Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.724
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. ‘Muhterem babam’ icabında parti kurar UFUKTA olağanüstü kongre görünüyor. Saadet Partisi’nde (SP) eski ve yeniler arasındaki anlaşmazlık, kongre sonrasında iyice derinleşiyor. Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ı dinliyorum. Fatih Bey kardeşimiz söze, “muhterem babam” diye başlıyor, SP’nin yayın organı Milli Gazete’de de dün yer alan Erbakan’ın çağrısı ile devam ediyor. SP kaynaklarına göre, Erbakan olağanüstü kongre için gerekli 626 oyu bulabilir, Genel Başkan Numan Kurtulmuş’u devirebilir. SP tabanında çelişkili iki görüş var, “Erbakan Hocamızı üzmeyiz, ama Numan Beyden de vazgeçmeyiz”. Bu saatten sonra ikisi bir arada zor. Çünkü, Erbakan’ın hedefi Numan Kurtulmuş. Olağanüstü kongreyi toplayabilirse, Numan Kurtulmuş’u devre dışı bırakacak. Erbakan’ın adayı kim? “Aziz oğlu” Fatih Bey kardeşimiz. SP sanki parti değil, babadan oğula geçen küçük bir macera. Numan Kurtulmuş’u deviremezse, inat bu ya, “muhterem babam” yaşına başına bakmadan icabında yeni bir parti bile kurabilir. Alıntı: Yalçın DOĞAN_ 17 Temmuz 2010-Hürriyet.
  2. EŞİTLİKÇİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ VE DEMOKRATİK BİR ANAYASA! * Ülke seçim barajı kaldırılmalı, partilerin hazine yardımlarından adil biçimde yararlanmaları sağlanmalı, seçim harcamalarının sınırları belirlenerek, seçim gelir ve giderlerinin şeffaflığını denetleyecek bağımsız bir kurum oluşturulmalıdır. * Partilerin kapatılması Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Kriterleri çerçevesinde ve istisnai bir durum olarak düzenlenmelidir. * Milletvekili dokunulmazlıkları kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılarak TBMM Siyasi Etik Yasası çıkartılmalıdır. * Ordu, güvenlik ve yargı mensupları dışında kamu görevlileriyle ilgili siyaset yasağı kaldırılmalıdır. * Kadınların eşit siyasi temsiline imkân vermek amacıyla pozitif ayrımcılığı da içeren cinsiyet eşitlikçi yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmalıdır.”
  3. Cumhurbaşkanına Açık Mektup
  4. Seçim barajı değişmeli, temsilde adalet sağlanmalıdır Türkiye’de demokratikleşme sürecinin önündeki en önemli engellerden biri olan yüzde on seçim barajının değişmesi gereği yıllardır çeşitli kesimlerce dile getirilmiş ve artık değişmesi ile ilgili geniş bir toplumsal mutabakat oluşmuştur. Bir süre önce DSP seçimlerdeki ülke barajı oranının yüzde beşe, BDP ise yüzde üçe indirilmesiyle ilgili kanun teklifi vermişti. Geçen hafta ana muhalefet partisi CHP’nin de bu oranın yüzde yediye indirilmesi teklifi vermiş olmasını önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz. Ancak yüzde yedi de temsilde adaletin sağlanmasını engelleyen yüksek bir orandır. Avrupa’da seçim barajının olduğu ülkelerin hemen hepsinde bu oran yüzde üç ile yüzde beş arasındadır. Ülkemizde de seçim barajının makul bir orana düşürülmesi için uzlaşmaya varılarak değişikliğin biran önce yasalaşmasını, seçim mevzuatı açısından geç kalınması halinde, Anayasa değişikliği yolu ile yeni düzenlemenin önümüzdeki genel seçimlerde uygulanmasına imkân verilmesini ve böylelikle yasama organında daha temsili bir siyasi yapı oluşmasının önünün açılmasını Meclis’teki tüm partilerden talep ediyoruz.
  5. Hükümet de yüzde 10 barajını savunamıyor Türkiye’de sürmekte olan seçim barajı tartışmasıyla ilgili son dönemdeki en ilginç çıkış, anayasa değişikliklerini Avrupa Parlamentosu’na (AP) anlatmak üzere Brüksel’e giden Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den geldi. Ergin, önceki gün AP’deki Türkiye Dostları Grubu’nun düzenlediği toplantıda seçim barajıyla ilgili sorularla karşılaşınca “Türkiye’nin yüzde 10’luk seçim barajıyla orta ve uzun vadede yürümesi çok kolay değil. Parlamento bunu ilk fırsatta değerlendirecektir” diye konuşmuş. Yanılmıyorsak, “Türkiye’nin yüzde 10 barajıyla yürüyemeyeceği” ilk kez Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin bir temsilcisi tarafından kayda geçirilmiş bulunuyor. ERGİN: “ÇOĞUNLUKÇU DEĞİL ÇOĞULCU OLALIM” Bakan, açıklamaları sırasında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) anayasa değişikliği paketinde yer alan HSYK ve AYM’ye yapılacak seçimlerde “her üyenin bir oy kullanması” düzenlemesini iptal etmesini de eleştirmiş. Bu madde, örneğin HSYK’ya Yargıtay’dan 3 aday seçilecekse, seçimde oy kullanan her Yargıtay üyesinin 3 değil yalnızca 1 aday için oy kullanabilmesi gibi bir kural getiriyordu. Ergin, bakın bu düzenlemenin gerekçesini nasıl anlatmış: “Bu düzenlemeyi Anayasa paketine koyarken şunu amaçlamıştık. Düşünün ki, bir ilden 10 milletvekili seçilecek. Beş siyasi parti yarışıyor. Birinci çıkan parti bütün milletvekilliklerini alıyor. Bu çoğunlukçu bir anlayıştır oysa. 21. yüzyılda demokrasiler çoğunlukçu anlayıştan çoğulcu anlayışa gidiyor. Hazırladığımız Anayasa paketinde biz, verdiğim il örneğinde olduğu gibi birinci partinin tüm milletvekilliklerini aldığı değil, her partinin aldığı oy oranında milletvekili çıkardığı bir yaklaşımı esas almıştık.” Bakanın bu sözleriyle herkesin parlamentoda sayısal gücü oranında temsil imkanına sahip olduğu bir tür nispi çoğunluk sistemini savunduğu izahtan varestedir.
  6. Sevgili kaplan; Elbette seni çok iyi anlıyorum... Ve hatırlatmakta son derece haklısın... *** 1993'te 33 kişinin kurşuna dizildiği Başbağlar katliamı Sivas olaylarının ardından Alevi-Sünni, Kürt-Türk kavgası yani kardeş kavgasının bir başka fitiliydi. Kara lekelerle dolu koskoca bir yıldır 1993 yılı... Terörü bitirmek için yoğun çalışmalarının yapıldığı o yıllarda, 1993 yılı birçok karanlık olay ve faili meçhul cinayetlerin gerçekleştiği yıldır. Uğur Mumcu'nun cinayetini, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve Bingöl'de 33 erin şehit edilmesi, Sivas ve Başbağlar katliamı takip etmişti. Jandarma Tugay Komutanı Bahtiyar Aydın ve JİTEM'in kara kutusu Cem Ersever'in öldürülmesi "Derin yapının provokasyonu" iddialarını gündeme getirmişti o yıllarda. Eğer hatırlarsak; Madımak otelinin ateşe verilmesinin ardından Başbağlar Köyü'nde 33 köylünün kurşuna dizilerek öldürülmesine ilişkin dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit "Başbağlar katliamının perde arkasında hangi güçlerin eli varsa, Sivas katliamında da aynı güçlerin eli vardır" ifadesini kullanmıştı... -Bir bildiği ve önüne gelen istihbarat raporları vardır öyle değil mi?- Bende umuyorum ki; Katliamların tarihsel akışını ve yarattığı sonuçlarını göz ardı etmeden sağduyulu değerlendirmeler yapılarak ne anlatmak istediklerim anlaşılır... Sevgilerimle
  7. Sen senin katliamını hatırlatırsan bende benim katliamımı hatırlatırıma döndürmeye kalkmanın alemi nedir ki... DENİLDİĞİ GİBİ, "Katliam katliamdır" değerli kardeşim insan canı bu... Bu kadar ucuz mu?.. Kim öldürülürse yada kim yaparsa yapsın... Ortak insani değerlerde bile bu kadar ayrışmanın ve karşılıklı ithamlarda bulunmanın kime ne yararı var?... *** Ama açılan başlık konusunu bir katliam olarak görülüyorsa önce kınamak ve sonra da diğerini gündeme almak gerekmez mi? Bir başka başlık konusunda iki satır geçiştirmek yerine, başka bir bir başlık açarak konuyu orada ele almak katliama uğrayanlar için daha saygın olmaz mıydı?
  8. Kimsenin özgür iradesi, kişiliği ve düşünceleri için imada bulunmak haddimize düşmez sevgili "tibet"... Bu anlamda yanlış anlaşılmak istemem.. Dayı zaten gerekli açılamayı yapmış... Ayrıca dediğin gibi her birimizin bir diğerinden alacağı kavrayacağı o kadar çok şey var ki... Yaşamın özünü farklı bakış açılarıyla bizlere aktardığın için teşekkürler bizden... İyi ki varsın sevgili dayı ***
  9. GeceKuşu

    REZALET

    Kan dökmeden de sana ait olanı korumayı öğrenmelisin... Göstermelik bir çakıl taşı ile o çakıl taşı için yok edilen değerler arasındaki çelişkiyi çözebildiğimiz an, "Kan dökmek" gibi ilkel söylemlerin ne kadar anlamsız olduğunu kavrayabileceğiz... Bu topraklar ve gelecek nesiller için kan dökmek yerine, örneğin; ağaç dikmeyi öncelikli olarak düşünebilmelisin sayın "korkut"... Sahi bu vatan için hiç ağaç diktin mi? " Kan dökerek yok etmeyi düşünmek yerine "...
  10. Bence sevgili tibet; Sevgili Dayı'nın anlatmak istedikleri üzerinde iyi düşünmek gerekiyor... Gerçi o her şeyi oku "Dayıyı da oku.." diye mütavazilik etmiş ama... Onun yıllar... yıllar içinde, içselleştirdiği deneyimlerini iyi değerlendirmek için... Söylediklerini yabana atmadan, Onu iyi anlamak ve kavramak gerekiyor... Kendi adıma, eleştirdiğim söylemlerinde bile ondan öğreneceğimiz çok şeyler var...
  11. Ne denebilir; böcek, çiçek denince ve işin içine idrak girince işler biraz karıştı sevgili dayı İdrak "insanoğlunun" algısını, varsayım ve kabullerini ele alarak tanımladığımız kavram... Son cümlen de bu nedenle haklısın... İnsanoğlunun idrakına göre değerlendirirsek, Bu anlamda Böceklerin, çiçeklerin Allah'ı yok, onu idrakten yoksunlar çünkü... Allah'ın da insanlara söylemlerinde insanın dışındakilere yine bizim anladığımız anlamda "kulluk görevi" vermemiş, Çiçek, böcek ve diğerleri için "ödül ve cezai yaptırımlardan" da söz etmemiş. Bizim anladığımız anlamda ve onların bize göre idraksiz olmaları, bir anlamda şansları mıdır yoksa şansızlıkları mı? *** Soru eklerinin olduğu cümlelerim, kimseye yöneltilmiş sorular değildir, belirtmem gerekiyor... Sadece yazarak, kendimce bir anlamda da sesli düşünüyorum...
  12. Çok açık, net ve bazı gerçekleri açığa çıkaran bir örneklemede bulunmuşsun sevgili 'demirefe'; Her anlamda kültürel ve eğitim seviyemizi insani ve çağdaş değerlere oturtamadıysak eğer... "İnançlarımız, İnanışlarımız, Maddi ve Manevi çıkarlarımız için çok kolaylıkla kendimize hasımlar yaratıp onlara, dolayısıyla çevremize ve sonuçta kendimize çok büyük zararlar verip açılar çektirmeyi becerebiliyoruz ne yazık ki... Oysa insan olmanın farkındalığı ve kavramış olduğumuz sorumluluklarını yaşama geçirebilsek... Bize, kendimize ve yaşamın içinde var olan her şeye yararlı olmak için her fırsatta elimizden gelenin en iyisini yapmanın çabası içinde olabileceğiz. *** Zaman zaman forum sayfalarında tartışma ve görüş belirtme kültürümüzün yetersiz kaldığı durumlarda, "Farklı Algılama, Görüş ve Düşüncelerimizi" tartışmalarımızda karşıtlık ve karşıt olmak üzerine sürdürüp, karşımızdakilerin ne anlatmak istediklerini anlamak yerine anlamaz ve anlaşılmak yerine anlaşılmaz olmak adına elimizden gelen her şeyi yapabildiğimiz gibi... Kendimize, görüş ve düşüncelerine katılmadığımız için söylemlerine ve eleştirilerine tahammül edemediğimiz hasımlar yaratarak gereksiz yere hırçınlaşıp birbirimizi incittiğimiz gibi... Oysa; neden tartışıyoruz ki, neden görüş belirtip, bilgi ya da deneyimlerimizi paylaşma çabası içindeyiz.? Ortak doğru ve daha yaralı deneyim ve bilgilere ulaşmak için değil mi? Görüş ve düşüncelerimizi dile getirirken, tartışma kültürünün insanların edindiği en değerli meziyetlerden biri olduğunu unutup, Ben ve benim, biz ve bizim doğrularımız üzerine olumsuz olacak her şeyi yapmayı becerebiliyoruz... Oysa; tartışmalar uzlaşamazlık ve çözümsüzlük üretmek yerine, uzlaşama ve yararlı sonuçlara ulaşmak adına yapılması gerekmez mi? *** Senin yazın üzerine hepinizin hoş görüsüne inanarak, yukarıda ifade etmeye çalıştığım... "Aslında özünde hepimizin bildiği ama hayata geçirmekten hep erindiğimiz" çıkarımlarda bulunmak istedim...
  13. Eleştirilerimizi toptancı bir yaklaşımla yaptığımız zaman tespitlerimiz anlamını yitiriyor. Genelde yaşamın sosyal olgularına sadece bulunduğunuz yerden baktığımızda sonuçlarını algılamakta zorlanıyoruz. Buna birde eksik bilgi ve deneyimlerimizin doğal sonucu olarak, bize anlatılanlarla yetinmeyi eklediğimizde... Sosyal olgularda karşımıza çıkan durumları hep aynı algılayıp benzer ama eksik sonuçlara ulaşıyoruz... Bu başlıktaki tartışmalarda geçtiği gibi "şucu" yada "bucu" olmak bir anlam ifade etmediği gibi karşımızdakileri aynı şekilde kategorize etmek son derece anlamsız. Önemli olan Atatürkçü olmak yada birilerinin öyle olduğunu ifade etmek olmasa gerek. Önemli olan herhangi bir '..ci' ya da '...çü' olmaktan çok "O" şahsiyetin ifade etmek istediklerini kavrayabilmek. Burada kavramak öne sürdüklerini kabullenmek anlamında değil, düşüncelerini ve yaptıklarını eleştirebiliriz elbette. Ama bunu yaparken birinci şart katılsak da eleştirsek de onu ve düşüncelerini iyi anlamış ve kavramış olmamız gerekiyor...
  14. Dayı... Bir doçent var, bir sen bir de ben ettik mi üç... Bir de Allah'ı katarsak aramıza ettik mi dört mutlak varlık... Eeee.. Diğer canlıları almazsak aramıza -Çiçek,böcek,insan- onlara haksızlık etmiş olmaz mıyız?... Bu kadar mutlak varlık bir arada olmaz dendiğine... Ve... Allah'ı da öldüremeyeceğimizi göre bazılarımızın zihninde... Bir katliam gerçekleştirmek zorundayız o zaman... Ne için?... Yaşarken var saydıklarımızı Ölünce kanıtlamak için...
  15. GeceKuşu

    VEDA

    Keşke okumaz olaydım bu başlığı... Keşke böyle bir başlık olmasaydı... Boğazımda bir yumruk öylece oturup kaldım ekranın karşısında... Çok Üzgünüm ... Hiç bir şey sonsuz değil elbet... AMA; .... ..... .. ..... ..... .. .. ...... Cümlenin gerisini sen tamamla be "CYRANO"
  16. Rica ederim... Yaklaşımınız için teşekkür ediyorum... Aynı şeyleri düşünüp savunsaydık eğer monolog bir durum ortaya çıkardı... O nedenle tartışmalarımızı karşıtlık ve haklı çıkmak üzerinden değil, düşünce ve bilgilerimizin paylaşımı üzerinden yapmak en yararlı ve tutarlı bir durum. Saygı ve sevgilerımle Bunları yazarken, bilgi paylaşımı söz konusu olunca "Freyja" nın imzası geldi aklıma birden...
  17. Sayın Yılmaz; Bu ifade ve söyleminizi "raif bostan"ın ifade ettiklerine karşı yaparsanız elbetteki olmaz, bu bir karşı görüş belirtmedir. Ama ona "Allah! Allah! Senin gibisine de ilk defa rastlıyorum. Allah a inanan dinsiz biri." dediğinizde, "Deist" yaklaşımlar hakkında bilgilenmeniz için size katkıda bulunmak isteyen bana... "Sizde mi aynı tarikattansınız?" diye bir soru yönlendirirseniz bu polemik bir yaklaşım olur. Saygı ve sevgilerimle sayın yılmaz.
  18. Size yazılanları anlamak gibi bir derdiniz olmadan çala klavye yanıt vermeye çalıştığınızı düşünüyorum. Size verdiğim ilişimi okumamış olmalısınız ki konu dışında bir şeyler karalamışsınız. Ben size tıklayarak ulaşabileceğiniz şekilde tekrar vereyim. http://tr.wikipedia.org/wiki/Deizm Konu hakkında bilgi sahibi olmak gereksiz polemiklerin önüne geçecektir sayın yılmaz. Saygı ve sevgilerimle.
  19. Benzer bir soruyu başka bir başlıkta da sormuştunuz... Yanıtını şu ilişimden bulabilirsiniz... -http://tr.wikipedia.org/wiki/Deizm- Bu algılamanın anafikri şudur sayın yılmaz " Tanrı bize akıl verdi, din değil " ... Saygı ve sevgilerimle..
  20. ... ... ... Sevgi, saygı ve dost selamlarımla
  21. Metodolojik Sorun: Bu konuda sözü günümüzde Kuran Tefsiri Usulü hakkındaki çalışmalarıyla bilinen ve Müslüman kesimlerce genel kabûl ve saygı gören Müslüman Yazar Dücane Cündioğlu’na bırakmak daha uygun olabilir (Kuran’ı Anlamanın Anlamı, Kaknüs Yayınları, 5. baskı 2005) “İşte bu, anlatılanı öznel kılan (anlaşılan ve/veya yorumlanan haline getiren) bir durumdur ve anlama faaliyetinin daha henüz başında iken öznelliği itiraf edilmiş bir ‘anlam’ın doğru anlam olduğunu savunmak ise mümkün değildir. O halde yapılcak iş –zorunlu olarak– anlamın doğruluğunu bir kenara iterek onun öznelliğini savunmaya kalmaktadır ki Kur’an ayetlerinin her harfinde binlerce anlam olduğunu iddia eden bu türden yaklaşımlar anlamın doğruluğundan ümidini kesmiş kimselerin sofistik bir biçimde anlamın öznelliğine hatta yorumun özgürlüğüne meşruiyet arama girişimlerinden başka bir değere sahip değillerdir.” (S. 27) “Bu yaklaşım o denli ilginç neticeler vermiştir ki zaman zaman Kuran’ın ne söylediği hiç ama hiç önemli olmamıştır; zira anlam, artık onun ne söylediği olmaktan çıkmıştır. Öyle ki Kur’an herşeyden söz edebilirdi ve fakat muhataplarının istediği her şeyden… Hatta bunun tersi de olmuştur; yani Kuran –bu zihniyete göre– ancak muhataplarının istediklerini söyleyebilirdi; istemediklerini değil! (…) İnsanoğlunun Ay’a gidebilme imkânı ve hatta gitmesi kelam-ı ilahi’nin mevzu edineceği bir husus olmamıştır; zira bu muhataplarını Sırat-ı müstakim’e hidayet etmeyi hedeflemiş bir hitabın maksadı açısından önemli değildi; Kuran'ın nazil olduğu dönemdeki muhatapları için ise anlamlı değildi. Olsun!.. Bugün insanoğlu Ay’a gitmişse ve bu olay artık bizim için önemli ve anlamlı bir keyfiyet taşıyorsa Kuran gibi ilahi bir kelam bu olay hakkında da konuşsa bunun kime ne zararı olur? Bilakis Münkirin’in kol gezdiği şu ortamda Kelam-ı ilahi onun hakikatlerine susamış olan halka daha cazip hale gelmez mi? Bu ve benzeri düşünceler esas alındığında geriye yapılacak bir tek iş kalıyordu o da Kur’an’ı bu konuda konuşturmak! Nitekim bu da yapıldı ve Kur’anın bu konuda da konuştuğu meraklılarına gösterildi.” (S. 27-28) “Samimi olmak kaydıyla anlamı her değiştirme teşebbüsü bu teşebbüsün sahibinin söyleneni anlamadığını, anlayamadığını gösterir; samimiyetsizlik halindeyse iftira ettiğini…” (S. 29) “Kuran’ın nazil olduğu zamanı dikkate almadan yapılan yorumlar anlama faaliyetinin henüz daha başında iken ‘doğru anlam’ı elde etmede başarısızlığa mahkum olmuş yorumlardır. Nitekim anlamı belirlemede ‘anlatılan’ı değil ‘anlaşılan’ı esas alan, dolayısıyla anlamı öznelleştirmek isteyen her yorumlama teşebbüsü özgürlük ve bağımsızlığını zamanın dışına çıkmakta bulur ve zamanın doğrulama şansı olmadığı her anlam zaman-sız ortamlara çekilerek istenildiği gibi yoğrulur. ‘Bağımsızlığını’ diyoruz çünkü zaman anlamın en kuvvetli bağıdır. Anlam bir kere bu bağından kurtulmaya görsün.. İşte o zaman özgürdür ve isteyenin istediği gibi kendisini yoğurmasını beklemeye başlamıştır; zaten öyle de olur.” (S. 92-93) Gerçekten de sadece Kuran’ı değil her türlü metni anlama/yorumlama faaliyetinde eğer amacımız ‘doğru anlam’ı saptamak ise başvuracağımız yöntem öznel ve keyfi olmamalı. Doğru anlam her zaman yazarın/konuşanın anlatmak istediğidir. Bir metne “Yazar ne anlatmak istemiş?” sorusuyla değil de “Ben bu metinden hangi anlamları çıkarabilirim?” sorusuyla yaklaşmak belki sanatsal açıdan veya salt zihin jimnastiği olarak verimli ve güzel bir yöntem olabilir; fakat bu durumda amaç artık ‘doğru anlam’ı bulmaktan çıkmış olur. Bu açıdan baktığımızda görülecektir ki eğer niyetimiz ‘mucize’ bulmak ise bunu belli bir hacme sahip her türlü edebi eser üzerinde gerçekleştirebiliriz. Eski çağlarda yazılmış herhangi bir edebi eser alalım elimize ve yazıldığı dönemdeki ‘anlam bağlamı’ından, yazarın iradesinden kopararak sadece mucize bulmaya yönelik şekilde tarayalım. İçinden cımbızla buna uygun olabilecek cümleleri çekelim ve gerektiğinde cümlenin içindeki sözcüklere de alışılagelmiş anlamından farklı anlamlar yükleyelim. Hiç de uzun süre uğraşmak zorunda kalmadan söz konusu antik eserde çok sayıda “mucize” (yani yazıldığı dönemde insanlar tarafından bilinmeyen, fakat günümüz biliminin ortaya çıkarttığı bir takım gerçeklere işaretler, göndermeler) inşa edebiliriz. Ayrıca mucize iddiacıları Kuran’ın evrene dair bilimsel bilgi ve bulgularla dolu olduğuna gerçekten inanmakta iseler o hâlde sadece bir kere olsun henüz bulunmamış bir bilimsel gerçeği herhangi bir Kuran ayetinden yola çıkarak bulmak, en azından bulunmasına yardımcı olmakla yükümlü görmelidirler kendilerini; bilim insanlarının herhangi bir gerçeği bulmalarını beklemek ve bulunduktan sonra Kuran’dan cımbızla bir ayet çekip ayetteki sözcüklere yepyeni anlam ve yorumlar yükleyerek “Bakın! O gerçek zaten asırlar öncesinden Kuran’da bildirilmiş” demek gülünçlüğünden sıyrılmalıdırlar. Çünkü bu tavır insanlık adına hiçbir yarar sağlamamaktadır.
  22. Kuran Mucizeleri İddialarındaki Temel Sorunlar Mucize Kavramı: “Mucize” geniş anlamıyla insanı hayrete düşüren her türlü sıradışı olay için kullanılabilirken dar anlamıyla “doğa kanunlarına aykırı, doğaüstü olgu” manâsına da gelir. İslami literatürde ‘mucize’ terimi peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak sunduğu olağanüstü olaylar anlamı taşır. Musa Peygamber’in denizi ikiye ayırması, İsa Peygamber’in ölüleri diriltmesi veya Muhammed Peygamber’in Ay’ı ikiye bölmesi rivayetleri bu kategoridedir. Bu tür mucizelerin gerçekliğini araştırma imkânımız yoktur. Çünkü bunlar -güya- geçmişte olmuş-bitmiş tekil olaylardır. Kimse doğruluğunu veya yanlışlığını kesin olarak ispatlayamaz; inansın ya da inanmasın… “Kuran Mucizesi” iddialarını ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekir. İddiaya göre bu bir inanç meselesi de değildir. İnançsal Sorun: Bu iddiaların içerdiği temel çıkmaz şu şekilde ifade edilebilir: Eğer gerçekten söz konusu mucizeler -iddia edildiği gibi- her akıl ve bilgi sahibi insanın kabul etmesini zorunlu kılacak açıklıktaysa o halde Allah insanlığa şüphe kalmayacak, tartışma götürmeyecek şekilde Kuran’ın kendi sözü olduğunu bildirmek istemiş olmalı. Fakat görünen o ki insanlığın önemli bir kısmı, bilim dünyasının neredeyse tamamı bu iddiaların gerçekliğini görememekte. Oysa herşeye gücü yeten ve kullarına şüphe bırakmayacak bir şekilde ispatlar sunmak isteyen Allah, çok daha basit yöntemlerle varlığını ve Kuran’ın kendi sözü olduğunu insanlara gösterebilir. Bunu -mesela- peygamber kıssalarında rivayet edilen mucizelere benzer olaylarla gerçekleştirebilirdi. Örneğin hiç kimsenin tereddüt edemeyeceği bir şekilde her ülkenin gökyüzüne o ülkenin diliyle ve altından kayalarla “Kuran benim sözümdür; ona uyun!” cümlesini yazabilir, en azından dürüst ve akıllı insanları küfürden kurtarabilirdi (asi olanlar yine asi kalırdı belki ama hiç olmazsa samimi olanlar kurtulurdu). O kadar ileriye gitmeye de gerek yok; en azından mucize isnat edilen ayetleri çok daha açık-seçik, yoruma yer bırakmayacak şekilde buyurabilirdi. Öyle net, kesin ve açık bir ifade kullanırdı ki her akıllı ve dürüst insan o ayeti okuduğunda “Evet bu cümlede açık-seçik şekilde şu somut gerçeğe işaret ediliyor. Ayetin tek makul yorumu budur. Bunun başka hiçbir izahı düşünülemez. Ve söz konusu gerçeği modern bilim henüz son yıllarda ortaya çıkardı. O dönemdeki insanların bu gerçekten haberi yoktu, olamazdı. Dolayısıyla Kuran insanüstü bir varlığın eseri olmalı” demek zorunda kalırdı. Fakat böyle bir durumun olmadığı ortada… Çünkü sadece Gayri Müslimler değil samimi Müslüman Yazar ve Alimler içerisinde de mucize iddiacılarına açıkça karşı çıkan, Kuran ayetlerinin böylesi keyfi/değişken bir şekilde tefsir edilemeyeceğini söyleyen insanların sayısı az değildir.
  23. İşte bu ifadenizde son derece haklısınız... Buraya taşımaya çalıştığınız kaynaklar ne kadar bilimsel bir görüntü ve üslup kullanmaya kalkılsada... Evrimi çürütmek amacıyla, bir bilim dalı değil inançsal bir yaklaşım olan yaratılışçılık kavramlarını kullanarak öne süreceğiniz hiç bir şey kabul edilebilir olmayacaktır. Bilimi dejenere ederek anlatacağınız her şey "anlayan olur" ifadesindeki" anlaşılmak isteği değil, bilimsel verilere karşı inanç kaygılarınıza dair yaklaşımlardır.
  24. H.Y. Evrim Karşıtları Akademisi... Size, sorduğunuz sorulara kendine ait düşünsel yanıtlar vermek yerine, o kaynaklardan kopyala yapıştır tarzı bir yaklaşaımın devam edeceğinden şüpheniz olmasın. Umarım yanılıyorumdur...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.