GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
GeceKuşu ''Dede'' Olduuu...
Teşekkürler iyi dilek ve temennileriniz için...
-
Menopozda doğru bilinen yanlışlar
“Menopoz deliliğe yol açar”, “Geç menopoza girenler uzun yaşarlar”... Bunlar, kadınlar arasında menopoz hakkındaki yanlış bilgilerden sadece birkaçı. Kadının hayatında bir dönüm noktası olsa da menopoz, her kadının yumurtlama fonksiyonunun sona ermesiyle birlikte yaşadığı doğal bir süreç. Anadolu Sağlık Merkez (ASM) Ataşehir Tıp Merkezi’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Mete Bostancı, menopoz hakkında doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgi verdi. “Menopoz belirli bir yaşta aniden ortaya çıkar” YANLIŞ. Menopoz, adetlerin kalıcı olarak kesilmesinden yaklaşık 1- 5 yıl önce başlayan bir süreç. Ön menopoz (premenopoz) dediğimiz bu süreçte adetler devam eder ancak hormonal dalgalanmalar nedeni ile değişik derecelerde sıkıntılar yaşanır. “Annesi zor bir menopoz dönemi geçiren kadınlar da menopozu zor geçirir. Her kadın annesi ile benzer yaşta menopoz yaşar.” YANLIŞ. Menopoza girme yaşı kalıtsal olarak belirlenmiş bulunuyor ancak her kadın annesi ile benzer yaş ve koşullarda menopoz yaşar demek doğru değil. Sigara, beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzı gibi faktörler de menopoza girme yaşını etkileyebiliyor. “Geç menopoza girenler uzun yaşarlar” YANLIŞ. Daha uzun süre yüksek östrojen etkisinde kalmak uzun yaşamayı değil ama genç görünmeyi sağlayabilir. Uzun süreli östrojen etkisi, rahim ve meme kanseri gibi hastalık riskini de beraberinde getirir. “Rahim alındığında menopoza girilir” YANLIŞ. Menopoz yumurtalıkların hormonal faaliyeti ile ilgili bir durum. Rahim ameliyatı sırasında ek bir neden olmadıkça yumurtalıklar bırakıldığından hormonal faaliyet doğal seyrini sürdürüyor ve menopoz durumu ortaya çıkmıyor. “Spiral, doğum kontrol hapı, tüplerin bağlanması ve bunun gibi gebelik önleyici yöntemler erken menopoza yol açar” YANLIŞ. Bu yöntemlerin hiç birinin yumurtalıkların hormonal faaliyeti üzerinde olumsuz etkisi bulunmadığı için erken menopoza yol açmazlar. “Menopoz kilo alınmasına yol açar” YANLIŞ. Ergenlik dönemini takip eden her 10 yılda kalori ihtiyacı yüzde 2– 8 azalıyor, yaş ile birlikte yağ kas oranı bozuluyor ve yağlanma artıyor. Bu olanların menopozla ilgisi bulunmuyor. Menopozda kadınlar aslen karamsarlık ile hareketsizliğe düşme, gereğinden fazla kalorisi yüksek gıdalara gereğinden fazla yönelme ve yaşa bağlı gelişen insülin direnci nedeniyle kilo alıyorlar. “Menopozda hormon tedavisi alanlar güneşlenmemelidir” YANLIŞ. Güneşe bağlı cilt lekelenmeleri, kırışıklıklar ve benzeri problemler yaşa bağlı olarak gelişiyor. Menopoza girme yaşı düşünüldüğünde, sorunun hormon tedavisinden değil yaştan kaynaklandığı görülüyor. “Menopoz deliliğe yol açar” YANLIŞ. Menopozla birlikte endorfin salgısı bir miktar azalıyor. Yıllardır yaşamın doğal bir parçası olarak devam eden adetin kaybı ve doğurganlığın sona ermesi fikri kadınlarda doğal olarak sinirlilik, yorgunluk, depresyon, aşırı hassasiyet uykusuzluk gibi sorunlara yol açıyor. Ancak bu geçici sıkıntılar adaptasyonu takiben kısa sürede atlatılabiliyor. “Menopozla birlikte cinsel yaşam sona erer” YANLIŞ. Menopoz dönemi kadınlarda yapılan bir çalışma, kadınların yüzde 79’unun böyle bir sorunu olmadığını gösteriyor. Hamile kalma korkusunun yarattığı stresin kalkması özgür bir dönemin başlangıcı olabiliyor. İlk başlarda vajinal kuruluk nedeni ile sıkıntı yaşanabiliyor ancak bu sorun çok basit bir şekilde tedavi edilebiliyor. “Menopoz tedavi gerektirmeyen doğal bir süreçtir” YANLIŞ. Menopoz döneminde kadınların %25’i hiçbir şikayet yaşamıyor. Diğer kadınlara göre daha kaliteli bir yaşam sürüyorlar. Bu gruptaki kadınların ateş basması, sıkıntı, uykusuzluk, depresyon, aşırı hassasiyet gibi yaşam kalitesini bozan, hayatı çekilmez kılabilen şikayetleri yaşamadıklarından çok şanslı oldukları düşünülebilir. Ancak menopozun fark ettirmeden yaptığı asıl tahribat olan koroner kalp hastalıkları ile kemik mineral kaybı gibi sorunlar bu grupta da aynı oranda görülebiliyor. Bu sorunlar fark edildiğinde ise tedavi için geç kalınmış oluyor “Menopozda hormon tedavisi kansere yol açar” YANLIŞ. Menopoz tedavisinde yıllarca süren deneyim sonucu geliştirilmiş, uzun yıllardır kullanılmakta olan ve çok merkezli çalışmalarla desteklenen hormon ilaçları kullanılıyor. Uygun dozda ve doktor kontrolünde sürdürülen hormon tedavilerinin rahim kanseri ve kolon kanseri riskini azalttığı görülüyor. Hormon tedavisi ayrıca koroner kalp hastalığı riskini ileri derecede azaltıyor. Amerika’da her yıl 250.000 kadın koroner hastalıklarından ölmekte iken meme kanserinden ölüm sayısı 45.000 civarında bulunuyor. Hormon tedavisi alan kadınların altı ayda bir düzenli kontrolden geçiyor olmaları da olası hastalıklarda erken tanı ve tedavi başarısı sağlıyor.
-
Allianoi’yi korumak isteyenler yargılanıyor
'İleri demokrasi'de kültür mirasını korumak suç oldu... 2000 yıllık geçmişiyle dünyanın en eski ve en iyi korunmuş sağlık merkezi Allianoi’yi sular altına gömerek yok edenler yerine korumak isteyenler yargılanıyor. Allianoi’nin yok olmasını önlemek için kendini antik kentin içinde çalışan iş makinelerine zincirleyen Doğa Derneği Başkanı Güven Eken ve beş aktivist hakkında açılan ceza davasının ilk duruşması 26 Temmuz’da Bergama’da başlayacak. Eken: "Doğaya ve uygarlığa sahip çıkanların kendilerini bir vince zincirlemelerinin ‘devlet malına zarar’ olarak tanımlanırken, iki bin yılllık uygarlık mirasını yok edenlerin hiçbir yaptırıma uğramaması adalet anlayışımızın henüz ne kadar ham olduğunun bir kanıtıdır." 'DEVLET MALINA ZARAR VERMEK' SUÇUNDAN YARGILANACAKLAR Doğa Derneği Başkanı Güven Eken ve beş aktivist Eylül 2010’da kendilerini Allianoi’de iş makinelerine zincirledikleri için izinsiz gösteri ve devlet malına zarar vermek suçundan hapis cezasıyla yargılanacak. YARGI KARARLARINA KARŞIN SULARA GÖMÜLDÜ Bergama’nın kuzeydoğusunda sağlık tanrısı Asklepion’un yurdu olan Allianoi, 2000 yıllık geçmişiyle dünyanın en eski ve en iyi korunmuş sağlık merkezlerinden biri olarak kazı başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş’ın çabaları ile gün yüzüne çıkarılmıştı. 1998 yılında başlayıp 2006 yılına kadar süren kazılarla ancak yüzde 20’sini gün yüzüne çıkarabilen Allianoi’nin üzeri geçmiş mahkeme kararlarına ve yürümekte olan hukuki sürece karşın üzeri kumla kaplanarak Yortanlı Barajı’nın suları altında yok olmaya mahkum edildi. Allianoi Girişim Grubu antik kentin kurtulması için uzun yıllar mücadele etmiş ve aralarında Doğa Derneği’nin de yer aldığı pek çok oluşum Allianoi Girişim Grubu’nun bu çalışmalarına destek vermişti. GÜVEN EKEN: 'UYGARLIK KÖKLERİMİZ, YOK EDİLEMEZ' Konuyla ilgili açıklama yapan Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, şunları söyledi: “Uygarlık mirası hiç kimsenin arka bahçesi değildir. Tüm insanlığa aittir. Bu dava da bize değil, tüm insanlığa karşı açılmış bir davadır. Doğa ve uygarlık bir toplumun kökleridir ve her toplum kökleriyle vardır. Kökü olmayan bir toplumda demokrasi olmaz. Sanat da olmaz, bilim de olmaz, üretim de olmaz. Köksüz toplum, kökü kurumuş bir ağaca benzer. Ölür gider. İleri demokrasi, bu topraklarda geçmişte yaşayanların, gelecekte yaşayacakların ve insan icadı bir dil konuşmayan tüm canlıların haklarını savunmakla mümkündür. Bu nedenle köklerini koruma içgüsüdü, en temel insan haklarından biridir. Bu hak, hangi gerekçeyle olursa olsun elimizden alınmaz. Doğaya ve uygarlığa sahip çıkanların kendilerini bir vince zincirlemeleri ‘devlet malına zarar’ olarak tanımlanıyorken, iki bin yılllık uygarlık mirasını yok edenlerin hiçbir yaptırıma uğramaması adalet anlayışımızın henüz ne kadar ham olduğunun bir kanıtıdır. Sözkonusu davalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, vicdanımızın kararı çoktan bellidir: Doğa ve uygarlık köklerimizdir. Yok edilemez. Vicdanımızın sesi işitilene kadar, her türlü bedeli ödemeye hazırız.”
-
İhanetin el kitabı yok!...
HEP ERKEKLER YAPMIYOR, BEN ‘ALDATAN’ BİR KADINIM - Yaşamın içinde bu tür olaylar oluyor, insan aldatıyor! Demek ki, o ilk sevgili bütün o ideal görüntüsüne rağmen belliki seksüel olarak cezbetmiyormuş. Olsaydı yine yapılırmıydı bilinmez... Evet, kimseyi yargılamamak, büyük konuşmamak gerekiyor. ‘Doğa boşlukları sevmez’ diye bir laf vardır, o boşluklar öyle ya da böyle doluyor. Tutku mu eksik hayatında, onu çağırıyorsun, buluyorsun. Güven mi eksik, sana güven veren birinin peşinden gidiyorsun. Büyük konuşmamak konusunda çok haklı öykünün yazarı, gerekmeyen tek şey ukalalık. Çünkü yaşamda var olan her şey insanlar için..
-
İhanetin el kitabı yok!...
AŞK BİTİNCE BİTİYOR, ALDATMASI BİLE KOYMUYOR - Hiçbir şey, ölü bir aşk kadar ölü değildir. Çoktan ayrı yollara doğru büyümüş, kopmuş bir ilişki bu... Ama eşin samimiyeti ve her ikisinin bu dost, arkadaş hali de hoşa gitmeyecek gibi değil.. Çünkü evlilik sadece cinsellikten, heyecandan, bulutlarda uçmaktan ibaret değil. Sağlam bir arkadaşlık gerekiyor. Ama sadece arkadaşlık da yetmiyor...
-
İhanetin el kitabı yok!...
BENİ ANLAMAK ZORUNDASIN KIZ ÇOK GÜZELDİ, SENDEN DAHA GÜZEL O YÜZDEN ALDATTIM - Çüşşş diyorum sayın seyirciler! Aldatan çok insan görüldü ama bu kadar küstahça aldatan ve karşısındakini kanırtanı bir ilk... Olaya bakar mısınız, adam yakalanmış ama tereyağı gibi üste çıkabilmek için, karşısındakini ezmeye ve böcek muamelesi yapmaya çalışıyor. İsyan etmemek mümkün değil...
-
İhanetin el kitabı yok!...
Herkes o ya da bu şekilde aldatılıyor... O yüzden, eşleri tarafından boynuzlandığını öğrenen arkadaşlarıma; “Herkesin başına geliyor, sadece sana olmuyor. Kendine acımaktan vazgeç!” diyorum, “Kısa çubuğu çektin. Özel bir sebebi, açıklaması yok. Ya mücadele et ya kabul et. Ama ne yaparsan yap, hayatına devam et...” İhanet, ölüm gibi. Sen çağırmıyorsun, geliyor, gelirken de sormuyor. Aslında, ihanet hikayelerinde bir ‘suçlu’ aramaya kalkmak son derece anlamsız. İhanet, kanser gibi, o ilişkiye dadanıyor. Tabii ki sağlıksız yaşıyorsanız, kansere yakalanma riskiniz fazla ama bütün kurallara uydukları halde yakalananlar da var. Yani rasyonel bir açıklaması yok. ‘Şu şu çiftler çok steril yaşıyor, birbirini aldatmaz!’ diye bir şey yok. ‘Aldatılınca şu şu tepkileri vermeniz gerekir’ diye bir şey de yok. İhanetin el kitabı yok, prototipi yok. Başa gelince yaşanıyor. Başımıza mümkün mertebe geç gelmesini, hatta hiç gelmemesini, gelince de defolup gitmesini diliyorum...
-
Sayaçlar ölmez vatan bölünmez
- Cennet-i alâ...
Bir ÖMER HAYYAM şiiri 'Irmaklarından şaraplar akacak' diyorsun Cennet-i alâ meyhane midir? 'Her mümin'e iki huri' diyorsun Cennet-i alâ kerhane midir? Tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı? Bir sarhoş arap, devesini vurmuş Hamza'nın Peygamber de yasak etmiş arap'a şarabı Beni özene bezene yaratan kim? Sen Ne yapacağımı da yazmışsın önceden Demek günah işleten de sensin bana O zaman nedir o cennet cehennem? Kim senin 'yasa'nı çiğnemedi ki söyle? Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle. Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer Seninle benim aramda ne fark kalır ki söyle Tanrı bizi çamurdan yarattığında Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak İşlediğim günahlar hep onun emriyledir O halde cehennemde beni niçin yakacak? İsyan edip karşında duracağım, neredesin? Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin? İbadete karşılık cenneti alacaksam 'Bağış mı ticaret mi' diye soracağım, neredesin? Kör cehalet çirkefleştirir insanları. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek bir cevabım var elbet Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, Bir de söyleyene bakarım adam mı diye Dünya, üç beş bilgisizin elinde Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde Üzülme, eşek eşeği beğenir Bir hayır var sana kötü demelerinde Sen bu dünyanın sırrına eremezsin Erenlerin dilini de sökemezsin Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı Öteki cennete ya girer, ya giremezsin Niceleri geldi, neler istediler Sonunda dünyayı bırakıp gittiler Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler İçin temiz olmadıktan sonra Hacı hoca olmuşsun kaç para Hırka, tespih, post, seccade güzel Ama TANRI KANAR MI BUNLARA? Sen sofusun hep dinden dem vurursun Bana da sapık dinsiz der durursun Peki, ben ne görünüyorsam O'yum YA SEN NE GÖRÜNÜYORSAN O'MUSUN? Sen içmiyorsan içenleri kınama bari Bırak aldatmacayı ikiyüzlülükleri ŞARAP İÇMEM DİYE ÖVÜNÜYORSUN AMA YEDİĞİN HALTLAR YANINDA ŞARAP NEDİR Kİ.. Ey kara cübbeli senin gündüzün gece Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere ONLAR YARATANIN SANATI PEŞİNDELER SENİNSE AKLIN ABDEST BOZAN ŞEYLERDE.... Ben kadehten çekmem artık elimi; Tutmam senin kitabını minberini. Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık CEHENNEMDE SEN Mİ DAHA İYİ YANARSIN, BEN Mİ?.. Seni kuru softaların softası seni Seni cehenneme kömür olası seni Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ? HAKKA AKIL ÖĞRETMEK SENİN HADDİNE Mİ ? Yaşamın sırlarını bileydin Ölümün de sırlarını çözerdin Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok YARIN AKILSIZ NEYİ BİLECEKSİN Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş ! Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş ! Şu durmadan kurulup dağılan evrende BİR NEFESTİR ALACAĞIN, O DA BOŞTUR BOŞ ! Sene 1200' lerde yazılmış bir ÖMER HAYYAM şiiri dir okuduğunuz...- TEMEL & FADİME... Fıkraları
Temel ile Fadime evlenmişler ve balayı için Antalyaya tatile gitmişler. Temel arabayı otelin otoparkına parkederken eli yanlışlıkla vites yerine Fadimenin bacağına değmiş. Fadime de işveli bir ses tonuyla " Temeeeel artık evliyiz daha da ileri gidebilirsin " demiş. Temel arabayı çalıştırmış Alanyaya doğru yola koyulmuş...- Deccal... Hrıstiyanlığa Lânet
8. Kimi kendi karşıtımız olarak duyduğumuzu söylemek gerek —tanrıbilimciler ile kanına tanrıbilimcilik bulaşmış herşey —bütün felsefemiz... Kişinin de, bu yazgıyı yakından tanıması, dahası, kendisinde yaşamış olması, onun yüzünden neredeyse batıp gitmiş olması gerekir, burada artık şakaya yer olmadığını anlaması için (—şu bizim Bay Doğabilimci ve Fizyologlarımızın özgür-tinciliği, benim gözümde, şakadır, —bu konulardaki tutku yok onlarda, bu konulardan acı çekmiş olma yok—). Bu zehirlenme, düşünüldüğünden daha yaygındır: tanrıbilimciliğin burnubüyüklük içgüdüsünü, bugün kişinin kendisini «idealist» duyduğu heryerde buldum, —kişinin, yüksek bir kaynağa dayanarak, kendinde gerçekliğe tepeden, yabancı gözlerle bakma hakkını bulduğu heryerde... idealist, tıpkı rahip gibi, bütün büyük kavramları elinde tutar (—yalnızca elinde de değil!), onları iyi niyetli bir horgörüyle, «anlama yetisi»ne, «duyular»a, «onurlar»a, «mutlu yaşam »a, «bilim»e karşı kullanır; bunları, üzerinde saf kendi - içinliğindeki «Tin»in uçuştuğu, zararlı, sapıtıcı güçler olarak, kendi altında görür —sanki şimdiye dek alçakgönüllülük, saflık, boynu büküklük, tek sözcükle kutsallık, yaşama, çekinilecek şeylerin ve günahların topundan daha çok zarar vermemiş gibi... Saf tin, safi yalandır... Rahip, yaşamın bu meslekten yoksayıcısı, yalanlayıcısı, zehirleyicisi, yüksek bir insan türü sayıldığı sürece, doğru nedir sorusuna hiçbir yanıt bulunamaz. Hiçin ve olumsuzlamanın bu bilinçli avukatı, «Hakikat»in sözcüsü yerine konduğunda, doğru zaten tepesi üstüne çevrilmiştir. 9. Savaş açtığım bu tanrıbilimci içgüdüsüdür: heryerde buldum onun izlerini. Damarlarında tanrıbilimci kanı akanlar, bütün şeylere daha başından eğri, dürüst olmayan bir tavırla yaklaşırlar. Bu yaklaşım sonucu oluşan tutku, kendine inanç adını takar: kendi karşısında, sağalmaz sahtelik görünümünden acı çekmemek için, gözünü sımsıkı, hepten yummak. Herşeye yönelik bu çarpık optikten, bir ahlak, bir erdem, bir kutsallık çıkarırlar, yanlış görme, iyi vicdan haline getirilir —bu optik, «Tanrı», «Kurtuluş», «Ebediyet» adlarıyla sakrosankt kılındıktan sonra da, başka herhangi bir optik türünün artık değer taşımaması talep edilir. Tanrıbilimci içgüdüsünü başka heryerde de kazıp ortaya çıkardım : bu içgüdü, yeryüzünde, bulunan en yaygın sahtelik biçimi, sahteliğin sahici yeraltı biçimidir. Bir tanrıbilimcinin doğru diye duyduğu, yanlış olmak zorundadır: bu bir doğruluk ölçütü neredeyse. Tanrıbilimcinin en alttaki derin kendini ayakta tutma içgüdüsüdür, gerçekliğin herhangi bir bakımdan saygıdeğer bulunmasını, ya da hatta yalnızca dilegelmesini bile yasaklayan. Tanrıbilimciliğin etkilerinin yayıldığı heryerde, değer yargısı tepesi üstüne çevrilmiştir, «doğru» ve «yanlış» kavramları zorunlu olarak terstir: burada, yaşama en zararlı olana «doğru» denir; onu yükselten, yücelten, evetleyen, haklı ve üstün kılana da «yanlış»... Tanrıbilimciler hükümdarların (ya da halkların—) «vicdan»ları yoluyla güce el attıkları zaman da, temelde hep neyin olup-bittiğinden kuşkumuz olmaz: Son istemi, nihilistik istem, gücü istemektedir...- Futbolda 'şike'nin cezası ne?
Haberleri izlediysen "İnşallah kötü sonuçlanmaz" gibi bir mesaj yolladı gerekli yerlere...- ACIMA...
Acıma, yaşam duygusunun erkesini artıran gerilim verici duyguların karşıtı bir duygudur: çöküntü verici bir etkisi vardır. Kişi, acıma duyduğunda, gücünden yitirir. Acıma yoluyla, zaten acı çekmenin kendisinin yaşama getirdiği güç eksilmesi, yoğunlaşır, çeşitlenir. Acı, acıma yoluyla bulaşıcı hale gelir; bazı durumlarda, acımayla, neden birimleri ile çarpık bir orantı oluşturan bir toplam yaşam eksilmesine, yaşam erkesi eksilmesine ulaşılabilir (—Nasıralı'nın ölümünde, olduğu gibi), ilk bakış açısı bu; ama daha da önemli bir açı var. Acımanın, doğura geldiği tepkilere göre ölçüldüğünü düşünürsek, yaşam için taşıdığı tehlikeli nitelik daha da açık bir ışığa çıkar. Acıma, gelişmenin yasasını, seçi yasasını büyük çapta etkisiz kılar, çeler. Batıp gitmek için olgunlaşmış olanları ayakta tutar, yaşamın bozuk kalıtımlılarının, sonu belirlenmişlerinin yararına kendini ayakta tutar, yaşar tuttuğu her tür nasibi kıtın bolluğuyla da, yaşamın kendisine karamsar, sorunsal bir görünüm verir. Acımaya bir erdem demeye kadar vardırılmıştır iş (—oysa her soylu ahlakta zayıflık olarak görülür—); daha da ileri gidilmiş, acıma, erdemin ta kendisi, bütün erdemlerin temeli ve kaynağı kılınmıştır, —tabiî, hep göz önünde tutulması gerekir ki, bu, nihilist bir felsefenin bakış açısından yapılmıştır, kalkanına yaşamın yadsınmasını kazımış bir felsefenin. Schopenhauer tam ortamındaydı bu noktada: yaşam, acıma yoluyla değillenir; değillenmeye değer kılınır —acıma, nihilizmin pratiğidir. Yeniden söyleyelim: bu çöküntü verici ve bulaşıcı içgüdü, yaşamın ayakta durmaya ve değer - yükselişine yönelik içgüdülerini çeler, siler, etkisiz kılar: böylelikle sefillerin koruyucusu olduğu kadar sefaletin çoğaltıcısı olarak da décadence'ın yükselişinin temel bir gerecidir, —acıma, hiçliğe inandırır!... «Hiçlik» denmez tabiî buna : «öte» denir, ya da «Tanrı», ya da «Hakiki Hayat» denir, ya da Nirvana, Kurtuluş, Kutsanmışlık... Dinsel - ahlaksal idiosynkrasi alanından edinilme bu masum retorik, burada hangi eğilimin derin sözcüklerin kılığına büründüğü kavranınca, hemen çok daha az masum görünmeye başlar: yaşam düşmanı eğilimdir bu. Schopenhauer yaşam düşmanıydı: bu yüzden erdem haline geldi acıma onun için... Bilindiği gibi, Aristoteles acımayı hastalıklı ve tehlikeli bir durum olarak gördü, arada sırada bir arındırıcıyla giderilmesi doğru olacak bir durum : trajediyi de bir arındırıcı olarak aldı. Sahiden, Schopenhauer'de (ve ne yazık St. Petersburg'dan Paris'e dek, Tolstoy'dan Wagner'e dek bütün yazınsal ve sanatsal décadence'ımızda) görülen bu böylesine hastalıklı ve. tehlikeli acıma birikimi için, yaşam içgüdülerinde bir tedavi yolu aramak gerekirdi: ki bu birikim patlasın, aksın. Sağlıksız çağdaşlığımız içinde Hristiyanca acımadan daha sağlıksız birşey yok. Burada hekim olmak, burada acımasız olmak, burada neşter kullanmak — bize aittir bu; bu bizim insan sevgimizdir. Değillenme: tümevarımcı bilimlerde başvurulan bir gerçekleme sürecinde olguların varsayım ya da öndeyilerdeki beklentilere aykırı belirmesi. DECCAL, Friedrich Nietzsche, bölüm 7- Deccal... Hrıstiyanlığa Lânet
2. İyi nedir? —İnsanda güç duygusunu, güç istemini, gücün kendisini yükselten her şey. Kötü nedir? —Zayıflıktan doğan her şey. Mutluluk nedir? —Gücün büyüdüğü duygusu —bir engelin aşıldığı duygusu. Doygunluk değil, daha çok güç; genel olarak barış değil, savaş; erdem değil, yetenek (Rönesans tarzı erdem, virtü, moralinsiz erdem). Zayıflar, nasibi kıtlar yıkılıp gitmelidir: bizim insan sevgimizin baş ilkesi. Ve onlara yıkılıp gitsinler diye de yardım edilmelidir. Herhangi bir günahtan daha zararlı olan nedir? —Nasibi kıtlara, zayıflara duyulan acımadan doğan eylem — Hristiyanlık. 3. Burada ortaya koyduğum sorun, varlıklar sıralamasında insanlığın yerini ne almalıdır sorunu değildir. (insan bir sondur) : Sorun, hangi tip insanın, daha yüksek değerlidir, yaşamaya daha değerdir, geleceği daha sağlamdır diye yetiştirilmesi gerektiği, istenmesi gerektiği sorunudur. Bu yüksek değerli tip bundan önce de sık sık ortaya çıkmıştır: ama bir mutlu rastlantı olarak, istisna olarak; hiçbir zaman da istenerek değil. Tersine, daha çok korkulmuştur ondan, şimdiye dek korkunç olanın ta kendisi olmuştur neredeyse — ve bu korkudan dolayı da onun karşıtı olan tip istenmiş, yetiştirilmiş, elde de edilmiştir: evcil hayvan olan, sürü hayvanı olan, hasta hayvan olan insan, — Hristiyan... 4. İnsanlık, bugün inanıldığı gibi, daha iyiye ya da daha güçlüye ya da daha yükseğe doğru bir gelişme göstermemektedir, «ilerleme», modern bir düşüncedir yalnızca, yani, yanlış bir düşünce. Bugünün Avrupalısı, değerlilik bakımından, Rönesans Avrupalısının fersah fersah altında kalır; ileriye doğru gelişme, herhangi bir zorunlukla, yükselme, yücelme, güçlenme değildir hiç de. Bir başka anlamda, yeryüzünün en farklı yerlerinde, en farklı kültürlerde tek tek durumlarda bir başarıya ulaşma hep görülür, bu başarıya ulaşanlar da sahiden bir yüksek tip oluştururlar: insanlık toplamına göre bir çeşit üstinsan... Böylesi şanslı, büyük basarı örnekleri hep olanaklı olmuştur, hep de olacak belki. Hatta bütün bir soy, bir kavim, bir halk, bazı durumlarda böylesi isabetler olarak ortaya çıkabilir. 5. Dinleri cicileyip bicileyip, allayıp pullamamalı. Teist öğretiler bu yüksek tip insana karşı ölümüne bir savaş vermiştir, bu tipin bütün temel içgüdülerini yasaklamış, bastırmış, bu içgüdülerden, kötüyü, kötünün ta kendisini imbiklemiş, süzüp çıkarmıştır, —üzerine suç atılan tipik insan olarak güçlü insan, «lanetli insan». Dinsel öğretiler bütün zayıfların, düşkünlerin, nasibi kıtların yanını tutmuş, güçlü yaşamın ayakta duruş koşullarının çelişiğinden bir ideal çıkarmıştır; Tinselliğin en üst değerlerinin günahkârlık, sapıklık, ayartılma olarak duyulmalarını öğreterek, tinsel bakımdan güçlü doğalıların bile akıllarını yozlaştırmıştır. En sefil örnek Pascal'ın yozlaşması, aklının kalıtsal ilk günahça yozlaştırıldığına inanan Pascal'ın; oysa Hristiyanlığından başka bir şey değildi aklını yozlaştıran!- Deccal... Hrıstiyanlığa Lânet
Nedir DECCAL?.. Kelime anlamı "Yalancı, fesat, dedikoducu (kimse)." demektir... Felsefeyle ilgilenenler, -babası papaz olan ve yüksek öğreniminde teoolji okuyan- "FRIEDRICH NIETZSCHE" yi bilenler arasında onun "DECCAL" isimli yazıtınıda yakından bilirler... Kitabın kapağında şunlar yazılıdır... FRIEDRICH NIETZSCHE Deccal Hrıstiyanlığa Lânet Onun ifadeleriyle kitabın önsözünde de şunlar yazılıdır. Onun bu kitabından önemli gördüğüm sayfaları, satırları aktarmaya çalışacağım bu başlıkta... Ölmeden önce "ölüm korkusuyla" yıpranan düşünsel yapılarımıza varsayımlarımız aracılığıyla vurduğumuz prangalardan kurtulmak adına... Kişisel olarak insanlığımızı sorgulayarak, insan olduğumuz üzere yarattığımız varsayımlarımızı öldürerek yeniden doğmak adına...- "SORUMLULUK ÜZERİNE"
Sorumluluk "bağıl" bir durumdur ve onun olması gerektiği yerde, iki ayrı varlık ve bu varlıklar arası etkileşim süreçleri bir zorunluluktur. Tek bir varlığın ve onun dışında hiç bir şeyin olmaması durumunda yada çok sayıda ama birbirinden tamamen yalıtılmış olması durumunda sorumluluğun gereği ortadan kalkar. Evren denilende sadece "ben olsaydım veya tüm evren sadece ben olsaydı" sorumluluğun gereği kalmazdı... Çok geniş, derin ve çok boyutlu bir "Kavram" olmasına karşın, iki temel boyuta indirgeyip çözümleme yapmaya çalışmak mümkün gibi gözüküyor. A- Başkalarına karşı duruşumla ilgili sorumluluklarım B_ Eylemlerimle ilgili sorumluluklarım. işte sorun da tam bu noktada başlamaktadır. Sokağın ortasında "çiftleşen" köpekleri yaptığından sorumlu tutmayız, Ancak insanların içindeyken "Gaz yapanı" yaptığından sorumlu tutup kınarız. Ayrıca insan denilenlerin tümüne de sorumluluk yüklemeyiz. Deli, çocuk, embesil dediklerimize "yaptıklarından" sorumlu tutmayız. Tanrı ve aracıları, doğal varlıkların tümü, "çocuk-deli-embesil" denilenler "sorumluluk-ÖTESİDİR". İşte tam bu noktada da felsefe açısından iki temel soru ortaya çıkıyor... 1-Bir varlığın, yaptıklarından sorumlu tutulabilmesi için, gerek ve yeter şartlar nelerdir? 2-Kimlere, nelere karşı, "niye sorumluyuz?"- İnsan niçin yanılır ?... Yanılanlar, Yanılmadıklarını sananlar, Yanıldıklarının farkına varanlar....
Nietzche'nin aşağıdaki sözleri sorulan soruya verilecek yanıtlardan biri olabilir. Sözleri o kadar açık ki yorum getirilmesine bile gerek olmadığını düşünüyorum…- Kendin pişir kendin ye’min
Kimileri oturduğu koltuğu itibarlı hale getirirken, kimilerinin itibarı yalnızca işgal ettiği koltuktan ibaret... İtibarını yalnızca turuncu meclis koltuklarından alanların CHP'nin duruşunu anlamalarını bekleyemezsiniz.!- Kendin pişir kendin ye’min
''Anayasa'nın 90. maddesi orada. Diyor ki 'hakime, emir veriyor, talimat veriyor, o madde zorunluluk getiriyor. Bir iç hukuku hükmüyle tutuklama maddesiyle uluslararası sözleşmenin maddesi çeliştiğinde mutlaka uluslararası sözleşmeyi uygulayacaksın' diyen Anayasa'nın 90. maddesi orada duruyor. Bütün uluslararası sözleşmeler, daha önceki genelgeler duruyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin kararı duruyor. Her şey duruyor. En son bundan 5 ay önce üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin Türkiye'ye yönelik kararı da duruyor. Hepsi dururken iki yargıç sözüm ona 'Hayır'. Yargıç neye göre karar verir. Anayasa'ya göre. Doğru mu?. Peki Anayasa tersini yazıyor. Peki uluslararası hukuka göre karar verir. Uluslararası hukuk tersini yazıyor. İç hukuka göre söyler. İç hukuk tersini yazıyor. Şimdi bunlar yazarken, iki hakimin veya 4 hakimin 'hayır biz Anayasa'yı da tanımayız, hukuku da tanımayız, uluslararası hukuku da tanımayız, 90. maddeyi de tanımayız size ne. Biz kendimize göre karar veriyoruz' diyebilmesi mümkün müdür? Böyle bir şey olabilir mi?.''- Futbolda Şike Operasyonu Dünya Basınında...
- Futbolda 'şike'nin cezası ne?
Futbolda 'şike'nin cezası ne? İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yetkilileri, bir ihbar üzerine Giresunspor eski başkanı Olgun Peker'in, ''organize suç örgütü oluşturarak, maçların skorlarını baskı ve tehdit ile etkilediği'' gerekçesiyle 2010 yılının Aralık ayında soruşturma başlatıldığını bildirdiler. Savcılığın talimatıyla İstanbul polisine operasyon için talimat verildiği, operasyon sonucu da Olgun Peker'in yanı sıra, futbol kulübü başkanı, yönetici, teknik direktör, futbolcu ile menajerlerin de aralarında bulunduğu 49 kişinin gözaltına alındığını belirten yetkililer, gözaltına alınanların emniyetteki işlemlerinin sürdüğünü bildirdiler. Fenerbahçe dışında, Karabük, Beşiktaş, Altay, Gençlerbirliği'nin geçen sezona yönelik maçlarının incelendiğini kaydeden Başsavcılık yetkilileri, Nijeryalı futbolcu Emmanuel Emenike'ye ilişkin teknik takip sonucu kayıtların bulunduğunu belirttiler. *** Futbolda şike iddialarına yönelik başlatılan operasyon, böyle bir durumun kanıtlanması halinde cezaların ne olacağını akıllara getirdi. İstanbul- 14 Nisan 2011 tarihinde yürürlüğe giren Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Yasa'ya göre; belirli bir spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir başkasına kazanç veya sair menfaat temin eden kişiye 5 yıldan 12 yıla kadar hapis ve 20 bin güne kadar adli para cezası verilecek. Yasanın 3. bölümünde yer alan ''Şike ve Teşvik Primi'' başlığındaki 11. madde şöyle: Madde 11 - (1) Belirli bir spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir başkasına kazanç veya sair menfaat temin eden kişi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Kendisine menfaat temin edilen kişi de bu suçtan dolayı müşterek fail olarak cezalandırılır. Kazanç veya sair menfaat temini hususunda anlaşmaya varılmış olması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur. (2) Şike anlaşmasının varlığını bilerek spor müsabakasının anlaşma doğrultusunda sonuçlanmasına katkıda bulunan kişiler de birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (3) Kazanç veya sair menfaat vaat veya teklifinde bulunulması halinde, anlaşmaya varılamadığı takdirde, suçun teşebbüs aşamasında kalmış olması dolayısıyla cezaya hükmolunur. (4) Suçun; a) Kamu görevinin sağladığı güven veya nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle, b-) Spor kulübünün yönetim kurulu başkan veya üyeleri tarafından, c) Suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde, ç) Bahis oyunlarının sonuçlarını etkilemek amacıyla, işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır. (5) Suçun bir müsabakada bir takımın başarılı olmasını sağlamak amacıyla teşvik primi verilmesi veya vaat edilmesi suretiyle işlenmesi halinde bu madde hükümlerine göre verilecek ceza yarı oranında indirilir. (6) Bu madde hükümleri; a) Milli takımlara veya milli sporculara başarılı olmalarını sağlamak amacıyla, b-) Spor kulüpleri tarafından kendi takım oyuncularına veya teknik heyetine müsabakada başarılı olabilmelerini sağlamak amacıyla, prim verilmesi veya vaadinde bulunulması halinde uygulanmaz. (7) Suçun spor kulüplerinin veya sair bir tüzel kişinin yararına işlenmesi halinde, ayrıca bunlara, şike veya teşvik primi miktarı kadar idari para cezası verilir. Ancak, verilecek idari para cezasının miktarı yüzbin Türk Lirasından az olamaz. (8) Müsabaka yapılmadan önce suçun ortaya çıkmasını sağlayan kişiye ceza verilmez. Takımlara küme düşme cezası Ayrıca, şike ve teşvik primine karıştığı kanıtlanan kulüplere de Türkiye Futbol Federasyonu Futbol Disiplin Talimatı'nın 55. maddesi gereğince küme düşme cezası veriliyor. Futbol Disiplin Talimatı'nın ''Müsabaka Sonucunu Etkileme'' başlığında yer alan 55. maddesi şöyle: (1) Müsabakanın sonucunu hukuka veya spor ahlakına aykırı şekilde etkilemek veya buna teşebbüs etmek yasaktır. Bir futbolcuya veya kulübe teşvik primi verilmesi de bu kapsamdadır. (2) Bu hükmü ihlal eden kişiler, bir yıldan üç yıla kadar müsabakalardan men veya hak mahrumiyeti cezasıyla; kulüpler ise küme düşürme cezasıyla cezalandırılır. İhlalin ağırlığına göre küme düşürme cezasına ek olarak puan indirme cezası da verilebilir. (3) İhlalde sorumluluğu bulunan kişi veya kulüplere ayrıca para cezası verilir.- Potanın perileri Avrupa ikincisi
Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası Finali'ne kadar yükselerek tarihi bir başarıya imza atan Potanın Perileri,Rusya ile oynadıkları final maçını 59-42 skorla tamamlayarak turnuvayı ikinci olarak tamamladı. Rusya ise üst üste 6. kez çıktığı finalde 3. kez Avrupa Şampiyonu olmayı başardı. Büyük bir başarı göstererek finale kadar yükselen Potanın Perileri, gümüş madalya kazanarak herkesi gururlandırdı. Bayan basketbolcularımız, daha önce sadece 1 kez çeyrek final oynadığı turnuvada gümüş madalya kazarak tarihe geçti. Olimpiyat elemesi oynamaya hak kazanan Potanın Perileri, ilk 5 sıra içinde yer aldığı için 2013 Avrupa Basketbol Şampiyonası'na da direk katılma hakkı kazandı.- İnanç ve ritüellerimiz....
*** İnanç ve ritüellerimiz atalardan çocuklarına empoze edilerek yüz yıllardır yaşamlarımıza yön vermeye devam ediyor.- KÖK HÜCREDEN İŞLEYEN BEYİN DOKUSU YAPILDI...
İNSANOGLUNUN ÖLÜMSÜZLÜK HAYALİ GEREÇEKMİ OLUYOR ? Kök Hücre Nedir ? (kısa genel tanımı) Kök hücreler vücudumuzda bütün dokuları ve organları oluşturan ana hücrelerdir. Henüz farklılaşmamış olan bu hücreler sınırsız bölünebilme ve kendini yenileme, organ ve dokulara dönüşebilme yeteneğine sahiptir. Genel olarak 3 tür kök hücre vardır. Bunlar totipoent, multipotent ve pluripotent kök hücrelerdir. Bir hücrenin totipotent olması bütün vücudun tüm organ ve dokularına dönüşebilmesi anlamına gelir. Bu hücreler plasenta ve amnios kesesi zarları gibi embriyo dışı dokulara da farklılaşma yeteneğine sahiptirler. Totiptent hücreler gelişmenin ileri evrelerinde pulirpotent hücrelere dönüşebilirler. Pluripotent hücreler totipotent hücreler gibi vücudun bütün hücrelerine dönüşmezler. Pluriptent bir hücre vücudun birçok hücresine dönüşebilecek yetenektedir. Multipotent hücreler gelişmenin daha ileri evresine ait hücrelerdir ve özelleşmiş hücre tiplerine farklıklaşabilirler. Örneğin, multipotent bir kan hücresi diğer özelleşmiş kan hücrelerine dönüşebilme kabiliyetine sahiptir. Bu açıklamaya bir örnek verecek olursak, totipoent hücreler ilkokul öğrencileri gibidir, gelecekte her türlü mesleğe yönlenebilirler. Pluripotent hücreler üniversite öğrencileridir hangi okulda okuyorlarsa o mesleği yapmak üzere hazırlanmaktadırlar. Multipotent hücreler ise üniversiteden mezun olduktan sonra bir meslek gurubunda alt dallara ayrılan uzmanlara benzetilebilir. Totipotent hücreler embriyonun en erken evresindeki kök hücrelerdir. Pluripotent hücreler embriyonun blastokist evresinden itibaren ve fetusta bulunabilen hücrelerdir. Multipotent hücreler ise kordon kanı ve yetişkin kök hücrelerdir.- KÖK HÜCREDEN İŞLEYEN BEYİN DOKUSU YAPILDI...
Bilim dünyasında büyük heyecan yaratan çalışmayla normal işleyen beyin dokusu artık laboratuvar ortamında yapılabilecek. İlk kez kök hücrelerden, işleyen bir beyin dokusu yarattıklarını açıkalayan Japon bilim adamları insan embriyonundan alınan kök hücreleri beynin ana kontrol bölgesi olan serebral korteks dokusu yaratmak üzere kullandı. Kök hücreden üretilen bu dokular insan fetüslerinde görülen yapıya çok benzer bir şekilde dört ayrı bölgeye ayrılıyor ve elektrik sinyalleri iletmek gibi sinirsel aktiviteleri yönetebiliyor. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda kök hücrelerin farklı hücrelere ayrıştırılabileceği görülmüştü ancak şu ana kadar çalışan farklı dokulara dönüştürülmemişti. Japon bilim adamlarını gerçekleştirdiği bu ilk bilim dünyasında büyük heyecan yarattı. Zira, basit hücre nakilleriyle sadece belli sayıda hastalıklar tedavi edilebilirken dokuları nakletme aşamasına gelindiğinde çok daha ağır vakaların tedavi edilebileceği öngörülüyor. Bilim adamlarını verdiği bilgiye göre kök hücreden üretilen dokular, Alzheimer hastalığının nedeni gibi konuları araştırma ya da aşı geliştirme gibi çalışmalar için de minik organlar görevini görebilecek. Kaynak: www.cnnturk.com - Cennet-i alâ...
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.