Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Yok be Efendi korkacak ne var ki... Benim orada yapmak istediğim ironiydi... Bizler Zurnanın "Zırt deliğiyiz" bize gelene kadar arkamızda kimsecikler kalmaz...Anlamında... Bu yaşananlar ne ki; Bence Haziran sonrası, AB-ABD emperyalizminin AKP eliyle gerçekleştirmeye çabaladıkları 4. dönme bir girsinler sen o zaman gör gümbürtüyü... Bak bakalım bırak arkasına bakmadan kaçanları, arkasına bakarak kontrollü yiğitlik yapan kaç kişi kalacak... Gerçek kağıttan kaplanlar -Ellerinde coplar, biber gazları, gerekçesiz göz altına almalar ve tutuklamalarla- en kahraman Rıdvan kesileceklerdir başımızda... Ne demişti Soner Yalçın; “Yazılara ve mücadeleye devam ettireceğini, Zor sürecin arkasında duracağını, bunun için bedel ödenecekse ödemeye hazır olduğunu” Onun dediği gibi; Ülkemizin çağdaş geleceği için, Benim ve torunlarımın geleceği için, İnsanca onurlu bir yaşam için... Varsa ÖDEMEMİZ GEREKEN BİR BEDEL Öder geçeriz... Bu günlere gelirken dedelerimiz bizlerin onurlu geleceği için çok mu kolay şartlarda mücadele etmişlerdi... Bunu hatırlamak gerekli hep... Ve hiç UNUTMAMAK ! O nedenle "Yaşam mücadelesinde korkuya yer yok"... Üstelik "Korkunun Ecele Faydası Yoktur." dememiş miydi atalarımız?
  2. Benim Merak Ettiğim... Bu Kocasakal gibi Muhalif sesler çıkaran diğer arkadaşları ne zaman göz altına alıp tutuklayacaklar... Merak ettiğim başka bir şey de şu; Gerekçe ne olacak... Artık Ergenekon, balyoz gibi suyu çıkmış gerekçelerden vazgeçsinler... Sıkıldık artık be yahu başka bir isimle başka bir gerekçeyle tutuklasınlar bunları... Hep aynı senaryo ile çevrilen filmlerden gına geldi... Vizyonu bu kadar dar mı bizim ileri demokrasi tutuklayıcılarımızın !... Lütfen yani... Biraz heyecan gelsin, farklılık olsun, vay be neler oluyor yahu diyebilelim...
  3. Sözün bittiği yer: Soner Yalçın; Sabahın erken saatlerinde başlayan arama sürerken, gazeteci Hakan Aygün, Oray Eğin, Yalçın Bayer ve CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal'a Şu hikayeyi anlatmış... Alıştık artık bugün bana Soner Yalçını'da Göz altına almışlar dediklerinde hiç şaşırmadım biliyor musunuz? Kılım bile kıpırdamadı... Yarın kimin yanına giderler bilemiyorum ve bakarsınız gün gelirde bizim gibileri bile önemseyip yanımıza geldiklerinde arkamızda başka kimse kalacak mı?.. Hiç Sanmıyorum ...
  4. Yazdıklarınızda haklılık payı olduğuna dair bir kabul geleceğini mi düşünüyorsunuz? Gerçekleri duymak isteyeceklerini düşünerek iyi niyetli bir yaklaşım sergilemişsiniz... Amaç gerçeklerin dile gelmesinden çok polemik... Sadece "Görmek ve duymak istediklerinin" dışında bir yaklaşım geleceğini düşünmüyorum ... Yazdıklarınızla aynı çerçevede düşündüğümü de belirtmeden geçmek istemiyorum...
  5. Son Günlerde Yerli ve Yabancı Basında "Türkiye Mısır için model olur mu?" tartışmaları geniş yer buluyor... Bizim yandaş basın tartışmaların bir tarafını görüp diğer yanına 18 derece miyop bakarak yazılanlardan işine gelenleri sayfalarına taşıyorlar... Doğru ve Çok yönlü bilgilenmek adına, Akp nin - GSM - Gündem Saptırma Merkezinin bizleri yanıltmasına bir parça olsun engel olmak için bu konuda çıkan yazılanlardan toparladığım özetlere burada yer vermek istiyorum... AB-ABD emperyalizminin truva atı AKP'nin Haziran seçimleriyle hedeflenen 4. ve son dönemi yaklaşırken... Dış destek nasıl olurmuş diye bilmek isteyen varsa yabancı basında yer alan yazıları iyi takip etsinler. Okudukça anlayacaksınız ki; Kendi ülke çıkarlarını öne çıkaran yazılar üzerinden Laik Türkiye Cumhuriyeti temelinden oyulmaktadır. Model Türkiye diye diye son olarak "Soner Yalçın" örneğinde olduğu gibi; Türkiye'de Erdogan'in yolundan gitmeyen bir tek gazeteci birakmayacaklar bu gidişle... Türkiye'yi modele dönüştürenlerin amaclarının ne olduğunu çok ama çok iyi kavramak gerekiyor...
  6. Astroloji neden saçmalıktır Diğer pekçok alanda olduğu gibi temelde bilimsel olmayan bir konuyu bilimsel gibi göstermek, Ve bu şekilde inanılır hale getirmek o konuya güvenilirlik sağlıyor. Astroloji de bilimsel dayanak arayan ve bu dayanağı varmış gibi gösteren alanların neredeyse başında geliyor. Bu alanın temeli gök cisimlerinin üzerimizdeki etkisine dayanıyor. Peki astroloji neden saçmalıktır? 1- Çünkü astroloji Yerküre’nin evrenin merkezi olduğuna inanılan zamanlardan kalma bir inançtır ve hala daha astrolojiyle ilgili bütün hesaplamalar Güneş’in, gezegenlerin ve yılız kümelerinin Yerküre çevresinde döndüğü kabul edilerek yapılır. 2- Zodyak kuşağını oluşturan yıldız kümeleri yalnızca Yerküre’den bakılınca balık, terazi, oğlak vb. gibi görünür. Normalde bu yıldızlar küme halinde, birlikte bile bulunmazlar, birbirleriyle alakaları yoktur. Yalnızca burdan bakınca yılık yamuk şekiller oluştururlar. Üstelik bu şekiller mükemmel bir şekilde balığa ya da aslana benzemez. Örneğin Yunanlıların sentora (insan başlı at) benzettikleri yay süt kepçesi ve çaydanlığa daha çok benzer. Belki de astrologlar bunu dikkate alıp yay burcunun özellikleri arasına İngiliz usulu sütlü çayı sevmeyi eklemeliler. 3- Astrologlar Güneş’in her birinde 1 ay konuk kaldığı 12 burç olduğunu iddia eder. Ne kadar düzenli değil mi? Yılda 12 ay var ve Güneş her burç üzerinde eşit sürede kalıyor. Halbuki gerçek hiç de öyle değil. Zodyak üzerinde 13 takım yıldızı var. Yılancı adında akrep burcunun süresinden çalan 13. bir burç daha olmalıydı. Burç kuşağının sözde düzenliliği yok olacağı için astrologlar bunu görmezden geliyor. Komik bir şekilde astrologların güya Güneş akrep üzerindeyken doğduğu için akrep burcu olduklarını iddia ettiği ve “ay tipik bir akrebim, tüm özelliklerini taşıyorum” diyen safların bir kısmı akrep burcu bile değil. 4- Bir de her burcun bir yönetici gezegeni var. Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Plüton, Ay ve Güneş. Evet astrologlar Ay ve Güneş’i de mecburen gezegen gibi sayıyorlar çünkü gezegen sayısı burç sayısından az. Buna rağmen yönetici gökcisimleri yeterli gelmiyor ve boğalarla başaklar Venüs’ü paylaşmak zorunda kalıyorlar. Her iki burcun da yönetici tanrısı Venüs (Yunan mitolojisindeki Afrodit) 5- Plüton artık gezegen sayılmadığına göre akreplerin yönetici tanrısı bundan sonra Plüton(Hades) değil mi? Astrologlar bu konuda yeni bir düzenleme yapacak mı? Yayların ve akreplerin Mars’ı paylaşmasına karar verilecek mi? Peki ya bugüne kadar yapılan “Plüton Aslan burcuna girdi, iş hayatınızda yeni riskler almanın tam sırası” tarzı yorumlar hiç yapılmamış mı sayılacak? Zavallı akrepler Güneş’i konuk ettikleri sürelerini yılancı burcuyla paylaşmak zorunda olmaları yetmezmiş gibi şimdi de tanrılarını kaybettiler. 6- Gezegen konusuna devam edelim: Eski Yunanlılar astrolojiyi uydurduklarında(!) yalnızca Jüpiter’e kadar olan gezegenlerden haberdardılar. Yani Uranüs’ün kovanın, Neptün’ün de balığın gezegeni olduğunu filan söylemiyorlardı. Bunlar 1781 yılında Uranüs’ün, 1846’da Neptün’ün keşfinden sonra astrologlar tarafından eklendi. Neptün, Uranüs’ün yörüngesindeki düzensizliklerin onun ötesindeki muazzam bir kütlenin hayalet gibi dolaşıyor olmasından kaynaklanabileceğinin anlaşılması üzerine Uranüs üzerinde çekim gücü uygulayan bu hayaletin kütlesinin ve konumunun Uranüs’ün hareketlerine bakılarak tamamen matematiğin gücüyle hesaplanması sonucu bulunmuştur. (Muhteşem değil mi!? Neptün bir matematik problemiydi!) Neptün’ün bulunmasından sonra bütün gezegenlerin ismi Roma mitolojisinden geldiği için bu yeni gezegene de böyle bir ad verilmesine karar verildi. Ve sırf mavi olduğu için (bir de bilim adamlarının canı öyle istedi diye) ona deniz tanrısı neptün (Yunan mitolojisindeki Poseidon) denildi. Uyanık astrologlar da Deniz Tanrısı olsa olsa balıkların tanrısı olur dediler. Neptün değil de Minerva(Athena) adı verilseydi muhtemelen başka bir burca yamayacaklardı. 7- Plüton’un hikayesi de bunu gibi: 1930’da keşfinden sonra kamuoyuna yeni gezegene isim arandığı duyuruldu. Bir lise öğrencisinin Plüton olsun demesi üzerine talihsiz (eski) gezegenimiz ölülerin tanrısı oluverdi. 1930’dan önce doğan akreplerin hiçbirine yeraltı tanrısının etkisinde olduğu söylenmiyordu. Her şey rastgele seçilmiş bir isimden sonra başladı, Rezzan Kiraz yıllarca gözlerini aça aça “Plüton, yeraltının, ölülerin tanrısı Hadestir, çok dikkatli olun” gibi şeyler söyledi. Bakalım şimdi ne diyecek. 8- İnsanlar bu bilimsel açıklamalardan sonra genellikle “Tamam belki yıldızlar bizi etkilemiyor ama belli dönemde doğan insanlar belli özellikleri taşıyamaz mı? Benim tanıdığım tüm başaklar şöyle, tüm kovalar böyle…” derler. İnsanların burçlarının özelliklerini taşıdığı herhalde çağımızın en büyük mitlerinden biri. Üstelik bilimsel olarak çürütülmesi o kadar kolay ki! Örneğin 1988 yılında John McCall adlı bir astrolog bir röportajında insanların burçlarını tahmin etmede %80 başarı gösterdiğini iddia etti. Bunu üzerine Virginia Üniversitesin’e iddiasını test etmek için davet edildi ve 28 denekten yalnızca 8’inin burcunu bilebildi. Rastgele yapılan eşleştirmelerde de aynı sayı elde ediliyordu. Yani John McCall salladı ama tutturamadı. 9- San Francisco üniversitesindeki bir araştırmada da 28 astroloğa kendilerine verilen karakter testi sonuçlarına göre burç eşleştirmesi yapmaları söylendi. O astrologlar 83 denemede yalnızca 28 doğru sonuç aldı. Bu da yine herhalde üniversiteye sokulacak bir maymunun yapacağı rastgele eşleşmeden çıkacak sonuçla aynıydı. 10- Burç özellikleri yazılırken o kadar yuvarlak ifadeler kullanılıyor, herbir burç için o kadar çok karakter özelliği yazılıyor ki tutmaması imkansız. Dikkat edersiniz burçların özellikler aslında birbirine benziyor. Örneğin duygusallık belirgin özelliklerinden biri olmayan bir burca “aslında içten içe duygusaldırlar” diye yazıp bu burca mensup duygusal insanları da ikna edebiliyorlar. İnsanlar zaten birkaç özellik tuttuktan sonra diğerlerine kendilerini inandırmaya başlıyorlar. Üstelik burç özellikleri genellikle insanların sahip olmak istedikleri özellikler olduğu için herkes burcunu çok seviyor ve gerçek olmasını istiyor. Yani nerdeyse bütün burçlar yaratıcı, zeki ve özgür ruhlu. Aslında dangalağın teki de olsa kimse “yok ben o özellikleri taşımıyorum” demiyor, “meğersem ben yaratıcıymışım” diyorlar. 11- Astrolojinin temelinde evrenin ve dünyanın değişmez ve mükemmel olduğu görüşü vardır. Bu yüzden astrolojiyi ortaya atanlar muhtemelen zodyak üzerindeki takım yıldızların ezeli ve ebedi olarak o şekilde dizildiğine inanıyorlardı. Fakat dünyanın hareketine bağlı olarak yıldızların gökyüzündeki konumları yüzyıllar içinde yavaşça değişmektedir. Bu kısa vadede burçların tarihlerinde kaymaya neden olurken uzun vadede zodyak (Güneşin üstlerinde geziyormuş gibi göründüğü takım yıldızlar kuşağı) üzerindeki burçların başka takım yıldızlarla (ör: orion, ejderha, kuğu…) yer değiştirmesine neden olmaktadır. İlk insanlar bambaşka bir gökyüzünün altında yaşıyorlardı ve onların burçları farklıydı. 12- Bazen burcunun özellikleriyle ne kadar zorlarsanız zorlayın bağdaştırılamayan insanlar da çıkıyor ama astolojide çareler tükenmez: burcunun özelliklerini taşımıyor musun? Demek ki yükselenin seni etkiliyor! Bu durumda şöyle bir şey oluyor: zaten 12 burç var bir de herkesin yükseleniyle birlikte 2 burcu oluyor yani burç özelliklerinin tutma olasılığı 6’da 1’e kadar çıkıyor. Yükseleniniz de tutmadıysa üzülmeyin sakın, kesin doğumunuz sırasında gezegenlerin oluşturduğu (yalnızca astrologların anlayabileceği) açılar size farklı karakter özellikleri kazandırmıştır, astroloji peşinizi bırakmayacaktır.
  7. Sayın Ahmet Ay; Yazdıklarınızı okuduktan sonra daha öncesinde orduyla ilgili bu kadar hassas mıydınız diye merakımı gidermek için Forumda başlık ve iletilerinizde tarama yaptırdım ve şöyle bir şeyle karşılaştım... Öncesinde Sayın Bülent Arınçın orduyla ilgili o malum konuşması üzerine forumda başlık açma ihiyacı duymamışsınız... Sayın Bülent Arınç orduyla ilgili o malum konuşması üzerine "Askeri böyle “tahkir etmek” (dolayısıyla tahrik etmek) nereden icab etti ki? diye bir soruyu gündeme getirmezken neden şimdi sayın Batumun bu konuşmasına bu kadar hassas davrandığınızı anlamak istiyorum..., Öyle sanıyorum ki, bu yazınızı okuyanlar ve sizi takip eden forumdaşlar size yönlendirdiğim bu soru üzerine bu farklı tutumunuzun nedenini benim gibi merak edeceklerdir... Saygılarımla ...
  8. GeceKuşu şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sevgili 'FUZULİ'; Koyulaştırdığım bölümdeki cümleniz yarım kalmış... Yazının devamında yanıtını aradım ama bulamadım.... Yıkmalı evet, peki sonrasında... Sizin kul hakkı olarak ele aldığınızı, Sosyal,siyasi ve ideolejik literatürün diliyle ele alıp, "Üretim sonucunda ortaya çıkan değerlerin eşit ve hakça bölüşümü" olarak değerlendirirsek eğer... Haklı olarak ifade ettiğiniz bu 'Kapitalist' sistemin izin vermediği ve veremeyeceği, Gelirin ve üretimin eşit, hakça ve kul hakkına göz diken bu 'Kapitalist' sistem yerine; Hangi sistemi koyarak çözüme ulaşabileceğimizi önerdiğinizi kavramak isterim... Benim kişisel bakış açım, üretim araçlarının mülkiyetinin bir kişi yada zümrenin elinde tutulduğu sürece, Sistemin adı her ne olursa olsun çözüm üretmeyeceği ve üretemeyeceği yönünde... Sevgilerimle
  9. GeceKuşu şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Senin samimiyetinden şüphe duymamak ne mümkün sevgili demir efe, bende bunu samimiyetle ifade ediyorum... Görüldüğü gibi ister istemz samimi olduğumuzu bir kez daha ifade etmemiz gerekiyor bu sanal alemde... Benimde son satırımda yatığım gibi... Yüz yüze görüşmek gibi olmuyor... Yanıtında açıklamalarını okurken iki şey dikkatimi çekti... Kurana inanmakla, kuranın tanrıdan geldiğine inanmanın aynı çerçevede yanıtlanacak bir şey olduğunu kabul etmemiz mümkün... Ama tanrının var olup olmadığı aynı şey değil diye düşünüyorum... Burada aramızda ufak tefek nüans farklılıkları olabileceğini göz ardı etmeden aynı şeyleri düşündüğümüzü söylemem mümkün... O nedenle bu konuda temelde bir tartışma yapmayacağımızı bildiğim için varlık yokluk konusunda derine inecek bir şeylerden söz etmek yanlış olur... Ancak sen yanıtı vermişsin Yok kanıtlanamaz. diye. Ben buna varlığının kanıtlanabilmesi için önce varsayımlar yaratıp ardından bu varsayımları kanıt gibi sunmanın da anlamsız olacağını ifade etmek istiyorum...Tıpkı insan yaşamına evde olmayan uyuşturucuyu varsayım bir kanıt olarak kullanarak müdahele eden polisler gibi; ne yazıkki, teist kavramları kanıtlamaya çalışanlarda dogmaları kullanarak aynı yöntemleri uyguluyorlar... Bu arada Kuranın allah katından gelip gelmediği "Yok kanıtlanamaz." gerçeğinden ayrı olarak, çok rahatlıkla anlaşılabilecek bir şey olduğu için ve sadece basit olarak öne sürülen iddiaların kaynağına ve kaynağın yine kendisini şahit olarak göstermesine bakarak bile bir şeylerin ters gittiğini kavramak mümkün... Mesele inanç olduğu için kim kendini ne şekilde inandırmak isterse ona yapılabilecek bir şey olmadığına göre tartışmanın da bir anlamı olmadığını belirtmek lazım... Tabii ki, sırf inandığı için kendini ayrıcalıklı görenlerin dayatmaları olmadı sürece... Yazını okuyunca sanki karşımdaymışsın gibi işin teorisi ve felsefine dalmadan, bir sohbet havasında bunları ifade etmek istedim... Sevgilerimle
  10. ... 'Sonunda adalet kazanacak!' Ön not: Bu söyleşi 9 Şubat 2011 tarihli duruşma öncesinde yapılmış ve yayınlanmıştır Türkiye’deki tüm televizyon kanalları 1998 yılının 9 Temmuz günü öğle saatlerinde yayınlarını keserek bir son dakika gelişmesini izleyicilerine duyurdu. Kentin simge mekânlarından Mısır Çarşısı’nda bir patlama meydana gelmiş, olayda yedi kişi ölmüş, 127 kişi yaralanmıştı. Sosyolog, yazar, feminist ve barış hareketi aktivisti Pınar Selek, gezmeyi çok sevdiği bu çarşıda bir patlama olduğunu her yurttaş gibi medyadan öğrendi. Ama olayın ardından birkaç gün geçmişti ki bir şey daha öğrendi: Çarşıyı bombaladığını! Onun yaşamını alt üst edecek kabus senaryosu işlemeye başlamıştı. Selek çarşıya bomba koymakla suçlanarak 2,5 yıl cezaevinde kaldı, işkence gördü. Patlamanın bomba olup olmadığının bile belirlenememesine, olmadığı yönündeki onca bilirkişi raporuna, yerel mahkemelerin beraat kararlarına rağmen Selek için bu senaryo senelerce sürdürülmek istendi. Dile kolay, ondan fazla sene! Yıl, 2011 ve bu çaba hala devam ediyor. Yargıtay son olarak Selek’in ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm edilmesi gerektiği yönünde karar verdi. Selek 9 Şubat’ta İstanbul’da tekrar yargılanmaya başlanacak. Bu duruşma, yalnızca Selek’in uğradığı adaletsizlikle ilgili değil. Türkiye’de insan hakları ve demokrasi açısından da bir sınav olacak. Selek’le PEN Almanya şubesinin davetlisi olarak bir süredir bulunduğu Berlin’de kısa süre önce buluşup gerçekleştirilen söyleşi: Söyleşi:Mahmut Hamsici
  11. Mısırlı devrimci sosyalistlerin bildirgesi 08 Şubat 2011 - Şerefli şehitlerimiz için gurur duyuyoruz! Devrimimizin zaferine! Bugün olanlar, ülkemizin ve tüm Arap dünyasının tarihindeki en büyük halk devrimidir. Devrimimiz, şehitlerimizin fedakârlığı üzerine inşa edildi ve korkunun tüm engellerini üzerimizden attık. Suçlu ´liderler´ ve onların suçlu sistemi tahrip edilinceye, yok edilinceye kadar geri çekilmeyeceğiz. Mübarek´in ülkeyi terk etmesi, devrimimizin son adımı değil, ilk adımı olacaktır. İktidarın; Ömer Süleyman, Ahmet Şefik ve Mübarek´in diğer yakın dostlarının hâkimiyeti altındaki bir diktatörlüğe devredilmesi, aynı sistemin devamından başka bir şey değil. Ömer Süleyman, İsrail´in ve Amerika´nın dostu, vaktinin çoğunu Washington ve Tel Aviv arasında mekik dokuyarak geçiriyor ve onların çıkarlarına devamlı sadık kalan bir hizmetkar. Ahmet Şefik, Mübarek´in yakın dostu ve Mısır halkına dayatılan zulüm, baskı ve yağmada Mübarek´le el ele çalışıyor. Ülkenin serveti halka aittir ve halka geri dönmelidir Son otuz yıldan beri, bu gaddar rejim, ülkenin en büyük ve değerli varlıklarını, rüşvet karşılığında, küçük bir avuç patrona ve yabancı şirketlere peşkeş çekti. 100 aile, ülke zenginliğinin %90´dan fazlasının mülkiyetini elinde bulunduruyor. Bu aileler; özelleştirmeler, yağmalamalar ve sermaye ile ittifaka girme politikalarını uygulayarak, Mısır halkının servetini tekelleri altına almış durumdalar. Ve de, Mısır halkının büyük çoğunluğunu yoksul, topraksız ve işsiz bırakmış bulunuyorlar. Bedavaya satılmış ve harab edilmiş fabrikalar halka geri verilmelidir Bu bir avuç patron takımı tarafından yağmalanan şirketlerin, toprağın ve mülkün tekrar kamulaştırılmasını istiyoruz. Bizim bu kaynaklarımız onların elinde kaldıkça, bu sistemden tamamen kurtulamayacağımızın bilincindeyiz. Ekonomik uşaklık, politik zulmün diğer yüzüdür. Halkın zenginliğini bu çetenin elinden kurtarmadan, işsizlikle baş edemeyeceğiz ve insanca bir yaşam için gerekli adil bir asgari ücrete kavuşamayacağız. Amerika ve İsrail´in bekçi köpekleri olmayı kabul etmiyoruz Bu sistem desteksiz ayakta kalamaz. Bir diktatör olan Mübarek, doğrudan Amerika ve İsrail´in çıkarlarına hizmet ediyordu ve de onların uşağı ve yanaşmasıydı. Mısır, Amerika’nın sömürgesi olarak hizmet verdi; Filistin halkının kuşatılmasında doğrudan katılımı oldu; Süveyş Kanalı´nı ve Mısır hava sahasını açarak buraları, Irak halkını mahveden ve öldüren savaş gemileri ve savaş uçakları için serbest bölge ilân etti; Mısır halkını, ulaşılması zor gıda fiyatlarına boğarken İsrail´e bedavadan doğal gaz sattı. Devrim, Mısır´ın bağımsızlığını, onurunu ve bölgedeki liderlik konumunu geri almasını, tamir etmesini sağlamalıdır. Devrim, bir halk devrimidir Bu, elitlerin, herhangi bir siyasî partinin veya dinî grubun devrimi değildir. Bu devrimin sahipleri, Mısır gençliği, öğrenciler, işçiler ve yoksullardır. Son günlerde, çok sayıda elit, siyasî parti ve bazı kesimlerin sembolleri, devrim dalgasını yönetme ve onu gerçek sahiplerinden çalma girişimlerinde bulunmaya yeltenmişlerdir. Devrimimizin sembolleri yalnızca devrim şehitlerimizdir ve bu alanda sebatla mücadele veren metin gençlerimizdir. Bu kesimlerin devrimimizi kontrol altına almalarına ve bizi temsil ettikleri iddiasında bulunmalarına izin vermeyeceğiz. Bizi ve bu sistemden kurtulmak için ölerek kanlarıyla bedel ödeyen şehitlerimizi temsil edecek kişileri biz seçeceğiz. Devrimi koruyan ordu, halkın ordusudur Herkes: “Ordu halkın yanında mı, yoksa halkın karşısında mı?” diye soruyor. Ordu tek bir kitleden oluşmuyor. Askerlerin ve alt düzeydeki rütbeli subayların çıkarları, kitlelerin çıkarlarıyla aynı. Ancak yüksek rütbeli subaylar, yolsuzluk, zenginlik ve zulüm rejimini korumak üzere Mübarek tarafından dikkatle seçilmiş, Mübarek yanlısı adamlar. Bunlar sistemi oluşturan iç öğeler. Bu ordu artık halkın ordusu değil. Bu ordu, 1973 Ekimi´nde Siyonist düşmanı yenilgiye uğratan aynı ordu değil. Bu ordunun Amerika ve İsrail´le sıkı bağları var. Bu ordunun görevi İsrail’i korumak, Mısır halkını değil. Evet, devrim için, askerlerimizi geri kazanmak istiyoruz. Ancak, ‘ordu bizim yanımızdadır’ sloganlarıyla kandırılmayalım. Ordu, ya gösterileri doğrudan bastıracak, ya da bu görevi yapması için polis gücünü yeniden yapılandıracak. Devrimci konseylerden acil duyuru Bu devrim, en üst düzey beklentilerimizin de çok üstündeydi. Hiç kimse bu kadar yüksek katılımla toplanabileceğini hayal etmemişti. Hiç kimse, Mısırlıların, polis karşısında bu kadar kahramanca mücadele edeceğini tahmin etmemişti. Hiç kimse, diktatörü yerinden etmek için zor kullanmadığımızı söyleyemez. Hiç kimse, Tahrir Meydanı´nda bir değişim oluşmadığını söyleyemez. Şimdi gereksinim duyulan şey, taleplerimizin bir kısmını oluşturan sosyo-ekonomik taleplerimiz için baskı uygulamak. Evinde oturan bir Mısırlı, ancak bu şekilde onun hakları için mücadele verdiğimizi anlayacaktır. Bizim, ilk önce halk komiteleri şeklinde örgütlenmemiz gerekir. Bu komiteler de tabandan ve demokratik olarak daha yüksek konseyleri seçeceklerdir. Bu konseylerden de, bütün eğilimlerden delegasyonun katılacağı en yüksek konsey oluşturulmalıdır. En yüksek düzeyde, bizi temsil eden ve güvendiğimiz insanlardan oluşan bir halk konseyi seçmemiz gerekir. Tahrir Meydanı´nda ve Mısır’ın tüm diğer şehirlerinde, halk konseyleri kurulması için çağrılar yaptık. Mısırlı işçilere, devrim saflarına katılmaları için çağrı Gösteriler ve protestolar, devrimimizin ateşini tutuşturmada ve devrimimizi sürdürmede kilit rol oynamıştır. Şimdi gereksinme duyduğumuz kesim işçilerdir. Rejimin kaderini işçiler belirleyecektir. İşçiler, Devrimin gidişatını yalnızca gösterilerde yer almakla şekillendirmeyecekler; aynı zamanda geçerli tüm endüstriler ve büyük şirketlerde örgütleyecekleri bir genel grev yoluyla bunu gerçekleştireceklerdir. Rejim, oturma eylemlerine ve gösterilere günlerce ve haftalarca karşı koyabilir ve konumunu bunlar varken de sürdürebilir. Ancak, işçilerin grevleri bir silah olarak kullanması durumundadır ki, rejimin ayakta kalması birkaç saat bile sürmez. Demiryollarında grev! Kamu taşımacılığında grev! Hava alanlarında ve büyük endüstriyel şirketlerde grev! Mısırlı işçiler! İsyandaki gençlik adına, şehitlerimizin kanı adına devrim saflarına katılın, emekten gelen gücünüzü kullanın ve zafer bizim olsun! Şerefli şehitlerimiz için gurur duyuyoruz! Sistem çökecek! Tüm güç halkın elinde toplanacak! Devrimimizin zaferine!
  12. *** AKP’nin, 2007 yılındaki genel seçimlerden, tekrar ve daha da güçlenerek, tek başına iktidar olarak çıkmasından, 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişiklik paketine dair referanduma kadar geçen süre, Bu partinin, ülkemizde öznesi olduğu sivil darbenin, ikinci dönemidir. Şu an, üçüncü dönemdeyiz ve önümüzdeki seçimlerden sonra da, eğer ki büyük bir sürpriz olmazsa, dördüncü ve son ve “asıl” döneme gireceğiz. Zira AKP, anayasayı tümüyle değiştirip, “yeni rejim”i tartışılmaz kılacak ve “yarı resmi”likten kurtarmış olacak o zaman. İçinde bulunduğumuz dönemde yaşadığımız gelişmeler AKP’yi Truva atı seçen "AB-ABD emperyalizminin" Kendisini Kemalist, ulusalcı, Cumhuriyetçi, laik olarak tanımlayan halk kitlelerinin, Onların siyasi önderleri ve Türkiye halkının başının üzerinde sallayıp durduğu Demoklesin kılıcıdır. Bu yaşananların özünde iki ana gaye vardır: Bir, muhalifleri bertaraf etmek; iki, bertaraf olmayan muhalifleri dönüştürüp, “yeni düzen”e alıştırmak. Yansımaları nedir, Kürtler ve Kemalistleri, Kemalistler ve komünistleri, Komünistler ile Kürtleri birbirlerinden uzak tutmak; Muhtemel bir emek ve laiklikten, bağımsızlık ve işçi demokrasisinden taraf olan birlikteliği önlemek; Sonucunda da, kesin amaç olarak, mevcut politik kaostan, çelişki ve çatışmalardan faydalanıp sivil darbeyi sonuçlandırmak. *** Özetle, AKP ve arkasındaki uluslararası sistem çeşitli dava, komplo, plan, tertipler ile, Sivil darbenin önünde engel olan, olabilecek, olması muhtemel politik çevrelerin en uzlaşmazlarının kalemini kırmıştır. Bu gün halka önderlik edenler ve seçimlere katılacak olan muhalefet partileri, Gelişmelerin bu yönü ile değil de, tutukluların kimlikleri ile ilgilenir, yani resmin tümüne bakmayı, ısrarla reddederlerse; Yarın başlarına gelmesi muhtemel, ki bugün de geliyor, tehlikelere göğüs gerecek, güç ve iradeleri olamaz. AKP’nin dinci-liberal darbesine, öyle veya böyle, direnen yüzde kırk ikilik, Kürtleri de eklersek, yüzde ellilik kitleyi umursamaz, Azıcık aşım kaygısız başım, mantığı ile, her şeyden bağımsız siyaset ve siyasi odaklar inşa etmeye devam ederlerse, Ancak tribünlerde ıslık çalacaklardır. Bu, açık ve net; bunu görmek için, olağanüstü çabaya falan da gerek yok, gözleri kapatmamak yeterli. Artık, hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve satıh, bütünüyle bu memlekettir! Emperyalist kapitalizm, AKP aracılığı ile, sadece ağaçlarımızın gölgesine değil, Ağaçlarımızı diken halkımızın onuruna, namusuna, insanlığına, aklına, vicdanına, geleceğine göz dikti. Bu Türkiye halkının hayat tarzıyla ilgili bir mücadeledir; Memleket kavgasıdır; sınıf mücadelesini de içerir. Ya emperyalizmin şeriatına razı olacak ya da tarikatlardan arınmış tam bağımsız Türkiye de yaşamayı hak edeceğiz...
  13. *** Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından yazılanlara, söylenenlere bir bakın. Ortada tam da dünyanın bütün sağcılarının, bütün muhafazakârlarının nefret edeceği bir "İMGE" var. Defne Joy her şeyden önce bir kadın!.. Ve üstelik giyim kuşamıyla, Yaşam tarzıyla muhafazakârların ahlak anlayışlarına uymayan bir kadın. Eğlenmek için dışarıya çıktığı bir akşam, bir erkekle tanışıyor ve onun evine gidiyor, Resmi olarak evli ve bir de çocuk sahibi olduğu halde yapıyor bunu, Eve gitmeden önce de içki içmiş ve evde de içmeye devam ediyor. Neresinden bakarsanız bakın ölmeyi hak eden bir kadın var ortada, Nasıl yanlış yaşamışsa öyle de yanlış bir şekilde ölmüş, örtünmemiş, içki içmiş ve zinaya kalkışmış. O halde ölmeli, o halde böyle bir kadının ölümüne kimse üzülmemeli, O halde herkes su testisinin su yolunda kırılacağını bilmeli! Bu da yetmez üstelik. Geride kalanlar onun bu ölümünden ders çıkarmalı, Devlet ahlakımızı korumak için daha sert tedbirler almalı, Alkol bütünüyle yasaklanmalı, kadınların örtünmeden evden çıkmaları, Hatta mümkünse yanlarında bir erkek olmadan evlerinden çıkmaları yasaklanmalı. Okuyun Defne Joy’un ölümünden sonra yazılanları, Doğrudan ya da imalı bir şekilde esas söylenenin bunlar olduğunu göreceksiniz, Gencecik bir insanın ölümünün ne türden bir alçalmaya vesile olabileceğini göreceksiniz, Birilerinin artık nasıl yaşayacağımıza karar verme hakkını kendinde görmenin ötesine geçip, Ölümlerimiz hakkında konuşmaya başladıklarını göreceksiniz. *** Açın okuyun Eski adı Vakit, Yeni akit’ten Serdar Arseven’in yazısını. Diyor ki; “Onu kucakta zıplatılırken görmüştüm bir kez... Birkaç kez de magazin sayfalarında takılmıştı gözüme... Onun için üzgünüm ve Allah'tan taksiratının affını niyaz ederim... Amma velâkin, olan biten, ders almadıktan sonra neye yarar!.. ‘İçki bütün kötülüklerin anası!..’ Vaziyet bu!.. Defne, gecenin üçünde "sevgilisi"nin evine gitmiş... Evli ha; bir de erkek bebeği var, Maşallah nur topu gibi, bir buçuk yaşında... Kocası onu çok severmiş, o da kocasını severmiş... Ancak, farklı duygularını "arkadaşlarıyla" tatmin edermiş!... Evinde öldüğü oğlanla o gece tanışmışlar...Ve ilk geceden "oğlan evine" gitmişler!.. Serdar Arseven, Hüseyin Üzmez’in gazetesinde yazıyor. Hüseyin ağabeyinin alçakça taciz ettiği kız çocuğu hakkında tek bir söz söyledi mi acaba? O kız çocuğu için bir kere bile içi acıdı mı? *** Yetmediyse Hıncal Uluç var. O da diyor ki; “Ortada çok açık, çok seçik bir "İhanet" var.. Hem de aşk aldatması bile değil. Bir gecelik macera/ One night stand için, aldatılan bir koca ve unutulan bir bebek.. Ölmüş.. Allah rahmet eylesin.. Ama böyle bir insana, öldü diye saygı duymamı kimse benden beklemesin.. Kimse de, onu Azize ilan ederek, gençliğin önüne "Rol model" diye koymaya kalkmasın.. Defne Joy Foster'in ölüm sebebi bilinmiyor.. Astım hastasıymış. Fena halde sarhoşmuş. Bilinen o.. Alkol mü?. Son zamanlarda zararı bilimsel araştırmalara konu olan, bir nevi doping, enerji içeceklerinin aşırı kullanılması mı?. Uyuşturucu mu?. 10 gün içinde Adli Tıp gerçeği açıklayacakmış.. Öğreneceğiz. Ama benim görüşüm değişmeyecek. Defne'nin ölümü tipik bir ‘Su testisi, su yolunda kırıldı’ olayıdır!.. Hıncal Uluç, 80’lerde erkek dergilerinde yazarlık yaparken, Ya da daha geçtiğimiz senelerde kızı yaşındaki mankenlerle dergi kapaklarına pozlar verirken su yolundaki bir su testisi miydi? *** Katıldığı TÜSİAD genel kurulunda “Başkalarının tercihlerine, yaşam tarzlarına karışmayız” demişti başbakan. Oysa geldiğimiz nokta, muhafazakârlığın, bırakın yaşam tarzlarını, Ölüm tarzlarına karışma hakkını dahi kendinde bulmaya başlamış olmasıdır. Nasıl yaşayacağımıza da nasıl öleceğimize de karar verme hakkını kendisinde gören, hayatı ve ölümü kuşatan, Tam da bu nedenle totaliter olarak adlandırmamız gereken bir muhafazakârlıkla karşı karşıyayız artık. Hayatlarımıza ve ölümlerimize karışanların hepsi, bütün muhafazakârlar, bütün ahlak bekçileri, Sağcılığı bu ülkeye bir deli gömleği misali giydirenler, Yazarı, çizeri, siyasetçisi, bürokratıyla sermaye vesayeti için çalışanlar asıl şu soruya yanıt versin: Siz gencecik bir kadının ölümü üzerinden mastürbasyon yaparken, Ankara’da, OSTİM’de, 17 işçi yaşamını yitirdi. Üç kuruş maaşla, sigortasız, güvencesiz saatlerce çalışıyorlardı, hiç yaşamamışçasına ölüp gittiler. Biriniz çıkıp bu ölümlerin hesabını soracak mı? İçinizden biri çıkıp kayıt dışı istihdamla, güvencesiz çalışmayla, Taşeronlaştırmayla ilgili tek bir satır yazacak, tek bir söz söyleyecek mi? İçinizde padişahı kızdırmaktan çekinmeyecek, iktidarla arasını bozmaktan endişelenmeyecek, İkbal kapılarının yüzüne kapanmasından korkmayacak tek bir kişi var mı? *** İktidarı allayıp pullayan liberaller, 12 Eylül referandumunda “yetmez ama evet” diyenler, Muhalif her unsuru darbecilikle suçlayanlar, “AKP döneminde ülke ekonomisi iyiye gidiyor” diye yazabilenler, Bu ölümlerle ve bu ölümlerin arkasındaki gerçek nedenlerle, Yani taşeronlaştırmayla, yani sendikasızlaştırmayla, yani güvencesiz çalışmayla ilgili tek satır yazacaklar mı? Bu iktidarın, bu ölümlere takdir-i ilahi densin diye başımızda olduğunu, Serbest piyasanın varlığı için toplumun muhafazakârlaştırılması gerektiğini, söyleyebilecekler mi? *** Kitlelerin sürüleştiği, İkiyüzlü bir ahlak anlayışının hüküm sürdüğü, İnsan hayatının bedelinin Melih Gökçek’in vereceği bir ev olduğu, Kula kulluk edilen, Hesap sorulmayan, Kadın düşmanı, Emek düşmanı, Yoksul düşmanı bir ülke istiyorlar, böyle bir rejim kuruyorlar. "Bizim istediğimiz gibi yaşayıp istediğimiz gibi öleceksiniz" diyorlar. Ya sesimizi çıkaracak ve sorular soracağız ya da kendi sessizliğimizde boğulacağız.
  14. Şu sıralar AKP!liler TBMM çıkaracakları Torba Yasası ile güvencesizlik ateşinde yanacak yeni işçiler yaratmakla meşguller. Torba yasının 74. maddesinde; özel sektörde istihdam edilecek yeni işçilere dair sigorta primlerinin işveren payının, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması düzenleniyor. Yalnızca “18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük erkekler ile 18 yaşından büyük kadın” işçilerin istihdamı için öngörülüyor bu madde. 64. maddesinde; “çağrı üzerine çalışma, evden çalışma, uzaktan çalışma” gibi esnek çalışma biçimlerini öngörüyor. Bu da bilenlere yüzyıllar önce kapalı atölyelerde vahşi koşullarda çalışan kadınları hatırlatıyor. Bu seferki düzenleme evinize kapanıp çalışın oluyor. Güvencesizliğin en vahşi biçimde uygulanma biçimi ev olunca sömürü gizli kalıyor. Taslağın 62. maddesi ise;Şu an 2 aylık olan deneme süresini 25 yaşın altındaki genç işçiler için 4 aya yükseltiyor. Bu ülkede güvencesiz çalışan kot taşlama işçileri silikozis hastalığından ölüyor... Bu ülkede tekstil fabrikalarında güvencesizliğe mahkûm edilen kadın işçiler yanarak ölüyor... Bu ülkede daha önce Davutpaşa'da şimdi Ankara’da güvencesiz çalışan işçiler ateşte yanıyor… Bu ülkede işçiler Torba Yasa adı altında güvensizliğin torbasının içine konulmaya çalışılıyor… Bu ülkede işçiler İleri demokrasi diyen AKP'lilerin marifetiyle güvencesizliğin ateşiyle yakılmak isteniyor...
  15. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Kıbrıslıların derdi ne? Bu halk neden böylesi bir tepkiyle sokağa çıktı? Geçtiğimiz günlerde “Halk olma hakkı ihlal edilmiş bir halkın hakları” için neoliberalizme karşı mücadele edenler, “Ankara elini yakamızdan çek!” pankartlarıyla Kıbrıs’ta son bir miting yaptılar. Mitingin mesajını özetleyen bu pankart faşist saldırı girişimlerinin ve Ankara’nın hışmının hedefine oturdu. Ne oluyor yahu... Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemiyle sormak istersek; Bu bizim "Besleme Kıbrıslıların" derdi ne? Bu halk neden böylesi bir tepkiyle sokağa çıktı? Herşeyi bilen Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıslıların derdinin ekonomik temelli olduğunu, 1986’dan beri devam eden 15-20 yıllık bir sürecin sonucu. Özal’dan beri ülke ekonomisine Ankara yapımı neoliberal ekonomik paketler yön verdiğini, Kıbrıs THY özelleştirildiğini. Çalışanlarının sokakta kaldığını. Sırada olan ADSL hizmetleri vs. Dâhili telefon özelleştirmesi, Elektrik üretim, iletim, faturalandırmasıyla, Kooperatif bankasıyla, tohumculuk, tahıl, süt, hellim işletmeleriyle Kıbrıslı Türklere ait ciddi bir değer, Kıbrıslı Türklerin üretimde tek şansı olduğunu, bu özelleştirmelerin Kıbrıs’ın bitmesi anlamına geldiğini, neoliberal politikaların kaynağında Türkiye hükumetlerinin var olduğunu neden bilmiyor ki?. Bizim başbakanımız bunları bilemediği için ona öğretmek amacıyla yapılan mitingde Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS) bir pankart açtı: “Ankara, ne paranı, ne memurunu, ne paketlerini istemiyoruz!” *** Kıbrıslılar söyleyeceklerini söylediler ve şüphesiz bu tür absürt şeyleri söylemeye de devam edecekler. Ne de olsa orada bizde olduğu gibi ileri demokrasi yok, şimdi sıra özelleştirme paketlerimizi kabul etmeyen bu densizlerin yaptıklarını yanına bırakmamak için Ana vatanda ileri demokrasi sahibi olan bizler gereğini yapacağız... Ne mi yapacağız? Ne istersek onu... Besleyenler beslemelerine ne yapıyorsa onu yapacağız... Sen çok yaşa Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan... Helal olsun sana her dönemin çok değerli bakanı sayın Cemil Çiçek... Yürüyelim arkadaşlar dağ başını duman almış. Utanmazlar pankart açmış... Kahrolası beslemelere hadlerini bildirelim haydi breee... Kim tutar bizi beee...
  16. GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    Arap dünyasında nereye giderseniz gidin Mısır’ın etkilerini hissedersiniz. Mısırlı entelektüeller, şarkıcılar, aktörler, siyasetçiler, ister yaşıyor olsunlar isterse ölü, Arap zihniyetinin ve kimliğinin oluşumunda çok önemli bir rol oynarlar. Mübarek, Siyonist devletle barış anlaşmasını imzalayan Sedat’ın öldürülmesinden sonra iktidara geldi. Mısır halkı farklı bir biçimde düşünürken, Mısır siyasal rejimi çıkarlarının ABD ve Siyonist sistemle uyum içinde olduğuna inanıyordu. ABD, Mübarek’in iktidarını hem Siyonist sistemi, hem de bölgesel çıkarlarını korumak adına destekledi. Mısır, Enver Sedat döneminde kurulan ve Mübarek döneminde uygulanmaya konulan bu yeni politik pozisyon sayesinde özellikle ABD’nin Irak işgali sonrasında Arap dünyasının dışına itildi. Arap dünyası, bir tarafta başını Mısır ve Suudi Arabistan’ın çektiği “yansız” ya da “ılımlı” devletlerle (Amerikan yanlısı blok), diğer tarafta başını Suriye’nin çektiği muhalefet bloğu (Amerikan karşıtı blok) olmak üzere iki temel bloğa bölündü. Mısır, Arap-İsrail çatışmasının dışına itilmiş olsa da, Mısırlılar kendilerini hala Arap kabul ediyor ve Siyonistler de Filistin işgalini sürdürüyor. Siyonist devletle Mısır arasında var olan barış anlaşmasının ayakta tutulabilmesi için Mısır siyasal sisteminin de ayakta kalması gerekiyor. Mısır’a bu amaçla milyarlarca dolar pompalanıyor. Mübarek tam 30 yıldır Mısır Devlet Başkanı! Bu 30 yıl boyunca onu halk mı seçti? Elbette hayır. Bölgedeki ve dünyadaki politik sistemler işte böyle işliyor! Bu da “demokrasi”, “özgürlük” ve “seçimler” gibi cafcaflı sloganların ABD çıkarlarına hizmet ettikleri sürece sadece içi boş sloganlar olduklarını gösteriyor. Örneğin ABD şu ana kadar Mübarek’i asla diktatör olmakla suçlamadı! Tersine pozisyonunu güçlendirmek için milyarlarca dolar akıtarak onu destekledi! Mısır halkı diktatörlükten, Mübarek’ten kurtulmaya çalışıyordu, ancak şu ana kadar baskılar, işkenceler ve hapishaneler sistemin halkın ayağa kalkmasını engelleyen araçları olarak işlev gördüler. Mübarekse oğlunu Mısır’ın yeni devlet başkanı yapmaya hazırlanıyordu! Halk bu adımı reddetti. Muhalefet yükselmeye başladı. Sonra aniden İskenderiye’deki bir Hıristiyan kilisesini hedef alan patlama gerçekleşti. Mısır’da Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında skandallar yaşandı. İçişleri Bakanlığı bütün olup bitenlerden “Jaysh Al Islam-İslam Ordusu” örgütünü sorumlu tuttu. Mübarek’in oğlu Cemal’in alternatifinin “Jaysh Al Islam” gibi radikal İslamcı gruplar olacağı yolundaki dedikodular yaygınlaştırıldı. Sonra Tunus devrimi patlak verdi ve devrim siyasal sistemde değişim yaratmayı başardı. Bu olay sistemden duyulan korkuyu kırdı ve Mısır halkını harekete geçirdi. Beş Mısırlı, yaşadıkları berbat ekonomik, sosyal ve politik koşulları reddettiklerini ifade etmek için kendilerini yaktılar. Sistemse bütün bu olup bitenleri görmezlikten geldi. Sonra aniden Mısır halkı Mübarek’in gitmesini isteyerek sisteme isyan etti. Bir başka deyişle halk siyasal sistemin değişmesini talep etmeye başladı. Olayların başında sistem halk devriminden daha güçlü olduğuna inanıyordu. Polis halkı zalimce bastırmaya çalıştıysa da bunu başaramadı. Sistem bu durumda, tıpkı Tunus’ta olduğu gibi, bir başka kirli oyunu devreye soktu. Polis resmi giysilerini çıkarıp sivil giysiler giyerek insanları öldürmeye ve dükkânları yağmalamaya başladı. Halk oyunun farkındaydı. Kendisini, tarihi yerleri, müzeleri, bankaları ve evlerini korumak için “halk güvenlik komiteleri” oluşturmaya başladı. ABD, devrimin gücünü görünce Mübarek’ten sistemde kimi reformlara gitmesini talep etmeye başladı. Mübarek ise Ömer Süleyman’ı başkan yardımcısı olarak atadı. Halksa politik sistemde reform değil değişim istediğini söyleyerek sokakta kalmayı sürdürdü. Ordu halkın taleplerinin meşru olduğunu ilan ederek, göstericilere saldırmama sözü verdi. Devrimin Mısır siyasal sisteminde radikal bir değişiklik elde edebilmesi halinde, bu durum, Arap dünyasının tamamında değişimin başlayacağı anlamına gelecek. ABD, bölgedeki en güçlü müttefikini yitirecek ve Siyonist devlet de Gazze’yi ve Filistinlileri ezen önemli bir müttefikinden olacak. Suudi Arabistan ve Irak da önemli bir müttefiklerini yitirecekler. ABD şu anda, lafzen halkı destekleyip, eylemleriyle çöken sistemi destekleyerek pusuda bekliyor. Bugün Mısır tarihinin en büyük gösterisi gerçekleşecek. Milyonlar sokağa çıkıp Mübarek’in gitmesini isteyecek. Mübarek’in istifa etmeyi reddetmesi halinde başkanlık sarayına doğru yürüyüşe geçeceklerini söylüyorlar. Yarının neye gebe olduğunu hiç kimse bilmiyor. Yanıtı yalnızca, yarın, devrim verecek. 04 Şubat 2011 - *Ahmad Dirki Lübnan Komünist Partisi yöneticisi...
  17. Bir kaç aydır AKP-ABD Hattı çok yoğun. Heyetler ard arda geliyor. Önce Aralık başında Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in 24 Saatlik Washington ziyareti. Ergin uçakta yalnız değil. Müsteşarı Ahmet Kahraman ve 8 yargıçla birlikte uçuyor. Wikileaks belgelerinin Türkiye ve dünyayı kasıp kavurduğu bir zamanda, Ergin ABD Adalet Bakanı Eric Holder'ın davetlisi olarak 24 saatliğine Washington'a geliyor. Bu arada, Atlantic Council adlı araştırma kuruluşun kapalı kapılar ardında ilginç bir toplantısına katılıyor. Toplantı ilginç çünkü, toplantıda ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman da var. Edelman'ın Ergin gelmeden 2 gün önce yayınlanan bir Wikileaks belgesinde AKP ve Erdoğan hakkında ağır ithamlarda bulunduğu yayınlanıyor. Ergin, Türkiye'ye dönüyor, hakimler heyeti Meksika sınırındaki Arizona Eyaletine gidiyor, Amerikalı meslektaşlarından 10 gün hukuk eğitimi alıyorlar. CHP Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve Ahmet Tan, Edelman'la buluşup buluşmadıklarını merak ettikleri Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e, soru önergesi veriyorlar. " Edelman'la görüştüğünüz haberleri doğruysa, bu görüşmede WikiLeaks'te yayınlanan Başbakan'ın İsviçre bankalarındaki 8 gizli hesabının olduğu konusu konuşulmuş mudur? " Bugüne kadar yanıt yok... *** Hayati Yazıcı, "ABD İç Güvenlik Bakanı Bayan Napolitano'ya Wikileaks belgesini de soracaktım ama vazgeçtim" demiş. Acaba vazgeçmeseydi ne diyecekti? Bu yayınları önleyin mi ya da başka bir şey mi diyecekti...
  18. Doğaldır... Takiye onların her zamanki davranışlarının ABC si... Çapsızlık ve kaypaklık söz konusu olduğunda ellerine su dökülmesi mümkün olamıyor... Doğal olarak da onların bu tutarsız yaklaşımları, aynı -ilkesel bakış açısını özümsemiş olan- diğerleri tarafından sorun olarak görülmüyor...
  19. Sen misin "Su testisi su yolunda kırıldı" diyen... Şimdi de seni su yolunda su testisi olmanın yolunu açarlar işte böyle... Böyle bir şey işte medya savaşları... Bize de okumak değerlendirmek, haklıya haklı, haksıza da tü utanmaz demek düşer bundan sonrasında... *** Dipnot Tv - Lube Ayar... http://www.dipnot.tv/4319/Hincal-Uluc-dosyasini-aciyoruz-Turk-basininin-su-testisi-hakkinda-bilmeniz-gereken-15-sey.aspx
  20. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    “Benim tanıdığım Tayyip Bey böyle biri değil” diyor Fehmi Koru. En yakın arkadaşı Cumhurbaşkanı. Başbakan ve pek çok bakan yakın dostu. Üstelik fikirlerinin iktidar olduğu bir ülkede gazeteci. Ama işten çıkarıldı. Peki neden? Siyasi bir çatışmanın kurbanı mı oldu? Yoksa bu, Türkiye’de bir dönemin kapandığının işareti mi? Yeni Şafak serüvenini Tempo şubat saysında anlatan Fehmi Koru, Başbakan Erdoğan’ın son çıkışlarını eleştirirken, “Benim Tayyip Bey portreme uymuyor” diyor. Taha Kıvanç kimliğiyle de uyarıyor: “AKP hafife alıyor. Seçimlerden çok farklı sonuçlar çıkabilir.” En yakınlarının dilinden anlatılanlara bakarsak, "Nerelerden nereye geldiği ve bu kadar sinir küpü aykırı davranışların nedeni yavaş yavaş açığa çıkıyor mu dersiniz?"
  21. Türkiye'nin gizli gündemi keçi gribi! Herkes bu hastalıktan muzdarip! Üzerinize sağlık ne yazık ki bende nasibimi aldım bu Keçiden... Hala daha geriye kalan sendromlarıyla baş etmeye çalışıyorum... Ağzımın içi teneke, dilimi oynatsam üst damağıma yapışıp sanki kocaman bir parça koparıveriyor. Yediğim içtiğim hiç bir şeyin tadı hala yok... Keçinin faydalarıda yok değil hani Keçiye inat bende sigarayı bırakıverdim... Hala daha şaşkınlık içindeyim nasıl oldu nasıl bıraktım... Oysa öncesinde ne kadarda uğraşmıştım kurtulmak için. Tam da artık iradesiz olduğuma dair inançlarım yerleşmişken, Keçi keçiliğini yaptı İrademi kurtarıverdi... Mutluyum artık bu açıdan yaşasın sigarasız yaşam! *** Keçi gribinden nasıl kurtulursunuz? İşte doktorların tavsiyesi! Geçen sene bu zamanlarda Türkiye vatandaşı domuz gribi ile yattı domuz gribi ile kalktı. Bir tarafta Sağlık Bakanlığı’nın aldığı aşılar konuşulurken basında böyle bir gribin gerçekten olup olmadığı konuşuldu. Türkiye vatandaşı yaklaşık 15 gündür inatçı bir griple uğraşıyor. Bu grip normallerine göre uzun sürüyor ve tabiri caizse yatak döşek yatırıyor. Vatandaş kendi arasında bu gribe inatçı olduğu için “Keçi Gribi” ismini taktı. Peki ama gerçekten böyle bir grip var mı yoksa bir uydurmadan mı ibaret? Bu sorunun yanıtını Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Doktor Aydoğan Lermiden dinleyelim. Marmara Üniveristesi Öğretim görevlisi Prof. Dr. Önder Ergönül ise olaya bambaşka bir açıdan yaklaşıyor ve bu sene ağır geçirilen gribin aslında domuz gribi olduğunu savunuyor. CnnTürk’e açıklama yapan Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanı Doç. Dr. Mustafa Ertek ise keçi gribinin, tıp literatüründe "Q Ateşi" ya da "Quensland Ateşi"olarak adlandırıldığını hastalığın ilk kez 60 yıl kadar önce Avustralya'da Queensland'da ortaya çıktığını şu ana kadar Türkiye’de böyle bir vakaya rastlanmadığını söylüyor. Ertek'in verdiği bilgiye göre, keçi gribinin etkinlik alanı ve bulaşma şekli şöyle: Bence biz hasta olalım ya da olmayalım Günlük Kişisel temizliğimize dikkat etmemiz gerekiyor. Gripten korunmak amacıyla aşağıdaki Bilgilendirmelerin yararlı olacağı düşüncesiyle buraya alıntılıyorum... http://www.youtube.com/watch?v=dGvzhWDD2Ko - - - - - http://www.youtube.com/watch?v=pYIkE6lSVO0 http://www.youtube.com/watch?v=JqCxcn6jkfA Sağlıklı ve huzurlu günler geçirmeniz dileklerimle

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.