Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. *** *** Dini Ritüeller ve Nevrotik Saplantılar: Din Bir Nevroz Mu? Freud Totem ve Tabu eserinde, nevrotiklerdeki saplantılı davranışlarla dini ibadetler arasında benzerlikler olduğundan hareketle ibadetlerin birer saplantı nevrozu olduğunu iddia etmiştir. Böylece Freud evrensel nevroz dediği dinin ferde özel yönünü de bulmuştur. Bu iddianın ana fikri kısaca şöyledir; dindarlar da nevrotikler de aklı aykırı şeylere inanırlar, mantıksız ritüeller gerçekleştirirler, dolayısıyla aralarında bir bağlantı olmalıdır. Freud dini ritüellerle saplantılı davranışlar arasında 8 benzerlik noktası belirler; 1- İhmal edildikleri takdirde kişide bir vicdan azabı, bir sıkıntı oluşur. 2- Kişinin zihninde ayrı bir yeri vardır ve kişi bunları gerçekleştirirken diğer işlerden soyutlanır. 3- Tüm detayların icra edilmesine özen gösterir. 4- Suçluluk duygusu 5- Pişmanlık duygusu 6- İçgüdüsel dürtülerin bastırılması 7- Uzlaşma hali 8- Yer değiştirme mekanizması “Nevrotik davranışlarla dini ritüeller arasındaki bu benzerliklerin yanı sıra bariz ayrılıklar vardır diyor Freud. Bunlar arasındaki en önemli farklar; 1- Nevrotik seremoniler kişiye göre farklı hallerde tezahür ederken dini ritüeller sabit karakterdedir. 2- Nevrotik davranışların ferde özel bir tabiatı varken dini seremoniler umumi olma özelliğine sahiptir. 3- Nevrotik davranışlar anlamsız ve saçma görünürken dini seremonilerin ehemmiyetsiz ayrıntıları sembolik bir anlam ve önemi haizdir.” Burada Freud, “işte bu sebeple saplantılı davranış, yarı komik, yarı trajik olma gülünç bir özel din şeklinde ortaya çıkmaktadır “ diyerek kendi iddiaları yönünde bir sonuç çıkar. Freud’a göre, saplantının bilinçaltında tatmin ettiği bir karşılığı vardır. Freud’a göre, din bir evrensel saplantı nevrozudur ve nevroz da özel bir dini sistemdir; çünkü iki fenomen arasında bunların tabiatlarının aynı olduğunu gösteren benzerlik vardır.
  2. *** *** Freud’un Tenkit Edildiği Noktalar Tenkitlerin en önemli noktası, teorilerin bilimsel verilerle desteklenmemesidir. Freud elde ettiği birçok veriyi veya bilgiyi önceden zihinde kurguladığı modele uygun sonuçlar çıkarmak için istediği şekilde yorumladı. Freud’un bulgularının önemli, ama çıkarımlarını sınırlı bulanlardan biri de Eric Fromm’dur. Freud’un her konuyu cinsellikle açıklamaya zorlayan sebep onun her şeyi tek bir sebeple izaha çalışan indirgemeci yaklaşımı olsa gerektir. Freud’un tenkit edildiği, yöntemle alakalı bir diğer önemli konu da onun sınırlı bir denek grubundan elde ettiği verileri evrenselleştirmesidir. Freud insan davranışları ve tercihleri de dahil olmak üzere tüm fenomenlerin bir evrensel sebeplilik prensibiyle hareket ettiği, her olayın bir sebebinin olması gerektiği anlayışına (determisizm) sahipti. Freud, her şeyin fizyolojik temele dayanması gerektiğini savunan bu bilimsel pozitivist görüşün etkisiyle ruhsal alanı fizyolojik bir temel bulacağını düşündü. Sevginin de cinsel bir nesneye yönelen fizyolojik kaynaklı bir içgüdü olduğunu savunmasının nedeni de buydu. Freud mekanistik-evrimci bir sistem oluşturmuştur. Bu sisteme göre şu an meydana gelen tüm oluşlar (tezahürler) geçmişten bağımsız olmadıkları gibi yeni hiçbir şey içermezler. Yani “oluş sürecinde yaratılan yeni bir şey yoktur, yeni olarak gördüğümüz şey eskinin değişmiş halidir.”
  3. *** *** Kurt Adam (Wolf Man) Vakası 1920 yılında Freud Kurt Adam ismini verdiği bir Rus hastayı tedaviye başlar. Hastayı 4-5 yıl tedavi eder ve birçok vakada olduğu gibi bu vakada da Oedipus kompleksin izlerini bulur. 30 yaşındaki bu adamın çocukluğu sıkıntılı geçmiştir. Anne ve babası rahatsızdır. Annesinin dini hikayelerinden etkilenir. 4 yaşında kurtla alakalı bir rüya görür ve ondan bu ismi alır. Kurt’u babası olarak yorumlar Freud ve diğer rüyalarındaki hayvan figürlerini de aynı şekilde yorumlar. Bu vaka incelemesinden Freud’un neticesi; babaya karşı geliştirilen nevrotik çatışmalar Tanrı figürüne yönlendirilmiştir ki, bu da Tanrı’nın baba imajının yansıması olduğunu gösterir. Netice itibariyle Tanrı yüceltilmiş bir babadır ve dini inancın temelinde babaya duyulan arzu vardır.
  4. *** *** Oedipus Kompleks Teorisi Çocukta Oedipus veya fallik devre denilen 3-5 yaşlarında bilinçsiz olarak karşı cinsten olan ebeveyne sahip olma, aynı cinsten olan ebeveyni yok etme duygusu (komplaksi) mevcuttur. Freud teoriyi daha çok erkek çocuk nezdinde ortaya koyar. Freud’a göre bu kompleks evrenseldir, kültür farkı gözetmez. Ona göre tüm psikonevrozların çekirdek kompleksi budur ve birçok nevrotik takılmaların, cinsel sapmaların, suçluluk duygularının kökleri sağlıklı bir şekilde çözülmeyen Oedipal çatışmada aranmalıdır. Oedipus kompleksin kızlardaki karşılığı Elektra kompleksidir. Bu kavram eski yunan mitolojisinden alınmıştır. Oedipus bir kralın oğludur. Kahinler bu doğduğunda krala, bu çocuk senin tahtına geçecek derler. Bunun üzerine kral çocuğu bir çobana verir öldürmesi için. O da kıyamadığından bir ağaca ayağından bağlar. Oradan geçen biri bunu evlatlık edinir. Daha yıllar sonra bir gün kral bir adamıyla gezintiye çıkmışken bu çocuğa yolun ortasında rastlar. Yol vermediğinden tartışırlar ve kralı ve adamını öldürür çocuk. Kısa bir süre sonra bir ejderha çıkar bir yerde ve oradan geçen herkese bir soru sorar. Bilediklerinde onu öldürür. Oedipus da cesaretle oraya giderek soruyu bilir ve ejderha intihar eder. ( Sabah dört, öğleyin iki, akşam üç ayak üstünde giden hayvan hangisidir? “İnsan” ). Bu çocuğu kral yaparlar ve kraliçeyle evlendirirler. Yani annesiyle… Bu olay daha sonra ortaya çıkar ve hikaye biter. Çocuk hem babasını öldürmüş hem de annesiyle beraber olmuş oldu. Yani Freud’un Oedipus kompleksinde dediği gibi.
  5. *** *** İd, Ego, Süperego Freud’a göre kişilik id, ego, süperego’nun karşılıklı etkileşimiyle oluşur. İd, biyolojik istekler içeren ham dürtülerle, arzularla doludur. Her ne sürette olursa olsun bu arzuları gerçekleştirmek isteyen id, zevk prensibine göre hareket eder. Bu arzuların en güçlüsü cinsel (libido) olanıdır. İd’in karşısında dış dünyanın ailenin, toplumun, kültürün ölçülerini dikkate alan ve zamanla özümsenen süperego vardır ve bu iki güç sürekli çatışma halindedir. Ego ise id ile süperego arasında tampon bölge oluşturarak iki güç arasında dengeyi sağlayan bir uzlaştırıcı olma fonksiyonuna sahiptir. İd’in güdüsel ihtiyaçlarını tatmin etmek, ama aynı zamanda süperegonun emirlerini gözetmek durumundadır. İkisi arasında sıkışmıştır. Sıkışma ne kadar fazla olursa iç sıkıntısı da o kadar fazla olur. Bu sıkıntıyı azaltmak maksadıyla da savunma mekanizmalarına müracaat edilir. İd’in bilinçsiz yapısına karşılık ego genelde bilinçlidir ve id-ego-süperego üçgeninden oluşan kişilik yapısının icracısı durumundadır. Freud’a göre nevroz cinsel dürtülerin bastırılması veya bir başka ifadeyle egonun içgüdüsel dürtüleri id bölgesine hapsetmesinden kaynaklanır. Bu dürtüler bastırma eyleminden kurtulmak isterken ve egonun farkında olmadığı bir şekilde kendilerine yeni yollar bularak nevroz şeklinde kendilerini ifade etme şansı ararlar. Psikanalizin bilinçaltının derinliklerine giden yoldaki en önemli aracı rüyaların yorumuydu. Günlük hayatımızdaki birçok davranışımızda aslında bilinçaltı sürecini gün ışığına çıkarıyordu. Dil sürçmeleri, yanlış okuma veya yazmalar kazara olan şeyler değildi.
  6. *** *** Sigmund Freud (1856-1939) Hayatı Yahudi bir aileden gelen Freud’un dedesi ve büyük dedesi hahamdır. Babası tekstil tüccarı ve kendisi en büyük kardeştir. Babası dindar değildi. Dini bilgileri dadısı Katolik Hıristiyan’dan öğrendi. Onunla kiliseye gidip geliyordu. Çalkantılı bir çocukluk geçirdi. Yahudi olarak azınlıkta oldukları için bundan etkilenmiştir. Küçük yaşta Viyana’ya taşındılar. Okulu genelde birinci olarak tamamladı. Viyana’da tıp öğrenimini tamamladı. Bilinçaltı kavramını Freud’dan önce keşfeden başka kimselerde vardı. Fakat bir sistem dahilinde somut ifadelerle ortaya koyan ilk kişi Freud’dur. Freud Psikanalizinin Temel İlkeleri ve Tenkit Noktaları Freud bir nevroz olarak gördüğü dinin kaynağını çocukluk devresindeki tecrübelerde aradı. Bu tecrübeler cinsel kaynaklıydı ve ilerde dini fikirlerin oluşmasına yol açacaktı. Psikanalitik teorinin ortaya koyduğu en önemli nokta, insanın bilincinde olmadığı bir zihinsel sürece sahip olduğudur. Psikolojik rahatsızlıklar ve nevrozlar bu sürecin yapısından kaynaklanır. (Freud’un cinselden kastı, genital olsun veya olmasın hazdır, zevktir) Psikanalizin ilk ve belki de en önemli vakası Anna O. Takma isimli kadının tedavisidir. Anna’nın durumu psikanalitik tedavi yönteminin ana unsuru olan “serbest çağrışım” tekniğinin ortaya çıkmasını sağladı. Bu vakadan Freud,psikanalize temel teşkil edecek iki önemli prensip belirledi.;1- çatışan bir duygunun bastırılması rahatsızlık doğurur. 2- zihinsel enerji kullanılması gereken yerde kullanılmayınca rahatsızlığa dönüşür. Nevroza sebep olan rahatsızlığın kaynağının cinsel bir duygu olduğu fikrini öne attı.
  7. Sizi anlıyorum... Ama dikkat ederseniz ilk iletinizde sözünü ettiklerinizle, ikinci iletinizdeki ifedeleriniz anlam olarak birbirinden farkılı.
  8. Ne demek istediğinizi daha açık olarak ifade eder misiniz? Sormak istediğim iletinizde açık olarak "IP adresleri v.b yakayı ele verdirir" ile anlatmak istediğiniz değil... Bunu siz bildiğinize göre herhalde muhalif yada taraf olarak düşüncelerini ifade edenlerde biliyorlardır... Öyle değil mi? Özetle; Bizlere açık açık ne demek istediğinizi ifade edin lütfen... Aman dikkat edin, durduk yere başınızı derde sokmayın mı demek istiyor, yada bundan çok farklı üstü kaplı olarak daha başka bir şey mi anlatmak istiyorsunuz?..
  9. 1 Mart 2003 seçimlerinde DEHAP’tan aday olan Mehmet Yunak ve Resul Sadak’ın, DEHAP'ın ülke genelinde yüzde 10 barajını geçememesi nedeniyle milletvekili olamadıkları için AİHM'e 'seçmenlerinin özgür iradelerini ifade etmelerinin engellenmesinin ve DEHAP'ın ülke genelinde 2 milyona yakın oy almış olmasına rağmen TBMM'de temsil edilememesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğu gerekçesiyle AİHM'e yaptığı başvuru, esastan görüşülmek üzere kabul edildi. Başvuru, 5 Eylül 2006 tarihinde Strasburg’daki AİHM’in ikinci dairesinde görüşüldü. Türkiye'nin başvuru ile ilgili AİHM'e sunduğu yazılı savunmada; "Türkiye'deki seçim sistemiyle ilgili kuralların başvuruda bulunanlara farklı uygulanmadığı ve mevcut uygulamanın yasaya aykırı veya keyfi bir işlem olmadığı, başvuranlara ve aday oldukları siyasi partiye keyfi ve farklı bir muamelede bulunulmadığı, DEHAP'a uygulanan yüzde 10 barajının tüm siyasi partilere uygulandığı belirtilerek, 2002 yılına koalisyon ortağı olarak giren DSP, Anap ve MHP'nin de barajı aşamadıkları" savunulmuş, "yüzde 10 barajının siyasi istikrarsızlığı önlemek, küçük partileri toplumun genelinden oy alabilecek büyüklüğe yöneltmek ve son tahlilde demokrasiyi sağlamlaştırma amaçlarını güttüğü ve bu amaçların meşru olduğu" vurgulanmıştır. "Dünyada uygulanan seçim sistemlerinde adil temsil ve siyasi istikrar ilkeleri arasındaki dengeyi sağlayacak belirlenmiş bir baraj oranı bulunmadığı belirtilerek, seçim sistemleri arasındaki karşılaştırmanın sadece oranlar açısından yapılmasının sağlıklı sonuç vermeyeceği" savunulmuştur. AİHM başvuru üzerine yaptığı görüşmede -2’ye karşı 5 oyla- Türkiye lehine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, "Anayasa Mahkemesi'nin kararında adil temsil ve siyasi istikrar ilkelerinin birbirini dengeleyici ve tamamlayıcı şekilde birleştirilmesi gerektiğinin belirtildiği vurgulanarak, şikayet konusu seçim barajının yüksekliğine rağmen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddesinin tekdir yetkisinin aşılmadığı ve ihlal bulunmadığını belirtilmiştir. AİHM, 30 Ocak 2007 tarihinde aldığı bu kararın ardından davacılar, konunun Büyük Dairede görüşülmesini talep etmiş, Mahkemenin 21 Aralık 2007 tarihinde temyiz niteliğindeki Büyük Dairesi davayla ilgili ikinci duruşmasında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin özgür seçimlerle ilgili ek protokolünün 3. maddesinin Türkiye tarafından ihlal edilmediğine, Türkiye`de uygulanan yüzde 10`luk seçim barajının "insan hakları ihlalinde bulunulmadığına" 4`e karşı 13 oyla karar verdi. *** Bu yazı %10 barajının tarafımdan desteklendiği için değil, Konuyla ilgili bilgilendirme amaçlı olarak yazılmıştır... Saygılarımla...
  10. *** Gelişim ve Kendini Gerçekleştirme Psikolojisinin Bazı Temel Önermeleri Her birimiz içgüdüsel, içsel, verili, doğal vb. nitelikte temel bir iç doğaya sahibiz. Bu doğa, önemli oranda kalıtımsal olarak belirlenmiştir ve güçlü bir şekilde kalıcı olma eğilimindedir. İnsanların içgüdüleri hayvanlardaki gibi kesin bir şekilde ne zaman, nerede, nasıl ve kiminle ne yapması gerektiğini söyleyen güçlü, yanılmaz bir iç ses değildir. Bize kalan içgüdü kalıntılarıdır. Dahası bunlar zayıf, belirsiz ve kırılgandır. Her insanın içsel doğası, hem diğer benliklerin de sahip olduğu (türe özgü) hem de eşsiz özellikler içerir. Bu içsel, derin doğanın birçok yönü, Freud’un belirttiği gibi, korku ve onaylamama nedeniyle ya da egoya yabancı olduğu için etkin bir şekilde itilmeye uğratılmıştır ya da Schachtel’in belirttiği gibi, unutulmuştur. O halde içsel, derin doğanın büyük bir bölümü bilinçdışıdır. Yaşam süreğen bir seçimler dizisidir ve bu seçimlerin temel belirleyicisi kişinin kendisidir. Kişi, gerçek bir kişi olduğu sürece, kendisinin belirleyicisidir. Kişinin bu içsel doğası engellenir, yadsınır ya da bastırılırsa bu bazen apaçık biçimlerde, bazen gizli ve dolambaçlı biçimlerde, bazen hemen, bazen de bir süre sonra hastalıkla sonuçlanır. Kişiliğinin genel hastalığının, gelişimi, kendini gerçekleştirmeyi, tümüyle insanlaşmayı tamamlayamama durumu olduğu düşünülmektedir. Hastalığın tek olmasa da ana kaynağı, özellikle yaşamın erken dönemlerinde yaşanan engellenmelerdir. Evrensel, türe özgü bakış açısına göre bizim kültürümüzün ya da diğer bir kültürün kötücül olarak nitelediği bir davranış gerçekte kötücül olmayabilir. İnsanlık benimsediği ve sevildiği zaman pek çok yerel, etnosantrik sorun da kolayca ortadan kalkacaktır. Çoğu psikolog kötücül davranışların içgüdüsel olmaktan çok tepkisel olduğunu düşünüyor. Bu da, her ne kadar insan doğasının çok derinlerinde yer etmiş olsa ve bütünüyle ortadan kaldırılamasa da, kişilik olgunlaşıp toplum geliştikçe kötü davranışın da azalmasının beklenebileceği anlamına gelmektedir. Kendini gerçekleştirme çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bununla birlikte temelde bir görüş birliği de görülebilir. Tüm tanımlarda benimsenen ya da gönderme yapılan görüşler şöyledir: a-) İçsel özün ya da benliğin, yani atıl kapasite ve gizil güçlerin gerçekleştirilmesinin, tam işlerliğin, insani ve kişisel özün varlığının benimsenmesi ya da ortaya konması. b-) Tüm tanımlarda hastalık, nevroz, psikoz, temel insani ve kişisel kapasitelerin yitimi ya da azalması en alt düzeyde ele alınmıştır. Sağlıklı çocuğun normal gelişiminde, gerçekten özgür seçim olanağı sağlandığında, kendi gelişimi için iyi olanı seçeceğine inanılıyor. Bunu hoşuna gittiği, iyi hissettirdiği, hoşnutluk ya da haz verici olduğu için yapacaktır. Bu da onun kendisi için iyi olanı herkesten çok kendisinin bildiği anlamına gelmektedir. Özgür bırakan bir yaklaşım tarzı, yetişkinlerin çocuğun gereksinimlerini doğrudan doyurması değil, onun kendi gereksinimlerini doyurmasını ve seçimlerini yapmasını olanaklı kılması, yani oluruna bırakmasıdır. Çocukların iyi bir şekilde gelişebilmesi için yetişkinler onlara ve doğal gelişim süreçlerine yeterince güvenmeli, yani çok fazla müdahaleci olmamalı, onları gelişir kılmalı ya da önceden belirlenmiş tasarımlara zorlamamalı, fakat gelişmeye bırakmalı ve otoriter bir tavır benimsemekten çok Taocu bir şekilde gelişmelerine yardım etmelidir. Engellenme, acı ya da tehlikenin hiçbir şekilde olmamasının da sakıncalı olduğunu biliyoruz. Güçlü olmak için kişinin bir engellenme dayanıklılığına, fiziksel gerçekliğin insanların arzularına kayıtsız olduğunu kavrama ve başkalarını sevme, kendisinin olduğu kadar onların da gereksinimlerini doyurmalarından hoşnut olabilme yeteneğine sahip olması gerekir. Kendi gücümüzü ve sınırlarımızı da öğrenir, zorlukların üstesinden gelerek, daha çok çaba göstererek, zorluk ve sıkıntılarla yüzleşerek, hatta başarısızlığa uğrayarak bunları geliştiririz. Gelişim ve kendini gerçekleştirmeyi olanaklı kılmak için kapasite, organ ve organ sistemlerinin işlevlerini yerine getirmek ve kendilerini dışa vurmak, kullanılmak ve uygulanmak için direttikleri kavranmalıdır. Bu kullanım doyurucudur. Kullanmamak ise rahatsızlık yaratır. Gelişim yalnızca ödüllendirici ve haz verici olmakla kalmaz, pek çok acıyı da beraberinde getirir. İleri doğru atılan her adım bilinmeze yönelir ve olasılıkla tehlikelidir. Daha çok çaba, sorumluluk gerektiren zor bir yaşam için daha sıradan ve kolay, az çaba gerektiren bir yaşamı bırakmak şeklinde de tanımlanabilir. Gelişimin hem yararları hem de zararları bulunmaktadır. İnsan nasıl gün ışığına, kalsiyuma ya da sevgiye gereksinim duyuyorsa, aynı şekilde, anlayacağı ve o doğrultuda yaşayacağı bir değerler düzenine, yaşam felsefesine, dine ya da onun yerini tutan başka şeye gereksinim duyar. Kendini gerçekleştirme düzeyinde pek çok ikilik çözülür, zıtlar birlik içinde görülmeye başlanır ve ikilik içinde düşünme biçimi olgunlaşmamışlık olarak algılanır. Kendini gerçekleştiren insanlarda bencillik ve bencil olmamak daha yüksek, üst bir düzeyde birleşir. Çalışmayı eğlence, işi yan uğraşlar ile bir tutma eğilimi belirir. En üst düzeydeki olgunluğun da çocuksu bir nitelik taşıdığı görülür. Kendini gerçekleştirmek tüm insani sorunları aşmış olmak anlamına gelmez. Bütün sağlıklı insanlarda aynı zamanda çatışma, iç sıkıntısı, engellenme, üzüntü, incinme ve suçluluk duygusu da bulunur. Freud’dan, geçmişin kişinin içinde şu anda var olduğunu öğrendik. Şimdi de gelişim ve kendini gerçekleştirme kuramından, geleceğin de kişinin içinde şu anda, idealler, umutlar, görevler, ödevler, tasarılar, hedefler, gerçekleştirilmemiş gizil güçler, misyonlar, yazgı ve alınyazısı biçiminde var olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Geleceği olmayan birey somuta, umutsuzluğa ve boşluğa indirgenmiştir. Onun için zaman sonu gelmeyen bir şekilde doldurulmalıdır.
  11. *** Psikolojik Veriler ve İnsani Değerler Tüm canlı varlıklar, yirmi beş yıl önce düşündüğümüzün tersine, çok daha özerk, kendini yönetebilen ve düzenleyebilen bir yapıya sahiptir. Organizma büyük bir güveni hak etmektedir. Uzun vadede insan için neyin iyi olacağını bize yalnızca sağlıklı insanların seçimleri, hazları ve yargıları söyleyebilir. Bununla birlikte bazı değerler tüm insanlık için değil belirli tipteki insanlar ya da özgün bireyler için geçerlidir. Temel gereksinimler olarak adlandırdığım gereksinimler tüm insanlar için geçerli ve bu nedenle de paylaşılan değerlerdir. Kişiye özel gereksinimler ise kişiye özel değerler doğurur. Bireyler arasındaki yapısal farklılıklar, kişinin kendisi, kültürü ve dünya ile ilişkiye geçme yolları arasında seçim farklılıkları, yani değerler yaratır. Kişinin kendisi göz önüne alındığında tek bildiği şey vazgeçilmez bir sevgi arayışında olduğudur ve bunu elde ettiği zaman sonsuza dek mutlu ve hoşnut kalacağını düşünmektedir. Bu gereksinimini giderdikten sonra arayışının süreceğini, daha yolun başındayken bilemez. Temel bir gereksinimin giderilmesi, daha yüksek bir diğerinin güçlenmesine yol açacaktır. İnsanın karmaşık bir ilişkiler ağı ile örülü hiyerarşik ve gelişimsel bir değerler sistemine sahip olduğu da bir gerçektir. İnsanda, genel anlamı ile kendini gerçekleştirme adı altında özetleyeceğimiz, bir ileriye dönük olma ya da gelişim eğiliminin var olduğunu kesinlikle öne sürebilecek denli çok sayıda anlamlı, kuramsal ve deneysel veriye sahibiz. Yani insan öyle bir yapıdır ki sürekli olarak varlığın daha çok tamamlanmasına yönelir. Bu, genel olarak anlaşıldığı şekliyle, iyi değerlere, dinginlik, incelik, yüreklilik, dürüstlük, sevgi, bencil olmama ve iyi olmaya yönelik bir istençtir. İnsan doğasında, daha bütünleşmiş bir varlığa, insanlığının daha kusursuz bir biçimde gerçekleştirilmesine yönelik bir itki sergiler her zaman. Çevrenin en büyük rolü, çevrenin değil kendi potansiyelini gerçekleştirmesinde kişiye yardımcı olmak ve onu bu yolda özgür bırakmaktır. Çevre insana potansiyel ya da yetenekler vermez. Yaratıcılık, kendiliğindenlik, kişisellik, özgünlük, başkalarını önemsemek, sevme, gerçeğin peşinde koşma gibi potansiyeli, kolları, bacakları, beyni gibi türüne özgüdür. Kendini tanıma, kendini geliştirmenin, tek olmasa da, en önemli yoludur. Kendini tanıma ve geliştirme pek çok insan için zordur. Bunun için çokça yürekli olmak ve uzun savaşımları göze alabilmek gerekir. İnsanların sağlıklı eğilimlerini anlamadan zayıflıklarını da gerçekten anlayamayız. İnsanın güçlerini de, aynı zamanda zayıflıklarını da tanıyıp kavrayabilir ve geliştirebiliriz.
  12. *** Varlığın Doruk Deneyimlerde Kavranması Varlık bilişi (V-Bilişi), kişinin eksiklik gereksinimlerinin belirlediği E-bilişinin karşıtı oluyor. V-sevgisine sahip olan kişi sevdiği varlıkta diğerlerinin göremediği özellikler görür. Yani algılayışı daha duyarlı ve güçlüdür. V-bilişi söz konusu olduğunda tüm dikkat yalnızca ve bütünüyle algılanana yönelir. Figür sanki bu zaman sürecinde her şeyden soyutlanmış, dünya unutulmuş, algılanan varlığın bütünü olmuştur. Burada dikkat aynı anda ilgili tüm olaylara yönelir. Algılanan tüm ilişkileri bağlamında ve dünyanın bir parçası olarak algılanır. V-bilişi karşılaştırma, yargılama ya da değerlendirme yapmayan biliş olarak adlandırılabilir. Deneyimin yalnızca kaba hatlarını içeren, nesneyi seçici bir şekilde, önemli ve önemsiz olmasına göre, yalnızca belirli yönleri ile veren rastgele incelemenin tam tersidir burada söz konusu olan. Kendini gerçekleştiren insanlar dış dünyayı yalnızca kendilerinden değil genelde insanlardan da bağımsız bir şekilde algılamayı daha çok başarırlar. Bu, yaşadığı yüce anlarda, yani doruk deneyimleri sırasında ortalama insan için de geçerlidir. Doğa kullanılacak, korkulacak ya da daha başka bir şekilde insani tepkiler verilecek bir şey olarak değil kendi varlığı içinde görülebilir. V-bilişi algıyı zenginleştirir. Bunu nesnenin iç zenginliği olarak adlandırabiliriz. Doruk deneyim yalnızca iyi ve hoşnut edicidir, hiçbir zaman kötücül ya da sakıncalı olarak algılanmaz. Deneyim kendi içinde geçerlidir; kusursuz ve tamdır, başka bir şeye gereksinim duymaz. Kendi kendine yeter. Kendi içinde gerekli ve kaçınılmaz olduğu duyumsanır. Olması gerektiği kadar iyidir. Doruk deneyimde gerçekliğin doğasının daha açık bir şekilde görülebileceğinin ve bu doğanın özüne daha derin bir şekilde girilebileceğinin benimsenmesi, birçok felsefeci ve tanrıbilimcinin de doğruladığı gibi, en iyi durumda ve olimpusvari bir bakış açısı ile varlığın yalnızca nötr ya da iyi olduğu anlamına geliyor. İnsan olgunlaşmasının üst düzeylerinde pek çok ikilik, çift kutupluluk ve çatışma birbirinin içinde erir, aşılır ya da çözülür. Kendini gerçekleştiren insanlar aynı zamanda hem bencildir hem de değildir. Varlığı bir bütün olarak anladığımız zaman tutarsızlık, zıtlık ve değişmez çelişkilerin algılanmasını ve eşzamanlı olarak var olmalarını da hoş görebiliriz. Doruk deneyim yaşayan herhangi bir kimse kendini gerçekleştiren insanlarda izlenen niteliklerin birçoğunu geçici olarak edinir. Yani, böyle zamanlarda kendini gerçekleştiren biri olur. Bunlar yaşadığı en mutlu ve heyecan verici anlar olmakla kalmaz, aynı zamanda en üst düzeyde olgunluğa eriştiği, bireyselleştiği, bütünlendiği, uzun sözün kısası en sağlıklı anlarıdır. Böyle dönemlerde tamamen kendi olmaya, gizilgüçlerini kusursuzca gerçekleştirmeye, varlığının özüne, tümüyle insan olmaya daha yakın bir durumdadır. Doruk deneyimlerde kişi kendini diğer zamanlara göre daha bütünleşmiş duyumsar. Kendisi ile daha barışıktır. Deneyini yaşayan benlik ile gözlemleyen benlik arasındaki ayrım silikleşmiştir. Tüm parçaları birbiri ile daha uyumlu ve verimli bir düzen içerisinde işlemektedir. Doruk deneyim sırasında kişi genellikle tüm kapasitesini en iyi şekilde kullandığını ve gücünün doruğundan olduğunu duyumsar. Kendini diğer zamanlara göre daha akıllı, kavrayışlı, kıvrak zekalı, daha güçlü ya da çekici bulur.
  13. *** Savunma ve Gelişim Bir sonraki basamak, tanıdığımız ve hatta artık sıkıldığımız bir öncekinden öznel olarak daha haz ve mutluluk verici, içsel olarak daha doyurucu bulunuyorsa gelişim söz konusudur. Bir şeyin bizim için doğru olup olmadığını anlamanın yegane yolu, bunun herhangi bir seçeneğe kıyasla öznel olarak daha iyi olmasıdır. Her insanın içinde her iki tür güç de bulunur. Gücün bir türü onu korkuya karşı savunmada kalmaya ve güvenceye yönelmeye zorlar. Risk almaktan, elinde olanı bırakmaktan, bağımsızlıktan, özgürlükten ve kendi başınalıktan korkmasına, geçmişe bağlı kalmasına neden olur. Diğer tür güç onu benliğin bütünlüğüne ve özgünlüğüne, kapasitesinin bütünüyle kullanılmasına, derinde, gerçek ve bilinçdışı benliğini kabullenirken dış dünyaya güvenle açılmasına yönlendirir. Sağlıklı gelişim sürecini kişinin tüm yaşamı boyunca yaşadığı sonsuz özgür seçim koşulları olarak düşünebiliriz. Kendiliğindenliği sağlıklı olan bir çocuk dış dünyaya, kendiliğindenliği içinde, içsel varlığına tepki olarak ve içinden gelerek merak ve ilgi ile uzanır ve sahip olduğu yetenekleri dışa vurur. Bunu, korku tarafından engellenmediği, cesaretini koruyabilecek denli güvende olduğu sürece yapabilir. Bu süreçte haz deneyimi ya rastlantısal olarak yaşanır ya da yardımcılar tarafından ona sunulur. Kendini, bu hazlardan korkmayıp seçim yapabilecek ve bunları yeğleyebilecek denli güvende hissetmeli ve benimsemelidir. Haz deneyimleri tarafından onaylanan bu deneyimleri seçebiliyorsa deneyime geri dönüp yineleyebilir, doyuma ulaşana ya da sıkılana dek bunların tadını çıkarabilir. Bu noktada aynı şekilde ama daha karmaşık deneyim ve zengin başarılara yönelme eğilimi gösterir. Bu tip deneyimler sadece ilerlemek anlamına gelmez. Aynı zamanda benlik, kesinlik duygusu, yeterlik, ustalık, kendine güven ve saygıda bir geri besleme etkisi de yaratırlar. Yaşamı oluşturan bu sonu gelmeyen seçimler dizisinde güvenlik ve gelişim arasında bir seçim yapılır. Yalnızca kendini güvende duyan çocuk, daha fazla güvenlik istemeyeceğinden ve bu gereksinimini doyurmuş olduğundan doğal olarak gelişime eğilimli olacaktır. Çocuğun seçimlerini kendi doğasına göre yapabilmesi ve gelişebilmesi için seçimlerinin doğru ölçütü olarak kendi öznel deneyimlerinden aldığı hazzı ve sıkıntıyı benimsemesine izin verilmelidir. Diğer bir ölçüt seçeneği de seçimin bir başka kişinin dileğine göre yapılmasıdır. Böyle bir durumda benlik kaybolur. Ayrıca bu durum seçimi salt güvenliğe indirger. Seçim koşulları gerçekten özgürse ve engellenmiyorsa çocuktan çoğunlukla ileriye doğru gelişmesini bekleyebiliriz. Her ne kadar kesin seçim çocuk tarafından yapılacaksa da çevre de bu süreçte çeşitli açılardan önemlidir. Çocuğun güvenlik, ait olma, sevgi ve saygı gibi temel gereksinimlerini karşılarlar. Bu sayede çocuk kendini tehlikeden uzak, özerk, ilgili ve doğal hissedebilir; böylece de bilinmeyene yönelmeyi göze alabilir. Çevre gelişimi seçmeyi olumlu bir çekicilik ve güvenlik içinde sunarken gerilemeyi de daha az çekici ve daha sıkıntılı olarak gösterebilir. Bu şekilde varlık psikolojisi oluş psikolojisi ile bağdaştırılabilir ve çocuk yalnızca kendisi olarak ilerlemeyi ve gelişmeyi sürdürebilir.
  14. *** Eksiklik Güdülenmesi ve Gelişim Güdülenmesi İnsanların nevrotik olmasına neden olan nedir? Yanıt, özetle nevrozun özünde ve başlangıcında bir eksiklik rahatsızlığı olarak ortaya çıktığı yönündedir. Belirli doyumlara ulaşamamaktan kaynaklanıyordu. Birçok nevrozda, diğer karmaşık belirleyicilerin yanı sıra güvenliğe, ait olmaya ve özdeşleşmeye, yoğun sevgi ilişkilerine, saygınlık ve itibara duyulan ve doyurulmamış bir özlem yatmaktaydı. Gelişim, yalnızca temel gereksinimlerin tamamıyla ortadan kalkana değin doyurulması bağlamında değil, bu gereksinimlerin dışında ve üzerinde yer alan belirli bir gelişim güdülenmeleri, yetenek, kapasite, yaratıcı eğilimler, yapısal gizilgüçler olarak anlaşılacaktır. Bu yaklaşım, temel gereksinimler ile kendini geliştirmenin, çocukluk ile olgunluğun çeliştiğinden daha fazla çelişmediğini görmemize de yardımcı olacaktır. Biri diğerine aktarılmaktadır ve bir diğerinin gerekli önkoşuludur. Gereksinimi olumsuz anlamda ele alan yaklaşımlarda bünyenin temel amacının can sıkıcı gereksinimden kurtulmak ve böylece gerilimin düşürülmesi, bir dengeye, devinimsizliğe, acıdan arınmış atıl bir duruma ulaşmak olduğu görülür. Oysa, ağırlıklı olarak gelişime güdülenmiş kişileri ele aldığımızda durağanlaşma kuramı tam anlamıyla işe yaramaz oluyor. Bu tip insanlarda gereksinimin giderilmesi güdülenmenin ve heyecanın azalmasına değil artmasına yol açacaktır. Arzuları yoğunlaşacak ve yükselecektir. Bu tip insanlar kendi üzerlerinde gelişirler ve gittikçe daha az değil, eğitimde olduğu gibi, daha çoğunu isterler. Durağanlaşmak bir yana, kişi daha da etkinleşir. Gereksinimin giderilmesi gelişim isteğini köreltmez, keskinleştirir. Gelişimin ödülü ve heyecanı kendi içindedir. İyi bir doktor olmak, keman çalmak ya da marangozluk gibi hayranlık duyulan becerilere sahip olmak, evreni ve insanlığı ya da kendini gittikçe daha yoğun anlamak, hangi alanda olursa olsun yaratıcılığını geliştirmek ve en önemlisi iyi bir insan olmayı istemekte olduğu gibi. Eksikliklerin giderilmesi hastalığı önler; gelişim gereksinimin doyurulması ise sağlığı besler. Kendini gerçekleştirmek kişiye özgüdür, çünkü her insan farklıdır. Eksiklikler, yani türe özgü gerekler gerçek kişilik tam anlamıyla gelişmeden önce gereğince karşılanmalıdır. Nasıl tüm ağaçları güneşe, suya ve çevreden edinecekleri besine gereksinimi varsa tüm insanlar da kendi çevrelerinden edinecekleri güvenliğe, sevgiye ve statüye gereksinim duyarlar. Bunlara duyulan gereksinim yalnızca diğer insanlar tarafından, yani yalnızca kişinin dışında giderilebilir. Bu da çevreye oldukça bağımlı olmak anlamına gelir. Bir bakıma başkaları tarafından yönlendirilmesi ve onları onayına, sevecenliğine ve iyi niyetine duyarlı olması gerekir. Bu da, esnek bir şekilde kendini uydurması, ayarlaması, tepkilere yanıt vermesi ve dış koşullara değişerek uyum sağlaması gerektiği anlamına gelir. Kendisi bağımlı değişkendir, çevresi ise bağımsız, değişmez olandır. Buna karşılık kendini gerçekleştiren, temel gereksinimleri doğal olarak doyurulmuş insan, çevresine çok daha az bağımlı ve çok daha fazla özerktir. Kendi kendini yönlendirmektedir. Onları yöneten belirleyiciler çevresel ve toplumsal belirleyicilerden çok içsel olanlardır. Diğer insanlara daha az bağımlı oldukları için onlar hakkında daha az kararsızlık yaşar. Onlara karşı daha az kaygılı, daha az düşmanca davranır, övgü ve sevecenliklerine daha az gereksinim duyar. Eksikliğe güdülenmiş insan, güçlü bir şekilde gelişime güdülenmiş insana göre, diğer insanlara çok daha fazla bağımlıdır. İnsanlar bir bütün, karmaşık ve kendine özgü bireyler olarak değil kullanılabilirlikleri bağlamında değerlendirilir. Diğer bir insan ise, onay, beğenme ve sevgi kullanılabilirlik özelliklerinden çok algılanan kişinin içsel nesnel özelliklerine dayanır. Sevilmeye değer olduğu için sevilir, sevgi verdiği için değil. Kendini gerçekleştiren insanlar genellikle gereksinim gideren özellikleri soyutlama ya da karşısındakini bir araç olarak görme eğiliminde olmadıklarından değer biçmeyen, yargılamayan, müdahaleci ve kınayıcı olmayan bir tutum sergilerler. Tutkusuz seçimsiz bir farkındalık içerisindedirler. Bu da daha açık ve içgörülü bir algıya ve karşıdakinin daha iyi anlaşılmasına olanak verir.
  15. *** Sağlık Psikolojisine Doğru İnsan sağlığı ve hastalığı üzerine yeni bir anlayış doğuyor. Bu anlayışın temel varsayımları: 1- Her birimizin değiştirilemez ve değişmez bir içsel yapısı vardır. 2- Her birey, bir bölümü kendine özgü, bir bölümü de tüm insanlıkla ortak bir içsel doğaya sahiptir. 3- İçsel doğanın bilimsel açıdan incelenmesi ve keşfedilmesi mümkündür. 4- İnsan doğası asla düşünüldüğü kadar kötü değildir. Yıkıcılık, sadizm, gaddarlık, kin, nefret vb. insanın temel özellikleri olmayıp, gereksinim, duygu ve yeteneklerin engellenmesine karşı duyulan şiddet eğilimli tepkilerdir. 5- Kendi yaşamlarımızı yönetebilme şansına sahip olduğumuz takdirde daha sağlıklı, üretken ve mutlu oluruz. 6- İnsanın içsel doğası zayıf ve hassastır. Alışkanlıklara, kültürel baskıya ve olumsuz tavırlara kolaylıkla boyun eğer. 7- Reddedilmesine karşın kendini gerçekleştirmek üzere içten içe direnir. Her birimizin kavraması gereken yaşamsal ve dokunaklı bir gerçek var; türümüze özgü erdemlerden her uzak düşüşümüz, kişinin kendi doğasına karşı işlediği her suç, ayrıcalıksız herkes bilinçaltımızda bir iz bırakır ve kendimizi küçük görmemize neden olur. Bizi utandıran bir davranışımız hanemize kara bir leke olarak kaydedilir; dürüst, güzel ve iyi davranışlarımız ise olumlu birer puan olarak. Ya özsaygımız artar ve kendimizi benimseriz ya da küçük görür, aşağı, değersiz ve sevgiden yoksun hissederiz. Kişilik sorunları çoğu zaman insanın aldığı psikolojik yaralara, gerçek içsel doğasının uğradığı saldırılara karşı bir başkaldırıdır. Ne yazık ki insanların çoğunun karşılaştıkları kötü davranışlara tepki vermediği kanısındayım. Kendilerine yapılanı sineye çeker, tepki vermeye yıllar sonra başlarlar. Bu tepki de nevroz ya da psikoz olarak kendini gösterir. Gelişim ve ilerleme acı ve çatışma ile sağlanabilir. Üzüntü ve acı insanların gelişimi için gerekli ise insanları acı ve üzüntüden sürekli olarak korumaya çalışmaktan kaçınmalıyız. Acı ve üzüntü bazen yapıcı olabilir ve nihai olumlu sonuçları göz önüne alınırsa arzu edilebilir.
  16. Konu şimdi açıklığa kavuştu Sayın Raşit... Ben "onun" derken arkadaşın yazdıklarından değil Atatürk'ün ifadesini ele alarak değerlendirmeler yapmışdım... "onun" kelimesi yerine "Atatürk'ün" kelimesini koyarak yapılacak değerlendirme ile, Ve devamında "sizin değerlendirdiğiniz gibi" bölümünü de kaldırırsak... Sanırım aramızda ne kast ettiğimiz anlamında bir sorun kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Buradan devamla arkadaşın buraya eksik olarak taşıdığı, Atatürk'ün ifadesinin öncesinde yer alan "bugüne kadar Türkiye'yi niçin Türklerin yönetmediği,neden bizi yönetenlerin hep Gürcü,Ermeni,Arap,Kürt,Arnavut...olduğu düşünülürse" bölümünü tek başına ele alıp, geriye kalanlardan bağımsız değerlendirildiğinde "ırkcılığın" öne çıkarılabileceği değerlendendirmeler yapılabilir. Henüz yazmış olduğu tek bir iletiye bakarak arkadaşın bakış açısının "ırkcı bağlamda" olduğu üzerine yapacağımız değerlendirmelerin eksik ve erken olacağını düşünüyorum... Böyle bir değerlendirme yapmadan önce bana göre; Aynı paragrafta yer alan "Hangi etnik gruptan olursa olsun bu ülkenin vatandaşı olan iyi niyetli insanları tenzih ederek söylüyorum " ifadesinin ne anlama geldiğini göz ardı etmememiz de gerekiyor.
  17. Sayın Raşit; Sizi eleştirmedim... Yazınız da neyi ne şekilde ele alarak değerlendirdiğinizin farkındayım... "Sanmıyorum" diye devam eden ifadelerinizde bu apaçık ortada zaten... Söz konusu iletide eksik ifadeler üzerine yaptığınız değerlendirme üzerine, Konun açıklığa kavuşması gerekliliğini düşünerek bilgilendirme amaçlı olarak yazdım... *** Bana yönelttiğiniz sorunuza izniniz olursa yanıt vermek istemiyorum... Öncelikle neden yönelttiğinizi kavrayamadım ve anlam veremedim... Sonrasında; zaman içinde beni tanıyıp, anlamlandıracağınızı düşünüyorum... Saygı ve Sevgilerimle
  18. iyi akşamlar efendim bu sözü nereden duyduğunuzu sorabilirmiyim kaynak verebilirmisiniz zira ben Atatürkün böyle ırkçı bir söz söyleyebileceğini sanmıyorum saygılar sunarım Sayın Raşit; Bu ifade [ 1925 (Nutuk II, s. 607) ] da yer alır. Ama tam metin yukarıda ele alındığı gibi değildir. Arkadaş Atatürk'ün Nutuk da geçen ifadelerinin bir bölümünü alarak yer vermiş iletisinde... Tam metin Şu şekildedir.... Ancak tam metni esas alarak yapacağımız değerlendirmede, Onun bu söylemi sizin değerlendirdiğiniz gibi "Irkcı bir yaklaşım" içermez. Orada geçen "Kanındaki" kelimesini ırkcılık anlamında ele alamayız. Tıpkı "Sen kansız bir kişisin" ifadesinde kişinin ahlaki ve davranışlarında görülen bozuklukları dile getiririken ırkcı bir yaklaşım göstermediğimiz gibi... Sizi yanıltan; arkadaşın Atatürk'ün söylemindeki ifadelerin bütününü buraya aktarmamış olması olabilir. Çünkü asıl metinde "kanındaki" kelimesinin devamında "(,)vicdanındaki öz cevheri" ile anlatılmak istenen pekiştirilmiştir... Buradaki "Cevher" kelimesi "Bir şeyin özü" kişilik yapısı ve yeterliliği anlamında ele alınmıştır... Özetle Atatürk burada; İçinizden yetişen, sizi yönetmeye talip kişileri değerlendiriken onların özünü, yani kişiliklerini çok iyi değerlendirerek karar verin ve bundan asla vazgeçmeyin diyerek; Muhterem milletime tavsiyede bulunmuştur... "Kanındaki, Vicdanındaki Öz" ırkcı bir bir söz, yaklaşım olarak değerlendirilemez... Saygılar...
  19. Türkiye’de yoksulluğu bitirmenin yolu, yoksullara yardım etmek değildir. Yoksulları zengin etmektir. Herkese iş sağlamaktır. Aşağıda okuyacağınız ifadeler... -http://www.helaletmiyorum.org- adlı sitede yer alıyor... Bu site önümüzdeki Genel Seçim’e kadar açık olacak... Site 11 gün içinde 550.000 kişi tarafından ziyaret edildi. Bu süre içinde de toplam 55 saat “hack”lendiği için kapalı kaldı. Her bilgisayardan sadece 1 oy kullanıldı.
  20. Siteye Cep telofunuyla girersen görünüyor sevgili DİPNOT...
  21. OpenDNS nedir, nasıl kullanılır, neden kullanılmalıdır? OpenDNS, sistemimizin Erişime engellenen tüm sitelere hız kaybı olmaksızın sorunsuz olarak ulaşmanızı sağlar. Yapmanız gerekenler >> Görev çubuğunda internet erişimine tıklayın: >> Açılan pencerede Özelliklere tıklayın: >> Açılan pencerede "İnternet erişim Kurallarına" çift tıklayın: Açılan pencerede "DNS Sunucu Adreslerini kullan", içinde gördüğünüz değerleri girin: >> Modemi açıp kapatın, yani resetleyin. >> Tarayıcınızın önbelleğini temizleyin veya erişime engellenen sitelere girmeye çalıştığınızda yine aynı kırmızı yazıyla karşılaştığınızda Ctrl+F5 kombinasyonunu uygulayın.
  22. Burada çok açık olarak Hukuku da kullanan bir faşist uygulama var! Dikkat edin ne diyorlar: "Kişilik haklarına saldırı"... Halbuki AKP'nin politikası eleştirilmektedir. "Kişilik, hakaret" gibi gerekçeler öne sürerek, ve hegemonyası altına aldıkları Yargıyı kullanarak, MUHALİF DÜŞÜNCE VE YAKLAŞIMLARI SİNDİRMEYE ÇALIŞIYORLAR. Yani, her kim AKP'ye karşı etkin bir muhalefet yapmaya kalkarsa, onu baskı ve zorbalıkla durdurmaya çalışıyorlar!! "KAMU OYUNDAN YETERLİ TEPKİ GELMEDİKÇE BUNU İYİCE ABARTIYORLAR..." Bu kabul edilemez bir şeydir. Buna sessiz kalınmaması gerekir.
  23. MFÖ nün bir şarkısını hatırlattı bana bu iletiniz... Şarkının ismini tam çıkartamadım... "Sen neymişsin be abi / abla" gibi bir şeydi galiba... Şimdi tam olarak anımsamıyorum... *** Her yazıya her haber yorumuna reçeteniz hep aynı sevgili dominik... Her şeye , her daim muhalefet olmak gerekir kaygısı sürekli kendinizi tekrarlamaya dönüşüyor artık... Aman dikkat, artık kendinizi biteviye tekrarlar oldunuz... Şu son yazdığınıza geriye dönüp bir okuyun ve lütfen ne anlamamız gerekiyorsa bizahmet tercüme ediverin... Üstü kapalı kişileri itham etme hakkını belki kendinizde görebilirsiniz ama "Ben dili kullanan" sizin bu tutumunuzun, sürekli karşınızdakileri muhalifiniz görme kaygınızdan, Sizin gibi üst düzey düşünemezler düşüncesinden kaynaklanıyor olma ihtimalinide göz ardı etmemelisiniz... Kişileri hedef alıp eleştilerinizi kişiler üzerinden polemikler yaparak sürekli ahkam kesen yaklaşımlar yerine Birazda şu özdeyişte olduğu gibi "İğneyi başkasına, çuvaldızı kendine batıran" öz denetimli bir yaklaşım gösterseniz Sizden ve düşüncelernizden daha çok yararlanabiliriz diye düşünüyorum...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.