Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Karadenize kıyısı olan ülkelerden birinin başbakanı, Karadeniz gezisinde Üniversiteyi ziyaret etmiş... Bir sınıfa girerek öğrencilerle tanışmış. Kendince o karizmatik duruşuyla beden dilini de kullanarak bir konuşma yapmış. Etkili konuştuğunu düşünerek "Sorusu olan var mı?" demiş. TEMEL; "Ben size 3 soru soracağım." demiş; 1-Bu kadar yıpranmış olmanız gerekirken oylarınız nasıl oldu da arttı? 2-Özelleştirme adı altında bütün önemli kurumları yabancılara sattınız, bunlardan ne kadar para kazanıldı? 3-Bu paralar nerde? Tam bu sırada zil çalmış. Başbakan, "2.derste devam ederiz" deyip çıkmış. Derse yeniden girince "nerde kalmıştık" diye sormuş. Bu sefer DURSUN ayağa kalkmış; "Bizim sorularımızı cevaplayacaktınız" deyince, Başbakan "iyi sor bakalım" demiş. DURSUN, "Size 5 sorum olacak" : 1-İktidarda yıpranmış olmanıza rağmen oylarınızı nasıl artırdınız? 2-Bütün önemli kurumlarımızı sattınız? ne kadar para kazanıldı? 3-Bu paralar nerde? 4-Tenefüs zili neden yarım saat erken çaldı? 5-TEMEL nerede?
  2. Sevgili Hanif; Günlük yaşamımızda uymamız gereken ilkeler ve kurallar üzerine verdiğiniz Trafik örneği, inançlarımız üzerine çelişkilerimizi ele aldığımız için işin özünü açıklamakta yetersiz kalıyor... Ve ayrıca bu örnekleme, sonraki satırlarınızda dile getirdiğiniz "beşeri kuralların "Hevâ"yı temel aldığı" ifadenize de ters düşüyor. Bildiğiniz üzere trafik kuralları keyfe düşkünlüğü, şehveti eğilimleri düzenleyen, nefs ile ilgili duygular için yapılmış düzenlemeler değildir. Bu kurallara uymamak doğal bir hak değil, düşüncesiz ve cahil bir kafa yapısının aklı başında olmayan bir yaklaşımı olarak değerlendirilebilir ancak... Kelime anlamını tam olarak bilmeyenler için açıklamak gerekirse ... HEVÂ: nefsin şehvetlere eğilimi, keyfe düşkünlük, şehvete düşkün ve ilim sahibi olmadan sahibine hükmeden nefs anlamında Kur'anî bir kavramdır. ... Bu tanımı ve anlamı bilerek ifade ettiklerinizi ele alırsak eğer;... "Allah ın dini tam bu noktada insanlar arasında adaletli hükmetmeyi, mizanı doğru tutmayı sağlayan yegane hükümler manzumesi" değildir. Örneğin;... "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Anayasalar ve Hukuk düzenlemeleri" söylediğinizin tam tersine "Hevâ"yı temel almadan düzenlenmiş manzumelerdir. Oysa iddia ettiğinizin tam tersine, sizi yanlışlayan gerçek ise kuranın içinde Hz Muhammed'in "Hevâ"sını ele alan ayetler ve ifadeler bulunmasıdır. "Oysa Hayatın gerçeği tıpkı Kur an da anlatıldığı gibidir..." "Oysa Kur an size ve herkese gerçeği getirmektedir..." iddialarınızın size göre doğru olduğunu... Ve gerçekleri tam olarak ifade etmediğini dile getirsem de hepimiz biliyoruz ki, kabullenmekte zorlanılacaktır. Lafı daha fazla uzatmadan;.. Ve... İnançlarınıza ilişkin ön kabul ve kanaatlerinizin doğru yada yanlış olduğunu iddia etmeden sizden ve bu iletiyi okuyan arkadaşlardan, "İnsan kendine yalan söyleyebilir mi ?" iletisini okumanızı ne demek istediğimin daha iyi anlaşılabilmesi açısından rica ediyorum... Saygı ve Sevgilerimle...
  3. İstatistiklere göz atar ya da herhangi bir şehirdeki yerleşim yerlerini dolaşarak gözlemlerseniz eğer... Kent merkezlerinde bulunan camiler ve varoşlarda bulunan camilerin, Bulundukları bölgede yaşayan nüfusa oranlarının karşılaştırılması halinde kolaylıkla farkedilebilecek şu gerçeklikle yüz yüze gelirsiniz... Orta ve üst gelir grubu insanların ikametgahı olan şehir merkezlerindeki cami sayısı sembolik denebilecek düzeydedir. Buna karşılık, en alt gelir grubunun, Hatta hiç geliri olmayan, Sadaka ve yardımlar ile geçimini sürdürmeye çalışan yoksul kimselerin yaşadığı kenar mahallelerde neredeyse her sokakta bir cami bulunur... *** Salt bu durum bile, iyimser bir yaklaşımla, islam dininin dünya nimetlerinden payını alamayan biçarelerin sığınağı olduğunu... Daha gerçekçi bakılacak olursa; Geniş halk kitlelerinin "insanca yaşam standartlarının dışında kalmasının" nedenlerinden birinin bu din olduğunu düşünebilir miyiz acaba?.
  4. "İnsan kendine yalan söyleyebilir mi ?" Nedir Yalan? Yalanın gerçeklerin bilinmemesini sağlamak amacıyla söylenen, gerçeğe uygun olmayan anlatımlar olduğunu herkes bilir. Soruyu bu bilgi ışığında yanıtlamaya kalktığımızda genelde büyük çoğunluk hayır söylemez diye yanıtlar... Oysa öyle durumlar vardır ki; Örneğin inançlarımız söz konusu olduğunda, gerçek dışı yada abartılı iddialar ve varsayımlar söz konusu olduğunda bile sürekli kendimizi kandırmayı yeğler ve gerçek dışı olabileceği ihtimalini sürekli göz ardı ederiz. Oysa kim olursa olsun söylenen yalanlar ve gerçeğe uygun olmayan anlatımlar bir an, bir yer gelir ki ister istemez herkeste hep bir şüpheye yol açar. Kafamızda oluşan şüpheler ne yazık ki ve her zaman aleyhimize sonuçlar oluşturur. Bu olumsuz sonuç ve çelişkileri aşmanın en kolay ve insanoğlunun en çok başvurduğu yöntem ise varsayımları gerçekmiş gibi algılama yaratıp ön yargılar oluşturmaktır. Sevgili arkadaşımızın samimiyet ve içtenlikle dile getirdiği "Ön yargılarımı bir tarafa bırakıp tartışmak zorunda değilim" ifadesinde öne çıktığı gibi... Ama ne kadar sağlam varsayımlar ve aşılamaz ön yargılar oluşturursak oluşturalım, İnançlarımızda dahil yaşamımızda var olan ve bizi etkileyen olumlu ya da olumsuz her gelişmeyi, etkisi ne olursa olsun onları sürekli olumlamak, öyle olduğunu varsaymak onları iyi ve doğru yapmaz. Sürekli olumsuz düşünerek gerçeklerin ve olayların kötüye dönüştürülemediği gibi... Ama ne yazık ki, istesek de istemesek de, "Varsayım ve ön yargılarımızı, korku ve çelişkilerimizi yenebildiğimiz ölçüde" bir zaman sonra fark ederiz ki, "Gerçeğin üstünü, kendini hangi özel yere koyan, konumda ve yafta da gören olursa olsun, herkes örtebilir..." Ama ne yazık ki, istese de istemese de gerçekliğin bir anında, "Ya gerçeği bilmiyor olduğu veya bildiği şeyin kendi doğrusu olduğu için onu gerçek sandığını, kabul ettiğini kavrar. Farkında dahi olmadan gerçeklerin üstünü örtmüş olduğu gerçeğiyle yüzleşir... Herkes çok iyi bilir ki, gerçeklerle yüz yüze geldiğimizde ortaya çıkan yeni durum ve koşulları kabullenmek ve onları aşmak öyle çok kolay değildir. Elimizde var olan değerleri kaybetmek yada kaybetmiş olmak sarsar insanı. Hele inanç gibi toplumu sımsıkı saran değerler karşısında, hele o güne kadar hiç üzerinde düşünce üretmeden körü körüne ve içtenlikle sarıldığınız inanca dair şeylerse bunlar içinizde oluşmaya başlayan, kuşku ve şüpheler sizi korkutur ve sarsar... İçinde bulunduğunuz toplumun bir bireyi olarak o toplumun yüz karası, onlar tarafından reddedilecek güvenilmez bir kişilik olarak algılanmaktan korkarız... Çünkü anlarız ki, Bizlere o güne kadar söylenen her şey "ölümsüzlüğün çözümsüzlüğü karşısında yerine koyduğumuz ahiret kavramı" gibi gerçeğe uygun olmayan, varsayımlara dayalı ütopik değerlerdir. İçimizde oluşan bu yeni durum ve şüpheler her zaman aleyhimize yeni durum ve koşullar getirmektedir. Ve ne yazık ki, yaşamımızın devamında zorunlu ve gerekli olan yaşam algılamamızı doğru ve sağlıklı bir noktaya taşımamız için ihtiyaç duyduğumuz ikinci bir şans öyle çok kolay elde edilebilir şey de değildir. Bu şansı kendimiz yakalayabilsek ya da toplum tarafından bize verilse bile içinde bulunduğumuz koşullar yeni bir düzeltme ve doğruları bilincimize aktara bilmek için oldukça zorludur... *** "İnsan kendine yalan söyleyebilir mi ?" Karşısına çıkan zorlu ve aşılmaz koşullar söz konusuysa eğer ve bunu aşabilecek düşünsel gerçekliği, mücadele gücü ve en önemlisi karşılaşacağı zorluklar ne olursa olsun kendi öz benliğine saygılı olması gerektiği gibi bir kavramı içselleştiremediği ölçüde elbette... Tartışmalarımızda... Ön yargılarımıza sıkı sıkı sarılarak bunu sürekli yapmıyor muyuz zaten?..
  5. Paradoksun sözlük anlamı, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki yaratması veya sezgiye karşı bir sonuç yaratmasıdır. Başlık yazısında ifade edilen “Komicalpardox” un ise komik çelişkiler anlamında dile getirildiği anlaşılıyor… *** Sayın demirefe’nin dile getirdiği gibi; “savunma psikozuna girilmesin, asıl bu dogmaları her şart ve durumda savunma psikozu komik oluyor...” ifadesine katkıda bulunmak… Ve başlık konusunda ele alınan hazreti Muhammed’in ve eşlerinin o dönemin arap toplumunun dinsel inanış ve çelişkilerinin sonucunda gerçekleşen evliliklerinin, hatasıyla sevabıyla öte tarafta hesabını verdiklerini varsayıp, dinsel inanış ve anlayışların günümüze kadar etkili olan varsayımları üzerine yaşanan gerçekleri farklı bir pencereden ele alıp yaşamın gerçeklikleri karşısında açığa çıkan çelişkileri ele almak istiyorum… *** (Nedense dedim, çünkü burası çok önemli. "Ortadoğu Coğrafyası" bir paradox mudur yoksa komik bir çelişki midir? Üzerinde durmak gerekli.) Nedense? Dünyanın sadece bugün Ortadoğu olarak bildiğimiz coğrafyasına "Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerim gibi birçok kitabın gönderilmesine ya da yazılmasına vesile olan" Rabb-ül Alem… "Şimdi kitaplarına baktığında bazı şeyler eksik bıraktığını düşünüyor mudur? Örneğin;… Demokritus bile ilk kitabı olan incili göndermeden 500 sene önce atomlardan bahsetmişken… Göndermiş olduğu kitapların hiçbirinde kâinattaki tüm maddi cisimlerin temel taşları olan atomlardan veya Tüm hayatı teşkil eden hücrelerden ve DNA'dan bir kere bile bahsetmiyor olmasını bir eksiklik olarak görür mü? Örneğin;… Yüce Rabbimiz, kutsal kitaplarında söz etmediği diğer şeyler arasında, bilim adamlarının son yüz yıldır üzerinde kafa yorup hala bir anlam getiremediği.. Kuantum fiziğinin sırları, izafiyet teorisi, dinozorlar, Yerçekiminin diğer üç temel doğal kuvvetle olan ilişkisi, Başka dünyalarda hayat olup olmadığı, Kara deliklerin nasıl işlediği, kâinatın daha ayrıntılı bir şekilde nasıl başlayıp nasıl biteceğine dair bilimsel anlatımı, Kara enerji ve kara maddenin tam olarak ne olduğu, başka evrenlerin var olup olmadığı... DNA bulgularının evrim sürecine ışık tutmasına rağmen hayatın derin ve komplike yapısını evrim teorisini de göz ardı ederek, Kabaca 'Bunları ben yarattım oldu bitti' gibi bir yaklaşımla geçiştirivermesi.. “Evrenin tartışmasız hakimi” olan "Bütün bunları bilen” ve “Bir tek” olan yüce rabbin, Bir tek kutsal kitabında bile bunlardan bahsetmiyor olması yüce bir güç için “Komicalpardox” mudur? Örneğin;… "Son kitabının yarısı cehennem tehditleri ve Tevrattan İncilden alıntı hikayeler, Diğer yarısı da kaç kadınla evlenilir, ne yenir ne yenmez gibi insanlık için çok? ama çok? Önemli şeylerden bahsederken, Artık bugün için kadınların genelde erkeklerden daha çalışkan ve daha zeki olduğunun anlaşıldığını... Yeni bir kutsal kitap daha göndermeye karar verirse eğer, Tam tersini söyleyip her kadına dört tane tembel beş para etmez erkek verilmesi gerektiğini dile getirip kadınlar hakkında fikirlerini değiştirmiş olabilir mi? Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah'ın kutsal kitaplarında bahsetmeyi unuttuğu ama onun yarattığı insanların ondan ne kadar daha ilginç şeyler keşfedip, Hatta var olan her şeyin temeli olduğu bilinen atomun yapısı ile ilgili bilgilerin kutsal kitaplardan kat kat değersiz olan ortaokul kitaplarında bile Kat kat aydınlatıcı olarak yazılıyor, detaylandırılarak anlatılıyor olması nasıl bir şeydir? “Komicalpardox” mudur? Yoksa “Çelişkiler yumağı” mıdır? Yaşamın gerçeklerinin önümüzü aydınlatarak yolumuzun aydınlığa çıkabilmesi için, "Ne?, Neden?, Nasıl?, Ne için? ve Nedense" sorularını varsayım ve dogmalardan uzak yanıtlayabilmek gerekir.
  6. GeceKuşu

    AYKIRI SORULAR

    Referandum Sınavını Geride Bırakan Türkiye, Şimdi Bu Sorunun Cevabını Arıyor: "Soru neydi?" Aylardır ülke gündemini meşgul eden anayasa değişikliği referandumu geride kalırken, oy kullanan 40 küsur milyon kişiden %58'i değişiklik için evet, %42'si de hayır oyu kullandı. Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da milyonlarca seçmenin de boykot ettiği referandum sınavını başarıyla veren vatandaşlar, "Şimdi sıra bize tam olarak neyin sorulduğunu, neye evet, neye hayır dediğimizi ve neyi boykot ettiğimizi öğrenmeye geldi..." diyerek, demokrasi adına çalışmalarına kesintisiz bir şekilde devam edeceklerinin sinyallerini verdiler.
  7. Belkide anlatmak istediklerinizin dışında bir yanıt verdiğimi düşüneceksiniz sayın "haluk"... Böyle bir değerlendirme yaparsanız sizi haksız da bulamam... Bilinmesini isterim ki amacım sizi ve inanç değerlerinizi eleştirmek değil. Genel anlamda inançların bizlere mantıksal olarak yüklediği ütopik değerlere eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak. Herkes istediği kadar, yazınızda belirttiğiniz şeylere, ruhlara, ölümden sonra yaşama, cennete ve cehenneme inanabilir. Ama iş gerçekte yaşanan ve yaşatılan yaşama ve onun doğal akışını anlamaya gelince, Mantık dışı, mantıksal yaklaşımlarla çözümlemeler yapmaya kalkmak var olan gerçekleri değiştiremez. Sonuçta yaşamın var olan bize dayattığı kurallarıyla yaşarız. Doğanın yaşamsal olarak acımasızca bizleri zorladığı koşullara tek başına ve hep birlikte sonuna kadar göğüs gerer. Ardından insan oğlunun olağan üstü mücadele gücünü ve mantığını göz ardı ederek, Bir daha bunların başımıza gelmemesi için bir başka yüce güce ya da tanrılara adaklar adar ve yalvarırız. Mücadele dolu ve tadına doyamadığımız yaşamak gibi bir gerçeği kaybetme korkusunu göze alamadığımız için olsa gerek, Ölümle sonlandırdığımız yaşamlarımızın bitmediğini, bitmeyeceğini, bitmemesi gerektiğini düşünerek... Varsaydığımız ütopik öbür dünyaya, toprak altında başlayan yeni serüvenimize doğru yola çıktığımıza inanırız... İşte tam da bu noktada inançlar söz konusu olduğunda, bilinmezliğin o acımasız sancısı beyinlerimizi kemirmeye başlar. Mantıklı bir yaklaşımla her şeyi kontrol eden bir düzenin var olduğunu kabul ediyor olmamıza karşın... Bilinmeyeni hiç tecrübe edilememiş ve kanıtlanamayacak olan inançların bizlere dayattığı sistematiği kullanarak, İnsanların ama sadece insanların günlük ve geleceğe yönelik işlerini düzenleyen bir tanrı kavramını inandırıcı buluruz. Mantıklarımızı devre dışı bırakıp ahkam kesmeye kadar varacak ifade ve yorumlarla, Varsayımlara dayalı ulaştığımız sonuçları... Kesin ve çoğu zaman eleştiriye bile tahammül edilemeyecek derecede doğrular olarak kendimize ve çevremizdekilere dayatmaya başlarız... Oysa; Yaşamın gerçekleri söz konusu olduğunda... Onları açıklayacak gerçekçi yanıtlar inanç değerleri üzerinden verilemez... Çünkü; Dinsel değerlerin ve ritüellerinin belirlediği inançlar mantık ve tecrübeyle açıklanamaz... Saygı ve sevgilerimle...
  8. Hi hi hi hiiii.... Beyninizin hangi merkeziyle bu görüşmeyi yaptınız anlamak isterdim aslında... Mantıklı olmak ve düşünerek çözümlemelere ulaşmak adına güzel bir örnekleme sevgili dayı... Çok zekice buldum bu örneklemenizi... Yaşamın başlangıcında bir kez kader olarak programlanan bu hayatlarımızı... Yaşamın değişen koşullarına göre günlük olarak yeniden düzenlenmesinin daha yaratıcı bir durum olduğunu "Tanrıya ya da tanrılara" iletsek uygularlar mı acaba? Ben kendimin tanrısı olsaydım uygulamak için elimden gelen çabayı gösterirdim galiba... Ve sanırım sevgili dayı kullanmış olduğum "kendimin" ifadesi üzerine gerekli uyarıyı alacağım senden gibime geliyor... Saygı ve sevgilerimle
  9. Hanefi Avcı 25 Eylül'de imza günü için gittiği İzmir'de "Şu an izindeyim. Pazartesi günü Ankara'da olacağım. 29'unda savcıya ifade vereceğim. Genelkurmay Askeri Savcılığı ilgili de tebligat yapılmış. Askeri savcıya da ifade vereceğim. Daha sonra tüm bildiklerimi, gerçekleri, herşeyi 30 Eylül'de basın açıklamasıyla anlatacağım" diye açıklamalarda bulunmuştu. Ama ne tesadüftür ki, basın toplantısını yapamadan, hakkında çıkarılan yakalama kararı ile tutuklanarak Metris cezaevine götürüldü...
  10. İçinde bulunduğumuz durumu bütün çıplaklığıyla özetleyen ifadelerinize aynen katılıyorum... Yıllardır " Bizlere dayatılmaya çalışılan bu sürecin hangi noktasında olmamız / durmamız gerektiğini çok iyi vurgulamışsınız.." Saygılar...
  11. Sevgili 'dominik'; Sen, ben ve hepimiz için geçerli olduğunu düşündüğüm başka bir yaklaşım... Ve ilginç bir uyarıda daha bulunmak istiyorum izninle... Tartışmak, yazışmak, görüş alışverişi yapmak iyidir her zaman... Çok şey katar insana... Başta kabul etmesek de kafamızın bir kenarında kalır hep... Hatta " anlayana tabii ki " ifadeni biraz daha açmak gerekirse " Anlamak istemeyene bile çok şey katar " diyebiliriz... Sevgilerimle
  12. Herşeyi kontrol eden bir düzenin var olduğunu düşünmek oldukça mantıklı... Ama.... Tanrı adını verdiğimiz antropomorfik bir varlığın insanların yaşamlarını gözlemlediğini ve... Onların her birinin ayrı ayrı günlük işlerini ayarladığını düşünmek hiçte inandırıcı değil... Antropomorfik: İnsan niteliklerinin atfedildiği başka bir varlık... Canlı ve cansız varlıklar, doğa güçleri, çok ve tek tanrılı dinlerdeki tanrılar ve daha başka kavramlar, Antropomorfizm konusu içine girer.
  13. Hala durduğun yerde duruyorsun sevgili dominik.... Karşınızdakinin ne anlatmak istediği yerine, sizin değerlerinize uygunluğu üzerinde değerlendirmeler yaparak yazılar yazıyorsunuz... Açılan konu "evet ve hayırlar" üzerine değişimin neler ifade ettiğini kavramamız gerektiği ve... Bizim bu aşamada hangi noktada durduğumuzu kendi kendimize sorgulamamız için, Soracağımız soruların ve objektif yanıtlarının ne kadar önemli olduğu öne sürülüyor o yazıda... Bir de bu açıdan değerlendirme yaparak sorulan final sorusuna adapte ol istersen... O zaman gereksiz yere, sadece senin bulunduğun yerden ve senin bakış açınla gerçeklerin konuşulabileceği gibi bir sanıdan kurtulmuş olur... Ve karşındakilerin de senden farklı bir yol izleyerek daha farklı üsluplarla gerçekleri dile getirebileceklerine hak verebilirsin diye düşünüyorum... Sevgilerimle
  14. Sevgili Dominik; Tartışmalarınızda sürekli öne çıkarttığınız kişilere olan ön yargılarınız, onların ne anlatmak ve söylemek istediklerinin önüne geçiyor... "Var mısınız?" sorunuzunda açığa çıkarttığı gibi... Sürekli ötekileşme ve niyet okumaya yönelik yanıtlarla polemiğe dönüşüyor... Kişisel olarak ben bu yaklaşımınızdan üzüntü duyuyor ve bana verdiğiniz yanıtlarla da zaman zaman yaralandığımı hissediyorum.... "Hükümet ile muhalefet arasinda ne fark varki?" sorunuzun yanıtını sağlıklı ve sağ duyuyla öncelikle kendiniz yanıtlamanız gerekiyor... Aradaki farkı göremiyor olmanın ve diğerlerinin bunun yanıtını veriyor olması soruyu soranı farklı bir duruma sokar... "..... Derdiniz yok ve .... değilsiniz" diye yönelimlerinizi niyet okumak olarak değerlendiriyorum... Ötesi polemik olacağı için detayları sizin değerlendirmenize bırakıyorum... Yazdıklarımdan ötekileştirmeye yönelik, niyet okumaya çalışarak çıkarımda bulunduğunuz benim kişisel tahlillerim yerine... Sormuş olduğum genele yönelik şu sorunun yanıtı vermeye çalışmanız sanırım daha tutarlı olurdu... Sevgilerimle
  15. Hanefi Avcı Haliç’de Yaşayan Simonlar… Dün Devlet Bugün Cemaat Ben adı geçen kitabın ilk baskısını alıp okuma şansını yakalayabildim... Şu anda Türkiye'nin en çok konuşulan kitabı ama her ne hikmetse bir türlü bulunamıyor. İlk baskısı yayımlandı, sanırım birileri tarafından toplatıldı. Bu kadar rağbet oldugu halde, nedense ikinci baskısı bir türlü çıkamıyor (Bandrol krizi diye söylüyorlar )... Birileri istedikleri kadar kendi algıladıkları demokrasi kavramında, Kitabın diğer baskılarını önlemeye ve okunmasına engel olma çabasında olsalar da, Onlar adına ne yazık ki, "Demokrasilerde çözümler tükenmiyor..." Saygılar...
  16. Can Ataklı Gazetevatan.com 19.09.2010 Madem işin matrak tarafına daldık... Ben de bir katkıda bulunayım istedim... Fıkra bu ya; Kraliçe Elizabeth, Obama ve Erdogan ölmüşler ve doğruca cehenneme gitmişler. Bir gün Kraliçe Elizabeth "Ben Britanya'yı çok özledim.Britanya ile konuşmak istiyorum.Bakayım ne yapıyor herkes " demiş. Telefonu açmış ve 5 dakika konuşmuş ve sonra da dönüp Şeytana "borcum ne ?" demiş. Şeytan; "5 milyon dolar" diye cevap vermiş... Kraliçe vakur bir edayla,derhal bir çek yazmış ve geçmiş koltuğuna oturmuş. Obama ,buna fena içerlemiş ve başlamış bağırmaya; - "Ben de, ben de özledim ABD'yi. Ben de herkes ne yapıyor, bilmek istiyorum" demiş. O da telefona sarılmış ve 2 dak.konuşmuş ve telefonu kapatmış sonra o da sormuş şeytana; -"Borcum ne kadar?" Şeytan; "10 milyon dolar" demiş... Obama çok bozulmuş ama o da bir çek yazmış ve geçmiş sandalyesine oturmuş... Erdoğan,onları çok kıskanmış, bas bas bağırmaya başlamış. -"One minute,One minute,sıra bende,sıra bende! Ben de Türkiye'ye telefon açmak istiyorum. Bakanlarımla,yardımcılarımla ,parlamentodaki herkesle konuşmak istiyorum" demiş. Türkiye'yi aramış ve yaklaşık 20 dakika konuşmuş,konuşmuş ,konuşmuş Sonra da Şeytana sormuş "Benim borcum ne şimdi?" Şeytan; "20 dolar" demiş... Erdogan şaşırmış; "Yirmi dolar mı? O kadarcık mı?" ... Şeytan cevap vermiş; -Evet. Eğer bir cehennemden diğerini ararsan, şehiriçi konuşma oluyor. Memleketi Cehenneme dönüştüren Recep bey ve avanesine... Ve onların yarattığı cehennemde mutlu olduklarını farz edenlere gitsin bu gülmece
  17. Sandıklardan "evet " çıktı... Tersine "hayır" da çıksaydı, şimdiden sonra oluşacak gelişmelerin ne olabileceğini nasıl kavrayacağız? Bunu yaparken en az hatayla gerçekleri kavrayabilmenin en sağlıklı yöntemi doğru soruları sorup yanıtlarını aramaktan geçiyor. Ben kendimce şu soruları sormakta yarar görüyorum.... _Şu anda iş başında olan hükümet ve yürütmenin başında olan başbakan bundan sonra ne yapacak? Bu soruya yanıt vermek çabasında olacak her aklı başında kişi, niyet okumak gibi bir yeteneği yoksa eğer, iş başında olanların geçmişte ne yaptıklarına dönüp bakarak referanslarını göz önünde tutmak zorundadır. _Şu anda iş başında olan hükümetin tek hakimi ve egemeni kim? - Bu güne kadar Meclis, " Başbakanın uygun zaman ve koşulların oluştuğuna kanaat getirdiğinde, onun bir işaretiyle çıkmasına karar verilen kanunları bir çırpıda çıkartıyor muydu?..." _Başkanlık sistemi de yine referandum sonrası başbakan tarafından öne sürüldüğü de göz önünde tutulursa, Ülkenin geleceği ile ilgili "güç ve irade" kimin elinde toplanacak? _ Anayasa Mahkemesi artık, Anayasa'ya aykırı olarak meclisten geçirilen kanunları denetleyebilecek midir? _ Anayasa Mahkemesi artık yürütmenin ve onun güdümünde olabilecek yasamanın eylem ve işlemlerini hukuka uygun mu; yoksa değil mi, diye irdeleyebilcek midir?... _ İdare mahkemeleri ve Danıştay da bundan böyle Bakanlıkların, kamu kurumların yasalara aykırı eylem ve işlemlerini iptal edebilecek midir?... _ Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Adalet Bakanlığı'nın direktifleri dışında karar verebilecek, işlem yapabilecek midir?... _Yasama ve yürütmenin tek elde toplanmasının önüne geçebilecek, bütün bunların oluşmasına mani olabilecek bir hukuk düzeni bundan sonra var olabilecek midir?.. Herkes sorsun sorularını kendine ve çevresine ama tutarlı ve gerçekçi soruları sormak ve yönlendirmek gerçeğe en yakın öngörü ve doğru sonuçlara ulaşmakta birincil püf noktası... Ve bence ister evet, ister hayır oyu vermiş olalım... Yanıtlanması gereken öncelikli ve önemli soru şudur... "Bizler. bize dayatılmaya çalışılan bu sürecin hangi noktasındayız?.." Yukarıdaki sorulara vereceğimiz "evet ve hayır" yanıtları sürecin hangi noktasında olduğumuzu gösterecektir bizlere...
  18. (Gazeteport)- 22 Eylül 2010
  19. Sevgili Mescere kolaycı yolu seçmiş, Sade bir yurttaş olarak değilde AKP'li taraf bir yurttaş olarak referanduma neden "evet" diyeceğini... AKP'nin probaganda kitapçığından alıntılarla açıklamaya çalışmış... Ama bu durum elbetteki onu bağlar... "Evet" ya da "Hayır" oyu vermeden önce neden böyle yapmamız gerektiğini kavramak için, Onun gibi bir partili olarak kendimizi bağlamak yerine.. Önce gerçekleri gözlemleyerek, “Aklı başında” sorular sorup, Ardından “sağduyu” ve “mantık çerçevesinde” yanıtlarını vermek zorundayız… *** O ve yandaş olan diğerlerinden farklı olarak biz diğerlerimiz, Bu anayasa değişikliklerine AKP yandaşı olarak değilde sade birer vatandaş olarak oy atacağımıza göre; "DEMOKRATİK BİR ANAYASA" değişikliklerine mi? Gerçek anlamda bir “TOPLUM SÖZLEŞMESİ” ne mi? Oy atmamız isteniyor... Bunu anlayıp kavramak için, Önce konunun özünü kavramamızı sağlayacak “Aklı başında” sorular sorup, Ardından gerçekleri gözlemleyerek, “sağduyu” ve “mantık çerçevesinde” yanıtlarını bulmak zorundayız... *** Soru: DEMOKRASİLERDE ANAYASA NEDEN ÖNEMLİDİR? Önemlidir, çünkü toplumun, toplumdaki değişik grupların, katmanların isteklerini yansıtır. Onların ayrı ayrı haklarını korur. İŞÇİ ve MEMUR tüm çalışanların haklarına yer verir. SENDİKALARIN haklarına yer verir. Sendikasız çalıştırılanların, Emeklilerin, İşverenlerin, Küçük Esnafın, Çiftçilerin, Tarım kesiminde çalışanların, Ev kadınlarının, Çocukların, Engellilerin, Öğrencilerin, Gazilerin, Bakıma muhtaç ve yaşlı olanların, Değişik mezheplerdeki yurttaşların, Özetle; “Bu Ülke için Canını, Kanını ve Emeğini vermiş Tüm Yurttaşlarının HAKLARINI KORUR. *** Soru: ANAYASANIN İÇİNDE NELER OLMALIDIR? ANAYASANIN içinde, O güne kadar sorun yaratmış olan her şey tartışılarak, Toplumda ihtiyaç olarak ortaya çıkmış tüm talepler çözüm bulmalıdır. Tam bir Toplumsal Anlaşmayı sağlamak,Gerçek Çözümleri Üretebilmek için… ÖNCESİNE BAKARSINIZ, O GÜNE KADAR NELERİ TARTIŞMIŞSINIZ, NELER SIKINTI YARATMIŞ, NELER TOPLUMDA SORUN YARATMIŞ. İŞTE “DEMOKRATİK ANAYASA”; TÜM BU TARTIŞMALARA, SORUNLARA ÇÖZÜM BULMALIDIR. *** Soru: ANAYASA BUNU NASIL YAPAR? Şöyle yapar, ANAYASAYI YAPARKEN, tüm bu grupları ve onların temsilcileri çağırılır, görüşleri ve talepleri alınır. ANAYASA bu taleplerin tümüne yer verildiği oranda DEMOKRATİK BİR ANAYASA OLUR. Ve ANAYASA, ancak böylece bir “TOPLUM SÖZLEŞMESİ” olur. *** Soru: AKP’nin Referanduma sunduğu ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ BÖYLE Mİ YAPILDI? HAYIR. Akp bu ANAYASA değişikliklerini tek başına ve kendi işine geldiği şekilde yaptı. Hiçbir partinin görüşlerini almadı. Tüm Sivil Toplum Örgütlerine “Üç gün süre” verdi. Bugüne kadar yapılan tüm çalışmalara, diğer partiler ya da Sivil Toplum Örgütlerinin öneri ve taslaklarına dönüp bakmadı bile… *** Soru: ANAYASA BİR TEK PARTİ TARAFINDAN YAPILABİLİR Mİ? HAYIR. Çünkü o zaman “TOPLUM SÖZLEŞMESİ” olmaz. Ancak “PARTİ ANAYASASI” olur. “AKP ANAYASASI OLUR”. *** Şu öncelikli bir kaç sorunun yanıtı bile.., AKP'nin önümüze koyduğu bu ANAYASA değişikliklerine.. Neden “HAYIR” oyu vermek gerektiğini Bunun bir referandumdan öte bir dayatma olduğunu gözler önüne sermeye yetiyor...
  20. Nerden biliyorsun sevgili "taurus" ..? Eğer kesin bir yargıda bulunan bu cümleyi bu şekilde kurmasaydın böyle bir soruyu sormak gereksiz olabilirdi. Örneğin "evet", yerine "benim için" deyip cümlenin devamını getirseydin... *** Ancak sen öyle inanıp kabul ettiğin için geçerli olabilcek bu kesin yargına... "İçinde hissettiğin Tanrı senin egondan öte birşey değil emin ol.." diyerek aslında kendi kendine yanıt vermişsin... *** Ayrıca; "İman etmek zordur ve emin ol atesitler iman edenlerden kolaycıdır.." ifadesini yazarken... Kolaycı bir yaklaşımla "emin ol" diye yargılamada bulunup, sadece ahkam kesmişsin... Bilirsin çiğnenmiş lokmayı yutmak kolaydır da, zor olan ısırdığın lokmayı yutmadan önce gereği kadar çiğnemeyi becerebilmektir... Özetle, gerçekte zor olan, yerleşmiş inanç ve düşünce yapısını kolayca kabullenmek yerine... Yaşamın gerçekleriyle örtüşmeyen taraflarını dile getirerek yargılamada bulunabilmektir...
  21. Benim oyum ve yakın çevremin oyları kesinlikle "HAYIR"... Neden mi? Demokrasi deyip; Siyasi partiler yasasında yapılması gereken değişikliği bu pakette yer vermeyerek tutarsız davrandıkları için... Demokrasi deyip; Seçim barajında % 10 barajını aşağı çekilmesi istemlerine "Hayır" diyerek, Oyların gerçek anlamda demokratik dağılımının temsil edilmesine karşı oldukları için... Yasama ve yürütmede kürsü dokunulmazlığı hariç, dokunulmazlıkların kaldıracaklarını seçim meydanlarında dile getirip.., Bir gecede işlerine gelen bir çok kanunu geçirdikleri halde verdikleri bu sözde durmayıp yan çizdikleri için... Evet diyeceklerimin yanına hayır diyeceklerimi de katıp... Seçerek, değerlendirerek oy verme hakkıma saygı göstermedikleri için... Anayasa mahkemesinin yasamanın çıkardığı bir kanun eğer anayasaya aykırıysa iptal etmek ya da uygunsa onamak yerine.., Bakın siz bunu beceremiyorsunuz bu yasa maddesi şu şekilde hazırlanmalıdır diyerek.., Hiçte kabul edemeyeceğimiz bir yaklaşımla bazı düzenleme ve değişiklikler yaparak işte şimdi referanduma gidebilirsiniz deyip ... "Yasama, Yürütme ve Yargı" komedisi yaratarak bizlerle ve demokratik haklarımızla dalga geçildiği için ... Yaptıkları iyi yada kötü icraatlarla gerçekte başlattıkları hiç bir işi tam ve halkın yararına sonuçlara ulaştıramadan yarım yamalak işler yaptıkları... Ve bütün bu işlevleri ve icraatlarını halka sunarken, keçinin olmadığı yerde "Abdurrahman Çelebi" misali... Sürekli ahkam kestikleri için... *** Yetmez MİŞ ama evet MİŞ... Zamanında 12 Eylül anayasasına % 90 la evet deyin... Bugün de demokratik değişimler yaptıklarını söyleyenlerin aslında demokratik olmayan bir çok yasa maddesine hiç dokunmadıkları bu düzenlemeleri.., Demokratik değişimlermiş gibi size sunanların bu yutturmacalarına "yetmez ama evet" deyin... "Yetmez ama evet" diyen bu algılama mantığıyla... Birilerinin, daha öncesinde evet dediği 12 Eylül anayasasındaki, bu göstermelik değişmelere bugün yine birileri "yetmez ama evet" diyecekler.., Yarın da bu evet dediklerinizi değiştirmek için yeni bir yılan hikayesine yine birilerinin "yetmez ama evet" diyecekleri bugünden ufukta görünüyor... Zamanında 12 Eylül Anayasasına % 90 ın altında ki "Hayır" diyenler, bugün yine bu değişikliklere "Hayır" diyorlar... Dün evet dediğinizi yarım yamalak değiştirmeye kalkıp "yetmez ama evet" diyorsunuz... Gelecek kimi haklı çıkaracak dersiniz?... Geleceğinizi bir 30 yıl daha heba etmemek için... Sağ duyunuzu öne çıkarıp, oturup üzerinde uzun uzun düşünmenizde yarar var derim sizlere...
  22. Bir önceki iletimde yazılan ya "ikisi de gerçekse" ifadesini tek başına alıntılayarak, sadece O bir satırdaki soruyu tek taraflı olarak yanıtlamaya kalkınca aşağıda yazdıklarınızı ifade etmek maalesef çok doğal... Dediğiniz gibi, "Bir tarafta vatanın bütünlüğünü korumak için görevini yapan asker"... "diğer tarafta terörist"... Önlerine hangi sıfatları takarak yorum yaparsanız yapın sonuçta o sıfatlardan arındırdığınız zaman karşımıza şu gerçek çıkıyor... Siz ister öyle görün yada görmeyin... "İNSAN"... Birbirine yabancılaştırılmış, düşman edilmiş, savaştırılıp birbirlerine öldürtülen "İNSAN" lar... Kendinizi taraf olarak kabul ederek yaptığınız bu değerlendirmelerde kendinizi son derece haklı olarak görmenizde çok doğal kabul edilebilir. Ama haklı olduğunuz söylenebilir mi? Yaşanan ve yaşanacak somut durumlar bunu doğrulayacak... Ancak; ifade o bir satırla ele alınamaz bir bütünlük içinde değerlendirme yapılması çok ama çok önemli... Ardından gelen soruların, yüreklerimizde taşımamız gereken sağduyu ve empatiyle yanıtlanması şart ve zorunlu... Yukarıya tekrar alıntıladığım yazının son iki satırında anlatmak istediklerimde yanılmayı, onları yazmaktan utanç duymayı çok isterdim... Ama siz bir başka başlıkta aşağıdaki ifadelerle lanetlenmesi gereken bir dönemin insanlık dışı eylem ve davranışların sahiplerinden birine öykünerek, içinde bulunduğumuz durumun hala insanlık dışı, sağduyudan uzak bir zihniyetle çözümleneceğine inanmış olduğunuzu deklere ediyorsunuz... Düşünceler eyleme geçmediği sürece suç olmadığına göre, üstü kapalı olarak bu yazdıklarınızı ifade etmek sizinde hakkınız... Ama haklı olduğunuz söylenebilir mi? Bana göre hayır.. "Gerçekte insan haklarını esas alan hukuka göre de asla"... *** Ülkece yaşananlara ve bir çok başlıkta bu konuda yazılanlara bakınca, İki tarafında gerçeklere aynı kara gözlüklerle bakıyor olması çözümün çok zor.., Ve ne yazık ki; çözümsüzlüğünde kanlı olacağını düşündürüyor insana ister istemez...
  23. BDP ile neden görüşmediğini Başbakan CHP’lilere şöyle açıklıyor: Hangisi daha gerçeğe yakın Acaba?... "PKK’lıların ölü bedenleri üzerindeki darp izleri" mi? Başbakanın ifadesiyle; "PKK’lılar öldürdükten sonra bizim şehitlerimizin gözlerini oymuş, bazı organlarını kesmiş" olmaları mı? Ya ikisi de gerçekse?... O takdirde, gerçekler tek taraflı olarak ele alınıp değerlendiriliyor ve vahşet tek taraflı olarak suçlanıp... Her anlamda kişiler aslında kendini kandırıyor olabilirler mi? Kınamak gerek tüm bunları... Tek taraflı olarak değil ama... Ve bu vahşete bir son vermek gerektiğini anlamalı... Ama gerçeklere sağduyudan uzak, tek gözle bakarak algılamaya çalışan, Beynimizin bir yanını aktif kılan bir zihniyetle bunun çok zor olacağını düşünüyor insan ister istemez...
  24. Kendine göre demokrasi
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.