Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. *** Gazeteci Ahmet Şık'ın tutuklanmasına neden olan ve henüz basılmadan dijital ortamda imha edilen kitabı 'İmamın Ordusu', dün '000Kitap' adıyla 125 imzalı olarak yayımlandı... Hazırlanan "000Kitap", Şık'ın kitap taslağını temel alıyor. Ancak "000Kitap", 125 gazetecinin yaptığı redaksiyonları da içeriyor. Kitabın adının alt başlığı da "Dokunan Yanar".
  2. Dersim’in mazlumları CHP’yi rahat bırakmaz EĞER ortada... - MAĞARALARDA zehirli gazlarla öldürülen masumlar varsa... - Kayıp çocuklar varsa... - İdamdan önceki son sözü “Kerbela’nın evlatlarıyız, hatasızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir” olan bir adam varsa... - Çocuk, kadın, yaşlı dinlemeden gerçekleştirilmiş bir katliam varsa... CHP, Dersim konusunda asla ve kata gün yüzü göremeyecektir. Dersim’in mazlumlarının seneler öncesinden yükselen ahları, CHP’yi onulmaz bir belayla baş başa bırakacaktır. * * * - İster Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ü susturmaya çalışsınlar... - İster olayı kapatmaya, örtmeye, hiçbir şey olmamış gibi sunmaya çalışsınlar... - İster “isyan edenleri devlet öldürmeyecekti de ne yapacaktı?” şeklinde pişkince açıklamalar yapsınlar... - İster “dönemin koşulları” desinler... - İster “feodalite”den dem vursunlar... Hiç ama hiç fark etmez. Bugün Hüseyin Aygün’ü sustururlar, yarın Hüseyin Aygün’ün oğlu Hasan Aygün çıkar... Onu sustursalar, bu sefer iş “torun Aygün”e kalır. Yani demem o ki: Madem mazlumların ahları höt-zöt’le bastırılamaz, o halde çare yok: Geçmişle esaslı bir hesaplaşmaya girişilecek.
  3. İktidardakiler Dersim’i dert ediyorlar mı? - EĞER Dersim’i gerçekten dert etselerdi... Dersim mağaralarında “fareler gibi” zehirlenen Alevi Kızılbaşları hatırlamak için, bu konunun CHP içinde iç karışıklığa yol açmasını beklemezlerdi. - Eğer Dersim’i gerçekten dert etselerdi... Dersim’in üzerine bomba yağdıran Sabiha Gökçen’in adının bir hava alanına verilmesinden büyük azap duyarlar, bir şeyler yapmaya çalışırlardı. - Eğer Dersim’i gerçekten dert etselerdi... Konuyu CHP’yi vurmak için kullanmak yerine Dersim için bir “hakikatleri araştırma komisyonu” kurup olup bitenlerin açığa çıkarılması için çaba harcarlardı. - Eğer Dersim’i gerçekten dert etselerdi... Katliamın sorumluları arasında yer alıp da sonradan Demokrat Partili olmuş Celal Bayar ve Fevzi Çakmak gibi isimleri zikretmekten özenle kaçınmazlardı. - Eğer Dersim’i gerçekten dert etselerdi... Alevi katliamlarına dinsel meşruiyet sağlayan eski şeyhülislamlardan Ebusuud Efendi için “gurur kaynağı” gibi sıfatlar kullanmazlardı. - Eğer Dersim’i gerçekten dert etselerdi... Dersim’de idam edilen Dersim seyitlerinin mezarlarının bulunması için küçücük de olsa bir çaba sarf ederler, seyitlerin torunlarına bir cevap verirlerdi. - Eğer Dersim’i gerçekten dert etselerdi... Alevi toplumunu biçimlendirmek, şekillendirmek ve istenen kıvama getirmek yerine olduğu gibi kabullenerek haklarını teslim etmeyi içlerine sindirirlerdi.
  4. ***
  5. Sevgili dayı bak bakalım içinden beğeneceklerin çıkacak mı? En alttaki sana yakışır.... "Have a great DAY!" Forumun " Harika bir Dayısı Var" Anlamında bile okuyabiliriz... Sevgilerimle....
  6. *** Eleştirel düşüncenin önündeki engeller *** Eğer belli bir akıl yürütme hatalıysa, anlayışımızı nasıl geliştirebiliriz? Akıl yürütmeyi hepten bırakarak mı? Yoksa hatalarımızı dürüstçe inceleyerek mi? akıl yürütme ve/veya kanıtlara saygı duymamak veya engelleyici başka karakter özellikleri (Düşünsel kibir, dinleme isteksizliği, düşünsel tembellik) o kişinin eleştirel kapasitesini azaltır. Kendisini ve çevresini tanıma yeteneğini bir kenara bırakmış olan bir insan, bilinci sıklıkla ya “metafizik ve sonsuz bir varlık” veya “ruhsal durum ve beyin hallerine” indirgenebilen bir şey olarak algılar. Bu durum “Eleştirel düşüncenin” önündeki en büyük engellerden biri olan karmaşık olayları siyah-beyaz haricinde görme isteksizliğidir. Oysa yaşamı ve çevremizde var olan gerçekleri daha iyi algılamamızı sağlayacak başka seçenekler de vardır. Eğer kişi başka seçenekler varken sadece iki tanesini görüyorsa bu “yanlış ikileme” sebep olur. Eğer yanlış ikilemlerle düşünürsek yanlış sonuçlara varırız. Örneğin; eğer “Seçenek A” yanlış ise “Seçenek B” doğru olmalı gibi. Aynı şekilde karşımızdaki eğer “X görüşüne” sahip değilse, “Y görüşüne” olmalıdır gibi. Siyah-beyaz düşünce çoğunlukla karmaşıklıktan ve kesin cevapların yokluğundan doğan belirsizliği reddetme veya bununla başa çıkamamanın sonucudur. Bilmeme veya belirsizliği kabul etmediğimizden yanlış sonuçlara ulaşmak gerçek ya da merakla ilgili değil, avunmayla ilgilidir. Eleştirel düşünen kişi belirsizliklerle başa çıkabilir ve bilgisiz olduğu alanların farkında olmak, anlamak ve öğrenmek ister. Bu kişiler geçerli kanıtlar ve geçerli kanıtlara dayalı cevapları bekleyebilirler. Eleştirel düşünce, düşünsel bağımsızlığımızın kilitlerini açmak için olan anahtarları bize sağlar. Böylelikle problemleri kendimiz çözmeye istekli ve yetkin oluruz. Bizi ani kararlardan, olayları gizemli bir hale getirmekten, bize verilmiş olan genel kanıyı, otoriteyi ve geleneği sorgulama korkusu, çekintisi ve isteksizliğinden uzaklaştırır. Bizi düşünsel disipline, fikirlerin açık ifadesine ve kendi düşüncelerimizin sorumluluğunu kabul etmemize yaklaştırır. Tüm alanlarda mümkün olan en iyi bilgiyi edinmeye ve akıl yürütmeye hevesli, aynı zamanda kendi düşünce biçimlerindeki hataları kabul edip düzeltmeye istekli toplumların bireyleri bir arada yaşarken karşılaştığımız sorunlara çok daha etkin çözümler üreten gerekli araçlara da hakimdirler. “Eleştirel düşünceyi” öğrendiğimiz zaman, disiplinli bir şekilde bilgiyi ve düşüncelerimizi değerlendirme becerisini kazanarak bireysel olarak güç kazanmış ve içinde yaşadığımız toplumun geleceğine yatırım yapmış oluruz. ***
  7. *** ELEŞTİREL DÜŞÜNCENİN ÖNEMİ *** Eleştirel düşünce şüpheciliği benimser. (septisizm) Şüphecilik bazılarının sandığının aksine yeni fikirlerin değerlendirmeden reddedilmesi anlamına gelmez. Şüphecilik kararımızdan kuşku duymamızı ve biz sunulan iddialar hakkındaki kararı geçici olarak askıya almamızı söyler. Böylelikle karşılaştığımız iddiaları ‘ irademizin dışında ’ kabul etmemizi engelleyerek iddiaları incelememizi, arka planda yatan mantığı, varsayımları ve eğilimleri görmemizi sağlar. Şüphecilik fikirlerin değerlendirmeden reddedilmesi değil, kararımızdan kuşku duymak ve geçici olarak askıya almaktır. Bir iddiayı meydana getiren akıl yürütme, duygulara ya da toplumsal baskılara göre değil, sağlam temellere dayanan mantığa göre olmalıdır. Çünkü bir iddianın doğruluğu, kişisel varsayım ve duygusal algılara ya da ‘ belli sosyal guruplarda kabul görmesine ’ göre belirlenmez. Bazı insanlar, ‘ akıl yürütmenin bir değeri olmadığını ’ (çünkü insan işi olduğunu) söylerler. Akılcı düşünceye karşı olmak bindiğimiz dalı kesmek gibidir. Çünkü ‘ akıl yürütmenin bir değeri olmadığını ’ söylerken, gerçekte akıl yürüterek onun değersiz olduğunu ileri sürmeye çalışıyorsunuz demektir. Bunun böyle olduğunu söylemek, buna inanmak ya da öyle olduğunu kabullenmek bir insan için akla uygun bir duruş, bir kabul, bir inanç ve düşünce değildir. (Çünkü bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etmek: özetle akıl yürütmek insanın onu diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliğidir.) Akılcı düşünce, anlık ve önemsiz bile olsalar yaşantımızı sürdürürken verdiğimiz karar ve vardığımız yargılarımız için vazgeçilmezdir. ***
  8. *** ELEŞTİREL DÜŞÜNCENİN ÖNEMİ Bir iddiayı meydana getiren akıl yürütme, duygulara ya da toplumsal baskılara göre değil, sağlam temellere dayanan mantığa göre olmalıdır. Çünkü bir iddianın doğruluğu kişisel duygulara ya da belli sosyal guruplarda kabul görmesine göre belirlenmez. *** “Birine bir balık verin, o gün karınları doyar. Birine balık tutmayı öğretin ve bir daha aç kalmazlar.” Bunun gibi atasözleri yeni beceriler öğrenmenin insanı nasıl kendine yeten birine dönüştürdüğünü hatırlatıyor. Bu durum en çok eleştirel düşünce için geçerlidir. Bir problemin çözümünü ezberlerseniz belki o problemi ustalıkla çözebilirsiniz. Eleştirel becerinizi geliştirirseniz birçok yeni probleme etkili çözüm sağlayacak 'zihinsel becerilere' sahip olursunuz. Sorun ve zayıflıkları kabul edip kendi düşüncemizi eleştirebilme yetisi ve isteğine sahip olduğumuz zaman, düşünce süreçlerimiz gelişir ve böylece daha kapsamlı düşünüp değerlendirebildiğimiz gibi, yanlış fikirleri ve ideolojileri daha rahat tanımlayıp, reddedebiliriz. Eleştirel düşünce sadece 'daha fazla' düşünmek değildir. Kişi yanlış bir fikri savunmak için veya yanıt alınmadan önce tekrar formüle edilerek sorulması gereken bir soruyu yanıtlamak için olağanüstü çaba harcayabilir ama eğer kendi yaklaşımlarındaki hatalar ve eğilimleri dikkate almıyorsa eleştirel bir biçimde düşündükleri söylenemez. Kendi düşünce biçimimizdeki yetişme ve kültürden gelen eğilimleri fark edip yok etmek ve kendi inançlarımızı daha iyi bir şekilde düşünmeyi istememiz gereklidir. Eleştirel düşünmeye başladığımızda benimsediğimiz ‘ düşünce, anlayış ve inançlarımız ’ artık ' değişmez ' değildir. Bunun yerine eğer düşünce, anlayış ve inançlarımızın yanlış olduğunu kavradığımızda onları değiştirmemizin en doğru davranış olacağı bilinciyle devam ettirilirler. Eleştirel düşünceler bakış açılarını genişletip bilgilerini arttırmak için bir istek ve eğilim geliştirirler. Bir konu ile ilgili doğru bilgiye sahip olabilmek için öğrenmeye istekli, gözlem yapabilen, araştırmacı ve gerekli çabayı harcamaya kararlı bir kişilik kazanırlar. Bir açıklamanın, kendilerine sunulan varsayımların ciddiye alınabilmesi için gerçekten bir şeyleri açıklaması ve sınanabilir olması gerektiğini, bununla birlikte yasal teorilerin yanlışlanabileceği durumları da tarif ettiklerini bilirler. ***
  9. GeceKuşu

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine -6- *** Doğası herhangi bir şekilde ölçülemeyen ve prensipte bile algılanamayan bir şeyin var olduğunu iddia ettiğiniz anda mantık ya da kanıtlarla desteklenemeyen bilim dışı bir şeyden bahsetmiş olursunuz. İddianızı mantık ve/veya kanıtlarla destekleyemediğiniz zaman da kimsenin sizinle aynı fikirde olmasını isteme hakkınız olmuyor. Hele sizinle aynı fikirde almadıkları için insanları taciz etme, inançlarınızı dayatarak zorbalık etme hakkınız hiç yok. Ancak eğer özgür düşünce ile başa çıkma yönteminiz bu ise, inanca dayalı bu varsayımlarınızı, inançlarınızı başkalarına -dayatma, baskı ve zorbalıkla- kabul ettirmekten vazgeçmediğiniz sürece ezmeye çalıştığınız diğer insanların sizin bu kabul edilemez tavrınız eleştirmelerine, hatalı argümanlarınızı ortaya çıkarmaları ve afişe etmelerine şaşırmamanız gerekir. Ve siz bu yaklaşım ve dayatmalarınız dan vazgeçene kadar açığa vurulacaktır. Neyi bilip neyi bilmediğiniz hakkında kendi kendinize dürüst olmaya başladığınız zaman muhtemelen kural koyacak ve bu kuralların uygulanmasını isteyecek pozisyonda olmadığınızı göreceksiniz. Bunu anladığınız zaman da hayatlarımıza etkisi olan şeyin davranışlar olduğunu, karakterimiz hakkında en çok şeyi söylediğini göreceksiniz. Sizin dinsel inancınızı paylaşmayan insanlara saldırır, duygusal şantaj yapar ya da onları lanetlerseniz, bu davranışlarınızın sizin hakkında ne ifade ettiğini ve kabul ettiğinizi söylediğiniz değerlerle ne kadar örtüştüğünü düşünmelisiniz. ***
  10. GeceKuşu

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine -5- *** Günümüz teknolojisini tanımayan ve bilmeyen bir grup insan hayal edin. Bu insanlara bilgisayar animasyonu kullanılarak hazırlanmış, 'bir adamın' 'bir aslana' dönüşmesi izlettirildiğinde bu insanlar ilahi bir mucize gördüklerini düşünebilirler, ancak biz onların bu çıkarımının yanlış olduğunu ve aslında olayın sadece deneyimlerini ve bilgilerini aşan bir teknolojik olay olduğunu biliriz. Benzer şekilde, siz de gerçekten inanılmaz bir şey gördüğünüz zaman, (örneğin; yıldızların gökyüzünde kelimeler oluşturması gibi) şahit olduğunuz olayın kaynağına dair meşru bir sebep söyleyebilmek için temel alabileceğiniz hiçbir şey yok. Uzaylılar beyninizi kontrol ediyor olabilir. Sizi gerçeklikten koparan psikolojik bir sorun yaşıyor, bir sinir krizi geçiriyor olabilirsiniz. Beyinlerimizin rüya görürken çok detaylı ve canlı hayaller oluşturabildiğini ve beyin fonksiyonlarında bozukluklar olduğunda aynı inandırıcılıkta halüsinasyonlar görüldüğünü hali hazırda biliyoruz. Eğer şahit olduğunuz olaya herhangi bir zeki varlık sebep olduysa bile, fiziksel maddeyi veya algılarımızı manipüle edebilen bir varlık kolaylıkla kendisini de gizleyebilir ve varlığın esas doğasını asla bilemeyebiliriz. Yanılmaya çok müsait beyinlerimiz ve ilkel teknolojimizle, bu çapta bir olay anlayabileceğimiz ve inceleyebileceğimiz şeylerden çok öte bir olay olurdu. Şimdi algımız ve teknolojimizin ötesinde çok zeki ve çok güçlü varlıklar bulunabilir mi? Elbette... Ancak daha zeki ve daha güçlü varlıklara dair kanıtlar elde etsek bile bu ilahi bir varlığın kanıtı olamaz. Evrenimizin oluşmasına zeki bir varlık sebep olduysa bile, bu zeki varlığın doğasına dair hiçbir bilgiye sahip değiliz. Bu varlığın tek bir varlık mı yoksa birlikte çalışan varlıklar mı olduğuna, bu varlığın ya da varlıkların bırakın insanların yaşamlarını, evrenle ilgilenip ilgilenmediklerine, bu varlığın bırakın insanlarla iletişim kurmak, bizim minik gezegenimizin varlığından bile haberdar olup olmadığına; hatta bu varlığın hala var olduğunu dair hiçbir güvenilir bilgimiz yok. Evreni yaratan ilahi bir varlığın her insanın hayatını izleyip yargıladığı gibi bir iddiayı tarafsızca incelediğiniz zaman, bu türden bir iddiayı oluşturan meşru bir temele dayanmayan varsayımların oluşturduğu açmazlar bariz bir şekilde görünmektedir. Kutsal kitapların önerdiği varsayım ve iddiaların meşruluğunu sorguladığımızda, bir kişinin “Evreni üstün bir uzaylı ırkının çok gelişmiş bir makine ile yarattığı ve yaratma esnasında kendilerini de yok ettiğini” söylemesi, kutsal kitapların söylediklerinden daha az meşru bir iddia değildir. ***
  11. GeceKuşu

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine -4- *** Tanrıya inanmayanlar, tanrıcı iddiaların geçersiz olduğunu gösterdiğinde genellikle tanrının var olmadığını ispatlamaya çalıştıkları söylenir. Aslında yaptıkları tek şey hatalı akıl yürütmeyi açığa vurarak entelektüel dürüstlüğü sergilemek ve özendirmektir. Bazı insanların iddiaları çürütüldüğü zaman bunu hoş karşılamadıklarını ve hatalı olduklarını kabul etmektense tartışmayı ilgisiz argümanlarla başka bir yere çekmeye çalışarak söz dalaşına girdiklerini görürsünüz. Ancak bir tanrının varlığına dair iddiaları çürütmek, öne sürülen geçersiz varsayımlarla tanrının varlığının kanıtlanamayacağını, kesin bir hükme bağlayamayacaklarını göstermektir. İlahi varlıkları tanımlama aşaması problemlerin başladığı yerdir. Bir tanrıyı tanımladığınız anda niye onu o şekilde tanımladığınızı, ona atfettiğiniz her özellik için ayrı ayrı izah etmeniz gereklidir. Tanrı’ya atfettikleri özellikleri meşru bir şekilde açıklayamayacağının farkında olan insanlar, bu tanımlamaları yapmaktan kaçınırlar. Ancak belli özelliklere sahip olan bir tanrı tanımı olmadan inanılacak bir şey de yok demektir. Ve bu da var olduğunu iddia ettikleri tanrıyı tanımlaması istenen insanların tökezledikleri yerdir. İlahi varlığa dair tanımlar daha net ve detaylı oldukça meşru bir şekilde kanıtlanması gerekenler de artar. Kurulan mantıktaki hatalar daha bariz olarak ortaya çıkar ve bunları çürütmek kolaylaşır. Diğer taraftan tanımlar anlaşılmaz, karmaşıklaştıkça var olduğu iddia edilen ilahi varlığın herhangi bir ilintisi, önemi kalmaz. Yine de, ironik bir şekilde birçok insanın yaptığı tanrı tanımı mantıksal olarak desteklenemediği gibi kanıtlarla da ispatlanamamaktadır. Örneğin; “Tanrı fiziksel değildir” dediğiniz zaman, bir varlığın ölçülemeyeceği, sınanamayacağı, hatta prensipte bile algılanamayacağını söylüyorsunuz demektir. Yani aslında elimizde üstünde konuşulacak hiçbir şeyimiz yok demektir .. İnsanlar fiziksel olmayan gözle görülmeyen metafizik varlıkların var olduğunu iddia ederken, gözle görülemeyen başka şeylerden örnek verirler, -rüzgar ya da hisler gibi- Ancak buradaki sorun, bu şeylerin de fiziksel dünyada etkileri olmasıdır. Hislerin vücuttaki fiziksel etkilerini gözlemleyebiliyoruz. Benzer şekilde rüzgarı görmesek de ölçebiliyoruz, hissedebiliyoruz ve fırtına olduğu zaman yol açtığı zararı gözlemleyebiliyoruz. Hatta bu tür etkileri elektriğe dönüştürmek için kullanıyoruz. Buna karşın, fiziksel özelliklere sahip olmamanın ne anlama geldiği bile net değildir. Eğer bir varlığın bilinenden değişik bir fiziksel varlığa sahip olduğunu ve insanlar tarafından fark edilmesinin imkansız olduğunu söyleseniz bile, bu sefer sizin bunu nasıl bile bildiğinizi izah etmeniz gereklidir. Birçok insan belli tanrıların varlığının gösterilebileceğini, güçlerinin fiziksel sonuçlara sebep olduğunu ve bu fiziksel olayların kanıt yerine geçtiğini iddia eder. Ancak bizim anlayışımızın çok ötesinde ve olağanüstü gibi görünen bir olaya şahit olsak bile, bu herhangi bir şekilde “ilahi bir gücün” olduğuna kanıt olamaz. En fazla doğası bilinmeyen ve enerjisi tanımlanamayan bir güce, zekaya ve/veya teknolojiye işaret edebilir. ***
  12. GeceKuşu

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine -3- *** İnançlarının kişisel olduğunu kavramış birçok insan bu boş argümanlarla uğraşmaz. Çünkü gerçeği anlamaya yönelik akılcı çıkarımlarla tanrıyı ispatlayamayacaklarını bilirler ve zaten buna ihtiyaçları da yoktur. İnançlarının kişisel olduğunu bilirler ve başka insanların da farklı fikirleri olabileceğini kabul ederler. Ancak hiçbir sağlam temele dayanmayan, sorgusuz iman ederek kabullendiğiniz dinsel inançlarınızı diğerlerine dayatır, farklılıklara saygı duymak yerine sizin görüşünüzü kabul etmedikleri için başkalarını kötüleyerek, onlara saldırarak ya da onların zararına olacak şekilde hareket ederseniz, ‘kafir’ ilan ederek ezmeye çalıştığınız kişilerin bu kabul edilemez tavrı ve hatalı argümanlarınızı ortaya çıkarmasına ve afişe etmesine şaşırmamanız gerekir. Bir tanrı ya da tanrılara inanmak sizin için hayatınızda pozitif bir etkiye sahip olabilir. Bu sizin için kendi kendinize hiçbir açıklamayı gerektirmeyecek anlaşılır bir durum olabilir. Ancak başkalarına kendi görüşlerinizi kabul etmeleri için önerme, dayatma ve baskılarda bulunduğunuz takdirde bu görüşün getirdiği izah etmeme lüksünden vaz geçiyor ve diğerlerini inandırmak ya da ikna etmek adına kendinize ispat yükümlülüğünü yüklüyorsunuz demektir. Belli sebepler bir inancı kendinize haklı çıkarıcı görünebilirken ne kadar ihtiraslı savunulursa savunulsun kesin ve geçerli kanıtlar olmadığı, geçerli bir dayanak gösterilmediği sürece diğer insanlar için geçerli değildir. Toplum kurallarının dışına çıkarak insanları önce taciz edip ardından kendi inanç değerlerinizi, kendinize özgü namus kurallarınızı dayatarak zorbalıklar yapıp, sonra da davranışlarınız ve tavırlarınıza birileri karşı çıktığında inancınızın arkasına sığınamazsınız. Eğer Tanrı’nın var olduğunu gösteremiyorsanız, (cehennemde yanacaksınız gibi) insanların inanmasını sağlamak için duygusal şantajlar yapmak hilekarca bir taktiktir. ***
  13. GeceKuşu

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine

    Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine -2- *** Peki, söz konusu olan bizim evrenimizin dışında ve tıpkı küp gibi ulaşılmaz olan bir yer olsa idi, şartlar değişik mi olacaktı? Bu evren dışı yerde ne olduğunu kesin olarak söyleyebilecek miydik? (Örneğin; Bu evren dışı yerde ilahi bir varlığın var olduğunu söyleyebilecek miydik?) Hayır, çünkü aynı asimetri burada da mevcut. Çünkü sayısız şeyler bizim evrenimizden bağımsız olarak var olabilir. Aynı şekilde “mantıksal olarak imkansız olan” sayısız şeylerde var olmaz. Mantıken imkansız oldukları için sayısız şeyi sıralayabilsek de, Gerçekte var olan şeyleri sıralayamayız. Evrenin dışındaki ulaşılamaz alemde belli bir ilahi varlığın var olduğunu iddia etmek ya imkansız olanın var olduğunu ya da bilinemeyecek bir şeyin var olduğunu iddia etmektir. Mantık imkansız şeyleri çürütebilir, ancak imkan dahilindeki şeylerin varlığını kanıt olmadan tek başına ispatlayamaz. Eğer herhangi bir noktada ölçülebilir, teyit edilebilir ve somut bir kanıt gösteremezseniz, dünyadaki tüm argümanlar bile iddianızın gerçekliğini ispatlayamaz. Bu yüzden karşımızdaki kişi mantık yoluyla kişisel bir yaratıcıyı gerektirecek bir argümanı olduğunu söylüyorsa bu iddianın geçersiz olduğunu biliriz. Zira karşımızdaki kişi bu türden bir “varlık” iddiasını kanıtlamak için ne gerektiğini anlamamıştır. Bu noktadan sonra iş hatanın nerede olduğunu bulmaktadır. Örneğin bazı teologlar, “Evrenimizin bir ilk sebebi olduğunu, bu ilk sebebin bizim uzayımız ve zamanımızı yarattığı için bizim uzay ve zamanımızın dışında var olması gerektiğini” söyler. Ancak bir şeyin bizim zamanımız ve uzayımızın dışında olması tüm uzay ve zamanın dışında olmasını gerektirmez. Ancak, bu fani olmayan, uzaysal olmayan ilk sebebinin değişmez ve fiziksel vücudu olmayan bir zihin olduğu iddiası daha ciddi bir şekilde hatalıdır. Çünkü değişmez bir zihin, tanım itibariyle işlemeyen bir zihindir. Zihinlerin ve bilerek, isteyerek yaratmanın değişime ihtiyacı vardır. Tanrı inancının değişmeyen yaratıcısı kendiyle çelişmekte ve mantıksal olarak imkânsız kategorisine girmektedir. Bir yaratıcın var olduğu varsayımı, bu düşünceye akılcı bir sorgulama yapmadan sempatiyle bakan ya da dinsel inançları benimsemiş kişilere ne kadar uygun görünse de, böylesine karakteristik özellikleri var olan çok özel tanrıların varlığına dair tüm popüler argümanlar, yanlış ön kabuller ve/veya sonuçlar ve ispatlanamayan varsayımlara dayanmaktadır. Milyarlarca geçersiz argümanı topladığımızda tek bir geçerli kanıt oluşturmazlar. ***
  14. Varsayım ve İnançlara Dayalı Düşünceler Üzerine Bir kişinin bulunduğumuz mekanın dışındaki bir yerde bir “küp” olduğunu iddia ettiğini ve bize “küpün içinde ne var?” diye bir soru yönelttiğini varsayalım. Bu iddiayı oluşturan akıl yürütmenin hangi sağlam temellere dayandığını, sorulan sorunun akılcı bir mantığa uygun olup olmadığını -akılcı düşünce yöntemlerini uygulayıp- sorguladığımızda, bu soruyu “Akla ve gerçeğe aykırı” bir soru olarak kabul ederiz. Çünkü “küp” büyük ya da küçük olabilir. Küp içi dolu katı bir nesne ya da içerisinde gaz parçacıkları dışında hiç bir şey olmayan bir boşluk olabilir. Ya da tanıdık veya bilinmeyen milyarlarca farklı cisim içeriyor olabilir. Bu soruya kesin ve gerçeği belirleyen bir yanıt veremezsiniz. Ancak size “küpün içinde ne yok?” diye sorulsaydı birçok yanıt verebilirsiniz. Örneğin küp kesinlikle “Amazon nehrini, Mars gezegenini ya da “uykudan yapılmış bir yatak” gibi mantıksal olarak imkansız olan nesneleri içeriyor olamaz. Hatta bu ikinci soruya verilebilecek sayısız geçerli yanıt vardır. Buda bu küpün içeriğine dair ilginç bir asimetriyi ortaya çıkarıyor. Küpün içinde olabilecek ya da olmayacak sayısız olasılığa rağmen, kanıt olmadan küpün içinde gerçekten ne olduğuna ya da ne olmadığına dair kesin ve geçerli bir yanıt verebilmemiz imkansız. Birisi küpün içerisinde tahta bir kaşık olduğunu iddia ederse haklı olma olasılığı vardır. Ancak kanıt olmadığı ve bu iddiaya dair geçerli bir dayanak gösterilmediği sürece bu iddiayı doğru kabul etmek için hiçbir sebep yoktur. ***
  15. GeceKuşu

    Eleştirel düşünce

    ELEŞTİREL DÜŞÜNCENİN ÖNEMİ Bir iddiayı meydana getiren akıl yürütme, duygulara ya da toplumsal baskılara göre değil, sağlam temellere dayanan mantığa göre olmalıdır. Çünkü bir iddianın doğruluğu kişisel duygulara ya da belli sosyal guruplarda kabul görmesine göre belirlenmez. *** “Birine bir balık verin, o gün karınları doyar. Birine balık tutmayı öğretin ve bir daha aç kalmazlar.” Bunun gibi atasözleri yeni beceriler öğrenmenin insanı nasıl kendine yeten birine dönüştürdüğünü hatırlatıyor. Bu durum en çok eleştirel düşünce için geçerlidir. Bir problemin çözümünü ezberlerseniz belki o problemi ustalıkla çözebilirsiniz. Eleştirel becerinizi geliştirirseniz birçok yeni probleme etkili çözüm sağlayacak 'zihinsel becerilere' sahip olursunuz. Sorun ve zayıflıkları kabul edip kendi düşüncemizi eleştirebilme yetisi ve isteğine sahip olduğumuz zaman, düşünce süreçlerimiz gelişir ve böylece daha kapsamlı düşünüp değerlendirebildiğimiz gibi, yanlış fikirleri ve ideolojileri daha rahat tanımlayıp, reddedebiliriz. Eleştirel düşünce sadece 'daha fazla' düşünmek değildir. Kişi yanlış bir fikri savunmak için veya yanıt alınmadan önce tekrar formüle edilerek sorulması gereken bir soruyu yanıtlamak için olağanüstü çaba harcayabilir ama eğer kendi yaklaşımlarındaki hatalar ve eğilimleri dikkate almıyorsa eleştirel bir biçimde düşündükleri söylenemez. Kendi düşünce biçimimizdeki yetişme ve kültürden gelen eğilimleri fark edip yok etmek ve kendi inançlarımızı daha iyi bir şekilde düşünmeyi istememiz gereklidir. Eleştirel düşünmeye başladığımızda benimsediğimiz ‘ düşünce, anlayış ve inançlarımız ’ artık ' değişmez ' değildir. Bunun yerine eğer düşünce, anlayış ve inançlarımızın yanlış olduğunu kavradığımızda onları değiştirmemizin en doğru davranış olacağı bilinciyle devam ettirilirler. Eleştirel düşünceler bakış açılarını genişletip bilgilerini arttırmak için bir istek ve eğilim geliştirirler. Bir konu ile ilgili doğru bilgiye sahip olabilmek için öğrenmeye istekli, gözlem yapabilen, araştırmacı ve gerekli çabayı harcamaya kararlı bir kişilik kazanırlar. Bir açıklamanın, kendilerine sunulan varsayımların ciddiye alınabilmesi için gerçekten bir şeyleri açıklaması ve sınanabilir olması gerektiğini, bununla birlikte yasal teorilerin yanlışlanabileceği durumları da tarif ettiklerini bilirler. *** Eleştirel düşünce şüpheciliği benimser. (septisizm) Şüphecilik bazılarının sandığının aksine yeni fikirlerin değerlendirmeden reddedilmesi anlamına gelmez. Şüphecilik kararımızdan kuşku duymamızı ve biz sunulan iddialar hakkındaki kararı geçici olarak askıya almamızı söyler. Böylelikle karşılaştığımız iddiaları ‘ irademizin dışında ’ kabul etmemizi engelleyerek iddiaları incelememizi, arka planda yatan mantığı, varsayımları ve eğilimleri görmemizi sağlar. Şüphecilik fikirlerin değerlendirmeden reddedilmesi değil, kararımızdan kuşku duymak ve geçici olarak askıya almaktır. Bir iddiayı meydana getiren akıl yürütme, duygulara ya da toplumsal baskılara göre değil, sağlam temellere dayanan mantığa göre olmalıdır. Çünkü bir iddianın doğruluğu, kişisel varsayım ve duygusal algılara ya da ‘ belli sosyal guruplarda kabul görmesine ’ göre belirlenmez. Bazı insanlar, ‘ akıl yürütmenin bir değeri olmadığını ’ (çünkü insan işi olduğunu) söylerler. Akılcı düşünceye karşı olmak bindiğimiz dalı kesmek gibidir. Çünkü ‘ akıl yürütmenin bir değeri olmadığını ’ söylerken, gerçekte akıl yürüterek onun değersiz olduğunu ileri sürmeye çalışıyorsunuz demektir. Bunun böyle olduğunu söylemek, buna inanmak ya da öyle olduğunu kabullenmek bir insan için akla uygun bir duruş, bir kabul, bir inanç ve düşünce değildir. (Çünkü bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etmek: özetle akıl yürütmek insanın onu diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliğidir.) Akılcı düşünce, anlık ve önemsiz bile olsalar yaşantımızı sürdürürken verdiğimiz karar ve vardığımız yargılarımız için vazgeçilmezdir. *** Eleştirel düşüncenin önündeki engeller. Eğer belli bir akıl yürütme hatalıysa, anlayışımızı nasıl geliştirebiliriz? Akıl yürütmeyi hepten bırakarak mı? Yoksa hatalarımızı dürüstçe inceleyerek mi? akıl yürütme ve/veya kanıtlara saygı duymamak veya engelleyici başka karakter özellikleri (Düşünsel kibir, dinleme isteksizliği, düşünsel tembellik) o kişinin eleştirel kapasitesini azaltır. Kendisini ve çevresini tanıma yeteneğini bir kenara bırakmış olan bir insan, bilinci sıklıkla ya “metafizik ve sonsuz bir varlık” veya “ruhsal durum ve beyin hallerine” indirgenebilen bir şey olarak algılar. Bu durum “Eleştirel düşüncenin” önündeki en büyük engellerden biri olan karmaşık olayları siyah-beyaz haricinde görme isteksizliğidir. Oysa yaşamı ve çevremizde var olan gerçekleri daha iyi algılamamızı sağlayacak başka seçenekler de vardır. Eğer kişi başka seçenekler varken sadece iki tanesini görüyorsa bu “yanlış ikileme” sebep olur. Eğer yanlış ikilemlerle düşünürsek yanlış sonuçlara varırız. Örneğin; eğer “Seçenek A” yanlış ise “Seçenek B” doğru olmalı gibi. Aynı şekilde karşımızdaki eğer “X görüşüne” sahip değilse, “Y görüşüne” olmalıdır gibi. Siyah-beyaz düşünce çoğunlukla karmaşıklıktan ve kesin cevapların yokluğundan doğan belirsizliği reddetme veya bununla başa çıkamamanın sonucudur. Bilmeme veya belirsizliği kabul etmediğimizden yanlış sonuçlara ulaşmak gerçek ya da merakla ilgili değil, avunmayla ilgilidir. Eleştirel düşünen kişi belirsizliklerle başa çıkabilir ve bilgisiz olduğu alanların farkında olmak, anlamak ve öğrenmek ister. Bu kişiler geçerli kanıtlar ve geçerli kanıtlara dayalı cevapları bekleyebilirler. Eleştirel düşünce, düşünsel bağımsızlığımızın kilitlerini açmak için olan anahtarları bize sağlar. Böylelikle problemleri kendimiz çözmeye istekli ve yetkin oluruz. Bizi ani kararlardan, olayları gizemli bir hale getirmekten, bize verilmiş olan genel kanıyı, otoriteyi ve geleneği sorgulama korkusu, çekintisi ve isteksizliğinden uzaklaştırır. Bizi düşünsel disipline, fikirlerin açık ifadesine ve kendi düşüncelerimizin sorumluluğunu kabul etmemize yaklaştırır. Tüm alanlarda mümkün olan en iyi bilgiyi edinmeye ve akıl yürütmeye hevesli, aynı zamanda kendi düşünce biçimlerindeki hataları kabul edip düzeltmeye istekli toplumların bireyleri bir arada yaşarken karşılaştığımız sorunlara çok daha etkin çözümler üreten gerekli araçlara da hakimdirler. “Eleştirel düşünceyi” öğrendiğimiz zaman, disiplinli bir şekilde bilgiyi ve düşüncelerimizi değerlendirme becerisini kazanarak bireysel olarak güç kazanmış ve içinde yaşadığımız toplumun geleceğine yatırım yapmış oluruz.
  16. Bir başkasının söylediği ve yorumladıklarını hiç bir somut olgu ve kanıta dayanmadan ve sorgulamadan gerçek olduğu kabul edilen bilgilere -kulaktan dolma bilgiler- denir, sayın gaffar. Konuları, sorunları ve bilgileri somut verilerden koparıp, Kulaktan dolma bu tür bilgileri bir başkasına gerçekmiş gibi aktarmak, siyasi, felsefi ve dinsel kaygılarla sanal dayanaklar üreterek, basite sığınarak kaçışı tercih ediyor olmanın dışa vurumudur. M.Ş.Hanioğlunun söylediklerini buraya taşırken yaptığınız şey de bundan farklı bir şey değil... Şimdi yapmanız gereken etik ve ahlaki davranış... _TDK sözlüklerinde 1945 yılına kadar din kelimesini mecazi anlamda örnek olarak “Kemalizm Türk’ün dinidir” diye yazıldığının ve o yorumu yapan müfettiş ile ilgili bilgileri_ ...yadsınamaz kaynaklardan kanıt ve belgelerini burada yayımlamanız... Çünkü, "Bir tartışmada geliştirici sonuçlara ulaşmak; öncelikle, tartışmanın, somut olgular üzerinde yürütülmesine bağlıdır. Bir sorunun sağlıklı bir zeminde tartışılabilmesi ve kavranması için gerekli ilk koşul budur." Kulaktan dolma bilgilerle yapılan bu tür tartışmalarda, kişinin kendi savlarının kendi doğruları olarak kalması kaçınılmazdır. Kuşkusuz somut verileri eksik, "siyasi ve dinsel kaygılar" ve "sanal dayanaklarla" yapılan bu tür tartışmalar sonucu itibarıyla, geliştirici olamayan polemik yaklaşımlar ve abesle iştigaldir. *** Ayrıca başlığın açılış amacını ve konusunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum... Sizce " Türkiye’nin güncel sorunu nedir?"
  17. *** MOLEKÜLER İŞLEMLERİN CEVHERLERİ 15. Çeşitlilik ve Kararlılık Türler, milyonlarca yıl fosil kaydındaki izlerini toplamamızı sağlayacak kadar değişmeden kalırlar. Ancak değişirler, sıklıkla da aniden olur bu değişimler. Bu olgu, genelikle belli yollar boyunca gelişen türlerin geri planda ani değişim için gerekli potansiyeli saklayıp saklamadığı yönünde bir soru oluşturdu, şöyle ki, çevre baskısının yoğun olduğu dönemlerde, biriken gizli bir değişim selinin aniden serbest kalması gibi, üzerinde seçimin oluşabileceği bir değişim. Böylesi bir 'evrimsel kapasite' fikri ilk kez Suzanne Rutherford ve Susan Lindquist tarafından meyve sinekleri üzerine yapılan şaşırtıcı deneyler kapsamında ortaya atıldı. Fikirleri şöyleydi, gelişim sürecinin düzenlenmesinde kullanılan anahtar proteinlere, daha çok stres anlarında salgılanan Hsp90 proteini tarafından eşlik ediliyordu. Bazen, Hsp90 başka süreçler tarafından bastırılıyor, dolayısıyla normal şartlar altında düzenlediği proteinler serbest kalıyor, ve normalde gizli olan bir ani değişim patlamasını açığa çıkarıyordu. Erkek meyve sineği Drosophila melanogaster New York Albert Einstein Tıp Kolejinden Aviv Bergman ve New York Üniversitesinden Mark Siegal, evrimsel kapasitenin Hsp90'a özel bir olgu veya daha genel bir olgu olup olmadığını araştırdılar; araştrmaları 2003 yılında yayınlandı. Araştırmacılar karmaşık gen şebekelerinin numerik simulasyonunu ve tek olan genlerin silindiği maya türlerinden alınan genom-boyu ifade verilerini kullandılar. Genlerin çoğunun, belki de hepsinin, yedekte tuttukları değişimleri ancak işlevsel olarak ödün verdiklerinde serbest bıraktıklarını gösterdiler. Bir başka deyişle, 'evrimsel kapasite' adeta Hsp90'dan daha ötelere ve derinlere uzanıyordu. Referans: Bergman, A. & Siegal, M. L. Nature 424, 549–552 (2003). Ek kaynaklar: Stearns, S. C. Nature 424, 501–504 (2003). Rutherford, S. L. & Lindquist, S. Nature 396, 336–342 (1998). Yazar web siteleri: Mark Siegal: - www.nyu.edu/fas/biology/faculty/siegal/index.html - Aviv Bergman: - www.bergmanlab.org - Susan Lindquist: - www.wi.mit.edu/research/faculty/lindquist.html - Suzanne Rutherford: - depts.washington.edu/mcb/facultyinfo.php?id=142 - Stephen Stearns: - /www.yale.edu/eeb/stearns - *** BAŞA DÖN
  18. *** MOLEKÜLER İŞLEMLERİN CEVHERLERİ 14. Yılanlarda ve deniz taraklarında zehire karşı direnç Biyologlar giderek, uyarlamalı evrimsel değişimi oluşturan moleküler düzenleri anlamaya başladılar. Örneğin bir tür su keleri (semender) olan Taricha granulosa'nın bazı popülasyonlarında, bireylerin küçük yılanlara (Thamnophis sirtalis) karşı savunma amacıyla derilerinde sinir zehiri tetrodotoksini (tetrodotoxin) biriktirdikleri saptandı. Tetrodotoksin üreten su kelerlerini avlayan yılanlar bu zehire karşı direnç evirmişlerdir. Kaliforniya'daki Stanford Tıp Okulu'ndan Shana Geffeney ve arkadaşları, bu direncin altında yatan düzeni son derece özenli bir çalışmayla ortaya koydular; bu çalışmaları 2005'de yayınlandı. Küçük yılanların, avları olan su kelerlerine karşı oluşturdukları direncin düzeyindeki değişim, tetrodotoksinin belli bir sodyum kanalına olan bağlantısına etki eden moleküler değişimlere değin izlenebilir. Su kelerini avlayan yılan Kanada'daki Nova Scotia Deniz Biyobilim Enstitüsü'nden Monica Bricelj ve arkadaşlarının Nature dergisinin aynı sayısında bildirdikleri gibi, benzer bir zehire karşı direnç seçimi de, Kuzey Amerika'nın Atlantik kıyısında yaşayan deniz taraklarında (Mya arenaria) gerçekleşir. 'Kırmızı gelgitleri' oluşturan yosunlar insanlarda felç yapan ve kabuklu deniz ürünleri zehirlenmesinin başlıca nedeni olan saksitoksin'i (saxitoxin) üretirler. Deniz tarakları yosunu yedikleri zaman zehire maruz kalırlar. Periyodik olarak kırmızı gelgitlerin olduğu yerlerde yaşayan deniz tarakları bu zehire karşı göreceli olarak direnç gösterirler ve zehiri dokularında biriktirirler. Gelgitten etkilenmeyen yerlerde yaşayan deniz taraklarında böyle bir direnç evrilmemiştir. Deniz tarağı Zehire maruz kalan popülasyonlarda zehire karşı oluşan direnç, saksitoksinin bağını oluşturan bir bölgedeki bir sodyum kanalını kodlayan genin tek bir mutasyonuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla saksitoksin deniz taraklarında güçlü bir seçici etmen gibi davranır ve genetik uyarlanıma yol açar. Bu iki çalışma çok değişik taksonomilere ait olan türlerde, benzer seçici baskıların nasıl benzer uyarımlı yanıtlara yol açabildiğini göstermiştir. Referanslar: Geffeney, S. L., Fujimoto, E., Brodie, E. D., Brodie, E. D. Jr, & Ruben, P. C. Nature 434, 759–763 ( 2005). Bricelj, V. M. et al. Nature 434, 763–767 (2005). Ek kaynaklar: Mitchell-Olds, T. & Schmitt, J. Nature 441, 947–952 (2006). Bradshaw, H. D. & Schemske, D. W. Nature 426, 176–178 (2003). Coltman, D. W., O’Donoghue, P, Jorgenson, J. T., Hogg, J. T. Strobeck, C. & Festa-Bianchet, M. Nature 426, 655–658 (2003). Harper Jr, G. R. & Pfennig, D. W. Nature 451, 1103–1106 (2008). Ellegren, H. & Sheldon, B. Nature 452, 169–175 (2008). Yazar web siteleri: Shana Geffeney: - wormsense.stanford.edu/people.html - Monica Bricelj: - marine.biology.dal.ca/Faculty_Members/Bricelj,_Monica.php - *** BAŞA DÖN
  19. *** MOLEKÜLER İŞLEMLERİN CEVHERLERİ 13. Mikroevrimin makroevrimle karşılaşması Darwin evrimsel değişimin son derece küçük adımlarla gerçekleştiğini düşünüyordu. Bu adımları uzun zaman süreçlerine açıldığında biçim ve işlev olarak büyük değişikliklerle sonuçlanacak 'belirsiz dereceler' (‘insensible gradations’) olarak niteledi. 'Mikroevrim' diye nitelenen bu küçük değişimlerin olduğu yönünde çok sayıda delil vardır - örneğin ilaca karşı direncin evrimi, belgelenen pek çok örnekten yalnızca birisidir. Fosil kayıtlarına bakarak 'makroevrim' diye nitelenen, türlerden başka türlere olan değişimin gerçekleştiği sonucuna da ulaşabiliriz, ancak makroevrimi olurken gözlemlemek doğal olarak çok daha güçtür. Buna rağmen makroevrimin mekanizmaları, şu anda ve burada, genlerin mimarisinde gözlemlenebilir. Zaman zaman organizmaların günlük yaşamlarında kullanılan genler, hayvan şeklinin ve gelişiminin önemli özelliklerini yönlendiren genlerle bağlantılı ya da aynı olan genlerdir. Dolayısıyla gündelik evrimin büyük etkileri olabilir. Drosophila biarmipes Chevy Chase, Maryland'daki Howard Hughes Tıp Enstitüsünden Sean Carroll ve arkadaşları, Drosophila biarmipes türünden erkek sineklerin kanatlarındaki belli bir beneği kazandıran moleküler mekanizmayı incelediler; ve bulgularını 2005 yılında yayınladılar. Araştırmacılar, bu beneğin evriminin, pigmentasyonda kullanılan bir genin ata türe ait düzenleyici bir elemanındaki değişikliklerle bağlantılı olduğunu gösterdiler. Bu düzenleyici eleman, kanat gelişiminin çok eskiden kalma öğeleri olan uyarlayıcı öğeleri bağlayan konumları zamanla kazanıyordu. Özellikle sarı genin düzenleyici elemanına bağlanan uyarlayıcı öğelerden biri de, gelişimin bütününe temel katkısı olan kıvrımlı (engrailed) gen tarafından kodlanıyordu. Bu çalışma, herhangi bir süreç için kullanılmış olan bir genin başka bir süreçde kullanım için seçildiğini, ilke olarak bunun makroevrimsel değişimi yönlendirdiğini gösterdi. Referans: Gompel, N., Prud’homme, B., Wittkopp, P. J., Kassner, V. A. & Carroll, S. B. Nature 433, 481–487 (2005). Ek kaynaklar Hendry, A. P. Nature 451, 779–780 (2008). Prud’homme, B. et al. Nature 440, 1050–1053 (2006). Yazar web sitesi: Sean Carroll: - www.hhmi.org/research/investigators/carroll_bio.htm - *** BAŞA DÖN
  20. *** MOLEKÜLER İŞLEMLERİN CEVHERLERİ 12. Darwin'in Galapagos ispinozları Charles Darwin Galapagos adalarına geldiğinde, birbirlerine gagaları dışında çok benzeyen çeşitli ispinoz türlerinin varlığını saptadı. Yer ispinozlarının derin ve geniş, kaktüs ispinozlarının uzun ve sivri, ve çalı ispinozlarının ince ve sivri gagaları vardı. bu ayrımlar diyetleri arasındaki farkları yansıtıyordu. Darwin bütün ispinozların adalara göç etmiş olan ortak bir atası olduğunu tahmin etti. Galapagos ispinozlarının yakın akrabalarının Güney Amerika ana karasında yaşıdıkları biliniyordu, ve "Darwin'in ispinozları", doğal seçimin nasıl olup da ortak bir ata türünden değişik ekolojik ortamlara uyarlanan çeşitli formlara yol açtığının klasik bir örneğini oluşturdu - bu olguya 'uyarlamalı yayılım' (adaptive radiation) dendi. Bu hipotez, o zamandan beri, gaganın derinlik, genişlik veya uzunluğundaki küçük farkların bile kuşların genel seçilim değeri üzerinde önemli sonuçlar doğurabileceği yönündeki veriler tarafından kuvvetlendiridi. Her kuş türünde hangi genetik mekanizmaların gaga şeklinde özgün değişimlere yol açtığını bulmak için Harvard Üniversitesi'nden Arhat Abzhanov ve arkadaşları, ispinoz yavrularının gaga gelişiminde tetiklenen çeşitli genleri incelediler, ve çalışmaları 2006 yılında basıldı. Araştırmacılar, gaga şeklindeki değişimlerin calmodulin denilen, kalsiyum imlemesinde kullanılan ve gelişim ve metabolizma açısından yaşamsal önemi olan bir moleküle ait genin ifade edilmesindeki farklar ile çakıştığını buldular. Calmodulin, kaktüs ispinozlarının uzun ve sivri gagalarında, diğer türlerin daha küt olan gagalarına göre daha güçlü bir biçimde ifade ediliyordu. Gagayı oluşturan embriyonik dokularda calmodulin ifadesinin yapay olarak arttırılması, kaktüs ispinozlarındakine benzer bir biçimde, üst gaganın uzamasına neden oldu. Ulaşılan bu sonuç, Darwin'in ispinozlarındaki gaga şeklindeki değişimlerin en azından bir kısmının calmodulin etkinliğindeki değişime bağlı olduğunu gösterdi, ve genel olarak calmodulin'in yüze ve kafatasına ait kemiklerin gelişimindeki önemini de göstermiş oldu. Bu çalışma biyologların evrimsel değişimin altında yatan moleküler değişimleri saptayarak, değişimi salt belgelemenin ötesine nasıl geçtiklerini gösterdi. Referans: Abzhanov, A. et al. Nature 442, 563–567 (2006). Yazar web siteleri: Clifford Tabin: - www.hms.harvard.edu/dms/bbs/fac/tabin.html - Peter Grant: - www.eeb.princeton.edu/FACULTY/Grant_P/grantPeter.html - *** BAŞA DÖN
  21. *** DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ 11. Evrimsel tarih önemlidir Evrimin çoğunlukla yaşamın ortaya çıkardığı sorunlara en uygun (optimal) çözümleri bulmakla ilgili olduğu düşünülür. Ancak doğal seçim yalnızca eldeki gereçlerle - yani kendileri de milyonlarca yıllık evrimsel tarihin sonucu gelişmiş olan gereçlerle işlev kazanabilir. Doğal seçim hiç bir zaman boş bir tahtayla başlamaz işe. Eğer öyle olsaydı karada hareket etmek zorunda kalan tetrapodların yüzgeçlerinin bacaklara dönüşmesine gerek kalmazdı; sözgelimi pekala tekerlek evriştirmiş olabilirlerdi. Uyarlanım hünerinin gerçek yaşamdaki bir örneği de uzun, yılansı bir mercan avcısı olan müren balığıdır (Muraena retifera). Tarihsel olarak kemikli balıklar avlarını emme hareketiyle yakalarlar. Yiyeceğine yaklaşan balık, ağzını geniş bir biçimde açarak, avının ve suyun aktığı büyük bir boşluk yaratır. Fazla su solungaçlardan dışarı çıktıkça, balık avını boğazına ve yutak çenelerine (pharyngeal jaws); yani solungaçları destekleyen iskeletten türemiş ikinci bir çene ve diş kümesine doğru emer. Ancak müren balıklarının uzun ve dar şekillerinden ötürü bir sorunu vardır. Çeneleri açıkken bile ağız boşlukları, avlarını yutak çenelerine kadar taşıyacak yeterli emme gücünü sağlamak için çok küçüktür. Bu bilmecenin yanıtı 2007 yılında verildi. Muraena retifera Kaliforniya Üniversitesi (Davis)'den Rita Mehta and Peter Wainwright, özenli gözlemler ve X-ışını sinematografi yöntemleri ile evrimin nefes kesen çözümünü saptadılar. Avın yutak çenelerine gelmesi yerine, yutak çeneleri ağız boşluğuna kadar ilerliyor, avı yakalayıp geriye doğru çekiyordu. Araştırmacıların açıklamasına göre, bu bir omugalının ikinci bir çene kümesini, hem avını yakalamak hem de yutakta taşımak için kullandığı ilk bilinen örnek oldu, ve kemikli balıkların çoğunda bilinen hidrolik av taşınımına ilk bilinen seçeneği oluşturdu - bu özellik müren balıklarının avcı olarak başarılarına katkıda bulunması olası önemli bir yenilikti. Muraena retifera - ikincil yutak çenesinin hareketi Müren balığının yutak çenelerinin mekanik yapısı yılanlar tarafından kullanılan çarksı mandal mekanizmasını andırır - yılanlar da uzun, ince yapılı ve yüksek avcılık yetisi olan yaratıklardır. Bu, uzaktan akraba olan yaratıklarda ortak sorunlara benzer çözümler evrildiğini gösteren 'yakınsama' olayının bir örneğidir. Bu çalışma evrimin koşullu doğasını; bir süreç olarak 'sıfırdan tasarım' lüksüne sahip olmadığını göstermiş oldu. Referanslar: Mehta, R. S. & Wainwright, P. C. Nature 449, 79–82 (2007). Ek kaynak: Westneat, M. W. Nature 449, 33–34 (2007). Yazar web siteleri: Rita Mehta: - www.eve.ucdavis.edu/~wainwrightlab/rsmehta/index.html - Peter Wainwright: - www.eve.ucdavis.edu/~wainwrightlab - *** BAŞA DÖN
  22. *** DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ 10. Lebisteslerde seçmeli sağkalım Doğal seçim, seçilim değerini (fitness) arttıran özellikleri kayırır. Zamanla, böylesi bir seçimin, daha dezavantajlı ya da zararlı türlerin aleyhine avantajlı genetik değişimleri sabitleştirerek genetik çeşitliliği tüketeceği beklenebilir. Ancak genetik popülasyonlar sıklıkla yüksek miktarda genetik değişim gösterir. Trinidad Lebistesleri Bunun bir örneği de erkek lebistes'in (Poecilia reticulata) renk izlerinde (pattern) görülen genetik polimorfizmdir. 2006'da rapor edildiği gibi Urbana-Champaign'deki İllinois Üniversitesi'nden Kimberly Hughes ve arkadaşları Trinidad'daki üç yabani lebistes popülasyonuna ait değişik renk izli erkeklerin frekansları ile oynadılar. Ender rastlanan türlerin, çokça bulunan türlere göre sağkalım şanslarının çok daha fazla olduğunu gösterdiler. Özetle, türler enderleştikçe, sıklıkla rastlanan türlere göre daha fazla kayırılarak seçildiler. Doğal seçimin ender tipleri kayırdığı 'frekans-bağımlı' sağkalım olgusunun, insanlarda ve diğer memelilerde mokeküler, morfolojik ve sağlıkla ilgili polimorfizmin korunması çalışmalarında etkileri oldu. Referanslar: Olendorf, R. et al. Nature 441, 633–636 (2006). Ek kaynaklar: Foerster, K. et al. Nature 447, 1107–1110 (2007). Yazar web siteleri: Kimberly Hughes: - www.life.uiuc.edu/kahughes/hughes_bio.htm - Anne Houde: - www.lakeforest.edu/academics/faculty/houde - David Reznick: - www.biology.ucr.edu/people/faculty/Reznick.html - *** BAŞA DÖN
  23. *** DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ 9. Yabani kuşlarda ayrımsal yayılım Göçlerin neden olduğu gen akışı, yerel şartlara olan uyarlanımı kesintiye uğratabilir ve popülasyonlar içinde veya arasında gerçekleşen evrimsel ayrımsamaya karşı gelebilir. Nitekim, klasik popülasyon genetik kuramı, yerel popülasyonların göç ettikleri ve birbirleriyle karışıp üredikleri oranda, genetik olarak birbirlerine benzeyeceklerini öngörür. Bu kuram akla uygun görünür, ve gen akışının diffüzyon (yayılma) gibi rastgele bir süreç olduğunu varsayar. Ancak, "Oxford Edward Grey Institute of Field Ornithology"dan Ben Sheldon ve arkadaşlarının 2005 yılında açıkladıkları gibi, rastgele olmayan yayılımın aslında yerel uyarlamayı ve evrimsel ayrımı kuvvetlendirmesi olasıdır. Bu araştırma, Oxforshire'daki bir ormanda yaşayan Parus Major (Büyük Baştankara) kanarya türü üzerinde onlarca yıldır yapılan bir çalışmanın bir bölümünü oluşturuyor. Araştırmacılar, bu kanaryanın yavrularının ağırlığındaki genetik değişimin tipinin ve miktarının, ormanın bir bölgesinden diğerine değiştiğini saptadılar. Bu değişim paterni, ormanın değişik bölgelerinde, yerel uyarlamaya yol açan değişik seçim tepkilerine neden oldu. Bu etki, rastgele olmayan yayılımla arttı; kuşlar bireysel olarak, seçilim değerlerini arttıran yerleri seçiyor ve oralarda ürüyorlardı. Araştırmacılar böylece, "eğer gen akışı homojen değilse, evrimsel ayrımsamanın hızlı bir biçimde gerçekleşebileceği, ve şaşırtıcı düzeyde küçük bir bölgesel ölçekte olabileceği" sonucuna ulaştılar. Parus Major üzerine Hollanda'nın Vlieland adasında yapılan ve Nature dergisinin aynı sayısında yayınlanan bir başka çalışmada, Heteren'deki Hollanda Ekoloji Enstitüsünden Erik Postma and Arie van Noordwijk, rastgele olmayan yayılımın yönlendirdiği gen akışının, küçük bir bölgesel ölçekte yuva büyüklüğünde büyük bir genetik farka neden olduğunu, yine bu bilim insanlarının deyimi ile "yerel uyarlanımların evrimi ve genetik popülasyon yapısı üzerine göçlerin büyük etkisini" saptamış oldular. Referanslar: Garant,D.,Kruuk,L.E.B.,Wilkin,T.A.,McCleery,R.H.&Sheldon,B.C.Nature 433,60 –65 (2005). Postma,E.&van Noordwijk,A.J.Nature 433,65-68 (2005). Ek kaynaklar: Coltman,D.W.Nature 433,23 –24 (2005). Yazar web siteleri: Ben Sheldon: - www.zoo.ox.ac.uk/egi/people/faculty/ben_sheldon.htm - Erik Postma: - www.nioo.knaw.nl/ppages/epostma - Arie van Noordwijk: - www.nioo.knaw.nl/PPAGES/avannoordwijk - David Coltman: - www.biology.ualberta.ca/faculty/david_coltman - *** BAŞA DÖN
  24. *** DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ 8. Eş-evrimin bir örneği Türler rekabet ederek, beraber evrilirler. Avcılar avlarını yakalamak için daha ölümcül silahlar ve yetenekler geliştirirler, bu ise Darwin'in 'varolma savaşı' kuralsalı bağlamında, avlananların avcılardan kaçmada daha başarılı olmalarına yol açar, ve silahlanma yarışı bu şekilde sürer gider. Silahlanma yarışı dinamiği ile ilgili çalışma yapmanın bir sorunu da, bu dinamiğin ancak günümüzde görülebilir olmasıdır. Tarihsel değişimleri ortaya çıkarmak sorunludur, zira evrim erken aşamaların hepsini siler. Ne mutlu ki, Belçika'daki Katolik Leuven Üniversitesinden Ellen Decaestecker ve arkadaşları, su bitleri (Daphnia) ve onları istila eden mikroskobik parazitler arasında gerçekleçen eş-evrimsel silahlanma yarışı ile ilgili beklenmedik bir istisna keşfettiler, bu araştırmalar 2007'de yayınlandı. Su bitleri parazitlerden kaçmada daha başarılı oldukça, parazitler de onlara bulaşmada daha başarılı olur hale geldiler. Bu sistemde hem su bitleri hem de parazitler, paylaştıkları ortam olan gölün tabanındaki çamurun içinde uyku halinde (dormant) olarak yıllarca yaşayabiliyordu. Gölün katmanlarının oluştuğu yılları saptamak olasıydı, ve herhangi bir katmanda gömülü olan su bitleriyle parazitler canlandırılabiliyordu. Böylece karşılıklı etkileşimleri ve hatta geçmiş ya da gelecekteki su bitleri ve parazitlerle olan etkileşimleri bile sınanabildi. Teorik beklentileri haklı çıkaran bir bulgu da, parazitin taşıyıcısına en çok bir kaç yıl içerisinde uyum sağlayabilmesiydi. Her seferinde bulaşıcılığı değişime uğramasına karşın, parazitin zehirliliği ve seçilim değeri, su bitlerinin onlara karşı direnme yeteneği ile her aşamada eşitlenerek, sürekli artış gösterdi. Bu çalışma, eş-evrim sürecinin yüksek-rezolusyonlu tarihsel kaydını kullanarak evrim kuramını doğrulayan güzel bir örnek oluşturdu, şöyle ki, parazitlerle taşıyıcıları arasındaki etkileşimlerin, belli bir zamanda sabitlendiğini değil, nesilden nesile doğal seçimle yönlendirilen uyarlanım ve karşı-uyarlanımın oluşturduğu dinamik bir silahlanma yarışının sonucu gerçekleştiğini gösterdi. Referanslar: Decaestecker,E.et al.Nature 450,870 –873 (2007). Ek kaynaklar: The Red Queen Hypothesis:http://en.wikipedia.org/wiki/Red_Queen Van Valen,L.Evol.Theory 1,1 –30 (1973). Yazarın web sitesi: Ellen Decaestecker: - bio.kuleuven.be/de/dea/people_detail.php?pass_id=u0003403- *** BAŞA DÖN
  25. *** DOĞAL ORTAMIN CEVHERLERİ 7. Kertenkelelerde doğal seçim Yaygın bir evrimsel hipotez de, yeni ortamlardaki davranış sapmalarının doğal seçimin etkilerini silmesidir. Ancak, Harvard Üniversitesinden Jonathan Losos ve arkadaşlarının 2003 yılında yaptıkları araştırmanın bu kuramı desteklediği söylenemez. Araştırmacılar, Bahamalardaki altı küçük adaya, karada gezen büyük ve yırtıcı bir kertenkele olan Leiocephalus carinatus'u soktular, diğer altı adayı da denetim ortamı olarak kullandılar. Bu kertenkelenin avladığı daha küçük bir kertenkele olan Anolis sagrei'nin, avcıları L. carinatus'un doğaya sokulduğu adaların yüksek kesimlerindeki bitkisel alanlarda, denetim adalarına kıyasla, daha fazla vakit geçirdiği saptandı. Buna rağmen A. sagrei'nin ölüm oranı deneylerin yapıldığı adalarda, denetim adalarına kıyasla çok daha yüksekti. Daha büyük vücutlu avcı kertenkelenin varlığı, daha uzun bacaklı, daha hızlı koşan, A. sagrei erkek kertenkelelerin seçimine yol açtı, ve yakalanması ve yutulması daha zor olan daha büyük vücutlu dişileri avantajlı duruma getirdi. Araştırmacılar erkeklerin büyüklüğü ile ilgili bir doğal seçime rastlamadılar; zira gösterişli teritoryal davranışlarından ötürü daha büyük erkeklerin yakalanabilir hale geleceğini önerdiler. Bu çalışma, bir avcı türün tanıtılmasının, avlanan türün bireylerinin, davranışlarını avlanmalarının riskini azaltacak yönde değiştirmesine, ayrıca ekolojik olarak nüfusun cinsleri arasında değişen evrimsel bir tepkiye de neden olduğunu göstermiş oldu. Referanslar: Losos,J.B.,Schoener,T.W.&Spiller,D.A.Nature 432,505 –508 (2004). Ek kaynaklar: Butler,M.A.,Sawyer,S.A.&Losos,J.B.Nature 447,202 –205 (2007). Kolbe,J.J.et al.Nature 431,177 –181 (2004). Calsbeek,R.&Smith,T.B.Nature 426,552 –555 (2003). Losos,J.B.et al.Nature 424,542 –545 (2003). Yazarın web sitesi: Jonathan Losos: - www.oeb.harvard.edu/faculty/losos/jblosos - *** BAŞA DÖN
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.