Misafir maraba Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 isteyen istediğini yapar ama demokrasi çerçevesinde olur bu iş Yanlışlığın buradan geliyor. Demokrasiler sonsuz özgürlükler rejimi değildirler. Demokrasilerde de düzen sağlayıcı hukuk kuralları vardır. Kurallar dışında, hiç kimse başına buyruk hareket edemez. Buradaki kırmızı çizgi ise senin hakkının bittiği çizgidir. Zira senin çizginden sonra diğer insanların hakları, hukukları başlar. Demokrasi serkeşliğin rejimi değildir. Parti kapatma davasında da emin olunmalıki, bu çizginin önemi vurgulanmaktadır. Alıntı
Misafir YARASA Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 demokrasi dışı davranırsan tabiki öyle ! Sayın Maraba gerekli sözü söylemiş... Ancak ben de belirteyim. Kapatma davasının temelinde, ben %47 yim istediğimi yaparım mantığı yatar. Bu da demokrasi değildir! Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Demokrasiler sonsuz özgürlükler rejimi değildirler evet katılıyorum, farklı bir şey söylemedim zaten yani demekki demokrasi çerçevesinde (ki o sonsuz özgülük değildir dediğiniz gibi) isteyen istediğini yapar, istekler demokrasiye uygun ve paralelse bu istekler gerçekleştirilebilir. ben ne demişim ? "isteyen istediğini yapar ama demokrasi çerçevesinde olur bu iş" yani isteğiniz demokrasiye uygunsa ve halk size bu ehliyeti vermişse isteğinizi gerçekleştirebilirsiniz ! yani her istediğinizi demokrasi çerçevesinde yapabilirsiniz bunda yanlış bir durum yok ! Kapatma davasının temelinde, ben %47 yim istediğimi yaparım mantığı yatar. Bu da demokrasi değildir! demokrasiye uygunsa ve halk ona o ehliyeyi vermişse, o konuda istediğini yapar demokrasiye uygun hareket etmek, sizin anladığınız anlamda her istediğini yapmak demek değildir ! buradaki şarta dikkat etmiyorsunuz ! nedir o şart ? "demokrasi çerçevesinde hareket etmek" saygılar Alıntı
Misafir maraba Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 evet katılıyorum, farklı bir şey söylemedim zaten yani demekki demokrasi çerçevesinde (ki o sonsuz özgülük değildir dediğiniz gibi) isteyen istediğini yapar, istekler demokrasiye uygun ve paralelse bu istekler gerçekleştirilebilir. ben ne demişim ? "isteyen istediğini yapar ama demokrasi çerçevesinde olur bu iş" yani isteğiniz demokrasiye uygunsa ve halk size bu ehliyeti vermişse isteğinizi gerçekleştirebilirsiniz ! yani her istediğinizi demokrasi çerçevesinde yapabilirsiniz bunda yanlış bir durum yok ! demokrasiye uygunsa ve halk ona o ehliyeyi vermişse, o konuda istediğini yapar demokrasiye uygun hareket etmek, sizin anladığınız anlamda her istediğini yapmak demek değildir ! buradaki şarta dikkat etmiyorsunuz ! nedir o şart ? "demokrasi çerçevesinde hareket etmek" saygılar Hala yanlıştasın. Demokrasi bir yönetim biçimidir. Dikta rejimlerin karşıtıdır. Anlamı ise; demokratik kurallar çerçevesinde azınlığın haklarını da güvenceye alan, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Bu çerçevede demokrasilerde çoğunluğun desteklediği siyasi parti yürürtme görevini üslenir. Diğer taraftan demokrasi, kişinin sosyal yaşam şeklini özgürce seçebileceği (demokratik yasalar çerçevesinde) bir rejimdir. Basit bir misal; kişi sosyal yaşamı için futbolu seçebilir, ama her alanda futbol oynayamaz. Benzer bir görüş; bir siyasi parti iktidar olabilir. Ama her istediği yasayı oluşturamaz. Her rejimde toplumun düzenini sağlamak üzere sıralanmış yaptırımlar dizini vardır. Bunlara demokratik yasalar denilmektedir. Bu yasalar, azınlığın da haklarını koruyan genel geçer demokratik yasalar olmalıdır. Bu nedenlerle, senin "isteyen istediğini yapar ama demokrasi çerçevesinde olur bu iş" görüşün yanlıştır. Doğrusu ise "yapabileceklerini demokratik yasalar çerçevesinde yapabilirler" olabilir. Burada "istediğini yapar" ile, "yapabileceğini yapar" pratikte farklıdırlar. Yine ha keza "yani isteğiniz demokrasiye uygunsa ve halk size bu ehliyeti vermişse isteğinizi gerçekleştirebilirsiniz !" görüşün de yanlıştır. Halk, hiçbir zaman sana demokratik kurallara aykırı davranabilirsin şeklinde ehliyet vermeye haiz değildir. Zira demokrasiler çoğunluğun diktası değildir. Demokrasi; demokratik hükümlerin de, azınlık haklarının da güvenceye alındığı bir rejimdir. Yine burada da doğru olanı; "halk sana yetki vermişse eğer, yapabileceklerini (her istediğini değil) demokratik yasalar çerçevesinde yapabilirsin" olmalıdır. Halkın çoğunluğu beni destekliyor diye genel geçer demokratik yasalarla oynamak, demokratik rejimleri tehlikeye atmak demektir. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Şunu belirtmeliyim ki, ne meclis çoğunluğu, ne referandum yoluyla halk çoğunluğu karar alıp, örneğin "Kızılırmak'ı iç Anadolu'ya akıtıp bir iç deniz oluşturma kararı" alamaz. Böyle bir gereklilik doğarsa oturur bilimsel kurullar bu kararı alır. Bilim bunun yapılmasını gerektiriyorsa, gerekirse devlet zoru kullanılarak yerleşimler boşaltılır, Kızılırmak çevrilir. Tabii bir çok tartışmalar olur, sivil toplum örgütleri devreye girer ama, sonuçta bilimin gereği yapılır. Hükümet Kızılırmak'ı çevirmeye kalksa ve halk çoğunlukla bunu destekliyor olsa, ama bu yapılan bilime aykırıysa, bilimcilerin ortaya çıkıp buna dur demeleri gerekir. Halk av hayvanları yok oluncaya kadar avcılık yapmak isteyebilir. Devlet kısıtlar ve yasaklar. Ormanları tamamen bitirinceye kadar kesmek isteyebilir halk. Devlet korur ve yasaklar. Bıraksanız emin olun bitirirler. (Bunlar örnek ama, örneği de ele alırsak devlet bunu da tam başarmış değil. Örneğin çok yakın zamana kadar bir doğa cenneti olan güzelim Erciyes, iç paralayıcı bir şekilde kelleşmiş, çoraklaşmış durumda. Doğasını en hızlı katleden ülkeler arasında yer almaktayız.) Dolayısıyla hiç bir iktidar "halk çoğunluğu böyle istiyor" diye herkese kulaklarını tıkayıp çoğunluk tahakkümü oluşturamaz. Yaparsa Hitler tipi rejim ortaya çıkar. Demokrasi halkın çoğunluğunun dediğini yapma rejimi değildir. Aydınların sesinin halkın önüne geçmediği ve aydınlatmadığı, arada boğulduğu rejim, demokrasi değil, çoğunluk diktasıdır. Halkın oyu ile geldim deyip bilime, evrensel değerlere kulak tıkayan iktidarlara bu davranışın yanlış olduğunu söylemek aydınların görevidir. Uyarılara kulak asmak da sağduyulu bir hükümetin gereğidir. İkisinden biri olmuyorsa ülkede ciddi bir sorun var demektir. Ülke çapındaki ciddi sorunları da çözmek anayasal kurumların görevleri arasındadır. Bu yeni bir şey değil, halk dalkavukluğu ve "halk böyle istiyor" bahanesine çok sığınan olmuştur. Ama büyük acılar yaşandıktan ve büyük yıkımlardan sonra yine yaptığı hatayı geç anlayan halk cezalarını vermiştir. Amaç, o yıkım ve pişmanlıkları yaşamadan yanlıştan dönmek... Binlerce evladını Trablus çöllerinde yeniden büyük Roma hayalleri peşinde kaybettikten sonra Mussolini'yi asmış, cesedini sokaklarda sürüklemişsin ne fayda? Mussolini'yi durdurabilen aydınlar olsa, halka büyük bir iyilik etmiş olacaklardı, evlatları çöllere, boş hayallerle gereksiz ölümlere sürüklenmeyeceklerdi. Ses çıkarmadılar, veya kulak veren olmadı... Son not: Ülkemizde laiklik aşınsın, savsaklansın isteyen bir halk çoğunluğu da kesinlikle yoktur üstelik. Bunlar türban özgürlüktür propagandasını gerçekten başarıyla yaptılar, Bir çok entelektüeli bile inandırdılar. Doğruya doğru, ağladı, sızladı, ne yaptı ettiler bu havayı yaratmayı başardılar. Bazı lojman kapısından başörtülü misafiri geri çeviren, mezuniyet töreninden başörtülü anneyi çıkaran densizler de olayı körükledi. Ezgiye hepimiz oynadık arkadaşlar, gerçek bu ne yazık... Alıntı
Misafir maraba Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 ................ Dolayısıyla hiç bir iktidar "halk çoğunluğu böyle istiyor" diye herkese kulaklarını tıkayıp çoğunluk tahakkümü oluşturamaz. Yaparsa Hitler tipi rejim ortaya çıkar. Demokrasi halkın çoğunluğunun dediğini yapma rejimi değildir. Aydınların sesinin halkın önüne geçmediği ve aydınlatmadığı, arada boğulduğu rejim, demokrasi değil, çoğunluk diktasıdır. ................. Teşekkürler Alıntı
Misafir YARASA Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Teşekkürler Demirefe, eline sağlık dostum çok güzel ifade etmişsin... Maraba, ben yine de kuşkuluyum insanların demokrasinin ne olduğunu anlamaları konusunda... Ve daha da vahimi, olmadık yorumlara sapmaları! Dediğim gibi, bu halk, henüz demokrasiyi bilmiyor ki, nasıl demokrasiyi kullansın? "Halk böyle istiyor"muşmuş... Gören de TÜrkiye halklarının neredeyse hepsinin aynı görüşte olduğunu ama diğer taraftan zorla bu şekilde yönetildiğini sanar! Alıntı
Φ ucansahin Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Demirefe, eline sağlık dostum çok güzel ifade etmişsin...Maraba, ben yine de kuşkuluyum insanların demokrasinin ne olduğunu anlamaları konusunda... Ve daha da vahimi, olmadık yorumlara sapmaları! Dediğim gibi, bu halk, henüz demokrasiyi bilmiyor ki, nasıl demokrasiyi kullansın? "Halk böyle istiyor"muşmuş... Gören de TÜrkiye halklarının neredeyse hepsinin aynı görüşte olduğunu ama diğer taraftan zorla bu şekilde yönetildiğini sanar! Halka demokrasi verilmedigi gibi ögretilmedi bile. Herkes isine geldigi gibi bir demokrasi anlayisiyla ortaya cikmis ve ahkam kesiyorlar. Tek ögrettikleri sey ne yaparsan yap ve ne dersen de hepsini herhangi bir sekilde Atatürk'e baglayacaksin. Neler verdiler yillardan beri halka sayalim isterseniz teker teker; 1. Iktidara gelmek icin her türlü entrikalar cevireceksin ve gerekirse kendi kardesini bile iktidar ugruna yok edeceksin 2. Var olan sorunlara hic bir zaman cözüm getirmeyeceksinki devamli koz olarak kullanabilesin ( mesela PKK olayi) 3. Vatan kurtarma adina ceteler kuracaksin ve mafyalasabileceksin 4. Her türlü azinlik haklarini inkar edeceksin, yoksa ülke elinden alinir korkusu yayacaksin 5. Dini her dönemde oy icin kullanacaksin ve gerekirse mesep kavgalari yapacaksin, Corum, Maras gibi sehirlerde oldugu gibi. 6. Her yaptigin olayin altina Atatürkcülük ve Milliyetcilik imzasi atacaksinki kimse birsey demesin 7. Secimlerde insanlara un ve seker dagitacaksin 8. Secimlerde muhahkkak herhengi bir seyhin veya tarikatin destegini alacaksin 9. Milletvekillerini halk degil önce parti baskani secer 10. Secimleri kaybetsen bile asla koltugu kaybetmeyeceksin 11. Iktidara gelince kendi ve cevrenin cebini dolduracaksin 12. Muhalefette iken yolsuzluga karsi geleceksin, ama kendin iktidar olunca digerinden daha fazla yolsuzluk yapacaksin 13. ......... unuttugum ve hatirlayamadiklarim oldugu icin bilen arkadaslarin eklemesini rica ediyorum Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Hala yanlıştasın. Demokrasi bir yönetim biçimidir. Dikta rejimlerin karşıtıdır. Anlamı ise; demokratik kurallar çerçevesinde azınlığın haklarını da güvenceye alan, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Bu çerçevede demokrasilerde çoğunluğun desteklediği siyasi parti yürürtme görevini üslenir. Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesidir, seçilen parti halkın isteğini ve beklentisini demokratik bir çerçevede gerçekleştirmek için iktidar olur. kişi sosyal yaşamı için futbolu seçebilir, ama her alanda futbol oynayamaz. Benzer bir görüş; bir siyasi parti iktidar olabilir. Ama her istediği yasayı oluşturamaz. Demokratik bir çervede her istediğini gerçekleştirebilir. Çünkü demokrasi adı üstünde halkın kendi kendisini yönetme biçimidir. Bunun için 367 milletvekili yeterlidir. Meclis çoğunluğuyla anayası değiştirebilir ki değiştirildiğide görülmüştür ! Bu nedenlerle, senin "isteyen istediğini yapar ama demokrasi çerçevesinde olur bu iş" görüşün yanlıştır. Doğrusu ise "yapabileceklerini demokratik yasalar çerçevesinde yapabilirler" olabilir. Burada "istediğini yapar" ile, "yapabileceğini yapar" pratikte farklıdırlar. isteyen istediğini yapar ama demokrasi çerçevesinde olur bu iş = yapabileceklerini demokratik yasalar çerçevesinde yapabilirler demekki bir yanlış yok ! Yine ha keza "yani isteğiniz demokrasiye uygunsa ve halk size bu ehliyeti vermişse isteğinizi gerçekleştirebilirsiniz !" görüşün de yanlıştır. Halk, hiçbir zaman sana demokratik kurallara aykırı davranabilirsin şeklinde ehliyet vermeye haiz değildir " isteğiniz demokrasiye uygunsa ve halk size bu ehliyeti vermişse isteğinizi gerçekleştirebilirsiniz " doğru bir çıkarımdır. Yanlış bir durum yoktur ! Yine burada da doğru olanı; "halk sana yetki vermişse eğer, yapabileceklerini (her istediğini değil) demokratik yasalar çerçevesinde yapabilirsin" olmalıdır. Halkın çoğunluğu beni destekliyor diye genel geçer demokratik yasalarla oynamak, demokratik rejimleri tehlikeye atmak demektir. demokratik çerçevede her istediğini yapmak demek, zaten her türlü isteğin sınırlanmasına neden olur. Dolayısıyla demeokratik çerçevede her istediğimiz yapılabilir yani bir şey istiyorsak demokrasiye uygun olacak ! başka türlü her istediğimizi gerçekleştiremeyiz saygılar Alıntı
Φ Efendi Türkler Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 24 Mart , 2008 parti baskanlari ceteyle baglantisi var diye iceri alinirken sözde ERGENEKON davasindan BOP eşbaşkan lıgı ne oluyor Ortadogu islam dünyasi icin? sakın ufak bir cete demeyin.. cete olurmu hic!!! Efendi Türkler Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 25 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2008 BOP EŞBAŞKANLIĞI, en önemli meselelerden biridir Efendi Türkler... Savcımızın iddianamesinin bir yerinde geçmektedir ve Tayyip Erdoğan'ın BOP'un eşbaşkanı olduğu belirtilmektedir. Bunu okuyan Taha AKYOL'da, Savcımız bunu ispat etsin özür dileyim demiştir. Ben de bikinili halimi merak ediyorum... Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 25 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 25 Mart , 2008 Salih Tuna Ne ayaksın sen? Herkes hukuka güvensin, güvensin de, 'hukuk' herkese güvenmiyor; mesele orda. "Hukuka güvenilsin…" Elbette hukuka güvenilecek. Meşruiyet için şarttır bu. Lakin evrensel hukuk yasaları… "Hukuka güvenilsin…" Anladık ağam, anladık paşam: Hukuka güvenilecek. Zaten hukuka güvenilmeyecek de neye güvenilecek? Deli misin sen? Gelgelelim, hukukun siyasallaştırılması konusunda… "Hukuka güvenilsin…" Bak, hâlâ aynı şeyi söylüyor! Kardeşim senin aklından zorun mu var? Biz başka bir şey mi söylüyoruz sanki? Hukuka güvenilsin tabii. Güveniyoruz da. Ama yargıyla ilgili tartışmalarda dile getirilen eleştirilerin… "Hukuka güvenilsin…" Nedir bu telaş? Yangından mal mı kaçırıyorsun? Besbelli ki, yapmayı tasarladığın bir şeye hukuki kisve yerleştirmenin telaşı içindesin. Bu çıkarsama doğru değilse eğer, neden ikide bir lafımızı bölüyorsun? "Hukuka güvenilsin…" Ne zaman eleştiri getirmeye çalışsak hep bu 'martavalı' okuyorsun. 'Hukuk' musun sen, kendini ne sanıyorsun? Bak tekrar ediyorum, iyi dinle: Bizim hukukla hiçbir sorunumuz olamaz. Sorunumuz, hukukla 'sorunlu' olanlarla. N'olur şunu anla artık: 'Güven' sorunumuz seninle. Sadece senin hakkında tereddütlerimiz. Çünkü… "Hukuka güvenilsin…" E yetti be! Kendini 'hukuk'un yerine koymayı hangi hukuka dayandırıyorsun? Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak anayasal hukuka, demokratik hukuka, evrensel hukuka sonuna kadar tabi olmakla mükellefiz. Sen kimsin? Ne ayaksın? Nasıl bir "hukuk"sun sen? Neden bize güvenmiyorsun? Neden ayrım gözetmeksizin herkesi hukuka tabi tutmuyor, çifte standart uyguluyorsun? "Hukuka güvenilsin…" Anlaşıldı. Seninle konuşmak, sana dert anlatmak mümkün değil. Biz ne dersek diyelim, sen hep aynı şeyi söyleyeceksin! Bırak da, hukuki hakkımızı kullanıp bari içimizi dökelim: Hukuk hiçbir zaman niyet okumaya, müneccimlik yapmaya kalkışmaz. İdeolojik ve siyasi mülahazalarla millet iradesine ipotek koymaz. "Hukuka güvenilsin…" Böyle zamanlarda hep bu nakaratı terennüm ediyorsun ama, millet iradesine dayalı meşru iktidarlarla, gayri meşru mücadele edenlere gelince, bakıyorum da suspus kesiliyorsun. Hukukun üstünlüğü yerine, bazı zümrelerin üstünlüğünü gözetmiyorsan, bir kez de, demokrasiye karşı kalkışanları 'odaktan' görsene! Bunca yıldır, onca antidemokratik kalkışmayı görmedin mi yoksa? Gözünün "odak" noktasında 'vesayet' perdesi mi var? "Hukuka güvenilsin…" Parti kapatabilmek için, zamanda yolculuk yaparak, söz konusu 'eylemine' engel teşkil eden yasaları iptal edersen, vesayet rejiminden brifing almak için tıpış tıpış koşarsan, darbe planlayanları kovuşturacağın yerde, darbe planlarını açıklayan bir dergiyi kovuşturursan, savunanların bile "yanlış yaptık" şeklinde hayıflandığı 367 garabetine imza atarsan sen kendine güvenmiyorsun demektir. Hukuka güvenilsin, demeden önce, sen kendine güvenmelisin. "Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor…" diyerek Başbakan asan 27 Mayıs'ları, aradan 47 yıl geçtiği halde hâlâ 'bayram' telakki edersen kendine güvendiğine nasıl inanabiliriz ki?! "Hukuka güvenilsin…" Binlerce kez söyledik, yine de söyleyelim –bir kez daha: Hukuka güveniyoruz. Lakin, senin 'hukuk' dediğin bize, yani halka ne zaman güvenecek? Doğrusunu istersen, halka güvenmemekle sen asıl kendine güvenmiyorsun. Kendine güvenseydin, apaçık şekilde "rüşvet aldım" diyenlere karşı bu kadar susar mıydın? Madem "hukuka güvenilsin" diyorsun, "Savcı ve hakimleri hizaya getirmek için" sağa sola bomba attırdığını söyleyenler hakkında niçin kendine güvenip de 'hukuki' işlem yaptırmadın? İşin aslı ne biliyor musun? Sen hiçbir zaman evrensel normlarda 'hukuk' olmadın. Hiçbir zaman tarafsız bir hakem… "Hukuka güvenilsin…" Hay seni de, sana güveneni de….çok seviyorum! yeni şafak Bu makale toplam Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 26 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2008 Mahkemeler öncelikle lafza bakarlar hatırlatılır... Elbette... O lafız da şu: Dini bir simgeden "velev siyasi simge olsun" diye bahsetmek. Böylece alenen dini siyasete alet ederek insanları inanan-inanmayan diye kutuplaştırıp bölmek. Siyasette benden-öteki ayrımını yapabilirsiniz. Bu, benim partiden-öbür partiden ayrımından başka bir ayrım içermez. Ama dini siyasete alet ettiğinizde cennetlik-cehennemlik'ten tutun kafir-mümin, dindar-münafık... Sayısız soyut ve çözümlenemez, derin ve nefrete, kine dayalı, arası kapanmaz uçurumlara yol açarsınız... Bu ayrıma hayır demek herkesin, dindarın da görevidir. Dininin siyaseten kullanılmasına önce onun karşı çıkması gerekir, eğer din tüccarı değilse... Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 26 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2008 Elbette... O lafız da şu: Dini bir simgeden "velev siyasi simge olsun" diye bahsetmek. Böylece alenen dini siyasete alet ederek insanları inanan-inanmayan diye kutuplaştırıp bölmek. Siyasette benden-öteki ayrımını yapabilirsiniz. Bu, benim partiden-öbür partiden ayrımından başka bir ayrım içermez. Ama dini siyasete alet ettiğinizde cennetlik-cehennemlik'ten tutun kafir-mümin, dindar-münafık... Sayısız soyut ve çözümlenemez, derin ve nefrete, kine dayalı, arası kapanmaz uçurumlara yol açarsınız... Bu ayrıma hayır demek herkesin, dindarın da görevidir. Dininin siyaseten kullanılmasına önce onun karşı çıkması gerekir, eğer din tüccarı değilse... NE ALAKA. Diyeceğim de yine yukardaki gibi garip bir alaka kuracaksınız... Boşverelim... Selamlar... Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 26 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 26 Mart , 2008 Gülay GÖKTÜRK Meşru müdafaa Bugünlerde Ak Parti'ye itidal tavsiye etmek, "hukuka saygılı bir şekilde sonucu beklemesini" istemek pek revaçta. Sırf kendi canını kurtarmak için kanun yapmak şık kaçmazmış. Peki, kurbanlık koyun gibi boynunu uzatıp beklemek mi pek şık kaçıyor? Benzetmeyi hoş görün ama, idama giden bir mahkumdan itidalli ve hukuka saygılı davranmasını istemeye benziyor bu... Mahkum, büyük bir adli hata yapıldığını, suçsuz olduğunu söylüyor ve siz ona "Ne olursa olsun, hukuka saygılı olman ve itidalli davranman lazım" diye çıkışıyorsunuz. Ne için? Centilmenlik için... Centilmence ölmek ne işe yarar ki? Bir kere saygılı olmak için önce ortada bir hukuk olması lazım. Böyle bir iddianameyle iktidar partisini alaşağı etmeye çalışmak "hukuk" mu oluyor da saygı bekliyor? Bugün inkar edilemeyecek bir gerçek varsa o da şu: Şu anda yaşanan kriz bir hukuk krizi değil; mücadele de bir hukuk mücadelesi olarak yürümüyor. Kullanılan araçların hukuki araçlar olması kimseyi aldatmasın; bu tamamiyle siyasi bir mücadele; hem de siyasi bir ölüm kalım mücadelesi... Birileri, yargı yoluyla darbe peşinde... Ak Parti'nin boynuna ilmiği geçirmeye çalışıyor. Hükümeti düşürmek, partinin bütün önder kadrosunu siyasetten yasaklamak; özetle bu hareketi boğarak kendi ara rejimini kurmak istiyor. Bu şartlarda, hükümetin bu siyasi taarruza, bir başka siyasi taarruzla cevap vermesinden; siyasi parti kapatmayı düzenleyen yasaları değiştirerek - kaldı ki demokratikleştirme yönünde değiştirerek- varlığını korumaya çalışmasından daha doğal birşey olamaz. Bu, bir meşru müdafaadır. Bu, bir organizmanın kendi yaşam hakkını savunmasıdır. Böyle şartlarda canını kurtarmaya çalışana; "İyi ama dünyada hayatı tehlikede olan başka insanlar da var" demek, onu "sadece kendini düşünmekle" eleştirmek en hafifinden abes kaçar. Evet, normal koşullarda, bir hükümetin tam partisi için kapatma davası açılmışken parti kapatma maddesini değiştirmesi etik olarak eleştirilebilir; centilmence bulunmayabilir. Ama sorarım; seçimle yıkamadığını yargı yoluyla yok etmeye çalışmak pek mi centilmencedir; pek mi etiktir? Dün Ak Parti'ye "hukuka saygı" ve "itidal" dersi veren TÜSİAD üyelerine sormak isterdim: Misal bu ya; diyelim ki, ülkeyi yönetenler Anadolu burjuvazisine yer açmak için İstanbul burjuvazisini hedef tahtasına koymuş olsaydı; bunun için de hukuku kullanmaya kalkışsaydı; ticaret hukukunun, iş hukukunun kimi maddelerine akıl almaz yorumlar getirerek - mesela yeteri kadar milli olmadıkları; dış odaklarla bağlantıları tespit edildiği, bu yapılarıyla milli menfaatlere aykırı faaliyetlerde bulundukları gibi absürd suçlamalarla - şirketlerini kapatmaya ya da batırmaya çalışsaydı, Türkiye'nin en büyük şirketleri üç-dört kuşaktır biriktirdikleri her şeyi göz göre göre kaybetmek üzere olsalardı; itidallerini ne kadar koruyabilirlerdi? "Hukuk karşısında boynumuz kıldan ince" deyip el el üstünde mahkeme sonucu mu beklerlerdi; yoksa dünyayı birbirine mi katarlardı? Her şeye rağmen, hâlâ geç kalınmış değil. Hukuk hâlâ kurtarılabilir. Anayasa Mahkemesi'nin elinde, şu anda tamamiyle siyasi bir kapışmaya dönen bu durumu tekrar hukuk rayına sokma imkanı mevcut. Kapatmaya ilişkin iddianameyi reddettiler mi, sorun biter: Durum "meşru müdafaa" durumu olmaktan çıkar ve o zaman hepimiz de Ak Parti'den, siyasi partilerin kapatılmasını AB kriterlerine uydurmak da dahil, topyekün bir demokratik anayasa reformu bekleriz. Dolayısıyla, şu anda hukuka saygı demeçleri verenlerin, işlerin rayından çıkmasından endişe edenlerin yüzlerini çevirmeleri gereken yön, Ak Parti değil, Anayasa Mahkemesi olmalıdır. BUGÜN Ben, hala görülmekte olan bir dava esnasında davaya uygulanacak normun değiştirilmesini etik bulmuyorum. Bu alalade bir norm değil. Hem anayasa değişikliği ve hem de bizzat kendi davanız. Yani ki, böyle bir durumda yapılan değişiklik yargılamanın engellenmesi olur. Bu noktada adil bir yargılama da beklemek akla ziyan olur. Benimki gibi, fiziki bir problemle yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal diyemeyenlerin bir çözüm önerisi olması gerekir. Yani ki, elimizde iki ucu temiz bir değnek bulmamız gerekir. Gülay Göktürk, Anayasa Mahkemesinin iddianameyi reddetmesini temenni ediyor. İddianameyi reddedecek bir Anayasa Mahkemesi pek tabii olarak AKP'nin mevcut iddialar doğrultusunda kapatılmaması gerektiğine de karar verebilir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin iddianameyi reddetme ihtimali sadece bir iyimser bekleyiştir ve 367 ile ilgili karar verenlerde sayısal bir değişiklik olmadığına göre iddianame kabul edilecektir. Şimdi soru şu; Kapatılma ihtimali muhakkak olan bir parti (kanıtlara göre değil siyasete göre) yasaya mı saygılı olacak yoksa siz hukuku değil elinizdeki yetki ile yasayı uygulayıp hem hukukun hem de demokrasinin hakkından gelmeye çalışırsanız, bizden de normal bir zamanda beklenecek olan etik duruşu bekleyemezsiniz mi diyecektir. Yine ben, bu sürecin sonuna kadar gidilmesini ve bu garip iddianame neticesinde AKP kapatılacaksa da kapatılmasını, bu süreçte herhangi bir kanun değiştirilmemesini isterim. Eğer, AKP bu iddianame neticesinde kapatılacaksa, buna da ceza kesilecek bir zamanın geleceğini düşünürüm. Ama, AKP'nin de bu süreç de görülmekte olan bir dava esnasında Anayasayı ve SPK'da (Sermaya Piyasası Kurulu değil) değişiklik yapmasına bir anlam verebilirim... Ortaya bir ilaç çıkmadı değil mi? Ne demişler. "Kelin ilacı olsa kafasına sürermiş". Tam da konuya uydu... Not: Collina ile özdeşleşmiş bir hastalığım var. Alopesi. Hem de tüm vücutta... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 27 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 27 Mart , 2008 Utanmak... "BU devirde parti kapatmak utanılacak bir şey" diyorlar. Ki biz onları gazete köşelerinde olsun, televizyonlarda olsun, orada-burada olsun görüyoruz... Bir gözleri küçülmüş: "Neyi var bu demokratların?.." "Utanmışlar..." "Neden?.. "Bu devirde parti kapatılmasından..." *** Ama bu devirde laik cumhuriyete karşı suçlar işlenirken; suç işleyen partiye yalakalık yapmaktan utanmadılar. Suçun işlenmesinden değil de, suça ceza verilmesinden utanıyorlar. Siz hiç duydunuz mu; diyelim ki mahkemenin huzurunda hırsız utanmıyor. Ama hákim utanmış masanın altında, mübaşir çıkartamıyor... *** Şimdi de cezadan kurtulmak için ilgili ceza maddesini çıkartmaya çalışıyorlar Anayasa’dan. Dünyada görülmüş şey değil. Suç duruyor da ceza kalkıyor. Bundan da utanan yok. *** Belki hukuktan utanmıyorlar da demokrasiye karşı hassasiyetleri mi var bunların?... Gerçekten öyle mi acaba.? Değil tabiki... Çünkü demokrasimizin yüz karasıdır; genel seçimlerde kömür-nohut ile oy toplamak. Ama utanmamışlardı. Pekiiii... Demokrasinin "dokunulmazlık" zımbırtısının altına; zimmet, suiistimal, evrakta sahtecilik, kayıp trilyonlar, rüşvet, hile ile çıkar sağlama gibi suçları doldurup... "Dokunulmazlık" adı altında yüz kızartıcı suçlardan kaytarmak utandırmaz mı insanı?.. Ama utanmamışlardı... Utanan yoktu demokratlardan... *** Bakın; herkes AB’ye kavuşacağımızı beklerken, Arabistan’a döndü Türkiye... Tepeden tırnağa gericilere teslim olmuş, yarından endişeleri ve korkuları olan bir ülkenin fertleriyiz artık. Bunda gericilerin eteğine tutunmuş ahmak Türk demokratlarının payı yok mu? Ama ne yapacaksınız, bu ülkenin ufkunu karartmaktan utanmadılar da, suç işleyen varsa hesap sorulmasından utanıyorlar... Utanmanın utanılmazlığı değil midir bu.?.. bcoskun@hurriyet Alıntı
Misafir karabekir Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Türk Halkı kadar demokratik bilinci yerleşmiş başka bir halk bulmak koyal değildir tezime ışık tutacak bir çalışma var aşağıda... Bu halkın bu bilince paradoksal olarak 28 Şubat süreciyle beraber ulaştığını sandımığımı belirtmiştim daha önce... Yenişafak'tan yazılarını okumaktan büyük zevk aldığım Salih Tuna'da çok güzel bir üslupla 28 Şubat olmasa da görünür, sarih, ortadaki, etraftaki, hatta berberdeki, nalburdaki (var mı lan öyle birşey bu zamanda hem o ne ki, google'dan aratayım bir) adamın-kadının* sözlerinden hareketle belirtmiş... Sokaktaki adamlarla münasebetim o boyutta değil. Arada sırada dost sohbetlerinde dile getirebiliyorum böyle şeyleri onda da henüz bir berber çıkmadı içlerinden. Ya memur taifesi, ya da bahçe işlerinden konuştuğumuz insanlar denk geliyor. Herkes bir adım geri, o bir adım ileri Liberaller, demokratlar, velhasıl-ı kelam, AB yanlıları boş konuşuyor. En güzel demokrasi, en güzel cumhuriyet, en güzel laiklik bizde var. AB hayranlarına, ülkemizdeki güzellikleri görmeyen bu nankörlere sormak isterim: Hangi AB ülkesinin sokaklarında, caddelerinde, berberlerinde, nalburlarında demokrasi konuşuluyor? Avrupa'da gündelik hayatta demokrasinin doğru dürüst lafı edilmez. “Yaşa ve çık”, hepsi bu! Hangi rejimi idrak ettiklerinden haberleri bile yok. Biçarelerin nasıl haberi olsun ki! Demokrasi tartışmaları tabana yayılmış değil; sadece akademik ortamlarda veya gizli mahfillerde (o da, üçüncü dünya ülkelerine ihraç sadedinde) yürütülüyor. Yahu insan konuşmadığını yaşaya yaşaya, neyi yaşadığını unutur be! Şükür ki şükür, yere göğe sığdıramadıkları Avrupa'larını da epey gördük dolaştık. Bizi kandıramazlar. Neyi yaşadıklarından ******, heyecansız, durağan bir hayat tarzları var. Demokrasinin içine öyle bir düşmüşler ki, kimsenin demokrasiye işi düşmüyor. Herkes işinde, gücünde, manyak gibi koşuşturuyor sadece. Gamsız ve amaçsızlar. “Batılılaşmak” sorunu üzerine üç-beş kelâm edebilecek düzeyde insana rastlamak mümkün değil. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak gibi bir hedefleri de yok… Demokrasinin vazgeçilmez taşınmazlarından “yargı erki”nden de tastamam habersizler. Yargıtay Başsavcıları var mı, yok mu, o bile belli değil. Varsa da, varlıklarını hissettirmekten aciz, bir parti kapatma iddianamesi yazamayacak kadar beceriksiz, dikkat ve rikkat yoksunu, “salla başını, al maaşını” adamıdırlar. Avrupalı vatandaşların hukuk gibi, yargı erki gibi ifadeleri günlük hayatta kullanabilme pratikleri hiç yok. İmdi, yıllardır yalan dolanla bizi uyutmaya çalışan AB'nin iflah olmaz yandaşlarına soruyorum: “Yargı erki” kavramını, parti kapatma davasıyla alakalı herhangi bir cümle içinde kullanabilecek kaç tane AB vatandaşı var? Bizde var. Bizzat şahidim; daha geçen gün Süleyman abi kullandı. (Süleyman abi, mahallemizin nalburu.) Biraz cesareti olsa Berber Osman da kullanır; lakin 'hukuktan' korkuyor. Süleyman abi, cesur bi abi. Adaletten, hukuktan hiç korkmuyor; 162 sayfalık AK Parti'yi kapatma iddianamesini satır, satır okumuş. “Ne anladın bu işten Süleyman abi?” dedim, “Kaç, kaç olur yiğenim?” dedi. Şaştım kaldım. “Ne, kaç kaç olur abi?” Hiç istifini bozmadan karşılık verdi. “8'e 3 mü olur, 9'a 2 mi?..” Süleyman abi, Anayasa Mahkemesi'ni başkanından üyelerine kadar ezbere biliyor; sizin AB vatandaşlarınız neyi biliyor? Yurdum insanı Yargıtay başsavcılarımızı zaten tanır. RP'ye “habis ur”lu kapatma davası açan mütekait başsavcı Vural Savaş'ı, Muhterem Başsavcım Abdurrahman Bey'i, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nu… Ey çok bilmiş liberaller, ey demokratlar söyleyin bakalım: AB'nin sözde sivil toplum bilinci gelişmiş yurttaşları, Yargıtay başsavcılarının adlarını “Google”a başvurmadan söyleyebilir mi? Aşağılık kompleksinden kurtulun artık. Yurdum insanının hukuk kültürünü oluşturan başsavcılarımıza, evrensel hukuk ve yargının siyasallaşması gibi lafazanlıklarla dil uzatmayın. AB'nin bütün başsavcıları yan yana gelse bir adet Sabih Kanadoğlu etmez. Bu hakikati ne zaman öğreneceksiniz? Batı'da da o ayarda hukukçular var, derseniz; 367 rakamını üretebilme yeteneği isterim. Köşe yazarı 'savcısı' Ertuğrul Özkök'ün “Herkes bir adım geri mi atacak? Hiçbirimizin yargıdan böyle bir şey isteme hakkı yok.” diyerek sabitlediği noktada mıh gibi durmayı isterim. Ortamı germemek için herkes bir adım geri atsın, dileğine rağmen, Sayın Kanadoğlu gibi, “Raportörü beklemeye gerek yok.” diyerek bir adım daha ileri atan örnekler isterim. Var mı? E'e, o zaman ne vara yoğa konuşuyorsunuz? Bekir Çoşkun'un yazısıda komiklik unsurunu iyice arttırıyor. Evet, gülebiliyorsak güzel günler gelecek demektir. Adaşıma, konuya kişisel katkısından dolayı teşekkürleri borç biliyorum. Önce Bekir Çoşkun sonra Salih Tuna...Herhalde az sonra da Ahmet Hakan konuk olur... Bir de Hasan Kaçan'dan birşeyler bulabilsek var ya...Bir Türk'ü nerden/nasıl tanırsınız...** Kahvehanede okey oynayan adamlardan C'nin "Demokrasinin olmazsa olmazı halktır" demesine karşılık A'nin "hadi oradan, demokrasinin olmazsa olmazı bir tane değildir birden çoktur" dediği esnada bacağına koyduğu 5 adet taşı nasıl geri masaya koyabileceğini düşünen İ'yi görürseniz bilinki onlar Cabbar, Abdülhakim ve İlyastır...Siz de bir Türkseniz konuya tepeden dalarak "Bırakın bu martavalları, Anayasa Mahkemesi'dir öyle olmasaydı hem siyaseti hem hukuku denetleme yetkisi olabilir miydi" diyebilirsiniz... *Adam-Kadın yazdım. Farklı cinsler ve ikisinin ortak cinsi olarak kabul edebilirsiniz. **Bir Türk'ü nerden/nasıl tanırsınız sorusunu Arıza dergisinde görmüştüm ilk defa. Hasan Kaçan'da o dergiyi çıkarma işini üzerine almıştı ama şu an o konuyu başlatanın kim olduğunu hatırlayamadığım için yazamıyorum... Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Çünkü demokrasimizin yüz karasıdır; genel seçimlerde kömür-nohut ile oy toplamak. Ben türbanı kullanarak oy topladıklarını sanıyordum, demekki sebep nohut kömürmüş ! Bir nohut kömüre oy toplanıyorsa, bunu diğer partiler neden başaramadılar acaba ? Ki AKP den kat kat zengin iş adamları ve dahil oldukları partiler var ! saygılar Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Ben türbanı kullanarak oy topladıklarını sanıyordum, demekki sebep nohut kömürmüş ! Bir nohut kömüre oy toplanıyorsa, bunu diğer partiler neden başaramadılar acaba ? Ki AKP den kat kat zengin iş adamları ve dahil oldukları partiler var ! saygılar yeteri kadar istememişlerdir belki sayın Tarafsız... İsteyene her yol mübah.. Biraz geçmişe gidelim bi bakalım isterseniz; "Odunu aday göstersem milletvekili yaparım" (Adnan Menderes) İşte şevk bu, istek bu!!! Demek ki neymiş, istiyormuşsun, pozitif düşünüyormuşsun, oluyormuş... SECRET meselesi yani sonra "ODUN" u bile milletvekili yapabiliyormuşsun... Adnan Menderes ile ilgili bir iki bişi okuyun bakalım, icraatları size kimi hatırlatacak acaba?.. işte birisi odunu miletvekili yapar, birisi de odun, kömür dağıttıklarından milletvekilliğini kapar... Bu işler böyle.. Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Ben türbanı kullanarak oy topladıklarını sanıyordum, demekki sebep nohut kömürmüş ! Bir nohut kömüre oy toplanıyorsa, bunu diğer partiler neden başaramadılar acaba ? Ki AKP den kat kat zengin iş adamları ve dahil oldukları partiler var ! Değerli arkadaşım senden bir şey rica edebilir miyim.? Centilmen ,kibar ve demokrat bir insan olduğun için yanıtının evet olacağını düşünüyorum... *** Ve böyle düşünerek senden benimle lütfen polemik olacak yaklaşımlar da bulunmamanı rica ediyorum... *** sevgilerimle... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Tarafsız Türkiye'den bahsediyorsun değil mi? öyle ise şunu sormak istiyorum ama ciddiyetle, Türkiye'de yoksulluk üzerinden oy toplamak ve özellikle yoksullaştırılıp, ***** bırakılmış ve peşindenboş bırakılan beynine din adı altında milyonlarca hurafe doldurulmuş ve üzeri kapatılmış insanların zaaflarından ve yoksulluklarından prim yapacak, bunu kullanacak ve hiç rahatsız olmayacak kaç parti var? yani şunu soruyorum insanaların yoksulluklarını kullanmak zordur, erdemli insanların işi değildir, bir insanın yüzüne sen yoksulsun, sen muhtaçsın al sana odun, al sana kömür, al sana nohut, mercimek demek çok acayip bişeydir... herkes yapamaz, bunun para ile alakası yok bu tamamen ahlaksal bir şey... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 NE ALAKA. Şu alaka: Erdoğan'ın Araf suresi okuyarak Deniz Baykal'a kafirlik ithamı ve H. Celal Güzel'in Demirel'e münafık demesi gibi... Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 29 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 29 Mart , 2008 Kapatma'da İddianamenin Kabul Kararı... * Siyasal parti kapatma davalarının kendine özgü bir dava niteliğinde olmasına ve özellikle geleneksel ceza davası olmamasına, * Anayasa ve özel yasaların kapatma davasını açma görev ve yetkisini münhasıran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na vermesine ve iddianame düzenlenmekle de davanın açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında kabul kararı verilmesi olanaksızdır. Hamdi Yaver AKTAN Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi 1. Kapatma Davalarının Niteliği Siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi'nde açılan davaların hukuksal niteliği konusunda öğretide farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüş, ceza yargılaması hukuku kurallarına göre yargılama yapıldığı kuralından hareketle ve genellikle kapatma nedenleri aynı zamanda suç teşkil ettiği, kapatılma kararının da ceza yaptırımını öngördüğü ve tüzelkişilerin ceza sorumluluğuna benzediğinden ceza davası niteliğinde olduğu biçimindedir. Diğer bir görüşe göre ise kapatma davası, ceza davası olmayıp bir "tedbir davası" dır ve kapatılma kararı da partinin yasakları ihlal ettiğine ilişkin açıklayıcı bir tespit kararıdır. (1) Aynı yönde, fakat farklı bir yaklaşım da "niteliği itibarıyla özel hukuka ve kendine özgü olan ve bozucu yenilik doğuran bir inşai dava 'dır" . (2) Kapatma davalarında, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun'un 33. maddesine göre "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) hükümleri uygulanmak suretiyle dosya incelenir ve karara bağlanır" . 5230 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'la (Yürürlük Kanunu) (m. 18/1-a) 1412 sayılı CMUK yürürlükten kaldırıldıktan sonra Yürürlük Kanunu'nun 3. maddesinin 1. fıkrasına göre CMUK'a yapılan yollamalar 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na (CMK) yapılmış sayılmaktadır. 1 Haziran 2005 tarihinden sonra açılacak siyasal partilerin kapatılması davalarında anılan yasa hükümleri tamamlayıcı ölçüde kullanılacaktır. Ceza yargılanmasına ilişkin yasanın uygulanacak olması, siyasal parti kapatma davalarının niteliği itibarıyla ceza davası olmasına elverişli değildir. Gerçekten de davanın görüleceği yargı yerinin Anayasa Mahkemesi olarak belirlenmesi, mahkemenin de özel bir kuruluş ve yargılama yasasının bulunması ve bu yasanın yollamasıyla (2949 sayılı kanun, m. 33) CMK'nin uygulanacak olması, CMK'yi tamamlayıcı olmaktan çıkarmayacağı gibi, davanın niteliğine uygun düştüğü ölçünün ötesine de taşımayacak ve ayrıca davayı ceza davası niteliğine de dönüştürmeyecektir. (3) Kendine özgü bir dava Ceza yasalarına göre suç teşkil etmeyen ve yasama sorumsuzluğu gereği ceza yaptırımı ile karşılanmayan birtakım eylemlerin siyasal partiler yönünden odak olmada dayanak olabilmesi de kapatma davalarının ceza davası olmadığı savını güçlendirmektedir. Anayasa Mahkemesi önceleri bu tür davalarda uygulanması istenen maddeleri ve yaptırımı birer ceza kuralı niteliğinde görmüştür. (4) Anayasanın 69. maddesinde 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı yasayla (5) yapılan değişiklikten sonra görüş değiştiren yüksek mahkeme, kapatılma davalarının "kendine özgü bir dava" olduğunu kararlaştırmıştır. (6) Nitekim, mahkemenin 12.9.1995 tarihli, değişik iş 1995/4 ve 5 sayılı kararında siyasal parti kapatma davasının ceza davası olmadığı açıklanmıştır. (7) En somut olarak Refah Partisi davasında bizatihi Anayasa Mahkemesi'nce itiraz yoluyla incelenip karara bağlanırken (8) 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerinin yürürlükten kaldırılması ve bireyler yönünden cezai yaptırımların uygulanamayacağı, ancak partiler yönünden aynı yasakların sürdüğü kabul edilerek 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 103. maddesinin ikinci fıkrası iptal edilirken bir bakıma önceki kararı gibi konuya yaklaşmış ve ceza davası olmadığını somut norm denetiminde belirtmiştir. Ceza davasından bir farklılık Refah Partisi Kapatma Davası'nda (9) 2949 sayılı Kuruluş ve Yürürlük Yasası'nın 33. maddesinin düzenleniş biçiminden hareketle Anayasa Mahkemesi "yasa koyucunun siyasi partilerin yasaya aykırı eylemlerinin kapatılma yaptırımına bağlanmasını ceza hukuku ilkelerine daha yakın bulduğunu" belirttikten sonra "Ancak ceza davalarında, ceza yargılamasına özgü usul kurallarının uygulanması doğal olduğuna göre, parti kapatma davalarında özellikle aynı usulün uygulanacağının belirtilmesine gerek duyulması, bu davaların geleneksel anlamda bir 'ceza davası olmadığını' ortaya koymaktadır... Bu temel özellikleri taşıma gereği yönünden, hukukun diğer alanlarına göre ceza hukukuna dava yakın kabul edilse de siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, bütünüyle ceza hukuku kuralları içinde değerlendirilmesine olanak bulunmayan ' kendine özgü davalardır' . Ayrıca siyasi partilere yasaklanan eylemlerin niteliği, bunların kapatılma sonucunu doğurabilmesi için aranan koşullar ve uygulanan yaptırım türünün ceza hukukundaki suç ve cezalardan farklılık göstermesi de bu davaların 'kendine özgü özelliğini' öne çıkarmaktadır" gerekçeleriyle kapatma davalarının ceza davası olmadığını açıkça vurgulamış ve bu içtihadını Fazilet Davası'nda (10) da aynen sürdürmüştür. 2. Kapatma Davalarının Açılışı Anayasanın 69. maddesinin 4. fıkrasına göre "Siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi'nce kesin olarak karara bağlanır" . 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun değişik 98. maddesi de "Siyasi partilerin kapatılması davaları, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Anayasa Mahkemesi'nce açılır" hükmünü içermektedir. İddianame yeterli Kapatma davalarında özel kuruluş ve yargılama yasasının yanında ceza yargılama yasası hükümleri de Anayasa Mahkemesi tarafından uygulanacağı için dava açılmasına ilişkin önceki (CMUK) ve sonraki (CMK) yasa hükümleri incelendiğinde CMUK'un 148. maddesinin 1. fıkrasının "Hukuku amme davası açmak vazifesi Cumhuriyet Müddeiumumisi'nindir" şeklindeki hükmünün, CMK'nin 170. maddesinin 1. fıkrasında "Kamu davası açma görevi, cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir" biçimini aldığı görülmektedir. Kamu davasının açılmasında önceki düzenlemede aranan "yeterli delil" zorunluluğu da yeni düzenlemede "yeterli şüphe" ye dönüşmüştür. Öte yandan CMUK'a göre (m. 163/1) cumhuriyet savcısının mahkemeye vereceği iddianameyle kamu davası açılmış sayılırken CMK'de (m. 175/1) "iddianamenin kabulüyle kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar" hükmü öngörülmektedir. Görüldüğü üzere CMUK'den farklı olarak CMK'nin sisteminde cumhuriyet savcıları, "iddianame düzenleyerek mahkemelere sunmak" görevini üstlenmişlerdir. CMK'nin düzenlemesini (m. 170/1) bu şekilde anlamak gerekmektedir. (11) Çünkü kamu davasının açılmış sayılması ancak iddianamenin sunulduğu mahkemece kabul edilmesiyle (m. 175/1) mümkün olabilmektedir. Cumhuriyet savcısının mahkemeye sunduğu iddianamenin hüküm ifade edip sonuç doğurabilmesi "iddianamenin kabulü" denilen ve kurucu şart niteliği taşıyan kararın verilmesi ya da belli sürenin geçmesiyle verilmiş sayılmasına (CMK m. 174/3) bağlıdır. (12) İddianamenin kabulü kararı müessesesinin getirilmesiyle kamu davası açılması, yargısal bir karar niteliğini almıştır. (13) 3- Kapatma Davalarında İddianamenin Kabulü Kararı Verilemez! Siyasal parti kapatma davalarının ceza davası olmayıp özellikle ceza davası dışında kalan kendine özgü bir dava olması, ceza mahkemesine açılacak kamu davalarının "yeterli delil" (CMUK m. 163/1) ya da "yeterli şüphe" (CMK m. 170/2) ile mümkün olmasına karşın siyasal partiler için güvence teşkil eden (14) ve münhasıran Anayasa Mahkemesi'ne açılabilen anılan davaların yeterli kanıt ya da kuşku şöyle kalsın partilerin eylemlerinin "odak" haline gelmesi (Ay. m. 69/6; 2820 sayılı kanun m.) halinde açılabilecek olması göz önüne alındığında bu tür davalarda CMK'nin 175. maddesinin 1. fıkrasının öngördüğü iddianamenin kabulüne ilişkin karar verilmesi olanaksızdır. CMUK döneminde dava, iddianamenin düzenlenmesiyle açılmış sayılmaktaydı. Anayasanın (m. 69/4), 2820 sayılı kanunun (m. 98) ve 2949 sayılı kanunun (m. 33) hükümleri birlikte değerlendirildiğinde kapatma davasının iddianamesi düzenlenmekle hukuksal olarak dava açılmış olmaktadır. Siyasal partilerin kapatılması davalarında 2949 sayılı kanunun 33. maddesi, ancak dava açıldıktan sonra, yani yargılama sürecinde uygulama alanı bulabilmektedir. CMK'de dava, iddianame düzenlenmekle değil, iddianamenin kabulüyle açılmış sayılmaktadır. Bu haliyle de iddianame düzenlenmesi soruşturma evresinde (CMK m. 2/1-e) kalmaktadır. Bu evrede 2949 sayılı kanunun 33. maddesi hükümlerinin nazara alınması ise mümkün değildir. Kendine özgü bir dava türü olan ve ceza davası olmayan kapatma davasında, 2820 ve 2949 sayılı özel yasalarda, CMK'deki hükümlere koşut değişiklik yapılmasının yasa koyucu tarafından düşünülmemiş olması göz önüne alındığında ve kaldı ki anayasa hükmünün ve anılan normların da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nı görevli kılmayı sürdürmesine ve düzenleyeceği iddianameyle davanın açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında "yeterli şüphe" ile açılan geleneksel ceza davaları için soruşturma evresine ilişkin olarak konulmuş kuralın, odak olmayı oluşturabilecek nitelikteki yoğun eylemlere ve kanıtlara bağlı olarak açılabilen parti kapatma davalarında uygulanabilirliği bulunmamaktadır. Tersine bir yaklaşımın 2949 sayılı kanunun 33. maddesinin, davanın açılma aşaması öncesine taşınması ve davanın açılmasının da Anayasa Mahkemesi tarafından gerçekleştirilmiş olması sonucunu doğurur ki anayasa ile 2820 ve 2949 sayılı yasaların hükümleri bu yönde bir yorumlamaya elverişli değildir. Söz konusu kurallar, dava açılmasını münhasıran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın iddianame düzenlemesine bağlamıştır. Yargılama yasalarında açık bir düzenlemenin bulunmaması halinde kıyas olanaklı ise de CMK'deki düzenleme, anayasa ve belirtilen özel yasalardan farklıdır; sonraki yasa (CMK) hükümleri özel yasalardaki düzenlemeleri örtülü olarak ortadan kaldıracak nitelikte değildir. Kaldı ki anayasa (m. 69/4) hükmü de yerinde durmaktadır. 4- Sonuç Konu, olması gereken yönü itibarıyla kuşkusuz ki tartışmaya açık olmakla birlikte; - Siyasal parti kapatma davalarının kendine özgü bir dava niteliğinde olmasına ve özellikle geleneksel ceza davası olmamasına, - Anayasa ve özel yasaların kapatma davasını açma görev ve yetkisini münhasıran Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na vermesine ve iddianame düzenlenmekle de davanın açılmış sayılmasının gerekmesi karşısında kabul kararı verilmesi olanaksızdır. ________________________________________________ D İ P N O T L A R 1- Dr. O. Korkut Kanadoğlu: Anayasa Mahkemesi; İstanbul, 2004, s. 221, 751 ve 752 sayılı notlardaki yazarlar ve eserleri. 2- Bülent H. Acar: "Kurtuluş Tüzüğü Kesin Yasaklı Amaçlara Aykırı Olan Siyasal Partinin Tüzelkişilik Kazanamaması Bir Kapatma Davasının Değil, Bir Olumsuz Tespit Davasının Konusudur", Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 2002/1, s. 160-161. 3- Kanadoğlu, age., s. 222. 4- 28.9.1984 tarih ve 1984/1 esas ve 1984/1 sayılı karar, Kanadoğlu, age, s. 218, dipnot 742 5- R. G. 26.7.1995, Sayı: 22355 6- A. Emrah Akyazan: "1982 Anayasası'na Göre Siyasal Partilerin Kapatılması", TBB Dergisi, 2006, Sayı: 65, 5. 271 7- Yılmaz Aliefendioğlu: Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi, s. 231'den Aktorun Kanadoğlu, age, s. 219, dipnot 743. 8- 9.1.1998 tarih ve 1998/2 esas, 1998/1 sayılı karar, R. G. 22.2.1998, Sayı: 23266 9- 16.1.1998 tarih ve 1997/1 esas ve 1998/1 sayılı karar R. G. 22.2.1998, Sayı: 23266 10- 22.6.2002 tarih ve 1999/2 esas ve 2001/2 sayılı karar, R. G. 5.1.2002, Sayı: 24631 (Mükerrer) 11- Doç. Dr. Yener Ünver/Doç. Dr. Hakan Hakeri: Sorularla Ceza Muhakemesi Hukuku, TBB Yayını, Ankara, 2006, s. 296. 12- Prof. Dr. Metin Feyzioğlu: "Ceza Muhakemesi Kanunu'na Göre İddianamenin Hazırlanmasına ve Kabulüne İlişkin Bazı Düşünceler", Ceza Hukuku Dergisi, Ekim 2006, Sayı: 1, S. 31. 13- Centel/Zafer: Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2008, S. Bası, s. 492 14- Kanadoğlu, age, s. 222. Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 29 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 29 Mart , 2008 yeteri kadar istememişlerdir belki sayın Tarafsız... İsteyene her yol mübah.. Biraz geçmişe gidelim bi bakalım isterseniz; "Odunu aday göstersem milletvekili yaparım" (Adnan Menderes) Geçen gün Mehmet Barlas ile sohbet ederken laf rahmetli Turan Güneş'e geldi. "O bir siyaset bilge- siydi" dedi Barlas ve 'Türkiye'de Darbeler ve Kavgalar Dönemi' adlı kitabını hediye ederken ekledi: "Buradaki söyleşimizde Güneş'in derin kavrayış yeteneğini göreceksin."Bakalım Güneş 'odun' lafını nasıl yorumlamış: "1954'te, DP örgütleri kendi illerinde seçimi kazanmak için önemli adam arıyordu. Yani liste sürükleyecek adam. Oysa zaman gösterdi ki Doğu ve Güneydoğu bir tarafa bırakılırsa, özellikle Batı'da kimsenin oy sürüklediği yok. Nitekim ondan sonra rahmetli Menderes, 'Odunu da koysam milletvekili yaparım' diye (çok ayıp ama) bu yüzden konuşmuştu. "Seçmenler partiye oy veriyor." Yani 'odun' lafı kendini büyümsemenin bir işareti değil... Seçmenin aday yerine partiye oy verdiğini anlatmanın terbiyesizce bir ifadesi. O günleri yaşayan, CHP politikacısı ve siyaset bilimci Turan Güneş böyle demiş. bu sadece küçük bir anekdot, ama biraz daha detaylı araştırmak gerekir sanırım, ne, neden, nasıl olmuş, diye ! saygılar Ve böyle düşünerek senden benimle lütfen polemik olacak yaklaşımlar da bulunmamanı rica ediyorum... Polemikten nefret ederim, ricanızı yerine getirme gereği duymuyorum, çünkü zaten yapım karakterim öyle bir duruma izin vermez. Ki orada bir polemik değil, bir çözümleme var, anlatmak istediğinize dair ! (gerçi o cümle zaten bir polemik konusu ama aramızda kişisel bir sorun yaratacak cinsten değil) saygılar yani şunu soruyorum insanaların yoksulluklarını kullanmak zordur, erdemli insanların işi değildir, bir insanın yüzüne sen yoksulsun, sen muhtaçsın al sana odun, al sana kömür, al sana nohut, mercimek demek çok acayip bişeydir insanların yoksulluklarını kullanmak zordur ama AKP için bu çok kolaydır demek istiyorsunuz sanırım ! herkes yapamaz, bunun para ile alakası yok bu tamamen ahlaksal bir şey... ne yapılmalı peki ? bu yardım işini başka bir parti mi üstlenmeli ? AKP nin ********** (!) olduğundan dolayı o insanlara parti gözetmeksizin biraz olsun yardımda bulunmak, ahlak kurallarına aykırı bir davranışsa, buna katılmam mümkün değil ! saygılar Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 29 Mart , 2008 Gönderi tarihi: 29 Mart , 2008 Ve böyle düşünerek senden benimle lütfen polemik olacak yaklaşımlar da bulunmamanı rica ediyorum... Polemikten nefret ederim, ricanızı yerine getirme gereği duymuyorum, çünkü zaten yapım karakterim öyle bir duruma izin vermez. Karşılıklı olarak birbirimizi anlıyor olmamıza sevindim.! İkimizinde polemiklerle gereksiz yere vakit geçirmeyi sevmediğimiz ortaya çıktı... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.