-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Sayın '4mevsim'; Benim üzerinde durduğum,ifade etmeye çalıştıklarım bu ele aldıklarınız değil ki... İfade edilenler toplumun oluşumu ve ahlaki değerleri üzerine değil... Sanıyorum ki aşağıya tekrar alıntıladığım bütünlüğü gözden kaçırmamamız gerekiyor..
-
Sayın demir efe; “Bizi kuşatan nedensellikleri kırmamızın, hatta lehimize çevirmenin yolu, onların örüntüsünü ve bizi hangi desende kuşattıklarını kavramaktan geçiyor” ifadenizle anlatılmaya çalışılanların özetini yapmışsınız… *** “İnanmak ya da İnanmamak” … Bir yerde de bu iki kavramın iç içe geçtiğinden söz etmiştim… İlk bakışta çelişkili bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.. Ancak çelişki demeden önce, İnanmamanın temel kuramlarını ortaya atanların, İnanan insanların arasından çıkıyor olmasının nedenini araştırmak gerekir… Ya da İnançların temel değerlerine en çarpıcı eleştirilerin, yaşamının önemli bir bölümünde inançlar üzerine eğitim gören kişiler arasından çıkıyor olmasının arkasında yatan nedenler üzerine kafa yormak gerekir… Ben kimler olduğuna girmek istemiyorum, belki diğer katılımcılar teist inançların temellerini sarsan bu teistlerin kimler olduğunu buralara taşırlar… Fakat bizden son bir örneği buraya taşıyabilirim… Arif Tekin yazmış olduğu “Kur\'an\' ın Kökeni” adlı kitabının ön sözünde şunları yazıyor… Sanıyorum bu önsözü okuduğunuzda ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.. “Böyle bir kitap yazmaya karar verene kadar çok uğraştım: Hem sağlam bir iş yapmak amacıyla ciddi araştırmalar yürüttüm,hem de yazıp yazmama konusunda kendi içimde yoğun tartışmalar yaşadım. Çünkü gerek gördüğüm medrese tahsili -ki asıl branşım bu- gerek çalıştığım kurum (Diyanet İşleri Başkanlığı), gerek şeriatçı çevrelerin, benim gibi Kur'an'ı akıl ve bilim merceği altına alan insanlara karşı saldırıları, gerek yaşayıp büyüdüğüm İslami çevrem/dostlarım -ki onları kaybetmek pek kolay değil-, gerekse normal bir Müslüman’ın inandığı gibi benim de daha önceden inandığım cennet-cehennem ile ilgili kaygılarım, Kur'an hakkında benim böyle bir kitap yazmamı olumsuz etkiliyordu. Ama sonunda işin mahiyetini anlayınca; insanlığı, çocuklarımız için mutlu bir geleceği... her şeyin üstünde tutmak zorunda kaldım.” *** Kitabın içeriğinde neler olduğunu merak edenler için kısa bir özet yapabilirim… Yazar kitabında ağırlıklı olarak aşağıdaki soruların yanıtlarını arıyor… —İnsanların kurtuluşu için tek alternatif, iddia edildiği gibi Kur'an mıdır? —Muhammed' in yaşadığı dönemde Kur'an gibi bir kitabın insanlar tarafından hazırlanıp ortaya çıkması imkânsız mıydı? —Muhammed iddia edildiği gibi okur-yazar değil miydi? —Yoksa bu iddia, Kuran’a inanırlık kazandırmak amacıyla kullanılan bir taktik olup, aslında o kendini çok iyi yetiştirmiş, ekibini kurmuş, ayrıca dinler tarihi ve mitolojide uzman bir kişi miydi? —Yoksa Kuran’ı ortaya çıkarabilecek uygun bir sosyo-kültürel ortam ve gayet iyi bir yazar kadrosu mu vardı? Arif Tekin, tüm bu sorulara akıl ve bilim çerçevesinde yanıtlar arıyor. Kitapta ele aldığı konuları, başta Kur'an olmak üzere hadis, tefsir, siyer, tabakat ve İslam tarihi gibi sağlam kaynaklara dayandırıyor. *** Şimdi tekrar başa dönerek; yukarıda anlatılmaya çalışılanlarla, “Bizi kuşatan nedensellikleri kırmamızın, hatta lehimize çevirmenin yolu, Onların örüntüsünü ve bizi hangi desende kuşattıklarını kavramaktan geçiyor” tespitinizle... Yazarın "sonunda işin mahiyetini anlayınca; insanlığı, çocuklarımız için mutlu bir geleceği... Her şeyin üstünde tutmak zorunda kaldım.” İfadesinin ne kadarda üst üste oturduğu üzerine kafa yormamız gerekiyor… *tna
-
Yanıta bakarmısınız; Müthiş...Bizim kavrayamadığımız bir mantıksal çözümleme olsa gerek.. Oysa gecekuşu şunu demiş... çarpıtma telaşına kapılmadan yanıtlamak isterseniz ne demek istersiniz acaba?
-
Sayın "evaporit" ; Yanıtlarınızı okudum, görüşlerinizi değerlendirirken elbette katıldığım, eksik bulduğum ya da katılmadığım noktalar var... Yazdıklarınız tek tek ele alarak yanıtlar üretmeyi düşünmüyorum.. Konunun ana fikri üzerinde kendi görüşlerimi yazmaya devam edeceğim... Farklı olduğumuz noktalarda, kendi doğrularımızı birbirimize dayatmak yerine... Diğer okuyucuların bunu değerlendirmelerinin daha akılcı, yararcı yöntem olduğunu düşünüyorum... *** Başından beri "İnanmak ya da İnanmamak" kavramını İnsanların düşünsel özgürlükleri çerçevesinde ele almaya çalıştım... yukarıdaki alıntıda belirtilenler üzerine gerçekçi yanıtların üretilmesi gerekliliği üzerinde durdum... —Ki hiç kimse dayatmalara gerek duymadan kendi öz düşüncelerini ifade edebilsin... *** Daha fazla tekrara girmemek için ifadelerimde sonuç olarak varılan bölümü alıntılamak istiyorum... Bu noktadan sonra İnanmak ve İnanmamak kavramlarının içiçe geçtiğini her görüşün bir diğerini yadsıdığını gözlemlemeye başlarız... Çünkü bu görüşler; Tanrı’nın varlığına ilişkin olarak, Tanrı’nın varlığını kabul eden ama birbirinden farklı yaklaşımlardır. Kısaca değinmek gerekirse; Teist İnanış; insanı ve evreni yaratan, öncesiz ve sonrasız bir tanrının varlığını kabul eder, Tanrı’nın evren ile sürekli ilişki içinde olduğunu savunur. Deist İnanış; Tanrı’nın evreni kendi yasalarına göre işleyen bir düzenle yarattığını kabul eder Tanrı’nın evreni kendi başına bıraktığını savunmaktadır. Belli bir dini benimsemez ve karşı çıkar. Tanrı’nın varlığına inanır, fakat Tanrı evreni yarattıktan sonra hiçbir inanç sistemi indirmediğini savunur. Deizm, dini inançların tamamını reddetmesi ve tanrıya inanması, fakat tapmaması bakımından, Teizmden farklıdır. Panteist inanış ise; Tanrı ve evreni bir gören, özdeş olduğuna inanan görüştür. Tanrı evrenden ayrı düşünülemez. Panteizme göre Tanrı her şeydedir; yani her şey tanrıdır. Bunun sonucunda ise panteizmde yaratan- yaratılan ya da tanrı-alem ikilemi bulunmamaktadır. Evrenden ayrı bir tanrı düşünülemeyeceği için, herhangi bir yaratmada söz konusu olamaz. Bütün bu inanış ve düşünsel yaklaşımlar var olduğuna göre, İnsan sorguladıkça kendine en yakın olan görüşü bulduğunu ve doğruluğunu kabullenir.. Ortaya çıkan bu inanışların insanın düşünsel özgürlüğüyle sıkı bir ilişkisinin bulunduğu da açıktır. İnsan amacına ulaşabilmek için kendisi için en uygun olanını seçebilme özgürlüğü ve gücünü kullanır. Unutulmaması gereken bir gerçekte insanın özgürlüğünün bilgisiyle sınırlı olmasıdır. Çünkü Bilgi düzeyiyle özgürlük iki yönden ilişkilidir. Hem belli bir durumda amaca götüren hangi yolların bulunduğunu, Hem de o belli yollardan, o koşullar altında, hangisinin en uygun olduğunu insanın bilgi düzeyi belirler. Ancak, özgürlüğü sınırlayan yalnızca bilgi düzeyi de değildir. Amaca ulaşmak için seçilen yolda gerekli olan araç ve gereçlerin bulunması da O yolların bilinmesi ve içlerinden en uygun olanının seçilmesi kadar önemlidir. Özgürlüğü sağlayan araç ve gereçlerin ancak bilgiyle sağlanabilir olmanın dışında başka bir özelliği de, Bunların, çok sayıda insan işbirliği içinde çalışmadıkça üretilemeyen şeyler oluşudur. Bu değerlendirmelerin ışığında insanoğlunun, özgürlük üretmek üzere işbirliği yapan bireyler topluluğunun bir üyesi olarak karşımıza çıktığını gözlemleriz…. Sonuç olarak her insan ancak bir toplumun üyesi olarak var olabileceğini kavrarız. Tek başına yasayan bir insanın bilgi kazanması olanaksız olduğu gibi, bilgisi olsa bile, Çevresinde işbirliği yapacak insan bulunmadığı için düşünsel gelişimi yolunda bir adım bile atamaz. Bu da insanın her anlamdaki özgürlüğünün, bu yoldan da insanlığını, çevresindeki insanlara borçlu olduğu anlamına gelir. *** Bu değerlendirmeler ışığında İnanmak ya da İnanmamak özgürlüğünü tekrar ele aldığımızda, Özgürlük üretmek amacıyla işbirliği yapan insan, özgürlük üretiminin gerektirdiği ve kendisinin de kabul ettiği ölçüyü aşan bir disiplinle karsılaşırsa “İnanmak ya da İnanmamak” ayrımı baskıya dönüşebilir; baskı da direnme getirir. Bu direnmeye karşı yeni baskılar yeni direnmelere, yeni direnmeler de yeni baskılara neden olacağından “İnanmak ya da İnanmamak” olarak ortaya çıkan işbirliği tam bir tutsaklık düzenine dönüşebilir. Gerçek olan şu ki, İnsanoğlunun toplumsal yaşamının, özgürlük üretimine yönelik bir işbirliği düzeni olduğunun bu gün bile tam olarak anlaşıldığı söylenemez. Bir taraftan yeterli bilgi birikiminin tamamlanamamış olması, Diğer taraftan iletişim kültürü ve olanaklarının yetersizliği, Dünyadaki insanların hep birlikte bir işbirliği düzeni içinde yaşamasını her zaman önlemiştir. Değişik kaynaklardan beslenen boş inançlar da hem bilgi birikimini hem de işbirliği eğilimini olumsuz yönde etkilemiştir. Ne yazık ki inançlar bağlamında toplumsal yaşam, Tanrının insan için uygun gördüğü ve neye göre düzenleneceği bilinemediği için Genelde herkesin kendi çıkarının ardına düştüğü bir yaşam biçimi olarak gerçekleşmiştir. Bütün bunlara karşın İnsanoğlunun bilgi birikimi geliştiği ölçüde, yalnızca bir işbirliği düzeninin kurulmasına değil, Her anlamda kurulan düzenin verimli biçimde isleyebilmesi için ne yapmak gerektiğine de bilginin ışığında karar verilecektir. Bir işbirliği düzeninin katılımcıların özgürlüğü ölçüsünde iyi ve başarılı olacağı açıktır. İnsan işbirliğine her anlamda özgürleşme amacıyla girdiğine göre, Onun kazandığı özgürlük dinsel inanış ve dayatmalar yoluyla elinden alınırsa mantıksal bir düzen kurulmuş olmaz. *** Yukarıdaki değerlendirmeleri "İnanmak ya da İnanmamak" bağlamında ele alırsak. İşbirliği yalnızca insanlar arasında gerçekleşebilecek bir düzen olduğuna göre, onun verimliliği de katılımcıların -Kişisel inanış dayatmalarından soyutlanmış- insanlığı, yani özgürlüğü, ölçüsünde yüksek olacaktır. *tna
-
İlahi dinlerin ve tanrılarının ortaya çıkışı, çok doğal olarak inanç sistemleri üzerine birçok görüşü… (Teizm, Deizm ve Panteizm) gibi düşünce akımlarını beraberinde getirmiştir. İnsanlar tıpkı sizin gibi evrendeki birçok soruya cevap bulabilmek adına bu birçok görüşü araç olarak kullanmaktadır. İstisnalar haricinde herhangi bir inançta olan bir insan genelde toplum ve aile yapısının etkisinde kalarak o görüşe sahip olmaktadır. Örneğin Müslüman bir toplumun çoğunluğunun hayatını Müslüman olarak sürdürmesi gibi… Fakat bilgi toplumunda dinlerin etkisi git gide azalmaktadır, Eskisi gibi ilahi dinler insanların üzerinde çok fazla etki kuramamaktadır. Siz yine bu ifadelerime sizin inanışlarınıza uymadığı için şiddetle karşı dursanız da… Farklı akımlar ve onların düşünce biçimleri, bu etkinin azalmasında büyük rol oynamıştır. İnsan sorguladıkça kendine en yakın olan görüşü bulduğunu sanabilir. Örneğin; Tanrı’nın var olup olmadığını sorgularken… Sizin “tüm sorgulamalardan sonra bütün seçenekleri reddedip sadece Allah vardır...” sonucuna ulaştığınız gibi…
-
Neye inandıktan sonra; "İLKEL ÇORBA" masalınamı yoksa "TESADÜFE" mi... Yaptığınız alıntının yanıtı bu mu şimdi? yazık çok yazık... Okuduğunuzu anlamlandırabilme yeteneğiniz ve... Konuyu çarpıtma yönteminiz herkesi hayran bırakmıştır sanıyorum... *** Aslında konuyu göz ucuyla okuyor olmanız bunun suçlusu olmalı... isterseniz anlatılmak isteneni yazıyı okuyarak tekrar baştan bir değerlendirin... ve aşağıdaki alıntıyı kavrayarak yanıtlarınızı üretmeyi deneyin... Yada kendinize ve bilginize saygı duyun, polemik yaratmak yerine... Örneğin,"4mevsim" gibi okuyanlar katılsın yada katılmasın düşüncelerinizi yazın... -ki; sizinle yazışmak ve tartışabilmek anlam ve düzey kazansın...
-
- Başlık yazısını ve devamında başlığı açan arkadaşın yazdıklarını okurken… Ona ve diğer katılımcılara “İnsanlar özgür müdür?” sorusunu yöneltmek istedim... Bir başka başlıkta ele aldığı " İnsanın Özgürlük Arayışı'na" da katkıda bulunacaktır diye düşündüm… *** Elbette bütün insanlar özgür olmayı tercih eder… Ancak bilinmesi gereken bu değere hangi durum ve koşullarda sahip olacağıdır… *** “İnanmak ya da İnanmamak” ta Özgür müdür? Yanıt elbette evet olacaktır… Ama ben yine aynı yaklaşımla devam etmek istiyorum… İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir? *** Bu yazdıklarımı okumaya ya da yanıtlamaya değer bulan arkadaşlardan, Yöntem olarak yaklaşım ve anlayışlarında polemikten uzak kalabilmeleri için, “-Bir İnsanın Özgür olabilmesi için hangi koşullara sahip olması gerektiği… —Kendi özlerinde özgür kalabilmeleri için, düşünebilmek ve sorgulayabilmenin önemi…” Üzerine gerçekçi yanıtları üretebilmelerini rica ediyorum… Çünkü benim olduğu kadar her birimizi diğer canlılardan ayıran en üstün özelliğimiz düşünebilmemizdir. Eğer düşünebiliyorsak düşüncelerimiz beraberinde sorgulamayı da getirir, Sorgulamak, yaşamla ve kendisiyle yüzleşebilmek ise özgürlüktür… Ve insanlar düşünebiliyor, sorguluyor gerçeklerle korkmadan yüzleşebiliyorsa, İşte o zaman kendi içlerinde özgürdürler. *** Hiçbir dinsel inanış kendi içinde sorgulama özgürlüğünü barındırmaz. Sorgulamadan inanmayı gerektirir. Çünkü tüm ilahi dinler, metafiziksel bir temele dayanır. Fizik ötesi ve özü itibariyle bilinmez bir varlık ya da varlıklar aleminden kaynaklanır. Son dönemde ortaya çıkan tüm ilahi dinler, Vicdan özgürlüğünü savunuyor olsa da, Her dinin kendine göre mutlak doğruları vardır ve bu yüzden sorgulama kabul edemez. Tüm ilahi dinler, tek bir Tanrı anlayışına sahiptirler. Onlar için Tanrı evreni yaratan öncesiz ve sonrasız tek varlıktır. Tanrı’nın buyruklarına koşulsuz inanılması ön şarttır. *** İnsanları diğer canlılardan ayıran en üstün özelliği düşünebilmesi... Düşünmek beraberinde sorgulamayı gerektiriyorsa, Sorgulamak ve yüzleşmek insanları kendi içlerinde özgür olmalarının nedeni ise.. Şimdi başa dönerek şu sorunu yanıtını düşünerek, sorgulayarak, kendi özümüzle yüzleşerek Özgürce verebiliyor olmamız gerekiyor… "İnanma özgürlüğünü kullanan bir insan, İnandıktan sonra yine özgür kalabilecek midir?" Dinsel anlamda “İnanmak” insanı özgür mü? Yoksa bağımlı mı? Yapar. Yada şöyle bir soru da yöneltebiliriz kendimize.. “İnanmak” ya da “İnanmamak” hangisi… Bir İnsanın, sorgulayarak kendi özüyle yüzleşebilen özgür düşüncelerine daha yakındır? *** *tna
-
Türk vatandaşı da olabilirsin ama...Bir Türk'e yakışmayacak bu ifadeler "Utanç verici"... Sıkıca kapatmaya çalışılan kapının evinizin bahçe kapısı olduğunu sanılması da ayrı bir çelişki... "Anlayan anlamıştır" yanlış ifade... Siz gibilerin aynı sisli ortamlarda birbirinize nasıl da sinsi göz kırpmalarından söz etmek daha doğrusu... Sen misin? Ağzında dolu dolu büyütmeye çalıştığın Türk Vatandaşı... "durduğun kabahat.."..."***** git dercesine" ettiğin laflar seviye dışı... Biraz çaba harcayıp, bir diğerinin sıkıntısını anlamlandırmaya çalışmak zor tabiki... İfadelerinize yansıttığınız bakış açısını tercih ederek, "Hadi ****" diyerek kapıyı göstermek işin kolay yanı ... Bir zamanlar "Arabistana gitsinler" diyen Demirele neden tepki duymuştunuz ki... Baksanıza aynı kafada düşünce ve yaklaşımlar üretiyor bu yazdıklarınız...
-
Fethullah Gülen "nurculuk" Dinini ilan Etti
GeceKuşu şurada cevap verdi: İSTİHBARAT başlık Güncel Konular
"pes doğrusuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu" Hepiniz aynı taktikle yaklaşım üretiyorsunuz...Siz fettullahcılar.... "Kim bu adam...Merak ettim " gibi doğru olmayan bir cümle yerine... Önce dürüst olmayı deneyin ...- 194 cevap
-
- Fethullah Gülen
- nurculuk
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Allah'ta korkan bir insan nasıl bir ahlaka sahiptir?
GeceKuşu şurada cevap verdi: muki başlık Dini Konular - Din - Dinler
Soru şu; neden "dinin insan ürünü olduğu " ifadesini bir yana bırakıyoruz... *** Bir insanı algılamaya,kavramaya,gözlemlemeye çalıştığınızda... Onun kafasını, kolunu, gözünü kulağını bir yana bırakamazsınız... Eğer göz ardı ederek tanımlamaya,anlamaya,anlatmaya kalkarsanız... Eksik kalır bütünü kavrayamaz yada ifade edemezsiniz... *** Bir anlatımın,yazılı ifadenin bütünüde böyledir... Paragraflar kendini oluşturan harflerle, kelimelerle bir bütünlük oluşturur,anlam kazanır... Eğer bir harf, kelime yada cümle bütünlüğünü yok kabul ederseniz bütünün anlamını ortadan kadırırsınız... sonuç olarak kendi kabulleriniz doğrultusunda revize eder,revizyonist olursunuz... Revize edilmiş şeyler her ne kadar hoşa gitsede aslını ve gerçeğini değişime uğrattığı için... İfade edilen değil, orjinalin değiştirilmiş halidir... *** o nedenle beğininizi ifade ettiğiniz cümlenin tamamını tekrar ele alarak değerlendirlmesi gerekmektedir. [ (Din) insanı üretmez insan dini üretir. Başka bir deyişle din, hem daha kendini bulamamış, veya bulmuşken yeniden kaybetmiş, insanın öz bilinci ve öz duygularıdır. ] Ancak anlatılmak istenen için sadece bu cümle yeterli olmuyor... o nedenle paragrafın geri kalanını da ele alıp bütünün tamamını değerlendirmek gerekir... [Fakat insan dünyanın dışından ansızın birden bire gelip yerleşmiş soyut bir varlık değildir. İnsan bir insan dünyasıdır, bir devlettir, bir toplumdur... (Din) ise insan özünün hayali bir gerçekleşimidir. Çünkü insan özü gerçek bir realiteye sahip değildir.] *** Bence bütünlüğün içinde anlatılmak istenen insan özünü değerlendirip... insan özünün neden gerçek bir realiteye sahip olamıyacağı üzerine yanıtları aramamız gerekir... "insan özü realite değildir ama ortaya konanlar realitedir" ifadesi bize... "Realite olmayan bir özün, nasıl olupta realiteleri ortaya koyabilir" sorusunu sordurur... -
Sapla samanı birbirine karıştırmayın lütfen...
-
Allah'ta korkan bir insan nasıl bir ahlaka sahiptir?
GeceKuşu şurada cevap verdi: muki başlık Dini Konular - Din - Dinler
Tartışmanın ulaştığı noktayı görünce bir yerinden bende katılmak istedim... "Dinin amacı nedir?" sorusunu, "din nedir?" olarak değiştirmek istiyorum ki... -(İnsanın yaşamı algılayıp,yorumlarken yaşadığı değişimleri gözlemleyebilelim...) (Din) insanı üretmez insan dini üretir. Başka bir deyişle din, hem daha kendini bulamamış, veya bulmuşken yeniden kaybetmiş, insanın öz bilinci ve öz duygularıdır. Fakat insan dünyanın dışından ansızın birden bire gelip yerleşmiş soyut bir varlık değildir. İnsan bir insan dünyasıdır, bir devlettir, bir toplumdur... (Din) ise insan özünün hayali bir gerçekleşimidir. Çünkü insan özü gerçek bir realiteye sahip değildir. -
Allah'ta korkan bir insan nasıl bir ahlaka sahiptir?
GeceKuşu şurada cevap verdi: muki başlık Dini Konular - Din - Dinler
Her dinsel öğreti, insani ilişkileri ve tanrı ile aralarındaki ilişkiyi düzenleyen kuralları, O öğretiyi ortaya atan kişiye(Peygamber- tebliğci) ve onun tanrı algılamasına (ve bir önceki öğretinden ne kadar etkilendiğine) bağlı olarak (o dönemi ele alırsak kendi kavmine) önerir uyulmasını ister… İnsani ilişkilerde belirleyici bir faktör olan ahlaki değerleri bütün dinsel öğretiler ele alarak Kendi içinde kurallara, ilahi hükümlere bağlıyarak, insanlar arasındaki ilişkileri belirlemiştir… *** Başlık iletisinde bir inanca sahip bakış açısının “güzel ahlak- insan modeli” önermesi var… Bu önermenin doğruluğunu değerlendirirken; Konuyu yorumlarken, farklı bakış açılarıyla değerlendirmeler yaparken… Kendimize sormamız gereken ilk sorunun, “Dinsel öğretilerin ahlak anlayışı ve önermeleri –evrensel- midir?” olduğunu düşünüyorum… Bu sorunun ardından verilecek yanıtlar ebetteki kişisel olarak değişecektir… Evet, hayır ya da kısmen olarak… O zaman kendi içimizde "evrensellik" deyince ne anladığımızı sorgulamamız ve buna objektif doğru bir yanıt bulmamız gerekiyor –ki önce kendimize karşı dürüst ve ahlaklı olalım- *** "Evrensellik" Sözlük anlamı veya genel tanımı ile; her yerde ve her zaman geçerli olan demektir. Ancak ahlaktan bahsederken unutmamamız gereken nokta, Ahlak kavramının zamana ve coğrafyaya göre değişim gösterebilir olmasıdır. Toplumdan topluma, ülkeden ilkeye, hatta köyden köye bile değişiklik gösterebilir. Ve bu normaldir de. Fakat bu ahlaki normları sabit (değişemez) kabul etmek çok yanlıştır. Bilim anlayışımız gibi ahlak anlayışımız da değişim geçirmektedir. Bazı toplumlarda bu değişim ileriye dönük olduğu gibi, Bazılarında geçmişe öykünerek geriye doğru da gidebilir. İnsanlığın büyük savaşımlar sonucu elde ettiği ve kurumlaştırdığı İnsan Hakları Bildirgesi evrenseldir. İnsan Hakları Bildirgesi cağımızın bir ahlak anlayışı olmasının yanında, Asıl belirleyici yanı "HAK" olmasıdır. Kadın ile erkeğin, Türk ile Japon un, Müslüman ile diğer bir inanç sahibinin, Beyaz ile zencinin farklı ahlak anlayışları olabilir, Ama 'hak' ları aynıdır. Her yerde, her zaman aynıdır. Dolayısıyla evrenseldir. Çünkü her şeyden önce hepsinin tek ortak yanı 'İNSAN' olmalarıdır. Bu evrensel haklara karsı gelmek ise ahlaksızlıktır. Örneğin kimsenin kimseye fiziki şiddet uygulama hakki yoktur. Bir erkek, erkek olduğu için karisini dövmeye hakki yoktur. Bir inanç sahibinin bir diğerine inancı farklı olduğu için şahsi hakaret, şiddet uygulama hakkı yoktur. Bir beyaz tenlinin bir siyaha, teni kara diye, ya da savaş esiri diye köleleştirmesine hakki yoktur. Suç ve ceza ilişkisini hiçe sayarak insana işkenceye tabi tutmaya, Hele hele o insanin bir organını kesip atmaya kimsenin hakki yoktur. Çünkü insan her yerde her zaman 'INSAN' dır. Ve bu İNSAN’ın hakları vardır. *** Eğer yukarıda ifade edilmeye çalışılanları “İnsan hakları ve ahlakı olarak” benimsiyorsak… İnsana ve Onun onuruna dair Haklarının ortadan kalkmasına neden olan Herhangi bir eylem ya da öğretilerin genel yaklaşımlarına da İnsani ahlak gereği karşı durmak ve yanlışlarının etkilerini ortadan kalkmasına katkıda bulunmamız gerekir… *** Yine başta kendimize yönelttiğimiz “Dinsel öğretilerin ahlak anlayışı ve önermeleri –evrensel- midir?” Sorusunun yanıtını ararken evrensel ahlak çerçevesinde bu öğretileri değerlendirdiğimizde Şu sonuçlarla karşılaşırız… Dinsel öğretiler, insanların bu haklarını çiğnemekte ve daha da ötesi bu hükümlerine ilahi değerler katarak, 'Evrensellik' iddiasında bulunarak süreğenliğini sağlamak istemektedir. Dinsel öğretilerin hükümlerine 'evrensel' demek ve bunu savunmak, Bu hükümlerin geçerliliği üzerine ilahi anlamlar yüklenmeye çalışılsa da, İnsanların haklarına karşı gelmesinden dolayı bir ahlaksızlıktır. *** O zaman kendimize şu soruyu da yöneltebilmek çok önemli olmaktadır… “Ben bir İnsan mıyım?” Eğer cevabımız evet ise ardından şunun yanıtı gerekiyor… “Ben bu haklara sahip miyim?” ”-Sahipsem Onları her koşul ve şartta savunmalı ve korumalı mıyım?” Bunun da yanıtı evetse sırada yanıtını bulmamız gereken şu… “Benim gibi bütün İnsanlar ve canlılarda bu hakka sahip olmalı mıdır.?” Eğer Ahlaklı olduğumuzu savunuyorsak tek bir yanıt verebiliriz… “Evet”… İşte tam burada oldukça zor bir noktaya ulaşıp kalırız… Bütün dinsel öğretilerin bize dayattığı “KUL” olmakla, “Hak sahibi” olan insan olabilmek ayrımına… *** Son olarak ifade etmek istediğim şu; Ahlaklı olmak istiyorsanız bu sorularla birlikte İnsan olmaya, insan olmanın onuruna dair soruları kendinize yöneltmek zorundasınız… Ancak açmaz şu; Her soru yeni bir soruyu getirir bu yöntemde… Sorular geliştikçe, siz ahlaklı ve kendinize dürüst davranarak doğru yanıtları buldukça değişirsiniz… Ahlaki ve insani değerleriniz “evrensel değerlere” yaklaştıkça gelişirsiniz… Sorular ve ardından ahlaki değerlere bağlı kalarak doğru yanıtlar arttıkça İster istemez Dinsel öğretilerinizin “Evrensel olmayan değerlerini” gözlemlemeye başlarsınız… Eğer bizler “Hak sahibi” İnsan olabilmenin "Evrensel ahlakı" yerine… Dinsel öğretilerin, Allah korkusuyla,“Kul” olmanın ahlak anlayışı ve önermelerini tercih ediyorsak, Bu yöntemi kesinlikle uygulamamalıyız! *** *tna -
Haber linki; Güncel gelişmeleri izlemek yeterli, Ne devleti olunmaya çalışıldığını kavramak için...
-
Haber linki;
-
haber linki;
-
Ateizmin en önemli sebepleri?
GeceKuşu şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
Ateizm, toplumsal açıdan henüz kabul edilemeyen bir kavramdır. Kabul edilememesi, genel olarak toplumun dine bağımlı olmayan bir ahlakın, Erdemin olmayacağına kanaat getirmesidir. Bu sebeple din karşıtı her kavrama, toplum açısında olumsuz değerler yüklenmektedir. Ahlakın, dinden bağımsız olarak var olamayacağı yanılgısı, İnananların neredeyse hepsinin ortak bir ruh durumudur. Onlara göre inanan insan ahlaklı, faziletli ve erdemli; İnanmayan ise ahlaksız, kötü ve genel anlamda her türlü rezilliği yapabilecek bir karaktere sahiptir. Allah korkusu olmayan insan profili, Hangi dinsel inanca sahip olursa olsun, İnanan kesim üzerinde olabilecek en büyük kötülüğün simgesi haline getirilmiştir. Allah korkusu olmayan insan, toplum açıdan büyük bir tehlikedir. Her türlü kötülük, onlara göre Allah'tan korkmayan insanlar tarafından yapılır. Allah korkusu, toplumun için büyük bir erdem haline gelmiştir. Bu büyük yanılgıyı, her platformda görmek mümkündür. Toplumların inanır kesiminin neredeyse tüm sınıfsal ayrımında bunu gözlemlemek mümkündür. Öyleyse bu yanılgının daha içsel bir sebebi olduğunu anlamak ve yanıtını bulmak gerekir… Bunun yanıtını doğru olarak verebilmek içinse; Öncelikle ateizmin ne olduğunu ve ne olmadığını tam olarak kavramak gereklidir. *** Ateizm ne değildir? Toplum içinde ateizmin değişik tipte anlamları (yanılgı olarak) vardır. 1) Ateizm, Allah korkusu taşımayan ve bu sebeple her türlü kötülüğü yapabilmekte olan insanların dinidir. 2) Ateizm, din düşmanlığıdır. 3) Ateizm, Allah’ı bile bile inkâr edip Şeytan'ı ilah edinmektir. 4) Ateizm, atalarının inancını benimseyen insanların dinidir (Atavizm ile karıştırılmaktadır). Bu tür tanımlar, çoğaltılacağı gibi, en güçlüsü, Toplum içinde genel anlamda verilecek cevap 1.maddedeki tanımdır. Bu tür tanımların, herhangi bir şekilde ateizm ile uzaktan yakından ilişkisi olmayıp, toplumsal bir yanılsamadan ibarettir. Toplumsal açıdan tercihin sonuca göre tanımlanmak istenmesi, bu tür yanlış anlama ve adlandırmalara sebep olduğunu düşünmek yanlış değildir. *** Ateizm nedir? Türkçeye Tanrıtanımazlık olarak çevrilen bu terimin karşılığı, Felsefe Sözlüğü'nde şöyledir "Tanrı'yı yok sayan öğretilerin genel adı... Tanrıtanımazlık (Ateizm) , Tanrı'yı kesin olarak ve açıkça yok saymaktır." Kısacası ateizm, Tanrı inancının yokluğu anlamına gelir, Tanrı’ya inanmama olarak anlaşılabilir. Herhangi bir inanç ya da inançsızlık olmayıp, herhangi bir felsefi akım veya ideolojinin tekelinde değildir. Sadece bir tercih, bir seçim hüviyetinde olup, Tanrı kavramının yaşamın içine sokulmadığı bir yaşam üslubudur. *** Ateizm ileri uygarlık düzeyinin benimseyebileceği bir yaşamı algılama ve kavrama biçimidir. 1-Medeniyetten ve insanlıktan habersiz olanlar, 2-Sırf hırslarının ve zevklerinin peşinde olan insanlar, 3-Medeniyet ve insanlığın değerlerini kavramış olsa da, Dinsel düşüncenin etkisi, baskısı ve korkusu altında olanlar… Ateizmin yaşamı algılama ve kavrama biçimini düşünmek bile istemezler. *** Hırslı ve tatminsiz insanlar aslında dine ihtiyaçları en yüksek olanlardır; çünkü yaşadıkları hayattan ve bu maddesel dünyadan tatminsizdirler. Yani dinin kural ve sınırlamaları bazı insanlar açısından ihtiyaç olduğu kesindir… Ruhunda yani iç dünyasında Tanrının dizginlemesine gereksinim duyan, Herhangi bir iyilik yaparken o iyiliği insanlığa bir katkı değil de, Öteki dünyası için bir kazanç olarak algılayan, yapan ve değerlendiren düşünce mantığı… Elbette ki ; Dinsel öğretilerin koyduğu kural ve sınırlamalara ihtiyaç duyacak, Ve bir dinin kontrolüne muhtaç olacaktır. -
Gibi gelmiyor... Dediğiniz gibi... "İslamiyeti yaşayan,yaşadıklarını ifade eden...Allahın kitabındaki hükümleri uygulayan... Yaşamlarını islamiyetteki kurallara göre düzenleyen,-İslamın adalet kavramını- uygulayan toplumlara" bakarak... anlamaya/yorumlamaya çalışıyor... Onları, yaşam koşullarını,İnsanlarına reva gördüklerini, insani değerlerini kabullenemiyor...Reddediyoruz... *** İslamdaki adalet kavramı diyorsunuz?.. Hangi adaletten bahsediyorsunuz... Göstermelik bir kaç maddenin dışında... Ardından gelen insan olmanın tüm onurunu ve değerlerini ayaklar altına alan maddelerle... Göstermelik maddelerinde hükmünü ortadan kaldıran,1400 yıl öncesinin toplumsal yapısını gözlemliyerek insanlarını yönetmeye talip -dinsel dayatmalara dayalı- düşünce yapısının adaleti mi?... İslamın adalet kavramı diyorsunuz?.. Bu "İslamın adalet kavramını" biri, ikisi, üçü...Herkes mi yanlış anlıyor, uyguluyor da... Hep olumsuz,insan onurunu hiçe sayan, insanlık dışı örnekler çıkıyor karşımıza... *** Siz ne kadar olumlu olmaya -İslamın adalet kavramını- savunmaya çalışsanızda olmuyor işte... Sizin dışınızdakiler nedense hep yanlış yorumlayıp kötü uygulamalar sergiliyorlar... NEDENSE ?.. ***
-
Bir kaç eğlencelikte Çocukların duygu ve isteklerinden alıntı yapalım tam olsun... *** Sevgili Tanrı, Bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. Ne olur söyle ona bi daha öyle yapmasın. Ellen --3 yaşynda- Sevgili Tanrı, Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu? Norman --4 yaşında- Sevgili Tanrı, Senin yaşına geldiğimde tıpkı senin gibi olmak istiyorum. Tamam mı? Tommy --4 yaşında- Canım canım Tanrı, Astronotları öyle yukarı fırlatıp fırfır döndürmelerinden ödüm kopuyor. Ne olur onların bizim evin çatısına düşmelerine izin verme. Dostun Norman --4 yaşında- Sevgili Tanrı, Lütfen bana bir midilli gönder. Senden şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Bunu da herhalde unutmazsın. Bruce --4 yaşında- Sevgili Tanrı, şu andaki eksiklerimi yazıyorum: Yeni bir bisiklet, bir kimya seti, köpek, film makinesi, beysbol eldiveni. Hepsini gönderemezsen birazı da olur. Seni seven Eric --4.5 yaşında- Not: Noel Baba’nın olmadığını biliyorum. *** Tanrı’cım, Üst kattakiler durmadan bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin. Nan --5 yaşında- Sevgili Tanrım, Oğlanlar kızlardan daha mı üstün? Biliyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış. Sylvia --5 yaşında- SEVGİLİ TANRI, NİÇİN GÖKYÜZÜNÜ MAVİ VE OTLARI YEŞİL YAPTIN? ELİNDE SADECE BU RENKLER Mİ VARDI? Sevgili Tanrı, Babam çok aksi. Onu bu huyundan vazgeçirmeni istiyorum. Ama lütfen canını yakma. Sevgilerle. Martin --5 yaşında- SEVGİLİ TANRI, BABAMA KALSA HAYATTA EN GÜZEL GÜNLER ÇOCUKLUKMUŞ. ERKENDEN YATAĞA YOLLANIP HİÇBİRŞEY SEYREDEMEMENİN NESİ GÜZEL? NE OLUR ŞUNU BABAMA ANLATIR MISIN? JO Sevgili Tanrım, Tamam İncil’de öbür yanağını çevir dedin biliyorum; ama kardeşim gözüme vurunca ne yapacağım? Sevgiler, Teresa --5 yaşında- Sevgili Tanrı, Tanrı olduğunu nasıl bilebildin? Charlene SEVGİLİ TANRI, GÜNEŞİ NİÇİN ONA EN ÇOK İHTİYACIMIZ OLDUĞU GECELER DIŞARI BIRAK MIYORSUN? BARBARA *** Sevgili Tanrı, Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor: Eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var. Harriet Ann --6 yaşında- Sevgili Tanrı, Bende senin dışında bütün liderlerin resmi var. Norman --6 yaşında- SEVGİLİ TANRI GEÇEN HAFTA NEW YORKA GİTTİĞİMİZDE SEN PATRİCK KİLİSESİNİ GÖRDÜM. BAYAĞI GÜZEL BİR EVDE OTURUYORSUN. FRANK Tanrım, İncil’de neden hiç karının adı geçmiyor? Yoksa İncil’i yazarken daha evlenmemiş miydiniz? Larry --6 yaşında- Sevgili Tanrı, Sen tuhaf ne yaparsan yap herkes hayran oluyor; ama ben ufacık bir şaka bile yapsam yiyorum fırçayı. Jodie --6.5 yaşında- SEVGİLİ TANRI ÖĞRETMENİM GÜNLERİN ÖNCE KISALDIĞINI SONRA UZADIĞINI SÖYLEDİ. ARTIK BİR KARAR VERMELİSİN MINDY Sevgili Tanrım, insanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun? Jane --6 yaşında- *** Sevgili Tanrım, Ne diye bu kadar çok insan yarattın. Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya koyamaz mısın? J.B. --7 yaşında- Tanrım, İnsanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin. Audrey --8 yaşında- Sevgili Tanrı, Eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var? Mark --8 yaşında- Sevgili Tanrı, Kitabını okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına? John --8 yaşında- SEVGİLİ TANRI, KİTABINI OKUDUM VE ÇOK SEVDİM ADINI İNCİL KOYMUŞSUN.. YENİ ÖYKÜLER YAZAMAZ MISIN? YAZDIKLARININ HEPSİNİ OKUYUP BİTİRDİK VE YENİDEN BAŞA DÖNDÜK.. SEVGİLER MAGGIE AND EMILY Tanrım, Şişman olunca kimse senin arkadaşın olmak istemiyor. Billy Jean --9 yaşında- Sevgili Tanrı, Bizi hiç merak etme çünkü bizimkiler çok dindar. Teddy --9 yaşında- *** Yaş değiştikce istemler...Gözlemler...Yorum ve yaklaşımlar nasılda değişime uğruyor?.. Değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum... Bize düşense onların gerçek yaşamı kavramalarına yol gösterici olmaya çalışırken, onların algılamaları dışında kendi inanç ve isteklerimizi dayatmamak olsa gerek... ***
-
Eğlence mi olur bilemem ama...Bir kaç tanede ben alıntılayayım... "Sözün gelişiyle" ifade edilen aşağıdaki anlatımlar, yaşamın gerçekleri üzerine hepimizi biraz düşündürür umuyorum... *** Ey ulu Tanrım, Çoktandır size yazmakta olduğum mektuplarıma ara vermek zorunda kaldım. Neden derseniz, yarattığın kurallarınızın dertlerini dinlemek, isteklerini sağlamak amacı ile bir Doğu gezisine çıkmıştım. Bir kez daha gördüm ki yarattığınız kullara ya hiç bakmıyorsunuz ya da bir kısmını diğer bir kısmı üzerinde hükümran kılarak ilkçağdaki "Köle ve köle sahipleri" düzenine dönmek istiyorsunuz. Yani kısacası Mussolini faşizminden Türk Ceza Yasası'na aktarılan ve gittikçe de sertleştirilen meşhur 141. ve 142. maddelerinin kapsamına giren suçları işliyorsunuz. Çünkü yasanın bu maddeleri gereğince "Bir sosyal sınıfın, diğeri üzerine hükümranlığını sürdürmekte" ve siz de bu egemen sınıfından yana olarak, dolayısıyla da aynı suçu işlemiş olmaktasınız. Kur'an-ı Kerim'in Rum Suresi'nin 28. Ayeti'nde: "Köleleriniz ve cariyeleriniz" demek suretiyle insanların bir kısmını diğer bir kısıma köle ya da cariye ettiğiniz... ve yine Nisa Suresi'nin 24. Ayeti'nde de: "Kocalı kadınlarla evlenmeniz haramdır, ancak sahibi olduğunuz cariyeler müstesna." demek suretiyle de cariyelerin bir mal gibi kullanma yetkisini verdiğiniz..; ve yine aynı surenin 32. Ayeti'nde de: "Allah'ın bazılarınızı, bir kısmınıza üstün etmesine hased etmeyin." demek suretiyle de bir sınıf insanları diğer bir sınıf üzerinde hükümran kıldığınız anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında haddimiz olmayarak şunu belirtmek isterim ki: Eğer bizim (zehir Hafiye) Savcılarımız, Kur'an-ı Kerim'in bu hükümlerini bilseler, 141 ve 142'den güme gittiğinizin resmidir. *** Ey ulu Tanrım, Bir fabrikatörün, köleleştirdiği binlerce işçinin sırtından her gün biraz daha zenginleşmesini; Bir toprak ağasının, binlerce köylünün yıllık emeklerinin üzerine konmasını; Bir tefecinin, binlerce kullarının alın terlerini sömürmesini hangi ilahi adaletinle uygun gördün? Yoksa... Evet yoksa sen de mi onlardan yanasın Tanrım? ***
-
İnsan oğlunun her yeni açılımına... Aynı kalıp ve metafizik beyin dokusuyla kılıf uydurmak işin kolay yönü... İçinde bulunduğumuz çağda bu kılıflarla yorumlar yapmak etkilide olamıyor üstelik... Sadece yanak kaslarında hafif bir gerilme ve gevşemelere neden olmasının ötesinde... Eğer siz bu yorumlarınınızı 1400 yıl önce yapsaydınız sizide kafirler sınıfına sokmuşlardı aynı inanışa sahip olduklarınız... *** (Esas olan "YOKTAN VAR ETMEKTİR" ) demiş bir başka arkadaşımız... Eğer ömrünüz yeterse -(yoktan değilde)- var olan balçık çamurdan yaratıldı dediğiniz canlılardan daha farklı formatlarda yaşamlarında üretilebildiğini şaşkınlıkla izliyor olacaksınız... ***
-
İsteyen aynı kefeye koyar yada koymaz... Ama gerçek olan bir şey var ki; Çatlı ve arkadaşlarının düşünce yapısıyla... Pkk'lılar ve düşünce yapısı... İNSANLARI KATLETMİŞTİR... İnsanların hangi nedenle olursa olsun katledilmesinin bir kefesi olabilir mi?
-
Kürdistan’ı kabul et... PKK bitsin! Çok mu iddialı geldi bu başlık? Gelmesin... Olan bitenin arka planında tam da bu formül yatıyor...Tutarsa... Çok uzun ve dolambaçlı laflarla kafanızı karıştırmayacağım. Açık verilerden yola çıkarak başlıktaki tezimi anlatacağım. Apo’yu Türkiye’ye kim teslim etti? ABD. ABD, İngiltere ve İsrail’nin, büyüyen İran (Şii) tehlikesine karşı, yüzde yüz güvenebileceği, en sadık ve monoblok gözüken yapı nerede? Irak’ın kuzeyinde... Yani? Kürdistan’da... ABD neden Türkiye’ye yüzde yüz güvenemez? 1Mart’ta test etti. Gördü... Türkiye, siyasal ve sosyal olarak çok parçalı...Karar odakları farklı etki alanlarına sahip. Irak’ta başı bu kadar beladayken bir başka bölgesel ve derin sorunla daha uğraşmak istemiyor. 5 Kasım günü, Washington’da PKK’nın “PKK olarak bitirilmesi” kararlaştırıldı. Yani? Yani ABD Türkiye’ye “büyük bir şey” verdi... Karşılığında ne aldı? “Kürdistan’a karışmayacaksın...” dedi. Barzani de hemen akabinde “güvence verilerek” rahatlatıldı. Hükümet ve belli güç odakları, PKK’yı denklemden çıkartma planları içinde ve bu arada Kürdistan’a da ses çıkartılmayacak. Beni hiç kimse, bu coğrafyada ABD, İngiltere ve İsrail’in desteğiyle, onların dikte ettiği bir karara uyarak hareket eden bir Türkiye’nin orta ve uzun vadede kazançlı çıkacağına ikna edemez. Dolayısıyla, bu denklem, şayet gerçekleşirse, ısrarla savunuyorum, orta ve uzun vadede bu ülkeye zarar verecek gelişmeler olacaktır. Öncelikle PKK’nın bu denklemden, bu kadar kolaylıkla çıkartılabileceğini düşünmek saflık olur. Peki ne olabilir? Önümüzdeki günlerde, “bir takım sözler alan” yönetici PKK kadroları dağdan “inebilir”... Dağda, eline aldığı silahı henüz kullanmamış binlerce Kürt genç Mahmur’a geçebilir... Mahmur’dakiler de BM gözetiminde Türkiye’ye gelebilir... TSK, sınır ötesine konuşlanabilir... Mehmetçik ve peşmerge birlikte çay içerken çekilmiş şirin fotoğraf kareleri manşetleri süsleyebilir. Tüm bunlar artık pek mümkün, görünen o ki “konuşulmuş-anlaşılmış” senaryolar... Şu soruyu soran var mı? PKK bu adımları ne karşılığında atacak? Asıl soru budur... Bu sorunun yanıtı da önümüzdeki süreçte gömülüdür. “Bir barış yapılacaksa kendi aramızda yapalım... ABD işbirlikçisi Talabani ve Barzani ile değil... Bölgeye çöreklenen emperyalist güçlerle değil... İstiklal harbindeki ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki haklarımızı verin... Üniter devlet içinde kalmak istiyoruz. Silahları kaldırıp atalım. Akan kan dursun.” Bunu kim diyor? " Öcalan..." AK Parti ne yapıyor? O hakları vermeye hazırlanıyor... Şahane... Buna bir itirazım yok! Güzel de o adımları bize ABD, İngiltere ve İsrail attırıyor. Sevr ile Lozan arasında bir noktaya mahkum ediliyor Türkiye. Masanın karşı tarafında bin yıllık toprakdaşlarım oturmuyor ki... Binlerce kilometre öteden gelip bu enerji havzalarını kontrol altına almak isteyen, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bu bölgede milyonlarca insanı öldürenler oturuyor. Dağdaki PKK’nın Apo’dan bağımsız ve ABD-Barzani-AKP’ye uygun adımlar atacağını düşünmek saflıktır diyorum. Süreç geçmişe gebe... ***
-
Aşağıdaki alıntılarda da belirtildiği gibi ZİNHAR GÜNAHTIR... AYRICA; -Kadın yada erkek bir müslüman farkında olmadan bir ateistle muhatap olduğunda günah sayılmasada... bunu farkettikten yada anladıktan sonra bu günahından arınmak için günde 24 saat, bir hafta süreyle namaz kılmak... üç ay boyunca oruç tutmak zorundadır... -Eğer ateist bir kadın, müslüman bir erkeğin gözünün içine bakarsa abdest bozulur... günahından arınmak için hemen aptest alarak namaz kılmak ve bir hafta oruç tutmak gerekir... -Müslüman bir kadın, ateist bir erkeğin kendisine yan gözle bile olsa,baktığını farkettiği anda... günahından arınmak için hemen eve gidip boy abdesiti alıp, namaz kılması ve bir ay oruç tutması gerekir... *** Bir müslümanın; Öğretmeni,Müdürü,amiri,iş arkadaşı,komşusu,komutanı,başbakanı,cumhurbaşkanı,müşterisi, eşi,çocuğu,damadı,gelini... iyileşmesine bile neden olsada doktoru hemşiresi, ilacı bulan,yapan,hastalığının önlemini keşfeden bilim adamı... Daha aklınıza kim yada ne gelirse, eğer cehennemlik ateistse...O müslümanda ister istemez cehennemlik olur... O nedenle ateistler bu kadar tehlikeli yaratıklardır, çok dikkatli olmak gerekir... *** Aslında Ateistlerin var olması ister istemez aynı havayı soludukları için müslümanların havasını kirletirler , ne yazıkki aynı havayı soluyan tüm müslümanlarda cehenneme gitmek zorunda kalacaktırlar... tövbe etmek, namaz kılmak, oruç tutmak bu günahtan arınmak için yetmez... Bu nedenle bu cehennemlik zebani ateistler yok edilmelidirler... Yoksa tüm müslümanlar zinhar günahkar ve cehennem adayıdırlar... *** En önemlisi bir ateistin yaşam üzerine görüşlerini duymak ve hele ona hak vermek en büyük günahtır... Bu nedenle Ateistlerin doğru bile olsa söylediklerini dinlememek ve kabul etmemek gerekir... Onların bilimsel çalışmalarını,buluşlarını reddetmek,arabaya,otobüse,uçağa binmeyerek, develerle seyahat etmek gerekir... ***
-
‘Önümüzdeki 2 ay içinde alınacak ve uygulamaya sokulacak kararlar bu ülkeyi 10 yıl içinde son derece kanlı bir iç savaşın içine sokacak kadar vahim...’ Bu cümle geçen akşam bir araya gelip uzun uzadıya süreci irdelediğim bir siyasetçiye ait... O genelde eleştirisini AK Parti üzerine kurdu. AK Parti’yi; Başbakan’ı eleştirdi... Ben ise bu kapsamlı eleştirilerin bir kısmına “kısmen” katılmakla birlikte çok başka bir açıdan meselelere dair düşüncemi söyledim... Ben AK Parti’yi eleştirmiyorum. Bir parça geri çekilip tarihe bakınca sonuç şayet ilk paragraftaki kadar vahim bir sona gidiyorsa bunun müsebbibinin “emaneti” kötü yöneten kadrolar olduğunu düşünüyorum. Benim temel eleştirim ise askere daha doğrusu TSK’nın komuta kademesine. Açık açık konuşalım. 2. AK Parti dönemi 2.Cumhuriyettir. AK Parti iktidarı Fethullah Gülen’in test sürüşüdür. 1989’dan bu yana ve 11 Eylül’den bu yana olan bitenleri değerlendirdiğinizde; Fethullah Gülen hareketinin nereden ve neden desteklendiğini anladığınızda, 28 Şubat süreciyle beraber, bugüne baktığınızda sonuç budur. Jakoben Kemalistler başaramadılar. Bu gerçeği de itiraf edin artık. Devlet yani mülkiye ve harbiye ilk sorumludur. Mülkiye ve harbiye 1950’den beri Atatürk’ün mirasını kötü yönetmiştir. (Aslında İsmet Paşa’yı milat almak daha doğru...) İkinci sorumlu ise siyaset-tarikat-mafya üçgenidir. (Son döneme medyayı da eklemek şarttır.) Müteahhit kafalı sağ zihniyetler bu ülkeyi yağmalatmıştır. Eğitim, sağlık ve adalet göçmüştür. Özal’la başlayan süreç ise mutlak teslimiyettir. Kimse kendini kandırmasın. Derviş’le başlayan süreç AK Parti tarafından milim sapma olmadan “başarı” ile sürdürülmektedir. 22 Temmuz günü ise ılımlı İslam artık iktidarını ilan etmiştir. Tandoğan’ı ve ardından birçok meydanı dolduran o milyonlara da, naçizane, bir önerim var... Aklınızdan geçen o cümleyi ben dahil herkes biliyor. Kendini Atatürkçü ve laik olarak niteleyen o “yüreği incinmiş” kitle son zamanlarda hep şu minvalde konuşuyor: “Özkök de bunlardan biriydi, Büyükanıt gelecek her şey bitecek. Hay Allah, galiba o da olmadı sıra Başbuğ’da...” Bu hastalıklı düşünceleri bir yana bırakın ve uyanın..! İddia ve tespitim şu: E-muhtıra’nın verildiği günden bu yana, bu ülkede en çok yıpranan kurum TSK’dır. Bunun müsebbibi de bizzat komuta kademesidir. Durun! Hemen hiddetlenmeyin... Biz daha öfkeliyiz. Neden mi? Şundan: 5 Kasım süreciyle ortaya çıktı; 2. Cumhuriyetin ilk büyük adımı atılmakta ve başka ellerin kurdurduğu ve orta vadede bize açık bir tehdit olacak şoven milliyetçi bir Kürdistan’a “olur” verilmektedir. Diğer adımları da 2008 ortasına kadar göreceğiz. Tahmin etmek zor değil... Elbette bu bir tercihtir. Siyasi bir tercihtir... Demokratik bir tercihtir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin karakterini değiştirecek nitelikte bu tercihi tercih etmeyen yığınların endişelerini ifade ettiğini düşündükleri samimi ve güvenilir bir siyasi kadro yoktur. AK Parti ise kendi içinden empatik bir Cumhuriyetçi anlayış çıkarma dinamiğinden maalesef mahrumdur. Bu onun kaçınılmaz sonu olacaktır. Ama endişe veren mesele bu sonun aynı zamanda Cumhuriyetin de sonu olmasıdır. Burada durun ve bir zahmet Atatürk’ün gençliğe hitabesini okuyun... (Yok gerçekten okuyun...) Bu metni , bir kariyer için, ezberleyenlere ve ezberletenlere değil... Anlayıp, her ne pahasına olursa olsun, uygulayacaklara ihtiyaç duyulan günlerdeyiz. Atatürk, o hitabeyi de kalkıp ne askeri-sivil bürokratlara ne de siyasilere yazdı... Gençliğe yazdı... Okuyun ve düşünün...