıfından yana olarak, dolayısıyla da aynı suçu işlemiş olmaktasınız. Kur'an-ı Kerim'in Rum Suresi'nin 28. Ayeti'nde: "Köleleriniz ve cariyeleriniz" demek suretiyle insanların bir kısmını diğer bir kısıma köle ya da cariye ettiğiniz... ve yine Nisa Suresi'nin 24. Ayeti'nde de: "Kocalı kadınlarla evlenmeniz haramdır, ancak sahibi olduğunuz cariyeler müstesna." demek suretiyle de cariyelerin bir mal gibi kullanma yetkisini verdiğiniz..; ve yine aynı surenin 32. Ayeti'nde de: "Allah'ın bazılarınızı, bir kısmınıza üstün etmesine hased etmeyin." demek suretiyle de bir sınıf insanları diğer bir sınıf üzerinde hükümran kıldığınız anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında haddimiz olmayarak şunu belirtmek isterim ki: Eğer bizim (zehir Hafiye) Savcılarımız, Kur'an-ı Kerim'in bu hükümlerini bilseler, 141 ve 142'den güme gittiğinizin resmidir. *** Ey ulu Tanrım, Bir fabrikatörün, köleleştirdiği binlerce işçinin sırtından her gün biraz daha zenginleşmesini; Bir toprak ağasının, binlerce köylünün yıllık emeklerinin üzerine konmasını; Bir tefecinin, binlerce kullarının alın terlerini sömürmesini hangi ilahi adaletinle uygun gördün? Yoksa... Evet yoksa sen de mi onlardan yanasın Tanrım? ***
-
Yaratanın İşine Müdahale
İnsan oğlunun her yeni açılımına... Aynı kalıp ve metafizik beyin dokusuyla kılıf uydurmak işin kolay yönü... İçinde bulunduğumuz çağda bu kılıflarla yorumlar yapmak etkilide olamıyor üstelik... Sadece yanak kaslarında hafif bir gerilme ve gevşemelere neden olmasının ötesinde... Eğer siz bu yorumlarınınızı 1400 yıl önce yapsaydınız sizide kafirler sınıfına sokmuşlardı aynı inanışa sahip olduklarınız... *** (Esas olan "YOKTAN VAR ETMEKTİR" ) demiş bir başka arkadaşımız... Eğer ömrünüz yeterse -(yoktan değilde)- var olan balçık çamurdan yaratıldı dediğiniz canlılardan daha farklı formatlarda yaşamlarında üretilebildiğini şaşkınlıkla izliyor olacaksınız... ***
-
MHP kapatılmalı mı?
İsteyen aynı kefeye koyar yada koymaz... Ama gerçek olan bir şey var ki; Çatlı ve arkadaşlarının düşünce yapısıyla... Pkk'lılar ve düşünce yapısı... İNSANLARI KATLETMİŞTİR... İnsanların hangi nedenle olursa olsun katledilmesinin bir kefesi olabilir mi?
-
BU YAZI ANLAYANA!...
Kürdistan’ı kabul et... PKK bitsin! Çok mu iddialı geldi bu başlık? Gelmesin... Olan bitenin arka planında tam da bu formül yatıyor...Tutarsa... Çok uzun ve dolambaçlı laflarla kafanızı karıştırmayacağım. Açık verilerden yola çıkarak başlıktaki tezimi anlatacağım. Apo’yu Türkiye’ye kim teslim etti? ABD. ABD, İngiltere ve İsrail’nin, büyüyen İran (Şii) tehlikesine karşı, yüzde yüz güvenebileceği, en sadık ve monoblok gözüken yapı nerede? Irak’ın kuzeyinde... Yani? Kürdistan’da... ABD neden Türkiye’ye yüzde yüz güvenemez? 1Mart’ta test etti. Gördü... Türkiye, siyasal ve sosyal olarak çok parçalı...Karar odakları farklı etki alanlarına sahip. Irak’ta başı bu kadar beladayken bir başka bölgesel ve derin sorunla daha uğraşmak istemiyor. 5 Kasım günü, Washington’da PKK’nın “PKK olarak bitirilmesi” kararlaştırıldı. Yani? Yani ABD Türkiye’ye “büyük bir şey” verdi... Karşılığında ne aldı? “Kürdistan’a karışmayacaksın...” dedi. Barzani de hemen akabinde “güvence verilerek” rahatlatıldı. Hükümet ve belli güç odakları, PKK’yı denklemden çıkartma planları içinde ve bu arada Kürdistan’a da ses çıkartılmayacak. Beni hiç kimse, bu coğrafyada ABD, İngiltere ve İsrail’in desteğiyle, onların dikte ettiği bir karara uyarak hareket eden bir Türkiye’nin orta ve uzun vadede kazançlı çıkacağına ikna edemez. Dolayısıyla, bu denklem, şayet gerçekleşirse, ısrarla savunuyorum, orta ve uzun vadede bu ülkeye zarar verecek gelişmeler olacaktır. Öncelikle PKK’nın bu denklemden, bu kadar kolaylıkla çıkartılabileceğini düşünmek saflık olur. Peki ne olabilir? Önümüzdeki günlerde, “bir takım sözler alan” yönetici PKK kadroları dağdan “inebilir”... Dağda, eline aldığı silahı henüz kullanmamış binlerce Kürt genç Mahmur’a geçebilir... Mahmur’dakiler de BM gözetiminde Türkiye’ye gelebilir... TSK, sınır ötesine konuşlanabilir... Mehmetçik ve peşmerge birlikte çay içerken çekilmiş şirin fotoğraf kareleri manşetleri süsleyebilir. Tüm bunlar artık pek mümkün, görünen o ki “konuşulmuş-anlaşılmış” senaryolar... Şu soruyu soran var mı? PKK bu adımları ne karşılığında atacak? Asıl soru budur... Bu sorunun yanıtı da önümüzdeki süreçte gömülüdür. “Bir barış yapılacaksa kendi aramızda yapalım... ABD işbirlikçisi Talabani ve Barzani ile değil... Bölgeye çöreklenen emperyalist güçlerle değil... İstiklal harbindeki ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki haklarımızı verin... Üniter devlet içinde kalmak istiyoruz. Silahları kaldırıp atalım. Akan kan dursun.” Bunu kim diyor? " Öcalan..." AK Parti ne yapıyor? O hakları vermeye hazırlanıyor... Şahane... Buna bir itirazım yok! Güzel de o adımları bize ABD, İngiltere ve İsrail attırıyor. Sevr ile Lozan arasında bir noktaya mahkum ediliyor Türkiye. Masanın karşı tarafında bin yıllık toprakdaşlarım oturmuyor ki... Binlerce kilometre öteden gelip bu enerji havzalarını kontrol altına almak isteyen, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bu bölgede milyonlarca insanı öldürenler oturuyor. Dağdaki PKK’nın Apo’dan bağımsız ve ABD-Barzani-AKP’ye uygun adımlar atacağını düşünmek saflıktır diyorum. Süreç geçmişe gebe... ***
-
ateislerle muhattap olmak günahmıdır?
Aşağıdaki alıntılarda da belirtildiği gibi ZİNHAR GÜNAHTIR... AYRICA; -Kadın yada erkek bir müslüman farkında olmadan bir ateistle muhatap olduğunda günah sayılmasada... bunu farkettikten yada anladıktan sonra bu günahından arınmak için günde 24 saat, bir hafta süreyle namaz kılmak... üç ay boyunca oruç tutmak zorundadır... -Eğer ateist bir kadın, müslüman bir erkeğin gözünün içine bakarsa abdest bozulur... günahından arınmak için hemen aptest alarak namaz kılmak ve bir hafta oruç tutmak gerekir... -Müslüman bir kadın, ateist bir erkeğin kendisine yan gözle bile olsa,baktığını farkettiği anda... günahından arınmak için hemen eve gidip boy abdesiti alıp, namaz kılması ve bir ay oruç tutması gerekir... *** Bir müslümanın; Öğretmeni,Müdürü,amiri,iş arkadaşı,komşusu,komutanı,başbakanı,cumhurbaşkanı,müşterisi, eşi,çocuğu,damadı,gelini... iyileşmesine bile neden olsada doktoru hemşiresi, ilacı bulan,yapan,hastalığının önlemini keşfeden bilim adamı... Daha aklınıza kim yada ne gelirse, eğer cehennemlik ateistse...O müslümanda ister istemez cehennemlik olur... O nedenle ateistler bu kadar tehlikeli yaratıklardır, çok dikkatli olmak gerekir... *** Aslında Ateistlerin var olması ister istemez aynı havayı soludukları için müslümanların havasını kirletirler , ne yazıkki aynı havayı soluyan tüm müslümanlarda cehenneme gitmek zorunda kalacaktırlar... tövbe etmek, namaz kılmak, oruç tutmak bu günahtan arınmak için yetmez... Bu nedenle bu cehennemlik zebani ateistler yok edilmelidirler... Yoksa tüm müslümanlar zinhar günahkar ve cehennem adayıdırlar... *** En önemlisi bir ateistin yaşam üzerine görüşlerini duymak ve hele ona hak vermek en büyük günahtır... Bu nedenle Ateistlerin doğru bile olsa söylediklerini dinlememek ve kabul etmemek gerekir... Onların bilimsel çalışmalarını,buluşlarını reddetmek,arabaya,otobüse,uçağa binmeyerek, develerle seyahat etmek gerekir... ***
-
BU YAZI ANLAYANA!...
‘Önümüzdeki 2 ay içinde alınacak ve uygulamaya sokulacak kararlar bu ülkeyi 10 yıl içinde son derece kanlı bir iç savaşın içine sokacak kadar vahim...’ Bu cümle geçen akşam bir araya gelip uzun uzadıya süreci irdelediğim bir siyasetçiye ait... O genelde eleştirisini AK Parti üzerine kurdu. AK Parti’yi; Başbakan’ı eleştirdi... Ben ise bu kapsamlı eleştirilerin bir kısmına “kısmen” katılmakla birlikte çok başka bir açıdan meselelere dair düşüncemi söyledim... Ben AK Parti’yi eleştirmiyorum. Bir parça geri çekilip tarihe bakınca sonuç şayet ilk paragraftaki kadar vahim bir sona gidiyorsa bunun müsebbibinin “emaneti” kötü yöneten kadrolar olduğunu düşünüyorum. Benim temel eleştirim ise askere daha doğrusu TSK’nın komuta kademesine. Açık açık konuşalım. 2. AK Parti dönemi 2.Cumhuriyettir. AK Parti iktidarı Fethullah Gülen’in test sürüşüdür. 1989’dan bu yana ve 11 Eylül’den bu yana olan bitenleri değerlendirdiğinizde; Fethullah Gülen hareketinin nereden ve neden desteklendiğini anladığınızda, 28 Şubat süreciyle beraber, bugüne baktığınızda sonuç budur. Jakoben Kemalistler başaramadılar. Bu gerçeği de itiraf edin artık. Devlet yani mülkiye ve harbiye ilk sorumludur. Mülkiye ve harbiye 1950’den beri Atatürk’ün mirasını kötü yönetmiştir. (Aslında İsmet Paşa’yı milat almak daha doğru...) İkinci sorumlu ise siyaset-tarikat-mafya üçgenidir. (Son döneme medyayı da eklemek şarttır.) Müteahhit kafalı sağ zihniyetler bu ülkeyi yağmalatmıştır. Eğitim, sağlık ve adalet göçmüştür. Özal’la başlayan süreç ise mutlak teslimiyettir. Kimse kendini kandırmasın. Derviş’le başlayan süreç AK Parti tarafından milim sapma olmadan “başarı” ile sürdürülmektedir. 22 Temmuz günü ise ılımlı İslam artık iktidarını ilan etmiştir. Tandoğan’ı ve ardından birçok meydanı dolduran o milyonlara da, naçizane, bir önerim var... Aklınızdan geçen o cümleyi ben dahil herkes biliyor. Kendini Atatürkçü ve laik olarak niteleyen o “yüreği incinmiş” kitle son zamanlarda hep şu minvalde konuşuyor: “Özkök de bunlardan biriydi, Büyükanıt gelecek her şey bitecek. Hay Allah, galiba o da olmadı sıra Başbuğ’da...” Bu hastalıklı düşünceleri bir yana bırakın ve uyanın..! İddia ve tespitim şu: E-muhtıra’nın verildiği günden bu yana, bu ülkede en çok yıpranan kurum TSK’dır. Bunun müsebbibi de bizzat komuta kademesidir. Durun! Hemen hiddetlenmeyin... Biz daha öfkeliyiz. Neden mi? Şundan: 5 Kasım süreciyle ortaya çıktı; 2. Cumhuriyetin ilk büyük adımı atılmakta ve başka ellerin kurdurduğu ve orta vadede bize açık bir tehdit olacak şoven milliyetçi bir Kürdistan’a “olur” verilmektedir. Diğer adımları da 2008 ortasına kadar göreceğiz. Tahmin etmek zor değil... Elbette bu bir tercihtir. Siyasi bir tercihtir... Demokratik bir tercihtir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin karakterini değiştirecek nitelikte bu tercihi tercih etmeyen yığınların endişelerini ifade ettiğini düşündükleri samimi ve güvenilir bir siyasi kadro yoktur. AK Parti ise kendi içinden empatik bir Cumhuriyetçi anlayış çıkarma dinamiğinden maalesef mahrumdur. Bu onun kaçınılmaz sonu olacaktır. Ama endişe veren mesele bu sonun aynı zamanda Cumhuriyetin de sonu olmasıdır. Burada durun ve bir zahmet Atatürk’ün gençliğe hitabesini okuyun... (Yok gerçekten okuyun...) Bu metni , bir kariyer için, ezberleyenlere ve ezberletenlere değil... Anlayıp, her ne pahasına olursa olsun, uygulayacaklara ihtiyaç duyulan günlerdeyiz. Atatürk, o hitabeyi de kalkıp ne askeri-sivil bürokratlara ne de siyasilere yazdı... Gençliğe yazdı... Okuyun ve düşünün...
-
Hollandalı Psikolog Vander Hoven - Allah Kelimesini Oluşturan Harflerin Sırrını Açıkladı
manipülasyonlar kişilerin işlerine gelince... İnançlarını pohpohlayınca içine düşülen yorumsuz cehalet diz boyu... Aşağıdaki alıntılarda konu üzerine yapılan yazışmalar var... İlginç bilim ve din içiçe geçmiş çözümler üretiliyor... Dinsel bakış açısı ve manipülasyona dayalı yorumlarla kişileri etkileme ve yönlendirme çabaları... Bunu yapmaya çalışanlara neler yazdırıyor...Ne hale getiriyor... Tartışma haziranda başlamış temmuzda bitirilmiş... Aynı zihniyet bizim forumda yeni uyanıyor... Belkide diğerleri bir sonuca varamamış olmalı ki.. Aynı bakış açısı; İnsanları etkilemek ve yönlendirmek için - manipülasyonlarına - burada da devam etmeye karar vermiş anlaşılan... ...
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Bir gün bir gurup arkadaş yolda yürürlerken içlerinden biri... "Güneş" demiş, "Ne kadar da parlak" "Evet" demiş bir diğeri "üstelikte bu gün çok sıcak" Bir üçüncü atılmış " Güneş yuvarlaktır, dünyada öyle" Bu ara içlerinden bir başkasının dikkatini tarladaki karpuzlar çekmiş, "Karpuz zamanıda geliyor, olgunlaşsada yiyebilsek" demiş... Üçüncü yine atılmış " Evet demiş karpuzlarda yuvarlak sayılır.." yine içlerinden biri karşıdan gelen taşıtı göstermiş diğerlerine, "Kenara çekilin kocaman tekerlekli bir kamyon geliyor" diyerek... Üçüncü yine atılmış "evet kocaman yuvarlak tekerlekleri var." ... Herkes dönüp bakmış üçüncüye... Üçüncü yine atılmış" Ne o niye bakıyorsunuz..." Garipsendiğini anlayıncada devam etmiş... "Anlayamadığım şu; hem ısrarla aynı şeylerden bahsediyorsunuz... " Sonrada hepiniz aynı şeyi yapıp yüzüme bakıyorsunuz..." İçlerinden biri durumu özetlemiş, "Aslında ifadeler ve anlatılanlar farklı ama sen ısrarla aynı şeyi algılıyorsun"... "Kafanda yuvarlak kavramını takıntı yapmışsın, herşeyin yuvarlak tarafını görüp"... "Aynı şeyleri söylediğimizi sanıyorsun" ***
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Neden sıkıldık ki... Bakın onların Erkekleri Eşlerinin kıyafetleriyle de olsa dayatma yapmaktan hala sıkılmadılar... Dayatmayı yapanın hayrunisa hanımın olduğunu sananlar yanılıyor aslında... Baksanıza kadıncağız daha bir farklı olmak için ne denirse onu yapmış.. Aslında kendine bırakılsa içinde bulunduğu siyasi ve anenevi baskılardan kurtulabilse sanmıyorum ki eleştirildiği kıyafetler içinde olsun... *** Elbette herkes giyim kuşamında özgür... Ama Türkiye Cumhuriyetini Birinci bayan olarak temsil etmek iddiasında olan birinin ... Rahibe kıyafetine eşdeğer bir şekilde başını örtmesi... Altı frak üstü rahibe iniforması bir melez bir yaklaşım içerisinde olması ne derece kendini vede Cumhuriyeti temsil ediyor... Ama bazılarımız için tutuculuk derecesinde olsun yaklaşımı var... Başını örtüyor ya amaç nasıl olsa sloganvari siyasi duruşlar... Aslında sıkıcı olarak kavramamız gereken nokta bu... Başbakan erdoğanı karşılarken ortaya çıkan şaşkın bakışlarını anlayamamak olsa gerek sıkıntı... *** Neden şaşırmış olabilir ? Eşli davet olduğuna göre başbakanın eşinide bekliyordu elbet... Başbakanın eşi orada olamadı biliyormusunuz.. Kendimi gelmek istemedi acaba ? Sanmıyorum... Bir başka hesaplaşamaMa da olabilir... Birinci ve İkinci bayan olma acısından olabilir mi acaba ?... Bazılarımız şimdi diyeceklerdir ki laikciler...kemalistler baskı yapıyor ondan... Hayır efendim... Gerçek o erkeklerin kafasında karşı cinsin, kadınlarının ikinci sınıf vatandaş olmasında yatıyor... Hangi makamı işgal ederlerse etsinler sonuç değişmiyor... Asıl sıkıcı olan bu olsa gerek... Hayrunisa gibi duruşunda olabildiğince zarif bir hanımın toplumun önünde sıkılgan ve geri planda kalışını gözlemlemiş olmalısınız... Sıkıcı olan bu... evet hepimize sıkıntı veriyor bu oryantalit yaklaşımlar...
-
ABİLERİMİZ...KARDEŞLERİMİZ...OĞULLARIMIZ...
"Kardeşlerimiz ölüyor bizim" diye yorumladı mikrafonu uzatan muhabire bir genç kız... En çarpıcı,en yalın en gerçekçi yorumuyla... Cümlenin sonunu da şöyle tamamladı " Benim kardeşlerimdi onlar..." Gözlerine baktım bir an... Çok netti, yalın ve içten... Göz yaşıda yoktu üstelik öylesine mağrur... Öylesine duruyordu sokağın ortasında nereden geliyordu... Nereye gidiyordu bilinmez... Kısaca özetledi... Kardeşlerimizdi ölenler... Kimimiz için abilerimiz... Kimimiz içinse oğullarımız... *** Boğazıma bir yumruk tıkandı o an... Ağzımdaki lokmalar büyüdü bir anda... Sofradaydım anlayacağınız... Tam da akşam haberleri zamanını... Ağlamayı bilemedim, gözlerim yanıyordu oysa... Her zamanki gibi,herbirimiz gibi acıyı yüreğime gömmeye çalıştım yine... *** Farkında bile değildik...O genç kızın kardeşleriydi ölenler aslında... Belkide mustakbel eşi ve çocuklarının babası... Bizim için ise yorumlar farklı... ABD,AB..Irak..Pkk.. Oysa en yalın gerçeği suratıma çarpı verdi o genç kız... Ölen onun kardeşleriydi... Kimimiz için abilerimiz... Benimse oğullarım yaşıtında fidanlar... *** Değdi mi bari...Değecek mi peki... Onlara hiç yakışmayan bu gencecik ölüm... Bense bir kaşık çorbayı yudumlayabiliyorum... Yarın kimimiz okula öğrenimine... Kimimiz işine... Kimi kadınlarımız, analarımız yeni bir akşam üzerine hazırlıklarını yapacaklar evlerinde... Bütün bunları özgürce yapabilelim diye yürüdüler kör kuşunun üzerine "ABİLERİMİZ..KARDEŞLERİMİZ..OĞULLARIMIZ.." *** Değdi mi bari...Değecek mi peki... Onlara hiç yakışmayan bu gencecik ölüm... Oysa; Onlar kardeşlerimizdi... Onlar Abilerimiz... Onlar oğullarımız... ***
-
BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?
Hayır... Sizi uyarmak istedim... Amacınız polemik üretmek olduğu için anlamamazlıktan geliyor yada farkında değilsiniz... Yanıtlar yazılanların içinde zaten var...
-
BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?
Bir soru sormadan önce yazılanların ne anlatmak istediğini, içeriğini kavramanız gerekiyor... Tekrar anlamak kaygısıyla okuduğunuzda sorunuzun ne kadar havada kaldığını anlayacağınızı umuyorum...
-
BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?
Sayın sade biri; O paragrafı birlikte tekrar ele aldığımızda, çelişki olmadığı ve genelleme yapılarak kimsenin itham edilmediğini ortaya çıkarabiliriz... Ayrıca herhangi bir ithamın tarafımdan yapılmamasına karşın, İnançlı olduğunu söyleyen arkadaşların yazıları tekrardan gözden geçirilirse, yakıştırma ve değerlendirme yanlışlarının neler olduğu ve kimler tarafından yapıldığını gözlemliyebiliriz... *** Paragrafın bütününde şunlar ele alınmıştı... Aslında yazının bütününü bir arada anlamlandırmak gerekiyor... Çünkü sizin üzerinde durduğunuz kısımı daha iyi kavramak için, bir öncesinde anlatılmaya çalışılan şu ifadeleri göz ardı edemeyiz... Bütünü bir arada ele alıp değerlendirebilirsek, Anlatılmaya çalışılan "kişisel fikirler ile mutlak doğrular arasındaki farkın" önemi ifade ediliyor... Bu farkın bilincinde olabilmenin tutarlı ve objektif olabilmemize etkisi vurgulanıyor... Sizin çelişki ve itham olarak değerlendirdiğiniz kısım bütünden ayrı olarak değerlendirilse bile İfade ettiğiniz çıkarım hatalı olur.. "Karar verin" ifadesi yerinde bir soru olmaz... Çünkü orada "kişisel fikirlerle mutlak doğrular" arasındaki farkın bilincinde olamayanların... "çelisen farklı fikirler ve açıklamalar sunarak, tutarlı ve objektif bir tavır içinde olamadıkları..." "koşulsuz şartsız ön kabullere dayalı düşünce yapısına sahip oldukları " vurgulanıyor... *** Ayrıca bahsi geçen kişileri tüm inançlılar olarak ele almanız değerlendirme hatası olur... ifade edilenleri tekrar ele alıp bu bakış açısıyla değerlendirirseniz, hangi inançlı yada kişilerden söz edildiği anlaşılacaktır sanıyorum... Eğer anlaşılmasında zorluk yaratıyorsa İnançlı yerine (Kişiler) diyerek daha anlaşılır kılabiliriz... *** Yanlış anlaşılma ve değerlendirmelerin ortadan kalktığını, kendimi ifade edebildiğimi Umuyorum... ***
-
Kuran'dan bilime ışık
. .
-
BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?
Sayın Hayhak; Haklılık payı peşinde olunmadığını, kanıtlar peşinde olunmadığını... Başlığı açarak soruları soranın ve yanıtlarını isteyenin siz olduğunu Bu nedenle "bunu yazan sizlersiniz" ifadenizin geçersiz olduğunu,hatırlatmak isterim... *** Ne zaman inançlı bir arkadaş yüzyıllardır diğerlerinin de yaptığı gibi inancına karşı rakip olarak gördüğü... Ne olduğunu tam olarak kavrayamadığı halde ön kabullerine dayalı değerlendirmeler... Yada kulaktan dolma söylentiler üzerine Ateizm yada ateist hakkında görüş belirtse... Ya da forumlarda da sık sık rastlandığı gibi bu konuda bir başlık açılsa.. Ya da birine ateist olduğunuzu söylediğinizde... Gelen ilk sorulardan biri "Peki o zaman evreni kim yarattı?" v.s. gibi önyargı dolu, şartlanmış bir sorudur. *** Ardından sizin de yaptığınız gibi ahkam kesmeye kadar uzanan yaklaşımlarla yanıtlar ve kanıtlar istenir *** Oysa; bakış açınız neye dayanırsa dayansın, şurası bir gerçek ki, herhangi bir konuda verilecek olan yanıtlar, O konudaki somut gerçek ile örtüşmek zorunda değildir. O konudaki somut gerçek henüz dünya üzerinde hiçkimse tarafından bilinmiyor olabilir. Ya da biliniyor ama siz bilmiyor olabilirsiniz. Ya da kısmen biliniyor, fakat siz kendi verdiğiniz yanıtlarda boşlukları doldurup, Bu yanıtını tamamen veriyor olabilirsiniz. *** Bir soruya verdiğiniz yanıt, sizin o konudaki delilsiz inancınıza dayanıyor olabilir, Ya da bir bilimsel gerçeğe dayanıyor olabilir, Günlük hayatta yaşanan tecrübeler sonucu edinilen önyargılara dayanıyor olabilir, Ya da bir bilimsel hipoteze dayanıyor olabilir, Biraz delillerle desteklenmiş, teori mertebesine ulaşmış bir fikre dayanıyor olabilir. Ya da ailenizden, öğretmeninizden, camide vaaz veren hocadan duyup hazır olarak aldığınız ve sorgulamadan kabul ettiğiniz bilgilere dayanıyor olabilir. Ya da kendi kafanızda bazı delillere dayandığına inandığınız, ama aslında zayıf bir bilimsellik içeren bir yöntem uygulamanız yüzünden aslında geçerli bir şekilde kanıtlamadığınız, fakat bu durumun farkında olmadığınız bazı fikirlerinize dayanıyor olabilir. Bir konuda kendi tavrınızın ne olduğunu ve hangi tür dayanağa dayanarak bu yanıtını verdiğinizi dürüst bir şekilde analiz etmediğiniz takdirde, hem temel konularda, hem de çok daha basit konularda sıkça yanılmaya mahkûm olursunuz. Özellikle de en temel felsefi konularda, İnsanlığın (1400 yıl öncesi) ve de bugünkü aşamasında verilen yanıtların henüz tam olmadığını, Dünya üzerinde bu konularda son sözü söylemeye kimsenin otoritesi olmadığını, açıkça bu soruların henüz yanıtsız olduğunu, olabileceğini anlamak ve bu gerçeği kabullenmek zorundasınız. Bu durum, bu konularda bir inancınız, kabulünüz ya da fikriniz olmaması gerektiği anlamına gelmez. Ama fikriniz ne olursa olsun, bunun dayanağının ne olduğunu iyi analiz etmeniz Ve bu fikirlerinizi mutlak gerçekler olarak lanse etmemeniz ( Ve DAYATMAMANIZ ) gerekir. *** Bilinçli ateist, kişisel fikirler ile mutlak doğrular arasındaki farkın bilincindedir. Dürüstçe cevap verebileceği soruların neler olduğunu bilir ve söyler. Yanıt veremeyeceği, ya da verse bile bu yanıtın şüpheli, ya da kanıtsız olduğu durumların da genellikle bilincindedir. Bu farkın bilincinde olmamak, Genellikle birbiriyle çelisen farklı fikirler ve açıklamalar sunarak, tutarlı ve objektif bir tavır içinde olamayan. "koşulsuz şartsız ön kabullere dayalı düşünce yapısına sahip" inançlılara özgü bir durumdur. ***
-
BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?
Görünen o ki; Açılan bu yeni başlıkta da örneklendiği gibi, İnançlıların pek çoğunda ateizm ve ateistler hakkında bir türlü aşamadıkları önyargıları var. Ateistlerin, " Evreni kim yaratti" "Hayat neden var ve nasıl başladı", "Hayatin amacı var mıdır", vs. gibi önyargılı şartlanmış sorulara cevap vermek zorunda olduğunu düşünüyorlar. *** Ateistlerin bu sorulara cevap verme zorunluluğu yoktur. Ateist olmak için bu tür sorulara cevap vermiş olmak da şart değildir. *** Teist arkadaşların anlaması gereken nokta, Bu sorulara cevap vermek ile ateizm arasında doğrudan bir ilişki olmadığıdır. Bir kişi, teorik olarak, bu tur sorulara hiçbir somut cevap vermeden de ateist olabilir. *** Görünen o ki; Tipik Teist Önyargılarıyla ateistleri değerlendirmeye çalışan bu arkadaşlar... Bir soruya cevap vermek ile bir konudaki gerçeği ve doğruyu bulmak arasındaki farkın bilincinde değiller. ***
-
Forumda kimleri okuyorsun?
******************************* Zeki bir insan bunun değerlendirmesinin yapıldığını biliyor olmalı? ... *** suheda Ama burda merak edilen yazılarını beğenerek okuduğumuz kişiler sanıyorum benim sıralamam hiç tereddütsüz şöyle olurdu herhalde.. Bozan Listenizde bana da yer verdiğiniz için size teşekkür ederim… Bahsetmiş olduğum ; Taraftar mantığı buydu işte, Farklı görüşte olanı itekle, diğerini pohpohla... Sanırım artık sizde anladınız ve buna güzel bir örnekleme oldunuz... *** Zeki olduğunuzu iddia etmeniz...Neyse başka bir ifade kullanalım... Zeki olmanızdan daha çok zekanızı nasıl kullandığınız önemli olmalı aslında... Hitler'de zeki bir insandı öyle değil mi?... Ajitasyon dolu zekasını halkının yararına kullanabilmiş miydi? *** Onu ve yaptıklarını anlayabilmek açısından, bunca zekanıza rahmen kavrayamadığınız "M.Kemal Atatürk" ****** bakış açınızla en az sizin kadar zeki olmalı aslında... Zekasını Halkının Yararına kullanabilmiş miydi?... *** Sanırım zekice bakış açınız buna HAYIR diyor... Zeki olduğunuzu iddia etmeniz konusunda bu açıdan bakarsak yanılıyor olabilir misiniz?... Yoksa bunun zekayla ilgisi yok... Ben ona, yaptıklarına ve zekasına taban tabana zıttım ve onu reddiyorum denmesi mi gerekiyor...? ***
-
Ilımlı İslam ve ABD
Sanırım bana anlam ifade etmiyor demeliydiniz!... Siz savunulan düşünceleri bilmek amacında değilsiniz... Siz sizin gibi düşünmeyenlerin düşüncelerine saldırgan bir tavırla eleştiri bile denemeyecek yaklaşımlar üretmektesiniz... *** Bilmeniz gereken bir şey var... Ben ailesiyele birlikte kıtkanaat geçinmeye çalışan sizin yaklaşımınızla ekonomik fakiri bir kişiyim... Ama görüşlerim fakirlere dayatma değil fakir olmak zorunda bırakılıpta, her anlamda toplumsal zenginliği savunan, siyasi bir rantı olamayacak bir ortamda yurttaş sorumluluğuyla görüşlerini dile getiren birisiyim... Yani özetle fakir edebiyatı yapmadan kişileri karalamadan, saldırgan bir üslup kullanmayan ve yalnızca yazılarınızı okuyan... Bardağı taşıran bu son yazınızla sizi (son kez ) muhatap almak zorunda kalan bir kişiyim... Sanırım bu yazdıklarıma da saldırı yazısı yazacak olursanız... Genelleme yapmadan "benim için anlam ifade etmiyor" cümlesini kurmalısınız... ***