Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Liderler

  1. Radya

    Radya

    Φ Süper Üye


    • Puanlar

      1.936

    • İçerik Sayısı

      12.250


  2. gloria

    gloria

    Φ Süper Üye


    • Puanlar

      982

    • İçerik Sayısı

      10.252


  3. İNTERLOCK

    İNTERLOCK

    Φ Üyeler


    • Puanlar

      950

    • İçerik Sayısı

      4.060


  4. ''biji tirkiye''

    ''biji tirkiye''

    Φ Üyeler


    • Puanlar

      686

    • İçerik Sayısı

      1.105


Popüler İçerikler

29-07-2009 bütün bölümler gününden beri en yüksek saygınlığı olan içerik fgösteriliyor

  1. merhabalar.. merhabalar efenim... şu sıralar içime "hamide" kaçtı böylee yat gelip yanlarım uyuşana kadar yatasım var... bu hamide bizim gelin olur kendisi. aynı zamandada annemin köylüsü ama annemler muhacir mahallesi diye ayrı bir mevkiye konuşlanmışlar 1956 yılında göçmen olarak geldiklerinde türkiyeye.... bu köyün genetik özelliği hepsi pasaklıdır kadınları ellrinden hiç bir iş gelmez... yata yata çürümüş haldedir içleri... bizim muhacir mahalle harici köy almış başını yürümüştür çünkü kimse kimseden farklı değildir örnek alıp temizlik yapma gereği duymazlar. yıllardır bu gelinlede bizim başımız dertte.. ben evine girmek zorunda kaldığımda asla hiç birşey yeyip içmem hep tokumdur.. suyum çantamdadır ve hiç tuvaletim gelmez. asla yatıya kalıcak vaktimde olmaz.. ve çok çok kızarlar hiiç bişi yemiyorsun diyee ama yiyememmmm yiyememm işteee... sigara içer bu hatun yan gelip yatarken kirden yosunlaşmış henüz yeni alınan koltuk örtüleri kirlenmesi 2-3 haftadır ve yıkanmaz kirlenirse atılır çöpee o yosunlaşmış koltuklarda yan gelip sigara içerken sigarası bitince avucuna tükürür bu hamide sigarayı onda söndürür kalkar balkondan atar elini eteğine siler sıvazlar gider bir neskafe yapayım der meselaa misafireeee... ben nasılllllll yer içerim ayyyyy öyyyyyyyyyyy böööğğğğğ 28 yıllık ailemizde gelin olmuş birkere dayım güzelliğine vurulup kaçırmıştır bu hamideyi.. ama 28 yıldır her hafta dayım kırar döker ortalığı kavga eder evi temizlesin yada eve getirilen sebzeden bir yemek yapsın diye ama yok yani içine kaçan o şey neyse bir türlü çıkmaz hamideden kaldırıp kendini hiçbir iş yapmaz. hiç çıkmadığı bir " verin yeeealim, örtün uyuluuum" modunda.. yöresel şiveyi açıklarsak "verin yiyelim, örtün uyuyalım " okadar hazırcı bir karekterdir kendisi. yan gelip yatmaktan bel fıtığı, obezite v.s gibi rahatsızlıklarıda vardır hergün dizleri ağrır hep hastadır ama bir insan nasıl yerinden kalkmadan tüm gün yatar televizyon karşısında ben anlamadım arkadaş. işte bende şu son zamanlarda işe gitmiyeyim, tüm gün yatağımdan çıkmayayım, arayayım yemek dışardan gelsin, çamaşırlar yıkanmadan kirlenince çöpe atılsın yenisi alınsın... çamaşır suyuda neymiş diyebilsem keşke... sürekli ellerimi yıkama krizlerim olmasa. kaşınmasam bir gece duş almadan yatsam... bütün bunları obsesif kompülsif biri olarak yapabilmeyi, içime hamide kaçmasını çoook istiyorumm en azından 2 günlüğüne.. tanrı bir güzellik yaparmıki bana... umutsuzum....
    6 puan
  2. Şimdi artık neden o telefonlarıma cevap vermediğini biliyorum, meğer sen yokmuşsun, gitmişsin, bir elveda bile demeden gidivermişsin, kıymışsın o güzel cana… Oysa o can benim huzur arayışımdı, benim huzur kelimesiyle tanımladığım, benim yanında huzuru bulduğum bir insan kendi içinde nasıl bu kadar huzursuz olabilirdi ki… Biz seninle her şeyi konuşuyorduk, gurur yapıp kendi kendimize itiraf edemediğimiz şeyleri bile birbirimize itiraf ediyorduk. Biz birbirimizin farkındaydık, biz birbirimizi gölgelerimizle sevmiştik, sen benim gölgelerimi gören tek kişiydin ve ben de senin bütün gölgelerinden haberdardım. Ne çok şey var seninle ilgili hayatımın içinde… Saatlerdir o şeyler beynimde birbirini kovalayıp duruyor, bir arkadaşım mektup yaz dedi, veda et dedi, veda etmeye çalışıyorum şu anda sana… Hem yazıyorum hem konuşuyorum, konuştuğum her şeyi yazmaya çalışıyorum, yetiştiremiyorum… Anılar… Offf çok fazla… Çok canımı acıtıyor şu anda… Hani bir şişe tekila alırdık, kusana kadar içerdik, en çok da ben kusardım ve sen her defasında temizleyen olurdun, benden miden bile bulanmazdı. Yemekler yapardın bana, benden bir saat önce kalkar kahvaltı hazırlardın. Ara sıra küserdin bana, aramazdın, açmazdın telefonlarımı… Ama ama ben yine öyle sandım, küstün sandım bana, açmadın telefonlarımı, açılmadı o telefon bir daha da… Sabırla bekledim, nasılsa arayacak dedim, aramadın. Aramayacakmışsın bir daha da… Ben şimdi nerede bulacağım o huzuru? Film izlerdik sabahlara kadar, filmler bitene kadar, sonra biterdi, sen Beşiktaş’a giderdin, beni arardın, almak istediğin filmleri sayardın, seç bir tanesini derdin, seçerdim, alırdın, sonra onları izlerdik. Sonra yine küserdin bana, ben hiç küsmedim ama sana… Küstüğünü bilirdim sana gelirdim, hemen barışırdın, görünce barışırdın. Bu sefer gelmedim, bu sefer de ben gelmeni bekledim. Ama gelmeyecekmişsin, bekledin mi yoksa? Biz seninle hiç gülmedik, hiç komik şeyler yaşamadık, biz hep hüzündük seninle birlikteyken, yazardık, okurduk, ağlardık ama hiç gülmezdik, hiç öyle kahkahalarla güldüğümüzü hatırlayamıyorum. Biz çünkü herkesten gizlediğimiz hüznümüzü apaçık gösterirdik birbirimize… Hiç öyle maskelerimizle dolaşmadık birlikteyken, biz çırılçıplaktık birbirimize karşı. Korunmasız, savunmasızdık. Zaten neden koruyup, neden savunacaktık ki kendimizi birbirimizden.. Sabrettim, sabrediyordum, sabredeceğim de artık… İçimde şimdi senin açtığın bir yara var, orada öyle duracak, kimi zaman seni hatırlatacak, kimi zaman susacak… Nasıl yaptın kendine bunu, ne oldu ha ne oldu da yaptın? Soru yok, huzur istedin belki de, biz veremedik o huzuru sana belli ki, yükün ağırdı, taşıyamadın belki, yardım edemedik taşımana, sen de bıraktın öyle bir kenara onları ve gittin ha? Benden hayatımdan, hayatından, hayatlarımızdan öylece çekip gittin? Bitiyor cümlelerim, seni affetmek isterim, seni affediyorum. Yazıyorum çünkü okursun, yazdığım her şeyi okuyordun, hatta onları bir kenarda saklıyordun, bunu da okursun… Oku ve affettiğimi bil, çekip gitmeni affediyorum. Huzur bul artık… Huzur içinde uyu… Ve hep bana dediğin gibi, bir çiçek ol… Seni seviyorum… Umay Umay dinleyelim hadi, hep sevdin sen onu... Bak şimdi senin için çalıyorum...
    5 puan
  3. İş adamı traş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar: "Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi..." Berber çocuğa seslenir: "Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde 5 TL, diğer elinde 20 TL lik bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: "Hangisini istiyorsan alabilirsin?" Çocuk dalgın dalgın bir 5 TL ye bir de 20 TL ye bakar ve sonunda 5 TL lik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber işadamına döner ve gülerek: "Gördün mü? Sana söylemiştim." der. Traş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden 20 TL değil de, 5 TL lik banknotu aldığını sorar. Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir: "Eğer 20 TL lik alırsam oyun biter."
    5 puan
  4. DAN BROWN - BAŞLANGIÇ KİTABINDAKİ TÜM RESİMLER, GÖRSELLER ve SANAT ESERLERİ Yıllar önce Dan Brown'ın Cehennem kitabı için böyle bir sayfa açmıştım. Kitapta geçen bütün görsellerin fotograflarını metinleriyle birlikte buraya yüklemiştik. Gelen yorumlardan anladığım gayet işe yaramıştı diye düşünüyorum. Şimdi Dan Brown, Başlangıç adlı yeni kitabını çıkardı. Ben de tabii hemen alıp okumaya başladım. Yine aynı sıkıntı, yine aynı merak, daha birinci sayfadan acaba bu bahsettiği yer nasıl bir yer diye merak etmeye başladım. Eeee baktım zamanı gelmiş, açalım yeni sayfamızı. Bu arada bazen yavaş yavaş okuyorum, hızlı olamıyorum, o yüzden resi yükleme konusunda gerinizde kalabilirim. O zaman hemen üye olun diyorum, hem tanışmış oluruz hem de bana yardımcı olursunuz, kaldığım yerden resimleri yüklemenizde hiçbir sorun yok, maksat işe yarasın. Eğer Dan Brown'ın Cehennem kitabına arıyorsanız aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz....
    4 puan
  5. İnsanlar ne anlama geldiğini bilmeseler di, idam mahkumuna infazdan hemen önce bir sigara uzatmazlardı... Ama bu tabiiki sigaranın iyi birşey olduğunu göstermez... Ama bazılarının hayatını daha katlanabilir kıldığı su götürmez bir gerçek... 'Bazı hayatlar ayık kafayla yaşanamayacak kadar ağır geliyor insana' demişti bir dostum. İnsan neden yaradılışını sorgular? Başına gelen felaketlere kendinden başka bir sorumlu bulmak için olabilir mi? İnsan yaşadığı her kötü olayın sorumlusunun sadece kendi seçimlerinin bir sonucu olduğunu bilse ve kabul etse yinede yaşamaya devam edebilirmiydi? merak ediyorum bazen... Gerçekten kötü insanlar var mı? Bile bile başka birinin kötülüğünü isteyen? Nedeni ne olursa olsun, başka birinin hayatını karartan insanlar nasıl düşünüyorlar? Gerçekten kötüler mi yoksa şartlarmı onları buna zorluyor? Basit bir örnek: Çalıştığınız işyerinde yükselmek, daha iyi bir maaş almak dolayısıyla daha iyi bir hayat sürebilmek için yanınızda çalışan arkadaşınızın üzerine basmanız gerekiyorsa bunu yaparmıydınız? Onun hayat şartlarının daha kötü olacağını bilerek, buna neden olacağınızı bilerek yinede bunu yaparmıydınız? Bu bizi gerçek anlamda kötü yapar mı? Bir de şöyle düşünün. İş arkadaşınızın hayatının düzelebilmesi için sizin hayatınızın daha kötüye gitmesi gerekiyor. Bu arkadaşınıza izin verirmiydiniz? Yada şöyle diyelim ses çıkarmazmıydınız? Belki de bizi bu yollara girmeye mecbur bırakan düzen asıl sorumludur. Arkadaşınızla birlikte çalışıp kimsenin kaybetmediği bir düzen olsa daha iyi olmazmıydı? Belki de olması gereken bize göre doğru neyse o yolda devam etmek. Sonunda kaybetsekte kazansakta kendi bildiğimiz yapmak. O halde neden işler kötü gittiğinde tanrıya dönüp soruyoruz: Neden böyle diye.... Bazen meraak ediyorum. Herkesin kazanacağı bir yol yok mu bu dünyada?
    4 puan
  6. Daha Özgür ve Otantik Bir Yaşam İçin Maskeni Çıkar “Gerçekten kim olduğunuzu bulmak cesaret ister.” ~ E.e Cummings Bu huzursuz edici bir fikir: Çoğumuz olduğumuzu düşündüğümüz kişi değiliz. Çalıştığımız insanlar biz değiliz, ebeveynlerimize ve çocuklarımıza gösterdiğimiz insanlar değiliz ve bazen arkadaşlarımızı gösterdiğimiz insanlar bile değiliz. Çoğumuz yaşamımızı bir dizi maskenin arkasında geçiriyoruz. Farklı amaçlar ve durumlar için farklı maskelerimiz var. Her zaman güçlü, olumlu ve birlikte olan birinin “mükemmel” maskesi; bugünkü toplantı için profesyonel maske; Öğretirken veya tavsiyede bulunduğumuz uzman maske; becerilerimizi sattığımızda ya da mallarımızı tanıtırken ortaya koyabileceğimiz enerjik ve enerjik olanı. Maskelerimiz o kadar rahat ki, çoğu zaman onları taktığımızın farkında bile olmuyoruz. Ama unutmayın maskenin ön yüzündeki kişi siz veya ben değilim. Kendimizi korumak için giydiğimiz maskeler yüzünden yok olduğumuza inanıyoruz çünkü yumuşak konuşulan, giden ya da güçlü olan bu maskeler bizi yansıtmıyor. Maskelerimizin altında gerçek, duyarlı insanlar, fikir ve tutkuları olan insanlar, kızgın ve sabırsız olan insanlar; derin empatik ve şefkatli olabilen insanlar var ama biz değiliz. Gerçek hayatta, sansürsüz bir insanın neye benzediğini hatırlatmak istersek, bir bebekle biraz zaman geçirin. Bu küçük melekler bütün bedenleriyle gülüyorlar ve sık sık ve yüksek sesle yapıyorlar. Eğer zaten konuşuyorlarsa, fikirlerini açıkça ve dürüst bir şekilde dile getiriyorlar. “Beğenme. Daha fazla istemek. Hayır, gitme. ” Soruları, dürüstlükleri ve dünyayı deneyimlemenin tamamıyla bitmemiş bir yolu nedeniyle güzel ve derindir. En önemlisi, bu küçük insanları izlerken, nerede olurlarsa olsunlar, ne yaparlarsa yapsınlar. Bu gerçekliği ve mevcut olma yeteneğini geri kazanmak için tüm yaşamlarımızı çalışıyoruz. Gelişmemiz için biraz zaman geçtikçe trajik bir şey oluyor. Belki ilk kez, kıskanç olmanın uygun olmadığını, acı çektiğimizde ağlamanın dramatik olduğunu veya yüksek sesle sinir bozucu olduğunu gösteren sinyaller verilir. Davranış biçimimizin etrafımızdaki yetişkinleri mutlu etmediğini gösteren sinyaller alıyoruz. Azıcık, biraz da olsa, bir dizi maskeye dönüşen sosyal olarak kabul edilebilir davranışları, yüz ifadelerini, ses hacimlerini ve kabul edilebilir fikirleri benimsiyoruz. Herhangi bir anda, gerçekler, giydiğimiz maskelerin altında, bazen oksijen için çığlık atıyor. Gerçeğimizi aşağıya çekmeye, uyum sağlamaya, daha katı sosyal kabul edilebilirlik kurallarına uymaya zorluyoruz. Kendimizi dünyada ifade etmek için otantik olmalıyız. İç sesimizi indirmeye çalıştığımızda ya da var olmadığını iddia ettiğimizde, savaşır. Vücudumuzun içinde doldurulan, bastırılmış duygular depresyona, uykusuzluğa, fiziksel acıya ve devam edersek kansere ve kalp hastalığına yol açabilir. Bu gerçek. Doğuştan gelenlik bizi hasta ediyor. Neyse ki, otantik benliklerimiz muazzam bir güce sahiptir. Neyse ki, başa çıkma mekanizmalarımızın bu aksaklıkları bizi, kendimizle ilgili en büyük kavrayışlarımıza yönlendirdiği için söylüyorum. Tamamen ve otantik olarak kendileri olduğunu bilenler, dünyayı sarsan bir krizle, olayları nefes almayı ve yaşamı tam olarak yaşamaları altındaki insanları ortaya çıkarmak için yeterince uzun bir süre gevşetmiş olan içgörüler tarafından zorlu olayların ötesine geçtiler. Bu kesinlikle benim deneyimim oldu. Boşanmam bir kriz noktasıydı. On yıl önce bitmiş olmasına rağmen, hayatımın en dönüştürücü tek olayı olmaya devam ediyor. Bir anda, eski hayatımın yarattığı herhangi bir fikir, paramparça edildi. Göz kamaştırıcı netlikle, evlendiğim kişinin nasıl bir rol oynadığını gördüm. Yıllar boyunca davranışlarımı ve hayallerimi, olması gereken şeyi düşündüğüm noktaya sığdırıyordum. O kişinin kim olduğundan bile emin değildim, ama onun daha sabırlı olduğunu ve enerjisinin daha küçük olduğunu ve insanların ezilmediğini biliyordum. Daha da kötüsü, kim olduğumu bile bilmediğimi anlamaya başladım. Olimpiyat atletinin, halkın, eşinin ve annenin maskesini o kadar uzun süredir giyiyordum ki, hala orada olup olmadığımı merak ettim. Evliliğim patladığı zaman, yenilenmiş enerjiye sahip oldum. Bu, kocamın beni başının altında tutmuş olan çürük bir adam olduğu için değildi; Bunun sebebi, acı, kargaşa, olanın şoku, maskemdeki bir şokun kırılmasına neden oldu. Bir hayat krizi beni gerçekliğimi keşfetme yoluna koydu. Tüm bunlar size küçük bir hokey gibi geliyorsa, sevdiğiniz birinin kaybı, iş kaybı, birincil ilişkinin sonu gibi gerçekten zor bir şey üzerinde düşünün. Çoğunlukla bu aşırı kriz dönemlerinde, başkalarıyla derin bağlantılar kuruyoruz - bizi destekleyen arkadaşlar, bir ebeveynin ölüm yatağıyla elimizi tutan kız kardeş. Krizde, insanlar maskelerini bırakabilir ve insandan insana, birbiri için ulaşabilirler. Bu bağlantı hakkında o kadar büyülü ve ferahlatıcı bir şey var ki, pek çok insan, daha sonra asla maske takmalarına geri dönmeyecek. Hayatın yeni bir anlamı vardır ve bağlanma ve yaşama arzusu, gerçek anlamda yaşam için bir slogan haline gelir. Giydiğim maskeleri parçaladığımda, kendimi yaratıcı enerjiyle dolu buldum. Bu, tüm o davranışın oldukça yorucu olduğu ortaya çıkıyor. Olduğumu sandığım kişi olmaya çalışmayı bıraktığımda, ruhumu elektrik akımı enerjisine takmış gibiydim. Kitap yazmaya, ders almaya, resim yapmaya, yoga eğitimi vermeye ve yapmak istediğimi bilinçli olarak bilmediğim her tür şeyi yapmaya başladım. Ayaklanma ve kayıp ağrısından, kendimi yıllardır benim özgünlüğümün üzerine oturtduğum kişiliklerden kurtardım. Gerçekliğimle yeniden bağlantı kurmak, yeni ve heyecan verici bir maceraydı. Zihinsel ve fiziksel sağlığım açısından, eve gelmenin hayatımı kurtardığına inanıyorum. Seninkini kurtarabilir. Gerçekten ne hissettiğini söyle. Gerçekten yapmak istediğiniz seçenekleri yapın. Kim olduğunu düşündüğünüzü unutun ve olduğun gibi ol. En azından, kendi içinizde kendinizle yeniden bağlantı kurma cesaretini bulmak, hayatınızın en özgürleştirici eylemi olabilir. Makale: Silken Laumann Çeviri: Google Translate
    3 puan
  7. "Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmanız gerekmez" "Gönlünü, ne kadar büyük olursa olsun, O görünmez nesneyle doldur. Yüreğin mutluluktan dolup taşınca, Ona istediğin adı ver; Mutluluk, Sevgi, Gönül, Işık, Tanrı… İsim gürültüden başka birşey değildir. Göklerin ihtişamını bizden gizleyen bir sistir…" Johann Wolfgang von Goethe
    3 puan
  8. Kızım hep der ki; "Anne lütfen sırrını bana da söyler misin" Verdiğim cevap kısa ve nettir! "Yaydığım enerji" "Peki o enerjinin kaynağı?
    3 puan
  9. "Ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, hakkında twitter mesajları nedeniyle "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçlamasıyla 1.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianame mahkemece kabul edildi." Hayırlı uğurlu olsun.. Fazıl Say aşağıda yazılı 'tweet' leri için İslam dinine, bu dine mensup müslümanlara yönelik ağır hakaretler ederek dini değerleri alenen aşağıladığı iddiasıyla yargılanacakmış : "Tanrı, uğruna yaşayacağın bir şey mi, öleceğin bir şey mi yoksa hayvanlaşıp öldüreceğin bir şey mi? Bunu da düşün" "Rakı cennette varsa ve cehennemde yoksa ama chivasregal cehennemde var cennette yoksa? o zaman ne olacak? Asıl önemli soru bu !!!" "Bilmem farkettiniz mi nerde yavşak,adi,magazinci,hırsız,şaklaban varsa hepsi Allahçı. Bu bir paradoks mu?" "Müezzin 22 saniyede okudu akşam ezanını yahu.Prestissimmo con fuca!!! Ne acelen var? Sevgili? Rakı masası?" "ateistim ve bunu bu kadar rahat söyleyebildiğim için gururluyum" "Ben ateistim, diğer yarısını bilmem" "Sanki; memleketin yarısı harbi ateist, diğer yarısı travmatik ateist!" "Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti ala meyhane midir? Her mümine 2 huri vereceğim diyorsun, cenneti ala kerhane midir?" "Bu akşam çok kişi ateist olmuştur, sağolsunlar" Evet Fazıl say bunları söyleyerek İslam dinine ve müslümanlara ağır hakaretler etmişmiş.. Cumhuriyet savcısı, Fazıl Say'ın Allah, cennet cehennem gibi kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazdığı kanaatine varmış. Mahkeme de iddianameyi incelemiş ve kabul etmiş. Yukarıdaki ifadeleri "hakaret kastı olabilecek ne olabilir" diye tekrar tekrar okudum. Belki en fazla zorlarsanız "Bilmem farkettiniz mi" ile başlayan cümle biraz kafa kurcalayabilir.. Ama orada da "Allahçıların hepsi yavşak,adi, hırsız ve şaklabandır" demiyor ki... Bu saydıklarının Allahçı olduğunu söylüyor. E işinize gelince "halkın %99 u müslüman" diyordunuz ya.. Öyleyse yavşak, adi, hırsız ve şaklabanların da %99'u müslüman olmuyor mu? Yahu ateist olduğunu ifade etmek ne zamandan beri dini değerlere hakaret unsuru taşır oldu? Bu ifadelerin iddianamede ne işi var? Ha, bu ifadelerin söylenmesi ile Fazıl Say'ın ateist kişiliği arasında bağlantı kurulmak isteniyorsa ne diye suç unsuru taşıdığı iddia edilen ifadelerin içerisinde yer alıyor? Ateist olduğunu söylemek suç mudur? Şaka gibi ama suç unsuru teşkil ettiği iddia edilen ifadelerin arasında Ömer Hayyam'dan dizeler de var. Demek ki Ömer Hayyam'ın kitaplarının da aynı gerekçelerle toplatılması yakındır. Şimdi asıl zurnanın zırt dediği yere gelelim.. Yahu her gün Türkiye'de sayısız insan İslam ve kutsal kabul ettikleri Kur'an üzerinden bilinçli veya bilinçsiz bana ve inanmayanlara hakaretler yağdırıyorlar. Hakaret mi istiyorsun? Al sana hakaret : 16/105- Yalanı, ancak Allah'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir. (Sırf inanmadığım için bana yalancı deniliyor) 16/60- Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. (Sırf inanmadığım için bana kötü sıfatlar yükleniyor) 31/32- ...... Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder. (Sırf inanmadığım için bana kaypak ve nankör deniliyor) 8/22 Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.(Bana hayvan deniliyor) 25/44 ...... Onlar hayvan gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar. (Bak hala hayvan deniliyor) E bunlar ne? Sen her gün 5 vakit bana hakaretler yağdır, sonra utanmadan kalk "filanca kişi benim inancıma hakaret etti" diye dava aç.. (Sözlüklerin popüler jargonundan gelsin : Ya ben lan neyse bir şey demiyorum) Buradan cumhuriyet savcılarımıza suç duyurusunda bulunmak istiyorum: Türkiye'de her gün insanlar inancım (inançsızlığım) bahanesiyle bana hakaretler yağdırıyorlar. Bunu da kutsal kabul ettikleri kitaplar vasıtasıyla yapıyorlar. Kur'an'da geçen ilgili ifadeler açıkça halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçunu barındırdığından, adı geçen kitabın toplatılmasını ve toplu ibadet alanlarından ilgili ayetler vasıtasıyla şahsıma hakaretler edilmesini önlemek amacıyla gereğinin yapılmasını arz ediyorum.
    3 puan
  10. Bir kaç gündür bunu düşünüyorum. Yani sarılmayı. Dünyanın en güzel, en içten şeyidir aslında ve ne az yer kaplar hayatlarımızda. Sevdiğiniz bir insana ya da bir hayvana sarıldığınızda, bir kaç saniye gözlerinizi kapadığınızda bir enerji dalgasının iki beden arasında nasıl dolaştığını hissedersiniz. O an, dünya yavaşlar, zaman yavaşlar, garip bir huzur kaplar içimizi. Fakat, gittikçe birbirinden uzaklaşan, araya türlü mesafeler koyan insanlık, çeşitli bahanelerle, sarılmayı ihmal eder olduk. Zaten birbirimizden korkar olduk. Dünya da insanlar etkinlikler yapıyorlar, sarılmak bedava yazılı pankartlarla sokak ortasında hiç tanımadıkları insanlara sarılıyorlar. Bu çoğumuza tuhaf ve anlamsız geliyor belki. Oysa en insanca en masum en ilerici ve en güzel eylem bu belkide. Sarılmak güvenmektir aslında. Benden sana zarar gelmez demektir. Aramızda ne fiziki ne ruhsal ne de duygusal bir engel yok demektir. Sana güveniyorum demektir. Bana güven demektir. Kelimeleri kifayetsiz kılıp, gerçek enerji diliyle konuşmaktır. Tabuları yıkmaktır sarılmak. Bize canlı olduğumuzu ve geçip giden zaman nehri içinde bir'an durup insan olduğumuzu anımsatmaktır. Doğumu, yaşamı, sevgiyi, zamanı, anı ve ölümü hatırlamaktır. Metafizik bir şeydir. Başka dilde konuşmaktır. Sıcaktır, samimidir, doğaldır. Ama pek az yaptığımız şeydir. Çünkü artık biz birbirimize mesafeler koyduk, önce şüphe etmeyi, sonra duvar örmeyi öğrendik. Sınırlar çizdik, mayınlar döşedik, güvenli bölgeler aradık. Hiç sorduk mu kendimize biz aslında en çok neden korktuk? Her birimiz bir diğerinden ayrı bir gezegenden mi gelmişti? Neydi aramıza girip çocuğumuzla, eşimizle, dostumuzla veya yeni tanıştığımızla sarılmamıza engel olan? Kimden korkuyorduk? Bizi kim canavarlaştırdı böyle? Ne korkunç, ne ürkütücü bir şeydi bu korku. Sonu gelmeyen mesafeler yaratmıştık. Bunu ne zaman başarmıştık? Gülümseme bulaşıcıdır ya hani, sarılmakta öyle, siz bir insana en insani ve samimi duygularınızla sarıldığınızda onunla aranızdaki bütün düşmanlıklara son vermiş oluyorsunuz ama elbette anlamışsınızdır ben öyle resmi, soğuk, güvensiz, duygusuz ve kuşkulu bir sarılmadan söz etmiyorum. Ve aslında bu sarılmaların sadece bedenle olmadığını da düşünüyorum. Bazen uzaklarda birini, yazdığı bir mesaj, bir şiir, söylediği bir söz ile kucaklarsınız, o an, madde ortadan kalkar ve ruhlarınız kucaklaşır. Size ihtiyacı olan birine samimiyetle bir mesaj yazarsınız o an, ona sarılmışsınızdır. Öyle. Yani aslında zamanımız yok, hayat dediğimiz şey kuruntu yapmaya değmeyecek kadar kısa. O yüzden her gün mutlaka sarılın çocuklarınıza, arkadaşlarınıza, annenize, babanıza, dostunuza, arkadaşınıza. Sarılın ve gözlerinizi bir'an kapatın. Bırakın dünya o an sizi izlesin ve zaman yavaşlasın. Sardunyam
    3 puan
  11. Cihanı görmek bir kum tanesinde Ya da cenneti bir yaban çiçeğinde Sonsuzluğu avucunda tutmak ve Sığdırmak ebediyeti bir saate *William Blake
    3 puan
  12. “Sen her şeyden değerlisin ve hiçbir şey, özellikle canını acıtan hiçbir şey senden daha değerli değildir.” Bunu bu zamana kadar birçok arkadaşımdan, dostumdan ya da çevremdeki herhangi bir kimseden defalarca duymuşumdur. Sizlere de söylemişlerdir eminim. Ama hayatta bazen kendinizi başkaları yüzünden değersiz hissettiğiniz ve bu sözlerin size hiçbir anlam ifade etmediği öyle anlar oluyor ki; “canınızı acıtan o şey her neyse” sizden daha değerli sanıyorsunuz. Oysa ki unutmamak gerekir bazı şeyler bu dünyada gerçekten de sırf siz var olduğunuz için vardır. Eğer siz olmasaydınız onların hiçbiri olmazdı! Dün akşam çok düşündüm; ben olduğum için bu dünyada var olan şeyleri düşündüm. Örneğin şu içime çektiğim hava, eğer ben olmasaydım belki de olmayacaktı. Ya da bu klavye, klavyeye dokunan bu eller, dokundukça dile gelen şu cümlelerin hiçbiri olmazdı. Ben olmasaydım saçlarım olmazdı, çocukken saçlarıma geçen bitler bile olmazdı. Oynadığım oyuncaklar olmazdı, yattığım yatak, kafamı koyduğum yastık, evim, evimdeki bu eşyalar, şu içtiğim sigara ile çay ve izlediğim filmler de olmazdı… Ben olmasaydım çocukluğum, gençliğim olmazdı, aşklarım olmazdı, aşık olduklarım ise hiç olamazdı. Yaşadığım anlar, anılar, bir geçmiş, bugün ya da gelecek dahi olmazdı. Diktiğim ağaç, kokladığım çiçek, tuttuğum yıldız, gördüğüm manzara diye bir şey olmazdı. Çektiğim fotoğraf olmazdı. Söylediğim sözcükler, sarf ettiğim enerji, kapladığım bir alan olmazdı. Ben bu hayata, hayatımdaki her şeye ve her bir kimseye “var olarak” bir anlam kattım, tüm bunları doğru, yanlış, güzel, çirkin, acı, tatlı vb. bir şekilde anlamlandıran da yine bendim. Tabii ki her şeyin yolunda olduğu zamanlarım olacak ama olmadığı zamanlarım da olacak. Kederlerim olacak mesela, terk edilişlerim, sorunlarım vs… Ama hatırlamalıyım ki iyi veya kötü tüm bunları hayatımın içine dahil eden bendim, dolayısıyla onları hayatımda tutacak ya da hayatımdan çıkaracak olan da yine ben olacağım. Aslında sırf ben izin verdiğim için hayatıma dahil olmuş olan tüm bu şeyler yine benim izin verdiğim kadar hayatımın içinde kalmaya devam edecekler. Şimdi düşünme sırası size geldi; düşünün bakalım, sırf siz varsınız diye hayatta var olmuş şeyleri düşünün ve sonra bu cümleleri kendinize tekrarlayın; “Aslında onların varlık nedeni benim. Bu nedenle ben gerçekten de hayatımdaki her şeyden daha değerliyim ve hiçbir şey, özellikle de canımı acıtan hiçbir şey benden daha değerli değil. Hayatımıza dahil ettiğim sorunlar ya benim tarafımdan çözülür ya da benim tarafımdan sorun olarak hayatımda tutulmaya devam edilir. Buna karar verecek olan kişi “bu hayata sahip olan kişidir”, “bu hayata sahip olan tarafından var edilen kişiler” değil... Onlar yok çünkü!
    3 puan
  13. ‘Hayat hepimizin hevesini kırıyor... Zehiri alınmış bir vedayım, kendimle buluşmalıyım...’ dedi Kadın! Adam, ışığın gittiği yöne doğru yürüyor fakat, hep eksik ve yarım bırakılmışlık duygusu peşini bırakmıyordu... Fazla tedirgindi... ve kendini belki de hiç gerekmediği halde gerekerek yaşıyordu Adam! Şehrin anlamsız kalabalığı, gürültüsü, hesaplı ve sahte ilişkileri, geçmişte yaşadığı sıkıntılı günler çok mu yormuştu onu?.. Bunalıyordu; dinlenirken de, öfkeliyken de, sevinirken de, mutluyken de... ‘Hayat yine de çok basit...’ dedi Kadın! ‘İnsanların kafası karışık!..’ Tüyleri diken diken, yüreği, ağzında bir Adam’dı!.. Hayat onu her gün dövüyordu... Korkularını sevmiyor, korkularından ödü kopuyordu... Hayalleri olmasaydı; dünya ‘her şeye rağmen yaşanmaya değer’ olmasaydı; yaşamın ilk darbesiyle yıkılabilirdi!.. “Topallayan da yol alıyordu”... ama hem “tutuklu” hem “gardiyan” yaşamanın acısı başkaydı... ‘Nereye gidersen git, ne yaparsan yap, aşkı yanına almayı unutma...’ dedi Kadın! ‘Ne kadar haklısın, her şeyi aşk sandığım için önce aşka yenildim...’ dedi Adam! “Özgün olmak için dürüst olmak yeterlidir...” dedi Wittgenstein!.. “Kendinden başka hiçbir eksiğim yok!” dedi Kafka! “Çağdaş bir ortaçağ yaşıyoruz” dedi Umberto Eco! Her şey kendi kaktüsüne dönecek kadar sahici değildi artık! Ve aşk; ateş ile su arasındaki tabiatı gördü, maziye kaçtı!.. Engin Turgut
    3 puan
  14. Çocukluğumun en güzel anılarından: Mendil Artık bir nostalji olarak belleklerimizde yer eden, çeşitli desen ve renkte... İpekli, pamuklu ama mutlaka kumaştan! Öğretmenlerimiz ‘’mendiller’’ der demez minik ellerimizi tertemiz, ütülü ve özenle katlanmış mendillerimizin üzerine nasıl da koyuverirdik, tırnaklarımızı da görsün diye… Teneffüslerde körebe, mendil kapmaca ve yağ satarım bal satarım oyununda da oyun arkadaşlığı ettiler bize. Bayram mendillerinin de büyük anlamı vardı. Bayram yaklaşırken mendiller hazırlardı büyüklerimiz. El öpmeye gittiğimizde, şekerle birlikte mendil de alırdık; içinden küçük bir harçlık, ufak bayram hediyeleri de çıkan… Ne çok mendilimiz olurdu; renk renk, desen desen, bazen de kenarları dantelli ve işlemeli küçük mendiller. Nasıl güzel uçuşurdu düğünlerde halay başının elinde, uzağa gidenlere sallanırken de! Yeni neslin belki de hiç bilmediği mendil, bir kültürdü ama zaman içinde ''Selpak'' lara kaptırdı yerini; asla anlamlı ve değerli olamayacak olan! Sonra da anlamlı pek çok değer gibi geçmişteki hüzünlü yerini aldı. Bazen oyun arkadaşımız, bazen terimizi, göz yaşlarımızı ve kanayan dizlerimizi sildiğimiz, bazen bir bahar akşamı bir hanım efendinin elinden düşüveren bazen de ‘’söz’’ amacıyla verilen bu küçük ama çok şey simgeleyen mendiller bir gün hiç hissettirmeden uçuverdiler. Nasıl, ne zaman ve nereye?… Hiç anlayamadım. Bugün çekmecemde hala mendillerim var çocukluğumdan kalma. Elime aldığımda hüzünlendiğim, gündelik hayatın önemli bir parçası olduğu zamanları ve mendil geleneği olan bayramları özlediğim...
    3 puan
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.