GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Hepinize iyi seçimler...
GÜLE GÜLE... *** Sizi Anlayan Anladı... Gerisi Anlayanlara Kaldı... Siz de yazılarınız boyunca iyi anlattınız doğrusu... Çevir Kazı Yanmasın...Herkes Bozanca Kavrasın... Bütün Sorumluluğu Anlayana da ...Anlamayana da Bırakıp "Hadi Eyvallah" Çekiverdiniz... GÜLE GÜLE...İyi Bozanlar...
-
Cimaya bak veledini tanı
Müthiş hokkabazın topu gibi yok olup sıyrılıverdiniz işin içinden... İddialarınızın doğruluğuna dair kanıtlarınızı göstermek yerine iyi bir manevrayla benden özetleme mi istiyorsunuz... Tebrikler... *** Oysa ben iddialarınızın geçersizliğini Onun yazılarından bir satır bile okudunuz mu acaba diye vurgulamaya çalışmış... Okuduysanız da bir satırlık bir algılamayla değerlendirmeler yaptığınızı anlatmaya çalışmıştım... Oysa siz aşağılandığınızı sanmışsınız... Tekrar tebrikler...
-
İslam ve Şehitlik mertebesi
Siz ne düşünüyorsunuz?...Yanıtınız ve bakış açınız nedir?...
-
Dini inancınıza saygı gösteriliyor mu?
Tespit doğru ama Sonuç ve olması gereken düşünce ve tavırın ne olduğu eksik kalmış... *** Evet bu söylenenler "her suç-ceza ilişkisi için geçerlidir.." İşte bu nedenle bazılarımız İdam Cezasına karşıdır... El, kol kesilmesine, göz çıkarılmasına...Kısasa kısasa karşı dururlar... Bazılarımız da bu karşı olmayı, evrensel insani değerleri bir türlü anlamlandırıp kavrayamaz... Ortaya Çıkan/Çıkacak olumsuzluklara rağmen geçmiş uygulamalardan yana olurlar...
-
Kuranda kötü bir uygulama yok diyenler
Arkadaşın buraya alıntıladıklarında Kadınla Erkeği yer değiştirdim... Düşündüm ki; Allah Muhammed'e bu şekilde bildirmiş... Ya da Muhammed Kuranı oluştururken bu şekilde vaaz etmiş olabilirdi... Bir de Erkek hakim bir mantık yerine kadın öncelikli bir yaklaşımla ele alınırsa ne değişimler olacak görelim istedim... Bu yaklaşımı mı mantıksız bulanlar çıkabilir elbette... Sen Allahtan daha iyi mi bileceksin, Peygamberlerden daha mı iyi düşüneceksin diyenlerde... Ancak kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün... Gerçekte alıntının aslı ne kadar mantıklıysa, ortaya çıkan bu sonuçta o kadar mantıklı...
-
Kuranda kötü bir uygulama yok diyenler
Sayın bayan kavramların derinliğini anlatmaya çalışarak bu kadar zorlamayın kendinizi... Kısa ve öz olarak bakalım verilen haklara... Bir bayan olarak bırakın üçüncü bir kez...Eşinizi boşamak gibi bir hakka rastladınız mı inancınızda... Bir bayanın boşanarak, terkedilerek, tekrar gel seni alıyorum denerek itilip kakılması ve kadınsal onurun aşağılanması karşısında...Siz kalkmış kadını bir başka erkekle cinsel ilişkiye girmiş olması mundarlıktır mantığıyla ele alıp hiç bir erkek bunu kabul eder mi gibi soru yöneltebiliyor, müslüman erkeklerin kendi inançlarındaki kadınların karşısında hakim ve haklı konumda olmalarının alt yapısını oluşturan inanç ve arap kültürünün haklılığını savunacağım diye kendinizi paralayıp duruyorsunuz... Bir kadın,aynı inancı taşıdığı erkek tarafından horlanmasına sessiz kalıp, inançları bunu dayatıyor diye onuru ve iffetini bir kenara bırakıp inancı yoluyla sömürülmesine göz mü yummalı?... Yalnız dikkatinizi çekerim kafanızın bir kenarına yerleşmiş medeni hukukun kadına verdiği hakları bir kenara bırakıp...İslam huku ve inancının kadına verdiği gerçek değeri göz önüne alıp bana/bize değil kendinize yanıt verin... Sonuç olarak aynı tavır ve düşüncede olmayı tercih ediyor, bu yaklaşım ve arap kültürünün dayatmalarını inancımın bir parcasıdır diye değerlendirip ben buna inanıyorum diyorsanız yaşam sizin...Bunu kendiniz için yaşanabilir, katlanılabilir bir kavram olarak kabul edebilirsiniz... Ama bunu benim, kız kardeşlerim, kızlarım ve yaşamında yer alan benim gibi yaşamı değerlendirenlere kalkıpta "basite indirgiyorsunuz "diyerek onların onuru ve iffetine dayatmalarda bulunmaya kalktığınız zaman problem ve çatışma başlıyor demektir... Ben sizin, nedeni ne olursa olsun boş ol denerek, onurunuzun ayaklar altına alınmasını hazmedemezken...Bu yaklaşım ve inançların bir parçası olarak önerilen arap kültürünü, bizim yaşamımıza ne kadar inançsal ve ulvi bir yaklaşımmış gibi öneremez, dayatamazsınız... Böylesine bir tavrı ve yaklaşımı kendine hak ve reva görenlerin...Diğerlerinin bu onursuz ve aşağılayıcı haksızlıkları reddetmelerini "kavramları basite indirgeyenler" olarak dillendirme hakkı olduğunu düşünmüyorum...
-
Kuranda kötü bir uygulama yok diyenler
Sevgili Bilimselci, değerli paylaşımcı arkadaşım; Senin içtenliğini,samimiyetini, irdeleyip araştırdıktan sonra ortaya koyduğun düşünce ve yaklaşımlarını takdirle takip ediyoruz... Konu üzerindeki araştırmanı ve sonuçlarını merakla bekliyor olacağız... İnsanı ve insan sevgisini en üst değer olarak kabullenen herkesten de sana sevgiler...
-
Cimaya bak veledini tanı
Yazının devamında belirtilen "Voltaire'in" Hayat felsefesini özetler misiniz Lütfen...?" ifadesini görmemezlikten gelip işin içinden sıyrılmak için... "Hayır okumadım öylesine atıyorum." ifadesi kolay kaçış yolu olarak karşımızda duruyor...
-
Yaşasın Ateizm !
Ben sizi sıkıntıdan kurtarayım... Sizinle tartışmayı burada kesiyorum... Çünkü; Aşırı ön yargılı yaklaşımlarınız ve alt beyninizde oluşturduğunuz kişisel güvensizliğiniz, muhataplarınıza yaklaşımlarınızda küçümsemeye ve onları karalamaya varan tepkilere dönüşüyor... Bu ifade ve davranışlarınızla rahatladığınızı düşünüp, kendinizi haklı görmeye çalışıyor olabilirsiniz... Ama düşünce yapınızı, sizin gibi düşünmeyenlere bakış açınızı yazdıklarınızla sergiledikce batıyorsunuz.... Örneğin, sizin bilimsel ve çağdaş olamadığınızı belirtmek gibi bir yaklaşım göstermediğim... ve sadece kendi düşünce ve yorumlarımı belirtmiş olmama karşın, siz ön yargılarınız ve çelişkilerinizle değerlendirmeler yapıyorsunuz... Sizin inançlarınızı, varsayımlarınızı benimsemeselerde çevrenizdekilere olumlu bakın, iyi niyetli olmaya çalışın... Ve kendinize de iyi davranın... Size inanç ve iç dünyanızda huzur, mutluluk diliyorum...
-
Yaşasın Ateizm !
"Aslında yazılanlara tek,tek cevap yazmayı düşünüyordum" diyorsunuz... Yazdıklarıma yanıt vermeden önce aşığıyada alıntıladığım yazıyla bağlantısını değerlendirmiş olsaydınız o soruların neden sorulduğunu kavrayarak abesle iştigal olmadığını farkedebilirdiniz... Felsefe yapıldığı da yok...Çok basit bir soru soruldu...yanıtıda kendi içinde... "Var olduğunu yada yok olduğunu ispatlayamazsanız" varsayımlardan öteye gidebilirmisiniz? Anlatmaya çalıştığımda buydu zaten...Kendinizi farklı sanıyor olmanız... "Bir "Varlığın" olduğuna inanmak "VARLIĞIN" var ettikleri ile irtibatlanır ve delillendirilir" dedikten sonra...Gül örneğini verdiğinize göre... Bize gülün varlığını gülün var ettiği şeylerle irtibatlandırıp delillendirmeniz gerekiyor... Ki bilinmeyeni elle tutulur bilinenlerle açıklama getirmeye dair varsayımlara dayalı argümanınız tutarlı olsun... Demagojiden bahsediyorsunuz da bu son iletiniz geçmiştede yaptığınız demogojik yaklaşımlarınızdan hiçte farklı değil... Argümanlarınızda, tipik inanan mantığıyla temcit pilavı gibi hep aynı polemik yaklaşımları tekrarlayıp duruyorsunuz... Şu son yazdıklarınızı okuyup tekrar gözden geçirin bakalım farkınızı farkedebilecekmisiniz.?.. Aslında Felsefi...Spekülatif...şuydu buydu laf kalabalığı yapacağınıza arkadaşın yerine uzatmadan siz yanıtlayabilirdiniz... "Bir varlığın olduğuna inanmakla,yokluğuna inanmak arasındaki fark nedir?" Ben sizi yormuyayım cevabı kendi içinde... Var olduğunu yada yok olduğunu ispatlayamazsanız varsayımlardan öte inanışlar üretemezsiniz... Sıkışıncada polemik yaklaşımlarla demogojiye dayalı yaklaşımlar göstermek zorunda kalırsınız... Fark nedir sorusuna "Farkta farkediliyor zaten" gibi havada kalan bir yanıt vermiş olursunuz...
-
Ayın Kitabı: “KAR” Orhan PAMUK …
Kitaptaki olaylar ve şahısların değerlendirilmesi: Ka kendi içinde bazen entel bazen duygusal, kaliteli ve anlamlı şiirler yazan, ülkesini belki de yurtdışında yaşadığı için çok seven ama en azından hiç boş durmayıp ülkesine yardım eden kişi olarak göze çarpmaktadır. Olaylar sürekli Ka’nın etrafında döndüğü için diğer kişiler biraz sönük kalsa da sevgilisi ve otel sahibi İpek, bu akımlardan ve kafa yapılarından etkilenmiş İpek’in kardeşi Kadife ve sonu ölümle biten yüreği çok saf, tertemiz ve kandırılmış kişi Fazıl. Ka burada İpek’in sevgisinden çok Fazıl’ı sevmiş ölümüne üzülmüştür. Kitapta olaylar birbirinin devamıdır ve yazar kitabı 43 bölüme ayırmıştır. Bütün bölümlerde güzel tasvirler ve olayların tarafsızca aynen anlatıldığını, olan olayların ise Türkiye’nin kaderimidir bilinmez şu ankiyle aynı olduğudur. "Kitabım yine babadan kalma tanımla 'postmodern'dir; gülümseyerek söylüyorum bunu, kendi temsiliyet sorununu da sorguya çektiği için. Gerçekçi romanlarda olduğu gibi 'İşte gerçek, işte bunun aynaya düşmüş izdüşümü' demiyorum. Aynada gözüken şeyleri ve aynayı dürüstçe, mümkün olduğunca tartışıyorum." (Radikal Kitap eki'nde Orhan Pamuk ile yapılan konuşma'dan, 18/01/2002) Kitap hakkında kişisel görüş: Benim fikrim olarak kitap çok güzel ele alınmış, birçok araştırmalar yapılmış ve anlatılan bölge bilfiil görülüp yaşanarak yazılmıştır. Zaten 33 aya yakın süren çalışmalara da bunun bir kanıtı olarak görülmüştür. Karakterler sürekli değişiyor ve tanınmıyor gibi görünse de bizim içimizden çıkan karakterler olmuştur. Bize yol gösterdiklerini söyleyerek kandıran insanların asıl yüzlerini, sanki yeni bir heykel açılışında çekilen perdede olduğu gibi tamamen çarpıtılmadan ve sade bir şekilde anlatılmış ve okuyucuyu içine doğru çekmeyi başarmıştır. Kitabın Ana Fikri: Kitabın ana fikri birçok konu üzerine odaklanmış gibi görünse de ülkemizin doğu kesimlerinin gerçekten de yokluk, ilgisizlik ve eğitimsizlikten nasıl geri kalmışlığını, nasıl cahil düşüncelerin kabul edildiğini, bu tip düşüncelerin insanları nasıl hiçe saydığını anlatmaktadır. Aslında yöre halkının çok duyarlı, vatanına ve milletine ne kadar bağlı olduğunu ama nedense dış devletlerin veya dış kuvvetlerin belki de yörede güç sahibi olmak isteyen vatan hainlerinin nasıl yandaş topladıklarını, cahil halkı din duygularını kullanarak nasıl sömürdüklerini ve başörtüsü yüzünden halkımızla devletimizi nasıl karşı karşıya getirdiklerini anlatmakta, okuyucuya bu konularda güzel örnekli bir anlatım vermektedir. *tna ***
-
Ayın Kitabı: “KAR” Orhan PAMUK …
Kitabın Özeti: Kitapta yazar, çok sevdiği arkadaşının anılarını anlattığını kitabın içinde değişik yerlerde vurgulamaktadır. Kitaptaki yazılar tamamen notlarındaki şeyleri anlatılmıştan ibaret olsa da bazı yerlerde kısaltılmalar ve birilerini veya bir yerleri rahatsız edeceği kuşkusuyla zorunlu olarak kesintiler yapılmıştır. Olaylar tamamen yurdumuzun doğu kesiminin Kars ilinde geçmektedir. Bir gazetede köşe yazarlığı yapan ve ünlü bir şair olan Kerim Alakuşoğlu (kitabın bütününde ondan “Ka” olarak bahsediliyor) Almanya’nın Frankfurt şehrinde geçirdiği onca senelerden sonra Türkiye’ye dönme kararı verir ve geldiği ayların flaş haberleri arasında yer alan “Kars’taki kadınların intiharı” konularının üzerinde gazetede yayımlayabileceği bir araştırma yapmaya karar verir. Bunun için ülkemizde kış aylarının en sert geçtiği dönemde Kars’a gitmeye karar verir. Yolda gördüğü çoğu Kars’lı olan doğulu insanlarımızı, giyinişlerini, konuşmalarını, yolların durumunu ve oradaki devlet anlayışını açık ifadelerler anlatır. Yolda hayatında hiç yaşamadığı bazı gülünç olayları ve yöre halkının candan ve sevecenliğini anlatır. Kars’a geldikten sonra üniversite yıllarından tanıdığı arkadaşlarını bulur hatta üniversiteden tanıdığı ve boşandığını duyduğu eski aşkı sayılabilecek olan İpek’in sahibi olduğu otele yerleşir. Bütün olanlar boyunca bu otelde kalır. Kente bir yazarın geldiğini ve o dönemde de bir seçim zamanı olması itibariyle kentin ileri gelen devlet görevlileri Ka’nın yanına gelerek ziyaret ederler, konuşurlar ve esas olarak neden Kars’a geldiğini öğrenmeye çalışmaktadır. Ka’nın Kars’a geliş sebebi intihar eden genç kızların ve kadınların neden bu yola başvurduklarını öğrenmek, bunları gazetedeki köşesinde yayınlamak ve yapabilirse halka intiharın kötülüklerinden bahsedip halkı bu yönden uzaklaştırmaktır. Tabi bölgeye böyle ünlü gazetecilerden ve sanatkârlardan fazla gelen olmadığı için halk önce onu yadırgar ama Türk halkının en büyük özelliklerinden misafirperverlikten de vazgeçmezler. Ka’nın şehre geldiğini duyan bazı din taraftarları ve yobaz kişiler onu kendi saklandıkları köşelere çağırır ve onlarla görüşmesini sağlarlar. Amaçları tabii ki kötü düşüncelerini ve geri kalmış fikirlerini ona da aşılamak ve Kars halkının daha da dikkatini çekmektir. Bu arada Ka araştırmalarına devam eder ve intihar eden kadınlarla öğrencilerin çoğunun bunalımda veya aşk acısından kendilerine kıydıklarını anlar. Fakat şöyle bir durum da vardır ki bu ölen şahıslar üniversitede okuyan ve başörtüsü taktıkları için okula alınmayan kimselerdir. Bunu fırsat bilen geri kafalı insanlar devletin dine karşı olduğunu, Kars’taki görevlileri ise ateistlikle suçlarlar. Ka da devlet görevlilerini biraz destekler gibi göründüğünden onu da ateistlikle suçlarlar. Bu gelişmelerin yanında birtakım cinayetler işlenir. En önemlisi ise üniversitede devletin kurallarını uygulayan bir öğretim üyesinin öldürülüşüdür ki bunu yapanlarda laik devlet düşmanı gruplardır. Ka tüm bu olayların üzerinde korkmadan bu tip insanlarla ilişki kurar, çete başlarıyla görüşür ve buradaki saf delikanlı erkeklerin ve bayanların kandırıldıkları anlar. Bir ara kendisini öyle olaylar ve davranışlar içinde bulur ki kendisinin de onlardan birisi gibi olacağını anlayıp kurtulur onlardan. İpek’e aşık olan Ka tüm bu olayların yanında kendinin ne kadar tehlikelerin içinde olsa dahi kendinin İpek’in yanında ve mutlu olduğunu hisseder. Ama bu mutluluğun gerçek mi yoksa zahiri mi olduğunu anlayamaz. Bütün bu olaylar yaşanırken halkın sosyal aktivitesini ve mutluluğunu, gece gündüz kar yağmasından dolayı düştüğünü ve halkın morale ihtiyacı olduğunu anlayan görevliler tarafından bir organizasyon düzenlenir. Bu organizasyonda laik cumhuriyet yanlısı oyunlar oynanır ve örümcek kafalıların amaçlarına ulaşamayacağı anlatılır. Gösteride bulunan çoğu beyni yıkanmış imam hatipli öğrencilerin ve hokkabazların laf atması, sataşması, cumhuriyet rejimini ve devlet memurlarını din düşmanı olarak adlandırmalarından dolayı olaylar çıkar. Olayların sonucu kentte sokağa çıkma yasağı ilan edilir ve ihtilal boy gösterir. Tabii bunu bir çok halk sevinçle karşılarken gericilerin çoğu ve ülkemize çomak sokmak isteyenler nezarethanelere konur ve sorguları alınır. Ka bu olayları pür dikkat inceler. Bir çok şiiri de bu olaylardan etkilenerek yazar. Olayları sıkıca inceleyen Türk polis ve askerinin bu durumlarda nasıl canla başla çalıştıklarını ve ülkeyi korumak için bu gericilere nasıl davrandıkları, ülkemizin bu konulardaki sorunlarına da yazar uzunca dikkat çeker. Ka bütün bunları yaparken bazı dinci lider ve elebaşlarının ifadelerini eline geçirir ve hayretle bir ürperti hissi duyar. Bu insanların kimlerce desteklendiklerini ve yaptıklarını öğrendikçe meğer ülkesinde neler olduğunu ve haberinin olmadığını anlar. Bu insanların Tanrı’nın adını kullanarak ne zalimce işler yaptıklarını, nice cinayetler işlediklerini ve utanmadan bunları Tanrı için yaptıklarını öğrenince büsbütün hayrete düşer. Ka olaylardan etkilenmişti ama korkmaya başlamıştı birazcık. Çünkü bazı dinci kesimler Ka’yı bir ajan olarak görüyor ve kendilerine vurulan darbelerin sebebi olarak onu görüyorlardı. Arada bir tehditler olmasına rağmen polisin Ka’yı koruduğunu zannedip düşüncelerinden vazgeçmişlerdi. Ka bütün olayları incelemişti ve Kars’ı “Dünyanın bittiği yer” olarak adlandırmıştı. Sevdiği İpek’in bile bazı geri kafalılarla işleri ve ilişkileri olduğunu öğrenince kendisini bu şehirde tutacak bir neden kalmayacağını düşünüp şehirden üzüntülü olarak ayrılıp İstanbul’a dönecekti. Ama artık hayattan umudu kesildiği için Ka düşüncelere dalmakta ve İpek’i düşünmektedir. Buna rağmen en sonunda hediyeler ve teşekkürlerle Kars’tan ayrılır. Kars tam olarak düzelmese de uygarlık ve rahatlıklara ilk adımı atmaktadır.
-
Ayın Kitabı: “KAR” Orhan PAMUK …
Kitabın Özeti: On iki yılını Almanya’da sürgünde geçiren Ka Türkiye’ye dönüşünden dört gün sonra, bir röportaj için Kars’a gitmiştir. Burada yapılacak Belediye seçimlerini izleyecek ve intihar eden kızlar hakkında bir yazı hazırlayacaktı. Üniversite yıllarında delice aşık olduğu İpek, eşinden boşandıktan sonra ailesi ile birlikte Kars’ta yaşamaya başlamıştı.. Asıl amacı onu görmek ve aşkını itiraf etmekti. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında İpek ve ailesinin kaldığı Karpalas Oteline yerleşti. Kars’ın sokaklarda yürüdü, işsiz Kürtlerle dolu kahvelerde oturdu. Hevesli bir gazeteci gibi elinde kağıt kalem seçmenlerle görüştü. Eski belediye başkanı, vali muavini ve intihar eden kızların yakınlarıyla görüştü. Ama aklı hep İpekte’idi. Yerel gazetenin sahibi Serdar onu Kars Emniyet Müdürlüğüne götürdü. Yabancıların şehre geldiklerinde ilk uğramaları gereken yer emniyetti. Otele döndüğünde İpekle karşılaştı. Hayal ettiğinden daha güzel bulmuştu onu. İçten bir karşılaşma yaşadı Ka. Bu onun umutlarını daha da arttırdı. Aşk ve mutluluk yakındı artık.... Şehire dışarıdan gelmiş ama kardan mahsur kalmış gezgin bir tiyatro kumpanyası vardı. Şehir hopörlerinden bu akşamki oyun ve şehre yeni gelen şair Ka’yı anons ediyorlardı. Yerel Kars Televizyonu da ilk kez canlı yayında bu oyunu gösterecekti. Şehir bu büyük olaya hazırlanıyordu. İpekle şehrin merkezindeki bir pastanede sohbet için randevulaştılar. Ka şehre geliş nedenini açık bir dille söyledi. Bu bir evlenme teklifiydi! Oysa İpek ona yardımcı olsun diye boşandığı eşi Muhtardan randevü bile almıştı. Muhtar eski bir solcuydu ama şimdi kendini dine vermiş ve Refah Partisinden Belediye Başkan adayıydı. Pastanede onlardan başka iki kişi daha vardı. Kars Kız Eğitim Enstitüsü Müdürü ile siyah elbiseli, ufak tefek yabancı bir genç oturuyordu. Birden silah sesleriyle irkildiler. Genç, müdüre bir kaç el ateş edip oradan uzaklaştı. Türbanlı öğrencileri okula almamakla yobazların tepkisine yol açmıştı. Her aydın gibi savunucusu olduğu ilkeler için taviz vermediği için öldürülmüştü. İpekle Ka oradan hemen uzaklaştılar. Randevu zamanı Muhtar’ın yanına gitti. Muhtar hala İpeği seviyor ve barışmak istiyordu. Ka’nın onu sevdiğinden habersizdi. Polis parti binası bastı ve Muhtarı sorgulamak için götürdüler. Karakolda biraz hırpalanacağı belliydi. Otele dönerken yanına yaklaşan iki genç, intihar eden kızlar hakkında bilgi sahibi biriyle tanışması için Ka’yı bir yere götürdü. Adam gizlilik talep etmek şartıyla röportaj yaptılar. Adının Lacivert olduğunu, aşırı dinci bir grup lideri olduğunu ve polis tarafından tüm yurtta arandığını sonradan öğrenecekti. Otele geldiğinde İpeğe ve babasına tanıştığı bu adamı sorduğunda her ikisinin de bu adam hakkında olumlu şeyler düşündüklerini sezinledi. Kimdi bu Lacivert? Ertesi gün onu Lacivert’e götüren gençler onu tekrar buldu. İmam Hatipte okuyorlardı Necip ile Fazıl.. Ka onları sevmişti. İyi niyetli kandırılmış buluyordu. Necip, her Karslı gibi şiir yazıyor; bilimkurgu yazarı olmak istiyordu. Yazdıklarının bir ünlü şair tarafından değerlendirilmesini istiyordu. Ka’ya platonik aşkından da söz etti. Lacivert’i emniyete ihbar etmediği için Ka’a güveniyorlardı. Şehrin başörtüsünü savunan kızların lideri Kadifeye aşıktı. Kadife ipeğin kız kardeşiydi. Ka bunu duyunca çok şaşırdı. İpek gibi bir modern kızın baş örtülü bir kız kardeşi olamazdı.... Otele döndüğünde kadife ile uzun uzun İslam ve bayrak haline gelmiş türbanı tartıştılar. Akşamki oyun tam da gündemi ilgilendiriyordu. Kara çarşaflara bürünmüş bir kadının oyun sonunda çarşaftan kurtulup, yakmasıyla bitiyordu. Salonun arkasında oturan bir grup imam hatipli gençle birlikte bir kaç kişi daha şiddetli protesto gösterisinde bulundular. İçeriye giren askerler bu grubun üzerine ateş açınca ortalık karıştı. Otele döndüklerinde polis ifadesini almak için Ka’yı emniyete götürdüler. Mit, herkesi olduğu gibi Ka’yı da takip ediyordu. Onun Lacivertle görüştüğünü de tespit etmişlerdi. Hatta pastanedeki cinayet sırasında orada olduğunu da. Ka’yı şok eden bir gerçeği de öğrendi orada. Lacivertle Kadife aşk yaşıyorlardı. Onu Laciverde götüren gençleri emniyette ve morkta tespit etmesi için götürdüler. Necib’i morkta görünce çok üzüldü Ka. Olaylar şehri karıştırmıştı. Tutuklamalar birbirini izliyordu. Lacivertte tutuklananların arasındaydı. O gece İpekle uzun uzun konuştular. Onunla evlenip Almanya’ya götürmek istiyordu. İpek sonunda kabul etti. Yollar açıldığında onunla birlikte gelecekti. Emniyet oyunun bir kez daha sergilenmesini istiyordu. İntiharlar ve türbanın son bulması için tek çarenin grup lideri olan Kadife’nin başını açması olduğunda birleştiler. Laciverttin serbest kalması koşuluyla Kadife teklifi kabul etti. Hapisteki Lacivertle konuşmak yine Ka’ya düştü. Anlaşma yapılmıştı. Tiyatrocu Sunay Zaim’le birlikte oynayacaklardı. Ka emniyette kendisini kahredecek bir gerçeği daha öğrendi. Lacivertle İpeğin ilişkisi vardı. Lacivert şehre geldiğinde onlarda kalırdı ve evlilikte mutsuzluk yaşayan genç kadın yakışıklı bu adama aşık olmuştu. ka her şeye rağmen İpeği istiyordu. Otele döndü ve İpekle tartıştılar. Tiyatro dönüşü birlikte bu şehirden ayrılacaklardı. Bavulunu hazırladı ve salona gitti. Oyunun sonuna doğru, rol gereği Sunay içi boş silahını çıkartıp masaya koydu. Rol gereği onu türbana bağlamak isteyen kocasını tabancayla vuracaktı. Kadife başörtüsünü çıkartıp, tetiğe dokunduğunda silah ateş aldı. Sunay ölmüş; salonda kargaşa çıkmıştı yine. Etrafı çığlıklar ve silah sesleri kaplamıştı. Polis Ka’yı alıp tren istasyonuna götürdü hemen. Şehirden ayrılması daha uygun olurdu. Ka istasyonda İpeğ’i görememişti.bütün hayalleri yok olmuştu. Çıkan olaylarda Lacivert öldürülmüştü. Kadife ise tutuklanıp hapise atılmıştı. İpek ve babası cezasını Kars’ta çeken Kadifeyi her Cumartesi ziyarete gittiler. İpek, Ka ile Almanya’ya gitmeyişinin nedenini kız kardeşine Lercivert’in yerini polise ihbar ettiği için olduğunu söyledi. Ka hayatının son sekiz yılını Frankfurt’ta geçirdi. Arkadan açılan üç el ateş sonucu vuruldu. Görgü şahitleri kaçan katilin siyahlar giyinmiş, ufak tefek bir adam olduğunu söylemişlerdi.
-
Ayın Kitabı: “KAR” Orhan PAMUK …
*** “KAR”... Orhan PAMUK… YAZARIN BİYOGRAFİSİ : Orhan Pamuk 1952'de İstanbul'da doğdu. Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap adlı romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede ve şehrin Batılılaşmış ve zengin semti Nişantaşı'nda büyüyüp yetişti. Otobiyografik kitabı İstanbul'da anlattığı gibi Pamuk çocukluğundan yirmi iki yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı. Liseyi İstanbul'daki Amerikan lisesi Robert College'de okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde üç yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacağına karar verip bıraktı. İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okudu, ama bu işi de hiç yapmadı. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek başka her şeyi bıraktı ve kendini evine kapatıp yazmaya başladı. İlk romanı, Cevdet Bey ve Oğulları yedi yıl sonra 1982'de yayımlandı. İstanbullu zengin ve Pamuk gibi Nişantaşı'nda yaşayan bir ailenin üç kuşaklık hikâyesi olan bu roman Orhan Kemal ve Milliyet roman ödülleri aldı. Pamuk ertesi yıl Sessiz Ev adlı romanını yayımladı ve bu kitabın Fransızca çevirisiyle 1991 Prix de la découverte européene'i kazandı. Venedikli bir köle ile bir Osmanlı alimi arasındaki gerilimi ve dostluğu anlatan romanı Beyaz Kale (1985), 1990'dan sonra da başta İngilizce olmak üzeri pek çok dilde yayımlanarak Pamuk'a uluslararası ilk ününü sağladı. Aynı yıl Pamuk karısıyla Amerika'ya gitti ve 1985-88 arasında New York'ta Columbia Üniversitesi'nde "misafir alim" olarak bulundu. Büyük bir çoğunluğunu burada yazdığı ve İstanbul'un sokaklarını, geçmişini, kimyasını ve dokusunu, kayıp karısını arayan bir avukat aracılığıyla anlatan Kara Kitap adlı romanı 1990'da Türkiye'de yayımladı. Fransızca çevirisiyle Prix France Culture (ödülünü) kazanan bu roman hem popüler hem de deneysel olabilen, geçmişten ve bugünden aynı heyecanla söz edebilen bir yazar olarak Pamuk'un ününü hem Türkiye'de, hem de yurt dışında genişletti. 1991'de, Pamuk'un Rüya adını verdiği bir kızı oldu. Aynı yıl Kara Kitap'taki bir sayfalık bir hikâyeden senaryolaştırdığı Gizli Yüz filme çekildi. 1994'te Türkiye'de yayımlanan ve esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli gençleri hikâye ettiği Yeni Hayat adlı romanı Türk edebiyatının en çok okunan kitaplarından biridir. Pamuk'un Osmanlı ve İran nakkaşlarını ve Batı dışındaki dünyanın görme ve resmetme biçimlerini bir aşk ve aile romanının entrikasıyla hikâye ettiği Benim Adım Kırmızı adlı romanı 1998'de yayımladı. Bu kitapla Fransa'da Prix Du Meilleur Livre Etranger, İtalya'da Grinzane Cavour (2002) ve International Impac-Dublin ödülünü (2003) kazandı. 1990'ların ortasından itibaren Pamuk insan hakları, düşünce özgürlüğü konularında yazdığı makalelerle Türk devletine karşı eleştirel bir tutum aldı, ama siyaset ile fazla ilgilenmedi. "İlk ve son siyasi romanım" dediği Kar adlı kitabını 2002'de yayımladı. Doğu Anadolu’daki Kars şehrinde, siyasal İslâmcılar, askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri arasındaki şiddeti ve gerilimi hikâye eden bu kitap ile yeni tarz bir "siyasal roman" yazmayı denedi. Uluslararası ve Türk gazete ve dergilerine yazdığı edebi ve kültürel makalelerle, kendi özel not defterlerinden yaptığı geniş bir seçmeyi Pamuk 1999 yılında Öteki Renkler adıyla yayımladı. Pamuk'un 2003 yılında yayımladığı son kitabının adı İstanbul'dur. Yazarın hem yirmi iki yaşına kadar olan hatıralarından, hem de İstanbul şehri üzerine bir deneme olan ve yazarın kendi kişisel albümüyle, Batılı ressamların ve yerli fotoğrafçıların eserleriyle zenginleştirilmiş bu şiirsel kitabı sınıflamak zordur. Orhan Pamuk New York'ta geçirdiği üç yıl dışında, bütün hayatını İstanbul'da aynı sokaklarda, aynı semtlerde geçirdi. Şimdi de doğduğu, binada yaşıyor. Otuz yıldır roman yazan Pamuk yazarlıktan başka hiçbir iş yapmadı. Orhan Pamuk'un kitapları, en son Benim Adım Kırmızı'nın Japonca yayımlanmasıyla birlikte otuz dört dile çevrildi. Orhan Pamuk'un son romanı Kar, New York Times Book Review tarafından 2004 yılının en iyi 10 kitabından biri seçildi. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından her yıl verilen Nobel Edebiyat Ödülünün bu yılki sahibi Orhan Pamuk oldu. Orhan Pamuk'a 12 Ekim 2006 tarihinde verilen ödülün aynı gün Fransa Meclisinde kabul edilen ‘Ermeni soykırımı’nın inkârının suç sayılmasını kabul eden yasayı kabul etmesinin aynı güne denk gelmesi tartışmalara neden oldu. Çalışmaları: Benim Adım Kırmızı Beyaz Kale Cevdet Bey ve Oğulları Gizli Yüz Kar Kara Kitap Öteki Renkler Sessiz Ev Yeni Hayat “KAR” Kitabın Konusu: Bu kitapta; Türkiye’nin içinde bulunduğu durumlardan en sorunlusu olmaya meyilli olan “İrtica ve Başörtüsü” konusunun örneklendirerek açıklanması, ülkemizin içinde bulunduğu büyük sorun ve örümcek kafalı kişilerin nasıl masum ve saf Türk halkını kandırdığını ve kendilerine tapınılacak duruma getirdiklerini anlatmaktadır. Bir diğer açıdan ülkemizin nasıl bu durumdan aciz kaldığı bazı konuları verse de, bu konularda duyarlı olduğunu, görevli kişilerin konulara dikkat ve titizlikle yaklaştığını, ancak bazı insanlarımızın burada sömürüldüğünü ana tema olarak işlenmiştir. On iki yıldır Almanya'da sürgün olan şair Ka Türkiye'ye dönüşünden dört gün sonra, bir röportaj için Kars şehrinde bulur kendini. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel şehri ve insanlarını tanımaya çalışır. Kars'ta ağzına kadar işsizlerle dolu çayhaneler, dışarıdan gelmiş ve kardan mahsur kalmış gezgin bir tiyatro kumpanyası, intihar eden ve türban direnişi yapan kızlar, çeşitli siyasal gruplar, dedikodular, söylentiler, Karpalas Oteli ve sahibi Turgut Bey ile kızları İpek ve Kadife ve Ka için bir aşk ve mutluluk vaadi vardır. *tna ***
-
Müslümanların allah katında deve kadar değeri yok
Aynı inanca sahip iki kişinin aynı olay hakkında farklı yorumları... Biri böyle anlamış.. diğeri de böyle... Şu sonuç ortaya çıkyor galiba, insanlar aynı şeyleri farklı yorumlayabiliyorlar... İnançlar da böyle aslında ...Biri tanrısal yaklaşımlar konusunda bir sav atar ortaya... Diğerleride düşünce yapısı yada değerlerine uygun görürse kabul eder... Beklentileri yada korkuları nedeniyle zorunlu kılar kendini... Hele Hele Ortadoğu'nun ta sümerlerden gelip, tanrıların oğlu firavunlarla devam eden, yerini tanrının elçisi peygamberlere bırakan kültürel algılamanın Öbür tarafa dair beklenti ve korkularıyla oluşturulmuş düşünce yapısıysa söz konusu olan şu cümleler çok rahatlıkla kurulabilyor... Öyle değil mi ? ... "ya doğruysa"... Ajitasyon yada beklentiler,korkular dile getiriliyor... Yapılmak istenen hangisiyse farketmiyor... Turan dursunla yola çıkıp bugünlere geldiğini öne süren bir zihniyet kendi ön görüşlerini yadsınamaz doğrular olarak öne sürüyor... Bize de şaşkın şaşkın bakmak yada düşünmek kalıyor... "ya doğruysa"... Öyle ya birileri herkesi kendisi gibi sanıyor... Kendi anlatımlarıyla, "Meal bile okumamışları mat etmeyi" meziyet sananlar, şimdide kalkmış inançsızları adam etmek için misyoner yaklaşımlarıyla ajitasyon üretiyor... "hadi bi canlandırın gözünüzde ya doğruysa????" Değerlendirme yapabilecek bir aklı olmayan bizlere de "şaşkın şaşkın bakmak yada düşünmek kalıyor"... "hiç ölmemek söz konusu ebedi bir azap ya da ebedi bir mutluluk" arasında seçim yapmamız gerekiyormuş Aslında onun gibi düşünüp değerlendirmemiz gerekiyor galiba...kormamızda gerekiyor..."ya doğruysa"...
-
Cimaya bak veledini tanı
Çok merak ediyorum... Siz Voltaire'nin yazdığı kitaplarından bir tek satır okudunuz mu? Siz Voltaire'nin yazdığı kitaplarından herhangi birini, başından sonuna kadar sıkılmadan okuyupta mı bu kendi fikrinizi edindiniz ve belirtiyorsunuz? Şimdi bana tepki duyacaksınız ama ya yazılanları baştan savma okuyorsunuz... yada amacınız başka işinize geleni anlayıp "Bu sözleri söylemiştir. Uydurma değil." diyebiliyorsunuz... Ardından"Voltaire'nin hayat felsefesini bilmeyenlere" Akıllar veriyorsunuz... Siz Bildiğinize göre bize "Voltaire'in" Hayat felsefesini özetler misiniz Lütfen...?
-
Yaşasın Ateizm !
*** Siz doğunca nufusunuza yazdıkları için mi bu inancınızı taşıyorsunuz...? Yoksa Atadan gelme hepimiz Elhamdurullah buna inanmalıyız dediler diyemi... Yada inanalımda ya varsa başımız derde girmesin yaşamın birde ölümü var diyemi Yoksa hiçbir dayatma,özendirme ve korku yaratılmadan değerlendirmeler yapıp özgür iradenizle inançlarınıza ulaştınız?.. Sizin çevrenizde bu kadar gönüllü misyoner varken hiç kimsenin düşünsel etkisi altında kalmadan mı İnancınızı pekiştirdiniz? Sizin inanmak için aradığınız sebep nedir? Diğerlerini inanmamak için sebep aradıklarına dair bir tesbitte bulunmuşsunuzda ondan soruyorum... Aslında farkında olmadığınız şey o insanların düşünüyor ve sorguluyor olmaları... O sebep sandığınız şey ise sizden farklı olarak, düşünerek ulaştıkları, varsaydıkları sonuçlar... Siz var sayıyorsunuz...Diğerleri yok sayıyorlar... Siz var saydığınız için yok sayanları varsaydığınız cehennemde yanmaya gönderip sonra da üzülüp vicdanlarınızı rahatlatmaya çalışıyorsunuz... Yok sayanların sizi hiç cehennemlerde yakmaya çalışıp, derilerinizi yüzmeye yeltendiklerini, acıyı işkenceyi insanlara reva gördüğünü hiç duydunuz mu? Peki bir varlığın olduğuna inanmakla,yokluğuna inanmak arasındaki fark nedir? Var olduğunu yada yok olduğunu ispatlayamazsanız varsayımlardan öteye gidebilirmisiniz? Sebep arar bulamaz, kendini kandırır diye devam etmişsiniz... Sizde sebep arayıp varsayımlardan öteye gitmeyen sonuçlar üreterek kendinizi kandırıyor olamazmısınız?.. Siz Kendinizi bir inanan olarak kabul edip, Ardından ayrıcalıklar yaratarak öbür alemden kendinize yazık olmayacak yere sahip olmak kaygısıyla diğerlerine üzülmeye çalışmakla varsaydığınızın sevgili kulu olduğunuzu mu?... Yoksa sizin varsayımlarınızı kabul etmeyen diğer insanlara acıyarak kendinizi iyi bir insan olarak mı hissediyorsunuz? Ne biliyorsunuz sizin doğru yolda olduğunuzu?... Birisi size tanrının ağzından kitap yazdırmış diye mi?... Öbür alem kaygısıyla sorgusuz sualsiz tamam inanmalıyım dediğiniz için mi? Dünyayı ve yaşamı yorumlarken inanışlarında oluşturduğu varsayımları ve hezeyanlarını da dayatan algılamalarıyla öğütler verip, birde bunları Arap yarım adasının kültüründeki (liderlerin, bir bilenin), dönemin birbirinden kopuk yaşayan küçük topluluklarına yol gösteren, onlara tanrısal güçlere dayalı korkularla önderlik eden peygamberlik müessesesinin yaklaşımlarıyla düşünce ve varsayımlarına illada inanılsın diye cennet ödülü ve cahennem cezası dayatmalarına karşı koyamayarak... Allah korkusunu öne çıkarıp, acaba ne, nedir diye düşünce bile üretmekten erinip, kitapta yazılanların eğrisini doğrusunu kıyaslamadan koşulsuz varsayımlarda ön kabullerde bulunarak..." Kendini kandırır öyle yaşayıp gider" dediğiniz kişlerden kendinizin çok daha tutarlı,farklı olduğunuzu mu sanıyorsunuz?.. Gerçekten kendinizi kandırıyor olabildiğinizi farketmeden,tutarlı bir yaşam sürdürdüğünüzü mü düşünüyorsunuz? *** Sizin gibi ciddi söylemek gerekirse, Kendinizi olduğunu sandığınız yerde farkında olmadığınız çelişkileriniz çok fazla... Ama olsun değil mi?...Nasıl olsa siz inanıyorsunuz...Diğerleri sizin varsayımlarınızı kabul etmedikleri için acınacak üzülünecek varlıklar... Sizler varsaydığınız allahın sevgili kulları... Diğerleri yoksaydıkları allahın kötü kulları... *** Peki bir varlığın olduğuna inanmakla,yokluğuna inanmak arasındaki fark nedir? Var olduğunu yada yok olduğunu ispatlayamazsanız varsayımlardan öteye gidebilirmisiniz? Ama siz düşünmek sorgulamak yerine acımayı ve samimiyetsiz üzüntüler göstermeyi tercih ediyorsunuz... Ve ne kadar olumlu farklılıklarınız olduğunu sergiliyorsunuz... *** Ama gelen yanıtlar hiçte öyle olmadığını gösteriyor... Farklı değerlendirmeleri reddetmek yerine yazılanı çizileni anlamak, değerlendirmek adına tekrar okumanız için alıntılıyorum... Dinden imandan olmak,günaha girmek gibi bir korkunuz yoksa yada tek misyonunuz kendinizi ayrıcalıklı görüp misyoner mantığıyla yaklaşmıyorsanız... Bu sefer farklı görüşleri algılamak, hak vermesenizde ne dendiğini anlamak için okuyunuz... Unutmayın ki sizdeki akıl herkeste var, belki olmayan öbür taraf korkusudur... Gerçek yaşamın öbür taraf değil burası olduğunu ve koşulsuz insani değerlerin öne çıkarılmasını savunuyorlardır... İnsanlarla ilişkilerinde, dinsel baskılar yada öbür taraf korkusuyla değil Evrensel ve Medeni değerleri önemsedikleri için davranışlarını belirliyor,sergiliyor ve uyguluyorlardır... Olamaz mı?... Görünen gerçeklerle görülmek istenenler farklılaşınca... Olamaz diyor bütün ön yargılı olanlar... *** Farklı değerlendirmeleri, işine gelmeyince hakaret kabul edip reddetmek yerine yazılanı çizileni anlamak, değerlendirmek adına tekrar okuması için alıntılıyorum...
-
Tanrı'dan Tanrı'ya, Topraktan Toprağa...
Tersine üretilen her cümle...Ajitasyon...Çarpıtma... boş laf...
-
Bu Ney Peki Tanri Uludur
Sevgili tengrin; Yapılan şikayetleri, rahatsız olunuyor varsayımını bir kenara bırakarak, edinim ve düşüncelerini yazmaya devam etmelisin... Yazdıklarının içinde katılamadığım noktalarda olsa içeriğinin tutarlı, bilgiye ve araştırmaya dayalı olduğunu bildiğim için her zaman ne yazdığını ve ne anlatmaya çalıştığını merak ederek okuyorum... Yani bilmen gereken,sıkılıp şikayetci olanlarında, anlamak kavramak ve hak vermek yada farklılıklarını vurgulamak düşüncesinde olanlarında var olduğudur... Tercihin her koşulda yaralı olacak paylaşımlara katkıda bulunmak olmalıdır... Düşüncelirine katılan yada eleştiren, tartışma adabını edinmiş çoğunluk tarafından, senden beklenen de bu olsa gerek... sevgiler...
-
Şeriat gelirse neler olacak-2
Göndermiş olduğunuz mesajınızdan bu yana, sizi daha iyi kavrayabilmek adına dikkatle takip ediyorum... Şu ana kadar inancınıza biçtiğiniz değeri, duygusal yapınızın, kadınsal içgüdülerinizin şekillendirdiğini ve olabildiğince objektif olmaya çalıştığınızı farkettim... Yaşamınızda bu güne kadar hangi değişimleri yaşdığınız ve inançsal yönünüzü nelerin etkilediğini bilemem ama kendi değerlerinizi yaratmaya çalıştığınız belli oluyor... Kadınsal içgüdüleriniz ve karşı cinse bakış açınız hakkında yazılarınızdan bazı mesajları vermeye çalışıyorsunuz... Ancak "İslamı yaşayan bir erkek o kadına kafasını kaldırıp bakmaz" ve "bir sarı saçın peşine gidebilecek bi ton erkek biliyorum çevremde" ifadeleriniz bir erkekten beklentilerinizi ve eleştirilerinizi ortaya koyuyor... Bence Yaşamda erkeklerin ahlaki değerlerini, inançlarına bakarak değerlendirmeyin... Çünkü yanıldığınızı anladığınızda çok geç olabilir, duygusal ve inançlarınız açısından onarılamaz yaralar alabilirsiniz... Ahlaki değerler, hangi eğitimi, kültürü almış, hangi inancı benimsemiş olursanız olun erkek yada kadın içgüdüler kontrol edilemezse, sonuçta verdiğiniz o örnekler yaşamın doğallığı ve gerçekleri içinde her zaman yaşanacaktır...Tek fark eğitim,kültür ve inançsal değerlere bağlı olarak kişilerin kafalarında oluşturdukları, kendilerini haklı görmeye çalışmak adına yaratacakları kılıflar ve bahanelerin çeşitliliği olacaktır... Bu nedenle;"cidden merak ettim siz medeniyetin hangi aşamasındasınız ?" ifadenizde kullandığınız medeniyet kavramı aslında bilinç altınızda hangi değerlerin öne cıkması gerektiğini düşündüğünüzün, ama farklı algılamaları dillendirdiğinizin mesajı olarak ortada duruyor... Bu açıdan ele alarak belirtmek gerekirse, eğer medeniyet aşamamız ve algılamamız eğer diğerinden bir alt seviyedeyse bir üstünüzün yaklaşım düşünce ve davranışları kavramakda zorluklar yaşayacağımız bir gerçek... O nedenle birilerini yargılamak, yada sorgulamak adına bu tür soruları sormak, soran kişileride açmazlara ve çelişkili durumlara götürebilir... Çünkü bahsettiğiniz kavram, insani ve ahalki değerleri ele aldığımızda, yaşamda ve toplum içinde edinilen yere göre sürekli çeşitlilik gösterir... *** Yukarıdaki ifadenizden şunu algılıyorum... İslamın Kadına verdiği hakları siz anlamışsınız...Ve anlayamayanlara, "keşke... "bir anlasaydınız" diye dikkatlerin çekiyor ve uyarıyorsunuz... Ancak bence bu hayıflanmadan öteye gitmeyecek bir ifade tarzı...Tabi devamını getiremezseniz... Yani...Anlayamayanlara, anlayan birinin yardımcı olması, anlaşılır bir dille anladıklarını ifade etmesi gerekkir ki konu havada kalmasın... Bence anlayamayanların anlayabilmesi için "İslamın kadına verdiği hakları" tek tek ifade etmelisiniz... Ancak, "Medeniyetin aşamalarından","Hak kavramından" bahsettiğinize göre İslamın dini yasalarının verdiği haklarla, günümüzün medeni yasalarının verdiği haklar arasında da kıyaslamalar yapmak gerekir diye düşünüyorum... Bir de objektif davranmaya çalışan duyarlı kişiliğinizi öne çıkararak kadının inançlar eliyle elinden alınan haklarını da dile getirceğinizden eminim... Her ne kadar, "halaaaa günümüze göre de doğrudur" desenizde... Ben yine de "siz medeniyetin hangi aşamasındasınız ?" diye sorabilen ve demek ki, medeniyetin kişiler üzerinde yarattığı olumlu etkilerin ve kazanımlarının farkında bir kadın olarak "İnsani ve Evrensel haklarınızı bildiğinizi"... Ve onları koruyabilmek adına; inançlarınızın dışında da değerlendirmeler yapabilecek ilkesel bir duruş ve medeni düşünce yapısına sahip olduğunuzu varsayıyorum... *tna
-
Turi sinin ne anlama gelir ?
Detaylı ve bilgilendirme açısından anlaşılır bir araştırma yapmışsın katakuta... "Özellikle müslümanlar" diye başlıyarak devam ettirdiğin ifadende olduğu gibi, sorduğun soruya yanıt vermek yerine her zaman olduğu gibi farklı yaklaşımlar üretilmiş... Oysa karşı görüşleri anlamak kavramak ve hak vermek adına bilgiye ve araştırmaya dayalı daha tutarlı yaklaşımlar yararlı olabilirdi... Hala daha çok geç sayılmaz... "Bu bol alıntılı, fantastik bi o kadar mitolojik tefsir çalışmanızı tebrik etmek gerek." "Bunları akla dayanarak söylendiğine inanmıyorum" diye görüş belirtenler, yaptığın bu araştırmanın içeriğindekilere değişik anlamlar yüklemeye ve faraziyeler üreterek sunumlarda bulunmak yerine akla mantığa uygun görüşlerini yazarlarsa, okuyan herkesin hala aydınlanabilme şansı var... ...
-
Yaşasın Ateizm !
Katakutanın sorduklarının yanıtı bu yukarıda yazdıklarınız olmadığının sizinde farkında olduğunuzu sanıyorum... Ama yinede bunları yazmışsınız... Bir kaç ileti yukarıdaki, yazılanları tersten okuyarak sığ yanıtlar üreten şahsiyetlerin maymun resimli geyikleri sizin de üzerinizde etkili oldu da, sizde, foruma geldiğinizden bu yana aklı başında yazılar yazma çabalarınızı bir kenara bırakarak, bu güne kadar korumaya çalıştığınız seviyenizi aşağılara çektiğinizin farkında değil misiniz?... Eğer yazıları anlamak yerine tersten okuyarak bir sonuca ulaşmak söz konusu ise... son iletinizden şu çıkarımlarda bulunabiliriz... İnekler Hindistanlıdır... Bütün Maymunlar ateisttir... Ayrıca diğerlerinin değişiyle ateistlerin atasıdırlar... *** Zavallı Hayvanlar aslında Tanrı kavramının da farkında değiller... Ama amaç bel altına çalışmak olunca, kişilere alayvari tekniklerle sataşmanın malzemeside yine onlar oluyor... Üstelik bunu yapanlar, kendilerince değerli kıldıkları inançlarını fütursuzca kullandıklarının ve inandıkları değerleri ayaklar altına aldıklarının farkında bile değiller... Bir şeye inanıp savunmak yada karşı çıkıp eleştirmek Maymun resimleri yapıştırmakla olmuyor... Herhangi bir konu hakkında eksik yada kulaktan dolma bilgilerle yaklaşımlar üretmek kişileri bu yaklaşım ve tavırlara sürüklüyor kendiliğinden... Bu kişiler, eğitimlerini sürdürürken edindikleri alışkanlıkları günlük yaşamlarına da yansıtıp, Bilgi edinerek düşünmenin yerine, fikir edinerek konuşmayı tercih ediyorlar... Yazdıklarından "Darvin'in Evrim teorisi" hakkında bir satır bile okumadıkları anlaşılan bu şahsiyetler, tartışabilmek ve karşılıklı görüşleri öne sürmek yerine, yaklaşımlarını maymunlar ve ateistler noktasına kadar getirerek geyik tarzlarını ve zeka seviyelerini sergiliyorlar... *** Aslında kişiler özlerinde var olan insani değerlerinin ve zeka seviyelerinin derecesini sergilemekte özgür... Birde bunu yaparken Bilgi sahibi olmadan fikir öne sürmeye kalkılınca... Ardından ister istemez yaklaşım, düşünce ve davranışlarda ki sığlıklar kendiliğinden ortaya dökülüveriyor...
-
Cimaya bak veledini tanı
Bu kadar kesin konuştuğunuza göre... Zengin bir hayat sürmediğine dair bilgi,kaynak ve tarihsel belgeleri bize aktarmak gibi sorumluluğu da yüklenebilirmisiniz?... Gerçekleri öğrenmek adına merakla bekliyorum... Kulaktan dolma bilgileri yazması kolay,size böyle söylenmiş sizde kolayca yazıyorsunuz... Bilim dalı, kaynak gibi laflar edip, koskoca tarih yanlış yada siz gibi iddialı konuşmak kolay... Doğruları, gerçek olan bilgileri içeren kaynak ve belgeleri verebilmek o kadar kolay mı bilemem... Ama Siz, Ben bana söylenenlere inanır ve iddialı olarak yazar geçerim diyorsanız o başka...
-
Atatürk - [Laiklik\Demokrasi - Şeriat]
İslamiyet inancını kendi anlayış ve bakış açınızla yorumlamaya ve bizlere ifade etmeye çalışırken... Var olan çelişkilerinizin içinden en çok dikkatimi çekenlerden birini ele alarak... (Allah'a inanan ve Kur'an'ı okuyan herkes bilir ki zaten İslam "gerçek"leri kapsayan ve "doğru" yola ulaştıran genel bir ifadedir) diyen diğer arkadaşlara... Şu soruyu yöneltmek istiyorum... Yukarıdaki alıntıda İslamiyet İnancına temelden zıt olan bir çelişki var mıdır.? Eğer okuyupta gözünüzden kaçmış mıdır acaba diye ben alınıtıladım...Yanıtlarınızı okumak istiyorum ?.. *** Biliniyor ki, uzun cümleleri ve satır sayısı çok olan metinleri algılamak oldukca güç oluyor... Çoğu zaman bu nedenle yazılanların içeriğindeki çelişkileri algılayamıyoruz... Bazı arkadaşlarımız da inançlarına yakın olduğunu kabul ettikleri kişilerin yazdıklarını okuyup anlamak şöyle dursun, çoğu zaman yazılanları nasıl olsa bizden biri ön kabulüyle, özenle değerlendirme yapmıyorlar... Kavramış bile olsalar eleştirmek,yada eleştirel düşünebilmek yaklaşımında olamıyorlar... Ama kolay olan nokta var inançlarına uymadığını kabul ettikleri kişilerin yazdıkları doğru bile olsa kabullenmek gibi dürüst bir yaklaşım göstermek yerine karşı çıkmak kolaycılığını sergiliyorlar... Anlasalarda anlamasalarda... *** Sayın Derman; Kandi pencerenizden bakarak İslamiyet ve Demokrasi hakkında görüşlerinizi öne sürmüşsünüz... Sizinle, yazınızda anlatmaya çalıştığınız İslamiyetin özünde barındırdığı Demokrasi konusunda aynı frekansta ve anlayışta değiliz... Taban tabana zıt olduğumuzda söylenebilir... Büyük ihtimalle bu konuda düşüncelerimi aktardığım yukarıdaki yazılarıda okumuş olmalısınız... O nedenle aynı şeyleri tekrar olacağı için vurgulamak istemiyorum... Belirtmek isterimki aşağıya alıntılayacağım paragrafınızdaki ifadelerinize bende katılıyorum... Ancak; belirtmek isterim ki; Bizi toplumumuza atıfta bulunmuşsunuz ama...İslamiyet var olduğundan bu yana hiç bir toplum bu öğretiyi anlayabilmiş değildir...Her Öğretide olduğu gibi yine birileri bu öğretinin içinde de var olan boşlukları kendi görüş ve yaklaşımlarıyla doldurmuşlardır... (Kendi Hurafe ve Safsatalarıyla demiyelim... Çünkü hemen tepkiler geliyor.(!)..) Bu bence anlamak ve benimsemek meselesi değil,kişi yada toplumların ihtiyaç ve değerlendirmelerine göre şekil alan algılama sonuçlarıdır...Günümüzde de İslamiyeti farklı değer yargılarıyla değerlendirip algılayarak, yaşamlarını şekillendiren cemaat, toplum ve ülkeleri sıralamak mümkün... Yazınızı okuyunca çağrışım yaptı ve bir arkadaşımızın açmış olduğu... "Kuranın bir süpermarket gibi algılandığı...İsteyenin istediğini satın aldığına dair..." Hem espirili hemde bu algılamalara dikkat çeken başlık geldi aklıma... Yazınızın içeriğini ve İlk başta yaptığım alıntıda anlatmak istediklerinizi ele alırsak, Muhammedin bile kendi öğretisiyle,hem inanç hemde toplumların yönetilmesi konusunda çelişkiye düştüğünü, okunan ezanda "Allahuekber" denmesine izin vererek Şirk koşulmasına neden olduğunu söylemek mümkün... Geçmişten bu yana yaşanan ve bahsettiğiniz "çoook uzak" gelecekte de yaşanaçak bir gerçek var ki; Öğretilerin içeriği benimsenmekte ve anlaşılmakta zorluklar ve kavram karışıklıkları barındırıyorlarsa Toplumlar onu anlamak ve kavramakta çelişki yaşadıkları gibi, Çoook rahatlıkla içeriği boşaltılarak kişi yada sınıfların sömürü aracı olarak kullanılabiliyor... Bence yazdıklarınızdan çıkarılacak faydalı ve yararlı özet bu.(!) Farkındamısınız, yada yazınızı okuyanlar farkettiler mi bilemiyorum?... Siz de aynı yaklaşımı sergiliyorsunuz... İster Demokrasi, ister İslamiyet inancı olsun boşluklarını kendi algılamalarınızla istediğiniz gibi doldurup bize sunmaya çalışıyorsunuz... *tna
-
Darwin Yanlış Mıydı..?
"Maymunlar bizim atalarımızdı" diyen bilim adamı sıfatında kişiler elbette var değerli kardeşim... Ancak sizin dediğiniz anlamda değil... Bunu söyleyenler bilim adamı da değil... Bunu söylemiş bir tek bilim adamını örnek olarak gösteremezsiniz... Evrim teorisi "Maymunların bizim atalarımız" olduğunu söylüyor diyerek... Bu söylem içinde olanlar bilim adamları değil... Evrim teorisine dinsel inançları nedeniyle karşıt olanlar... Teorinin özünü tartışmak yerine onu sulandırmaya, yapay demagojik çıkarımlar üretmeye çalışanlar... Bilim adamı sıfatıyla ortaya çıkan HY ve onun gibiler biliyorlar ki... Teorik tartışmalar, günlük yaşamın zorluklarıyla uğraşan büyük çoğunluğun uzak durduğu ve bu nedenle sulandırılarak rahatlıkla dejenere edebilecekleri, kavram karışıklıkları yaratacak sloganvari yaklaşımlarla kafaların karıştırılabileceği konulardır... Oysa sizin yapmanız gereken birilerinin ajitasyonlarıyla, kulaktan dolma yaklaşımları dillendirmek yerine... Duyarlı ve tutarlı yaklaşımlar sergilemenin gereğine inanıyorsanız... Konu hakkında, teorinin kendisi üzerine yazılmış yayınları okuyup, araştırıp, öğrenip ve gerçekten kavradığınıza kanaat getirdikten sonra düşüncelerinizi belirtmelisiniz... Tabi, bilimsel konularda bilgi sahibi olmadan görüş belirtmemek gibi bir kaygınız varsa ... *tna