Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Son Olarak Suriye'nin de Eklenmesiyle Birlikte Türkiye'nin Resmi Özür Beklediği Ülke Sayısı 82'ye Ulaştı Suriye'deki siyasi karışıklıklar sırasında Türkiye'nin bu ülkedeki diplomatik temsilciliklerine yapılan saldırılar Türk Hükümeti tarafından sert bir dille kınanırken, Dışişleri Bakanlığı Suriye'den "resmi özür" talebinde bulundu. Bu taleple birlikte Türkiye'nin resmi özür beklediği ülke sayısı 82'ye ulaştı. Özel birim kuruldu Konu ile ilgili bilgi veren Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Naim Sürgit, Suriye'deki olayların büyük bir dikkatle izlendiğini belirtirken, bakanlıkta resmi özür beklenen ülkelerin sağlıklı takip edilebilmesi için müsteşar yardımcılığı düzeyinde yeni bir birim tesis edildiğini duyurdu. Açıklamasında bu birimin dünyanın dört bir yanından beklenen özürleri anlık olarak takip edeceğini ifade eden Sürgit, şöyle devam etti: Trinidad Tobaggo örneği "Özür beklenen ülkelerin özür dileyip dilemediğini takip etme konusunda şu an ciddi bir sıkıntı yaşanıyor. Geçenlerde Trinidad Tobaggo'dan resmi bir özür geldi mesela. Niye böyle talepte bulunmuşuz, taa Karayipler'deki ufacık ülkeyle ne zaman ne gibi bir sorun yaşanmış, koca Dışişleri'nde bir tane hatırlayan yok. 'Neyse tamam biz sizi affettik ama siz de bi daha yapmayın o yaptığınız şeyi' diye yuvarlak laflarla geçiştirmek zorunda kaldık. Demek ki bir yerden sonra ipin ucunu kaçırmışız, ancak yeni kurulan bu birimle özür noktasında daha hassas adımlar atılacak..." "Twitter üzerinden özür dileyen ülkeler var" Dışişleri sözcüsü Sürgit, bugüne dek özür beklenen ülkeler konusunda yaşanan karmaşanın zaman zaman diğer ülkeler tarafından suistimal edildiğini de sözlerine ekledi. "Malum, her ülke özür konusunda aynı hassasiyette değil." diyen Sürgit, basın yoluyla, sosyal paylaşım sitelerinden, hatta yurdumuzu ziyaret eden turistler aracılığıyla özür dilemeye kalkan ülkeler olduğunu belirterek, bu tarz gayrıciddi özürlerin önüne geçilebilmesinin sağlıklı bir dış politika noktasındaki önemine de değindi. Türkiye'nin değişik konularda resmi özür beklediği ülke sayısının dış politika hedefleri çerçevesinde 2012 yılında 100'e, 2023'de ise 200'e çıkarılması hedefleniyor. (Zagor_te_nay Brüksel'den bildirdi)
  2. Bedelli Askerlik İçin Yaptığı Kredi Başvuruları Reddedilen genç mühendis'in vatanseverliği, Son 30 Yılın En Yüksek Seviyesine Ulaştı... Bedelli askerliğin 30 bin lira olarak açıklanmasının ardından söz konusu parayı temin edebilmek amacıyla kredi arayışına giren genç mühendisin (31), son kredi başvurusunun da reddilmesinin ardından vatanı için silah altına girme opsiyonuna artık daha sıcak bakıyor. Halen özel bir şirkette inşaat mühendisi olarak çalışan genç mühendis, kredi başvurusunun büyük ihtimalle yüksek kredi kartı borcu yüzünden reddildiğini belirterek şöyle devam etti: "Atalarımızın bu toprakları bizlere bırakabilmek için, bu şanlı bayrağımız göklerde ilelebet dalgalansın diye canlarını verdiklerini düşününce benim yapacağım 5 buçuk aylık askerlik nedir ki? Keşke okul da okumamış olaydım da 15 ay gideydim. Vatan borcu kutsaldır..." Askerlik fikrine artık sıcak bakıyor Genç mühendis'in bedelli askerliğin açıklanmasının ardından içine girdiği heyecanlı bekleyiş, kredi başvurularının teker teker reddedilmesiyle yerini tekrar vatanseverliğe bıraktı. Son başvurusu ile ilgili olumsuz yanıtı da geçtiğimiz pazartesi alan 31 yaşındaki inşaat mühendisi, bedelliden yararlanamayacağının neredeyse kesinleşmesi üzerine kampa girerek, askerliğin kutsal bir vatan borcu olduğu konusunda kendisini ikna etmeye çalışıyor. Kredi başvurusu için aldığı olumsuz yanıtı bankada İstiklal Marşı okuyarak karşılayan Güzelcebey, ardından girdiği ilk kitapçıdan çeşitli kitap ve dvd'ler alarak vatanseverlik bilincini yükseltme amacıyla kampa girdi. Aradan geçen kısa süreye rağmen askerliğin kutsal bir vatan borcu olduğu konusunda gözle görülür bir bilinç artışı kaydeden genç mühendis Güzelcebey, halen çalışmalarına günde 3 seans "Nefes - Vatan Sağolsun" ile devam ediyor. "Kredi mredi bir şekilde hallederim sanmıştım" Özel bir üniversitede sürdürdüğü "İşletme yönetimi yüksek lisansı" eğitimi sayesinde askerliğini geçtiğimiz Ağustos ayına kadar ertelemeyi başaran Güzelcebey, bedelli askerlikte yaş sınırının 30 olarak açıklanmasını facebook profilinde yazdığı "Bunca sene iyi kaçtık ama değdi " iletisiyle kutlamıştı. Güzelcebey, iyimser havanın da etkisiyle o zamanlar 30 bin tl'lik bedelli askerlik ücretini bir şekilde denkleştiriceğinden emin olduğunu belirtirken, "Yani tabii böyle bir şey beklemediğim için kenara köşeye o kadar para ayırmamıştım ama nasılsa kredi mredi bir şekilde hallederim diye umuyordum, maalesef olmadı. Yaz tatili, ipad, arabanın kredi taksidi bilmemnesi derken fazla açılmışım. Neyse, vatan sağolsun..." sözleriyle silah altına alınmaya sempati duymasının sebeplerini anlattı. "Aslanlar gibi gider askerliğimi yapar gelirim" Bedelli askerliğe olan sıcak bakışının, kredi umutlarının tükenmesiyle birlikte yerini daha milliyetçi duygulara bıraktığını ifade eden Güzelcebey, "İlk başlarda epey bir üzülmüştüm ama bu kredi meselesi benim damarlarımda akan asil kanın farkına varmam için de bir dönüm noktası oldu bi yandan. Şimdi düşününce diyorum ki kendi kendime, 'İyi oldu be Faruk, başka türlü bu vatanın kıymetini nasıl bilecektin?' Ecdadımıza olan borcu 30 bin tl ile ödemek mümkün mü? 5 buçuk ay bölük yazıcılığı yaparak bu borcu hiç değilse bir nebze olsun kapatabileceğimi tahmin ediyorum." derken, yine de doğuda bir yere düşmemek için torpil arayışlarına girmekten geri durmayacağını da sözlerine ekledi. "Nasıl yüzünüz olacak insan içine çıkmaya?" Konuşmasına bedelli askerlikten faydalanacaklara seslenerek devam eden Güzelcebey, "Daha geçen gün 24 şehit vermedi mi bu vatan? Utanmıyor musunuz? Bence bu bedelliden yararlanacak arkadaşlar önce gitsin bi şehit ailesine, gözlerinin içine baksın ve 'Ana, ben işte bu elimde gördüğün dekont karşılığı askere gitmeme hakkı elde ettim. Vatan sağolsun ana" desin. Bakalım buna yüreği var mı acaba çok merak ediyorum?" ifadelerini kullandı. Acil bir telefon görüşmesi sebebiyle ara verilen basın toplantısının devamında keyifli olduğu gözlerden kaçmayan Güzelcebey, "Biraz evvel babam aradı, galiba bu bedelli işi için amcamların işyerindeki ortağından borç alabilme durumu olacakmış." diyerek sevincini gazetecilerle paylaşırken, insanın hayatında neyin ne zaman olacağının hiç belli olmadığına ve Allah'ın bir kapı kapatırken başka bir kapı açtığına dikkat çekmeyi ihmal etmedi. "Zorunlu askerlik çağımızın ayıbıdır" Son olarak zorla silah altına alınan insanlara üzüldüğünü belirten ve, "Ne yazık ki gencecik çocuklarımızı hayatlarının en verimli çağında askere alıyor, hayatlarının bir bölümüne tabiri caizse ipotek koyuyorlar. Vatanseverliğin illa da kışlalarda rap rap yürümekle, elde silahla olmadığını anlamamız için daha ne söylememiz gerekiyor bilmiyorum maalesef..." diyen genç mühendis, borç işinin detaylarını konuşmak için babasının yanına gitmek üzere toplantıyı noktaladı.
  3. Evini satana vergide kötü haber Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in, 'Vergi kanunları gözden geçirilecek' sözünün ardından yeni düzenlemelerle ilgili önemli duyumlar ortaya çıkıyor. Bunlardan sonuncusu gayrimenkul alım satımıyla ilgili. Buna göre, şu anda 5 yıl olan alım-satım vergisinden muaf olma şartının kaldırılması planlanıyor. Maliye Bakanlığı ise resmi açıklama gelmeden haberlere itibar edilmemesi uyarısını yaptı. Değişiklik önerisi kabul edilirse vatandaş satın aldığı evini ilk yıl satarsa elde ettiği kazancın neredeyse tamamı, sonraki yıllar ise kademeli olarak belli bir kısmı vergiye tabi olacak. Süre 10 yılı aşarsa kazancının yüzde 10’u vergiye tabi olacak. HaberTürk gazetesinin haberine göre, Bakanlık’ın üzerinde çalıştığı yeni Gelir Vergisi çalışmasında, ev ve diğer gayrimenkullerin satışında şimdiye kadar uygulanan 5 yıllık süre sınırının kaldırılmasının planlandığı ifade ediliyor. Halen evini, dükkânını, arsasını 5 yıl elinde tutanlar bunları sattıklarında vergi ödemiyor. 5 yıldan önce ise satış yapılırsa alış ve satış arasındaki farkın tamamı vergiye tabi oluyor. Verginin adı ‘Değer Artış Kazancı’. Fakat örneğin 2011 için 8 bin liralık tutar vergiden istisna. 8 bin liranın üstündeki kazanç gelir vergisine tabi. 10 YILIN ÜSTÜ YÜZDE 10 Yeni düzenlemeyle 5 yıl sınırının kaldırılacağı, ev satılırken alınacak değer artış kazancının kademeli olarak vergilendirmesinin düşünüldüğü ifade ediliyor. Edinilen bilgilere göre hazırlanan çalışmada gayrimenkulün satın alındıktan sonra ilk yıl elden çıkarılması halinde alım satım fiyatı arasındaki farkın hemen hemen tüm tutarı vergiye tabi olacak. İkinci yıl satılması halinde yüzde 80, üçüncü yıl yüzde 60, dördüncü yıl yüzde 40, beşinci yıl yüzde 20’si vergiye tabi olacak. Gazetenin haberi dayandırdığı kaynaklara göre, 10 yıl elde tutulduktan sonra satılacak gayrimenkul için kazancın yüzde 10’u tutarında vergi alınması fikri ağır basıyor. ENFLASYON FARKI DÜŞECEK Bu durumda 50-60 yıllık evlerin alım satım tutarları arasında büyük tutarlar oluştuğu için vergi matrahı büyük görünecek. Ancak ‘değer artış kazaçları’nda vergi matrahı hesaplanırken enflasyon farkı düşülüp, aradaki fark vergilendiriliyor. Örneğin 20 yıl önce 10 bin liraya alınan evin bugünkü değeri 200 bin lira ise aradaki 190 bin değil 20 yıl boyunca enflasyon farkı düşüldükten sonra kalan tutar kabul ediliyor. 20 yılda enflasyon evin değerini 10 bin liradan 100 bin liraya çıkarmışsa aradaki 100 bin lira dikkate alınacak. 100 bin liranın da yüzde 10’u olan 10 bin lira vergi matrahı olarak kabul edilecek. 8 bin lira vergiden muaf olduğu için 2 bin liranın vergisi ödenecek. Böylece şimdiye kadar gayrimenkulü 5 yıldan az elinde tutarak elde ettiği gelirin tamamını beyan edenler daha az tutar beyan ederek daha az vergi ödeyecek. Ancak 5 yıldan fazla elinde tutup hiç vergi ödemeyenler artık miktarı düşük de olsa vergi ödemek zorunda kalacak. BABADAN KALMA EVE VERGİ YOK Değer artış kazancı her yıl mart ayı sonuna kadar gelir vergisi beyannamesi ile veriliyor. Eğer kişi bu kazancını gizlerse vergi kanunlarına göre bir kat ceza ve yasal faizlerini ödemek zorunda kalıyor. Diğer yandan satılan ev vatandaşlara eğer miras kalmışsa bu durumda vergi alınmaması için ayrı bir düzenleme yapılacağı ifade ediliyor. Böylece babadan kalma evini satan vatandaş herhangi bir vergi ödemeyecek. Vergi sadece ev alıp satanlar ile sınırlı kalacak. MALİYE BAKANLIĞI UYARDI Medyada yer alan haberlerden sonra Maliye Bakanlığı konuyla ilgili bir uyarı açıklaması yaptı. Maliye Bakanlığı, Yeni Gelir Vergisi Kanunu çalışmaları başta olmak üzere, henüz taslak haline dahi getirilmemiş çalışmalara ilişkin, medyada çıkan ve doğruyu yansıtmayan haberlere, yetkili makamlardan resmi bir açıklama gelmeden itibar edilmemesi gerektiğini belirtti. 2012'NİN İLK ÇEYREĞİNDE MECLİS'E GELECEK Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de gelir vergisi reformunun önlerindeki çok önemli gündem maddelerinden biri olduğunu 2012 yılının ilk çeyreğinde Meclis'e gönderilmesinin ümit edildiğini söyledi.
  4. Dersim: Tarih mutlaka hesap soruyor
  5. Kemal Bey’le gergin ama nazik bir görüşme
  6. *** Evrime Giriş_Evrimin Tanımı ve Açıklaması : Evrimin Tanımı : Biyolojik evrimin en basit tanımı, değişerek türemedir. Bu tanım hem küçük ölçekte evrimi (yani bir popülasyonun içinde gen sıklıklarının nesilden nesile değişmesini) hem de büyük ölçekte evrimi (yani aradan birçok nesilin geçmesiyle ortak bir atadan farklı türlerin türemesini) kapsar. Evrim yaşamın tarihini anlamamızı sağlar. Evrimin Açıklaması : Etrafımızdaki birçok şey zamanla değişir. Ancak bunların hepsine biyolojik evrim denemez. Örneğin ağaçlar yapraklarını döker, sıradağlar yükselip erozyona uğrar, fakat bunlar biyolojik evrime örnek oluşturmazlar, çünkü bu değişimlerde genetik kalıtım ile türeme yoktur. ........................................................................... Ağaç yaprakları birkaç hafta içinde renk değiştirip dökülürler. ..........................Sıradağlar milyonlarca yıl içinde erozyonla aşınırlar. Biyolojik evrimde temel fikir, Dünya üzerindeki bütün yaşamın ortak bir atası olduğudur. Tıpkı sizin büyükannenizin kuzenlerinizin de büyükannesi olması gibi... Bir soy ağacı sayılı yıl içinde nesiller arasında kalıtım yoluyla değişimi resmeder. Değişerek türeme sürecinin sonunda Dünya'daki yaşamın ortak atasından bugün fosillerde ve etrafımızdaki canlılarda gördüğümüz inanılmaz çeşitlilik oluştu: İnsanlar ve meşe ağaçları, serçeler ve balinalar... Evrim hepimizin uzaktan akraba olduğu anlamına geliyor. Uzun yıllar boyunca süren evrim muhteşem çeşitlilikte canlı türleri ortaya çıkarabilir. Kaynak:
  7. Eğer, yaşamın gerçekleri üzerine algılamalar bir yaratıcının varlığı üzerinden tanımlanmaya çalışılıyorsa varılacak nokta inanmak ve inanmamak üzerine tartışmalara dönüşecektir. Sizin de bu algılama mantığını kurarak " bir yarartıcı olmadan yaşamın kaynağını izah eden olursa bende inanmayacağım" dediğiniz gibi... O nedenle size "Varsayımların dışında, olmayan bir şeyin olduğuna dair kanıtların olamayacağını bilmiyor musunuz?... diye bir soru yöneltildi. Bilim, yaşamın gerçekliği üzerine bir çok şeyi açıklama çabası içindedir. Yanıtlarını verebildiği ya da henüz veremedikleri vardır. Ancak bunları hiçbir zaman varsayımlar üzerinden yapmaz. Ulaştığı sonuçlarda kişisel yargı, sanı ve varsayımlara yer yoktur. Açıklamalarını bir yartıcının varlığı ya da yokluğu üzerinden değil, gözlemlediği, deneyimlediği, sınadığı gerçeklikler üzerinden yapar. Sonuç olarak; Bilimsel gerçeklerle, yaratıcı kavramlarını bir arada değerlendirip, kafalarda oluşan boşlukları bir yaratıcının olması gerektiği varsayımları üzerinden yanıtlar aranmaya çalışılırsa elbetteki çelişkiler içinde olunması ve tökezlenmesi kaçınılmaz olacaktır. Bir yaratıcının varlığı ya da yokluğunun yanıtının bilimsel verilerde aranmaya çalışılması ve birilerine kalkıp da "hadi bakalım yokluğunu ispatla" denilmesi anlam taşıyan bir soru ve yaklaşım değildir. Buradan ulaşılacak nokta bir şeyleri kavramaya yönelik tutarlı davranış ve görüşler değil amaçsız kısır tartışma ve polemikler üretir. Her ne kadar ""big bang" ve "cambrian explosion" öncesi izah edilmeli," gibi bilimsel terimleri kullanılıyor olsada, ardından yaratıcıların "Evrimin" içeriğini çarpıtmak amaçlı "tesadüf" kelimesi üzerinden yine bir yaratıcının olması şartını koşan cümleler kurulması aslında konunun derinliğine değil yüzeysel olarak ele alındığını göstergesi... Oysa "Evrim kuramı" canlılığın evrimini açıklarken kullandığı "doğal seçilim" ve "olasılık" kavramları, bir yaratıcının varlığını göz ardı ettiği düşüncesiyle kendilerini kökten karşı olmak zorunda olduklarını hisseden ve refleks tepkiler üreten yaratıcıların ifade ettikleri gibi "tesadüf" kelimesi ile açıklanamaz, terminolojik olarak karşılığı "tesadüf" değildir. *** Yazdıklarınızda kırıcı bir yaklaşım göremiyorum... Ama yine de özür dilemesini bilen bir kişi tavrını sergilemeniz iyi niyetli ve olgun bir kişilik göstergesi... Kendi açımdan da yıpratmak amaçlı,saygısız ve kırıcı bir yaklaşım gösterdiğimi düşünmüyorum... Yapmaya çalıştığım şey " Hatalı akıl yürütmeyi açığa vurarak entelektüel dürüstlüğü sergilemek ve özendirmekten başka bir şey değil zaten.." Yazılanların bunun dışında algılanması yazanı değil konuya alınganlık noktasından bakan kişileri bağlar... Saygı ve sevgilerimle
  8. Nasreddin Hocanın canı bir gün yahni ister. Kasaba gidip iki kilo et alır, eve gönderir. Hocanın karısı, yahniyi pişirirken komşuları çıkagelir. Misafire ikram edecek başka şeyi olmadığından yahniyi pişirip, komşularına ikram eder. Akşam olup da evine yorgun argın dönen Hoca, yahninin özlemiyle sofraya kurulur. Biraz sonra karısı Hocanın önüne bir tabak bulgur aşı koyar. Hoca kızar: " Hatun, hani bizim yahni?" Karısı misafire ikram ettiğini söylemeye cesaret edemez. " Hiç sorma efendi! Senin gönderdiğin eti kedi yedi, " der. Hoca sofradan kalkar. Kediyi tartar. Kedinin zayıflıktan bir deri bir kemik ve açlıktan bitkin halde olduğunu görür. Bir karısına bir kediye bakar. "Hatun, gerçekten eti bu bizim kedi mi yedi?" diye sorar. Karısı: " Evet Efendi! Bu utanmaz kedi yedi, " der. Hoca, koşarak el terazisini getirir. Terazinin bir gözüne kediye, öbür gözüne kilogramları koyar. Kedi tam iki kilo gelir. Hoca karısına sorar: " Bak hatun! Şu gördüğün bizim kedi tam iki kilo geldi. Aldığım et de iki kiloydu. --Bu tarttığım kedi ise, et nerede, yok bu tarttığım et ise, kedi nerede?" ****************************************************
  9. Çevresindekiler bir gün Hoca'ya takılır ve sorarlar. "Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir aslı var mıdır?" Hoca’nın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu ya cevaplar; “Her halde öyle olmalı.” der. Bunun üzerine Hocayı sıkıştırdıklarını düşünenler, "Böyle kişiler zaman zaman mucizeler göstererek bu özelliklerini herkese kanıtlar. -Hoca madem kabullendin göster bir mucize görelim! “ derler. Hoca; bozuntuya vermez, “Pekala simdi size bir numara yapalım” der. Karşısında durmakta olan çınar ağacına; “Ey ulu çınar çabuk yanıma gel!... “ diye seslenir. Tabii ne gelen ağaç var ne giden. Hoca yürümeye baslar ağacın yanına varır. Adamlar; “Ne oldu Hoca ağacı getiremedin, kendin oraya gittin! diye gülünce, Hoca; “ Bizde kibir yoktur” der, “dağ yürümezse abdal yürür.” ****************************************************
  10. Nasreddin Hoca ile arkadaşları Konya'da bir eve akşam yemeğine davet edilmişler. Ev eski ve ahşap, bastıkça tahtalar gıcırdıyormuş. Hoca "Evin tahtaları ses veriyor!" diye espri yapmış. Ev sahibi de gülümseyerek : -"Bizim ev pek sofudur, ara sıra zikreder!" deyince, Hoca lafı yapıştırmış : -"Ya aşka gelip secdeye varırsa!" ****************************************************
  11. Bir gün Nasreddin Hoca ve arkadaşları iddiaya tutuşmuşlar. Eğer Hoca karanlık ve soğuk bir gecede, sabaha kadar köy meydanında bekleyebilirse arkadaşları ona güzel bir ziyafet çekecekmiş. Şayet bunu beceremezse o, arkadaşlarına ziyafet çekecek. Kararlaştırılan gün Hoca meydanın ortasında, sabaha kadar tir, tir titreyerek beklemiş. Sonra yanına gelenlere : - Tamam demiş. İddiayı kazandım. - Ne oldu ne yaptın demişler. - Bekledim sabaha kadar demiş. - Hayır demişler. Sen uzaktaki bir mum ışığı ile ısınmışsın. İddiayı kaybettin! Ziyafetimizi hazırla. Hoca çaresiz kabul etmiş. Ziyafet vakti kocaman bir kazanın altına minicik bir mum koymuş. Güya yemek pişirecek. - Ne yapıyorsun? demişler. Kıs, kıs gülerek cevap vermiş : - Bu mum sıcağıyla size yemek pişireceğim arkadaşlar. Uzaktaki bir mum ışığıyla ben nasıl ısındıysam, bu kazandaki yemek de öyle pişecek!.. ****************************************************
  12. Biri hocaya: "Şu dünya ne kadar tuhaf. " demiş. Hoca aksakalını sıvazladıktan sonra: " Neresi tuhaf." diye sormuş. Adam: " Sabah oldumu insanların her biri bir tarafa gidiyor. Bazıları bu yana bazıları bu yana... Neden ki?" deyince Hoca çok fazla düşünmeden şu cevabı vermiş: "Neden olacak hepsi bir tarafa gitse dünyanın dengesi bozulurda ondan.". ****************************************************
  13. *** Eskiden takvim bugünkü kadar yaygın değilken, köylerde ancak önemli bazı olaylara göre zaman belirlenirmiş. Ramazan'da günleri şaşırmamak için Nasreddin Hoca zamanı belirlemek için bir çömlek alır bir yığın ufak taş toplar, Akşam olduğu zaman bu taşlardan bir tanesini çömleğe atarmış. Ramazan'ın kaçı olduğunu öğrenmek isteyince çömlekteki taşları sayarmış. Hoca'nın bu usulünü bilen bir arkadaşı Hoca'ya küçük bir şaka yapmak ister. Bir gün gizlice Hoca'nın taşları büyüklüğünde bir kucak taşı çömleğe boşaltır. Sonra doğruca Hoca'nın yanına gider ve sorar: " Hocam, bugün Ramazan'ın yirmi dördü mü, yirmi beşi mi? Arkadaşlarla bir karara varamadık. Bana Hoca'ya git danış. O bilir, dediler." Hoca: " Olur, şu bizim çömleğe bir bakalım," der. Hoca., çömleğin yanına gider. İçindeki taşları saymak için boşaltır. Hayretler içinde kalır. Taşları sayar, tam 124 tane taş vardır. Kendi kendine: " Allah Allah! Hiç böyle şey olmaz! " diye söylenir. Soru soran adamın yanına geri gelir: "Bugün Ramazan'ın altmış ikisi "der. Adam: " Aman Hocam! Hiç böyle şey olur mu? Hiç ay altmış iki çeker mi? " deyince, Hoca: " Sen gene şükret, ben insaflı davrandım da yarısını söyledim. Benim çömleğin hesabına kalsaydı bugün Ramazan'ın yüz yirmi dördü idi." der ****************************************************
  14. Bir gün Hoca'nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar: - "Hocam, adam olmanın yolu nedir?" Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak - "Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli" demiş ****************************************************
  15. *** *** Hoca, bir gün kırlardan topladığı çalı çırpıyı eşeğine yükleyip evine götürürken : -Acaba, yaş çırpı da kurusu gibi yanar mı? diye düşünür. Merakından çakmağını çakar ve alevi Eşşeğin sırtındaki çalı çırpıya dokundurur. Aralarında kuruları da bulunan çalı çırpı hemen alev alır. Eşekte bir korku, bir telaş, huzursuzluktur başlar. Anıra anıra, çifte ata ata dört nala koşmağa başlar. Hoca da arkasından olanca gücüyle bağırır : -Aklın varsa göle koş! ****************************************************
  16. *** Nasreddin Hoca'nın evine tüccar arkadaşı misafir olmuş.Hoca ona mantı pişirip getirmiş. Arkadaşı acele edip mantıyı hemen ağzına atınca boğazı yanmış. Boğazının yandığını belli etmemek için başını tavana doğru dikmiş ve yanmanın etkisi gidince de başını tavandan indirmeyip sormuş : -Hocam bu tavanı ne zaman yaptınız. Hoca hemen yanıtlamış: -Boğazıma ateş düştüğü zaman, demiş. ****************************************************
  17. *** Bir gün Nasrettin Hoca'ya - Hocam bal ile sirke uyuşmaz derler, derler. - Nasıl uyumasın der? der ve gider yarım okka bal yer yarım okkada sirke içer. Yüzünün yemyeşil olduğunu görenler sorar. - Bal ile sirke birbiri ile anlaşamadı değil mi? Hoca hiç mertliği elden bırakmaz. - Yoo, onlar anlaştılar anlaşmasına da şimdi beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar. ****************************************************
  18. *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1900’lerden Günümüze *** Genetik Benzerlikler : Wilson, Sarich, Sibley ve Ahlquist ....... Vincent Sarich .............. Allan Wilson 1950’lerde bir biyolog bir kuşun diğeri ile akrabalığını araştırmak için, onların anatomik benzerlik ve farklılıklarını dikkatli bir şekilde incelemek zorundaydı. Ancak bugün aynı problem üzerinde çalışan bir bilim insanı anatominin yanı sıra, anatominin de inşa edildiği direktifleri yollayan genetik şifreyi kullanabilir. DNA dizilimi nesiller arasındaki kalıtsal bağları oluşturur, dolayısı ile evrimsel akrabalıkları inceleyen bilim insanlarının gün be gün bu ilişkileri ortaya koyan DNA’ya yaklaşmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Fakat bütün organizmaların genomlarının (*) okunması DNA’nın 1950’lerde ki keşfinin hemen ardından gerçekleşmemiştir. Bilim insanları ufak adımlarla hedeflerine yaklaşmışlardır. Bilim insanları öncelikle DNA ürünleri olan proteinleri (*) inceleyerek gen dizilimlerine yoğunlaşmışlardır. Sonuçta eğer iki tür yakın olarak akraba ise benzer gen dizilerine sahip olmaları gerekmektedir, dolayısı ile benzer proteinler yapmalıdırlar. O yüzden 1970’lerden önce, evrim çalışmalarında proteinler genlerin yerine kullanılmışlardır. Benzerliklerin bulunmasında antikorların kullanılması Araştırmacıların protein benzerliğini değerlendirdiği yöntemlerden bir tanesi bağışıklık sisteminin yabancı proteinleri tanıma yeteneğinin kullanılması idi. Örneğin bir tavşanın bağışıklık sistemi bir insan proteinini yabancı bir protein olarak algılayacak ve o proteine özgü antikorlar yaparak saldırıya geçecektir. Aynı tavşan antikorları, benzer proteinlere tabi tutulursa (mesela şempanze proteinleri) muhtemelen yine saldıraya geçecektir. Bu iki yabancı protein birbirine ne kadar yakınsa, ikinci proteine karşı antikor saldırısı o kadar güçlü olacaktır. Bu tekniğin değişik çeşitleri 1904’ler gibi erken tarihlerde kullanıldıysa da, daha hassas yöntemler 1960’lar da geliştirilmişti. Bu hassas yöntemler, insanlar ile diğer insansı maymunların proteinleri arasındaki dikkat çeken benzerliği ortaya çıkarmıştır. Vincent Sarich ve Allan Wilson , diğer araştırmacıların çalışmalarından da yararlanarak; daha az protein benzerliği gösteren türlerin daha yakın zamanda ayrıldığı varsayımında bulunarak, insanların, şempanzelerin ve gorillerin tahmin edilenden çok daha kısa bir süre önce, sadece 5 milyon yıl önce, yaşamış ortak ataya sahip olduğunu öne sürmüşlerdir. Zamanda geriye gidiş ve primatların soyoluş şeması bağışıklıkbiliminin verileriyle yapılmıştır. Benzerliklerin bulunmasında DNA’nın kullanılması DNA kimyası çalışan bilim insanları gerçek dizilimlere daha da yaklaşmışlardır. Charles Sibley ve Jon Alquist DNA-DNA melezleşmesi(*) (sağdaki şema) denilen bir yöntemle evrimsel akrabalıkların araştırılmasında DNA kinetiğinin kullanılmasına öncülük etmişlerdir. Her DNA molekülü iki nükleotit(*) zincirinden oluşur. Eğer bu zincirler ısıtılırsa biribirlerinden ayrılırlar, soğuduklarındaysa nukleotitlerin çekimleri zincirleri tekrar biribirine bağlar. Farklı türleri karşılaştırmak için, bilim insanları DNA’yı küçük parçalara keserler, zincirleri biribirinden ayırır ve DNA’ları karıştırırlar. İki farklı türün DNA’sı biribirine bağlandığında, türlerin genetik farklılıkları nedeniyle tam olarak biribirine uymaz. Farklılık fazlalaştıkça DNA zincirleri arasındaki bağ da zayıflar. Bu zayıf bağlar çok az bir ısı ile kırılabilirken, daha yakın türlerin DNA’larının oluşturduğu bağlar için daha yüksek ısı gerekir. DNA melezleşmesi farklı türlerin DNA’larının ne kadar benzer olduğunu ölçebilir. Benzerlik arttıkça DNA melezleri daha yüksek sıcaklıkta erirler. Bu teknik primatların akrabalık derecelerinin anlaşılması için uygulandığında; şempanzelerin insanlara, orangutanlardan ya da gorillerden daha yakın olduğunu ortaya koymuştur. DNA-DNA melezleşmesi verileriyle insan ve yakın akrabaları arasındaki evrimsel ilişki hipotezleştirmesi. DNA dizilimini otomatik olarak yapan makina(PCR). Bu dizilimler kolayca evrimsel araştırmalar için kullanılır. DNA dizileme İlk DNA dizileme yöntemleri 1970lerde keşfedilmişti ancak dizileme için hazır, saf DNA üretmek zordu, bu da DNA dizilim okuma işini, dizi elde etmek için kullanılan dolaylı yöntemlere göre daha zahmetli ve zaman alıcı hale getiriyordu. Fakat 1980’lerin sonunda, bilim insanları çok küçük miktardaki DNA’nın çok çok fazla kopyasının yapılmasını sağlayan bir yöntem geliştirdiler, bu keşif DNA dizilimi okuma üzerine yapılan çalışmalarda bir patlamaya yol açtı. Araştırmacılar, evrimsel akrabalık çalışmalarında dizilimlere ciddi bir kanıt kaynağı olarak güvenmeye başladılar. Genlerin diziliminin okunması her geçen gün daha kolay hale gelir görünmektedir. On yıl önce, 10 baz(*) çiftinin dizilimini okumak bir saat sürebilirdi. Bugün sıradan bir laboratuvar 100 baz çiftinin bir saat içerisinde dizilimini okuyabilir, son teknolojiye sahip yerler ise bir dakika da yüzlerce baz çiftinin dizilimini okuyabilirler. Şu anda genetik şifrenin içerisinde yüzüyoruz; insan genomunun temel bir haritasına sahibiz, başka pek çok organizmanın genomlarını biliyoruz. Fakat DNA dizilimi tek başına biyologların sorularını cevaplamaktan uzaktır ve bir genin dizilimini bilmek, onun aslında ne yaptığını ve nasıl yaptığını bilmek anlamına gelmiyor. DNA dizilimi sadece evrimsel akrabalıkların aydınlatılması için kullanılan kanıtlar sağlar. Örneğin, insan ve şempanze DNA’ları %98 aynıdır ve genetik dizilimi okuma bize bu ufak farklılıkların nerelerde olduğunu söyleyebilir. Ama anatomi, davranış çalışmaları ve gelişimsel çalışmalar aynı zamanda farkılılıklarımızı, benzerliklerimizi ve ortak evrimsel tarihimizi derinlemesine anlamak için çok önemli veriler sunar. *** Notlar: (*) Genom : (ing. genome) Bir canlının taşıdığı bütün genetik bilgi. (*) Protein : (ing. protein) Amino asit dizilerinden oluşmuş bir molekül. Yaşam için en önemli moleküller arasında olan proteinleri oluşturan amino asitlerin dizilimleri DNA diziliminde kodlanır. (*) Melezleşme : (ing. hybridization) İki farklı ebeveyn formunun birlikte döl vermesi. Örneğin, birbirinden farkı ayırdedilebilen iki bitki türü birbirlerini döller ve sonuçta oluşan bitki hayatta kalabilir ve üreyebilirse bu iki bitki türü melezleşmiş olurlar. Melezleşme türler arasında gen akışına sebep olabilen bir süreçtir. (*) Nükleotit : (ing. nucleotide) DNA’nın yapıtaşlarıdır. Nükleotit zinciri DNA’yı oluşturur. Bir nükleotit şeker, fosfat ve baz üçlüsünden oluşur. (*) Baz : (ing. base) DNA'nın bilgiyi kodlayan kısmı, genetik şifrenin harfleri. DNA'nın bir bölgesindeki bazların dizilimi (yani A'ların, T'lerin, G'lerin ve C'lerin dizilimi) DNA'nın ne iş yaptığını belirler. Örneğin bu DNA bölgesi bir proteini kodluyor olabilir, bir başka geni etkinleştiriyor olabilir vb... Protein kodlayan bölgelerde her üç baz çifti bir tek amino asidi kodlar. Örneğin, ATG baz dizilimi, metionin adı verilen bir amino asidi kodlar. Bir DNA ipliğinde bazlar, çiftler halinde bulunur ve karşılıklı dizilirler: A bazı T bazı ile, G bazı ise C bazı ile eşleşir. ***
  19. *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1900’lerden Günümüze *** 21. Yüzyıl için Evrim ve Gelişim: Stephen Jay Gould ********1920’lerde Ernst Haeckel’in biyogenetik kanunu’nun çürütülmesi ile embriyolar üzerinde yapılan evrimsel çalışmalar on yıllar boyunca sadece entellüktüel seviyede devam etti. Haeckle’in bireyoluşun (*) soyoluşu özetlediği kavramı derin bir şekilde yaralanmıştı ama en azından açık sözlüydü. Embriyolar ve evrim üzerinde çalışmaya devam eden az sayıdaki araştırmacı evrimsel değişim hakkında karmaşık bir yığın veri öne sürmekteydi ve bunun için yine aynı karmaşıklıkta isimler türetmekteydiler, örneğin paedomorfosis (gençtiplileşme (*)), proterogenesis, filoembriyogenesis (embriyosoyoluşu). Çoğu embriyolog bunun yerine evrimsel imalardan uzak kendi başına bile zor bir soru olan embriyoların nasıl geliştiği üzerine odaklanmayı seçtiler. Bu sırada evrimsel biyologlar, enerjilerinin çoğunu yeni filizlenmekte olan genetik alanına yoğunlaştırdılar. Evrim tekrar gelişim ile buluşuyor ********Evrimsel zaman kapsülleri olarak embriyolara herkesten daha fazla paleontolog Stephen Jay Gould dikkat çekmiştir. 1977’ de yayımladığı Bireyoluş ve Soyoluş (*) isimli kitabında bu karmaşaya yol açan bilimsel çalışmaların tarihsel bir sıralamasını ortaya koymuştur. Ancak aynı zamanda bu bolluğun bazı basit prensipler ile organize edilebileceğini de göstermiştir. Gelişimin zamanlamasının, radyoda bulunabilecek tarzda (şekil), iki düğme ile ayarlanabileceğini düşünün. Bu düğmelerden bir tanesi organizmanın gelişim hızını kontrol ederken, diğeri zaman içerisinde hangi şekil değişimleri geçireceğinin hızını kontrol etsin. Rasgele mutasyon, her iki düğmenin de ayarını değişterebilecek, dolayısı ile türlerin embriyolarının gelişme hızlarını arttıracak ya da düşürecek bir olgudur. Bu tip ayarlamalar bir organizmanın tüm vücudunda ya da herhangi bir organında değişikliğe yol açabilirler. Eğer evrim, semenderin biçim değişim oranını yavaşlatmış ancak geri kalan her şeyi aynı bırakmış olsaydı sonuçta ortaya bir aksolot (tatlı su semenderi) çıkardı. Gelişmekte olan Drosophila embriyosunun yaşamının ilk dört saati süresince hairy geninin (koyu bantlar) anlatımını gösterir (dört basamak). Farklı türler aynı genleri azıcık zaman farklarıyla açarlar. D kutusunda okla gösterilen girinti, sonunda baş ve gövdeyi birbirinden ayıracaktır. Gelişimsel değişimler için genetik tetikleyiciler ********Zamanlamadaki bu değişimler bir bütün olarak farklızamanlama(*) olarak bilinir. Ayrıca çok sayıda ve etkili oldukları kanıtlanmıştır. Ancak Gould biliyordu ki, farklızamanlama için gerçek açıklama metamorfik radyo düğmelerinde değil bu düğmeleri etkileyen genlerde bulunabilirdi. Bireyoluş ve Soyoluş’un yayınlandığı dönemde, biyologlar gelişime (*) katkıda bulunan genleri ilk defa izole etmeye başlamışlardı. O zamandan beri, bu genlerin gönderdiği diğer genleri tetikleyen sinyallere yani embriyonik hücrenin çoğalmasını, ölmesini, yeni bölgelere sürüklenmesini ya da bir araya toplanmasını bu genlerin nasıl etkilediklerine dair daha iyi bir bakış açısı kazandırdılar. ********Bu yeni bilim çağının şafağında, Gould farklızamanlama ve benzer evrimsel değişimlerin vücudun değişik bölgelerini inşa eden genler tarafından yönlendirilmediğini öngördü. Onun görüşüne göre, embriyoların evriminden, genleri kontrol eden genler sorumluydu. Gould’un öngörüsünün doğruluğu bugün gösterildi. Örneğin 2000’de Junhyong Kim ve Yale’den biyolog arkadaşı, çok önemli bir gelişimsel genin aktif hale geçme zamanını meyve sineği Drosophilia melanogaster ve iki yakın akrabası D. simulans ve D. pseudoobscura’da karşılaştırdılar. Deney sonunda söz konusu genin proteinlerini yapmaya D. pseudoobscura’da D. melanogaster’den 24 dakika sonra başladığını buldular. Aynı zamanda D. simulans’ın geninin en başta harekete geçtiğini ve 14 dakika daha önce aktif hale geldiğini tespit ettiler. Bu üç türdeki gelişimsel genler aynı olsa da zamanlamada ki bu değişim anatomik değişimlere yol açmaktadır. Bilim insanları düzenleyici genleri izole etmeye başladıktan sonra, onların ne kadar güçlü ve evrimin yönü üzerinde ne kadar uzun zamandır etkili oldukları konusunda çok şaşırmışlardır. *** Notlar: (*) Bireyoluş : (ing. ontogeny) Bkz. gelişim (*) Gelişim : (ing. development) Bir organizmanın yaşamı boyunca geçirdiği değişimler; bir zigotun erişkin bir organizmaya dönüşmesi ve sonunda yaşlanıp ölmesinde rol alan süreçler. (*) Soy : (ing. lineage) Kendi içinde kesintisiz bir ata-torun ilişkisi ile bağlı bulunan popülasyon, organizma, hücre ya da gen serileri. (*) Soyoluş : (ing: phylogeny) Organizmalar arasındaki evrimsel ilişkiler; canlıların evrimsel geçmişlerindeki soy dallanma desenleri. Soyoluşlar sıklıkla birbirlerine yakın akraba olan canlıların "aile ağaçları" olarak kullanılırlar, ama bütün yaşam formları arasındaki ilişkileri de bir soyoluş ile göstermek de mümkündür. Daha detaylı bilgi için Evrim 101 başlığındaki soyoluş sayfalarına bakınız. (*) Gençtiplileşme : (ing. paedomorphosis) Atasal gençlik döneminin bazı özelliklerine sahip ve ancak üreme sistemi olgunlaşmış bir ergin olmak. Gençtiplilik değişimi, “çocuk tipli” bir yetişkin olan organizmanın gelişim dönemindeki bir evrimsel değişimdir. (*) Farklızamanlama : (ing. heterochrony) Bir gelişimsel olayın zamanlamasındaki evrimsel değişim. Örneğin bir türün atalarına göre daha erken cinsel erginliğe erişmesi farklızamanlamadır. ***
  20. *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1900’lerden Günümüze *** İçortakyaşam: Lynn Margulis Margulis, siyanobakteriden (üstte) evrilen kloroplast (altta) hipotezini ileri sürmüştür. ********Modern Sentez zaman içerisinde doğal seçilimin mutasyon üzerinde etki göstererek yeni uyarlanımlar ve yeni türler ortaya çıkarabileceği fikrini oluşturmuştu. Ancak bu yeni soyların ve uyarlanımların sadece eski dallanmalardan ya da eski soyların genlerinin aktarılması yoluyla oluştuğu anlamına mı gelmekteydi? Bazı araştırmacılar bu soruya “hayır” yanıtını verdiler. Evrimci Lynn Margulis, yaşamın tarihinde yaşanan büyük bir organizasyonel olayın muhtemelen iki ya da daha fazla soyun ortakyaşam ile bir araya gelmesini gerektirdiğini göstermiştir. Ortakyaşayan mikroplar = Ökaryot hücreler mi? ********1960’ların sonuna doğru Margulis(solda) hücrelerin yapıları hakkında çalışmaktaydı. Mitokondri, örneğin metabolizma için, gerekli eneriyi üreten kıvrımlı yapılardır. Margulis’ e göre bunlar tıpkı bakterilere benziyorlardı. Bayan Margulis, 1800’lerde mitokondrinin keşfinden beri bilim insanlarının bu benzerlikten çok etkilendiklerini biliyordu. Hatta bazıları mitokondrilerin hayvan ve bitki hücrelerinde kalıcı bir ortakyaşam sürdüren bakteriler olduğunu öne sürmekteydi. Tüm bitki hücrelerinde de aynı paralellikte örnekler vardı. Alg ve bitki hücreleri fotosentezi gerçekleştiren ikinci bir yapı seti taşıyorlardı. Kloroplast (*) olarak bilinen bu yapılar güneşten gelen ışık enerjisini yakalıyorlardı. Bu enerji, su ve karbondioksit kombinasyonuyla organik maddenin elde edildiği biyokimyasal tepkimeyi yürütüyordu. Kloroplastlar, mitokondriler gibi bakterilere etkileyici bir benzerlik gösterirler. Bilim insanları, kloropalstların (aşağıda sağda), mitokondriler gibi ortakyaşamcı bakterilerden, özellikle tatlı su ve okyanuslarda yaşayan ışık yakalayabilen küçük organizmalar olan siyanobakterilerden (yukarıda sağda) evrildikleri konusunda ikna oldular. ********Margulis çalıştığı profesörlerden biri kloroplastların içinde DNA gördüğünde Margulis hiç şaşırmamıştı. Sonuçta bu , ortakyaşamcı bir eşten beklenmesi gereken bir şeydi. Margulis 1960’ların geri kalan kısmını, ortakyaşamın hücrenin evriminde farkına varılmamış fakat ana kuvvetlerden biri olduğu konusundaki, tezini güçlendirmeye çalışarak geçirdi. 1970’de tezini, “ökaryotik hücrenin kökeni”ni yayımladı. Mitokondrinin tifüse neden olan bakteriyle yakın akraba bir bakteriden türemiş olduğu düşünülüyor. Genetik kanıt ********1970’lerde bilim insanları farklı türlerin genlerini karşılatırmak için yeni cihazlar ve metodlar geliştirdiler. Dalhousie Üniversitesi’nde biri Carl Woose tarafından diğeri de W. Ford Doolittle tarafından yönetilen iki mikrobiyolog ekibi, bazı alg türlerinin kloroplastlarındaki genler üzerinde çalışma yapmaktaydı. Kloroplastların içerdiği genlerin alg çekirdeğinde bulunan genler ile çok az bir benzerlik içerdiğini buldular. Kloroplast DNA’sının siyanobakter DNA’sı olduğu ortaya çıktı. Aynı zamanda mitokondri DNA’sının tifüse yol açan bir bakteriye benzediği de ortaya çıktı (yandaki fotoğraf). Margulis erken dönem ortakyaşamın çekirdekli hücrelerin ortaya çıkmasına öncülük ettiğini ileri sürdü. Örneğin, spirochete diye alandırılan spiral şekilli bakteriler, mitoz ile bölünen tüm organizmalara dâhil olmuştur ve zamanla sperm gibi hücrelerde kuyruk oluşumlarına yol açmıştır. Çoğu araştırmacı bu iddiaya şüpheyle yaklaşmaktadır. ********Ortakyaşamcı olayların, yaşamın pek çok formunun oluşumunda ve karmaşıklığında çok büyük bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Algler bakteriyel ortaklarını yutmuşlar ve birlikte başka bir tek hücreli olmuşlardır. Çekirdekli hücreler çoğunluka çekirdeksizlere nazaran daha sıkıca bağlanmış topluluklardır. Evrim bir zamanlar inanılandan daha esnektir. İçortakyaşam hipotezi genetik dizilime dayanan soyoluşsal analizle desteklenmiştir. *** Notlar: (*) Kloroplast : (ing. chloroplast) Bitkilerde ve fotosentez yapan protistlerde bulunan, güneş enerjisini (güneş ışığını) kullanarak karbondioksit ve oksijenden organik maddeler üreten hücre organeli. ***
  21. *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1900’lerden Günümüze *** Radyometrik Tarihlendirme: Clair Patterson Radyoaktif elementler bozunur ve bir yandan enerji, bir yandan da parçacık salarlar. Ondokuzuncu yüzyıl yerbilimcileri, kayaların, dağlar erozyona uğradıkça ve tortuları okyanus tabanında biriktikçe yavaş yavaş oluştuklarını anlamışlardı. Ancak bu sürecin ne kadar zamanda gerçekleştiğini dolayısı ile barındırdıkları fosillerin yaşlarını bilmiyorlardı. Darwin kendi evrim kuramının gerçekleşmesine imkan verecek şekilde, yerkürenin fazlaca yaşlı olduğunu öne sürmüştü. Büyük fizikçi Lord Kelvin ise dünyanın görece genç, muhtemelen 20 milyon yaşında olduğunu savunuyordu. Bunun sebebi, gezegenin ergimiş halden bugün ki sıcaklığına ulaşması için gereken zamanı hesaplamış olmasıydı. Ancak Kelvin, dünyayı bugün olması gerekenden daha sıcak tutan uranyum benzeri radyoaktif maddelerin varlığından haberdar değildi ve olamazdı. Daha yaşlı bir yerküre Yirminci yüzyılın şafağında, fizikçiler devrimci bir buluş yaptılar; elementler sonsuz değildi. Atomlar yeni elementler oluşturacak şekilde birbirleriyle kaynaşabiliyorlardı, aynı zamanda atom altı parçacıklar saçarak ve bir elementten diğerine geçerek parçalanabiliyorlardı (sağdaki şekil). Bu keşfi bazı fizikçiler nükleer silahlardan nükleer ilaçlara kadar değişen yelpazede kullanırken başka fizikçilerse bunu doğayı anlamak için kullandı. Güneşin bir zamanlar kömür alevi gibi yandığı düşünülürdü ancak fizikçiler, güneşte enerjinin atomların biribirine çarpması ve yeni elementleri oluşturması ile ortaya çıktığını gösterdiler. Yerküreyi oluşturan ilksel toz bulutu, radyoaktif izotoplar olarak bilinen kararsız atomlar içeriyordu. Bu kararsız atomlar doğumundan bu yana devamlı parçalanıp enerji salarak yerkürenin sıcaklığının korunmasıda yardımcı olmuşlardır. Bilim insanları yerküremizdeki kaya tabakalarının yaşlarını ölçerken radyometrik tarihlendirmeyi kullanırlar. Radyoaktivite aynı zamanda yaşamın tarihine kesin bir de takvim vermiştir. Kayalarda bulunan bu tip parçalanmaların ürünleri olan atomları ölçerek fizikçiler yaşlarını kestirebilmektedirler. Ve bu atomların, meteoritlerdeki atomlara oranlarını karşılaştırarak yerkürenin tüm güneş sistemi ile birlikte ne zaman oluştuğunu tahmin edebilmektedirler. 1956’da Amerikali yerbilimci Clair Patterson yerkürenin 4,5 milyar yaşında olduğunu duyurmuştur. Darwin sonunda arzuladığı zamansal bolluğa kavuşmuştur. Kadim yaşam Radyoaktif saatin evrimsel tarihe yerleştirdiği tarihler inanılmazdır. Hayat en azından 3,5 milyar yaşındadır ve bundan 600 milyon yıl önce gezegen mikroplar tarafından istila edilmişti. Radyoaktif saatler evrimin hızının değişebildiğini göstermiştir. Yaklaşık 535 milyon yıl önce Kambriyen patlamasıyla bu devir görece hızlı bir şekilde pek çok başlıca hayvan soyunun birkaç milyon yıl içerisinde ortaya çıkışını görmüştür. 150 milyon yıl boyunca kemirgen boyutlarında küçük hayvanlar olan memeliler, 65 milyon yıl önce meydana gelen Cretaceous-Tertiary yok oluşundan sonra muazzam boyutlara hızla evrilmişlerdir. Jeolojik tarihleme, devamlı ortaya çıkan yeni yöntemler ile yaşayan bir bilim dalı olmaya devam etmektedir. Bu yöntemlerden bazıları bizim hominid atalarımızın evriminin izini sürmeye yardım etmiştir; anatomik olarak modern insanlar bundan 100.000 yıl önce evrilmişlerdir. Bu durum, yerkürenin yaşının sanılanından yirmi kat fazla bir süre olmasına rağmen, jeolojik olarak bir göz kırpmasına eşdeğerdir. ***
  22. *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1900’lerden Günümüze *** DNA, Evrimin Dili: Francis Crick ve James Watson ********Bugünün dünyasında en ünlü molekül DNA olabilir ancak biyoloji tarihinde DNA’nın bilim insanlarının dikkatini biraz geç çektiğini söyleyebiliriz. DNA keşfedilmeden yaklaşık yüzyıl önce, Gregor Mendel kalıtımın temelinde yatan düzenin bazı noktalarını ortaya çıkarmıştı. 20. yüzyılın başlarında, bilim insanları benzer prensipleri tekrar ortaya koydular, Mendel’in çalışmalarını tekrardan keşfettiler ve fark ettiler ki yaşam bir şekilde genler üzerine kodlanmıştı. Bu genlerin nelerden oluştuğu bir bilinmeyen olarak duruyordu ancak bu bilim insanlarını, genlerin ve mutasyonların dinamiğini ve doğal seçilim yolu ile yeni yaşam biçimlerinin nasıl oluştuğunu araştırmaya başlamaktan alıkoymadı. Son elli yıldır evrimsel çalışmaların büyük kısmının üzerine kurulduğu evrimin “Modern Sentez”i, DNA keşfedilmeden yıllar önce ortaya konmuştu. DNA’nın yapısı ********Ancak unutulmamalıdır ki, DNA’nın keşfi evrimin araştırılması çalışmalarında devrimsel bir adım olmuştur. Evrim biyologları Modern Sentez fikrini şekillendirirlerken, dünya üzerindeki genetikçiler ise hırsla genetik bilgiyi taşıyan molekülü arıyorlardı. Hücrelerin, proteinler ve nükleik asitler gibi çok çeşitli moleküller içerdiklerini biliyorlardı. Ancak hangisi bilgi taşıma kapasitesine sahipti ve yeni hücrelere kopyalanıyordu? Deneyler, nükleik asitlerin kalıtsal özellikleri etkileyebileceğini gösteriyordu. James Watson isminde genç bir Amerikalı genetikçi, nükleik asitlerin gerçekten de genleri taşıyıp taşımadığını anlamanın tek yolunun yapılarını ortaya çıkarmak olduğunu fark eden araştırmacılardan birisiydi. birisiydi ********Bu oldukça zorlu bir görevdi çünkü bilim insanlarının molekülleri görebilmelerinin tek yolu üzerlerine x-ışını gönderip yansıyan atomların bir film parçası üzerine belirgin örüntülerde düşürülmesini sağlamaktı. Watson, Rosalind Franklin ve diğerlerinin toplamış oldukları x-ışını verilerini analiz etmek amacıyla Cambridge Üniversitesi’nden Francis Crick (sağda) ile bir araya geldi. Ve çok hızlı bir şekilde, 1953 yılında Watson ve Crick, pirinç levhalar, tutturucular ve diğer bazı laboratuvar gereçlerinden bir model yarattılar. Çalışırlarken fark ettiler ki, nükleik asitler; fosfatlar ve şekerler kenarları, baz olarak bilinen organik yapılar ise basamakları oluşturarak, burkulmuş bir merdiven şeklinde dizilmişlerdi. Yıllar sonra, DNA’nın çift sarmal yapısını gösteren bu çılgınca gelen buluşları dolayısıyla Nobel Ödülü’ne hak kazanmışlardı. Yaşamın yemek kitabı ********Takip eden yıllarda, Watson, Crick ve diğerleri DNA’nın temel olarak nasıl çalıştığını ortaya çıkardılar. Her bir genin aralıksız süren baz çiftlerinden oluştuğunu fark ettiler. Genin tek-zincir kopyası oluşturuluyor (Messenger RNA olarak biliniyor) ve hücre içerisinde ribozom adı verilen protein üretme fabrikalarına aktarılıyordu. Burada, bazların dizilimi yeni bir proteini oluşturacak amino asit zincirinin yapılanmasını belirliyordu. Bir hücre bölünürken, çift zincir bir fermuar gibi açılıyor ve DNA eşleniyordu. Bu yaşamın yemek kitabıydı. DNA’yı kullanmak ********DNA’nın keşfiyle, evrimsel biyolojide bir devrim yaşanmış oldu. Araştırmacılar, mutasyonların “yemek kitabındaki” yazımda değişikliklere yol açtığını fark ettiler. Tek bir baz çifti değişebilir ya da bir grup gen de ikinci kez yazılabilirdi. Organizmaya seçilimsel bir yarar sağlayan mutasyonlar zaman içerisinde daha yaygın görülüyorlardı ve bu mutant genler eski sürümlerinin ortadan kalkmalarına neden olabilirlerdi. ********DNA’nın keşfi sayesinde bilim insanları için sadece genlerin tanımlanması değil aynı zaman da her bir bazın da tanımlanması mümkün. DNA’nın keşfinden önce bilim insanları, evrimsel yaşam ağacını oluştururken yalnızca değişik türlerin vücutlarını ve hücrelerini karşılaştırabiliyorlardı. Şimdi ise, milyarlarca yıl öncesinden dallanan yaşamın farklı akış yollarının genetik şifrelerini de karşılaştırabilirler. ***
  23. *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1900’lerden Günümüze *** Türleşme: Ernst Mayr ********Dobzhansky’nin Genetik ve Türlerin Kökeni kitabı, biyologları genetiğin çok ötesinde cezbetti. Yeni Gine’nin dağlarında, Ernst Mayr (sağda) adında bir ornitolog kitabı devasa bir ilham kaynağı olarak kullandı. Mayr yeni kuş türleri bulmak ve bunlar arasında uzaklık haritasını çıkarmakta uzmandı. Hangi kuş grubunun tür tanımını hakkettiğini bulmak hiç de kolay bir iş değildir. Bir cennet kuşu türü tüylerinin renginden ayırt edilebilir ancak diğer izlerde bölgeden bölgeye büyük farklılıklar görülebilir. Örneğin bir dağda savurganca uzun bir kuyruğa sahipken, diğer bir dağda kısa küt bir kuyruğa sahip olabilirler (sağdaki şekil). A-} Yeni Gine’nin doğu bölgesindeki dağlarda yaşayan cennet kuşu uzun kuyrukludur. B-} Daha merkezdeki dağlar da ise daha küt kuyruklu kuşlar yaşıyor. Popülasyonlar Arasındaki Çeşitlilikler ********Biyologlar, bu karmaşıklığı alttürler tanımlayarak düzenlemeye çalışmışlardır. Bir türün kendi alt adını hak edecek kadar farklılık gösteren yerel popülasyonlarını tanımladılar. Mayr bu alttür tanımının yeterince iyi bir çözüm olmadığını fark etmiştir. Bazı durumlarda alttürler birbirlerinden yeterince farklı değildi ancak biribirleri arasında gökkuşağındaki renkler misali kademelenmişlerdi. Bazı durumlarda ise alttür gibi görünen bir birey daha fazla incelendiğinde ayrı bir tür olduğu ortaya çıkıyordu. Zamanının pek çok doğa bilimcisi gibi Mayr de evrimde Lamarkçı bir kalıtımın varolabileceğini düşündü. Ancak Dobzhansky’i ve diğer Modern Sentez mimarlarını okuduğunda türlerin kökeninin genetik ile açıklanabileceğini farketti. Mayr aynı zamanda tür ve alttür bulmacasının da aslında bir başağrısı olmadığını fark etti. Bu sadece Dobzhansky’nin yazdığı gibi evrimsel sürece bir kanıttı. Çeşitlilik bir türün dağılım alanının farklı kısımlarında ortaya çıkarak popülasyonlar arasında farklılıkları yaratırlar (aşağıdaki örneğe bkz.). Değişimin yaşandığı bir bölgede kuşlar uzun kuyruklara, diğerlerinde küt kuyruğa sahip olabilirler. Ancak kuşlar komşuları ile de çiftleştikleri için kendiliğinden yalıtılmış bir tür haline gelmezler. Dicrurus paradiseus kuşunun ibiği biçim ve boyut bakımından Güney Asya’nın karşılıklı kıyılarında oldukça çeşitlidir. Coğrafi Yalıtım ********Bir kuş ya da organizma popülasyonu eğer komşularından yalıtılmışsa, türleşebilir. 1942’de yayımladığı Türlerin Kökeni ve Sistematik (Systematics and the Origin of Species) kitabında Mayr, bir türün komşularından yalıtılmasının en etkili yolunun coğrafi yalıtım olduğunu öne sürmüştür (sağdaki şekle bkz). Örneğin bir buzul bir vadiye kayarak iki ayrı popülasyon arasındaki bağı kesebilir . Okyanusların yükselmesi bir yarımadayı bir kac adaya ayırabilir ve böylece kınkanatlıları birbirinden koparabilir. Bu tür bir yalıtım sonsuza kadar sürmek zorunda değildir, İki türün genetik olarak birbirinden ayrılması için arada bir sınırın olması yeterlidir. Yeterli bir zaman sonunda çevre koşullarının eski haline dönmesi durumunda dahi, birbirinden genetik olarak ayrılan topluluklar artık kendi aralarında üreyemezler. Yan yana ancak birbirinden farklı türler olarak yaşayacaklardır. Türleşmenin diğer halleri ********Bugün türlerin kökenini araştıran bilim insanları, türlerin sadece vücut yapılarını değil, aynı zamanda gen de karşılaştırabilmektedirler. Coğrafi yalıtım türlerin oluşmasında önemli bir yere sahip olsa da, şimdilerde birçok biyolog türleşmenin farklı yollarla da oluşabileceğini tartışmaktadırlar. Örneğin, bir tür kendi içindeki popülasyonlar arasında eşleşmeyi sürdürüp gen alışverişi yaparken, aynı zamanda tür içerisinde ayrı bir grup da oluşturabilir. Doğal seçilim sayesinde, sadece birkaç genin ıraksaması ayrı bir grubun oluşmasına yeterli olacaktır. Eğer şartlar uygun olursa, bu genetik olarak ayrı popülasyon yeni bir tür olarak ortaya çıkabilecektir. ********Bazı bilim insanları da yan yana yaşayan popülasyonların bile farklı türlere doğru yol alacağını ortaya atmaktadırlar. Örneğin, yeni nesil dişi bireyler erkeklerine karşı daha farklı seçicilikte özelliklerle doğmuş olabilir ve bu özellikler de zaman içerisinde üreme yalıtımını perçinleyebilir. Biyolojide türlerin nasıl evrildiği bilgileri sürekli artsa da, Mayr'ın yerküre üzerindeki milyonlarca türün nasıl oluştuğu üzerine olan fikirleri önemini korumaktadır. ***
  24. *** Evrimsel Düşüncenin Tarihi : 1900’lerden Günümüze *** “Modern Sentez”e Giriş : Theodosius Dobzhansky Ronald Fisher ve arkadaşları, Darwin’in doğal seçilim kavramını, genetiğin yeni temeli üzerine oturtmuşlardır. Kendilerinden sonraki biyologlara “türlerin ne olduklarını ve nasıl türediklerini genlerin dilinden açıklama” gibi aynı derecede önem taşıyan bir proje bırakmışlardır. Rusya doğumlu genetikçi Theodosius Dobzhansky’nin (sağda) çalışmalarının önemli katkısıyla, cevaplar 1930’larda belirmeye başlamıştır. 1928’te ABD’ye giden Dobzhansky, mutasyonları etkili bir şekilde ilk kez incelendiği Thomas Hunt Morgan’ın “Sinek Odasında” çalışmıştır. Aynı zamanda, popülasyon büyüklüğünün mutasyon yayılma oranına etkisini gösteren Sewall Wright gibi, popülasyon genetikçilerini de dikkatle izlemiştir. Dobzhansky türün popülasyonları arasında farklılığa yol açan genetik etmenleri keşfetmek için çalışmıştır. Dobzhansky, farklı meyve sineği popülasyonlarında aynı kromozomun iki farklı sürümünün, farklı sıklıklara sahip olduğunun bulunmasına yardımcı oldu. Bir popülasyonda A kromozomu sıklıkla görülebiliyorken komşu popülasyonda A’ kromozomu daha sık görülebilir. Genetik Olarak Değişken Popülasyonlar Bir zamanlar, çoğu biyolog bir türün bütün bireylerinin pratikte aynı genlere sahip olduğunu varsayıyordu. Ancak bunlar labarotuvarda ortaya çıkan varsayımlardı. Dobzhansky, Drosophila pseudoobscura adlı yabani meyve sineklerinin bireylerinden yakalamak için Kanada’dan Meksika’ya kadar seyahat etti ve yakaladığı bireylerin genlerini incelemeye başladı. D. pseudoobscura ‘nın farklı popülasyonlarının aynı gen gruplarına sahip olmadığını gördü. Çalıştığı meyve sineklerinin her popülasyonun kromozomlarında, popülasyonu diğerlerinden ayıran “işaretler” bulunuyordu. Eğer, bir türü ayırt edecek standart bir gen grubu yoksa bir türü diğerinden ayırt edici kılan nedir? Dobzhansky’nin bulduğu üzere, cevap eşeydi. Tür, birincil olarak kendi arasında üreyebilen bitki ya da hayvan topluluğudur. Farklı türlere ait iki hayvan çiftleşemez, çiftleşse de nadiren yaşayan melezler üretebilirler. Dobzhansky’nin meyve sinekleri ile yürüttüğü deneyler, türler arasındaki bu uyumsuzluğun, bir tür tarafından taşınan özgün genlerin diğer tür tarafından taşınanlarla çatışmasından kaynaklandığı ortaya çıkarmaktaydı. Yeni bir tür yapmak 1937’de, Dobzhansky, dönüm noktası niteliğindeki “Genetik ve Türlerin Kökeni” adını verdiği kitabında, bulduğu sonuçlara yer verdi. Kitapta, türlerin nasıl var olduklarına dair kabataslak bir açıklama getirdi. Mutasyonlar doğal olarak her zaman ortaya çıkmaktaydılar. Bazı mutasyonlar belli durumlarda zararlıyken, şaşırtıcı sayıda mutasyon herhangi bir etkiye sahip değildi. Farklı popülasyonlarda ortaya çıkan bu nötr değişimler, uzun vadede hiç kimsenin daha önce tahmin edemediği kadar çok çeşitlilik yaratmaktaydılar. Bu çeşitlilik yeni türlerin oluşması için gerekli ham maddeyi sağlıyordu. Eğer bir sinek popülasyonunun bireyleri, türün diğer bireyleriyle çiftleşmek yerine sadece kendi küçük gruplarında çiftleşirlerse, genetik profilleri de popülasyonun diğer üyelerinden ıraksar. Yalıtılmış popülasyonda yeni mutasyonlar meydana gelecek ve doğal seçilim yoluyla mutasyon o grubun tüm üyeleri arasında yayılacaktır. Fakat bu yalıtılmış sinekler sadece kendi popülasyonları arasında çiftleştiklerinden, mutasyonlar popülasyonun tamamına yayılmayacaktır. Yalıtılmış sinek popülasyonları genetik bakımdan gittikçe daha çok farklılaşacaktır. Bazı genleri, popülasyonun dışarıdan gelen diğer bireylerinin genleri ile uyumsuz hale gelecektir. Dobzhansky’in ileri sürdüğü üzere, eğer yalıtım bitişi yeterince uzun sürerse, sinekler üreme yetilerini tamamen kaybedebilirler. Diğer sineklerle çiftleşemez hale gelebilirler ya da sineklerin melez dölleri kısır olabilir. Sineklerin yalıtılmışlığı ortadan kalkarsa, diğer böceklerle yaşasalar da yine kendi içlerinde çiftleşmeye devam edecek başka sineklere gitmeyeceklerdir. Böylece yeni bir tür doğmuş olacak. Modern Sentez Dobzhansky’nin genetik ve doğa tarihini birleştirme becerisi sayesinde birçok biyolog, evrimin nasıl gerçekleştiğinin birleşik bir açıklamasını bulmak için O’na katılmayı cazip bulmuştur. “Modern Sentez” olarak bilinen ortak çalışma, genetikçileri, paleontologları, sistematikçileri ve diğer birçok bilim insanını evrimin güçlü bir açıklaması için bir araya getirmiştir. Bu çalışmayla mutasyonların ve doğal seçilimin geniş ölçekli evrimsel değişimlere nasıl yol açtığı gösterilmiştir. Modern sentez, evrim çalışmasına son noktayı koymak yerine, ileriki araştırmalar için bir temel teşkil etmiştir. ***
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.