Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. Bir gün Temel yolda yanlız başına yürürken, bir taraftanda kendi kendine konuşuyormuş; - Yarebbim, herşeyin doğrusunu sen bileyisun, ama üç şeye aklim ermeyi ; 1- Neden bu kadar çeşitli içki yarattun da bizi kararsiz pirakayisun? 2- Neden karilari ay kibin yaratmadun? Gece gelecek cündüz kaybolacakti! 3- En önemlisi püdün vicudumuza 200 küsür dane kemik koydun da neden en lüzumli yere pir tane bile koymadun?..
  2. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Ayşecik işte, çocukların hayal dünyaları sınır tanımıyor ki...
  3. Canlılığı, onların yaşamını ve insana dair her etkinliği salt inançlar üzerinden algılamayı tercih etmek, ortaya çıkabilecek sonuçlarını tek boyutlu bir gözlükle görülmesine neden olabiliyor... Yazarın yaptığı bu; inançlarına ve kendine göre değerlendirmeler yapılmış. Hatırlatmakta yarar var mı bilemiyorum... Ana başlık ve devamı şöyle: # Eğlence, Edebiyat, Sanat, Spor ve Videolar # > Kitap, Kitaplar, Edebiyat, Öykü ve Şiirler Özetle tartışmaları Ana başlığın içeriği üzerinden açmak ve devam ettirmek. Varsa; ana başlıkla sınırlanan konunun özüne dair bir düşünceniz belirtmek, yoksa okuyup bilgilenmek aklı başında bir yaklaşım... Sonuçta, her şeyi tek bir algılama üzerinden değerlendirmelerin varacağı tek yer var polemik. Sorunuza şöyle bir yanıt gelebilir... "Bu üst yüzler ortak atalarımız primatlara kadar uzanır.." Biride derki "kainatın yaratıcısı yüzünden" Ardından başka bir yanıt gelir " Varsayımların dışında bir kanıt var mı yaratıcı ile ilgili?" Bu polemik böyle uzar gider... Bu tür tartışmaların yapılacağı yer midir Edebiyat? Her şeyde yaratılan karmaşada olduğu gibi inançların edebiyatı üzerinden başka bir karmaşa ve polemiği oluşturmuş oluruz böylece... Hoş da olur hani... Hiç bir sonuca varılamayacak polemikler üzerinden yapılan tartışmaları sevenimizde çok olduğuna göre...
  4. Yaşanan sorunlar, her zaman iki taraflı olmak zorunda değil. Bazen erkekler çıkarır kadınları çileden, bazen de kadınlar erkekleri. İki taraf da istediği kadar kafa patlatsın, yanıtını vermekte zorlanacakları tek soru var. “Neden?” *** Gerçekten de üzerinde günlerce düşünüp, üzülüp, sıkılıp, Çoğu zamanda kendi haklılığımıza inandığımız için karşı tarafa kahredip, Sorunların kaynağı olarak karşımızdaki kişiyi görmeyi tercih ederek yanıtladığımız nedenler, Sorunlarımızın çözümüne katkıda bulunarak hangi birimizi mutlu etti? Ya da tam tersi, yine tek taraflı değerlendirmelerle sorunların kaynağı olarak hep kendini gören, Çözümsüzlüğün merkezine kendi benliğini oturtan hangi yaklaşım; Doğru, gerçekçi ve çözümlemeye yönelik tek bir “Neden?” bulabildi mi acaba?
  5. Aklı fikri cinsellikte olan erkekler sürüsü müdür problemli olan? Yoksa bildiği herşeyi kitaplardan öğrenen hatun modeli mi? Peki ya bir ilişkinin temeli neye dayanır? Kendini mutlu etmeye mi, partnerinin mutluluğunu düşünmeye mi? Erkeğini mutlu etmenin yollarını ararken, yanıbaşında kıvranan adamcağızı görmezden gelmek cânilik değil midir? Peki nefsi her uyandığında emrine amade bir hatun bekleyen adam, normal midir? Değil midir? İyice düşün, kararını ver, tarafını seç ve ANKETİ OYLA; “Sorun Kimde?”
  6. GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
    Peki onlar bunları alırken biz neredeydik.. !? Hangi cephelerde savaşıyorduk da bunları kaybettik? Var mı aklı başında bir yanıtımız?..
  7. Kendilerinden görüş alınan hâkim ve savcıların kim oldukları ve hangi kıstaslar çerçevesinde rapor tutukları ve ne kadar güvenilir olduğu ya da olacağı herkesin kafasında bir soru işareti bırakmayacak mı? "ÜSTÜNLERİN ADALETİ YERİNE ADALETİN ÜSTÜNLÜĞÜ" diyen Başbakan şimdi buna ne diyecek? Onun ve aynı amacı paylaşan zihniyete sahip olanların ne diyecekleri belli aslında... Onların ne söyleyip, yapılan bu uygulamalara ne tür kılıflar öne sürerek çarpıtmalarından çok daha önemlisi; Zamanında İleri Demokrasi adına bu tür söylemleri inandırıcı bularak destekleyenler, Bütün bu görünen gelişme ve uygulamalara rağmen; " Mesleki yeterlilik yerine sadece kendileri gibi düşünenleri ve yaşayanları seçme, karar verici yapma çabası içindeki" bu uygulamalara destek vermeye devam edecekler mi?
  8. Sevgili Dominik size hatırlatmak isterim ki, konun açılış iletisi aşağıdaki gibi... Ve ben ona yanıt verdim. Elbetteki dediğiniz gibi isimler vb diğer konulardaki anlamsız yasaklar tüm yurttaşlar olarak hepimizin önünde günümüzü çalan ve geleceğimizi geciktiren faktörler olarak önümüzde duruyor. Ve her birimizin çabası insanca ve insan onuruna yakışır bir yaşama hep birlikte ayrımsız ulaşabilmek... Ayrıca sizden bir şey rica etmek istiyorum. Tartışamalarınızda karşınızdakini sürekli, okumayan, bilmeyen, araştırmayan olarak yaftalamanız karşınızdaki kişi açısından hiç şık durmuyor. Konuşma dilimizde bu kelimelerin yerine ifade etmek istediğinizi çok daha iyi anlatacak ve karşınızdakini incitmeden, onu doğruyu anlamaya ve kavramaya yönlendirecek kelimeler var. Lütfen bu konuda biraz daha özenli olmanızı rica ediyorum *** Sevgili ahmet; Sana bu doğal hakkın konusunda önüne çıkarılan zorlıkları bir baba olarak çok iyi anlıyor ve sana hak veriyorum. Umarım gelecek günler bizleri bu tür anlamsız çatışmalardan kurtaracaktır. Ama bence verdiğin bu mücadele ile kızının isminin değeri bana göre binlerce kat daha arttı. Ve ayrıca benimde çok beğendiğim isimlerden biri.. Umarım onun ve hepimizin çocuklarının yaşamı, huzur, mutluluk ve başarı dolu olur. *** Sevgili Dominik ve Ahmete; Saygı ve sevgilerimle
  9. Yeni yılda; Tüm Forumdaşların, Dileği gerçek, Emeği başarı, Yaşantınızın Sağlık, mutluluk ve huzur dolu olmasını diliyorum... Saygı ve Sevgilerimle ... *tna
  10. Toplumsal anlayışlar, zaman içinde değişime uğrayarak "anane" olarak yerleşen ritüeller, "Kavramlar ve tarihsel bilgiler" kaynağından saparak yerleşik davranışa dönüştüğünde bu tür farklılaşmalar ortaya çıkabiliyor. Gerçekler ve tarihsel olaylar yerli yerine oturduğunda ortaya çıkan bu farklılaşmaların değişmesi kuvvetle muhtemel. Sizinde belirttiğiniz gibi o dönemden; Bir tarafta "Aşura günü" tutulan yas, bir tarafta da "Aşure günü" ile yapılan kutlamalar bu güne kadar gelmiş olabilir... Ancak; Günümüzde de olduğu gibi insanlığın yaşadığı karabasanların unutturulması için ne tür yaklaşımlarla gücü elinde tutanlar tarafından saptırıldığını, yerine farklı anlayışların getirilmeye çalışıldığını hepimiz biliyoruz. "1 Mayıs İşçi bayramı" yerine "1 Mayıs Bahar bayramı" gibi... Kerbelada yaşanan insanlık tarihinin utanç dolu sayfalarından birinin üstü örtülmesi için... Tarhin o dönemlerinde "Bazı tarihçilere göre... " diye giden o satırdaki O tarihsel bilgiler, o dönemin hakim güçlerinin maniplasyonuyla "kerbela olayının bir ölçüde unutturulması, üstünün örtülebilmesi için" muharrem ayının onuncu gününe, "Aşura" gününe denk getirilmiş ve "Aşure günü" kutlamaları oluşturulmuş olmasın SAKIN.! Eğer bu konuda not düşüldüyse tarihe bir gün gerçekler tarihçiler tarafından açığa çıkarılacaktır elbet... Saygı ve sevgilerimle...
  11. AŞURA’NIN ANLAMI Bazı tarihçilere göre, Nuh’un gemisinin karaya oturduğu gün Muharrem ayının onuncu günüdür. O yokluk ve açlık günlerinde Nuh’un gemisinde, bu onuncu günde gemide kaynatılan yemeğin adı “aşure’dir. Bazı ritüellere göre, Muharrem’in onuncu gününde "aşure" pişirilerek kutlamalar yapılması bu nedenledir. "Aşura" ise kelime olarak “onuncu” demektir. Yani Muharrem ayının 10. günü. Muharrem ayının 10. günü, İmam Hüseyin ve yaverlerinin Kerbela denilen sahrada şehit edildiği gündür. Yani “Aşura töreni” bir kutlama değil yastır. “Aşura töreni” ile “Aşure günü” birbirinden farklı şeylerdir. Aşura’nın "Aşure" adlı yemekle (tatlı) hiçbir alakası yoktur. Caferilere göre; Muharrem ayında yas tuttukları için "Aşure" sevinç ve kutlama olarak Aşura gününde pişirilirse büyük bir yanlış ve Peygamber ile Ehlibeyt’inin hüzün gününde sevinmek anlamına geleceği için bir vebaldir. Bu nedenle Caferiler "aşure değil helva kavurur."
  12. Size katılıyorum sevgili dayı; çok çarpıcı bir şekilde ele almışsınız ( İnsan-Bilgi-Deneyim-Paylaşım ) ilişkisini... Konfücyüs gibi yani... "Bende 1 yumurta var, sende 1 yumurta var. Ben sana 1 yumurta versem, sen bana bir yumurta versen, bende 1 yumurta, sende 1 yumurta olur. Bende 1 bilgi var, sende 1 bilgi var. Ben sana 1 bilgi versem, sen bana 1 bilgi versen, bende 2 bilgi, sende de 2 bilgi olur." Konfücyüs Saygı ve Sevgilerimle...
  13. Sevgili raif ; Tam yerinde, sorulması, sorgulanması gereken soruları soruyorsun ve kendi içinde bunları sorguluyorsun da... Bu bence çok önemli... Ancak şöyle bir şey var örneğin sorduğun bu soruda... Soyut bir varlığı ele alarak sorulacak bir soru konunun muhatapları tarafından çok kolaylıkla çarpıtılabilir.... Çünkü herhangi bir dini hakim kılmaya çalışan -kişi, grup, hakim güçler ve yönetimi ellerinde tutan sınıflar- zaten -o dini ve tanrısını- kullanarak, kendi çıkarlarını, siyasetlerini yaşadıkları topluma dayatarak iktidar erkini ellerinde tutmaya çalışıyorlar. Bence soruyu şu şekilde sormamız daha doğru olurdu.. "Evet arkadaşlar bir takım "kişi, grup, hakim güçler ve yönetimi ellerinde tutan sınıflar" neden dünyada ve özellikle türkiyede saçma olan dini hakim kılmak istemektedir."
  14. GeceKuşu şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Sevgili 'Ahmet AY'; Alıntıladığım ilk bölümü kastım anlaşılamadığı ya da gereği kadar açık ifade edemediğim için ve polemiğe neden olmamak amacıyla yanıtlamak istemiyorum... Umarım anlayışla karşılarsınız... Çok açık olarak bakış açınızı ifade etmişsiniz... Elbetteki görüşünüze saygı duyuyorum ama sadece görüntüye bakarak yapılan değerlendirmeler olarak değerlendiriyorum. "Daha demokrat ve özgürlükçü", olmak konusunu sizin de benim de ve bizler gibi düşünen diğer yurttaşların yıllardır talep ettiklerimizi ve uğruna mücadele ettiğimiz değerler olarak ele aldığımzda, sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için "Ne kadar" sorusuna yanıt aramamız gerektiğini düşünüyorum. Akp ve lideri - "Ne kadar demokrat?" - "Ne kadar özgürlükçü?" - Bu sorulara "daha demokrat, daha özgürlükçü" diye vereceğimiz yanıt "kuzuların olmadığı yerde keçileri Abdurrahman çelebi olarak görmek", görüntüye bakarak bilerek kendimizi kandırmaktan öteye gitmeyeceğini düşünüyorum. O zaman şu soru çıkar karşımıza, kime göre "daha demokrat ya da özgürlükçü?" Ve biz hangi demokrasi ve özgürlükleri istiyoruz? Hafta sonundan bu yana yaşanan gelişmelerde Akp ve liderinin ve diğer sözcülerinin görünen tepkileri ve yaptıkları yorum ve yaklaşımlar ve hatta cumhurbaşkanının taraf olduğunu dekelere eden ifadeleri ne kadar demeokrat ve özgürlükçü olduklarının ip uçlarını vermiyor mu bizlere? Vesayet konusunda da farklı düşünüyorum sizden. Kimleri kimin vesayetinden kurtarma çaba ve amacı içerisindeler ve bunu yaparken ne kadar demokrat, özgürlükçü ve hukuka uygun davranışlar sergiliyorlar. Ayrıca bütün bunları hangi amaçla yaptıklarını ve kimleri "Vesayet ve himayeleri altına" almaya çalıştıklarını görmezlikten gelerek yapılacak bir değerlendirme "zaman zaman tökezleyen bir parti olarak" değerlendirme yapmanıza neden olabiliyor. Hangi konuda yaptıkları bir girişimi olması gerektiği şekilde sonlandırdılar? Verbileceğimiz bir tek örnek hatırlayabiliyor muyuz? Neden peki? Neden net bir yanıt vermekte zorlanıyoruz? *** Neyse bu böyle uzar gider... Saygı ve sevgilerimle...
  15. GeceKuşu şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    İnanın bu saptama/tespit üzerinde doktora tezi hazırlanacak cinsten; Nasıl gelecek bu şeriat? Bu heves hükümetin ve Ak Parti nin hangi tavrında var , anlayabilmiş değilim . Sevgili 'Ahmet AY'; Ak Parti'nin ne tür gündemleri olduğunu ve hangi tavrında bu heves ve amaçların açığa çıktığını çok iyi gözlemlediğinizden eminim. 2002 den bu yana adım adım ve fırsat gördüğü her gelişmede bunları yaşama geçirdiğini anlamamanız mümkün mü? Düşüncelerini ve gözlemlerini nitelikli olarak bu sayfalara aktarma çabasında olan sizin, "Anlayabilmiş değilim" ifadesi ne anlama geliyor o zaman? _ Görmemezlikten gelmek? _ Önemsememek? _ Heves olduğunu kabullenip gerçekleşebileceğine ihtimal vermemek? _ Analamıyormuş gibi görüntü verip gizli bir destek vermek? _ Ya da "aynı görüşleri paylaşmadığınız halde" kişisel ve bölgesel siyasi beklentilerin gerçekleşmesi amacıyla geçici de olsa işbirliği ve birlikte hareket etme stratejisi OLABİLR Mİ acaba.? "Ak Parti nin hangi tavrını, neden anlayamamış olduğunuzu" açamanız ve yazılarınızı takip edenleri tutarlı bir yaklaşımla ikna etmeniz gerekiyor... * * * İşte bunu bilmiyordum! Sevgili 'Ahmet AY'; Forumun diğer bölümlerinde bulunan başlıklarını ve yazılan iletileri dikkatli bir şekilde takip ediyorsanız eğer aşağıdaki ilişimde yazılanları okumuş olmalısınız... http://www.turkish-media.com/forum/topic/204214-veda/page__view__findpost__p__903604 Orada ikinci paragrafta yer alan "Bazen söylemek istediğini tam ifade edemeyen bir üyeye, iyi ifade yeteneği olan bir üyenin" anlamsız ve gereksiz yaklaşımlarını ele alan ifadeleri iyi değerlendirerek özümseyip, ona uygun yaklaşımlar içinde olmalı mıyız diye sormak istiyorum... Umarım "İşte bunu bilmiyordum!" yaklaşımınızı ele alarak kastımı aşmadan neyi ifade etmek istediğimi anlatabilmişimdir. Saygı ve sevgilerimle
  16. HALA 68’Lİ BİR DEVRİMCİ: YAŞAR YILMAZ İstanbul Teknik Üniversitesi inşaat bölümü öğrencisiydi. İTÜ Öğrenci Birliği başkanlığını Harun Karadeniz’den sonra devraldı. Hakkari’ye “Zap Suyu üzerine Devrimci Gençlik Köprüsü” yapmaya giden 84 devrimciden biriydi. Deniz Gezmiş’in yakın yoldaşıydı. Devletin ceberut baskısından her 68’li gibi o da nasibini aldı: 1971 darbesinde Ziverbey Köşkü ve Harbiye’de ağır işkencelerden geçti. Yaşadıkları; 2,5 yıl cezaevi arkadaşlığı yaptığı Yılmaz Güney tarafından yazılan “Sanık” adlı öyküye konu oldu. Mahkemedeki savunmasını ise “Söz Sanığın” adlı kitabında kendi yazdı. Maltepe ve Selimiye cezaevlerinde 5,5 yıl yattı. Hapisten sonra hep “sakıncalı” oldu; ekmeğini taştan çıkardı. Sonra bir gün karar verdi; mühendisliği bıraktı; “ülkeme hizmet etmeliyim” diye düşündü. Anadolu topraklarını 2,5 yıl karış karış dolaştı. Unutulmaya yüz tutmuş, sahipsiz bırakılmış, 115 antik kentteki 119 antik tiyatroyu inceledi. “Anadolu Antik Tiyatroları” adıyla kitaplaştırdı. Bu çalışma Kültür Bakanlığı’nı heyecanlandırmadı. Fakat Avusturya Kültür Bakanlığı, Yaşar Yılmaz’ı Salzburg’taki Mozart Üniversitesi “Antik Çağda Akustik ve Ses Dağılımı” konusunda konuşma yapmaya çağırdı. Çünkü bugüne kadar bilinmeyen 2 önemli bulgu keşfetmişti. İlki sesin iletilmesiydi: Sahnedeki oyuncu, şarkıcı, konuşmacı ya da müzik aletinden çıkan sesin 20-25 bin kişilik açık hava tiyatrosunun en uzak basamaktaki izleyiciye kadar gidebilmesini, o dönemin mühendisleri orta yola “sırtlı koltuklar” yerleştirerek sağlamışlardı. Ses, koltuğun sırtlığına çarpıp yukarı basamağa kadar çıkabiliyordu. İkinci buluş ise bugüne kadar düşünüldüğü gibi ilk tiyatro Antik Yunan uygarlığı döneminde değil, Erken Dönem medeniyetleri döneminde yapılmıştı ve ilk açık hava tiyatroları taş değil ahşaptı. HIRSIZLARIN PEŞİNDE BİR 68’Lİ 68’li devrimci Yaşar Yılmaz antik tiyatrolar çalışmasını bitirdikten sonra köşesine mi çekildi. Hayır. 5 yıl önce, Anadolu’dan yağmalanan tarihi eserlerin ve kültürel varlıkların peşine düştü. ABD, İngiltere, Avusturya, Almanya, Danimarka, Rusya, ve Yunanistan’a gitti. Yüzlerce müze gezdi. Türkiye’den kaçırılan 40 bin eseri buldu ve fotoğraflarını çekerek belgeledi. Neler bulmadı ki: Paris Louvre Müzesi: Mağnesia'daki ünlü mermer tapınak kabartmaları, Asos'dan sökülen tapınak parçaları ve yüzlerce dev boyutlu mermer, bronz heykeller. Hitit, Urartu, Bizans, Selçuklu, Osmanlı eserleri. Londra British Museum: Ksantos'dan (Eşen-Antalya) Nereitler anıtı, Knidos'tan (Datça) 600 civarında büyük boy heykel, Mozeleum (Bodrum'daki ünlü, dünyanın 7. harikasının mermer süslemeleri ve heykelleri). New York Metropolitan Müzesi: Sardes'ten (Salihli) sütun ve diğer eserler, Bergama'dan büyük bronz heykel, Priyene, Milet ve Efes'ten heykeller, mermer lahitler, Kültepe'den (Kayseri) Sümer-Asur dönemi eserleri. Boston Müzesi: Asos eserleri Washngton Dumborton Oaks Müzesi: Antakya mozaikleri ve Bizans eserleri. Baltimore Müzesi: Antakya mozaik koleksiyonu. Chicago Sanat Müzesi: Selçuklu- Osmanlı eserleri. Chicago Üniversitesi Şark Eserleri Enstitüsü Müzesi: Alişar eserleri. Los Angeles Getty Villa : Burdur- Antalya yöresinden Kremna mermer kadın heykelleri.Viyana Ephesus Müzesi : 50 m'ye yakın mermer duvar frizleri Efes'ten giden binlerce eser. Berlin Alte Müzesi : Priyene, Milet'ten mermer heykeller. Berlin Pergamon (Bergama) Müzesi : Büyüktapınak, Milet ve Priyene'den tapınaklar, Zincirli'den Hitit tapınağı, Hattuşaş'dan heykeller, 33 metreye 14 metrelik dev boyutlu Milet pazaryeri giriş duvarı ve Selçuklu dönemi camilerine ait eserler. Tübingen Üniversite Müzesi: Antakya'dan heykel ve Troya eserleri. Danimarka Ulusal Müzesi: Troya eserleri. Kopenhag David Müzesi: Selçuklu eserleri, Konya'dan türbe sandukası, Cizre Camii'nin ünlü tokmağı başta olmak üzere 14 ve 16. yüzyıl çini koleksiyonu. Daha sırada 60 bin eser var. Yaşar Yılmaz çalışmalarını sürdürüyor. Evet, 68 kuşağı yazmakla bitmeyecek bir destandır. 68 KUŞAĞININ ANLATILMAYAN ÖYKÜSÜ/Soner Yalçın
  17. Ş A İ R D İ L E R ... Size 68’lileri anlatmalıyım: Mahir Çayan’ın şair olduğunu bilir misiniz; “Güneşi batmayan bir ada / Ben ne şuralıyım, ne buralıyım / Adalıyım… Adalıyım.” Eşi Gülten Çayan atletti; 400 metrede milli takım seviyesinde bir koşucuydu. Yakın arkadaşı erkekler 400 metre koşan atlet ise bugünün tanınmış gazetecisi Osman Saffet Arolat’tı. Hüseyin Cevahir edebiyat eleştirmenliğine Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başladı. Şiir de yazdı. Tunceli Alevi Dedesi torunu Hüseyin Cevahir, Rolling Stones dinlemeyi de çok severdi. SBF’nin en çalışkan öğrencisiydi; “devrimci başarılı olmalıdır” diyordu hep arkadaşlarına. Dürbünlü silahla hedef alınarak öldürüldüğünde 26 yaşındaydı. İstanbul Hukuk'un efsanevi hocalarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, derslerinden hep tam not alan Cihan Alptekin’i yakından tanımak için evine davet etti. “Laz uşağı” Cihan yaşasaydı belki önemli anayasa profesörlerinden biri olacaktı. Öldürüldüğünde 25 yaşındaydı. Tunceli’de yakalanıp işkenceyle öldürülen İbrahim Kaypakkaya’nın elinden; Varlık, Papirüs, Soyut, Türk Dili gibi edebiyat dergileri düşmezdi. Türk dilinin yapısını, sözcük hazinesini, şiirdeki gücünü ve müzikalitesini araştıran şair Kaypakkaya öldürüldüğünde sadece 24 yaşındaydı. ODTÜ’NÜN DONLARI 1971 darbesinde Sansaryan Han’daki işkenceler sırasında polisler önemli bir delil buldu; devrimcilerin hemen çoğunda aynı tip mavi ya da kırmızı külot vardı. Sordular; “bu donların anlamı ne; mavi ile kırmızının farkı ne; bunlar THKO’nun rütbeleri mi?” İşkencedeki sporcu gençler gülmemek için kendini zor tuttu, “bunlar” dediler; “ODTÜ Spor Kulübü’nün donları!” Futbolu severlerdi kuşkusuz… Devrimci Öğrenciler Birliği’nin tümü Beşiktaşlı’ydı. Çarşı’nın devrimciliği nereden geliyor sanıyorsunuz? 68’lilerden futbol takımı kurulsa Deniz Gezmiş ilk 11’e mutlaka alınırdı. Deniz’in ayrılmaz parçası Cihan Alptekin de… Mahir Çayan ise kesin teknik direktör; çok sevdiği futboldan iki bacağına takılan platin çubukları nedeniyle erkenden koptu. Deniz Gezmiş sahada kesin hakemi kandırmaya çalışırdı. Onun mizahçı yönü bilenmeden Deniz Gezmiş portresi yazılabilir mi? Beyaz at üstünde ODTÜ yurdunda kız arkadaşına serenat yapan bir romantikti o. İdam edildiğinde henüz 25 yaşındaydı. Aşkı da yaşadılar doyasıya… Sevgilisini son bir kez daha görmek için saklandığı evden çıkan ODTÜ’lü Koray Doğan, sırtından yediği polis kurşunuyla sevgilisinin evinin önünde can verdi. O da 25 yaşındaydı. O kuşak 1 kişiyi bile öldürmedi; ama tam 43 can verdiler. Oysa… Okul koridorlarında gazoz kapağıyla futbol oynayan bir kuşaktı onlar. Sanmayın ki fasulyesine poker ya da blöflü pişti oynamadılar? Sanmayın ki kolalı votka içmediler? Ya da rakı? Emel Sayın konserine gitmediklerini mi düşünüyorsunuz? Muhammed Ali, Joe Frazier’e yenildiğinde üzülmediklerini mi sanıyorsunuz? Ya da hiç küfür etmediklerini mi? En güzelini de bir ağız dolusuyla Deniz Gezmiş ederdi. Ve yine Deniz Gezmiş her fırsatta en sevdiği türküyü söylemez miydi: “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama / Göklere erişti feryadım ahım / Bu da gelir bu da geçer ağlama…” DİLLERİNDEKİ ŞARKI; IMAGINE Delikanlıydılar. İdealisttiler. Devrimciydiler. Bozulmamış saf bir kuşaktı onlar. Kızıldere’de katledilen Kazım Özüdoğru gibi, “halka inmeyi” ayakkabı boyacılığı yapmak sanıyorlardı. İşten atılan Çorumlu belediye işçileri için yürüdüler. Kürtler için de yürüdüler; Kürtçe slogan atıp, Kürtçe şiirler okudular. Varto Depremi nedeniyle kan bağışı kampanyası düzenlediler. Azgın Zap Suyu’na köprü inşa ettiler. Pancar, tütün, fındık, haşhaş mitingleri yaptılar. Tam bağımsızlık için “Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenleyip Samsun’dan Ankara’ya yürüdüler. Atatürk heykelleri tahrip edilmesin diye geceler boyu nöbet tuttular. 68’li kızlar da vardı bu eylemlerde; hem de mini etekleriyle. Hippiler yok muydu? “Özel okullara hayır” yürüyüşünde, uzun saçlı genç üniversiteli, sarışın kız arkadaşıyla hem sarmaş dolaş yürüyor hem de slogan atıyordu. O hippi; Kızıldere katliamından tek sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü’ydü. Hayalleri vardı; dillerinde ise John Lennon’un “Imagine” şarkısı... SBF’NİN DANS PARTİLERİ Mahkemedeki savunmaları sırasında, Mevlana resmi çizip altına “Ben İnsanım” yazıp, hakime gönderecek kadar bu ülke değerlerine inanan bir kuşaktı. Resimden, edebiyattan gelmişlerdi. Ellerinden kitap düşmedi hiç. Nice yazarlar çıkarmaları boşuna değil. ODTÜ İnşaat’tan “Balık Memet” yani yazar Mehmet Eroğlu’nu okumayanınız var mı? Dans da ettiler: SBF yatılı öğrencilerinin Salı ve Cuma akşamları 18.45-20.00 arası dans partileri vardı. Carmina Burana’nın Türkiye’deki ilk bale gösteriminde harikalar yaratan balet Aydın Erol unutulabilir mi? Ya da; onca işkenceye rağmen cezaevinin soğuk koğuşunda bale yapan 20 yaşındaki balerin kız Ayşe Emel Mestçi? Anadolu türkülerini, Dadaloğlu’ndan Aşık Veysel’e şehre getiren 68’liler değil mi? Tiyatro da yaptılar; Uluslararası Üniversite Tiyatroları Festivali’nde üçüncü oldular. FKF ilk başkanı İzzet Polat Ararat’ın DTCF tiyatro bölümü öğrencisi olması tesadüf mü? ODTÜ Sosyalist Kültür Kulübü üyeleri Ali Artun ve Yılmaz Aysan’ın bugünün tanınmış sanat galerisi Nev’in sahipleri olması, o dönem birikiminin ürünü değil mi? Dağcılık kulüplerini üniversitelerde ilk kimler kurdu sanıyorsunuz? Türkiye’de bu sporun gelişiminde 68’li Fikret Gürbüz, Tuncer Gürdil, Uçmaz Sungur, Sönmez Targan ve nicelerinin katkıları unutulabilir mi? Ardı ardına şampiyon olan efsanevi İTÜ basketbol takımının temelini TMTF İkinci Başkanı Cavit Savcı atmadı mı? Maratoncu Mehmet Yurdadön ülkeye madalyalar kazandırmadı mı? ODTÜ’lü Ömer Gürcan cezaevine sokulmasaydı, idam edilen babası Fethi Gürcan gibi ülkemizi binicilikte birincilik kürsüsüne çıkarır mıydı? SBF’nin tanınmış milli güreşçileri Necati Sağır, Mustafa Aynur aynı zamanda THKP-C’li değil miydi? Bugün judo ve karate de madalya alanlar, bu sporun gelişmesinde büyük emeği olan Murat Özdabak’ı anımsar mı? Peki ya boksörler milli sporcu Taşkın Konuralp’in adını duymuş mudur? ODTÜ Motor Kulübü’nün kurucularından Tayfur Cinemre motosikletiyle kimleri taşımadı ki; Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Cihan Alptekin… Fenerbahçe takımında yelken yapan Taner Türkantöz Mahir Çayan’ın en yakın yoldaşıydı. Hangisini yazayım? 68 kuşağı bu özellikleriyle neden anlatılmaz? Oysa… Toplumsal bir gelecek hayali kuranlar bu mirası her yönüyle bilmelidir.
  18. 68 KUŞAĞININ ANLATILMAYAN ÖYKÜSÜ / (Soner Yalçın) MHP lideri Bahçeli son öğrenci eylemlerini 68 dönemine benzetti. 68 kuşağı üzerine bugüne kadar pek çok kitap, makale yazıldı; belgeseller, diziler, filmler çekildi. Ama bir konunun üzerinde nedense pek durulmadı. Bu nedenle 68 kuşağı sanki hep eksik anlatılmış gibi geliyor bana. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya ve nicelerini gerçekten tanıdığınızı mı düşünüyorsunuz? Gelin onların pek bilinmeyen yönlerini yazayım, kararı siz verin… Arkadaşım dert yandı: “Oğluma yatarken hikaye yerine bazı biyografiler anlatıyorum. Picasso, Maradona, Beethoven, Che, John Lennon, Marilyn Monroe gibi. Geçen hafta nereden duydu ise Fransız İhtilali’ni anlatmamı istedi? Anlattım. Ama anlatırken korktum! Aklıma Adnan Cemgil ve oğlu Sinan geldi. Korktum.” Adnan- Nazife Cemgil çifti öğretmendi. 1940’lar başında DTCF’deki üniversite mücadelesinin önde gelen aydınlarıydılar. Adnan Cemgil işsiz kaldı; hapis yattı, sürgüne yollandı. Oğulları Sinan Cemgil o zorlu yıllarda 1944’te doğdu. Sinan Cemgil meraklıydı; babasına-annesine hep sorular sordu. Onlar da oğullarının anlayacağı bir dille anlattılar. Nitelikli bir kültür ortamında yetişen Sinan çok başarılı öğrenci oldu. İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca öğrendi. Arkadaşlarına Dante’den İtalyanca dizeler okurdu. Ünlü Amerikalı artist Clark Gable’nin taklidini yapıp herkesi güldürecek kadar espriliydi. ODTÜ Mimarlık’ta öğrenci iken devrimci mücadeleye katıldı. Teorik derinliğiyle öğrenci liderlerinden oldu. ODTÜ’de “Hoca” deme adetini Sinan Cemgil başlattı. “Hoca” derlerdi arkadaşları bilgisinden ötürü. Köylüleri, toprak ağalarına karşı ayaklandırmak amacıyla gittiği Nurhak Dağları’nda Jandarma tarafından öldürüldü. Sırt çantasından 4 kitap, bir de kuru soğan çıktı. Yirmi yedi yaşındaydı. Bir yaşındaki oğluna, 21 yaşında öldürülen arkadaşı Taylan Özgür’ün adını vermişti. Oğlunun cesedini almaya giden anne Nazife Cemgil, tabut başındaki meraklı köylülere seslendi: "Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun arkadaşları (Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan), kardeşleri. Onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar." Arkadaşım yakın tarihin bu acı olaylarını bilen biri. Üniversite öğrencilerine son yapılanlar arkadaşımı da korkutmuştu; nedeni biricik oğluydu. Oğlunun Sinan Cemgil’le aynı kaderi paylaşmasından korktu ve tarihsel gerçekleri anlatıp anlatmama kararsızlığına düştü. Ona Edip Cansever’in şirini okudum: “Utancı bilerek yaşamak korkunç / Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak…”
  19. Devrimci sporcular bir arada. Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası (Spor Emek-Sen), 13 Aralık 2010 tarihinde İstanbul Valiliği’ne verdiği kuruluş dilekçesi ile kuruldu. Sendikanın kurucu başkanlığını Galatasaraylı eski futbolcu Metin Kurt yaptı. Sendikanın amacının; 12 Eylül darbesi ile kesintiye uğrayan spordaki örgütlenmeyi canlandırmak, sporu, ülkemizde yaşanan emeğe ve emekçiye yönelik saldırı sürecinin destekçisi rolünden çıkarmak ve sporcuların da alınıp-satılan kiralanan bir mal olmaktan çıkartılarak özgür bir sporcu olmalarını sağlamak.
  20. İyi dileklerin için hepimiz adına teşekkürler... Şiiri anlamlı buldum... Yanıt sırası sanırım sevgili tülvent'te Sevgilerimle
  21. GeceKuşu şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Başbakan Erdoğan, WikiLeaks belgelerindeki iddialar üzerine yaptığı konuşmada; "Bu belgeleri ispatlamayan alçaktır. Yurtdışında hesaplarım varmış... Daha önce Belediye başkanlığı dönemimde 1 Milyar Doları var' diyen kişi, şimdi ERGENEKON'DAN İÇERİDE." demiş... Yakışır değil mi? .. "Başbakan Erdoğan, WikiLeaks belgelerindeki iddialar üzerine açıklama yaptı" diyen yandaş haber materyallerine bunun bir açıklama değil tehdit olduğunu hatırlatmak gerekiyor...
  22. Bence de çekmesin... Ama biliyorsun yeni nesil oğlanlar daha rahatlar... Eskiden kızlar için erkekler çatışırdı... Şimdi kızlar onlar için çatışmasalarda çekişme içindeler... Alp'de bu göreceli insiyatiften yararlanacaktır diye düşünüyorum... *** Ferhat Göçer'e gelirsek işini yaparken beyinsel birikim ve deneyimlerini, şarkı söylerken de sembolleri kullanıyor o ... - Kalp kırılır mı yahu?... Ezilir, kesilir, delinir ama kırılmaz... _Aşk işte, görüyorsun nelere kadir. Kişisel beklentiler adına kalbi bile kırılır bir hale sokuyor... Yani onu öne sürmeniz, kadınsal dayanışma adına "Mantık nasıl çözümler aşk ve kalp ilişkisini?" üzerine görüşlerimi çürütmeye yetmiyor... Ses ve yorumu iyi, ben beğeniyorum kendisini... Ama müzik kulağıyla değerlendirirsem eğer sesine uyumsuz parçaları yorumlamamalı... Ne kadar iyi yorumlamaya kalksada parça ruhunu ve anlamını yitiriyor... Sevgilerimle

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.