-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Mısırlı devrimci sosyalistlerin bildirgesi 08 Şubat 2011 - Şerefli şehitlerimiz için gurur duyuyoruz! Devrimimizin zaferine! Bugün olanlar, ülkemizin ve tüm Arap dünyasının tarihindeki en büyük halk devrimidir. Devrimimiz, şehitlerimizin fedakârlığı üzerine inşa edildi ve korkunun tüm engellerini üzerimizden attık. Suçlu ´liderler´ ve onların suçlu sistemi tahrip edilinceye, yok edilinceye kadar geri çekilmeyeceğiz. Mübarek´in ülkeyi terk etmesi, devrimimizin son adımı değil, ilk adımı olacaktır. İktidarın; Ömer Süleyman, Ahmet Şefik ve Mübarek´in diğer yakın dostlarının hâkimiyeti altındaki bir diktatörlüğe devredilmesi, aynı sistemin devamından başka bir şey değil. Ömer Süleyman, İsrail´in ve Amerika´nın dostu, vaktinin çoğunu Washington ve Tel Aviv arasında mekik dokuyarak geçiriyor ve onların çıkarlarına devamlı sadık kalan bir hizmetkar. Ahmet Şefik, Mübarek´in yakın dostu ve Mısır halkına dayatılan zulüm, baskı ve yağmada Mübarek´le el ele çalışıyor. Ülkenin serveti halka aittir ve halka geri dönmelidir Son otuz yıldan beri, bu gaddar rejim, ülkenin en büyük ve değerli varlıklarını, rüşvet karşılığında, küçük bir avuç patrona ve yabancı şirketlere peşkeş çekti. 100 aile, ülke zenginliğinin %90´dan fazlasının mülkiyetini elinde bulunduruyor. Bu aileler; özelleştirmeler, yağmalamalar ve sermaye ile ittifaka girme politikalarını uygulayarak, Mısır halkının servetini tekelleri altına almış durumdalar. Ve de, Mısır halkının büyük çoğunluğunu yoksul, topraksız ve işsiz bırakmış bulunuyorlar. Bedavaya satılmış ve harab edilmiş fabrikalar halka geri verilmelidir Bu bir avuç patron takımı tarafından yağmalanan şirketlerin, toprağın ve mülkün tekrar kamulaştırılmasını istiyoruz. Bizim bu kaynaklarımız onların elinde kaldıkça, bu sistemden tamamen kurtulamayacağımızın bilincindeyiz. Ekonomik uşaklık, politik zulmün diğer yüzüdür. Halkın zenginliğini bu çetenin elinden kurtarmadan, işsizlikle baş edemeyeceğiz ve insanca bir yaşam için gerekli adil bir asgari ücrete kavuşamayacağız. Amerika ve İsrail´in bekçi köpekleri olmayı kabul etmiyoruz Bu sistem desteksiz ayakta kalamaz. Bir diktatör olan Mübarek, doğrudan Amerika ve İsrail´in çıkarlarına hizmet ediyordu ve de onların uşağı ve yanaşmasıydı. Mısır, Amerika’nın sömürgesi olarak hizmet verdi; Filistin halkının kuşatılmasında doğrudan katılımı oldu; Süveyş Kanalı´nı ve Mısır hava sahasını açarak buraları, Irak halkını mahveden ve öldüren savaş gemileri ve savaş uçakları için serbest bölge ilân etti; Mısır halkını, ulaşılması zor gıda fiyatlarına boğarken İsrail´e bedavadan doğal gaz sattı. Devrim, Mısır´ın bağımsızlığını, onurunu ve bölgedeki liderlik konumunu geri almasını, tamir etmesini sağlamalıdır. Devrim, bir halk devrimidir Bu, elitlerin, herhangi bir siyasî partinin veya dinî grubun devrimi değildir. Bu devrimin sahipleri, Mısır gençliği, öğrenciler, işçiler ve yoksullardır. Son günlerde, çok sayıda elit, siyasî parti ve bazı kesimlerin sembolleri, devrim dalgasını yönetme ve onu gerçek sahiplerinden çalma girişimlerinde bulunmaya yeltenmişlerdir. Devrimimizin sembolleri yalnızca devrim şehitlerimizdir ve bu alanda sebatla mücadele veren metin gençlerimizdir. Bu kesimlerin devrimimizi kontrol altına almalarına ve bizi temsil ettikleri iddiasında bulunmalarına izin vermeyeceğiz. Bizi ve bu sistemden kurtulmak için ölerek kanlarıyla bedel ödeyen şehitlerimizi temsil edecek kişileri biz seçeceğiz. Devrimi koruyan ordu, halkın ordusudur Herkes: “Ordu halkın yanında mı, yoksa halkın karşısında mı?” diye soruyor. Ordu tek bir kitleden oluşmuyor. Askerlerin ve alt düzeydeki rütbeli subayların çıkarları, kitlelerin çıkarlarıyla aynı. Ancak yüksek rütbeli subaylar, yolsuzluk, zenginlik ve zulüm rejimini korumak üzere Mübarek tarafından dikkatle seçilmiş, Mübarek yanlısı adamlar. Bunlar sistemi oluşturan iç öğeler. Bu ordu artık halkın ordusu değil. Bu ordu, 1973 Ekimi´nde Siyonist düşmanı yenilgiye uğratan aynı ordu değil. Bu ordunun Amerika ve İsrail´le sıkı bağları var. Bu ordunun görevi İsrail’i korumak, Mısır halkını değil. Evet, devrim için, askerlerimizi geri kazanmak istiyoruz. Ancak, ‘ordu bizim yanımızdadır’ sloganlarıyla kandırılmayalım. Ordu, ya gösterileri doğrudan bastıracak, ya da bu görevi yapması için polis gücünü yeniden yapılandıracak. Devrimci konseylerden acil duyuru Bu devrim, en üst düzey beklentilerimizin de çok üstündeydi. Hiç kimse bu kadar yüksek katılımla toplanabileceğini hayal etmemişti. Hiç kimse, Mısırlıların, polis karşısında bu kadar kahramanca mücadele edeceğini tahmin etmemişti. Hiç kimse, diktatörü yerinden etmek için zor kullanmadığımızı söyleyemez. Hiç kimse, Tahrir Meydanı´nda bir değişim oluşmadığını söyleyemez. Şimdi gereksinim duyulan şey, taleplerimizin bir kısmını oluşturan sosyo-ekonomik taleplerimiz için baskı uygulamak. Evinde oturan bir Mısırlı, ancak bu şekilde onun hakları için mücadele verdiğimizi anlayacaktır. Bizim, ilk önce halk komiteleri şeklinde örgütlenmemiz gerekir. Bu komiteler de tabandan ve demokratik olarak daha yüksek konseyleri seçeceklerdir. Bu konseylerden de, bütün eğilimlerden delegasyonun katılacağı en yüksek konsey oluşturulmalıdır. En yüksek düzeyde, bizi temsil eden ve güvendiğimiz insanlardan oluşan bir halk konseyi seçmemiz gerekir. Tahrir Meydanı´nda ve Mısır’ın tüm diğer şehirlerinde, halk konseyleri kurulması için çağrılar yaptık. Mısırlı işçilere, devrim saflarına katılmaları için çağrı Gösteriler ve protestolar, devrimimizin ateşini tutuşturmada ve devrimimizi sürdürmede kilit rol oynamıştır. Şimdi gereksinme duyduğumuz kesim işçilerdir. Rejimin kaderini işçiler belirleyecektir. İşçiler, Devrimin gidişatını yalnızca gösterilerde yer almakla şekillendirmeyecekler; aynı zamanda geçerli tüm endüstriler ve büyük şirketlerde örgütleyecekleri bir genel grev yoluyla bunu gerçekleştireceklerdir. Rejim, oturma eylemlerine ve gösterilere günlerce ve haftalarca karşı koyabilir ve konumunu bunlar varken de sürdürebilir. Ancak, işçilerin grevleri bir silah olarak kullanması durumundadır ki, rejimin ayakta kalması birkaç saat bile sürmez. Demiryollarında grev! Kamu taşımacılığında grev! Hava alanlarında ve büyük endüstriyel şirketlerde grev! Mısırlı işçiler! İsyandaki gençlik adına, şehitlerimizin kanı adına devrim saflarına katılın, emekten gelen gücünüzü kullanın ve zafer bizim olsun! Şerefli şehitlerimiz için gurur duyuyoruz! Sistem çökecek! Tüm güç halkın elinde toplanacak! Devrimimizin zaferine!
-
AKP’nin dinci-liberal darbesinde son dönem yaklaşırken....
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
*** AKP’nin, 2007 yılındaki genel seçimlerden, tekrar ve daha da güçlenerek, tek başına iktidar olarak çıkmasından, 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişiklik paketine dair referanduma kadar geçen süre, Bu partinin, ülkemizde öznesi olduğu sivil darbenin, ikinci dönemidir. Şu an, üçüncü dönemdeyiz ve önümüzdeki seçimlerden sonra da, eğer ki büyük bir sürpriz olmazsa, dördüncü ve son ve “asıl” döneme gireceğiz. Zira AKP, anayasayı tümüyle değiştirip, “yeni rejim”i tartışılmaz kılacak ve “yarı resmi”likten kurtarmış olacak o zaman. İçinde bulunduğumuz dönemde yaşadığımız gelişmeler AKP’yi Truva atı seçen "AB-ABD emperyalizminin" Kendisini Kemalist, ulusalcı, Cumhuriyetçi, laik olarak tanımlayan halk kitlelerinin, Onların siyasi önderleri ve Türkiye halkının başının üzerinde sallayıp durduğu Demoklesin kılıcıdır. Bu yaşananların özünde iki ana gaye vardır: Bir, muhalifleri bertaraf etmek; iki, bertaraf olmayan muhalifleri dönüştürüp, “yeni düzen”e alıştırmak. Yansımaları nedir, Kürtler ve Kemalistleri, Kemalistler ve komünistleri, Komünistler ile Kürtleri birbirlerinden uzak tutmak; Muhtemel bir emek ve laiklikten, bağımsızlık ve işçi demokrasisinden taraf olan birlikteliği önlemek; Sonucunda da, kesin amaç olarak, mevcut politik kaostan, çelişki ve çatışmalardan faydalanıp sivil darbeyi sonuçlandırmak. *** Özetle, AKP ve arkasındaki uluslararası sistem çeşitli dava, komplo, plan, tertipler ile, Sivil darbenin önünde engel olan, olabilecek, olması muhtemel politik çevrelerin en uzlaşmazlarının kalemini kırmıştır. Bu gün halka önderlik edenler ve seçimlere katılacak olan muhalefet partileri, Gelişmelerin bu yönü ile değil de, tutukluların kimlikleri ile ilgilenir, yani resmin tümüne bakmayı, ısrarla reddederlerse; Yarın başlarına gelmesi muhtemel, ki bugün de geliyor, tehlikelere göğüs gerecek, güç ve iradeleri olamaz. AKP’nin dinci-liberal darbesine, öyle veya böyle, direnen yüzde kırk ikilik, Kürtleri de eklersek, yüzde ellilik kitleyi umursamaz, Azıcık aşım kaygısız başım, mantığı ile, her şeyden bağımsız siyaset ve siyasi odaklar inşa etmeye devam ederlerse, Ancak tribünlerde ıslık çalacaklardır. Bu, açık ve net; bunu görmek için, olağanüstü çabaya falan da gerek yok, gözleri kapatmamak yeterli. Artık, hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve satıh, bütünüyle bu memlekettir! Emperyalist kapitalizm, AKP aracılığı ile, sadece ağaçlarımızın gölgesine değil, Ağaçlarımızı diken halkımızın onuruna, namusuna, insanlığına, aklına, vicdanına, geleceğine göz dikti. Bu Türkiye halkının hayat tarzıyla ilgili bir mücadeledir; Memleket kavgasıdır; sınıf mücadelesini de içerir. Ya emperyalizmin şeriatına razı olacak ya da tarikatlardan arınmış tam bağımsız Türkiye de yaşamayı hak edeceğiz... -
Ya sesimizi çıkaracak ya da kendi sessizliğimizde boğulacağız
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
*** Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından yazılanlara, söylenenlere bir bakın. Ortada tam da dünyanın bütün sağcılarının, bütün muhafazakârlarının nefret edeceği bir "İMGE" var. Defne Joy her şeyden önce bir kadın!.. Ve üstelik giyim kuşamıyla, Yaşam tarzıyla muhafazakârların ahlak anlayışlarına uymayan bir kadın. Eğlenmek için dışarıya çıktığı bir akşam, bir erkekle tanışıyor ve onun evine gidiyor, Resmi olarak evli ve bir de çocuk sahibi olduğu halde yapıyor bunu, Eve gitmeden önce de içki içmiş ve evde de içmeye devam ediyor. Neresinden bakarsanız bakın ölmeyi hak eden bir kadın var ortada, Nasıl yanlış yaşamışsa öyle de yanlış bir şekilde ölmüş, örtünmemiş, içki içmiş ve zinaya kalkışmış. O halde ölmeli, o halde böyle bir kadının ölümüne kimse üzülmemeli, O halde herkes su testisinin su yolunda kırılacağını bilmeli! Bu da yetmez üstelik. Geride kalanlar onun bu ölümünden ders çıkarmalı, Devlet ahlakımızı korumak için daha sert tedbirler almalı, Alkol bütünüyle yasaklanmalı, kadınların örtünmeden evden çıkmaları, Hatta mümkünse yanlarında bir erkek olmadan evlerinden çıkmaları yasaklanmalı. Okuyun Defne Joy’un ölümünden sonra yazılanları, Doğrudan ya da imalı bir şekilde esas söylenenin bunlar olduğunu göreceksiniz, Gencecik bir insanın ölümünün ne türden bir alçalmaya vesile olabileceğini göreceksiniz, Birilerinin artık nasıl yaşayacağımıza karar verme hakkını kendinde görmenin ötesine geçip, Ölümlerimiz hakkında konuşmaya başladıklarını göreceksiniz. *** Açın okuyun Eski adı Vakit, Yeni akit’ten Serdar Arseven’in yazısını. Diyor ki; “Onu kucakta zıplatılırken görmüştüm bir kez... Birkaç kez de magazin sayfalarında takılmıştı gözüme... Onun için üzgünüm ve Allah'tan taksiratının affını niyaz ederim... Amma velâkin, olan biten, ders almadıktan sonra neye yarar!.. ‘İçki bütün kötülüklerin anası!..’ Vaziyet bu!.. Defne, gecenin üçünde "sevgilisi"nin evine gitmiş... Evli ha; bir de erkek bebeği var, Maşallah nur topu gibi, bir buçuk yaşında... Kocası onu çok severmiş, o da kocasını severmiş... Ancak, farklı duygularını "arkadaşlarıyla" tatmin edermiş!... Evinde öldüğü oğlanla o gece tanışmışlar...Ve ilk geceden "oğlan evine" gitmişler!.. Serdar Arseven, Hüseyin Üzmez’in gazetesinde yazıyor. Hüseyin ağabeyinin alçakça taciz ettiği kız çocuğu hakkında tek bir söz söyledi mi acaba? O kız çocuğu için bir kere bile içi acıdı mı? *** Yetmediyse Hıncal Uluç var. O da diyor ki; “Ortada çok açık, çok seçik bir "İhanet" var.. Hem de aşk aldatması bile değil. Bir gecelik macera/ One night stand için, aldatılan bir koca ve unutulan bir bebek.. Ölmüş.. Allah rahmet eylesin.. Ama böyle bir insana, öldü diye saygı duymamı kimse benden beklemesin.. Kimse de, onu Azize ilan ederek, gençliğin önüne "Rol model" diye koymaya kalkmasın.. Defne Joy Foster'in ölüm sebebi bilinmiyor.. Astım hastasıymış. Fena halde sarhoşmuş. Bilinen o.. Alkol mü?. Son zamanlarda zararı bilimsel araştırmalara konu olan, bir nevi doping, enerji içeceklerinin aşırı kullanılması mı?. Uyuşturucu mu?. 10 gün içinde Adli Tıp gerçeği açıklayacakmış.. Öğreneceğiz. Ama benim görüşüm değişmeyecek. Defne'nin ölümü tipik bir ‘Su testisi, su yolunda kırıldı’ olayıdır!.. Hıncal Uluç, 80’lerde erkek dergilerinde yazarlık yaparken, Ya da daha geçtiğimiz senelerde kızı yaşındaki mankenlerle dergi kapaklarına pozlar verirken su yolundaki bir su testisi miydi? *** Katıldığı TÜSİAD genel kurulunda “Başkalarının tercihlerine, yaşam tarzlarına karışmayız” demişti başbakan. Oysa geldiğimiz nokta, muhafazakârlığın, bırakın yaşam tarzlarını, Ölüm tarzlarına karışma hakkını dahi kendinde bulmaya başlamış olmasıdır. Nasıl yaşayacağımıza da nasıl öleceğimize de karar verme hakkını kendisinde gören, hayatı ve ölümü kuşatan, Tam da bu nedenle totaliter olarak adlandırmamız gereken bir muhafazakârlıkla karşı karşıyayız artık. Hayatlarımıza ve ölümlerimize karışanların hepsi, bütün muhafazakârlar, bütün ahlak bekçileri, Sağcılığı bu ülkeye bir deli gömleği misali giydirenler, Yazarı, çizeri, siyasetçisi, bürokratıyla sermaye vesayeti için çalışanlar asıl şu soruya yanıt versin: Siz gencecik bir kadının ölümü üzerinden mastürbasyon yaparken, Ankara’da, OSTİM’de, 17 işçi yaşamını yitirdi. Üç kuruş maaşla, sigortasız, güvencesiz saatlerce çalışıyorlardı, hiç yaşamamışçasına ölüp gittiler. Biriniz çıkıp bu ölümlerin hesabını soracak mı? İçinizden biri çıkıp kayıt dışı istihdamla, güvencesiz çalışmayla, Taşeronlaştırmayla ilgili tek bir satır yazacak, tek bir söz söyleyecek mi? İçinizde padişahı kızdırmaktan çekinmeyecek, iktidarla arasını bozmaktan endişelenmeyecek, İkbal kapılarının yüzüne kapanmasından korkmayacak tek bir kişi var mı? *** İktidarı allayıp pullayan liberaller, 12 Eylül referandumunda “yetmez ama evet” diyenler, Muhalif her unsuru darbecilikle suçlayanlar, “AKP döneminde ülke ekonomisi iyiye gidiyor” diye yazabilenler, Bu ölümlerle ve bu ölümlerin arkasındaki gerçek nedenlerle, Yani taşeronlaştırmayla, yani sendikasızlaştırmayla, yani güvencesiz çalışmayla ilgili tek satır yazacaklar mı? Bu iktidarın, bu ölümlere takdir-i ilahi densin diye başımızda olduğunu, Serbest piyasanın varlığı için toplumun muhafazakârlaştırılması gerektiğini, söyleyebilecekler mi? *** Kitlelerin sürüleştiği, İkiyüzlü bir ahlak anlayışının hüküm sürdüğü, İnsan hayatının bedelinin Melih Gökçek’in vereceği bir ev olduğu, Kula kulluk edilen, Hesap sorulmayan, Kadın düşmanı, Emek düşmanı, Yoksul düşmanı bir ülke istiyorlar, böyle bir rejim kuruyorlar. "Bizim istediğimiz gibi yaşayıp istediğimiz gibi öleceksiniz" diyorlar. Ya sesimizi çıkaracak ve sorular soracağız ya da kendi sessizliğimizde boğulacağız. -
TORBA YASA GÜVENCESİZLİK ATEŞİNE EMEKÇİ TAŞIYOR...
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Şu sıralar AKP!liler TBMM çıkaracakları Torba Yasası ile güvencesizlik ateşinde yanacak yeni işçiler yaratmakla meşguller. Torba yasının 74. maddesinde; özel sektörde istihdam edilecek yeni işçilere dair sigorta primlerinin işveren payının, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması düzenleniyor. Yalnızca “18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük erkekler ile 18 yaşından büyük kadın” işçilerin istihdamı için öngörülüyor bu madde. 64. maddesinde; “çağrı üzerine çalışma, evden çalışma, uzaktan çalışma” gibi esnek çalışma biçimlerini öngörüyor. Bu da bilenlere yüzyıllar önce kapalı atölyelerde vahşi koşullarda çalışan kadınları hatırlatıyor. Bu seferki düzenleme evinize kapanıp çalışın oluyor. Güvencesizliğin en vahşi biçimde uygulanma biçimi ev olunca sömürü gizli kalıyor. Taslağın 62. maddesi ise;Şu an 2 aylık olan deneme süresini 25 yaşın altındaki genç işçiler için 4 aya yükseltiyor. Bu ülkede güvencesiz çalışan kot taşlama işçileri silikozis hastalığından ölüyor... Bu ülkede tekstil fabrikalarında güvencesizliğe mahkûm edilen kadın işçiler yanarak ölüyor... Bu ülkede daha önce Davutpaşa'da şimdi Ankara’da güvencesiz çalışan işçiler ateşte yanıyor… Bu ülkede işçiler Torba Yasa adı altında güvensizliğin torbasının içine konulmaya çalışılıyor… Bu ülkede işçiler İleri demokrasi diyen AKP'lilerin marifetiyle güvencesizliğin ateşiyle yakılmak isteniyor... -
Kıbrıslıların derdi ne? Bu halk neden böylesi bir tepkiyle sokağa çıktı? Geçtiğimiz günlerde “Halk olma hakkı ihlal edilmiş bir halkın hakları” için neoliberalizme karşı mücadele edenler, “Ankara elini yakamızdan çek!” pankartlarıyla Kıbrıs’ta son bir miting yaptılar. Mitingin mesajını özetleyen bu pankart faşist saldırı girişimlerinin ve Ankara’nın hışmının hedefine oturdu. Ne oluyor yahu... Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemiyle sormak istersek; Bu bizim "Besleme Kıbrıslıların" derdi ne? Bu halk neden böylesi bir tepkiyle sokağa çıktı? Herşeyi bilen Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıslıların derdinin ekonomik temelli olduğunu, 1986’dan beri devam eden 15-20 yıllık bir sürecin sonucu. Özal’dan beri ülke ekonomisine Ankara yapımı neoliberal ekonomik paketler yön verdiğini, Kıbrıs THY özelleştirildiğini. Çalışanlarının sokakta kaldığını. Sırada olan ADSL hizmetleri vs. Dâhili telefon özelleştirmesi, Elektrik üretim, iletim, faturalandırmasıyla, Kooperatif bankasıyla, tohumculuk, tahıl, süt, hellim işletmeleriyle Kıbrıslı Türklere ait ciddi bir değer, Kıbrıslı Türklerin üretimde tek şansı olduğunu, bu özelleştirmelerin Kıbrıs’ın bitmesi anlamına geldiğini, neoliberal politikaların kaynağında Türkiye hükumetlerinin var olduğunu neden bilmiyor ki?. Bizim başbakanımız bunları bilemediği için ona öğretmek amacıyla yapılan mitingde Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS) bir pankart açtı: “Ankara, ne paranı, ne memurunu, ne paketlerini istemiyoruz!” *** Kıbrıslılar söyleyeceklerini söylediler ve şüphesiz bu tür absürt şeyleri söylemeye de devam edecekler. Ne de olsa orada bizde olduğu gibi ileri demokrasi yok, şimdi sıra özelleştirme paketlerimizi kabul etmeyen bu densizlerin yaptıklarını yanına bırakmamak için Ana vatanda ileri demokrasi sahibi olan bizler gereğini yapacağız... Ne mi yapacağız? Ne istersek onu... Besleyenler beslemelerine ne yapıyorsa onu yapacağız... Sen çok yaşa Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan... Helal olsun sana her dönemin çok değerli bakanı sayın Cemil Çiçek... Yürüyelim arkadaşlar dağ başını duman almış. Utanmazlar pankart açmış... Kahrolası beslemelere hadlerini bildirelim haydi breee... Kim tutar bizi beee...
-
Arap dünyasında nereye giderseniz gidin Mısır’ın etkilerini hissedersiniz. Mısırlı entelektüeller, şarkıcılar, aktörler, siyasetçiler, ister yaşıyor olsunlar isterse ölü, Arap zihniyetinin ve kimliğinin oluşumunda çok önemli bir rol oynarlar. Mübarek, Siyonist devletle barış anlaşmasını imzalayan Sedat’ın öldürülmesinden sonra iktidara geldi. Mısır halkı farklı bir biçimde düşünürken, Mısır siyasal rejimi çıkarlarının ABD ve Siyonist sistemle uyum içinde olduğuna inanıyordu. ABD, Mübarek’in iktidarını hem Siyonist sistemi, hem de bölgesel çıkarlarını korumak adına destekledi. Mısır, Enver Sedat döneminde kurulan ve Mübarek döneminde uygulanmaya konulan bu yeni politik pozisyon sayesinde özellikle ABD’nin Irak işgali sonrasında Arap dünyasının dışına itildi. Arap dünyası, bir tarafta başını Mısır ve Suudi Arabistan’ın çektiği “yansız” ya da “ılımlı” devletlerle (Amerikan yanlısı blok), diğer tarafta başını Suriye’nin çektiği muhalefet bloğu (Amerikan karşıtı blok) olmak üzere iki temel bloğa bölündü. Mısır, Arap-İsrail çatışmasının dışına itilmiş olsa da, Mısırlılar kendilerini hala Arap kabul ediyor ve Siyonistler de Filistin işgalini sürdürüyor. Siyonist devletle Mısır arasında var olan barış anlaşmasının ayakta tutulabilmesi için Mısır siyasal sisteminin de ayakta kalması gerekiyor. Mısır’a bu amaçla milyarlarca dolar pompalanıyor. Mübarek tam 30 yıldır Mısır Devlet Başkanı! Bu 30 yıl boyunca onu halk mı seçti? Elbette hayır. Bölgedeki ve dünyadaki politik sistemler işte böyle işliyor! Bu da “demokrasi”, “özgürlük” ve “seçimler” gibi cafcaflı sloganların ABD çıkarlarına hizmet ettikleri sürece sadece içi boş sloganlar olduklarını gösteriyor. Örneğin ABD şu ana kadar Mübarek’i asla diktatör olmakla suçlamadı! Tersine pozisyonunu güçlendirmek için milyarlarca dolar akıtarak onu destekledi! Mısır halkı diktatörlükten, Mübarek’ten kurtulmaya çalışıyordu, ancak şu ana kadar baskılar, işkenceler ve hapishaneler sistemin halkın ayağa kalkmasını engelleyen araçları olarak işlev gördüler. Mübarekse oğlunu Mısır’ın yeni devlet başkanı yapmaya hazırlanıyordu! Halk bu adımı reddetti. Muhalefet yükselmeye başladı. Sonra aniden İskenderiye’deki bir Hıristiyan kilisesini hedef alan patlama gerçekleşti. Mısır’da Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında skandallar yaşandı. İçişleri Bakanlığı bütün olup bitenlerden “Jaysh Al Islam-İslam Ordusu” örgütünü sorumlu tuttu. Mübarek’in oğlu Cemal’in alternatifinin “Jaysh Al Islam” gibi radikal İslamcı gruplar olacağı yolundaki dedikodular yaygınlaştırıldı. Sonra Tunus devrimi patlak verdi ve devrim siyasal sistemde değişim yaratmayı başardı. Bu olay sistemden duyulan korkuyu kırdı ve Mısır halkını harekete geçirdi. Beş Mısırlı, yaşadıkları berbat ekonomik, sosyal ve politik koşulları reddettiklerini ifade etmek için kendilerini yaktılar. Sistemse bütün bu olup bitenleri görmezlikten geldi. Sonra aniden Mısır halkı Mübarek’in gitmesini isteyerek sisteme isyan etti. Bir başka deyişle halk siyasal sistemin değişmesini talep etmeye başladı. Olayların başında sistem halk devriminden daha güçlü olduğuna inanıyordu. Polis halkı zalimce bastırmaya çalıştıysa da bunu başaramadı. Sistem bu durumda, tıpkı Tunus’ta olduğu gibi, bir başka kirli oyunu devreye soktu. Polis resmi giysilerini çıkarıp sivil giysiler giyerek insanları öldürmeye ve dükkânları yağmalamaya başladı. Halk oyunun farkındaydı. Kendisini, tarihi yerleri, müzeleri, bankaları ve evlerini korumak için “halk güvenlik komiteleri” oluşturmaya başladı. ABD, devrimin gücünü görünce Mübarek’ten sistemde kimi reformlara gitmesini talep etmeye başladı. Mübarek ise Ömer Süleyman’ı başkan yardımcısı olarak atadı. Halksa politik sistemde reform değil değişim istediğini söyleyerek sokakta kalmayı sürdürdü. Ordu halkın taleplerinin meşru olduğunu ilan ederek, göstericilere saldırmama sözü verdi. Devrimin Mısır siyasal sisteminde radikal bir değişiklik elde edebilmesi halinde, bu durum, Arap dünyasının tamamında değişimin başlayacağı anlamına gelecek. ABD, bölgedeki en güçlü müttefikini yitirecek ve Siyonist devlet de Gazze’yi ve Filistinlileri ezen önemli bir müttefikinden olacak. Suudi Arabistan ve Irak da önemli bir müttefiklerini yitirecekler. ABD şu anda, lafzen halkı destekleyip, eylemleriyle çöken sistemi destekleyerek pusuda bekliyor. Bugün Mısır tarihinin en büyük gösterisi gerçekleşecek. Milyonlar sokağa çıkıp Mübarek’in gitmesini isteyecek. Mübarek’in istifa etmeyi reddetmesi halinde başkanlık sarayına doğru yürüyüşe geçeceklerini söylüyorlar. Yarının neye gebe olduğunu hiç kimse bilmiyor. Yanıtı yalnızca, yarın, devrim verecek. 04 Şubat 2011 - *Ahmad Dirki Lübnan Komünist Partisi yöneticisi...
-
Bir kaç aydır AKP-ABD Hattı çok yoğun. Heyetler ard arda geliyor. Önce Aralık başında Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in 24 Saatlik Washington ziyareti. Ergin uçakta yalnız değil. Müsteşarı Ahmet Kahraman ve 8 yargıçla birlikte uçuyor. Wikileaks belgelerinin Türkiye ve dünyayı kasıp kavurduğu bir zamanda, Ergin ABD Adalet Bakanı Eric Holder'ın davetlisi olarak 24 saatliğine Washington'a geliyor. Bu arada, Atlantic Council adlı araştırma kuruluşun kapalı kapılar ardında ilginç bir toplantısına katılıyor. Toplantı ilginç çünkü, toplantıda ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman da var. Edelman'ın Ergin gelmeden 2 gün önce yayınlanan bir Wikileaks belgesinde AKP ve Erdoğan hakkında ağır ithamlarda bulunduğu yayınlanıyor. Ergin, Türkiye'ye dönüyor, hakimler heyeti Meksika sınırındaki Arizona Eyaletine gidiyor, Amerikalı meslektaşlarından 10 gün hukuk eğitimi alıyorlar. CHP Milletvekili Ali İhsan Köktürk ve Ahmet Tan, Edelman'la buluşup buluşmadıklarını merak ettikleri Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e, soru önergesi veriyorlar. " Edelman'la görüştüğünüz haberleri doğruysa, bu görüşmede WikiLeaks'te yayınlanan Başbakan'ın İsviçre bankalarındaki 8 gizli hesabının olduğu konusu konuşulmuş mudur? " Bugüne kadar yanıt yok... *** Hayati Yazıcı, "ABD İç Güvenlik Bakanı Bayan Napolitano'ya Wikileaks belgesini de soracaktım ama vazgeçtim" demiş. Acaba vazgeçmeseydi ne diyecekti? Bu yayınları önleyin mi ya da başka bir şey mi diyecekti...
-
Ergenekon'da iktidarin yeni ali cengizleri
GeceKuşu şurada cevap verdi: politika başlık Güncel Konular
Doğaldır... Takiye onların her zamanki davranışlarının ABC si... Çapsızlık ve kaypaklık söz konusu olduğunda ellerine su dökülmesi mümkün olamıyor... Doğal olarak da onların bu tutarsız yaklaşımları, aynı -ilkesel bakış açısını özümsemiş olan- diğerleri tarafından sorun olarak görülmüyor... -
Türk basınının 'su testisi' hakkında bilmeniz gereken 15 şey!
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
Sen misin "Su testisi su yolunda kırıldı" diyen... Şimdi de seni su yolunda su testisi olmanın yolunu açarlar işte böyle... Böyle bir şey işte medya savaşları... Bize de okumak değerlendirmek, haklıya haklı, haksıza da tü utanmaz demek düşer bundan sonrasında... *** Dipnot Tv - Lube Ayar... http://www.dipnot.tv/4319/Hincal-Uluc-dosyasini-aciyoruz-Turk-basininin-su-testisi-hakkinda-bilmeniz-gereken-15-sey.aspx -
“Benim tanıdığım Tayyip Bey böyle biri değil” diyor Fehmi Koru. En yakın arkadaşı Cumhurbaşkanı. Başbakan ve pek çok bakan yakın dostu. Üstelik fikirlerinin iktidar olduğu bir ülkede gazeteci. Ama işten çıkarıldı. Peki neden? Siyasi bir çatışmanın kurbanı mı oldu? Yoksa bu, Türkiye’de bir dönemin kapandığının işareti mi? Yeni Şafak serüvenini Tempo şubat saysında anlatan Fehmi Koru, Başbakan Erdoğan’ın son çıkışlarını eleştirirken, “Benim Tayyip Bey portreme uymuyor” diyor. Taha Kıvanç kimliğiyle de uyarıyor: “AKP hafife alıyor. Seçimlerden çok farklı sonuçlar çıkabilir.” En yakınlarının dilinden anlatılanlara bakarsak, "Nerelerden nereye geldiği ve bu kadar sinir küpü aykırı davranışların nedeni yavaş yavaş açığa çıkıyor mu dersiniz?"
-
Türkiye'nin gizli gündemi keçi gribi! Herkes bu hastalıktan muzdarip! Üzerinize sağlık ne yazık ki bende nasibimi aldım bu Keçiden... Hala daha geriye kalan sendromlarıyla baş etmeye çalışıyorum... Ağzımın içi teneke, dilimi oynatsam üst damağıma yapışıp sanki kocaman bir parça koparıveriyor. Yediğim içtiğim hiç bir şeyin tadı hala yok... Keçinin faydalarıda yok değil hani Keçiye inat bende sigarayı bırakıverdim... Hala daha şaşkınlık içindeyim nasıl oldu nasıl bıraktım... Oysa öncesinde ne kadarda uğraşmıştım kurtulmak için. Tam da artık iradesiz olduğuma dair inançlarım yerleşmişken, Keçi keçiliğini yaptı İrademi kurtarıverdi... Mutluyum artık bu açıdan yaşasın sigarasız yaşam! *** Keçi gribinden nasıl kurtulursunuz? İşte doktorların tavsiyesi! Geçen sene bu zamanlarda Türkiye vatandaşı domuz gribi ile yattı domuz gribi ile kalktı. Bir tarafta Sağlık Bakanlığı’nın aldığı aşılar konuşulurken basında böyle bir gribin gerçekten olup olmadığı konuşuldu. Türkiye vatandaşı yaklaşık 15 gündür inatçı bir griple uğraşıyor. Bu grip normallerine göre uzun sürüyor ve tabiri caizse yatak döşek yatırıyor. Vatandaş kendi arasında bu gribe inatçı olduğu için “Keçi Gribi” ismini taktı. Peki ama gerçekten böyle bir grip var mı yoksa bir uydurmadan mı ibaret? Bu sorunun yanıtını Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Doktor Aydoğan Lermiden dinleyelim. Marmara Üniveristesi Öğretim görevlisi Prof. Dr. Önder Ergönül ise olaya bambaşka bir açıdan yaklaşıyor ve bu sene ağır geçirilen gribin aslında domuz gribi olduğunu savunuyor. CnnTürk’e açıklama yapan Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanı Doç. Dr. Mustafa Ertek ise keçi gribinin, tıp literatüründe "Q Ateşi" ya da "Quensland Ateşi"olarak adlandırıldığını hastalığın ilk kez 60 yıl kadar önce Avustralya'da Queensland'da ortaya çıktığını şu ana kadar Türkiye’de böyle bir vakaya rastlanmadığını söylüyor. Ertek'in verdiği bilgiye göre, keçi gribinin etkinlik alanı ve bulaşma şekli şöyle: Bence biz hasta olalım ya da olmayalım Günlük Kişisel temizliğimize dikkat etmemiz gerekiyor. Gripten korunmak amacıyla aşağıdaki Bilgilendirmelerin yararlı olacağı düşüncesiyle buraya alıntılıyorum... http://www.youtube.com/watch?v=dGvzhWDD2Ko - - - - - http://www.youtube.com/watch?v=pYIkE6lSVO0 http://www.youtube.com/watch?v=JqCxcn6jkfA Sağlıklı ve huzurlu günler geçirmeniz dileklerimle
-
LÜTFEN HEMEN SİNİRLENMEYİN SAYIN BAŞBAKAN...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
- Dipnot.tv - http://www.dipnot.tv/4334/4304/Kibrisli-bir-gencin-feryadi.aspx -
Can Dündar, Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yalancı mı dedi! *** Yıllardan 2011, Aylardan Şubat... Şunun sırasında seçimlere de kalmış bir kaç ay... Duyduk duymadık demeyin... Tayyip Erdoğan ziyaretine gelen Cumartesi Annelerine; “1979’da ben de işkence gördüm” diyerek gözaltı sürecinde gördüğü muameleyi aktarmıştı. Hepiniz hatırladınız öyle değil mi? Haydaaa!... Derken, derken Can Dündar belgeselci olduğunu kanıtlayarak, Başbakan’ın iddia ettiği gibi işkence görmediğini yazılan kitaplarla ortaya koydu... Hayır hayır, düşündüğünüz gibi değil... Kitapları yazanlar Tayyip Bey’in muhalifleri değil; Biri eski basın danışmanı olan ve mebus yaptırdığı Hüseyin Besli, Diğeri de kankası Star yazarı Mehmet Metiner... Evet ne yazık ki, Tayyip Bey’in çok çok yakınlarının yazdığı bu kitaplara göre; değil işkence yapılması, Bahsedilen olayda Erdoğan’ın görevli komutanla şakalaştığı bile yazılıyor. Dahası güya işkence gören gençler o süreçte müsabaka yaparcasına eğlenmek için güreş bile tutmuşlar, yani ona bile izin verilmiş. Vay canına... "Yalancının mumu sahura kadar yanar" saflığında bu kitapların yazıldığı unutulmuş olmalı ki... Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Hiç olmayan şeyi yani işkenceyi var ve olmuş gibi anlatıyor "Cumartesi Annelerine". Aaa... Acaba NEDEN? Şimdi soralım kendi kendimize; Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, ona yapılmayan bir işkenceyi durduk yerde uydurmasını nasıl izah etmeliyiz! Eğer yine mağdurları oynamak, acındırmak ve siyaseten istismar için yaptıysa yine bunu... "Böyle bir şeye tevessül eden bir kişilik siyasi amaçları için neler yapmaz!" diye bir sonuca varmamız mümkün müdür?
-
LÜTFEN HEMEN SİNİRLENMEYİN SAYIN BAŞBAKAN...
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
KKTC yönetimi için durum artık bu saatten sonra çok ama çok zor. Ya normal demokrasiden vazgeçip bizde olduğu gibi ileri demokrasiye geçecekler. Ya da Başbakan'ın bitmek bilmeyen öfkesinin sonuçlarına katlanacaklar. Biz aradan geçen bunca zamanda buna alıştık artık, bakalım Yavru Vatan ne kadar sürede alışacak? -
Yavru Vatan KKTC yönetimi ‘İleri demokrasi' ye geçebilecek mi? Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu'nu aramış ve gösterilerde Türkiye aleyhine pankartlar açanlar için, “yargı sürecinin başlatılmasını” istemiş. *** Kıbrıs'ta bunun nasıl yapılabilecekler onların çok zorlanacakları ortada. Çünkü Yavru Vatan'ın “normal” bir demokrasisi var. Ne yazık ki oralarda bizim burada olduğu gibi başbakanların hoşuna gitmeyen gösteriler için kolayca dava açmak, Göstericileri dövmek, taşıdıkları pankartların sopalarını kafalarında kırmak pek mümkün olamıyor. Eğer ‘İleri demokrasi' mizin mucudi, savunucusu ve uygulamacısı Değerli Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla bu işler olabilirse... Dünya siyaset tarihinde de bir ilk yaşanacak. Türkiye, “ileri demokrasisini” Kıbrıs'a ihraç etmiş olacak! Biliyorsunuz “ileri demokrasilerde”, Devlet büyüklerini sinirlendirecek işler yapmak kesin olarak yasaklanmış, kurallara bağlanmıştır. Başbakan'ın bir kaş-göz işareti, Davaların açılmasına, heykellerin yıkılmasına, göstericilerin dövülmesine yeter de artar bile! Yani KKTC yönetimi için durum artık bu saatten sonra çok ama çok zor. Ya normal demokrasiden vazgeçip ileri demokrasiye geçecekler. Ya da Başbakan'ın bitmek bilmeyen öfkesinin sonuçlarına katlanacaklar. Biz aradan geçen bunca zamanda buna alıştık artık, bakalım Yavru Vatan ne kadar sürede alışacak?
-
yanlış konuşuyorsunuz sevgili dostum. Bu ordu daha dün Suriye sınırına yığınak yapıp savaş tehdidinde bulundu ve Şam'ı dize getirdi. Şam bölücübaşını ülkeden kovdu. Gelinen noktada ise bırak komşu bir devleti, komşu bir devlet taslağının meydan okumalarına boyun eğmek zorunda bırakıldı. Bakın boyun eğdi demiyorum, zorunda bırakıldı diyorum. Bir de başına çuval geçirildi, bir de kozmikleri ipe sağa gelmez akıl dışı suikast iddiaları ile didiklendi. Sevgili demirefe; Sanırım o cümlede anlatmak istediğimi tam ifade edemedim... Sizin ele aldığınız değerlendirmeler benim kastım değildi... Biraz daha bütünlüğü sağlamak amacıyla alıntıları birleştirdim... Üzerinde durduğum... Ordunun içinin Oyulması ve... "AKP'nin ve ABD'nin ordusudur hatta NATO ORDUSUDUR" tespiti... Ordunun Kağıttan Kaplan olduğu üzerine bir yaklaşımım yok öyle değil mi?... Bence daha da gerilere gidilmesi gerekir "Bırakın Orduyu, ülkenin içinin oyulması" tespitini ele alıp değerlendirmeye çalışırsak eğer. Koreye Asker göndermek ve Nato üyesi olmakla başlıyor aslında bir şeyler... Elbetteki, Üye olmak ve Asker göndermek bunun belirleyici faktörü değil. Mesele Ulusunun çıkarında taraf olmak yerine emperyalizmin gücünün güdümünde davranmayı meziyet sanan o günden bugüne ülke yönetiminde söz sahibi olan "Güdümlü Yönetenlerimizin" bu güne kadar ne yapıp yapmadıklarında... Aynı şekilde Devletin çeşitli kademelerinde bir üstüne hizmet üreten -Valisinden Emniyet Müdürüne, Ordunun en üst kademesinden Kuvvet komutanlarına, vs..vs..vs diğer seçilmişlerin Neyi, Ne için ve Hangi bilinçle yaptıklarının değerlendirilmesi konunun geçmişten günümüze nasıl geldiğinin anlaşılmasında yararlı olacaktır... 1970 li yılları bilirsin... Hatta 12 Mart muhtırasını... Ulusun Ordusunun içine çöreklenmiş Cuntanın "Neyi, ne için" yaptıkları o günde belliyken bunu dile getirenler işkencelerde ve dar ağaçlarında misafir edilirken bugün aynı gücü kullananların dilinde istismar amaçlı seçim propagandası olarak kullanılabiliyor... 1976 ve 1980 arasını da bilirsin ve 12 Eylül 1980 i... Yine Ordu içinde çöreklenmiş Cuntanın yaptıklarını... Özetle El birliğiyle içini ve içimizi oya oya günümüze kadar geldik... Ve hala ne yazık ki, bize gösterilen fotoğraflar üzerinden değerlendirmeler yapıyor, Sürekli bir şaşırtmaca ve görüntülerin yansımaları üzerinde politikalarla cebelleşip örgütsüz, parça parça kişisel tepki duymaktan öteye gidemeyecek olan karşı duruşlarla oyalanıp duruyoruz. "AKP'lisi, MHP'lisi, CHP'lisi, Vs..vs'lisi" Halk kitleleri olarak, "net, tutarlı ve öngörülü bir rehberlerin olmadığı ortamda" kafaları karışmış bir oyana bir bu yana savrulup duruyoruz hep birlikte... Neyse dediğin gibi neyse... Anlayana SİVRİSİNEK SAZ... İçimiz öylesine OYULMUŞ ki; Anlamayana "Sazı Soksan AZ" Saygı ve Sevgilerimle
-
BİR İNSANIN İNSAN OLABİLME İHTİMALİNİ SEVMEK ( ! )
GeceKuşu şurada cevap verdi: Siyah_Beyaz başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
- 1 cevap
-
- İNSAN OLABİLME
- Defnenin ölümü
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Sayın Politika; Yazdıklarınızda yakın geçmiş ve bugün arasında ikdidar sözcülerinin yaklaşımlarında açığa çıkan çelişkileri vurgulamışsınız. Size katılıyorum. Ama bu görünen yaşanan bilinen yaklaşımlar onların günlük ve yerleşmiş politik yaklaşımları.. Sağduyulu herkes bunun farkında... O halde bütün bu çelişkili yaklaşımlar kime karşı ve ne amaçla yapılıyor? Gerekli tespitlerin yapılarak neye, nasıl ve nerede karşı durulması gerektiğinin belirlenmesi için, Üzerinde durulması gereken noktanın bu olduğunu düşünüyorum... Bu adamlar her şey, aynı zamanda da hiçbir şey yapmıyorlar... Bir bakıyorsunuz ileri demokrasinin savunucuları.. Arkalarından sürüklenen ufku dar demokratlar ama gerçekte baskıcı bir rejimin söylemleriyle uygulamalar yapıyorlar... Bir bakıyorsunuz bunlar açılımcı, Alevi ve Kürt açılımı yaptıklarını dile getiriyorlar... Arkalarından sürüklenen "yetmez ama evet" safsatasına kapılmış ileri demokratlar ama gerçekte seçim furyası geçince bir bakıyorsunuz her şey unutulmuş söylenenler rafa kalkmış... Özetle; önceden belirlenmiş yol haritaları çerçevesinde uygun adımlarla ilerliyorlar. Gerçek şu ki yol haritasının ne olduğu üzerinde kimsenin bir bilgi ve hem fikir olamadıkları bir ortamda yaşıyoruz. Sürekli bir şaşırtmaca ve görüntülerin yansımaları üzerinde politika yapan muhalefet. Halk kitleleri de kendilerine net, tutarlı ve öngörülü bir rehberlerin olmadığı ortamda kafaları karışmış bir oyana bir bu yana savrulup duruyorlar. *** Diyorsunuz ki; "TSK artık Türk ulusunun değil AKP'nin ve ABD'nin ordusudur hatta NATO ORDUSUDUR" İlk bakışta haklı olduğunuzu düşündürüyor ve hatta isyan ederek ayağa kalkıyor insan... Ama gerçek şu ki, bu durum yeni değil ki, 1970 li yıllara dayanan bir geçmişi var bunun. sayın Fuzulinin belirttiği gibi "Kurulu olan bu sistemin içinde yer alan yeni aktör AKP de bugün bu sistemin verdiği gücü kullanıyor" Ve yıllardır bize seçtirdikleri iktidarlar eliyle bunu kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bunu kabul ettirerek genel amaçlarına ulaşmanın yolunun, ordunun ve bizlerin içinin bu tür düşünce ve kabullerle rahatça oyulabileceğinin bilincindeler. Bu durum karşısında bizim bilincimiz ne olmalı diye oturup düşünmemiz gerekmiyor mu? Gereçek şu ki, Başkalarının belirlediği gündem ve politikaların ardından sergilemeye çalıştığımız karşı duruş, sürekli savunmada olan boksörler gibi suratımızı korumaya yönelik aldığımız gard nedeniyle görüşümüzü engelleyen eldivenlerin izin verdiği ölçüde görebiliyoruz ancak çevremizi, ringi, hakemi ve rakibimizi... *** Dediğiniz gibi... "Böyle bir komedi olabilir mi? ama oluyor burası TÜRKİYE VE UCUBELER DİYARI..." Oynanan bir komedi var. Evet. Ama gerçek komedyenler kimler?.. Bizi yönetenler mi? Yönetenlere destek atlarla develerle "Tahrir Meydanına" girenler mi? Yoksa her şeyin farkında olduğumuzu dillendiren ama örgütsüz, ama ufku dar politikalara gebe "Biz yönetilmeye aday olanlar mı?"
-
Sizin yazdıklarınız Hz.Muhammedin Allahı tanımlamalarından daha tutarlı olmuş... Ha gayret... Doğal seçilimi farklı bir üslupla anlatmayı seçmiş olsanızda... Allahın canlıların yaşamı üzerindeki etkisi ve işlevi, Bilim ve bilişim teknolojileri ilerledikçe sektördeki yerini çok daha farklılaşarak ve daha da anlaşılır bir şekilde alacak gibi görünüyor...
-
Okuma yazma bilmeyen bir insana hangi kitabı okuyacağını sormak..?! " Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!" Friedrich Nietsche
-
‘Yoksulluğa yolsuzluğa son’ diyen bir partinin iktidarda olmasına karşın... ‘Harcama Esaslı Göreli Yoksulluk’ rakamlarına göre Türkiye’de 2002’den bu yana yoksulluk azalmamış, tersine artmış. Bu durumu yeşil kart sahiplerinin sayısındaki artışı da destekliyor... Bir yandan ülkede yoksulluğun azalmıyor, aksine artıyor olması... Bir yandan ‘Yoksulluğa yolsuzluğa son’ diyerek iktidar olan partinin oyları azalmayıp artıyor olması birbiriyle açıkça çelişiyor. İktisadın ve istatistiklerin alanından siyasetin alanına geçtiğimizde de çelişkiler sürüyor, hatta daha da çarpıcı hale geliyor: Bu durumu nasıl açıklayacağız? Milletimizin kendine eziyet etmeyi sevdiği ve kendine eziyet edenleri daha da çok sevdiği sonucunu mu çıkaracağız? Gel çık işin içinden bakalım "Bu millet mazoşist mi?"
- 9 cevap
-
- Türkiye
- Sosyal yardımlar
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Aaaa.. Gerçekten Zaman ne çabuk geçmiş... "Sırasımı şimdi"... "Yetmez ama evet" derken... 2011 olmuş... Sekiz yıl geçmiş... Şunun sırasında seçimde yakın... “Tamam ama şimdi sırası değil.” deyip bir dört yılı daha su gibi akıp geçirecek miyiz dersiniz? Şimdiki kılıf belli "Sivil Anayasa"... Laf mı tükeniyor Liberal aklı evellerde, oysa zaman su gibi akıp geçiveriyor... Ardından kalıyor baki yalakalık... Ve tarihin çöp tenekesi...
-
“Yaşasın Başkan bizi anladı, yaşasın Başkan bizden biri.”
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
Eh ne diyelim Darısı Bizimkilerin başına ... -
Yıllardan 2011, Aylardan Ocak... Şunun sırasında seçimlere de kalmış bir kaç ay... Başbakan Erzurum’da öğrencilere yaptığı konuşmada hukuka büyük önem verdiklerini, Yüz elliden fazla adalet sarayı yaptıklarını, bunun hukuka verdikleri önemin kanıtı olduğunu söylemiş. Aman ne iyi çok sevgili sayın başbakanımız; Aman ne iyi de; Hukuku rafa kaldırdığınız bir ülkede muhteşem adalet sarayları yapsanız ne olur, yapmasanız ne olur? *** Yıllardan 2011, Aylardan Ocak... Şunun sırasında seçimlere de kalmış bir kaç ay... Başbakan Erzurum’da öğrencilere yaptığı konuşmada, "Yüze yakın üniversite açtıklarını da övüne övüne anlatmış." Aman ne iyi çok değerli sayın başbakanımız; Aman ne iyi de; Bilimsel özgürlüğün, çağdaş eğitimin yok edildiği içi boş üniversiteler ne işe yarar? Oralardan ancak sorgulamayan, eleştirmeyen, bilimsel düşünemeyen, tutucu dünya görüşüne sahip insanlar çıkar. Bu üniversiteler, sizin karşınızda uslu uslu oturan, eleştirmeyen, demokratik haklarını bile savunamayan öğrenciler yetiştirir... *** Başbakan, karşısında, soran, sorgulayan, itiraz eden, eleştiren, özgür üniversite diyen öğrenciler görmek istemiyor. O, söz dinleyen, eleştirmeyen, sorgulamayan, büyüklerin karşısında konuşmayan, uslu uslu oturup kendisini dinleyen öğrenciler istiyor. Tıpkı Erzurum’dakiler gibi... Erzurum’da seçilmiş öğrencileri masalara oturtan Başbakan onlara nutuk atıp, nasihatler verirken... Bu kurgulanmış toplantıyı protesto etmek için Erzurum’a otobüslerle giden öğrenci grupları kente bile sokulmadılar. Aynı saatlerde Ekranlarda bizim polisler, Mısır polisinden aşağı kalmayacağını isptalarcasına... Başbakan Erdoğan’ı protesto etmek amacıyla Yıldız Üniversitesi’nden Dolmabahçe’ye yürümek isteyen öğrencileri dağıtmak için gösterici gençleri kıyasıya copluyor, gençlere sille tokat girişiyordu. *** Bilenler bilir, geçmişle ilişkisi balık hafızası olmayanlar da hatırlar... Başbakan eylem yapan işçi de istemiyor. Uslu işçi, uslu sendika, uslu medya ve uslu gazeteci, uslu yazar, uslu bürokrat, uslu şarkıcı, türkücü, uslu sanatçı istiyor. Dahası var: Uslu bilim adamı, uslu doktor, uslu mühendis, uslu Danıştay, uslu Yargıtay, uslu Anayasa Mahkemesi, uslu savcı, uslu yargıç, uslu işadamı ve uslu bir toplum... Ucube heykeller, ecdada ciddi saygısızlık yapan diziler de istemiyor. Herkes uslu ve saygılı olacak, herkes Başbakan’a ve AKP’ye biat edecek. Etmezlerse ne olacak?... *** Bir kısa anektod: “Siz aydınlıktan korkuyorsunuz” demişti İsmet İnönü... Meclis kürsüsünde kendisini konuşturmak istemeyen, onun için bağırıp çağıran Demokrat Parti milletvekillerine... AKP iktidarı da aynen öyle... Onlar da aydınlıktan korkuyor. Herkes uslu ve saygılı olsun, herkes Başbakan’a ve AKP’ye biat etsin istiyor... *** Etmezlerse ne mi Olacak... Bugün son olarak Mısır da neler oluyor dersiniz?