Φ godzilla Gönderi tarihi: 21 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 21 Temmuz , 2008 NERDEN ÇIKARIYORSUN, ASKER Nerden çıkarıyorsun, asker seni sevmediğimi, aynı değil miyiz ikimiz de, sen de, ben de. Sen yoksulsan ben de yoksulum işte; sen halktansan ben de halktan gelmeyim; nerden çıkarıyorsun öyleyse, asker, seni sevmediğimi? Ama unutuyorsun bazen, benim kim olduğumu; sen değil miyim ben, söylesene, sen nasıl bensen, ben de senim. Kin tutacak değilim ya bu yüzden sana, asker; aynı kişiysek ikimiz eğer sen de, ben de, nerden çıkarıyorsun, asker, seni sevmediğimi öyleyse. Karşılaşıyoruz birbirimizle aynı sokakta, aynı yolda, omuz omuza, seninle ben! Aramızda kin yok, düşmanlık yok, biliyoruz nereye gittiğimizi, ikimiz de, sen de ben de... Nerden çıkarıyorsun asker, seni sevmediğimi öyleyse! NİCOLAS GUİLLEN Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2008 Hoş ve ilginç şiirler................sayın Godzi ama sizde şık duruyo Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2008 Utangaç Balıklar İçin Buzlu Camdan Akvaryum Bir mucize olsa da geri dönsen Yine sabah uyanınca ağzıma girse saçların Yan yatarak dönsek birbirimize. Üşümüş ayaklarını, bacaklarımın arasına yerleştirsen. Şaklaban olsa gözlerin. Kapı çalmasın diye dua etsen, ellerini kaldırıp göğe. Bir tek senin dua ettiğin tanrıya inanırım ben. Bir mucize olsa da geri dönsen. Sen; yatakte şımarırken, deri ceketimi giyip hafız bakkala gitsem Ekmek ve gazete almaya. Merdivenlerden inerken karate yapan çocuklara uydurma hareketler gösterip, bunu nasıl anlatacağımı tasarlasam sana daha komik. Hava güzel çarşının içinden geçeyim. Bir dilim pasta alıp -kahvaltıda pasta seversin- sürpriz yapsam. İçerisi kalabalık. Olsun, beklerim... Senin için bir tek yağ kokan bir pastanede beklerim... Bir mucize olsa da geri dönsen... Ekmekleri, gazeteleri ve bir de kısa kemıl alıp -hatırlatmadığın halde- cebime atsam... Kahvaltıdan sonra donnie brasco'yu 20. kez izlerken eyvah sigara dediğinde gözlerin çaresiz, hemen çıkarıp zulamdan uzatsam paketi... Sen boynuma sarıldığında ağır gibi davransam. Senin çakmağınla sigaranı yaksam, salak gibi.. Hayıflansam, 'keşke zippoyu doldurtmayı unutmasaydım dün' diye. Çünkü zippoyla sigaranı yaktıktan sonra kapatınca kapağını çıkan "çlank" sesi nasıl da katlardı karizmamı ikiye.. Film başladığında warner biraderlerin amblemi görününce hep yaptığın espriyi beklesem. Sen "ben bu filmi gördüm" diyince önceden biriktirdiğim kahkahayı koyversem... Birtek senin yaptığın kötü espriye gülerim... Bir mucize olsa da geri dönsen... Yine uyanıp birbirimize anlatsak gördüğümüz rüyayı... Büyük, çok büyük bir vadinin ortasında renkli şezlonklarda otursak anneannelerin, dedelerin kahvaltı yaptığı mutfaklarda otursak öğle uykusundan yeni uyanmış çocuklar gibi, kemiklerimiz sıcak.. Taksiye binecek paraları olduğu halde bir tane bile geçmediği için minibüse binmek zorunda kalan insanlar gibi hafif yan otursak. İçimizde hep bir neye niyet neye kısmet. Bir tek senin gördüğün rüyanın tabiri yok kitapta. Bir tek senin gördüğün rüyada varlığım hayra alamet. Bir mucize için boşuna bekliyorum biliyorum, seni ben terkettim. "ruh hastasısın sen!" diye bağırman boşuna değil. Ama yine de dua et sen bana Biliyorum benim için dua edenler çoktur. Ama bir tek senin dua ettiğin tanrıya inanırım ben. Çünkü hayvanların tanrısı yoktur. Kutlukhan PERKER Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2008 Avara anımsıyor musun? bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar ısmarlama serserilikler yaşardık kimselere bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak yabancıları mahalleye sokmamak gibi Ve bir gün gideceğimiz Amerika vardı herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar herkes gece istasyonlarında kendi Amerika'sını arardı kısık ışıklı arkadaş odaları plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar ve dünyanın bütün limanları önümüzde sessizce uzardı BİTERDİ PLAK. DİSK BOŞA DÖNERDİ. DÜŞLERİMİZ ÇARPIP GERİ DÖNEN SULARDI ŞİMDİ BÖYLE ZAMANLARDA İLK SÖZÜ SÖYLEMEKTEN KAÇINIRDI HERKES SONRA BİRİ USULCA KALKAR, HERKESE ÇAY KOYARDI ANIMSIYOR MUSUN? Vahşi, siyah atlardık kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan deri ceketlerimize sığdırdığımız düşlerimiz kadar aşık ve düşmandık dünya acıtırdı bizi, herşey kanatır, herşey yaralardı sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey geceleri uyumayan çocuklardık, otobüs garlarında uzun maceralar umar apansız yolculuklara çıkardık uykulu kentlere girerdik gece yarıları ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden sanki bambaşka bir dünyaya bakardık sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden yumruklarımızı sıkar, sessizce ağlardık ışığı açık kalmış pencereler, kepengi örtülü dükkanlara, yaz bahçelerinden taşan çiçeklere, adını bile bilmediğimiz bu kente neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle uzun uzun bakardık anımsıyor musun? ahh o gece yolculukları bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz kaç yol arkadaşı? sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak ne kalıyor elimizde? ölenler, terkedenler, bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler vahşi siyah atlardık; yılkıya bırakıldık içimizden kimse gidemedi Amerika'ya kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin yağmur aldı rüzgar aldı zaman aldı o vahşi siyah atları herşey o eski rüyada kaldı çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar peki, sen anımsıyor musun? Murathan MUNGAN Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2008 EĞER O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer. Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer. Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer. O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer. O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer. Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer. Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer. Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer. Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer. Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer. Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer. İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde ´onca ayrılığın birinci dereceden failidir´ denmeseydi eğer. Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer. Issızlığa teslim olmazdı sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer. Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse... Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!! CAN YÜCEL Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2008 Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı? Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, malmı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mı olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı? Victor Hugo Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2008 Uç, kıskanç zaman, gücün bitene kadar, Ünle kurşun alımlı, tembel saatleri, O ağır ve durgun akışlı saatleri. Doyur gözlerini yuttuklarınla, Yani sahte olanla, boş olanla, Yani ölümlü tortularla. Çok az kaybımız bizim. Çok az seninde kazancın Kötü şeyleri gömünce, Tükenince aç gözlü yanlarımız, Sonsuzluk mutluluğumuzu kutlayacak, İçten iyi olan ne varsa, Hep gerçekle, huzurla, aşkla parlayacak En ulu tahtın çevresinde, Onun tahtının çevresinde, Onun mutluluk veren bakışları altında, Ruhlarımız erişince cennete Bırakıp bütün çirkinlerini dünyanın, Yıldızlar kuşatacak dört bir yanımızı, Bu böyle sürüp gidecek, YENECEĞİZ ÖLÜMÜ VE TALİHİ, EY ZAMAN YENECEĞİZ SENİ! JOHN MILTON Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2008 ASKERİN ÖLÜMÜ Yemyeşil bir çukur,burda bir ırmak çağlar Gümüş paçavraları atlara çılgınca takan Burda güneş mağrur dağın tepesinden parlar Küçük bir vadi ki bu,köpürür ışıklardan genç bir asker uyuyor,başı çıplak ,ağzı açık, Ve ensesi taze mavi terlerle yıkanmış.. Yeşil yeteğına yağmur gibi yağıyor ışık, Bulutların altında,solgun otlara uzanmış... Hasta cocuklar gibi uykuda gülümsüyor Ayakları zambaklar içinde;askercik üşüyor Tabiat ,beşiğinde salla onu,sıcak sar! Burun kanatları artık,ürpermiyor korkuyla; Eli göğsünde, sakin,güneşte dalmış uykuya Yalnız sağ yanında kırmızı iki delik var. ARTHUR RIMBAUD Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2008 BÜYÜK SIR Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin Zaman kadındır ister ki hep okşansın Diz çökülsün hep Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına. Bir taranmış Bir upuzun saç gibi zaman Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi. Zaman sensin, uyuyan sen Şafakta ben uykusuz seni beklerken Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi... Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın Bu mavi çanaklarda kan gibi Durdurulmuş zamanın işkencesi Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini Daha beter seni kaçak Seni yabancı bilmekten Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan Tanrım ne ağırdır sözcükler Asıl demek istediğim bu. Hazzın ötesinde sevgim Hiç bir zararın erişemeyeceği yerde bugün Sevgim Sen ki benim saat-şakağımda vurursun Boğulurum soluk alıp vermesen Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın. ...... Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan Korkuyorum senden. Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları Ölmek daha kolaydır sevmekten Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam Sevgilim. LOUİS ARAGON BİR BÜYÜK SIR SÖYLEYECEĞİM SANA Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar Aşıklar eteğinde otursun ister Bozulacak bir entaridir zaman Perçemdir sonsuz Taranmış Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan soluklarla Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta Sensin bıçak gibi geçen boynumu Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın işkencesi oy Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu Daha da beterdir bu Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan Korkarım hep bozulur diye büyü Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan Başın Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım Sen şakağımda vuran duvar saatisin Sen solumazsan eğer ben boğulurum Duraksar ve tenime konar adımın Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki Her söz dilenen bir yoksulluktur Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan bir şeydir Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem Boynuna takacağın bir tümcenin saydam kristalinden yoksunum Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri yapan Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben Sana benzer zamandan sözetmeyi Senden sözetmeyi beceremem ben İnsanlar vardır hani istasyonlarda El sallayan tren kalktıktan sonra Yani ağırlığıyla göz yaşlarının Kolları yana düşer onlara benzerim ben. Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum senden Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren şeyden Korkuyorum davranışlarından söylenmedik sözcüklerden Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum senden Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört Ölmek sevmekten daha kolaydır Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem Sevgilim. LOUİS ARAGON farklı çeviriler Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 BÜYÜK SIR Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin Zaman kadındır ister ki hep okşansın Diz çökülsün hep Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına. Bir taranmış Bir upuzun saç gibi zaman Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi. Zaman sensin, uyuyan sen Şafakta ben uykusuz seni beklerken Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi... Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın Bu mavi çanaklarda kan gibi Durdurulmuş zamanın işkencesi Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini Daha beter seni kaçak Seni yabancı bilmekten Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan Tanrım ne ağırdır sözcükler Asıl demek istediğim bu. Hazzın ötesinde sevgim Hiç bir zararın erişemeyeceği yerde bugün Sevgim Sen ki benim saat-şakağımda vurursun Boğulurum soluk alıp vermesen Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın. ...... Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan Korkuyorum senden. Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları Ölmek daha kolaydır sevmekten Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam Sevgilim. LOUİS ARAGON BİR BÜYÜK SIR SÖYLEYECEĞİM SANA Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar Aşıklar eteğinde otursun ister Bozulacak bir entaridir zaman Perçemdir sonsuz Taranmış Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan soluklarla Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta Sensin bıçak gibi geçen boynumu Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın işkencesi oy Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu Daha da beterdir bu Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan Korkarım hep bozulur diye büyü Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan Başın Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım Sen şakağımda vuran duvar saatisin Sen solumazsan eğer ben boğulurum Duraksar ve tenime konar adımın Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki Her söz dilenen bir yoksulluktur Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan bir şeydir Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem Boynuna takacağın bir tümcenin saydam kristalinden yoksunum Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri yapan Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben Sana benzer zamandan sözetmeyi Senden sözetmeyi beceremem ben İnsanlar vardır hani istasyonlarda El sallayan tren kalktıktan sonra Yani ağırlığıyla göz yaşlarının Kolları yana düşer onlara benzerim ben. Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum senden Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren şeyden Korkuyorum davranışlarından söylenmedik sözcüklerden Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum senden Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört Ölmek sevmekten daha kolaydır Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem Sevgilim. LOUİS ARAGON farklı çeviriler 2 side hoş ama ben altaki çeviriyi daha fazla begendim.......sagol Godzi(hoş şeyler yakalıyorsun sayende bende okuyorum...) Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 ÇOCUK KALMAK İSTEDİM GÖZLERİNDE Gözlerinin önüne düşen uzun kakülü, up uzun siyah kirpikleri, ışıl ışıl umut saçan gözleriyle sabah güneşinden ışık çalmak için yüzüne yurdun duvarına yaslanan, çocuk kalmak istedim gözlerinde. Değil geleceğini düşünmek bir sonraki gününü bile düşünmeyen, hele hele büyüyeceğini aklına hiç getiremeyen ulaşılmaz servet bildiği ne yazık ki rüyasında bile bir kere binemediği mavi bisikletin boncuklu tekerinde toz kalemtıraşlı 1969 model otomobilin kornasında çocuk olmayı özledim. Sofranın davetsiz misafirlerinden makarnaya saplanan kaşık sesleriyle dolu, okul önlüğümün damlattığı suyla cısır cısır öterek ritim tutan sobanın isiyle kaplı, sarhoş külhanbeyi Deli Çavuş´un narasıyla ürken sokağın çeşmesinde üstünü ıslatan ayakları çıplak, gözleri ıslak çocuk olmayı özledim gözlerinde... Çocukluğumda kalan ablam ve ağabeyimle oyuncağımız olan tellerinde çocukluğumuzun resmi kalmış, ıspanakla , ezik elmayla, vesaire ile bütünleşen pazar arabasıyla oynarken ocağın üstünden yere devirdiğimiz kelle paçayı anılarımda nefes aldırmadığım şahsın iştahla yemesine kahkahalarla gülen çocuk olmayı özledim. Biletçiden vagon vagon kaçarak, akşama kadar Ankara´yı Cebeci´den Kayaş’a, Kayaş’ tan Sincan´a durak durak turlarken, tren kokusuyla beslediği tenini ışıldatmak isteyen annesinden, gözüm sabundan yandı diyerek leğenden kaçmaya çalışınca kafasına su tasını yiyip ağlayan çocuk olmayı özledim gözlerinde... Sanki karlarla sevişmek uğruna ayakkabısından firar etmiş parmaklarıyla hala yürümeye devam eden, utancından reddedince kamyon tekerini, ayazdan pantolonunda donup paçasından sızma hevesi kursağında kalmış çişine şaşkınca bakakalan çocuk olmayı özledim. Bir yıl boyunca kırık düşlerini süsleyen ama, bayram namazında çalınacağını hiç düşünmediği mavi çizgili, beyaz spor ayakkabısını bayram arifesinde yastığının altına saklayıp hayalci uykuya dalan çocuk olmayı özledim. İnsanın kalbine, vicdanına çivi gibi saplanan artık kendine gel diye şiddetli bir şamar atan cenaze merasimlerinde, hocanın ağlamaklı, titrek sesinde ve gül suyu tazeliğinde ürpererek duyduğu pişmanlığı unutup, yine yaramazlık yapan munzur, haylaz çocuk kalmayı istedim gözlerinde.. Annemin aldatılma korkusu, babamın ise taş gibi coşkusu Nergis abla orak çekiçle süslenmiş Hacettepe yurdunun balkonunda daha gözü açılmamış onsekizlik delikanlıları, fakir kokan,is kokan sokağın soğuk havasında röntgenciliğe iten Nergis ablayla kadınlar hamamına giden çocuk olmayı özledim. Özgürlük hasretine elveda diyenlerin, ya da diyebileceklerini zannedenlerin tıka basa doluştukları türkülerle dolu cafede solculuk kokan saz tınlamasında, üniversiteli kızın sübyancı olduğundan habersiz sevgi kokulu kucağında oturan saf, sabi çocuk olmayı özledim. Elim ellerinde terleyip erirken, öpüşmeyi günah sanan düşüncelerime yenik düşünce onu öpememekten bulut olmuş gözlerimin pişmanlığında yüreği güvercin, kalbi Beyşehir gölü çocuk olmayı özledim. Özledim, çocuk kalmayı istedim, hayatın anlamsızlığıyla, ***** ihtiraslarla, paranın mahkumlarıyla, gülen maskeyle yaklaşanlarla, iyilerin fazla barınamadığı, bu pembe makyajlı, lanet olası dünyayla henüz tanışmamış yüreği Yunus, kalbi Mevlana saf, sabi çocuk olmayı özledim. Ve senin gözlerinde hala çocuk kalmayı istedim yirmi dokuz yaşıma girdiğim bu doğum günümde... İstedim ama çocuk kalamadım, adam olmayı ben hiç sevemedim, çocuk kalıp hayatın cıvıl cıvıl yaşandığını sanmak varken, kaderi kederi tanımamak varken... Sen hep ´´baban gibi adam ol oğlum eşek olma lan çakal´´derdin ya keşke adam olma çocuk kal deseydin kardeşine, ve çocuk kalabilseydim, büyümeseydim, yerinde sayardı zaman ilerlemezdi. O zaman ne hayatın acı yüzünü görürdüm, ne de senin öldüğünü... O zaman ne acılara ererdi aklım, ne de senin öldüğüne ağlardım, çocuk kalsaydım. Yine çocuk kalmak istedim gözlerinde... Yine... : ( Lokman KAYA Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 Sesleniş / Uğur Mumcu Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşı*********** getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi... Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi... Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. Asıldık ey halkım, unutma bizi... Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi... Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi. Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi... Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2008 Geleceğim, bekle dedi, gitti.. Ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu.. Ama kimse ölmedi. özdemir asaf.. Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 17 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 17 Ağustos , 2008 Yayamaz Sende çok hoş şeyler yakalıyorsun ...Bende okuyorum sayende.... -------------------------------------------------------------------------------------------- TAMAM YAVRUM, METELİĞİMİZ YOK; AMA YAĞMURUMUZ VAR. Sera etkisi deyin ne derseniz deyin eskisi gibi yağmıyor işte yağmur. özellikle büyük kriz zamanındaki yağmurlar geliyor aklıma. kuruş para yoktu ama bolbol yağmur vardı. öyle bir gece veya bir gün değil, 7 gün ve 7 gece YAĞARDI ve Los Angeles'in yağmur ızgaraları bu kadar çok yağmuru emebilecek şekilde yapılmamıştı ve yağmur KALIN ve KARARLI ve DÜZENLİ yağardı ve damlaların çatılara çarpışını oradan da oluk oluk toprağa akışını DUYARDINIZ ve DOLU, büyük BUZDAN KAYALAR patlayan oraya buraya saçılan havada uçuşan; ve yağmur kısaca DURMAZDI ve bütün çatılar akardı - evin her tarafına tencereler, kapkacaklar serilir TIP TIP sesleri bütün eve yayılırdı; ve kaplar boşaltılır, boşaltılır ve tekrar boşaltılırdı. kaldırımların üstünden geçerdi yağmur, bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp evlere girerdi. el bezleri vardı, banyo havluları, ve yağmur genelde tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar güneşli bir günde marş basmayan arabalarla, ve işsiz adamlar sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların can çekişmelerine bakarlardı pencereleri önünden; İŞSİZLER, yenik bir zamanın yenik insanları hapsolurdu evlerine karıları ve çocukları ve kedi köpekleriyle. kediler ve köpekler dışarı çıkmamak için diretir evin garip garip yerlerine pisliklerini bırakırlardı. işsiz adamlar bir zamanlar güzel olan karılarıyla evde tıkılıp kalmış olmaktan çıldırırlardı. korkunç tartışmalar yaşanırdı haciz ihtar mektupları kondukça posta kutularına. yağmur ve dolu, bezelye kutuları, yavan ekmekler; kızarmış yumurta, rafadan yumurta, haslanmış yumurta; fıstık ezmesi sandviçleri, ve her tencerede görünmez bir tavuk. babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam her yağmurda, en iyi ihtimalle, annemi döverdi, kendimi üzerlerine atardım, bacaklar, dizler, çığlıklar ta ki birbirlerinden ayrılana kadar. "Gebertic'em seni, " bağırırdım "Bi' kez daha vurursan ona öldürürüm seni!" "Çabuk bu orospu çocu'unu çıkar burdan!" "hayır, Henri, annenin yanında kal!" evet, bütün evler kuşatma altındaydı fakat sanırım bizim evdeki dehşet ortalamanın üstündeydi. ve geceleri uyumaya çalıştığımızda yağmur yağmaya devam ederdi ve karanlıkta suların odama girmemesi için cesurca direnen penceremden ayın yağmur sularıyla bulanık görüntüsünü seyrederken Nuh'u hayal ederek ve Gemisini tekrar oluyor galiba diye düşünürdüm. hepimiz düşünürdük bunu. ve sonra, birdenbire, dinerdi yağmur. galiba hep sabaha doğru 5, 6 sularında dinerdi, huzur çökerdi her yere, ama tam bir sessizlik değil çünkü hala devam ederdi tip tip tip sesleri ve sonra sis ve duman dağılırdı ve sabah 8'de gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı düşerdi yeryüzüne, Van Gogh sarısı çılgın, köredici! ve ardından sağanaktan kurtulan çatı olukları güneş altında genleşmeye başlardı: PENG!PENG!PENG! ve herkes kalkıp dışarı bakardı hala yağmuru içine çeken bahçeler hiç bu kadar yeşil olmamış bir yeşil içinde ve kuşlar bahçelerde deli gibi cıvıldayan kuşlar, 7 gün 7 gecedir yere konup da adamakıllı bir şey yiyememiş tohum yemekten bıkmış kuşlar solucanların toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi, yarı boğulmuş solucanların. kuşlar solucanları önce topraktan çekip havaya kaldırır sonra da midelerine indirirlerdi; karatavuklar ve serçeler olurdu. karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya çalışır ama serçeler, açlıktan delirmiş, daha küçük ve çabuk, kendi paylarını kotarırlardı. erkekler verandada durur sigaralarını içerlerdi, şimdi kapı kapı dolaşıp büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında bulamayacakları bir iş arayacaklarının, büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını çalıştırmaya uğraşacaklarının bilincinde. ve bir zamanlar güzel olan karıları banyoya girer saçlarını tarar, makyajlarını yapar, dünyalarını tekrar biraraya getirmeye çalışırlardı, onları saran korkunç mutsuzluğu unutmaya çalışarak, kahvaltı için ne hazırlasam diye telaşlanarak. ve radyo okulların açıldığını söylerdi. ve ardından işte ben yine okul yolundaydım, yollarda kocaman su gölcükleri, tepemde yeni bir dünya gibi güneş, evde annemler, okula zamanında vardım. Bayan Sorenson bizi "bugün tenefüs yok, yerler çok ıslak" diyerek karşıladı. çocuklar "AOF" bağırdı bir ağızdan. "fakat tenefüs saatinde çok farklı birşey yapacağız," dedi, "ve çok zevkli bir şey!" hepimiz merak ettik bu çok zevkli şeyin ne olduğunu ve o iki saat Bayan Sorenson dersini anlatmaya devam ederken bir türlü geçmek bilmedi. Küçük kızlara baktım, çok tatlı ve temiz ve dikkatli görünüyorlardı, uslu ve dik oturuyorlarken sıralarında ve saçları Kaliforniya güneşi altında çok güzeldi. sonra tenefüs zili çaldı ve hepimiz eğlenceyi beklemeye koyulduk. ardından Bayan Sorenson sınıfa seslendi: "şimdi ne yapacağız biliyor musunuz, birbirimize yağmur sağanağı sırasında neler yaptığımızı anlatacağız! en ön sıradan başlayıp arka sıralara doğru devam edeceğiz! hadi Michael, sen başla!..." ve hepimiz hikayelerimizi anlatmaya başladık, Michael başladı ve herkes sırayla kalkıp devam etti, ve sonra farkettik ki hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen yalan sayılmaz ama çoğunlugu yalandı ve oğlanlardan bazıları pis pis gülmeye başladığında kızlar onlara kötü bakışlar fırlattı ve Bayan Sorenson "tamam!" diye bağırdı "tam bir sessizlik istiyorum! Siz merak etmeseniz de ben neler yaptığınızı öğrenmek istiyorum!" böylece biz de hikayelerimize devam ettik ve hepsi de hikayeydi. bir kız gökkuşağı ilk çıktığında bir ucunda Tanrı'nın yüzünü gördügünü söyledi. bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi. bir oğlan oltasını pencereden sarkıtıp bir balık yakalayıp kedisini beslediğini söyledi. hemen hemen herkes bir yalan uydurdu. gerçek fazla acı ve utandırıcıydı. sonra zil çaldı ve tenefüs bitti. "teşekkür ederim," dedi Bayan Sorenson, "hepsi çok hoştu. yarına kadar yerler kurur ve kullanılabilecek hale gelir." çocuklardan bir gürültü koptu. küçük kızlar dimdik ve uslu oturuyorlardı, çok tatlı ve temiz ve dikkatli, saçları dünyanın bir daha asla göremeyeceği bir güneşin ışıkları altında çok güzel görünüyordu. ve CHARLES BUKOWSKİ karakutu.com Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Offf ya adamın nefis şiirleri varmış sevgili Godzi.........hangisini alıntı yapıyım şaşırdım...işte bu sayende bir haz daha yakaladım!!!!! Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Bir Sürü Delikanlıya Dostça Öğütler tibet'e git deveye bin incili oku ayakkabılarını maviye boya sakal bırak kağıttan bir kanoyla dolaş dünyayı the saturday evening post'a abone ol çiğnerken sadece sol tarafını kullan ağzının tek bacaklı bi kadınla evlen ve düz bir usturayla traş ol ve kadının koluna adını kazı benzinle fırçala dişlerini bütün gün uyu ve gece ağaçlara tırman keşiş ol viski ile bira iç kafanı suyun altında tut ve keman çal pembe mum ışığında göbek at köpeğini öldür belediye başkanlığına aday ol bir varilin içinde yaşa baltayla kafanı yar yağmurda lale ek AMA ŞİİR YAZMA! Charles Bukowski Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Bazıları Delirmez bazıları hiç delirmez ben, bazen koltuğun arkasında 3-4 gün boyunca yattığım olur orda bulurlar beni melaikeymiş derler sonra gırtlağımdan aşağı şarap döküp göğsümü ovarlar yağ serperler üzerime sonra kükreyerek kalkarım atıp tutar, köpürürüm onlara ve evrene küfreder bahçeye kadar kovalarım sonra kendimi çok iyi hisseder tost ve yumurtanın başına otururum bir şarkı mırıldanıp aniden pembe besili bir balina gibi sevimli olurum bazıları hiç delirmez ne korkunç hayat sürüyorlardır allah bilir charles bukowski ifadeye anlatıma bak ya........................... Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 18 Ağustos , 2008 Ölüm I Dünyaya birçok kez gelmişim Yok olmuş yıldızların dibinden Ellerimde tuttuğum Ölümsüzlük bağlarını dokuyarak Şimdi öleceğim yeniden Vücudumu örten toprağa sarınarak! II Ne papazların sattığı Gökyüzünden bir parça aldım. Ne de tembel zenginler için Metafizikçilerin, Düzüp koştuğu, karanlıklardan. III Ölüm içinde yoksullarla bir olmak istiyorum Göğü elinde tutanların kamçıladığı İnceleme yeteneği olmayanlarla! Şimdiyse ölüme hazırım Beni saran bir elbise gibi Sevdiğim renkten Boyu posuma tıpatıp; uygun Ve benim için gerekli olan Beni saran bir elbise gibi! Pablo Neruda Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 19 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 19 Ağustos , 2008 "Bazıları Delirmez " harikaymış....bi haz da ben yakaladım MİZAH Krallar, imparatorlar ve çarlar, tüm evrenin hükümdarları, buyrukları altında bulundurmuşlar orduları ama becerememişler hiç mizahı. Ezop, yayan yürüyüp yolları uğradığında ünlü kişilerin her gün rahatlık içinde yüzen saraylarına, onları dilenciden daha üstün görmemişti. iki yüzlülerin ayak izlerini damga gibi bastığı evlerde, toplantılarda Nasreddin Hoca, iğneli şakalarıyla, altüst etti kafalarını kahkahalarıyla bir dizi paytak gibi! Kimileri ısmarlama mizah istedi- ama mizah parayla satın alınmaz ki! Kimileri tuttu mizahı katletti ama mizah ölmedi, kaatillerine keskin dişlerini gösterdi! Çünkü durup ahmak ahmak güçtür mizahla savaşmak. Tekrar tekrar idam ettiler mizahı ama o, koltuğa alıp gövdeden ayrılmış kafayı alay etti, savaştı. Mumyacıların kavalları çalmaya başlar başlamaz alaylı bir havayı, mizah da şaştı, ve bir meydan okuyuşla haykırdı: "İşte geldim geri, buradayım gene" Keyifle, görseniz, hem de nasıl oynardı. Tuttular tekrar hapsettiler mizahı Şimdi o, lime-lime olmuş eski bir palto içinde, sarkık bir suratla ve bir yapmacık pişman maskesiyle siyasal bir suçlu hem de tutuklu yürür ama özgür idam sehpasına. Dış görünüşüyle içine çekilmiş, biraz da pişman, sanki de hayattan öte hayat olduğuna inanmış, ama apansız kayıverir giydiği paltonun içinden, ve el sallayarak yağlayıverir tabanı. Mizah şimdi taş duvarlardan, demir parmaklıklardan dalmış içeri onlar gösteredursun dar hücreleri, ve zindanı o bayağı bir insan gibi öksürüp yürür cesurca öne doğru dudağında bir türkü, elde tabanca, Kış Sarayının üstünden. Alışıktır o kaş çatmalara, çünkü bilir ki bir zarar getirmez onlar; ve zaman olur mizaha kaş çatar mizah. Ölümsüzdür o, Hafif ve çabuktur. İçinden geçemiyeceği eşya ve insan yoktur. Öyleyse- mizaha hem şeref dileyelim, hem şan Çünkü- odur en cesur insan. YEVGENİ YEVTUŞENKO kendime Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 19 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 19 Ağustos , 2008 YAŞIYORUZ AMA HİSSETMİYORUZ Yaşıyoruz, ama hissetmiyoruz artık bastığımız toprağı. On adım öteden duyulmuyor konuştuklarımız. Oysa ne zaman iki çift laf edecek olsa birileri, Kremlin'in dağcısını* anmadan edemiyorlar. Parmakları kalın tırtıllar gibi ve ağır kurşun gibi dökülüyor ağzından kelimeleri. Hamamböceği bıyığı sırıtıyor ve pırıl pırıl çizmelerinin üstleri, İnce boyunlu adamları sarmış çevresini, bu insan bozuntularının soytarılıklarıyla oyalanıyor. Biri ıslık çalıyor, biri miyavlıyor, biri inliyor, Yalnız o parmağını bize sallıyerak kükrüyor. İnsan karnına, alnına, şakağına, gözüne nal fırlatır gibi durmadan emirler yağdırıyor. Bu geniş omuzlu Kafkas Kocası, tatlı bir meyve gibi dilinin üstünde yuvarlıyor her idam kararını. *Joseph Stalin OPİS MANDELSTAM Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 21 Ağustos , 2008 GÜZEL BİR ŞEY DEĞİL ÜNLENMEK Guzel bir sey degil ünlenmek Bu, yucelik vermez kisiye. Arsiv derlemeye gerek yok, El yazmasi icin titremeye. Yaraticilik meyve verir, Hem basari degil yaygara. Bir degeri yok ,rezilliktir Sakiz olmak herkesin agzinda. Ve, bir adim geride durmak Oyle bir yasam ki, sonunda Sevgi dermek ve kulak vermek Hep gelecegin cagrisina. Ve boslugu kagitta degil de Kaderde birakmak gerekir, Bir hayat ve bolumleri ise Ancak derkenarda imlenir Ve bilinmezlige dalarak Ve orda gizleyerek her izi, Siste nasil gizlenirse toprak, Zifiri karanliktaymis gibi. baskalari , hem de sen sagken Yolunu izleyebilir senin, Ama yenilgileri yengilerden Kendin ayirt etmemelisin. Ve yuzunun bir tek cizgisinden Yuzde yuz vazgecmemek de var, Ama sagken ve kıpır kıpırken, Sagken ve ancak sonuna kadar. BORİS PASTERNAK Alıntı
Φ godzilla Gönderi tarihi: 26 Ağustos , 2008 Gönderi tarihi: 26 Ağustos , 2008 ALDATMAM KENDİMİ Aldatmam kendimi, Sıkıntılı yüreğimde kaygı pusulandı. Neden adım şarlatana çıktı? Neden serseri diye anılıyorum? Haydut değilim, ormanda soygunculuk etmedim. Hapishanede yatan bahtsızları kurşuna dizmedim. Ben sadece karşıma çıkanlara Gülümseyen sokak çapkınıyım. Moskovalı hovarda, kabadayının biriyim, Bütün Tverskoy mahallesinde Kuş gibi yürüyüşümü Bilmeyen sokak iti yok. Uyuz beygirlerin tümü, Beni görünce kafa sallar. Hayvanların en iyi dostuyum, Şiirlerim tet tek hayvan, ruhların şifası... Silindir şapkayı başıma takarsam - kadınlar için değildir, Anlamsız tutkulara kalbim kapalı, İçindeki hüznü yatıştırınca Kısrağıma arpanın altınını sunmak isterim. İnsanlarla dostluk kurmadım, Başka bir âleme adadım kendimi. En iyi kravatımı rasgele Sokak hoşhoşunun boynuna dolamaya hazırım. Artık dert edinmeyeceğim kendime, Güçlü kalbimde karanlıklar dağıldı. Bunun için şarlatan diye anıldım, Bu yüzden adım serseriye çıktı. SERGEY YESENİN Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2008 Ben yokken buraları kendi haline kalmamış sağolasın sevgili Godzi........................ Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2008 BİZDEN SONRA DOĞANLARA I Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım! Ahmaktır hilesiz söz. Düz bir alın Vurdumduymazlığa işaret. Gülen Kötü haberi almamış henüz. Nasıl bir çağdır bu, Ağaçlardan bahsetmenin neredeyse suç sayıldığı Birçok alçaklığa suskun kalışı içerdiğinden. Yolu kaygısızca karşı karşıya geçen Ulaşılmazdır artık herhalde Zorda kalan arkadaşları için. Doğrudur: geçimimi sağlamaktayım hala Fakat inanın: bu sadece bir tesadüftür. Yaptıklarım Arasında hiçbir şey hak vermiyor karnımı doyurmaya. Tesadüfen ayaktayım. ( Şansım ters giderse mahvoldum.) Diyorlar ki: ye ve iç sen! Sevin, neyin varsa! Fakat nasıl yiyip içeyim ki, yediğim Bir açın ellerinden kaptığım lokmaysa, bir Susuzun sorduğu bardak suysa içtiğim? Ve yine de yiyip içiyorum ben! Ben de bir bilge olmak isterdim. Yazıyor eski kitaplar bilgelik nedir: Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı Korkusuz geçirmek Şiddete başvurmadan hem Kötülüğe iyilikle karşılık vermek Düşlerini gerçekleştirmek değil, unutmak Bilgelik olarak kabul ediliyor. Tüm bunları yapamıyorum: Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım! II Kargaşalık döneminde geldim şehirlere Açlığın hüküm sürdüğünde. Girdim insanlar arasına isyan döneminde Ve öfkelendim onlarla birlikte. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde verilmiş bana. Savaşlar ortasında yedim ekmeğimi Katiller arasında yattım uykuya Özensiz yaklaştım aşka Ve doğayı sabırsızlıkla izledim. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde verilmiş bana. Yollar bataklığa gidiyordu zamanımda. Cellada bildiriyordu beni konuştuğum dil. Çok değildi yapabileceklerim. Fakat iktidardakiler daha Güvende hissediyorlardı kendilerini bensiz, ümit ediyordum. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde verilmiş bana. III Battığımız dalgalardan Yükselecek olan sizler Zaaflarımızdan söz ederken Unutmayın Karanlık çağı da Sizlerin kurtulmuş olduğu. Yürüdük ya, pabuçlardan çok ülke değiştirerek Sınıf savaşlarının ortasında, çaresiz Haksızlığın olup öfkenin olmadığı yerde. Biliyoruz halbuki: Aşağılıklara duyulan nefret de Bozar şeklini yüzün. Kısar sesi haksızlık karşısındaki Öfke de. Ah, güleryüzlülüğe Ortam hazırlamak istemiş bizler Güleryüzlü olamadık kendimiz. Sizler fakat, geldiğinde vakit İnsan insanın yardımcısı olduğu Zaman. Hatırlayın Hoşgörüyle bizi. BERTOLT BRECHT Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2008 BEKLEYECEĞİM SENİ Savaşa gitmek mi istersin, git asker, Gidenin bir daha gelmediği Kanlı, kuduran savaşa. Burda olacağım geri dönersen, Yeşeren karaağaçlar altında bekleyeceğim seni, Bekleyeceğim çıplak ağaclar altında, Dönünceye dek en son asker, Bekleyeceğim seni daha da çok. Sen geri gelince savaştan Göremeyeceksin kapıda başka bir çizme. Yanımdaki yastık hep boş kalacak. Dokunmamış olacak dudağıma başka dudak. Bıraktığım gibi diyeceksin her şey, Sen geri gelince savaştan, Sen geri gelince. BERTOLT BRECHT Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.