Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. HALEPLİBAHÇE HALEPLİBAHÇE AMAZON KADINLARI MOZAİKLERİ Büyük İskender"in istilasından sonra onun komutanlarından Seleukos Nichator I tarafından Urfa"da eski bir yerleşim üzerine Grek kültür ve sanatına uygun olarak M.Ö. 312-132 yılları arasında Seleukos Hanedanlığı kurulur. Yeni kurulan şehre İskender"in doğduğu kentin adı verilir. Yani Edessa Kenti. Edessa kentinde kültür ve sanat doruk noktasına ulaşmıştır. Edessa Krallığı, Urfa tarihi ve mozaik tarihi açısından büyük önem taşır. Şanlıurfa merkezdeki Halil"ür-Rahman Gölü"nün yanı başında, gecekondular altında kalan Antik Edessa Kentinin Grek kültür kalıntılarından en önemlisi çok renkli ve usta bir üslûpla yapılan Halepli Bahçede mozaiklerdir. Edessa Kenti, arkeolojik araştırmaları beklemektedir. Grek imparatorluk mozaik geleneği, M.Ö. 132-M.S. 244 yılları arasında hüküm süren Osrhoene Krallığı döneminde yerel bir üslupla devam etmiştir. Bu antik kentin sınırları içerisindeki Halepli Bahçede, 2007 yılında yapılan kazılarda, günümüzden 3000 yıl önce Egeden, Karadeniz"e ve Anadolu"nun içlerine uzanan kültür havzasında, erkek egemenliğine karşı savaşan kadınların av sahnesi mozaiği bulundu. Savaşçı Amazon kadınları bu havza içerindeki devletlerin ve milletlerin mitoloji, tarih ve edebiyatında efsanevi olarak anlatılır. Halepli Bahçe Mozaiklerinde “ Savaşçı Amazon Kraliçelerinin Mozaiğe Resmedilmiş Dünyadaki İlk Örnekleri” ne rastlanılmıştır. Uzmanlar, Halepli Bahçe Mozaiklerini mozaik tekniği, sanatı ve 4 mm 2 ebadında Fırat Nehri"nin orijinal taşlarından yapılması ve benzeri özelliklerinden dolayı, dünyanın en kıymetli mozaiği olarak tanımlamaktadırlar. Halepli Bahçe"de Şanlıurfa Valiliği imkânlarıyla Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi Başkanlığında ve arkeologlarımızın nezaretinde, ilk etapta 100 m 2" lik mozaik gün ışığına çıkarılmıştır. Alanın tamamında tarama yapılıp varsa diğer mozaikler de ortaya çıkarılacak ve belki de buluntu yerinde koruma altına alıp sergilenecektir. Av sahnesi mozaiğinin kenar bordürlerinde, geometrik motifler, bitki desenleri, güvercin, kanatsız Eros, sincap, ördek, kaplan, keklik, ceylan ve tazı figürlerine yer verilmiştir. Mozaiği çevreleyen bordürün köşelerinde ise “Edessa Güzeli” diye kamuoyuna yansıyan, genç kız maskına yer verilmiştir. Ayrıca mozaiğin genelinde doğadaki tüm renklerin kullanılması, aynı rengin farklı tonları kullanılarak verilen gölgelendirmeler, kısacası renklerin zenginliği, taşların küçüklüğü, üst seviyedeki sanatın mozaiklere resmedilmesi görenleri büyülemektedir. Ana sahnede dört amazon kraliçesi Hippolyte (Hipplüte), Antiope, Melanipe (Melanipe) ve Penthesileia (Pentesileya) savaşçı amazon kadınlarına özgü giysileriyle, tek göğüslü olarak at üstündeki av sahneleri tasvir edilip Grekçe isimlerine yer verilmiştir. Bu sahneler bugüne kadar rölyeflere resmedilmişti, kraliçelerin Grekçe isimleri ile yer aldığı av sahnesinin mozaiğe resmedilmesi dünyada ilk defa Urfa"da Halepli Bahçede ortaya çıkmıştır. Ana sahnenin sol üst bölümünde Amazon Kraliçesi Hippolyte (Hipplüte), at sırtında elindeki kılıcı bir panterin boynuna saplamakta, köpeklerinden biri pantere, diğer köpeği ise kanatları açık vahşi devekuşuna saldırmaktadır. Daha önce kılıcıyla yaraladığı aslan ise Hippolyte (Hipplüte)"den uzaklaşmaktadır. Bu av sahnesinde leoparın ve aslanın korkusu, acı çekme hali, akan kanları ve gölgeleri başarıyla resmedilmiştir. Hippolyte (Hipplüte), Ares"in kızıdır ve antik dönemin en önemli kahramanlarındandır. Zeus"un üvey oğlu olan ve Herkül olarak bilinen Herakles, Hippolyte (Hipplüte)"nin altın kemerini almak için amazonlar ülkesine gitmiş ve onunla savaşa girişmiş, yapılan şiddetli çatışmada Herakles Hippolyte (Hipplüte)"yi öldürerek altın kemerini almayı başarmıştır. Ana sahnenin sol alt bölümünde Melanipe (Melanipe) at sırtında elindeki mızrağı aslana saplamakta, köpeği ise aslana saldırmaktadır. Bu av sahnesinin sağında kırmızı meyveli bir ağaç ve hemen yanında kaya parçası üzerine tünemiş bir keklik başını geriye çevirmiş, olan bitenleri izlemektedir. Melanipe (Melanipe), Helenin oğlu Aiolos"un kızı olup antik dönemin bir diğer kahramanıdır ve Hippolyte (Hipplüte)"nin kız kardeşidir. Herkül olarak bilinen Herakles tarafından esir alındığı söylenilir. Ana sahnenin sağ üst bölümünde adının yazıldığı bölümün korunamadığı için Antiope olduğu tahmin edilen Amazon Kraliçesi, elinde labrys diye bilinen iki ağızlı balta ile av sahnesine katılmakta, Ayı olduğu düşünülen hayvanla burun buruna gelmektedir. Halikarnas Balıkçısına göre iki ağızlı balta Anadolu"nun simgesidir. Antiope ırmaklar tanrısı Asaopos"un kızı olup antik dönemin bir diğer kahramanıdır. Amazon ülkesine gelen Tehescus (Teseus) tarafından kaçırılıp, Yunanistan"ın orta batı bölümündeki Atikka"ya götürülür. Savaşçı Amazon Kadınları Antiope"yi kurtarmak için Atikka"ya akın eder, şiddetli çatışmalar neticesinde ne yazık ki Antiope öldürülür. Ana sahnenin sağ alt köşesinde adının yazıldığı bölümün korunamadığı için Penthesileia (Pentesileya) olduğu tahmin edilen Amazon Kraliçesi şaha kalkmış süslü bir at üzerinde, yayını germiş, okunu fırlatmak üzeredir. Önünde ise bir leopar ve ne olduğu henüz belirlenemeyen iki vahşi hayvan, ağızlarını açmış şekilde birbirileriyle boğuşmaktadırlar. Penthesileia (Pentesileya), Ares"in kızı olup antik dönemin en önemli kahramanlarından biridir. Troia (Troya) savaşında Troialıların yardım çağrısına Savaşçı Amazon Kadınları"ndan oluşan ordunun başında savaşa iştirak etmiştir. Penthesileia (Pentesileya), Antik dönemde yarı tanrı olarak anılan ve Aşil olarak bilinen Akhileus (Akhileus) tarafından öldürülmüştür. Apollon ve Artemis Tapınağı, İzmir, Efes, Sinop, Samsun İli"ne bağlı Terme Çayı yanında kurulan Themiscyria gibi yerleşimler Amazon Kraliçeleri tarafından kurulmuştur. Yunan mitolojisinin en önemli unsuru olan Savaşçı Amazon Kraliçeleri Şanlıurfa"nın var olan kültürel mirasına bir katkıda bizden deyip, Şanlıurfa Halepli Bahçe"den tüm dünyayı selamlamaktadır. HALEPLİBAHÇE ÇALIŞMA ALANI
  2. _asi_

    Harran Resimleri

    HARRAN RESİMLERİ HARRAN EVLERİ HARRAN KALESİ TARİHİ HARRAN ÜNİVERSİTESİ ( dünyanın ilk üniversitesi) HARRAN KALESİNDEN HARRAN EVLERİ GÖRÜNÜMÜ GENEL RESİMLER
  3. _asi_

    Harran

    HARRAN Şanlıurfa"nın 44 km. güney doğusunda bulunan ve her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi kent Harran, kendi adıyla anı­lan ovanın merkezinde kurulmuştur. Tevrat"ta da "Haran" olarak geçen yerin burası ol­duğu söylenir. İslâm tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamber"in torunlarından Kaynan"a veya İbrahim Peygamber"in kardeşi "Aran"a (Haran) bağ­larlar. XIII. yüzyıl tarihçilerinden İbn-i Şeddat, Hz. İbrahim"in Filistine gitmeden önce bu şehirde otur­duğunu, bu nedenle Harran"a Hz. İbrahim"in şehri de denildiğini, Harran"da İbrahim Peygamber"in evinin, adını taşıyan bir mescidin, O"nun otururken yaslandığı bir taşın var olduğunu yazmaktadır. Harran, Kuzey Mezopotamya"dan gelerek batı ve kuzey batıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Harran, Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Assurlu tüccarların önemli uğrak yerlerinden biri idi. Anadolu"dan Mezopotamya"ya, Mezopotamya"dan Anadolu"ya olan ticaret akışının binlerce yıl Harran üzerinden yapılmış olması bu tarihi kentte zengin bir kültür bikiminin oluşmasına neden olmuştur. Harran; Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıl­dığı eski Mezopotamya"daki Assur ve Babillerin politeist inancına dayanan Paganistliğin (Putperestlik) önemli merkezlerinden olması yö­nüyle de ünlü idi. Bu nedenledir ki Harran"da Astronomi ilmi çok ilerlemiştir. Dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden birisi "Harran Ekolü"dür. İlkçağdan beri varlığı bilinen Harran Üniversitesi"nde dünyaca ünlü birçok bil­gin yetişmiştir. Emevi hükümdârlarından II. Mervan 744 yılında Harran"ı Emevi Devleti"nin başkenti yapmıştır. Emevilerin Asya bölümü 750 yılında Abbâsilere yenilerek Harran"da sona ermiştir. Abbâsi hüküm­dârı Harun Reşit zamanında "Harran Üniversitesi" dünyada büyük bir ün kazanmıştır. Bugün Cüllab ve Deysan ırmakları kurumuş ol­duğundan Harran sudan ve yeşilden mahrum bir ovanın ortasında 5000 yıllık tarihi ile ayakta dur­maktadır. Tipik evleri, höyügü, kalesi, şehir surları ve çeşitli mimari kalıntıları ile turistlerin büyük il­gisini çekmektedir. Atatürk Barajı ve Urfa Tünelleri vasıtasıyla Harran Ovası"na akıtılan Fırat Nehri, Harran"ı tarihteki yeşil ve verimli günlerine tekrar kavuşturmuştur. HARRANDAKİ MİMARİ VE TARİHİ ESERLER I. Yazılı kaynaklarda geçen mimari eserler Çeşitli kaynaklardan anlaşıldığına göre, Hz. Ömer zamanında İyaz b. Ğanem tarafından 640 yılında fethedilen Harran"da ilk islami eserler inşa edilmeye başlanmıştır. Emevi başkentliği yaptığı dönemde (744-750 II. Mervan zamanı) imar faaliyet­leri hızlanarak şehir mimari eserlerle donatılmıştır. Mervan, 10 milyon dirhem harcayarak Harran"a bir hükümdâr sarayı yaptırmış, Cami el-Firdevs"i (Cennet Camii-Ulu Cami) yeniletmiş ve su kanalları açarak tarımı geliştirmiştir. İmâdeddin Zengi"nin 1127 tarihinde Harran"ı almasından sonra, Zengi"nin oğlu Nureddin Mahmûd ve Selahaddin Eyyûbi zamanlarında şehirde medrese, hastane, çarşı, hamam gibi çok sayıda mimari eserin inşa edildiği, miladi 1175 depreminde zarar gören yapı­lar ile Ulu Cami"nin restorasyonunun yapıldığı yine çeşitli kaynaklarda kayıtlıdır. Onyedinci yüzyılın ortalarında (1650 yılları) Harran"ın harap haline yetişen ünlü seyyah Evliya Çelebi burasını, "Şehir harap, evler toprak olup ka­lesinde insanoğlu kalmamıştır. Ancak kargir cami­leri, han ve hamamları kalıp diğer harap evler içe­risinde çöl arapları kışlamaktadır" cümleleriyle an­latmaktadır. II. Harran kazılarında bulunan ve günümüzde ayakta olan mimari eserler Parlak bir tarih ve ilim geçmişine sahip olan Harran, tarih boyunca bir çok devletin hâkimiye­tine girdiğinden kültürlerin kaynaştığı bir kent ol­muş ve zengin mimari eserlerle donatılmıştır. Ancak, hiç bir zaman Bizans ve Haçlı hâkimiyetine girmeyen Harran"da bu devletlere ait eserler yer almamıştır. Kentin ortasında yer alan höyükte ve sur içer­sindeki harabelerde Sin Mabedi ve üniversite dahil en eski mimari eserlerin temel kalıntıları yer almak­tadır. Harran"ın zengin mimarisinden sadece surlar, iç kale, Ulu Cami, Şeyh Hayat el-Harrânî türbe ve camii ile konik kubbeli evler günümüze kadar ge­lebilmiştir. HARRAN HÖYÜĞÜ Şehrin ortasında yer alan 22 m. yüksekliğindeki höyük oldukça geniş bir alana yayılmıştır. M.Ö. III. binden M.S. XIII. yüzyıla kadar kesintisiz olarak is­kan edilen Harran Höyüğü, içersinde çeşitli devir­lere ait mimari kalıntıları ve bölgenin tarihini gün ışığına çıkartacak belgeleri barındırmaktadır. SİN MABEDİ Babil dönemine ait ünlü Sin Mabedi Harran"da inşa edildiği bilinen en eski anıtsal eserdir. M. Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerinde Harran"daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedi"nde bir ant­laşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M. Ö. II. bininin ortalarına ait Hitit tabletle­rinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran"daki Ay Tanrısı Sin"in ve Güneş Tanrısı Şamas"ın şahit tutulduğu belirtilmektedir. Yeri kesin olarak tespit edilemeyen Sin Mabedi"nin, höyükte, iç kalede ya da Ulu Camii"nin yerinde olduğu konusunda değişik fikirler ileri sü­rülmektedir. Bunlardan İbn-i Şeddad, bu mabedin Ulu Cami"nin yerinde olduğunu, Harran"ın 640 yı­lında İyâd b. Ğanem tarafından fethedilmesiyle bu mabedin camiye dönüştürüldüğünü, Paganistlere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer ve­rildiğini söylemektedir. HARRAN ÜNİVERSİTESİ İlk Çağ"dan beri varlığı bilinen ve miladi 718-913 tarihleri arasında (İslâmi dönem) bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşan Harran Okulu"nun (Üniversite) İslâm öncesi ve İslâmi dönemdeki yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir. Tarihi Harran Üniversitesi"nin kuruluşu hak­kında elimizde yeterli kaynak bulunmamaktadır. HARRAN ŞEHİR SURLARI Elips şeklindeki Harran şehri, bazı kaynaklara göre 8, bazı kaynaklara göre 6 adet kapısı, 187 adet burcu olan, kesme taşlardan inşa edilmiş müstah­kem bir sur ile çevrilmiştir. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan hendeğin eskiden su ile dolu olduğu bilinmektedir. Şehrin güney-doğu köşesinde kesintiye uğrayan surların yerini İçkale tamamlamaktadır. Harran surları gü­nümüzde yer yer yıkılmış olmasına rağmen çepe­çevre izlenebilmektedir. Kapılardan sadece Halep Kapısı ayaktadır. HARRAN KALESİ Şehrin güney doğusunda yer alan İçkale, surla­rın o kesimdeki parçasını oluşturmaktadır. HARRAN ULU CAMİİ Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde yer alan Ulu Cami, Anadolu"nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii, en zengin taş süslemeli camii olma gibi daha bir çok önemli özel­liklere sahiptir. Çeşitli kaynaklarda "Cami el-Firdevs (Cennet Camii) veya "Cuma Camii" adla­rıyla geçmektedir. ŞEYH YAHYA HAYAT EL-HARRANİ (Hayat b. Kays-Hayat b. Abdülaziz) TÜRBESİ VE CAMİİ Şeyh Yahya Hayat el-Harrânî, XII. yüzyılda Harran"da yaşamış ve 1185 tarihinde burada vefat etmiş büyük bir İslâm alimi ve mutasavvufudur. XVII. yüzyılın ortalarında Harran"ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Şeyh Hayat"ın türbesinden şu şekilde bahsetmektedir. "Şeyh Yahya (Hayat) ziyaret yeri Harran dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sul­tandır. Harran Kalesi"nin yanında çöl tarafında bü­yük bir kubbe içinde medfundur. Çöl Arapları bu sultana son derece bağlıdırlar. Hatta Araplar ara­sında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap etse ta Basra, Lahsa, Umman, Cezayir, Kurna"dan gelip bu sultanın üzerine "Yahya Hayati"nin başı için" deyip duvara el sürse Allah"a yemin etmiş gibi sayarlar. Bu sultana Yahya Hayati demelerinin aslı, bir seccade üzerinde tahiyatta ve hayatta oturur gibi oturduğundandır." Hayat el- Harrani hazretleri ölümünden sonra da tasarrufu devam eden 4 büyük evliyadan biri olarak kabul edilmektedir. Şeyh Hayat"ın türbesi ve bunun güneyine bitişik olan camisi, Harran şehir surlarının kuzey batı dı­şarısındaki mezarlık alanındadır. Türbe ve caminin günümüze kadar önemli değişiklikler geçirdiği du­var ve payelerdeki izlerden anlaşılmaktadır. Cami ve türbe 1999-2001 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü"nce restore edilmiştir. HARRAN"IN TARİHİ MEZARLIĞI Harran"da biri surların batı dışarısında Şeyh Hayat"ın türbesinin bulunduğu yerde, diğeri surla­rın doğu dışarısında olmak üzere iki mezarlık bu­lunmaktadır. Bunlardan Şeyh Hayat"ın türbesinin bulunduğu mezarlıkta süslemeli şahideler dikkat çekmektedir. Harran"ın tarihteki esas İslâm mezar­lığı surların doğu dışarısında yer almaktadır. Ancak, bu mezarlık tamamen kaybolmuş, sanat de­ğeri olan, süslemeli ve kitabeli şahideler toprak al­tında kalmıştır. GELENEKSEL HARRAN EVLERİ Harran"ın en çok ilgi çeken yanı, bindirme tek­niğinde yapılmış, külah biçimindeki konik kubbeli evleridir. 1979 yılında arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak tescil edilen ve kubbe evleri korumaya alınan Harran"da, ören yerinden malzeme toplanması, her çeşit inşaat yapılması, kanal açılması yasaklanmış­tır. O tarihlerde 960 adet kubbe sayılan Harran"da bu sayı dondurulmuştur. Bölge iklimine uyumlu, yazın serin, kışın sıcak olan kubbeli Harran evlerinde, tavukların daha çok yumurtladığı, at gibi bazı hayvanların daha uysal olduğu, kuru soğanların çabuk filizlendiği köylüler tarafından söylenmektedir. Bu evlerden bir örnek 1999 yılında Harran Kaymakamı İbrahim Halil Akşit"in gayretleriyle restore edilerek "Kültür Evi" fonksiyonuna kavuş­turulmuş ve turizmin hizmetine sunulmuştur. Ayrıca Kültür Bakanlığı, restore etmek ve kültü­rel fonksiyon vermek üzere bu evlerden 4 adedini satın almıştır.
  4. _asi_

    Göbekli Tepe

    GÖBEKLİTEPE Arkeolojik bir mevkii olarak ilk kez 1963 yılında, Türk ve Amerikan bilim adamlarının yaptığı bir yüzey araştırması sırasında tespit edilmiştir. Bu çalışmayla ilgili sonuçlar, Peter Benedict tarafından 1980 yılında yayımlanmıştır. Göbekli Tepe, Şanlıurfa İli’nin 15km kuzeydoğusunda, merkeze bağlı Örencik Köyü yakınlarındaki dağlık alan üzerinde yer almaktadır. Seçilen alan, diğer Neolitik Dönem yerleşim yerlerinde olduğu gibi su kenarı, vadi ya da ovada olmayıp, Harran Ovası’nı kuzeyde sınırlayan uzun bir yükselti silsilesi üzerinde, görüşe ve manzaraya hâkim bir konumda bulunmaktadır. 300m. çapında ve 15m. yüksekliğindeki Neolitik Dönem´in ilk evrelerine ait Göbekli Tepe’nin topografik özelliklerinden ve yer seçiminden dolayı, ilk fark edildiğinde şimdiki önemi anlaşılamamış olup, tepenin her yerinde rastlanan kireçtaşı blokları nedeniyle buranın bir mezarlık olduğu kanısına varılmıştır. 1995-2006 yılları arasında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Harald Hauptmann ve daha sonra Dr. Klaus Schmidt ve ekibinin katılımıyla kesintisiz kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir. 2007 yılından itibaren Dr. Klaus Schmidt başkanlığında Bakanlar Kurulu Kararlı Kazı statüsüne geçmiştir. Şimdiye kadar yapılan kazı çalışmaları sonucunda, Göbekli Tepe’de 4 tabaka açığa çıkartılmıştır. En üstteki I. Tabaka, tarım yapılan yüzey dolgusu olup, geriye kalan 3 tabaka ise Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’e tarihlenmektedir. Göbekli Tepe’de stratigrafi en üstten alta doğru şu şekilde izlenmektedir. I. Tabaka: Yüzey dolgusu II A. Tabaka: Dikilitaşlı Köşeli Yapılar (M.Ö. 8.000-9.000). II B. Tabaka: Yuvarlak-Oval Yapılar (Ara tabaka). III. Tabaka: Dikilitaşlı Dairesel Yapılar (M.Ö. 9.000-10.000). Çanak Çömleksiz Neolitik-B Evresi’ne tarihlenen ve yüzey dolgusunun hemen altında bulunan II A. Tabakası’nda dikilitaşlı dörtgen planlı yapılar açığa çıkartılmıştır. Bu yapıların, çağdaşı olan Nevali Çori’de bulunan tapınak yapısıyla benzerlik göstermesi bakımından kültle ilişkili yapılar olduğu düşünülmektedir. Bu evre için tipik olan Aslanlı Yapı’da, karşılıklı olmak üzere, ikisinin üzerinde kabartma olarak birer aslan motifinin işlendiği dört adet dikilitaş bulunmaktadır. Çanak Çömleksiz Neolitik-A ve B Evresi arasında bir geçiş tabakası özelliği gösteren II B. Tabakası’nda, bu dönemin karakteristik özelliklerini taşıyan yuvarlak ya da oval planlı yapılar açığa çıkartılmıştır. Gene Çanak Çömleksiz Neolitik-A Evresi’ne tarihlenen ve Göbekli Tepe’nin en önemli tabakası olan III. Tabaka’da ise dikilitaşlarla çevrelenmiş büyük dairesel planlı yapılar dikkat çekmektedir. Kültle ilişkili olduğu düşünülen bu yapılar, T biçimli dikilitaşların belli aralıklarla dairevi şekilde dizilmesi ve etrafının duvarlarla çevrilmesiyle oluşturulmuştur. Merkezde karşılıklı ve kenarlardakine oranla daha büyük iki dikilitaş yer almaktadır. Merkezde bulunan dikilitaşlar serbest dururken kenarlardakiler, duvarlar ya da banklarla birbirlerine bağlanmıştır. Bu yapıların, tamamlanmasından sonra bilinçli bir şekilde toprak ve çakıl dolguyla örtülmüş olduğu kazılar sırasında anlaşılmış olduğundan bunların ölü kültüyle ilişkili olabileceği düşünülmektedir. (Foto 9-10-11) Şu ana kadar dört adet böyle anıtsal yapı açığa çıkartılmış olup, yapılan jeomanyetik ölçümler sonucunda Göbekli Tepe’de en az 20 anıtsal yapının olduğu anlaşılmıştır. Konumu itibariyle çevresinde geniş kayalık platolar bulunan Göbekli Tepe’de, dikilitaşlar bu platolardaki kayalardan yekpare halinde kesilerek temin edilmiştir. Arazide, işlenmemiş durumda bazı dikilitaşlar kesildiği yerde hala görülebilmektedir. Ayrıca bu platolarda, kayalar üzerinde, işlevleri henüz anlaşılamayan oyuklar ve bir takım işaretler bulunmaktadır. Boyları 5m.ye ulaşan dikilitaşların bazılarının üzerinde, kabartma olarak çoğunluğunu yılan, tilki, yaban domuzu ve kuşların oluşturduğu çeşitli hayvan tasvirleri bulunmaktadır. Bazı örneklerde kabartma olarak yapılmış kol ve ellerden dolayı, dikilitaşların stilize edilmiş insan figürleri olduğu, aşırı şematik ve kübik formda gösterilen gövdeleri ile yaşayanları değil de başka bir boyutun varlıklarını temsil ettikleri öngörülmektedir. Kazılar sırasında ve genellikle de yüzey buluntusu olarak ele geçen yabani, yırtıcı hayvan heykellerinin varlığı, antik dönemden bilinen yeraltı dünyasının koruyucusu Kerberos’u akla getirmekte ve bu vahşi hayvan heykellerinin de Göbekli Tepe’deki yapıların bekçisi olabileceğini düşündürmektedir. Kazılar sonucunda çok sayıda hayvan heykeli, çakmaktaşından aletler, taştan boncuklar ve kaplar ile küçük figürünler açığa çıkartılmıştır. Göbekli Tepe’de temsil edilen bu dönemde, eldeki bulgulara göre insanların avcılık ve hayvancılıkla geçindiği, henüz tarımın yapılmadığı düşünülmektedir. Yerleşim yerinin konumu, açığa çıkartılan devasa boyutlu yapıları, tonlarca ağırlıktaki dikilitaşları ve bu dikilitaşların yerleştirilmesi bakımından Taş Çağı insanlarının, büyük bir organizasyon ve uzun bir zaman dilimi dâhilinde hareket ettikleri düşünülmektedir. Şimdilik en erken tabaka olan III. Tabaka’nın tarihi ca. M.Ö.10. Bin olarak belirtilmektedir. Yerleşim yerinde henüz ana toprağa ulaşılamamış olup, ileriki yıllarda gerçekleştirilecek kazı çalışmaları sonucunda Göbekli Tepe’deki hayat netlik kazanacaktır. DÜNYANIN BİLİNEN EN BÜYÜK VE EN ESKİ TAPINAĞI
  5. _asi_

    Şanlıurfa Balıklı Göl

    BALIKLI GÖL Balıklıgöl, (Aynzeliha ve Halil-Ür Rahman Gölleri ) Şanlıurfa şehir merkezinin güneybatısında yer alan ve İbrahim Peygamberin ateşe atıldığında düştüğü yer olarak bilinen bu iki göl, kutsal balıkları ve çevrelerindeki tarihi eserler ile Şanlıurfa'nın en çok ziyaretçi çeken yerleridir. İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Bu sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri verilir. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüşür. İbrahim bir gül bahçesinin içersine sağ olarak düşer. İbrahim'in düştüğü yer Halil-ür Rahman gölüdür. Rivayete göre Nemrut'un kızı Zeliha da İbrahim'e inandığından kendisini onun peşinden ateşe atar. Zeliha'nın düştüğü yerde de Aynzeliha Gölü oluşmuştur. Her iki göldeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilerek yenilmemekte ve korunmaktadır. Eski bir rivayete göre, anadolu toprakları tümü işgal durumuna düşerse bu kutsal balıklar melek asker olup kurtuluş savaşlarına katılacak denmektedir. Kutsal balıklara da askerbalık denilmektedir. BALIKLI GÖL EFSANESİ Bir zamanlar bu şehirde zalim bir hükümdar yaşarmış. Yaptığı bu zalimliklerle kendinden geçen Nemrut gün gelmiş kendisini Tanrı zannetmeye başlamış ve büyük tapınaklar yaptırıp içine de kendi heykellerini koydurmuş. Halkına da baskı yaparak kendisine Tanrı diye tapmalarını istemiş. Bir gece Zalim Nemrut uykusunda korkunç bir kabus görmüş. Kan ter içinde fırlamış yatağından. Hemen sarayın bütün kahinlerini ve büyücülerini çağırtmış ve rüyasını anlatmış onlara. Nemrut'un rüyasını dinleyen kahinlerin ileri gelenleri şöyle yorumlamış Nemrut'un rüyasını: "Efendim, krallığınızda dünyaya gelecek bir çocuk sizin tahtınızı ve saltanatınızı yıkacak, ülkeniz üzerindeki hakimiyetinize son verecek." Sarayındaki danışmanlarına çok güvenen Nemrut korku içinde kaskatı kesilmiş. Panik halinde nasıl önlemler alabileceklerini sormuş onlara. Sarayın baş kahini atılmış öne hemen; "Değerli efendim" demiş, "Eğer bu sene krallığınızda doğacak bütün erkek çocuklarını öldürtürseniz , erkekler ve kadınların da bu yıl boyunca birbirlerine yakınlaşmalarını yasaklarsanız ve aksine yapan herkesi asarsanız bu sorunu da çözersiniz" . Nemrut kahinlerin önerisiyle doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesi emrini vermiş. Ülkesinde yaşayan her on aileye bir gözlemci düşecek şekilde kuralların uygulanıp uygulanmadığını izlemeye başlamış. Sadece başdanışmanı Azer'e çok güvendiği için onun ve ailesinin başına gözlemci koymaya gerek duymamış. Böylece şehirde bir yıl sürecek dehşet ve zulüm dönemi başlamış. Nemrut bu bir yıl süresince on binlerce çocuğu öldürtmüş, aileleri darmadağın etmiş. Bütün ülke Nemrut'un bu büyük zulmü altında inim inim inliyormuş. Bir yılın sonunda Nemrut yine bütün danışmanlarını etrafına toplamış. Müneccimleri ona demişler ki "Hükümdarım maalesef aldığımız tedbirler yeterli olmadı. Sizi ve tahtınızı yok edecek çocuk yarın gece ana rahmine düşecek." Nemrut kâhinlerinin bu sözleri üzerine daha da büyük bir paniğe kapılmış. Ve hemen şehirdeki bütün erkeklerin toparlanıp şehir dışına çıkarılmasını ve iki gün boyunca da şehre girmelerinin yasaklanmalarını emretmiş. Nemrut şehri dolaşırken aniden krallık mührünü sarayında unuttuğunu farketmiş. Hemen en güvenilir adamı Azer'i göndermiş saraya mührünü alıp kendisine getirmesi için. Azer, saraya gidip mührü almış. Geri dönerken aklına karısı gelmiş. Evine varınca nefsine hakim olamamış ve karısıyla birlikte olmuş. Ve böylece Zalim Nemrut'u yok edecek olan Hz.İbrahim ana rahmine düşmüş. Kahinler sabaha doğru Nemrut'a onu korkudan tir tir titreten haberi vermişler. "Efendimiz maalesef aldığımız tüm önlemlere rağmen o çocuk bu gece ana rahmine düştü" Nemrut sinirden küplere binmiş ve ülkesinde bu yıl doğacak bütün erkek çocuklarının öldürülmesin emretmiş. O gece Azer'den hamile kalan karısı bu durumu kocasından saklıyor, kendisini şişmanlamış gösteriyormuş. Doğum vakti yaklaşınca da bugünkü Urfa Kalesinin kuzeyinde bulunan küçük bir mağaraya gitmiş ve tek başına doğurmuş çocuğunu. Çocuğunun öldürüleceği korkusuyla onu iyice sarıp sarmalayıp mağaranın en dibine gizlemiş. Her gün bir defa onu emzirmeye geliyormuş mağaraya. Gelemediği günlerde açlıktan ve soğuktan oğlunun ölmüş olabileceğini düşünüp ağlıyormuş ama her seferinde telaşla gittiği mağarada küçük çocuğu sağ salim görünce mutluluktan uçuyormuş. Mağarayı kendilerine korunak olarak kullanan ceylanlar bu küçük çocuğu kendi sütleriyle besliyorlarmış. Aradan 15 ay geçmiş ama Hz.İbrahim 15 yaşında bir delikanlı gibi görünüyormuş Günlerden bir gün kralın askerleri şehrin hemen yamacındaki dağa avlanmaya çıkmışlar. Dağda dolaşırken ceylanların arasındaki İbrahim'i görmüşler. Hemen yakalayıp saraya getirmişler. Nemrut, ceylan sütüyle beslenmiş 15 yaşındaki genç, gürbüz ve güzel bir delikanlı olan İbrahim'i hemen yanına almaya karar vermiş. Böylece genç İbrahim sarayda yaşamaya başlamış ve burada Nemrut'un bir diğer evlatlığı genç Zeliha ile tanışıp dost olmuş. İbrahim sarayda geçirdiği günlerde kendisini evlatlık alan Nemrut'un halka yaptığı zulümlerden ve putlara tapınmasından dolayı kızmaya başlamış. Bir gün bu düşüncelerini arkadaşı Zeliha ile paylaşmış ve ona taştan yapılmış bu putlara tapınmanın anlamsızlığını anlatmış. İbrahim bir gün tapınağın boş olduğu bir saatte eline bir balta almış ve tapınaktaki bütün putları tek tek kırmaya başlamış. Hepsini kırdıktan sonra elindeki baltayı da tapınağın baş köşesine yerleştirmiş ve Nemrut'a benzeyen en büyük heykelin omzuna asmış. Nemrut olanları duyunca sinirden çılgına dönmüş ve derhal bunu yapanın bulunmasını emretmiş. Kısa bir araştırmanın ardından İbrahim Nemrut'un huzuruna çıkarılmış.Nemrut "Sen mi yaptın" diye sorunca, son derece sakin bir şekilde cevap vermiş "Hepinizin gördüğü gibi balta en büyük heykelin omzunda duruyor. Yapsa yapsa o yapmıştır." Demiş. Nemrut Hz.İbrahim'in bu cevabı üzerine daha da sinirlenmiş, "Olur mu böyle saçmalık. O cansız bir taş parçası. Nasıl eline bir balta alıp da böyle bir şey yapabilir ki?" Hz. İbrahim de gülümseyerek cevap vermiş Nemrut'a ."İşte benim de anlatmak istediğim buydu. Siz kendi elinizle yaptığınız bu taş parçalarına nasıl olur da taparsınız ve onlardan adalet, huzur, bereket beklersiniz? Bu taşlar gerçekten Tanrı olsalardı kendilerini koruyabilirlerdi" Bu cevaba çok sinirlenen Nemrut hemen İbrahim'in yakalanıp ateşe atılmasını emretmiş. Nemrut, kalenin kuzeyinde kalan dağın tepesindeki iki büyük sütunu mancınık olarak kullanıp, Hz.İbrahim'i buradan ateşe atmaya karar vermiş. Tam bu esnada Allah : "Ey ateş, serinlik ve esenlik ol" diye buyurmuş. Hz. İbrahim ateşin üzerine düşer düşmez ateşin yerinde berrak küçük bir göl oluşuvermiş. Allah'ın emri ile hazırlanan o devasa ateş bir göle; ateş için toplanan odunlar da balıklara dönüşmüşler. Odunlar biraz yanmış oldukları için balıkların sırtında kara lekeler oluşmuş. Varlığına inandığı ve sürekli onu aradığı için Allah, Hz.İbrahim'e "Halilim" yani dostum demiş. Bu göle de bu yüzden "Halilurrahman Gölü" denmiş. Zeliha'nın döktüğü gözyaşlarından oluşan göle ise "Zeliha'nın gözyaşları" anlamına gelen "Ayn-ı Zeliha Gölü" ismi verilmiş. Nemrut bütün bu olanlar karışsında daha da sinirlenmiş. Ve Allah'ı inkara devam etmiş. Allah da ona bir kanadı sakat sivrisinek göndermiş. Bu sivrisinek bir gece Nemrut yatarken kulağından içeri girmiş ve beynine kadar gitmiş. Günler geçmiş ve Nemrut bu sinekten dolayı kafasında büyük ağrılar hissetmeye başlamış. Ülkesindeki bütün büyücüleri ve hekimleri derdine derman bulsunlar diye çağırtmış. Ancak hiçbiri Nemrut'a yardım edememiş. Nemrut, ağrıları biraz olsun azaltabilmek için kendi hazırlattığı özel tahta bir tokmakla kafasına vuruyormuş her gün. Ağrı arttıkça tokmakla vuruşlarının şiddetini de arttırmış. Sonunda tokmağın acısına dayanamamış ve kafası parçalanarak can vermiş.
  6. _asi_

    Şanlıurfa Çiğköfte

    ÇİĞKÖFTE EFSANESİ Çiğköftenin en önemli ve hazırlanması çok zahmetli olan baş malzemesi "kuru isot" denilen kırmızı pul biberdir. Hemen hemen her Urfalı aile, senede 200 - 400 kğ. kırmızı taze biberi ayıklayıp özel metotlarla kurutup döverek kuru isot haline getirir. Kuru isot, sadece çiğköfte de değil, köftenin diğer çeşitlerinde, lahmacunda ve diğer yemeklerde bolca kullanılır. Çiğköftenin Doğuş Öyküsü Hz. İbrahim döneminde yaşayan bir Urfalı avcı, avladığı ceylanı eve getirerek hanımından yemek yapmasını ister. Hanımı evde odun bulunmadığını söyler. Çevrede toplanacak bir tek dal dahi kalmamıştır. Zira Nemrut, Hz. İbrahim'i ateşe atmak için yakacak ne varsa toplattırmıştır. Avcı, hanımından bir çare bulmasını ister. Bunun üzerine kadın, ceylanın budundan bir miktar yağsız et çıkararak bir taş üzerinde başka bir taşla ezmeye başlar. Sonra ezilmiş eti bulgur, biber tuzla karıştırarak yoğurur. Yeşil soğan, maydanoz ekler. Böylece Urfa'nın o leziz ve tadına doyum olmaz çiğköftesi meydana gelir. Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı günden bir hatıra da bu yemek kalır. Çiğköftenin Yapılışı Malzemeler: 2 su bardağı köftelik bulgur, 250 gr. döğülmüş yağsız kara et, 6 yemek kaşığı kuru isot, 1 tatlı kaşığı tuz, biraz tarçın, 8 - 10 adet yeşil soğan, 1 kuru soğan, biraz kara biber, 1 demet maydanoz, bir tatlı kaşığı salça. Çiğköftelik bulgur özel olarak yaptırılmış köfte leğenine konur, tuz, kuru isot, tarçın, kara biber, salça ve et eklenir. Kuru soğan soyulup doğrandıktan sonra bu malzemeye eklenir. Yeşil soğan ve maydanoz yıkanıp incecik doğranarak bir tarafa alınır. Leğendeki malzemeler çok az su ile yavaş yavaş bastırarak bulgur iyice yumuşayıncaya kadar yoğrulur. Doğranmış maydanoz ve soğan karışımı eklenir, hafifçe ezilerek toparlanır. Küçük sıkımlar haline getirilerek marul, salatalık, nane, semiz otu ve turpla servis yapılır. Sıra gecelerinde çiğköfteden sonra şıllık, daş ekmeği, katmer, kadayıf, baklava, küncülü akıt, şire gibi tatlılar da ikram edilir. Şıllık Urfa'ya has tatlıların en güzel olanlarından biridir. Yapımı oldukça maharet ister.
  7. _asi_

    Neden Peygamberler Şehri

    PEYGAMBERLER ŞEHRİ URFA Hz. İBRAHİM Rüyasında hükümdarlığının elinden gittiğini gören Kral Nemrut'un bu rüyası kahinler tarafından: "...Bu Yıl 1 bir çocuk doğacak, senin putperest dinini ortadan kaldıracak ve Krallığına son verecek"şeklinde yorumlanır. Bunun üzerine Nemrut o yıl doğan ve doğacak olan bütün çocukları öldürtmeye karar verir. Hz. İbrahim' e hamile olan Nuna, hamileliğini herkesten gizleyerek Hz. İbrahim'i bir mağarada gizlice doğurur. Hz. İbrahim bu mağarada 7 yaşına kadar herkesten gizlice yaşadı. 7 yaşından sonra mağaradan çıkarılıp baba evine getirilen İbrahim büyüyünce Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye başladı. Gerçek tanrının putlar değil bütün kiiinatı yaratan tek Allah olduğunu anlatmaya çalıştı. Bunun üzerine Nemrut, Hz. İbrahim'i yakalatarak Urfa kalesinin bulunduğu tepeden ateşe attırdı. O anda Allah tarafından ateşe "Ey ateş İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri verildi. Ateş su, odunlar balık oldu. Hz. İbrahim sağ salim olarak bir gülUrfa adlarını almış, en son Şanlıurfa olmuştur. Onun düştüğü yerde oluşan Halil-ür Rahman ve Aynzeliha gölleri ile içerisindeki balıklar bugün dünyanın her tarafından gelen insanlarca ziyaret edilmektedir. Ayrıca Hz. İbrahim'in doğduğu mağara, bu göllerin yakınındaki Mevlid-i Halil Camii içerisinde olup ziyarete açık tutulmaktadır. Hz. EYYUB Allah, Urfa' da yaşayan Eyyüb peygamberin kendisine bağlılığını göstermek için önce mallarını ve çocuk1arını elinden aldı ve daha sonra kendisine ağır bir hastalık verdi. Hasta yattığı mağarada bütün vücudunu kurtlar kapladı. Eyyüb peygamber bütün bunlara rağmen Allah'a isyan etmedi. Allah'a ibadetten geri kalmadı, sabır ve şükür gösterdi. Allah onun bu sabrına karşılık olarak sıhhatini ve malını geri verdi. Hz. Eyyüb bu nedenle sabır örneği olarak kabul edilir. Hz. Eyyüb'un hastalık çektiği mağara ve kutsal suyu ile yıkanarak şifa bulduğu kuyu bugün Urfa'nın Eyyüb Peygamber semtinde ziyaret edilmektedir. Hz. Eyyüb'ün mezarı, Urfa'nın Viranşehir ilçesine 20 km. uzaklıktaki Eyyüb Nebi köyündedir. Bu köy, bir peygamberler köyü gibidir. Eyyüb Peygamberin Türbesi, Hanımı Hz. Rahme'nin Türbesi ve Elyasa' Peygamberin vefat ettiği yer buradadır. Hz. ELYASA Elyasa' peygamber Eyyüb peygamberi ziyaret etmek ister. Uzun yıllar arar, sonunda bulunduğu yere yaklaştığını bilmemektedir. Karşısına şeytan çıkar. Daha çok uzakta olduğunu söyler. Elyasa peygamber yaşlanmıştır. Dua eder Allah ruhunu alır. 1 Km. kala O'na ulaşamadan vefat etmiş olduğu yer bu köydedir Hz. ŞUAYB Şuayb Peygamber'in Urfa'nın 85 km. doğusundaki tarihi Şuayb şehrinde yaşadığına inanılmaktadır. Bu tarihi kent kalıntıları arasındaki bir mağara ev O'nun makamı olarak ziyaret edilmektedir. Hz. NUH Tufandan sonra, Hz. Nuh'un gemisinin Urfa ile Ceylanpınar (Re'sulayn) arasındaki Cudi dağına indiğine inanılmaktadır. Bu dağ deniz dalgalarını andıran çok değişik bir yüzey şekline sahiptir. Yöre halkı bu konuda çok kesin kanaate sahiptirler. Bu yer Soğmatar ve Şuayb şehir ile aynı mevkidedir. Ancak başka bir Cudi dağı da Urfa' nın güneyinde Nemrud'un tahtına 20-25 km. mesafededir. Hz. MUSA Günümüzde Yağmurlu Köyü olarak adlandırılan tarihi Soğmatar kenti içerisinde, Hz. Musa'nın Kuyusu ve Asa' sının izi diye ziyaret edilen iki makamı vardır. Hz. LUT Hz. İbrahim'in kardeşi Harran'ın oğludur. Lut Hz. İbrahim ile birlikte göç etmiş ve peygamberlik ile görevlendirileceği Sodom'a gitmiştir. Urfa' da doğmuş ve ilk çocukluğu Hz. İbrahim ile beraber geçmiştir. Onunla beraber Harran'da da yaşamıştır Hz. YAKUP Urfa' nın güney batısında Deyr Yakup - Nemrud'un Tahtı denilen yapıda misafir kalmıştır. Bu yer şehre 1O km. mesafededir.
  8. _asi_

    Şanlıurfa-Kelaynak Kuşları

    KELAYNAK KUŞLARI Eski el yazma belgelerden, Kelaynakların Avrupa'da 1504 yılından itibaren yaşadıkları tesbit edilmiştir. Orta Avrupa'da Alpler yöresinde yaşamakta olan bu kuş, ilk defa 1555 yılında yayınlanan Historia Animalium adlı eserde Corvus Sylvaticus adı altında C. Gessner tarafından tarif edilmiş ve yaşam biçimleri hakkında bazı bilgiler verilmiştir. Daha sonraları, Avrupa'dan kaybolan bu kuşların Ortadoğu ülkelerine ve Afrika'ya göç ederek halen buralarda yaşadıkları tesbit edilmiştir. Şubat ayı ortalarında, Birecik'e gelen kelaynak kuşlarının kayalıklara yerleşmeleri Mart ayı ortalarını bulmaktadır. Üremelerinin ardından yavrularını burada büyüttükten sonra Temmuz ayı ortalarında Birecik'ten tekrar yavruları ile birlikte ayrılmaktadırlar. Bu hayvanların Birecik'e üreme için gelmelerinin nedeni, buradaki kayalarda bulunan kalsit maddesinin kelaynak kuşlarındaki üreme gücünü arttırdığı şeklinde yorumlanmaktadır. Tek eşli olan kelaynak kuşları, her sene aynı eşle yuva yapar ve çiftleşirler. Yuva yapma gücünü gösterenler ergin olanlardır. Erginlik çağını doldurmaları için 5 yaşına ulaşmaları gerekmektedir. Ortalama ömürleri 25-30 yıldır. 1950'lerin başında Birecik'te 1000'den fazla olan kelaynak kuşlarının sayısında 1954 yılından itibaren önemli ölçüde azalma görülmüştür. Azalma nedenleri olarak, zirai ilaçların fazla kullanılması ile böcekçil olan bu kuşların doğal beslenme dengesinin bozulması, uzun süren göç esnasında gerek avcılar tarafından vurulmaları gerekse soğuk hava şartlarından etkilenmeleri gösterilmektedir. Göç eden kelaynak kuşları Lübnan-İsrail yolu ile Nil Vadisi veya Kızıldeniz Sahili'ne gitmekte olup sözü geçen yerlerde izlenememektedirler. Gidenlerin dönmemesinden kaynaklanan bu azalmayı ve nesillerinin tükenmesini önlemek için Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı bünyesindeki Orman Genel Müdürlüğü tarafından 1972 yılında Birecik'te Kelaynak Üretme İstasyonu kurulmuştur. Bu istasyonda önce iki ergin ve dokuz adet yavru kelaynak kuşu ağ ile tutularak kafese konulmuş ve 1977 yılında üretime başlanmıştır. Korunmaya alınan kuşlar siyah yağsız et, rendelenmiş havuç, haşlanmış yumurta ve yem karması ile beslenmektedirler. Şubat 1996 tarihinde üretme istasyonunda bulunan 52 adet kelaynak kuşu üreme için serbest bırakılmıştır. Üreme mevsimi sonunda 23 yavru ile toplam sayı 75'e ulaşmıştır. Bunlardan 4'ü İstanbul Bayramoğlu Hayvanat Bahçesi'ne, 5'i Atatürk Orman Çiftliği'ne verilmiş, 13'ü göç etmiş, 45'i ise halen istasyonda bulunmaktadır. Yöresel olarak "Keçelaynaklar" olarak adlandırılan Kelaynak kuşları Bireciklilerce kutsal sayılmaktadır. Kelaynak kuşlarının Şubat ortalarında Birecik'e gelişleri Birecik halkı tarafından İlkbaharın geldiğinin bir işareti olarak yorumlanmaktadır. Kelaynak kuşları için son yıllarda Birecik'te "Kelaynak Festivali" düzenlenmektedir.
  9. Burda olmaktan aldığım keyfi bu güzel sözlerinizle ikiye katladığınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim arkadaşlar
  10. _asi_

    Şuayb Şehri (Özkent Köyü)

    ŞUAYP ŞEHRİ HARABELERİ. Şanlıurfa’ya 88 km. uzaklıkta ve bugün Özkent Köyü adıyla anılan yerdir. Geniş bir alana yayılan ören yerinin sularla çevrili olduğu ve Roma Devri’nde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Halk arasında Şuayb Peygamberin bu kentte yaşadığına inanılır. Şuayb Şehrinde Peygamber makamı olarak ziyaret edilen bir de mağara bulunmaktadır. Kent merkezinde çok sayıdaki kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Tamamı yıkılmış olan bu yapıların bazı duvar ve temel kalıntıları günümüze kadar gelebilmiştir. Halk arasındaki bir inanca göre, Şuayp peygamber bu kentte yaşamıştır ve kent adını bu peygamberden almıştır. Kalıntılar arasındaki bir mağara Şuayp Peygamberin makamı olarak ziyaret edilmektedir.
  11. _asi_

    Soğmatar (Yağmurlu Köyü)

    SOĞMATAR Günümüzde Yağmurlu Köyü adı ile anılan Soğmatar, Şanlıurfa‘ya 73 km. uzaklıktadır. M.S. 1. ve II. yüzyılda Süryaniler tarafından iskan edilmiştir. Soğmatar kelimesi, Arapça yağmur çarşısı anlamındaki " Suk el-Matar " sözcüğ ünden gelmektedir. Tektek Dağları'nın kışın bol yağmur alan bu bölgesinde bulunan çok sayıdaki sarnıç ve kuyuda biriktirilen sular, dağlarda otlatılan koyun ve keçi sürülerinin yaz aylarındaki su ihtiyacını karşılamakta idi. Bu özelliğinden dolayı köy, Yağmurlu adıyla da anılmaktadır. Kökü Harran Sin kültürüne dayanan Sabiizim ve Baştanrı Marilaha’nın kültür merkezi olduğu bilinen Soğmatar ören yerinin, Baştanrıya ve gezegenlere ibadet edilen ve kurban kesilen açık hava mabedi en önemli kalıntılarından biridir. Soğmatar, birçok tarih araştırmacısının ilgisini çekmiştir. 1882'de Sachau, yüzyılımızın başında Fransa'nın Bağdat Konsolosu H. Pofnon, burayı ziyaret ederek Süryânice kitabeleri okumuşlardır. 1971 yılında burada incelemelerde bulunan H.J.W. Drijvers ve J.B.Segal, Soğmatar'a giren yolun sağındaki tepede bulunan Arâmice yazıları M.Ö. IV. yüzyıla tarihleyerek o çağda bu tarihi şehrin Edessa (Urfa) ile Harran'a yakın Tektek Dağları arasında önemli bir merkez olduğunu söylemektedir. Soğmatar tarihteki esas ününü; ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı Assur ve Babillilerin politeist inancından gelen Pagan (putperest) dinin ve bu dinin baştanrısı (tanrıların efendisi) “Mar alahe” (Marelahe)nin merkezi olmasından almaktadır. Mare lahe'yi temsil eden açık hava mabedi, Soğmatar'daki kalıntıların odak noktasını teşkil etmektedir. Kalenin güneyindeki “Kutsal Tepe-Merkez Tepe” olarak adlandırılan bu açık hava mabedinde; kaya zeminine oyulmuş Süryânice yazılar ile zirvenin kuzey yamacında, kayalara oyulmuş tanrı rölyefleri günümüze ulaşmıştır. Tepenin batısında dağınık bir biçimde duran mimari parçaların buradaki tapınağa ait olduğu sanılmaktadır. Tepenin doğusunda yer alan aynı tarihli diğer bir yazıda: “476 yılının Şubatında, bu ay içinde, ben Adona oğlu Maniş ve Ma'na ve Alkur ve Balbana ve kardeşi Alkur. Biz bu kutsal tepe üzerine bu sunağı kurduk ve korunan biri için bir taht diktik. O, vali Tridates'ten sonra vali olacaktır ve o tahtı korunan kişiye verecektir. O'nun mükâfatı Marelahe'dendir. Fakat eğer o, tahtı vermezse ve sütunu tahrip ederse, o tanrı yargılayacaktır” yazılıdır. Yazılarda geçen 476 tarihi Seleukos takvimine göredir ve bu tarih M.S. 164-165'lere tekabül etmektedir. Kutsal Tepe'nin kuzey yamacının zirveye yakın kısmında, kayaya oyulmuş insan şeklinde iki adet tanrı kabartması bulunmaktadır. Bunlardan sağ tarafta olanı 1.10 m. boyunda bir erkek figürüdür. Dizlerine kadar inen bir elbise giymiş, ayakta durur vaziyetteki bu figürün başının arkasında güneşi sembolize eden istiridye biçiminde bir şekil bulunmaktadır. Bu kabartmanın sağındaki Süryânice kitabede “Tanrı bu heykeli Ma'na için 476 yılının Mart ayının 13'ünde emretti” yazılıdır. Başının arkasındaki güneş şekline dayanarak bu heykelin Güneş Tanrısı Şamaş'ı temsil ettiği tahmin edilmektedir. Bu kabartmanın sol tarafındaki yuvarlak kemerli kayadan oyma sütunçeli niş içerisinde kabartma bir büst yer almakta, bu büstün sağında bir, solunda ise iki Süryânice kitabe bulunmaktadır. Soldaki kitabede: “Şila oğlu Şila, bu heykeli Adona oğlu Tridates'in hayatı için ve kardeşlerinin hayatı için Tanrı Sin'in şerefine yaptı” yazılıdır. Sağdaki iki kitabeden birinde: “Kuza oğlu Zekkay ve çocukları Tanrının önünde hatırlansın”, yukarıdan aşağıya doğru daha küçük harflerle yazılan diğerinde ise “Ben Tanrı, onu görüyorum. Onu görüyorum ve ona bakıyorum. Ben Tanrı Sin” yazılıdır. Bütün bu yazılardan kabartmanın Ay Tanrısı Sin'i tasvir ettiği anlaşılmaktadır. Soğmatarlı Paganların Harranlı Paganlar (Harrânîler) gibi İslâmi dönemde, güney Mezopotamya'daki monoteist Sabiilerin dinlerini benimseyip benimsemedikleri bilinmemektedir. J.B.Segal, Soğmatar'ın odak noktası konumunda olan açık hava mabedi “Kutsal Tepe”nin batısında ve kuzey batısındaki tepelerde yer alan 7 adet yapının Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs ve Merkür tanrılarını temsil eden tapınaklar olduğunu söylemektedir. Kutsal Tepe'ye çıkan Soğmatar Sabiileri, bu tapınaklara yönelerek ibadet ederler ve kurban keserlerdi. Harran Sabiileri de Ay Tanrısı Sin mabedindeki ibadetleri sırasında, Baştanrı Marelahe'nin mabedinin bulunduğu Soğmatar'daki Kutsal Tepe'ye yönelirlerdi. H.J.W. Drijvers başta olmak üzere bazı araştırmacılar, kare ya da silindir gövdeli bir plana sahip, bu yapıların altındaki kayaya oyulmuş arkosoliumlu odalara dayanarak bunların “Anıt Mezar” olduğunu ileri sürmektedir. Soğmatar'da Kutsal Tepe'ye Yönelen Tapınaklar: 1. Satürn Tapınağı: Kutsal Tepe'nin yaklaşık 800 m. batısındadır. Kesme taşlardan inşa edilmiş silindirik bir yapı olup, sadece temele yakın duvarlar ayaktadır. Bu yapının altında kayadan oyulmuş iki bölümlü bir mezar odası bulunmakta ve bu odalarda ikişer arkosolium yer almaktadır. Odaların kapısı Kutsal Tepe'ye bakmaktadır. 2. Şamaş (Güneş) Tapınağı: Satürn Tapınağı ile Kutsal Tepe arasında, Kutsal Tepe'ye 400 m. mesafedeki bir tepeceğin (tümsek) üzerinde kare şeklinde bir yapıdır. İç tarafı küçük bir avlu şeklinde olup, güney, batı ve kuzey taraflarında birer arkosolium vardır. Avlunun girişi doğuya, (Kutsal Tepe'ye) bakmaktadır. Giriş kısmı taşlarla kapandığından içeriye girmek mümkün değildir. 3. Jüpiter tapınağı: Kutsal Tepe'nin yaklaşık 700 m. batısındaki bir tepeceğin üzerindedir. Tamamen yıkılmış olmasına rağmen mevcut izlerden silindirik bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Alttaki kayadan oyma odanın girişi kapalı olup, kutsal Tepe'ye bakmaktadır. 4. Sin (Ay) Tapınağı: Kutsal Tepe'nin yaklaşık 800 m. kuzey batısındadır. Mimari izlerden silindirik bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Alttaki kayadan oyma odanın girişi kapalı olup, Kutsal Tepe'ye bakmaktadır. 5. Venüs Tapınağı: Kutsal Tepe'nin yalaşık 500-600 m. kuzeybatısındadır. Üç sıra taştan yapılmış kare bir temel üzerine oturan silindirik bir yapıdır. Kısmen yıkılmış olup, doğu ve güney taraflarında 6 sıra taş dizili duvarları ayaktadır. Buradaki yer altı odası diğer tapınaklara göre çok bölümlü olup, kapısı yine Kutsal Tepe'ye bakmaktadır. 6. Merkür Tapınağı: Kutsal Tepe'nin 800 m. kadar kuzey-kuzeybatı yönündedir. Burada dikdörtgen tabanlı bir yapının izleri görülmektedir. Tapınağın altındaki mağara odanın Kutsal Tepe'ye bakan girişi taşlarla kapatılmıştır. 7. Mars Tapınağı: Kutsal Tepe'nin 800 m. Kuzeyindeki dağın üzerindedir. Sadece üç duvarı ayakta olan bu tapınağın altında yer alması gereken mağara görülmektedir. Ancak Kutsal Tepe yönünde görülen taş yığının mağara odanın giriş kapısını kapatmış olabileceği tahmin edilmektedir. Bu tapınağın güneyinde ve biraz aşağısında bir zamanlar dikdörtgen bir alanı çevrelediği anlaşılan yüksek bir duvarın kalıntıları vardır. Bu alanın kuzeyindeki küçük mağaraların birinde Süryânice bir yazıt bulunmaktadır.
  12. Teşekkür ederim jön bende burda olmaktan büyük bir keyif alıyorum. hepimiz için herşeyin en iyisi en keyiiflisi olması dileyiğle saygı ve anlayış içersinde
  13. _asi_

    Edessa (Urfa)

    EDESSA İlkçağlardan bu yana doğu ile batı kültürleri arasında bir köprü olan Edessa’nın tarihi M.Ö.8000’lere dayanmaktadır Urfa’nın eski ismi Şemseddin Sami’nin Kamusü’l Alamı’na göre; “Ur” ya da “Urelkeldaniyn” olup, Büyük İskender’in fethinden sonra Makedonyalılar bu şehri vatanlarındaki Edessa (Vodina) kasabasına benzeterek bu adla ve “Akarsuları güzel” anlamına gelen “Kaliroe” olarak adlandırmışlar, Araplar da “Kaliroe” isminden esinlenerek buraya “Ruha” ismini vermişlerdir. Prof. Fikret Işıltan’a göre İslam döneminde Diyarı Mudar olarak da adlandırılan bölgedeki Urfa’ya Osrhoene Krallığı döneminde verilen “Osrhoene” adının, Kentin Makedonyalılar tarafından “Edessa” ismi ile yeniden kuruluşundan, Süryanice “Urhai-Orhai” olan önceki isminin, Arapça “Er-Ruha”nın Latinleştirilmiş biçimi olduğu sanılmaktadır. Prof. Bilge Umar’a göre ise; Edessa ismi Helenistik Çağdan beri kullanılmıştır. Seleukos Nikator bu kenti geliştirerek Makedonya’dan gelen göçmenleri buraya yerleştirmiş ve ismini de Edessa olarak değiştirmiştir. Bu isim Roma, Bizans ve Haçlı Devletleri zamanında da kullanılmıştır. Bununla beraber Urhay (Urfa) ismi unutulmamış ve sonra da Edessa’nın yerini Urfa almıştır. Halep salnamelerine göre şehre kısa bir süre (Antiokya/Antakya) adı verilmişse de Prof. Segal’e göre M.Ö. 163’te ölen IV. Antiochus’un sikkeleri üzerindeki (Antioch Callirohae), başka bir kente de ait olabilir. Bir efsaneye göre ise; Urfa adı Nemrut’un diğer bir adı olan ve Sulak yerde bulunan anlamına gelen Hewya oğlu "Urhai" den gelmektedir. Urhai’nin ’güzel akarsular şehri’ anlamı, Edessa’nın Makedonya’daki Edhessaisos ırmağının kenarındaki şehir ve bu kentin sonradan aldığı ad Vodina’nin Makedonca su anlamına gelmesi, Kalliroe’nin çeşme ya da akarsuları güzel anlamı belli olduğuna göre Urfa adının kaynağı konusunda henüz bir sonuca ulaşılamamışsa da bütün rivayetlerin ’su’ ya çıktığı tartışmasızdır. Aşağı Fırat Projesi kapsamında Fırat Nehri kıyılarında, Sultantepe’de, Göbeklitepe’de ve baraj göllerinin altında yapılan kurtarma kazıları yörenin tarihine ışık tutmuştur. Buna dayanılarak Edessa’da Neolitik Çağ (MÖ.10000-5500) ve sonrasında yoğun bir yerleşmenin olduğu ortaya çıkmıştır. Asur tabletlerine göre burası MÖ.2000’lerde Hurriler ile Mitannilerin yerleştiği bir yerdi. Hitiler Mitanni krallığını ortadan kaldırdıktan sonra yöreye yerleşmişler, MÖ.XI.yüzyıldan sonra da Mezopotamya’dan kuzeye doğru göç eden Aramiler buraya yerleşerek Bit-Adini Krallığını burada kurmuşlardır. MÖ.857’de Asurlulara bağlanan ve sonra Medlerin saldırısına uğrayan yöre, bir süre Babillerin egemenliği altında kalmıştır. MÖ.VI.yüzyılda Persler yöreye hakim olmuş ve buranın ticaretinin ve tarımının gelişmesinde büyük payları olmuştur. MÖ.IV.yüzyılda Büyük İskender Persleri Anadolu’dan çıkardıktan sonra yöreye de hakim olmuştur. İskender’in ölümünden sonra da Seleukosların hakimiyetine girmiştir. I.Seleukos tarafından MÖ.303’te bugünkü Urfa’nın bulunduğu yerde Edessa kenti kurulmuştur. Edessa’nın, ilk kuruluşu ile ilgili kesin bilgi olmamakla birlikte, Arap tarihçisi Ebul Faraç’a göre, Nuh Tufanı’ndan sonra yeryüzünde kurulan ilk yedi yerleşim merkezinin ilki ve en önemlisidir. Hz. Adem’in çiftçilik yaptığı, Hz. İbrahim Halil, Hz. Eyyüp, Hz. Şuayp, Hz. Elyasa gibi peygamberlerin yaşadığı bu bölge bugün “Peygamberler Şehri” olarak anılmaktadır. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın mendilinin Şanlıurfa’da bulunmuş olmasından dolayı buraya Dir-Mesih adını vermişlerdir. Musevi, Hırıstiyan ve İslâm peygamberlerinin atası olarak nitelenen Hz.İbrahim Urfa’da doğmuş, Nemrut ve onun yaptığı putlarla mücadele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim’in Urfa’da ateşe atıldığını görmüş ve daha sonra buradan Sodam’a gitmiştir. Hz.İbrahim’in torunu İsrafiloğulları’nın atası Yakup Peygamber burada yaşamış ve Urfa’da ölmüştür. Bu nedenle Şanlıurfa inanç turizmi yönünden önem taşımaktadır. Seleukoslardan sonra Mısırlılar, ardından Aramiler yöreyi ele geçirmiştir. MÖ.132’de burada Abgar, sonra da Osrhoene olarak isimlendirilen bir krallık kurulmuştur. Ermeni Krallığı yönetiminde yağmalanan, bir süre Partların denetiminde kalan Osroene Krallığı MÖ.I.yüzyıl sonlarında Romalılara bağlanmıştır. Romalılar ile Partlar arasında zaman zaman el değiştiren Osroene Krallığı, MS.117’de tamamı ile Roma’nın egemenliğini kabul etmiştir. Aramiler birçok kez Roma’ya karşı ayaklanmışlarsa da bu ayaklanmalar bastırılmıştır. Yöre III.yüzyıl ortalarında Sasanilerin, VII. Yüzyılda Arapların saldırısına uğramış, X.yüzyılda Bizanslılarla Mervaniler arasında el değiştirmiştir. Şanlıurfa il merkezi yakınındaki Göbekli Tepe'de yapılan arkeolojik kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüzden 11.000 yıl öncesine tarihlenen dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa'nın inanan insanların dünyadaki en eski merkezi olduğu anlaşılmıştır
  14. _asi_

    Harran Üniversitesi

    HARRAN ÜNİVERSİTESİ 11 Temmuz 1992 tarihinde kurulan Harran Üniversitesi; 7 fakülte, 1 Yüksek Okul, 11 Meslek Yüksekokulu ve 3 enstitü ile hizmet vermektedir. Toplam öğrenci sayısı 7581, toplam akademik personel sayısı 663'dür. TARİHTE HARRAN ÜNİVERSİTESİ Şanlıurfa ilinin 44 km. Güneydoğusunda yer alan ve her yıl binlerce turist tarafından ziyaret edilen tarihi harran kenti kendi adıyla anılan bir ovanın merkezinde kurulmuştur . Tarihi belgelerden anlaşıldığına göre, Harran adı 4000 yıldan beri değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Harran adı Sümerce ve Akatça "Seyahat-Kervan" anlamına gelen "Harran-u" dan gelmektedir. Diğer bir görüşe göre de "Kesişen Yollar" anlamındadır. Antik Kültürünün temsilcileri Sabiiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar Harran da büyük bir uyum içerisinde birlikte yaşamışlar, buradaki okullardan dünyaca ünlü alimler yetişmiştir. Emevi hükümdarı 2. Mervan, Harran' ı devletin başkenti yapmış,Emevilerin Asya bölümü 750 yılında Abbasilere yenilerek Harran da son bulmuştur. Tarihi geçmişi İslam öncesine dayanan dünyaca ünlü "Harran okulu üniversite" Abbasi halifesi Harun Reşid zamanında daha da gelişerek ününü yaymaya devam etmiştir. İlk çağ Hellenizminin İskenderiye deki bilim ve felsefe okulu dağıtılınca buradaki alimler Hz. ömer zamanında 7.yy.ilk yarısı Antakya ve Harran'daki okullara yerleştiler.İslamiyet'ten önce varlığı bilinen Harran okulu, İslami dönemde de ününü devam ettirdi. Harran'daki İslam üniversitesinde Sabiiler, Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan aydın gruplar vardı ve bunlar araştırmalar yapıyorlardı. Harran okulundaki Sabii alimlerinden büyük kısmı sonradan Müslüman olmuştur. VII. yüzyıl sonrası ile VIII. yüzyılın ilk yarısında Harran okulunda tercüme işi hızlandı. İlk çağ yunan bilginlerinin eserleri Arapçaya tercüme edildi. Harran; yunanca ve Süryanice Arapçaya yapılan tercümeleri merkezi durumuna geldi. Emevi Halifesi II. Mervan Harran'ı başkent yapınca (744-750) buradaki bilimsel çalışmalar daha da ağırlık kazandı. Harran Okulunda sürdürülen bilimsel çalışmalar din, astronomi, tıp, matematik ve felsefe olmak üzere beş bölüme ayrılıyordu. 1260 yılı başlarında Moğollar tarafından istila edildi. Moğollar kenti ellerinde tutamayacaklarını anlayınca 1271 yılında Harran'ın camiini, surlarını, kalesini yakıp yıkarak kenti tahrip ettiler. Bundan sonra Osmanlı döneminde dahi Harran eski parlak günlerine bir daha dönemedi. HARRAN ÜNİVERSİTESİ'NİN KURULUŞU Harran Üniversitesi'nin 09.07.1992 tarih ve 3837 sayılı kuruluş kanunu, Resmi Gazetenin 11.7.1992 gün ve 21281 sayılı nüshasında yayınlanmıştır. Bu kanuna göre Şanlıurfa'da bulunan Gaziantep Üniversitesine bağlı İlahiyat Fakültesi ile, Dicle Üniversitesine bağlı Ziraat Fakültesi ve Şanlıurfa Meslek Yüksekokulu Üniversitemize bağlanmıştır. Fen-Edebiyat Fakültesi, Tıp Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek okulu, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü kuruluş kanununda yer almıştır. 1994 yılında bu birimlere Siverek, Hilvan, Suruç, Birecik, Viranşehir ve Bozova Meslek yüksekokulları, 1995 yılında Veteriner Fakültesi, İktisadi ve İdari İlimler Fakültesi, Akçakale Meslek Yüksekokulu ve Ceylanpınar Meslek Yüksekokulu 1997 yılında Kahta Meslek Yüksekokulu eklenmiştir. YERLEŞİM VE YATIRIMLAR Yenişehir Kampüsü: Şanlıurfa merkezinde bulunan 48.000 m² lik Yenişehir Kampüsünde; Rektörlük Hizmet Binası, Mühendislik Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, İlahiyat Fakültesi, Veteriner Fakültesi, Tıp Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteleri bulunmaktadır. Ayrıca bu kampüste Kapalı Spor Salonu, öğrenci ve personel yemekhanesi ile çay bahçesi bulunmaktadır. Bu kampüs içinde Morfoloji merkez binası inşaatı ve Açık Spor Tesisi yapımı ile çevre düzenlemesi çalışmaları tamamlanmıştır. Eyyubiye Kampüsü: Şanlıurfa-Akçakale karayolunun 5. Km'sinde 982 dönümlük bir arazi üzerine kurulu bulunan Eyyubiye Kampüsünde; Ziraat Fakültesi, Şanlıurfa Meslek Yüksekokulu, Merkezi Kütüphane, Öğrenci Kafeteryası, Kredi Yurtlar Kurumu Erkek ve kız Öğrenci Yurtları ve Lojmanlar bulunmaktadır. Daha önce sulama amaçlı yapılmış bulunan havuz çevresinde; sosyal tesis olarak kullanılmak üzere düzenlemeler yapılmaktadır. Kampüste ağaçlandırma çalışmaları sürmekte olup yol, su ve elektrik ile ısı kanalları ıslah çalışmalar yapılmaktadır. TEMAV (Tarımsal Enerji ve Mekanizasyon Araştırma ve Eğitim Vakfı)'na tahsis edilen 30 dekar alanda daimi fuar ve eğitim merkezi kurulmuştur. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile imzalanan protokol çerçevesinde futbol sahası yapılmıştır. Ana Kampüs: Şanlıurfa - Viranşehir karayolunun 18. kilometresinde 27000 dönümlük bir arazi üniversitemize tahsis edilmiş olup bu arazi üzerinde GAP idaresi tarafından inşa edilen Rektörlük Hizmet Binasının kaba inşaatı tamamlanmıştır. Ayrıca Ana Kampüs Mimari Proje yarışması neticelenmiştir. 1997 yatırım programında bu kampüste Ziraat Fakültesi, İlahiyat Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi binaları ile Tıp Fakültesi Morfoloji Binası, Merkezi Kafeterya Binası, Lojmanlar ve Kampüs altyapı inşaatlarına başlanmıştır. Ağaçlandırma çalışmaları devam etmekte olup bugüne kadar 10.000 fidan dikilmiştir. Diğer Tesisler: Üniversitemiz Araştırma ve Uygulama Hastahanesi yatakta tedavi hizmetine başlamış olup Devlet Hastahanesi ek binasında poliklinik ve laboratuarlarıyla hizmet vermektedir. Ayrıca Araştırma ve Uygulama Hastahanesine 2000 m² 'lik ek bina inşaatı tamamlanmış ve yatak kapasitesi 200'e ulaşmıştır. Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sağlık Bakanlığına bağlı Sağlık Meslek Lisesi'nden devralınan binada; Öğrenci İşleri Dairesi, Yapı İşleri ve Teknik Dairesi, Mediko-Sosyal Merkezi ise şehir merkezinde bulunan üniversitemize ait bir binada hizmet vermektedir. HİZMETLER Kütüphane Hizmetleri Üniversitemizde kütüphane hizmetleri, Kütüphane ve Dökümantasyon Dairesi Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Merkezi Kütüphanede 7000, İlahiyat Fakültesi kitaplığında 8000, Ziraat Fakültesi Kitaplığında 2500, Mühendislik Fakültesi Kitaplığında 2200 adet kitap bulunmaktadır. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi 68 kütüphane ile bilgisayar programına bağlanmıştır. Merkezi Kütüphane Eyyubiye Kampüsündeki yeni binasına taşınarak hizmet vermeye başlamıştır. Sağlık Hizmetleri Üniversitemiz bünyesinde bulunan Rektörlüğe bağlı olarak kurulan Mediko-Sosyal Merkezinde 2 pratisyen doktor, 3 diş doktoru,1 laborant ve 4 memurdan oluşan personel, üniversite çalışanlarına ve öğrencilerimize hizmet vermektedir. Öğrenci ve personelin muayeneleri ile ayakta tedavileri ilgili servis doktoru tarafından yapılmakta ve gerekli görülenler hastahanelere sevk edilmektedir. Ayrıca Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Merkezi kurulmuş olup Mediko-sosyal bünyesinde hizmet vermektedir. Beslenme Hizmetleri Yenişehir Kampüsünde üniversitenin tüm personel ve öğrencileri için yemek çıkarılan bir mutfak bulunmaktadır. Yenişehir kampüsünde öğrenci ve personelin faydalanabileceği yaklaşık 500 kişilik bir yemekhane mevcuttur. Bunun yanı sıra, Eyyubiye Kampüsünde bulunan Ziraat Fakültesi ile Şanlıurfa Meslek Yüksekokulu öğrenci ve personeli için 200 kişilik bir yemekhane bulunmaktadır. Bunların dışında çeşitli birimlerde bulunan 7 yemekhanede öğlen yemekleri dağıtılmaktadır. Bu yemekhanelerde günde toplam 4000 öğrenci ve personele yemek servisi yapılmaktadır. Sosyal Faaliyetler Üniversitemiz Eyyubiye kampüsünde 60 adet lojman mevcuttur. Yenişehir semtinde satın alınan üç binadan ikisi lojman diğeri ise misafirhane ve personel lokali olarak kullanılmaktadır. Balıklıgöl civarında satın alınan tarihi Urfa evi ise restore edilip hizmete açılacaktır. Yenişehir kampüsünde lokanta ve kafeterya olarak hizmet veren bir çay bahçesi bulunmaktadır. Kültürel Faaliyetler Üniversitenin sosyal ve kültürel faaliyetleri Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanlığı Kültür Şubesi tarafından yürütülmektedir. Halk Oyunları, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Tasavvuf Müziği, Tiyatro, Resim, EI Sanatları, Fotoğrafçılık, Satranç, Şiir toplulukları faaliyetlerde bulunmaktadır. Yıl içinde çeşitli açık oturum, panel, forum, konferans ve konserler yapılmakta, ayrıca çeşitli teknik ve inceleme gezileri tertiplenmektedir. Sportif Faaliyetler Spor Şube Müdürlüğünce basketbol, futbol, voleybol kros, taekwon-do, masa tenisi, tenis, atletizm ve hentbol takımları oluşturulmuş olup bu dallarda üniversitelerarası yarışmalara iştirak edilmektedir. Öğrencilerin ve personelin kullanımına sunulmuş Yenişehir kampüsünde bir adet kapalı spor salonu ve futbol sahası ile Eyyubiye kampüsünde futbol ve basketbol sahaları mevcuttur. TÜRKİYE'DE BİR İLK (HÜ-İÜ ARASINDA SESLİ-GÖRÜNTÜLÜ EĞİTİM) "Eş zamanlı İnteraktif Uzaktan Eğitim " Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi olan eğitimde fırsat eşitsizliğini azgariye indirmek ve bazı bölümlerde var olan öğretim elamanı açığını, azaltmaya yardımcı olmak amacıyla geliştirilen proje ile Türkiye'de ilk kez İstanbul Üniversitesi ile Harran Üniveristesi arasında "Eş zamanlı İnteraktif Uzaktan Eğitim " sistemi kurulmuştur. İÜ'nde Öğretim Üyesi özel bir tahtada dersi anlatırken; yazdıkları, sesi ve görüntüsü 'Frame Play' teknolojisiyle Üniversitemizde dersi izleyen öğrencilere de anında aktarılmaktadır.Öğrenciler dersi dinleyerek, derslere katılabiliyor. Öğretim Üyesi de öğrencileri takip edip sorularını yanıtlayabilmektedir. Bu sistem sayesinde Üniversitelerdeki Öğrenciler arasında eğitim farkı kalmadı. İstanbul Üniversitesinde okuyan bir öğrenci ile Harran Üniversitesinde okuyan bir öğrenci aynı anda aynı dersleri görmektedir. Şu an Fizik, Matematik ve İktisat bölümleri resmen interaktif eğitime başladı. FAKÜLTELER YÜKSEKOKULLAR ENSTİTÜLER 1- Fen Edebiyat Fakültesi 2- İktisadi ve İdari Bil.Fak. 3- İlahiyat Fakültesi 4- Mühendislik Fakültesi 5- Tıp Fakültesi 6- Veteriner Fakültesi 7- Ziraat Fakültesi 1- Sağlık Hiz. MYO 2- Sağlık Yüksekokulu 3- Şanlıurfa MYO 4- Akçakale MYO 5- Birecik MYO 6- Bozova MYO 7- Ceylanpınar MYO 8- Hilvan MYO 9- Kahta MYO 10- Siverek MYO 11- Suruç MYO 12- Viranşehir MYO 1- Fen Bilimleri Ens. 2- Sosyal Bilimler Ens. 3- Sağlık Bilimleri Ens. AKADEMİK BİRİMLER Fen-Edebiyat Fakültesi : Matematik Kimya Fizik Biyoloji Türk Dili Ve Edebiyatı Tarih Müzik Öğretmenliği Beden Eğitimi Ve Spor Öğretmenliği Mühendislik Fakültesi : Makina Mühendisliği İnşaat Mühendisliği Çevre Mühendisliği Elektrik Ve Elektronik Mühendisliği İKTİSAT FAKÜLTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ TIP FAKÜLTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ Bahçe Bitkileri Bitki Koruma Toprak Tarım Ekonomisi Tarla Bitkileri Tarım Makinaları Tarımsal Yapılar Ve Sulama Gıda Bilmi Ve Teknolojisi Zooteknik SAĞLIK YÜKSEK OKULU ENSTİTÜLER Fen Bilimleri Enstitüsü Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü MESLEK YÜKSEK OKULLARI Akçakale Meslek Yüksekokulu Birecik Meslek Yüksekokulu Bozova Meslek Yüksekokulu Hilvan Meslek Yüksekokulu Şanlıurfa Meslek Yüksekokulu Siverek Meslek Yüksekokulu Suruç Meslek Yüksekokulu Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Viranşehir Meslek Yüksek Okulu Kahta Meslek Yüksekokulu ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZLERİ Bilim Ve Teknoloji Araştırma Merkeze (HÜBİTAM) Bilgi İşlem Araştırma Ve Uyg. Merkezi (HÜBİM) Gap Uygulama Ve Araştırma Merkezi (HÜGAP) Sağlık Uygulama Ve Araştırma Merkezi (SAĞUMER) Gap Bölgesi El Sanatları Araştırma Merkezi Türk Dünyası Ve Stratejik Araştırma Merkezi Fıstık Araştırma Ve Uygulama Merkezi
  15. _asi_

    Şanlıurfa Ziyaret Yerleri

    ZİYARET YERLERİ HZ. İBRAHİM PEYGAMBER MAKAMI Şehir merkezindedir Hz. İbrahim Peygamber'in doğduğu rivayet edilen mağaradır. Adak adanır.Çocuk sahibi olmayı dileyenler, çocukları erken doğarsa adını İbrahim Halil koyarlar. İçinde su da olan mağaranın sinir ve ruh hastalarına iyi geldiği öne sürülmektedir. EYYÜP PEYGAMBER MAKAMI Şehir merkezinin güneyindedir. Hz. Eyyüp Peygamber'in burada iyileştiği ve yaşadığı rivayet edilir. Buradaki suyun şifalı olduğu öne sürülür. Mağarası Şanlıurfa'nın bilinen adak yerlerinden biridir. EYYÜP NEBİ Türbe Viranşehir yakınlarındaki Eyyüp Nebi Köyü'de bulunmaktadır. ürbede Hz. Eyyüp (as)'ın türbesi bulunmaktadır. Ayrıca köyün güneybatısında Hz. Elyesa (as)'nın türbesi bulunmaktadır. Köy mescidinin kuzeyinde Hz. Rahime Hatun'un türbesi bulunmaktadır. HAYAT EL-HARRANİ Hayat el-Harrani hazretlerinin babasının adı Kays idi. Harran'da doğup yaşadığı için kendisine el Harrani denilmiştir. Devrinin en büyük evliyasındandır. Hayat el Harrani hazretleri için, vefatından sonra tasarrufları devam eden dört evliyadan biridir denilmektedir. Babası da büyük evliyalardandır. Hayat el-Harrani hicri 581, miladi 1185'de vefat etti. Harran'da defnedildi. 1195'de üzerine bir türbe yapıldı. Hayat el-Harrani hazretleri çok keramet gösteren bir veli idi. Bugün türbesi halk tarafında ziyaret edilmektedir. ŞEHY MES'UD (ŞIH MAKSUT) Şanlıurfa'ya ne zaman geldiği belli değildir. Nişabur'dan geldiği bilinmemektedir. Türbesi ve tekkesi Şanlıurfa'ın güneyinde, Urfa Kalesi'nin de güney tarafına düşen tepenin üzerindedir. Mezarı bu türbenin içindedir. Devrinin alim ve mutasavvuflarındandır. Halk arasında "Şıh Maksut" diye yanlış tanınmaktadır. Asıl adı Şeyh Mes'ud'dur. Bu türbe hem bir ziyaret yeri hem de etrafı bir mesire alanıdır. Türbe Selçuk mimari tarzında yapılmış olup kubbesi yarı açık bırakılmıştır. Şeyh Mes'ud'un türbesi mezarı türbenin doğu tarafında bulunan eyvanın bodrumundadır. Norma olarak eyvanın içinde tahtadan bir sanduka vardır ve üzeri yeşil bir kumaşla örtülüdür. Bu sandukanın içi boş olup eyvanın altındaki bodrumda mezar bulunmaktadır. Burada beş mezar bulunmakta, bunlardan biri Şeyh Mes'ud'un, biri kızkardeşinin diğer üç mezar da müritlerinin mezarıdır. Mezarların bulunduğu bu bodruma inecek bir kapı bulunmamaktadır. Şeyh Mes'ud'un tekkesinin içinde mescid, çilehaneler ve misafirler için ayrılan odalar bulunmaktadır. Hoca Ahmed Yesevi'nin halifelerinden biridir. Nişabur'dan Anadolu'ya gelerek halka İslamiyet'i öğretmekle görevlendirilmiştir. Uzun yıllar Urfa'da Müslümanlığa hizmet etmiş evliyalardandır. BEDİÜZZAMAN AHMET EL-HEMEDANİ Bediüzzaman Ahmet El-Hemedani hazretlerinin türbesi, kendi adını taşıyan mezarlığın ortasındadır. Türbesinin üzerinde açık bir kitabe bulunmamaktadır. Bediüzzaman Ahmet El-Hemedani hicri 1209 senesinde vefat etmiş ve bu türbeye defnedilmiştir. Halk tarafından devamlı ziyaret edilen türbenin etrafında birçok meşayıh ve ulema mezarı bulunmaktadır. HAC KERMO Kadiri şeyhidir. Hac Kermo diye ün kazanmıştır. Bu Kadiri şeyhinin mezarı Harrankapı Kabristanındadır. Devrinin alim ve mutasavvuflarındandır. Hicri Zilkade 1234, Miladi Ağustos 1819 senesinde vefat etmiştir. Asıl adı Hac Abdulkerim olan Hac Kermo, aslen Bağdatlı'dır, Urfa'ya ne zaman geldiği bilinmemektedir. Mezarı halk tarafından ziyaret edilmektedir. ABDURRAHMAN DEDE Şehir merkezinde kendi adı ile anılan caminin mezarlığındadır. Daha çok hastalarca ziyaret edilmektedir. YAKUP KALFA Onyedinci yüzyıl Kadiri şeyhlerindendir. Urfalı şair Nabi'nin şeyhidir. Türbesi Şanlıurfa kalesinin eteğinde ve Aynı Zeliha gölünün güney batısındadır. Türbesinin bulunduğu mahalleye Yakubiye mahallesi adı verilmiştir. ŞAZELİ ALİ DEDE Şazeli Ali Dede 17. Yüzyılda Urfa'da yaşamış Şazeli Tarikatı şeyhidir. Halil-ür Rahman Kabristanındaki türbesinin içindeki bir yazıda Osmanlı padişahlarından suldan IV. Murad'ın 1639'da Bağdat Seferine giderken, Şazeli Ali Dede'ye misafir olduğu ve kendisine çok ihsanlarda bulunduğu yazılıdır. ARŞ HOCA Arş Hoca 1930 yılında yaşamış evliyadan bir zattır. Türbesi Harrankapı mezarlığındadır. Türbesinin üzerindeki kitabesi çok bozuk olduğundan okunamamaktadır. Türbe Yavuz Selim İlkokulu'nun bahçesinde yer almaktadır. Devamlı "Arş" diye bağırdığından adı "Arş Hoca" olarak kalmıştır. Adını pek kimse hatırlamamaktadır. Bir çok kerameti olduğu söylenmektedir. ŞEYH EBUBEKİR Ulucami'nin doğu kapısı yanında bulunan türbesi, halk tarafından çok ziyaret edilmektedir. 17. Yüzyılda yaşadığı bilinmektedir. Zamanının büyük evliyasından biridir. DİPSİZ ZİYARET Şehir merkezinin 5 km kuzeyinde, Karaköprü semtindedir. Çocukları olmayan gelinler türbenin yanındaki ağaca bez parçaları bağlarlar. Dilekte bulunurlar. Ziyaretin yanında küçük bir göl vardır. BOZTEPE ZİYARETİ Bozova ilçesinin Boztepe mıntıkasındadır. Baharda Cuma günleri sıkça gidilen bir yerdir. Çocuk özlemi ile gelen kadınlar çoğunluktadır. AKBALIK Hz. İbrahim'in ateşe düştüğü gölün kaynağında, beyaz bir balığın yaşadığı rivayet edilir. Dileği olan, bu balığa şeker ve üzerinde ayetler yazılı bulunan kağıt parçaları atar. Balık görünür ve atılanı yerse dilek kabul edilmiş olur. ÖKÜZ DAŞI Şehir merkezinden 15 km. uzaklıkta, Kızlar Köyündedir. Taş uzaktan bakıldığında oturan bir öküzü andırmaktadır. Veli'nin türbesi bu taşın hemen bitişiğindir. Türbe ziyaret edilir. İyileşmek için dua edilir. DABAKHANE Şehir merkezindir. Yıkılan türbenin kaybolmaması için üzerine bir şadırvan inşa edilmiştir. Yaramaz ve haylaz çocukları sükunete kavuşsun diye buraya getirirler.
  16. _asi_

    Urfa Kaleleri

    KALELER URFA KALESİ Şanlıurfa il merkezinin güneybatısında, Halil’ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha göllerine hâkim Damlacık Dağı üzerinde bulunan kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Abbasilerin yöreye hâkim olduğu 814 yılında şehir surlarını yenilerken kaleyi de yaptıkları sanılmaktadır. Bizans tarihçisi Prokopios MS.VI.yüzyılda Edessa’nın (Urfa) surlarından söz ederken kaleye değinmemiştir. Tarihi kaynaklarda kalenin ismi ilk kez XI.yüzyılda geçmektedir. Buna dayanılarak da kalenin Abbasiler döneminde VI.-XI.yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Kale içerisinde bulunan onarım kitabelerine dayanılarak kalenin eski bir tarihi olduğu da anlaşılmaktadır. Kalenin doğu duvarı üzerindeki bir kitabede Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından 1462 yılında onarıldığı yazılıdır. Bunun yanındaki bir başka kitabede ise 1540 tarihi yazılıdır. Ayrıca kalenin güney cephesinin kuzeyindeki büyük bir kitabenin büyük bir bölümü tahrip olmuştur. Bu kitabenin okunabilinen kısımlarında Memlûklu Sultanlarından Nasr Muhammed (1309-1340) ve Ebu’l Nasr Hasan tarafından (1347-1351/ 1354-1361) yıllarında onarıldığı anlaşılmaktadır. Bu kitabelerden kalenin Memlûklular ve Karakoyunlular zamanında onarılarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca kale Bizanslılar, Urfa Haçlı Kontluğu, Selçuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular ve Osmanlılar zamanında da onarılmış ve kullanılmıştır. Kalenin Urfa’ya (Edessa) hâkim bir tepe üzerinde oluşunun yanı sıra, doğu, batı ve güney tarafı kayalardan oluşmuş doğal korunaklıdır. Özellikle kuzey yönü çok dik ve sarp kayalıktır. Kalenin çevresine de kayalara oyularak derin hendekler yapılmıştır. Urfa Kalesi doğu-batı yönünde oldukça muntazam kesme taşlardan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Kale çevresi yaklaşık 800 m. uzunluğundadır ve 25 adet burçla takviye edilmiştir. Urfalı Şair Nâbi h.1089 (1678) tarihinde yapmış olduğu Hac yolculuğunu anlatan Tuhfet-ül Harameyn isimli eserinde bu kaleden söz etmiştir: ” Ulu Felek Dağı'nın tepesi üzerinde baş yükseltmiş olan yüksek kale, feleği kıskandıracak kadar yükseklikte, kafir ve sapık mühendisler tarafından yapılmıştır. Üzerinde hile, aldatıcılık okulunun öğretmeni İblis-üzerine lanet olsun- kalıp dökerek yaptığı iki kıta yontulmuş taş¬tan tertip edilmiş minare görünüşlü mancınık var¬dır.” Bu kaleden Evliya Çelebi de söz etmiştir: “Kalenin batıya açılan gayet sağlam ve kuvvetli bir demir kapısı vardır. Burada 200 ka¬dar ev vardır ki, Dizdarağa bu evlerde oturur. 200 kadar neferi, cephanesi, buğday ambarı ve sarnıç¬ları vardır. Kale kapısının iç kısmında minareli ve küçük bir mescidi vardır. Mel'un Nemrud'un Hz. İbrahim'i ateşe attırdığı mancınık, bu kalenin içinde durur iki tane sütundur.” Evliya Çelebi’nin de belirttiği kale içerisindeki ev, ambar ve sarnıçlar ile mescit günümüze gelememiştir. Yalnızca ayakta olan iki sütun halk arasında Mancınık olarak isimlendirilmektedir. Bu sütunları Osroen Krallaeından Eftuha yaptırmıştır. Sütunlar 17.25 m. yüksekliğinde, 4.60 m. çapındadır. Birisi üzerindeki yazıtta da “Ben, Eftuha’yım. Güneşin oğluyum. Bu sütun ile heykeli Mano’nun kızı Şelmet için yaptırdım” yazılıdır. Bu sütunlar ile ilgili halk arasında yaygın bir de inanış vardır. Bu inanışa göre; Hz. İbrahim Urfa’da hüküm süren ve çeşitli putlara tapan Nemrud kavmini bundan vazgeçirerek Hak yoluna getirmek için vazifelendirildiğini söylemiştir. Bir gün putların korunduğu yere girmiş, eline aldığı bir balta ile biri dışında hepsini parçalamıştır. Daha sonra da baltayı kalan putun yanına bırakıp gitmiştir. Halk putların Hz. İbrahim tarafından kırıldığını anlayınca Onu yakalayarak hesap sormuştur. Hz. İbrahim ise sağlam olan putun diğerlerini kırdığını söylemiştir. Hz. İbrahim’in bu yanıtı üzerine Ona o putun böyle bir şey yapamayacağı söylenmiştir. Hz. İbrahim buna cevap olarak: “Sizlere çok yazık. Hiçbir faydası olmayan şeylere tapıyorsunuz. Bunlardan vazgeçerek bütün kalbinizle Allah’a inanın” demiştir. Bu olayı duyan Nemrud çok kızmış ve Hz. İbrahim’in yakalanarak yakılmasını emretmiştir. Günümüzde Ayn-ı Zeliha denilen havuzun bulunduğu yerde büyük bir ateş yakılmış, ateşin sıcaklığından kimse yanına yaklaşamamıştır. Böylece bugün ayakta olan kaledeki sütunlardan mancınık olarak yararlanılmış ve buradan Hz. İbrahim ateşe fırlatılmıştır. Bu sırada bir mucize gerçekleşmiş. Yerden su fışkırarak Ayn-ı Zeliha meydana gelmiş, odun parçaları da birer balığa dönüşmüştür. Kaleyi çevreleyen surlar XX.yüzyılın başlarına kadar iyi bir durumda gelebilmiş, bundan sonraki dönemlerde kısmen yıkılmıştır. Bugün Urfa şehir surlarından demir bir kapı ile Dış Kale’ye geçilirdi. Dış Kale’nin Bey Kapısı, Samsat Kapısı, Harran Kapısı isimli üç kapısı bulunuyordu. Bunların yanı sıra kalede Su Kapısı, Sakıpîn Kapısı, Saray Kapısı isimli üç kapı daha bulunuyordu. İç Kale ile Dış Kale arasına da saray ve bahçeli evler yapılmıştı. Kaynaklardan öğrenildiğine göre bu saraylar Tayyar Mehmet Paşa Sarayı, Molla Sarayı ve Gezer Paşa Sarayı idi. Bu saraylar ahşap olduklarından günümüze hiçbir kalıntısı gelememiştir. Bazı kaynaklara göre de bu saraylar yanmıştır. Kalenin kuzeydoğu köşesindeki burcun üzerinde, şehre bakan köşesinde iki adet yüksek kabartma aslan figürü bulunmaktadır. Taş işçiliği yönünden oldukça kaba işlenen bu figürlerin XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kale kapısının doğuya bakan cephesindeki kemerin iki yanında da iki hayvan figürünün bulunduğu eski fotoğraflardan anlaşılmaktadır. Bu figürlerin benzerliğinden ötürü Memluklu döneminde, XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kalenin Ayn-ı Zeliha kaynağı ile gizli bir tüneli olduğu yakın tarihlerde ortaya çıkarılmış ve bu tünel temizlenerek açılmıştır. Bunun yanı sıra Mevlâna El Hac Abdurrahman Efendi Bin Mustafa Çelebi’nin vakfiyesinden öğrenildiğine göre Hüseyin Paşa kale içerisine su kuyusu yaptırmıştır. Kalenin güneydeki hendeğinin batı kesiminde dik ve yüksek kaya üzerine asma bir köprü yapıldığı bazı izlerden anlaşılmaktadır. Yakın tarihlerde Şanlıurfa Valiliği’nin ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü’nün kalede yaptığı çalışmalarda hendekler temizlenmiş ve bir değirmene ait bazalt öğütme taşları ortaya çıkarılmıştır. BİRECİK KALESİ (Birecik) Şanlıurfa ili Birecik ilçesinde bulunan kale, yüksek bir kaya kütlesi üzerine kurulmuş olup, Fırat Nehri ve Birecik Ovası’na hâkim bir konumdadır. Kalenin yapım tarihini belirten bir kitabeye rastlanmamıştır. Bununla beraber kalenin eski bir tarihi olduğu sanılmaktadır. Surların Memluk sultanlarından Kayıbay tarafından yaptırılmış, bunu belirten kitabeler de sur duvarlarına yerleştirilmiştir. Birecik’in Paleolitik döneme kadar uzanan eski olan tarihi dikkate alındığında yöreye Asur, Hitit, Roma, Arap, Artukoğulları, Haçlı Kontluğu ve Osmanlıların hâkim olduğu bilinmektedir. Bunlardan Asur, Roma, Arap, Urfa Kontluğu, Artukoğulları ve Osmanlıların bu kaleyi onararak kullandıkları sanılmaktadır. Araplar bu kaleden ötürü yöreye Bireh, Osmanlılar da Küçük Kale anlamına gelen Birecik sözcüğünü kullanmışlardır. Kale kesme taştan yapılmıştır. Şehri çevreleyen surların büyük bir kısmı yıkılmış olmasına rağmen bazı duvar kalıntıları ile kapılarından Mercan Kapısı’nın bir bölümü ile Urfa Kapısı iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Kalenin Meydan Kapısı ve Bağlar Kapısı’ndan hiçbir iz günümüze gelememiştir. HARRAN KALE VE SURLARI (Harran) Şanlıurfa Harran ilçesindeki elips şeklindeki Eski Harran şehrini kuşatan surların yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze Harran surları büyük ölçüde yıkılmış olarak gelmiş, yalnızca Halep Kapısı ayakta kalabilmiştir. İbn-i Cübeyr Harran’ın büyük bir şehir olduğunu belirttikten sonra çevresinin yontma taşlardan son derece sağlam bir surla çevrili olduğunu yazmıştır. İbn-i Şeddad ise surlarla ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir: ”Çok müstahkem bir suru vardı. Surların sekiz kapısı bulunuyordu. Bunlar saatin yelkovanı yönünde güneyden başlayarak Rakka Kapısı, Büyük Kapı (Halep Kapısı), Niyar Kapısı, Yesit Kapısı, Fedan Kapısı, Küçük Kapı, Gizli Kapı ve Su Kapısı’dır. Rivayete göre Su Kapısı üzerinde bakırdan yapılmış iki yılan tılsımı vardı. Bunlar şehre yılanların zarar vermemesi için yapılmıştı.” Bunun yanı sıra İbn-i Şeddad şehrin dış mahallesinin de şehir suruna bitişik ayrı bir surla çevrili olduğunu belirtmiştir. R.A.Chesney ilk defa Halep kapısı’nın gravürünü 1850 yılında çizerek yayınlamıştır. Bu kapı yakın tarihlerde Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Bu restorasyon sırasında Chesney’in gravürü dikkate alınmamış ve restorasyon hatalı yapılmıştır. Bu kapı üzerindeki bir kitabede Selahattin Eyyubi’nin kardeşi El Melik El Adil tarafından 1192’de yapıldığı yazılıdır. Harran’ın güneydoğusundaki kalenin bulunduğu yerde kaynaklar Sabi-i Mabedi’nin olduğundan söz etmektedir. İslam kaynaklarından El Mukaddes-i X.yüzyılda bu kalenin Kudüs Kalesi gibi taştan yapıldığından söz etmiştir. Ayrıca Emevi hükümdarı II.Mervan’ın yaptırmış olduğu sarayın da burada olduğu ileri sürülmüştür. İbn-i Cübeyr Harran Kalesinden de ayrıca söz etmiştir: ”Şehrin doğusunda, boş bir arsa ile ayrılmış müstahkem bir kalesi vardır. Bu kalenin etrafına döşenmiş taşlarla yapılmış derin ve geniş bir hendek bulunur. Bu hendek şehir suru ve kaleyi birbirinden ayırır. Hendeğin suru da çok sağlamdır.” XVII.yüzyılın ortasında Harran’a gelen Evliya Çelebi de bu kaleye değinmiştir: ”Urfa’dan güney tarafında dokuz saat giderek Harran Kalesine geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup, sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir.” Harran Kalesi dikdörtgen planlı olmasına rağmen düzensiz bir yapıdır. Dört köşesine on ikigen birer kule yerleştirilmiştir. Bu kulelerden kuzey tarafındaki kule tamamen yıkılmıştır. Güneybatı ve kuzeydoğudaki kuleler kısmen ayakta olmasına karşılık, güneydoğudaki kulenin dışarısı yıkılmış, içerisi de kısmen ayakta kalmıştır. Harran Kalesi ile ilgili incelemeyi Llyod ve Brice detaylı olarak yapmıştır. Kalenin rölöve ve kesitlerini çıkarmış, kalenin 90.00x130.00 m. ölçüsünde üç katlı olduğunu, içerisinde tonozlu 150 oda bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu kalenin İslam öncesi ve İslam devirlerinde üç ayrı dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Bunlardan Melik El Adil döneminde 1192’de yapılan büyük bölüm kalenin batı kesiminde olup, aynı zamanda burada beşik tonozlu büyük bir mescit, galeri ve çeşme olduğu sanılan bir de niş günümüze gelebilmiştir. 1951 yılında kalenin doğu kesiminde yapılan kazılarda bazalt taşından at nalı şeklinde kemerli bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu kapıya ait olan kitabe parçalarında ise Numeyrilerin hükümdarı Meni’nin (Kavvam) ismi ile 1059 tarihi geçmektedir. Büyük olasılıkla bu kitabe kalenin ikinci dönem yapımına aittir. Ayrıca bu kapının iki yanında da başlarını geriye çevirmiş, zincirli birer köpek kabartması ile karşılaşılmıştır. Kalenin güney cephesinin duvarları üzerinde yer alan Memluklu üslubunda yazılmış kitabenin El Nasr’a ait olduğu ve 1315 yılında yazıldığı anlaşılmaktadır. Harran Kalesi’nde Dr.Nurettin Yardımcı’nın yapmış olduğu kazılar sırasında yapı kalıntılarının dışında madeni kaplar, kazanlar bulunmuş olup, bunların büyük bir kısmı Urfa Müzesi’nde bulunmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan çok sayıda oda ve koridorlar üzerindeki çalışmalar devam etmektedir. SİVEREK KALESİ (Siverek) Şanlıurfa Siverek ilçesinde bulunan kale yığma bir tepe üzerinde kurulmuştur. Bölgede yapılan araştırmalara göre Siverek Kalesi’nin tarihi Asurlular dönemine kadar inmektedir. Tarihçi Batlamyus Siverek Kalesi hakkında bazı bilgiler vermektedir: ”Siverek (Konttopolis) Kalesi Asur medeniyetinden kalan büyük kesme taşlarla inşa edilmiştir. Romalılar hazır bulduklar malzeme ile yükseltileri sur ve burçları Mezopotamya'nın en müstahkem kalesi haline getirmişlerdir, fakat Şapur I.in kuvvetleri karşısında şehir yandı, kül oldu halkı hep kılıçtan geçirildi.” Kale eski Kottopolis şehrini koruma amaçlı olarak yapılmıştır. Romalılar bu kalenin sur ve burçlarını sağlamlaştırarak kullanmışlardır. Daha sonra Bizanslılar da bu kaleden yararlanmışlardır. Batlamyus’a göre kale, Mezopotamya’dan gelecek Arap akınlarına karşı daha da güçlendirilmiştir. Kale kesme taştan dikdörtgene yakın plan düzeninde olup, yuvarlak kulelerle desteklenmiştir. İçerisinde sarnıç ve yapı kalıntılarına rastlanmıştır. Yakın tarihlerde yapılan restorasyon çalışmaları ile özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır. ÇEMDİN KALESİ (Eski Kale) (Viranşehir) Şanlıurfa Viranşehir ilçesinde, Viranşehir-Şanlıurfa karayolunun 9.km.sinde bulunan Çemdin Kalesi MS.II.yüzyılda Romalılar tarafından yapılmıştır. Bizanslılar, Araplar, Akkoyunlular tarafından da kullanılan kale birkaç kez el değiştirmiş, onarılmış ve genişletilmiştir. Viranşehir’de yüksek bir tepe üzerinde bulunan kale sert kalker taşından yapılmıştır. Çevresindeki kayalıkların içerisi oyularak buradan da yararlanılmıştır. Kaleyi çevreleyen sur ve burçlar beyaz kesme taştan yapılmış, iç kısımlar moloz taş ve dolgu malzemeleri ile doldurulmuştur. Sur duvarları 3-4 m. kalınlığında olup, 8-10 m. aralıklarla, 13-14 m. yüksekliğinde burçlarla takviye edilmiştir. Çevresinde içerisi su dolu olan 5 m. derinliğinde ve 5 m. genişliğinde de bir savunma hendeği yapılmıştır. Kalenin doğu ve batı yönünde iki kapısı bulunmaktadır. Bu kapıların önünde de su hendeğinin üzerine konulan iki seyyar köprüye yer verilmiştir. Günümüzde iyi bir durumda olan kalenin içerisinde yapı kalıntıları bulunmaktadır.
  17. _asi_

    Urfa Medreseleri

    MEDRESELER Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’nde, Balıklı Göl isimli küçük bir gölün çevresinde yer alan bu külliyenin ilk binası XIII.yüzyılda yapılmış, XVIII.-XIX.yüzyıllarda yeni yapıların eklenmesi ile külliye konumuna getirilmiştir. Yapı topluluğu Halil’ür Rahman Camisi, Halil’ür Rahman Medresesi, Rıdvaniye Camisi, Rıdvaniye Medresesi ve hazire ile bütünleşerek bir külliye haline gelmiştir. Külliyenin bulunduğu yerde 150x30 m. ölçüsünde dikdörtgen şeklinde bir havuz olup, Balıklı Göl ismi ile tanınmaktadır. Bu gölün içerisindeki balıkları yiyenlerin öleceği veya başına bir felaket geleceği inancı halk arasında yerleşmiştir. Yine inanışa göre; Hz. İbrahim’in üzerine Nemrud’un mancınıkla kaleden attığı ateşin suya dönüşmesi, odunların da balığa dönüştüğü efsanesi yüzyıllar boyunca yaşamaktadır. Külliyenin en eski yapısı gölün kuzey kıyısındaki Halil’ür Rahman Camisi’dir. Halk arasında bu camiye Döşeme Camisi veya Hz.İbrahim’in makamından ötürü Makam Camisi ismi de verilmiştir. Şanlıurfa’daki en erken tarihli cami olarak nitelenen bu yapının Abbasi halifelerinden Me’mun tarafından yaptırıldığı ileri sürülürse de, minaresinin batı ve kuzey cephelerindeki kitabesinde h.608 (1211-1212) yılında Selahaddin-i Eyyubi’nin yeğeni El Melikü’l Eşref Muzafferüddin Musa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Bazı iddialara göre de bu caminin bulunduğu yerde eski bir kilise bulunuyordu. Bu kilise, 504 yılında Urbisyus’un maddi yardımları ile Monofistler asına Meryem Ana Kilisesi olarak yapılmıştır. Cami yapıldığı dönemden sonra Eyyubi mimarisini yansıtan özelliklerini büyük ölçüde yitirmiş ve son olarak 1810 yılında yapılan büyük bir onarım sonucunda da bugünkü durumunu almıştır. Caminin doğu cephesindeki kitabede; “Peygamberlerin atası Halil’ür Rahman’ın makamı olan bu cami 1225 (1810) tarihinde yaptırılmıştır” yazılıdır. Caminin batı kısmına bitişik Makam bölümünün batı kapısı üzerindeki ayet yazılı kitabede de h. 1228 (1871) tarihi bulunmaktadır. Bu da caminin iki ayrı dönemde onarıldığını göstermektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bu camiden İbrahim Halil Tekkesi olarak söz etmektedir: “Tekkenin içinde bir kaynak vardır ki, Nemrud’un Hz. İbrahim’i atmak için yaktırdığı ateşin olduğu yerden çıkmıştır. Dördüncü sultan Murad Bağdat seferine giderken bu tekkeyi ziyaret edip, iki balık yakalayarak kulaklarına birer altın küpe takmıştır. Bir adam yedi gece yedi gün ziyaret etse muradı olur derler. Saf suyundan içenler Allah’ın emriyle çarpıntı illetinden kurtulurlar, bunun için Urfa halkında çarpıntı olmayıp sağlam olurlar.” Yapı topluluğu kesme taştan yapılmış ve dışarıdan bir bütün olarak görülmesine rağmen gerçekte iki ayrı bölüm halindedir. Bursa üslubunda kaş kemerli bir kapıdan içerisine girilen, kutsal bir su kaynağının bulunduğu kubbeli ve kare mekân yapı topluluğunun makam kısmını oluşturmaktadır. Cami kareye yakın dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânının ortasındaki dört payenin taşıdığı pandantifli bir kubbe ile üzeri örtülüdür. Bunun etrafında sekiz çapraz tonozlu, mihrap duvarına paralel üç sahınlı bir plan ile karşılaşılmaktadır. İçerisi tonoz kemerlerin altındaki üçerli pencere grupları ile aydınlatılmıştır. Mihrap yarım daire şeklinde olup, sütunçelere dayanan kademeli ve üst üste iki sivri kemerlidir. Buradaki kesme taştan minber ise oldukça sade bir görünümdedir. Üzeri basit ve piramidal bir külah ile örtülmüştür. Caminin içerisi kireç ile sıvanmış olduğundan herhangi bir bezeme ile karşılaşılmamaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1991 yılında yaptığı onarımda, caminin ana duvarları üzerine korkuluk şebekeleri eklenmiş ve burası kubbelerle çevrili bir teras konumunda getirilmiştir. Caminin güneydoğu köşesinde bulunan ve içerisine ibadet mekânından girilen kare planlı minarenin Bizans dönemindeki kilisenin çan kulesi olduğu da iddia edilmiştir. Ancak, bugünkü konumu ile bunu kanıtlamak çok zordur. Minarenin gövdesi yatay silmelerle, akantus yaprakları ile bezenmiştir. Batı cephesine de nesih yazılı altı satırlık bir kitabe yerleştirilmiştir. Halil’ür Rahman (Makam-ı Cedd-ül Enbiya) Medresesi: Bu medresenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze gelen onarım kitabeleri de yapım tarihi konusunda bir bilgi vermemektedir. Medresenin merdivenleri karşısına gelen, kuzeye bakan odanın cephesinde h. 1189 (1775) tarihli bir onarım kitabesi vardır. Ayrıca gölün kuzey ve batı köşesindeki büyük odanın kapısı üzerinde de Sultan Abdülaziz döneminde h.1288 (1871) tarihinde Derviş Ali Paşa tarafından tamir ettirildiği yazılıdır. Büyük olasılıkla bu medresenin bulunduğu yerde Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde belirttiği, Şair Nabi’nin Tuhfet’ül Harameyn isimli eserinde sözünü ettiği İbrahim Halil Tekkesi’nin bulunduğu sanılmaktadır. Medrese caminin makam kısmına bitişik olarak yapılan geniş bir eyvandan başlayarak kuzeye dönen ve gölün batı kıyısını kaplayan bir yapıdır. Ayrıca göle girintili olarak kubbeli bir de maksuresi vardır. Gölün batı kıyısına sıralanmış tonoz örtülü hücreler arazi konumundan ötürü birbirlerinin eşi plan düzeninde değildir. Bu hücrelerin önünde Bursa kemerli iki katlı revaklar bulunmaktadır. Ayrıca burada Şazeliye Şeyhi Ali Baba ile Urfalı Âlim Buluntu Hoca’nın türbeleri vardır. Üçüncü türbenin kime ait olduğu ise kesinlik kazanamamıştır. Bu medresede Bikeszade Hulusi Efendi, Şeyh Halid Efendi, Hikmet Efendi ve Şükrü Bey gibi XVIII.-XIX. yüzyıllarda yaşamış şairler yetişmiştir. Ayrıca son devir ulemalarından Abbas Vasıf Efendi, ünlü hattatlardan Arabizade Behçet Efendi bu medresede yetişmiş, Ahmet Vefik Efendi de medresede güzel yazı dersleri vermiştir. Rıdvaniye Camisi ve Medresesi: Halil’ür Rahman Külliyesi’nin en gösterişli yapıları Rıdvaniye Camisi ile Rıdvaniye Medresesi’dir. Gölün kuzey kıyılarını tümüyle kaplayan bu yapılar günümüze gelemeyen hamam ile birlikte başlı başına bir yapı topluluğudur. Bunlar Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından h.1129 (1717) yılında yaptırılmıştır. Rıdvaniye Camisi halk arasında Zulmiye ismiyle tanınmıştır. Bu cami kesme taştan, dikdörtgen planlı bir plan düzeninde olup, ortadaki daha büyük olmak üzere üç kubbe ile üzeri örtülmüştür. Caminin girişinde üç bölümlü, üç kubbeli bir son cemaat yeri, doğusunda da tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Son cemaat yerinin üç kubbesinden ortadaki daha büyük olup, yanlardaki kubbeler yarım tonozlarla genişletilmiştir. İki renkli taşların alternatifli dizilmesi ile hareketlendirilen basık kemerli bir kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. Ahşap kanatlı giriş kapısı çağının en güzel geçme ve kakma tekniğinde yapılmıştır. Üzeri bitki motifleri ile bezenmiştir. Ayrıca kartuşlar içerisinde on beş beyitlik tarih manzumesi yazılıdır. Mihrap, siyah beyaz iki renkli taştan yapılmıştır. Minber balkon şeklinde olup, duvar içerisindeki taş bir merdivenle çıkılmaktadır. İbadet mekânı her cephede açılmış pencerelerle oldukça aydınlıktır. Taş kaide üzerine sekizgen gövdeli minaresi mukarnaslı şerefesi ile dikkati çekmektedir. Rıdvaniye Medresesi: Rıdvaniye Camisi’ni üç taraftan kuşatan ve ortası havuzlu geniş bir avlu çevresinde U plan düzenindedir. Medresenin ana noktasında, üzeri kubbeli kütüphane, köşelerde iki büyük okuma odası ve revaklı medrese hücrelerinden meydana gelmiştir. Buradaki revakların Bursa kemerlerine benzerliği dikkat çekicidir. Medrese hücreleri avluya birer kapı ve pencere ile açılmıştır. Halil’ür Rahman Külliyesi’nin çevresinde bulunan ve gezginlerin kitaplarında resimleri görülen Halil’ür Rahman Hamamı ile Balıklı Göl yakınındaki eski Urfa Evleri, haziresindeki bazı türbeler 1924-1958 yılları arasında yıktırılmıştır. Böylece Balıklı Göl ile ilerisindeki daha küçük, 50x30 m. ölçüsündeki Ayn-ı Zeliha Gölü arasında üzerinde köprü bulunan bir kanal açılmıştır. 1991 yılında yapılan onarım ve çevre düzenlemesi sırasında Halil’ür Rahman Külliyesi’nin bütün bölümleri gölün etrafını çevirecek şekilde korkuluk şebekeleri ve kemerlerle birbirlerine bağlanmış, iki medrese arasındaki alanın önündeki revaklı odalar da birleştirilmiştir. Günümüzde bu yapı topluluğu Şanlıurfa’nın simgesi konumundadır.
  18. _asi_

    Urfa Çeşmeleri

    ÇEŞMELER Hekim Dede Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Hekim Dede Camisi’nin kuzeybatı köşesine bitişik olan bu çeşmenin kitabesinden öğrenildiğine göre; Hekim Dede isimli bir kişi tarafından 1708 yılında yaptırılmıştır. Şanlıurfa’da iki yönlü çeşme tiplerinden olmasından ötürü tek örnektir. Kare planlı, üzeri beşik tonozlu olan çeşmenin her iki cephesinde yivli ve stalaktit başlıklı köşe sütuncukları bulunmaktadır. Çeşmenin yuvarlak nişi içerisine talik yazılı kitabesi ile ayna taşı yerleştirilmiştir. Kadıoğlu Cami (Emencekzade) Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Kadıoğlu Camisi’nin avlu girişinin doğusuna bitişik olan bu çeşmenin kitabesinden öğrenildiğine göre; Emencikzâde lakaplı biri tarafından 1723 yılında yaptırılmıştır. Bu çeşme aynı zamanda Karakoyun Deresi üzerindeki su kemerinden şehre gelen Kerhiz Suyu’nun çevredeki yapılara dağıtım (Taksimiye) görevini üstlenmiştir. Çeşme kesme taştan dikdörtgen planlı olup, çeşme nişi zikzak kemerlidir. Bu görünüşü ile de Şanlıurfa çeşmeleri arasında tek örnektir. Firuz Bey Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Yıldız Meydanı’nda bulunan Eyyubi Medresesi’nin (1191) yerine yapılmış olan Nakipzade Hacı İbrahim Efendi Medresesi’nin (1781) güney cephesindedir. Kitabesinden öğrenildiğine göre medrese ile birlikte 1781’de Firuz Bey isimli bir kişi tarafından yaptırılmıştır. Kitabesinde aynı zamanda bu çeşmeden Kerhiz Suyu’nun da aktığı belirtilmiştir. Çeşme medrese duvarına gömülü, sivri kemerli olarak yapılmıştır. Köşelerinde birer sütunçe bulunmaktadır. Çeşme nişinin içerisinde çeşme aynasının bulunduğu bölüm yuvarlak kemerli olup, kemer iki renkli taşların alternatifli olarak dizilmesi ile meydana gelmiştir. Nişin önünde yalak taşı da bulunmaktadır. Yıldız Meydanı Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Yıldız Meydanı’nda Eyyubi Medresesi’nin kuzey köşesinde bulunan bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından kimin tarafından ve ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir. Çeşme mihrap nişi şeklinde olup, bezemesizdir ve medrese duvarına gömülü olan niş içerisine yuvarlak bir de yalak taşı konulmuştur. Haydar Ağa Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa’da Çakeri Camisi karşısındaki taş bir evin cephe duvarına yerleştirilen bu çeşme Köroğluzadelerden Haydar Ağa tarafından 1885 yılında yaptırılmıştır. Çeşme yüksek ölçüde, sivri kemerli bir niş içerisindedir. Bu nişin içerisindeki dikdörtgen çerçeveli bir bölüme de ayna taşı, içerisine de yalak yerleştirilmiştir. Çeşme sade ve bezemesizdir. Adile Hanım Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Cami-i Kebir Mahallesi Kubbeli Mescit Sokağı’ndaki kesme taştan bir evin duvarına yerleştirilen bu çeşme sivri kemerli olup, Adile Hatun tarafından 1870 yılında yaptırılmıştır. Bu çeşme 1980 yılında önünde açılan yol nedeniyle yıktırılmış, kitabesi de Şanlıurfa Müzesi’nde koruma altına alınmıştır. Yusuf Paşa Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Yusuf Paşa Camisi’nin duvarına bitişik olan bu çeşme 1881 yılında yaptırılmıştır. Kitabesini Şair Abdi yazmıştır. Ayrıca Şair Nabi’nin divanında da bu çeşme ile ilgili bir beyit bulunmaktadır. Bu çeşme günümüze gelememiştir. Hüseyin Ferideddin Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa’da bulunan bu çeşme Hartavizade Hafız Muhammed Selim Efendi’nin (1860) mezarının Dabbakhane Camisi’nin yanına nakledilmesinden sonra Hüseyin Ferideddin Efendi tarafından 1880 yılında yaptırılmıştır. Küçük bir duvar çeşmesi olup, dilimli bir niş içerisinde ayna taşı bulunmaktadır. Çeşme yerden 1.00 m. yüksekliğindedir. Hafız Süleyman Bozan Efendi Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Hekim Dede Mahallesi, Akyol Sokak’ta bulunan bu çeşme, Siverekli Camisi’nin avlu kapısının doğusunda duvar içerisindedir. Kitabesinden öğrenildiğine göre; Gömükzade Vaiz Muhammed Efendi’nin oğlu Hafız Süleyman Bozan Efendi tarafından 1882 yılında yaptırılmıştır. Çeşme zeminden 1.00 m. yüksekliğinde, kesme taştan sivri kemerli bir niş içerisindedir. Şeyh Saffet Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Ellisekiz Meydanı’nda, Şeyh Saffet Tekkesi’nin meydana yönelik batı cephesinde bulunmaktadır. Şeyh Saffet Efendi’nin 1891 tarihli manzum kitabesinden öğrenildiğine göre çeşmenin de kendisi tarafından yaptırılmıştır. Duvardan dışarıya taşkın olan çeşme kesme taştan, sivri kemerlidir. XIX.yüzyıl Barok üslubunu yansıtan bezemesiz bir çeşme örneğidir. Çeşme nişi içerisinde dilimli kemerli ikinci bir niş bulunmaktadır. Her iki kemer arasında da palmet motifli bir friz dikkati çekmektedir. Şeyh Benderiye Cami Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Şeyh Benderiye Camisi’nin avlusunun duvarı üzerindeki bu çeşme kitabesinden öğrenildiğine göre 1909 yılında yaptırılmıştır. Kitabede banisinin ismi yazılı olmamasına rağmen çeşmenin de camiyi yaptıran Bekir Bey tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Çeşme dışarıya taşkın biçimde sivri kemerlidir. Çeşme üzerindeki bazı izlerden ilk yapılışında kalem işleri ile süslü olduğu anlaşılmaktadır. Ebeler Sokağı Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Gölbaşı Mahallesi’nde Ebeler Sokağı’nda bulunan bu çeşme taş bir evin cephesine yerleştirilmiştir. Kesme taştan olan çeşme dışarıya taşırılmıştır. Yuvarlak kemerli çeşme nişi bilinmeyen bir tarihte duvar örülerek iptal edilmiştir. Bu bakımdan kitabesi günümüze gelememiş ve kimin tarafından da yaptırıldığı bilinmemektedir. Yıkık Sokak Çeşmesi (Merkez) Şanlıurfa Bıçakçı Mahallesi, Yıkık Sokak’ta bulunan bu çeşme taş bir evin dış cephesine yerleştirilmiştir. Hafif dilimli kemerli çeşme nişinin içerisi moloz taş doldurularak kullanılamaz bir duruma getirilmiştir. Bu nedenle taş duvar örgüsünün altında kitabesinin olup, olmadığı bilinmemektedir. Banisinin kim olduğu ve ne zaman yapıldığı da bilinmemektedir. Serap Çeşmesi (Siverek) Şanlıurfa ili Siverek ilçesinde, Yeraltı hamamı yakınında bulunan bu çeşmenin kitabesi günümüze ulaşamamış olup, yapım tarihi bilinmemektedir. Siyah bazalt taştan yapılmış olan çeşmenin üzeri kubbe ile örtülüdür. Çeşmeye ait taş su kanallarının kalıntıları bulunmuş ve bunların kaleden buraya getirildiği anlaşılmıştır.
  19. _asi_

    Urfa Hamamları

    Urfa Hamamları Veli Bey Hamamı (Merkez) Şanlıurfa il merkezi, Dabbakhane Mahallesi Mithat Paşa Sokağı’nda bulunan bu hamamı, vakfiyesinden öğrenildiğine göre Veli Bey Bin Mahmut h.1105 (1693) tarihinde yaptırmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kitabesi silindiğinden okunamamıştır. Veli Bey Hamamı kesme taştan, dikdörtgen planlı bir yapı olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Güney cephesinin doğu köşesindeki iki çapraz tonozlu bir koridordan soğukluk kısmına girilmektedir. Burası sekizgen kasnaklı, tromplu büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Üzerinde aydınlık feneri bulunan bu kubbeli soyunmalık kısmından kuzeybatı köşesindeki beşik tonozlu, üç bölümlü, ikisi küçük kubbe biri de tonozlu ılıklık kısmına geçilmektedir. Sıcaklık bölümü kuzey yönünde olup, bu bölümün üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Ayrıca doğu, batı ve kuzeyine de üzeri beşik tonozlu üç eyvan yerleştirilmiştir. Kuzeydoğu, kuzeybatı ve güneybatı köşelerinde de birer köşe hücresi bulunmaktadır. Sultan Hamamı (Merkez) Şanlıurfa Kazancı Mahallesi, Şişli Sokak’taki bu hamamın üzerindeki kitabe silik olduğundan okunamamıştır. Bu bakımdan kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Halk arasındaki bir söylentiye göre Sultan IV.Murat (1623-1640) Revan seferi sırasında bu hamamda yıkanmış, bundan ötürü de hamama Sultan Hamamı ismi verilmiştir. Hamam kesme taştan, kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Kuzey cephesindeki merdivenli ve üzeri beşik tonozlu bir girişten sonra soğukluk kısmına girilmektedir. Burası kare planlı olup, üzeri tromplu, aydınlık fenerli kasnaksız büyük bir kubbe ile örtülüdür. Bu bölümün ortasında 1,50 m. çapında kalker taşından etrafı bezemeli bir havuz bulunmaktadır. Soyunmalığın güneydoğu köşesinden bir kapı ile tuvalet kısmına, oradan da ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın üzeri beşik tonozla, yalnızca batı yönü yarım bir kubbe ile örtülüdür. Ilıklığın güneydoğu köşesinden dar bir koridorla sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın üzeri mukarnaslı, pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Bu mekânın doğu, batı ve güneyinde beşik tonozlu üç eyvan bulunmaktadır. Ayrıca güneydoğu, kuzeydoğu, kuzeybatı ve güneybatı köşelerinde de üzerleri pandantifli küçük kubbelerle örtülü dört köşe hücresine yer verilmiştir. Hamam günümüzde iyi bir durumdadır. Keçeci Hamamı (Merkez) Şanlıurfa il merkezinde, Sultan Hamamı’nın doğu cephesinde bulunan bu hamamın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Urfa’daki Keçeci esnafı tarafından keçe pişirmesi amacı ile yaptırılmıştır. Büyük olasılıkla da XVI.-XVII yüzyılda yaptırılmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bu hamamdan söz etmiştir. Hamam kesme taştan, soyunmalık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Osmanlı mimarisindeki hamam tiplerinden biraz farklıdır. Soyunmalık bölümü beşik tonozludur. Bunun güneyine bitişik olan ve dikdörtgen planlı sıcaklık bölümünde keçe pişirilmektedir. Bu bölümün iki yanına birer metre yüksekliğinde sekiler ham keçelerin pişirilmesi için yerleştirilmiştir. Vezir Hamamı (Merkez) Şanlıurfa Yusuf Paşa Mahallesi’nde bulunan bu hamamı Urfa Mutasarrıfı Arapkirli Yusuf Paşa, ismini taşıyan camisine vakıf olarak 1703 tarihinde yaptırmıştır. Hamam kesme taştan, kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Osmanlı hamam plan düzeninde olan bu hamamın iki kapısı bulunmaktadır. Bu kapılardan doğudaki kadınlara, kuzeydeki de erkeklere ayrılmıştır. Hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk kısmı kare planlı olup, üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Buradan doğu-batı yönünde beşik tonozlu ılıklık bölümüne geçilir. Ilıklıktan ince bir koridorla da sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Sıcaklık pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Doğu, batı ve güneyine de beşik tonozlu üç eyvan yerleştirilmiştir. Ayrıca kuzeydoğu, güneydoğu, kuzeybatı ve güneybatı köşelerine de birer köşe hücresi yerleştirilmiştir. Hamam günümüzde iyi bir durumdadır. Cıncıklı Hamam (Merkez) Şanlıurfa Karaburç Mahallesi, Hızanoğlu Sokak’ta, Hızanoğlu Camisi’nin doğusunda bulunan bu hamamın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Büyük olasılıkla da Hızaroğlu Camisi ile aynı tarihte yapılmıştır. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bu hamamdan söz etmiş, bu nedenle de XVII.yüzyılın ikinci yarısında hamamın var olduğu anlaşılmaktadır. Hamam kesme taştan doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlıdır. Yeraltı hamamı özelliğini taşıyan hamam, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Ancak sıcaklık kısmı doğuya doğru kaymış durumdadır. Soyunmalık kısmı tromplu büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe sekizgen kasnaklıdır. Soyunmalık kısmının güneyine beşik tonozlu bir eyvan yerleştirilmiştir. Soğukluğun güneyindeki mukarnaslı mihrap halk arasında “Şeyh Muhammet Ziyareti” olarak isimlendirilmiştir. Ilıklık tek kubbeli olup, buradan sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın üzeri ise pandantifli, mukarnaslı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu bölümün kuzey, güney ve doğusunda beşik tonozlu üç eyvan bulunmaktadır. Ayrıca kuzeydoğu, güneydoğu ve güneybatı köşelerine de üzeri kubbeli üç köşe hücresi yerleştirilmiştir. Eski Arasta Hamamı (Merkez) Şanlıurfa İsatçu Pazarı Mevkii’nde bulunan bu hamam da yeraltı hamam tipindedir. Hamamın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde ismi geçmesinden ötürü hamamın XVII.yüzyıldan daha önceki bir tarihte yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Hamam kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Kuzey ve güneyindeki merdivenli kapılarla soyunmalık bölümüne inilmektedir. Soyunmalık kısmı tromplu, sekizgen kasnaklı ve üzerinde aydınlık feneri olan büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca kuzeyine beşik tonozlu bir eyvan ile fıskiyeli küçük bir havuz yerleştirilmiştir. Soyunmalığın kuzeydoğu köşesindeki bir kapıdan da beşik tonozlu tuvalet ve ılıklık bölümüne geçilir. Bu ılıklığın doğusundaki beşik tonozlu bir koridor sıcaklık kısmına açılmaktadır. Sıcaklık kare planlı olup, üzeri merkezi pandantifli merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Sıcaklığın köşelerine birer hücre, doğu, batı güney tarafına da birer eyvan eklenmiştir. Serçe Hamamı (Merkez) Şanlıurfa, Su Meydanı Mevkii’nde bulunan bu hamam da yeraltı hamam tipindendir. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde ismi geçen Samsat Kapısı Hamamı’nın bu olduğu sanılırsa da bu iddia kesin değildir. Hamam kesme taştan yapılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Doğu cephesindeki bir kapıdan içeriye girilmekte ve merdivenle de soğukluğa geçilmektedir. Bu bölüm tromplu ve üzerinde aydınlık feneri olan büyük bir kubbe ile örtülüdür. Yakın zamanlarda bu bölümün güneyine beton bir bölme ile dükkân yapılmıştır. Böylece özelliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır. Bu bölümden ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık merkezi kubbelidir. Beş kenarına da beşik tonozlu birer eyvan yerleştirilmiştir. Bu bakımdan Serçe Hamamı beş eyvanlı oluşundan ötürü de Şanlıurfa’daki diğer hamamlardan ayrıcalıklı bir görünümdedir. Şaban Hamamı (Merkez) Şanlıurfa Kazancı pazarı’ndaki bu hamamın da kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Kazaz Mehmet Çelebi İbn-i Abdullah vakfiyesinde bu hamamdan Şaban Efendi Hamamı olarak söz edilmiş, yapımı konusunda da 1767 tarihi belirtilmiştir. Ancak bu tarihin vakfiyeye mi, yoksa hamama mı ait olduğu kesin değildir. Kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılan hamam, yeraltı hamam plan tipindedir. Güneydoğu köşesindeki bir kapıdan merdivenle inilerek soğukluk kısmına girilmektedir. Bu bölümün üzeri tromplu, aydınlık fenerli bir kubbe ile örtülmüştür. Bu bölümde, kuzeydoğu köşesinden beşik tonozla örtülü ılıklık kısmına geçilmektedir. Burası da sıcaklık kısmına açılmaktadır. Bu bölümün üzeri pandantifli ve mukarnaslı bir kubbe ile örtülüdür. Sıcaklığın doğu, batı, kuzey ve güney taraflarında beşik tonozlu birer eyvan bulunmaktadır. Bu eyvanların köşelerinde de tek kubbeli hücrelere yer verilmiştir. Yeraltı Hamamı (Siverek) Şanlıurfa ili Siverek ilçesinde, Siverek Kalesi’nin güneyinde yapılan araştırmalar sırasında bu hamamla karşılaşılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan hamamın içerisinde aslan başı şeklinde bir kabartmaya rastlanmıştır. Kale ile bir geçitle bağlantılı olan bu hamam yeniden kullanılmak üzere onarılmış, bu onarım sırasında da özgünlüğünden oldukça uzaklaşmıştır. Abadal Ağa Hamamı (Siverek) Şanlıurfa ili Siverek ilçesinde, Siverek Kalesi’nin doğusunda bulunan hamamın kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üslubundan hamamın Osmanlı döneminde, XVI.-XVII. yüzyıllarda yapıldığı anlaşılmaktadır. Kesme taş ve tuğladan horasan harçlı yapılan hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Zamanla harap olan hamam onarılmış olup, Siverek Spor Kulübü tarafından kullanılmaktadır. Hamam özelliğinden bütünüyle uzaklaşmıştır. Şanlıurfa’da günümüze gelemeyen, ancak vakfiyelerde ismi geçen hamamlar bulunmaktadır. Bunların başında da Darendeli Mehmet Ağa Vakfına ait Bey Kapısı Hamamı (1751), Emir Mencük İbn-i Abdullah Hamamı (1373), Abbasiye Vakfına ait Karaburç Hamamı (1696), Rızvan Ahmet Paşa Vakfından Danekovan Hamamı (1740), Rızaiye Vakfından Halil’ür Rahman Hamamı (1779), Ömer Paşa Kudbeddin Camii Vakfından Ayaklı Hamam (1780) ve Hacı Nimetullah Bin-i Asker Vakfından Kuloğlu Hamamı (1722) gelmektedir.
  20. _asi_

    Urfa Anıtları

    ŞANLIURFA ANITLARI MUSTAFA KEMAL PAŞA ANIT ÇEŞMESİ Şanlıurfa il merkezinde Vali Konağı karşısında, bugünkü Cebeci İşhanı’nın bulunduğu yerdeki bu anıt çeşme, Vali Turgut Sayın tarafından 1972 yılında yerinden kaldırılarak Diyarbakır-Mardin-Gaziantep yol kavşağına nakledilmiştir. I.Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de savaşan ve bu savaşta göstermiş oldukları kahramanlıkla tanınmış Urfa taburundan sağ kalan gaziler savaş sonrası buraya döndüklerinde komutanları Mustafa Kemal Paşa’dan övgü ile söz etmişlerdir. O yıllarda Urfa Mutasarrıfı olan Nusret Bey gazilerin sevgi ve bağlılıklarını sembolleştirmek amacıyla 1917 yılında bu anıtı yaptırmıştır. Ayrıca Karakoyun Deresi üzerinde, yeni açılan caddeye de Mustafa Kemal Paşa Caddesi ismini vermiştir. Anıt beyaz kesme taştan yapılmıştır. Anıtın köşelerindeki sütunlarla iki katlı bir görünümdedir. Alt kısmında bir su haznesi, dört tarafında da çeşme muslukları bulunmaktadır. Ayrıca anıtın dört cephesine de yerleştirilen kitabelere Kafkas Yolu, Hindistan Yolu, Ankara Yolu ve Mustafa Kemal Paşa Caddesi yazılmıştır. Böylece bu anıt aynı zamanda yön de göstermektedir. Şanlıurfa’daki bu anıtın bir özelliği de Atatürk unvanını almadan önce Mustafa Kemal Paşa adına dikilen ilk anıt olmasıdır. Bunun yanı sıra Mustafa Kemal Paşa adına ilk defa Şanlıurfa’da bu anıt önündeki caddeye ismi verilmiştir. HARB-I UMUMÎ ŞEH İ TLERİ ANITI. Şanlıurfa il merkezinde, Hükümet Konağı önünde, dört yol kavşağında bulunan bu anıt, I.Dünya Savaşı’na katılan Urfalı şehit ve gaziler anısına Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey tarafından 1917 yılında yaptırılmıştır. Şanlıurfa Vilayet binası önündeki caddede bulunan anıt, 1983 yılında Urfa Belediye Başkanı Alaaddin Turan tarafından bugünkü yerine nakledilmiştir. Anıt kesme taştan 8.50 m. yüksekliğinde, yuvarlak bir kaide üzerine kare gövdeli olup, yukarıya doğru daralan biçimde yapılmıştır. Anıtın kuzey cephesinde, “Bu ha¬cer samit değil, iklil-i cihadı ekberdir. 1335” (Bu taş sessiz değil, büyük bir savaşın tacıdır 1917); Bunun altındaki kitabede de “Harb-ı Umumi şühedaya fatiha 1330–1332" (I.Dünya Savaşı şehitlerine fatiha. 1912–1914) yazılı¬dır. Anıtın güney cephesinin üzerinde “Cây-ı cihâda giden erlere nusret ola. 1334” (Cepheye giden erlere yar¬dım ola. 1916); altında ise “Harb-ı Umumi şühedaya fatiha 1330–1332" (I.Dünya Savaşı şehitlerine fatiha. 1912–1914) yazılı¬dır. Anıttaki bu kitabeler Urfalı Hattat Ahmet Vefik (Lobut Ahmet) Efendi tarafından yazılmıştır.
  21. _asi_

    Şanlıurfa Camileri

    RIDVANİYE (Rızvaniye) CAMİSİ (Merkez) Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’ndeki Halil’ür Rahman Külliyesi’nin bölümlerinden biri olan Rıdvaniye Camisi Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından h.1129 (1717) yılında yaptırılmıştır. Rıdvaniye Camisi halk arasında Zulmiye ismiyle tanınmıştır. Bu cami kesme taştan, dikdörtgen planlı bir plan düzeninde olup, ortadaki daha büyük olmak üzere üç kubbe ile üzeri örtülmüştür. Caminin girişinde üç bölümlü, üç kubbeli bir son cemaat yeri, doğusunda da tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Son cemaat yerinin üç kubbesinden ortadaki daha büyük olup, yanlardaki kubbeler yarım tonozlarla genişletilmiştir. İki renkli taşların alternatifli dizilmesi ile hareketlendirilen basık kemerli bir kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. İbadet mekânı yarım payelerle üç sahna ayrılmıştır ve bunlardan orta bölüm kare, yan bölümler ise dikdörtgen planlıdır. Bu bölümlerin üzeri kubbelerle örtülmüştür. Ahşap kanatlı giriş kapısı çağının en güzel geçme ve kakma tekniğinde yapılmıştır. Üzeri bitki motifleri ile bezenmiştir. Ayrıca kartuşlar içerisinde on beş beyitlik tarih manzumesini Urfalı Şair Nabi yazmıştır. Köşeli bir niş şeklinde, yarım kubbeli mihrap, siyah beyaz iki renkli taştan yapılmıştır. Minber balkon şeklinde olup, duvar içerisindeki taş bir merdivenle çıkılmaktadır. İbadet mekânı her cephede açılmış pencerelerle oldukça aydınlıktır. Taş kaide üzerine sekizgen gövdeli minaresi mukarnaslı şerefesi ile dikkati çekmektedir. HASAN PADİŞAH CAMİSİ (Merkez) Şanlıurfa il merkezi, Gölbaşı Mahallesi ile Aharbaşı Çarşısı yakınında bulunan bu cami iki değişik zamanda yapılmıştır. Önündeki tek kubbeli bölüm Tokdemir isimli bir Türk beyi tarafından, ana yapı ise Uzun Hasan olarak tanınan Şeyh Yakup tarafından 1499 yılında yaptırılmıştır. Caminin son cemaat yerindeki mihrabiye üzerinde Yavuz Sultan Selim döneminde, 1496 tarihinde Şeyh Abdülkadir oğlu Hacı Yakup’un yaptırdığı yazılıdır. Ancak bu kitabenin bir onarım kitabesi olduğu sanılmaktadır. 1926 tarihli Urfa Salnamesi’nde ise caminin Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Evliya Çelebi de bu yapıdan Sultan hasan Camisi olarak söz etmiştir. Şanlıurfa yöresine 1404-1514 yıllarında Akkoyunluların egemen olduğu düşünülecek olunursa caminin de bu dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Son cemaat yerindeki 1796 tarihli kitabede Hacı Musa, 1874 tarihinde de Küpelizâde Hacı Ömer tarafından onarıldığı yazılıdır. Cami kesme taştan yapılmış olup, geniş bir avlunun ortasındadır. İbadet mekânı dikdörtgen planlıdır ve mihrap duvarına paralel sütunlarla üç sahna ayrılmıştır. Son cemaat yerinden yuvarlak kemerli bir kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. Son cemaat yeri dokuz payeli, sekiz bölüm halinde çapraz tonozludur. Son cemaat yerinin doğusundaki göz Tokdemir Mescidi önüne rastlamaktadır. İbadet mekânının ortasındaki ikişer ayak duvarlarla ve birbirleri ile kemerlerle bağlanmış, üzerine de üç büyük kubbe oturtulmuştur. Bu kubbeler sekizgen kasnaklıdır. Mihrap beş dilimlidir. Mukarnaslı olan bu mihrabın iki yanında köşeli sütunçelere yer verilmiştir. Mihrap üzerinde 1968 tarihinde onarıldığını gösteren bir kitabe bulunmaktadır. Minber koyu sarı ve pembe renkli taşlardan yapılmıştır. İki kanatlı ahşap kapısı bitkisel bezemelerle süslenmiş olmasına rağmen son yıllarda yağlı boya ile boyanmış ve orijinalliğini kaybetmiştir. Caminin kuzeydoğusundaki minare kesme taştan, kare kaide üzerine sekizgen gövdelidir. Urfalı Şair Fehmi’nin yazmış olduğu buradaki 1859 tarihli kitabesinden Halil Bey tarafından onarıldığı öğrenilmektedir. Caminin avlusundaki medrese yol genişletilmesi sırasında yıkılmıştır. ESKİ ÖMERİYE CAMİSİ (Merkez) Şanlıurfa Kazancı pazarı Mevkii’nde bulunan bu caminin yapım kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Cami üzerindeki kitabeler onarım kitabeleridir. Son cemaat yerinin doğu duvarında h.701 (1301) tarihli onarım kitabesine dayanılarak caminin XII.yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Şanlıurfa’nın en eski camilerinden biri olan bu cami dikdörtgen planlı ve kesme taştan yapılmıştır. İbadet mekânının üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Bunun dışında kalan alanlar çapraz tonozludur. Kubbe ve tonozlar duvarlarda ve köşelerdeki yarım sütunlar üzerine oturtulmuştur. Mihrap niş şeklindedir. Minber taştan olup, Şanlıurfa’da sık rastlanılan balkon şeklindeki minberlerin bir örneğidir. Bu minber duvarlardaki yarım sütunlar üzerine oturtulmuştur. SELAHADDİN EYYUBİ CAMİSİ (Merkez) Şanlıurfa’da Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan bu caminin bulunduğu yerde Piskopos Nona tarafından 457 yılında yaptırılan Aziz Youhanna (Vaftizci Yahya) Kilisesi bulunuyordu. Bu yapı aynı zamanda Adalet Sarayı olarak da kullanılmıştır. Selahattin Eyyubi döneminde bu kilisenin üzerine 900–1250 yılları arasında cami yapılmıştır. Cami XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyıllarda restore edilmiş, orijinalliğinden kısmen uzaklaşarak Gotik mimariye yakın bir şekil göstermektedir. Cami kesme taştan dikdörtgen planlı ve üç sahınlıdır. Caminin yapımında bazilika plan üslubu açıkça görülmektedir. Üzeri içten beşik tonoz, dıştan da düz dam ile örtülüdür. Sahınların orta bölümü yan sahınlardan daha geniş ve daha yüksektir. Caminin girişi batı yönünde olup, burada yedi bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yeri de daha önceki kilisenin narteksinden yararlanılarak yapılmıştır. Bu bölüm altı yuvarlak sütuna dayanmaktadır. İbadet mekânı oldukça geniş ölçüde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bu pencerelerin kenarlarında kiliseden kalan yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunmaktadır. Ayrıca yarım sütunların başlıkları üzerindeki haç taşıyan azizler ve kuş figürleri de yapının camiye çevrilmesinden sonra sıva ile kapatılmıştır. Bunun dışında yapı içerisinde herhangi bir bezemeye rastlanmamaktadır. Yapı uzun yıllar harap durumda kalmış, bir ara elektrik santrali olarak kullanılmış ve 28 Mayıs 1993’te onarılarak Selahattin Eyyubi Camisi olarak ibadete açılmıştır. NİMETULLAH CAMİSİ (Ak Cami) (Merkez) Şanlıurfa Nimetullah Mahallesi’nde bulunan bu caminin yapım kitabesi günümüze gelememiştir. Bu bakımdan yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber bazı kaynaklara dayanılarak Urfa Sancak Beylerinden Nimetullah Bey tarafından 1500 yıllarında yaptırıldığı sanılmaktadır. Cami Nimetullah Bey’in soyundan Nimetullah bin Asker tarafından 1722 yılında onarılmıştır. Cami geniş bir avlu içerisinde olup, bu avluya batı ve güney yönündeki kapılardan girilmektedir. Avlunun çevresinde medrese odaları ile kuzeyinde Nimetullah Bey (1521) ile Ali Bey İbn-i Lütfi Bey’in (1594) türbesi bulunmaktadır. Caminin önünde birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlı altı sütunun taşıdığı beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bunun ortadaki bölümü kubbeli, yanlardaki bölümleri de çapraz tonozludur. Giriş kapısı beş dilimli kemerlidir. Anıtsal bir görünümü vardır. Girişin her iki yanında küçük mihraplar ve pencereler sıralanmıştır. Plan düzeni Edirne Üç Şerefeli Cami’nin planına benzemektedir. Kesme taştan altıgen dayanaklı plan şemasına göre yapılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe kuzey ve güney yönünde duvarlara, doğu ve batıda da birer payeye oturmaktadır. Kubbe yanlara doğru ikişer küçük kubbe ile genişletilmiştir. Giriş kapısının ekseninde bulunan mihrap iç içe geçmiş sekizgen geometrik kompozisyonlardan meydana gelmiştir. Üzeri mukarnaslı olarak sonuçlanan mihrabın çevresinde yine mukarnaslı bir friz dolaşmaktadır. Bu mihrabın bir benzeri Şanlıurfa’daki Yusuf Paşa ve Hizanoğlu camilerinde de görülmektedir. Caminin kuzeybatı köşesindeki minaresi kesme taş kaideli, silindirik gövdeli ve tek şerefelidir. Urfa minareleri arasında en yüksek bir örnek olan bu minarenin gövdesi biri burma, diğeri de yatay olmak üzere frizlerle üç bölüme ayrılmıştır. YUSUF PAŞA CAMİSİ (Merkez) Şanlıurfa Yusuf Paşa Mahallesi’nde bulunan bu cami, Urfa Mutasarrıfı Arapkirli Yusuf Paşa tarafından yanındaki hamam ile birlikte 1703 tarihinde yaptırmıştır. Cami kesme taştan dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânı kıbleye paralel iki paye ile üç sahna ayrılmıştır. Bu bölümlerin üzeri her sırada üçer tane olmak üzere altı kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbeler ortadaki iki payeye, yanlarda da duvarlara dayalı yuvarlak kemerler üzerine oturtulmuştur. Caminin önündeki son cemaat yeri üç bölümlü olup, üzeri üç kubbe ile örtülüdür. Mihrap mukarnaslı olup, her iki yanında birer sütunçe bulunmaktadır. Geometrik bezemeli olan mihrapta sekizgenler boş yer kalmamacasına bütün yüzeyi kaplamıştır. Yanındaki taş minber oyma geometrik motiflerle bezeli olup, kapısının üzerinde rumi kompozisyonlar görülmektedir. Son cemaat yerinin doğusunda taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. FIRFIRLI CAMİ (Merkez) Şanlıurfa Ali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan bu cami Oniki Havari Kilisesi’nden camiye çevrilmiştir. Kilisenin yapım tarihi bilinmemektedir. Bunu belirten bir kitabe ve belgeye rastlanmamıştır. Yapı üç nefli bazilika plan düzenindedir. Kesme taştan olan yapının batı cephesinde ve köşe kulelerinde son derece güzel bir taş işçiliği dikkati çekmektedir. Orta nef tromplu bir kubbe ile yan nefler de dörder çapraz tonozla örtülmüştür. Orta nef diğerlerinden daha geniş olup, yüksek kasnağı üzerinde yirmi dört pencere bulunmaktadır. Yapımında kubbe ve tonozlarda bazalt taşı, mukarnas başlıklı sütunlar ve kemerler kesme taşlar kullanılmıştır. Yarım sütunlar ve dış cephelerde taş bezemeler görülmektedir. Kilisenin apsis bölümündeki pencerelerden biri camiye çevrildiği sırada, mihrap haline getirilmiştir. Mihrap üzerindeki kitabede kilisenin 1956 yılında camiye çevrildiği yazılıdır. Camiye dönüştürüldükten sonra güney duvarının ortasındaki yarım sütunun önüne taş bir minber yerleştirilmiştir. Apsisin iki yanındaki papaz hücreleri (pastaforion) dışarıya çıkıntılıdır. Giriş kapısının üzerinde üç cepheli ve üç pencereli bir balkon bulunmaktadır. Şanlıurfa’daki diğer kiliselerde görülen nartekse burada yer verilmemiştir. Kilise camiye çevrilmeden önce bir süre cezaevi olarak kullanılmıştır. CİRCİS PEYGAMBER (Peygamberler) CAMİSİ (Merkez) Şanlıurfa Yeni Hal yakınındaki bu caminin bulunduğu yerde V.yüzyılda Piskopos Hiba tarafından yaptırılmış Aziz Sergius Kilisesi bulunuyordu. Şanlıurfa şehir surlarının dışında bulunan bu kilise VIII.yüzyılda Abbasilerin ve XII.yüzyılda da Selçukluların şehri kuşatması sırasında zarar görmüştür. Bunu izleyen yıllarda kilise yıkılmış ve yerine bugün cami olarak kullanılan Şehit Aziz Circis Kilisesi yapılmıştır. Kilisenin Süryanice kitabesi bugün Şanlıurfa Müzesi’ndedir. Bunun dışında yapıda bir Arapça kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede; “Bu kilise, zamanın sultanlarının genç sultanı, İslâm dininin yardımcısı, Sultan ve Hakan Abdülmecid Han'ın iradesiyle (Allah onun mülkünü sürekli etsin); himmet sahibi Müşir-i Ekrem Salih Vechi Paşa zamanında (Allah onun dostluğunu devam ettirsin) ve Kaymakam daire¬sinin vekili Bahri Paşa'nın kaymakamlığı zama¬nında (Allah onun ikbalini arttırsın) ve Çerkez Hüseyin Ağa'nın memuriyetiyle (Allah onun kad¬rini arttırsın) 1260 yılı Recep ayında (Temmuz 1844) tamamlanmıştır” yazılıdır. Bu kitabeden de anlaşılacağı üzere, kilise Çarhoğlu Muhammed tarafından 1965 yılında camiye çevrilmiştir. Camiye çevrilirken de kilisenin plan düzeni korunmuş, yalnızca kuzey cephesine üç bölümlü bir son cemaat yeri ile minare eklenmiştir. Yapı kesme taştan üç nefli bazilika planında, dikey dikdörtgen plandadır. İbadet mekânı sekizgen şekilde üçer paye ile üç sahna ayrılmıştır. Bunların üzeri çapraz tonozlarla örtülüdür. Ayrıca kilisenin batısında bulunan üçer çapraz tonozlu iç ve dış narteks de korunmuştur. NARINCI CAMİSİ (Merkez) Şanlıurfa Narıncı Mahallesi, Akarbaşı Mevkii’ndeki bu caminin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, Divan Efendisi Abdurrahman Efendi İbn-i Süleyman Efendi’nin 1714 tarihli vakfiyesi ile El Hac Ali İbn-i Mehmet’in 1718 tarihli vakfiyelerinde bu caminin ismi geçmektedir. Bu durumda caminin XVIII.yüzyılda var olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca caminin kuzey cephesindeki Şair Sakıp tarafından yazılmış bir kitabede Müşir Hafız Muhammet Paşa tarafından h.1255 (1839) yılında onarıldığı yazılıdır. Cami kemse taştan, dikdörtgen planlıdır. Son cemaat yeri sonraki yıllarda ibadet mekânına katılmıştır. İbadet mekânındaki taş mihrap bezemesizdir. Cami içerisinde de herhangi bir bezemeye rastlanmamaktadır. Taş kaideli, yuvarlak gövdeli minaresi ile avlu kapıları yakın tarihlerde yenilenmiştir.
  22. _asi_

    Mevlid-i Halil Camisi

    Mevlid-i Halil Camisi Şanlıurfa’da İbrahim Peygamber’in doğduğuna inanılan mağara yakınında bulunan bu caminin olduğu yerde Seleukoslar dönemine ait bir mabet olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. MS.150 yıllarında bu tapınağın üzerine bir kilise yapılmış, daha sonra 201-203 yıllarında sel nedeniyle harap olan kilisenin olduğu yere 313 yılında Piskopos Qona tarafından yeni bir katedralin yapımına başlanmıştır. Bu katedral Şanlıurfa’nın İslam egemenliğine geçmesinden sonra harap olmuş ve buraya cami yapılmıştır. Hz.İbrahim’in doğduğu kabul edilen mağaranın giriş kapısı üzerinde 1808 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Aslında onarım kitabesi olup, Seyyid Muhammed El Mesud tarafından onarıldığı yazılıdır. Caminin kapısı üzerindeki bir başka onarım kitabesinde de 1852 yılında Mahmut oğlu Mahmut Ağa tarafından onarıldığı yazılıdır. Bu kitabelerin yanı sıra avlunun güneydoğusundaki odalardan birinde 1855 tarihinde Ahmet Bican Paşa tarafından ve Derviş Musa isimli bir kişi tarafından onarıldığını belirten yazılar bulunmaktadır. Caminin avlusu ve avlu kapısı Hacı Müslim Hafız tarafından 1947 yılında halkın yardımı ile yaptırılmıştır. Caminin çeşitli yerlerinde bulunan bu kitabelerden anlaşıldığına göre Hz. İbrahim’in doğduğu sanılan mağara çevresindeki yapılanma XVIII.yüzyılda başlamıştır. Cami bu mağaranın batısına yapılmıştır. Kesme taştan dikdörtgen planlı olan caminin üzeri tonoz örtülüdür. Mağara ile cami arasındaki duvar üzerine de küçük bir minare yerleştirilmiştir. Ayrıca caminin güneydoğusuna ve kuzeybatı köşesine de iki minare daha eklenmiştir. Bu minarelerden birisi Hacı Ayşe Hanım tarafından 1930 yılında yaptırılmıştır. Bu minareler kesme taştan tek şerefeli ve yuvarlak gövdelidir
  23. _asi_

    Halil ür Rahman Camisi

    HALİL-ÜR RAHMAN CAMİİ Şanlıurfa il merkezi Gölbaşı Mahallesi’nde bulunan Halil’ür Rahman Camisi minaresinin batı ve kuzey yönündeki kitabelerden öğrenildiğine göre; Selahattin Eyyubi’nin yeğeni El Melik’ül Eşref Muzafferüddin Musa tarafından h.608 (1211-1212) yılında yaptırılmıştır. Bazı kaynaklarda da bu caminin Abbasi halifelerinden Me’mun tarafından yaptırıldığı ileri sürülmüş ancak, bunu belirten bir belgeye rastlanmamıştır. Bazı iddialara göre de bu caminin bulunduğu yerde eski bir kilise vardı. Bu kilise, 504 yılında Urbisyus’un maddi yardımları ile Monofistler asına Meryem Ana Kilisesi olarak yapılmıştır. Balıklı gölün kuzey kıyısındaki Halil’ür Rahman Camisi’dir. Halk arasında bu camiye Döşeme Camisi veya Hz.İbrahim’in makamından ötürü Makam Camisi ismi de verilmiştir. Şanlıurfa’daki en erken tarihli cami olarak nitelenen bu cami, yapıldığı dönemden sonra Eyyubi mimarisini yansıtan özelliklerini büyük ölçüde yitirmiş ve son olarak 1810 yılında yapılan büyük bir onarım sonucunda da bugünkü durumunu almıştır. Caminin doğu cephesindeki kitabede; “Peygamberlerin atası Halil’ür Rahman’ın makamı olan bu cami 1225 (1810) tarihinde yaptırılmıştır” yazılıdır. Caminin batı kısmına bitişik Makam bölümünün batı kapısı üzerindeki ayet yazılı kitabede de h. 1228 (1871) tarihi bulunmaktadır. Bu da caminin iki ayrı dönemde onarıldığını göstermektedir. Cami kesme taştan, dıştan kareye yakın dikdörtgen planlı, ibadet mekânının ortasındaki dört payenin taşıdığı pandantifli bir kubbe ile üzeri örtülüdür. Bunun etrafında sekiz çapraz tonozlu, mihrap duvarına paralel üç sahınlı bir plan ile karşılaşılmaktadır. Caminin kuzey duvarının yanında Halil’ür Rahman Gölü’nün oluşundan ötürü son cemaat yeri yapılmamıştır. İçerisi tonoz kemerlerin altındaki üçerli pencere grupları ile aydınlatılmıştır. Mihrap yarım daire şeklinde olup, sütunçelere dayanan kademeli ve üst üste iki sivri kemerlidir. Buradaki kesme taştan minber ise oldukça sade bir görünümdedir. Üzeri basit ve piramidal bir külah ile örtülmüştür. Caminin içerisi kireç ile sıvanmış olduğundan herhangi bir bezeme ile karşılaşılmamaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1991 yılında yaptığı onarımda, caminin ana duvarları üzerine korkuluk şebekeleri eklenmiş ve burası kubbelerle çevrili bir teras konumunda getirilmiştir. Caminin güneydoğu köşesinde bulunan ve içerisine ibadet mekânından girilen kare planlı minarenin Bizans dönemindeki kilisenin çan kulesi olduğu da iddia edilmiştir. Ancak, bugünkü konumu ile bunu kanıtlamak çok zordur. Minarenin gövdesi yatay silmelerle, akantus yaprakları ile bezenmiştir. Batı cephesine de nesih yazılı altı satırlık bir kitabe yerleştirilmiştir.
  24. _asi_

    Şanlıurfa-Ulu Cami

    ULU CAMİİ (Kızıl Kilise) (Merkez) Şanlıurfa il merkezi, Yıldız Meydanı’nda Cami-i Kebir Mahallesi’nde bulunan Ulu Cami’nin bulunduğu yerde MS.V.yüzyılın başlarında Aziz Stefanos anısına yapılmış bir kilise bulunuyordu. Bu kilisenin kırmızı renkteki mermer sütunlarından ötürü de kaynaklarda ismi Kızıl Kilise (Dermesik) olarak geçmiştir. Bu kiliseye ait duvar kalıntıları, sütun ve sütun başlıkları, caminin avlu giriş kapısı günümüze gelebilmiştir. Ayrıca caminin minaresi olarak kullanılan çan kulesi de kiliseye aittir. Ulu Cami’nin bu kilisenin olduğu yere ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Camideki kitabeler ise daha sonraki dönemlere ait onarım kitabeleri olup, yapımı ile ilgili bir bilgi vermemektedir. Bazı kaynaklar Ulu Cami’nin 1145’te yapıldığını ileri sürmüşlerse de bu da bilimsel olarak kanıtlanamamıştır. Yalnızca caminin doğu duvarına bitişik olan Eyyubi dönemine ait medresenin cami avlusuna bakan kapısı üzerindeki kitabede; Selahattin Eyyubi’nin medreseyi 1191’de yaptırdığı yazılıdır. Buna dayanılarak caminin medreseden önceki bir tarihte yaptırılmış olabileceği düşünülürse, caminin Zengiler döneminde XII.yüzyılın ortalarına tarihlendirilmesi mümkündür. Ulu Cami Şanlıurfa’nın en eski camilerinden biridir. Mimarı bilinmemektedir. Ulu Cami bir avlu ortasında olup, bu avluya batı, doğu ve kuzeyindeki kapılardan girilmektedir. Avlu içerisinde Haçlı savaşları sırasında ölenlerin mezarları ile Mevlâna Halidoğlu’nun türbesi bulunmaktadır. Cami kesme taştan dikdörtgen planlıdır. Son cemaat yeri on dört sivri kemerle avluya açılmaktadır. Avludan camiye giriş kapısı siyah ve beyaz taşların alternatifli olarak dizilmesi ile meydana gelmiş sivri kemerlidir. Yapının özgün bölümü olan bu kapının iki yanındaki sütunçeler girişe zengin bir görünüm kazandırmıştır. İbadet mekânı mihrap duvarına paralel, üç sıra çapraz tonozlu üç sahınlıdır. Erken Ulu Cami tiplerinin tipik bir örneğidir. Orta eksenden yana doğru kaymış olan mihrap önü sivri kemerlerin taşıdığı tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Bunun dışında kalan bölümler on bir sütun sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmış ve üzeri de düz bir dam ile örtülmüştür. Bu sütunların meydana getirdiği üç sahın birbirine eşit değildir. Her sahının üzeri de ayrı ayrı çapraz tonozlarla örtülmüştür. İç içe sivri kemerli yuvarlak niş biçimindeki mihrap özgündür. Bununla beraber yanındaki minber ve girişin üstündeki müezzin mahfili orijinal olmayıp, daha sonraki dönemlerde yapılmıştır. Kilisenin çan kulesi olan minare kesme taştan sekizgen kaideli ve sekizgen gövdelidir. Gövde üç silme ile bölünmüştür. Bunlardan üçüncü bölümde kemerli dikey pencereler bulunmaktadır. Sonraki dönemlerde burası saat kulesine dönüştürülmüştür.
  25. ŞANLIURFA'NIN DÜNYA İNANÇ TURİZMİNDEKİ YERİ İLKEL DİNLER VE ŞANLIURFA İl merkezi yakınlarındaki Göbekli Tepe'de yapılan arkeolojik kazılarda günümüzden 13.500 yıl öncesine tarihlenen Cilalı Taş Devri (Neolitik Çağ)'nin Akeramik evresi insanlarına ait dünyanın en eski tapınakları bulunmuştur. Göbekli Tepe insanlarının tapındıkları boğa, aslan, kurt, domuz, turna kuşu, ördek ve yılan başta olmak üzere çeşitli hayvan kabartmalarının olduğu "T" biçimli taş steller 2000-2001 kazıla­rında ortaya çıkartılmıştır. Kazılar halen devam etmektedir. Neolitik Çağ'ın M.Ö. 8000-8500 evresine ait ikinci bir tapınak yeri Tektek Dağları mevkiinde yeralan Karahantepe (Keçilitepe)'de keşfedilmiş ve burada yapılan yüzey araştırma­sında toprağa gömülü, ancak başları görülebilen çok sayıda stel tespit edilmiş, bunlardan birinin üzerinde Cinsiyet Tanrısı'nı sembolize eden bir yı­lan figürüne rastlanılmıştır. Göbekli Tepe ve Karahantepe tapınakları dı­şında, Hilvan İlçesi'ne bağlı Nevali Çori'de yapılan arkeolojik kazılarda Neolitik Çağ'ın M.Ö. 7000 ev­resine bağlanan kare planlı bir tapınak ve içerisinde stilize insan figürlü iki stel bulunmuştur. Şanlıurfa bölgesinde yapılan bir çok arkeolojik kazıda Kalkolitik Çağ ve Eski Tunç Çağı halklarının tapındıkları şematik tanrı heykelciklerine (idol) rastlanmıştır. Bozova İlçesi'ne bağlı Titriş Höyük nekropolünde ortaya çıkartılan ve insan şeklinde tanrıları tasvir eden çok sayıda keman tipi idol Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir. ÇOK TANRILI DİNLER VE ŞANLIURFA İlkel dinlerin dünyada bilinen eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı dinlerin de dünyadaki önemli merkezlerinden biridir. Ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya'daki Assur ve Babilliler'in politeist (çoktanrılı) inancına dayanan paganizm'in önemli merkez şehirleri Harran ve Soğmatar Şanlıurfa ili sınırları içerisindedir. Harran ve Paganizm Babiller döneminde "ilu sa ilani" (tanrıların tan­rısı), "sar ilani" (tanrıların kralı) ve "bel ilani" (tanrıların efendisi - rabbi) olarak adlandırılan ay tanrısı "Sin", paganistlerin en büyük tanrısı olma özelliğini asırlar boyu devam ettirmiş ve Romalılar döneminde "marelaha" olarak adlandırılmıştır. M.Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tablet­lerinde Harran'daki Sin mabedinde bir antlaşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M.Ö. II. binin ortalarına ait Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaş­maya Harran'daki ay tanrısı Sin'in ve Güneş Tanrısı Şamas'ın şahit tutulduğu belirtilmektedir. 1950 yı­lında Harran'da yapılan arkeolojik kazılarda bulu­nan ve Babil kralı Nabonid dönemine (M.Ö. V. yy.) tarihlenen tanrı Sin ve Şamas'ı temsil eden çivi ya­zılı steller Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir. Soğmatar ve Paganizm Soğmatar şehri; ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı Pagan dininin ve bu dinin baştanrısı Marelahe'nin (tanrıların efendisi) merkezidir. Marelahe'yi temsil eden açık hava mabedi "Kutsal Tepe" Soğmatar'ın odak noktasını teşkil etmektedir. Bu Tepe'nin zirvesinde kaya yüzeyine oyulmuş ve M.S. 164-165'lere tarihlenen Süryânice yazılar, bazı önemli kişilerin Marelahe adına bu tepeye diktir­dikleri anıt sütunlar ve sunaklarla ilgilidir. Tepenin kuzeye bakan yamacındaki kabartma portrenin Ay Tanrısı Sin, boydan tasvir edilmiş in­san kabartması­nın ise Tanrı Ma'na şerefine aynı ta­rihlerde yapıldığı yanlarındaki Süryânice kitabeler­den anlaşılmaktadır. Kutsal Tepe'nin batısında, kuzeyinde ve kuzey batısındaki tepelerde yer alan 7 adet yapı kalıntısı Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs ve Merkür tanrılarının temsil etmektedir. TEK TANRILI DİNLER (SEMAVİ DİNLER) VE ŞANLIURFA Şanlıurfa’da yaşadığı kabul edilen peygamberlerden dolayı bu şehir "Peygamberler Şehri" ve "Kutsanmış Şehir" adla­rıyla tanınmaktadır. ŞANLIURFA'DAKİ HIRİSTİYAN YAPILARI Hıristiyanlığın devlet dini olarak dünyada ilk kabul gördüğü yer olan Şanlıurfa'da dünyanın en görkemli kiliseleri inşa edilmiş, ancak bunlardan V. yüzyıla ait olanların bir kısmının kalıntıları günü­müze ulaşabilmiştir. Deyr Yakub (Yakub Manastırı) İl merkezindeki Eyyub Peygamber makamının 4 km. batısında bulunan Deyr Yakub, halk arasında "Nemrud'un Tahtı" ya da "Cin Değirmeni" olarak anılmaktadır. Buradaki yüksek bir dağın tepesinde M.Ö. I. yüzyılda (putperest dönem) Edessa Kralı Abgar Manu'nun oğlu Aryu'nun aile fertleri için inşa edilmiş anıt mezar kalıntıları yer almaktadır. Bazı kaynaklarda manastır olarak adlandırılan, doğu batı istikametinde dikdörtgen planlı iki katlı büyük yapı kalıntısının zemin katının doğu kesimi üç katlı anıt mezardır. Edessa krallarının yattığı tahmin edilen ve esas girişi zemin kattan olan me­zar odası; kuzey, güney ve doğuda kemerli birer arkosoliumdan oluşmaktadır. Bu tapınağın M.S. V. yüzyılda kerametleri ve kehânetleri ile ünlü olan ve Suruç Episkoposluğuna kadar yükselmiş bulunan Suruçlu Aziz Yakub za­mamında (M.S. 451-521) manastır olarak kullanıl­dığı ve bundan ötürü Deyr Yakub (Yakub Manastırı) olarak anıldığı tahmin edilmektedir. Ayrıca halk arasında Yakub Peygamber'in bu­rada kaldığına ve Deyr Yakub adının bundan do­layı verildiğine inanılmaktadır. Tella (Viranşehir) Martyrionu Bizans dönemi Hıristiyanlık yapılarının Şanlıurfa bölgesindeki en büyük örneklerinden olan oktogonal (sekizgen) planlı bu yapının 34.5x32 m. çapındaki kubbesinin bazalt taşından örülmüş sekiz paye üzerine oturduğu mevcut kalıntılardan anla­şılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında sekiz payesi­nin tamamı ayakta olan bu yapının günümüze sa­dece bir payesi gelebilmiştir. Büyük bir nekropolün ortasına inşa edildiği an­laşılan bu yapının önemli bir aziz için Martyrion (şehitlik) olarak IV.-V. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olabileceği tahmin edilmektedir. Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi Şehrin Ellisekiz Meydanı yakınındadır. VI. Yüzyıla ait bir kilise kalıntılarının üzerine 1861 yı­lında inşa edilmiştir. Kilise, Hz. İsa'nın iki havarisi­nin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşır. Bu tarihi yapı, Urfalı Süryâniler'in 1924 yılında Halep'e göç edişlerine kadar, kilise ve okul olarak kullanılmıştır. İç mekâna giriş kapısı üzerindeki Süryânice inşa kitabesinin tercümesi şöyledir: "Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder. Salih kişilerin girdikleri Allah'ın evi olan bu kutsal Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, Patrik II. Yakub ve Metropolit Mar Gregorius David döneminde, mü'min Süryâni-Yakubi halkının yardımıyla 2112 Yunan ş yılında inşa edildi. Rab, katkısı olan herkesi mükafatlandırsın." 1924 yılında Tekel İdaresi'ne verilen kilise, Tütün İşleme Fabrikasına dönüştürülmüş, sonraki yıllarda şaraplık üzüm deposu olarak kullanılmış­tır. Yapı, Tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)'den dolayı "Reji Kilisesi" olarak adlan­dırılmıştır. Kilisenin 1998 yılındaki kısmi restoras­yonu sırasında bahçesinden ve duvarlarından çı­kartılan Süryânice yazıtlı 7-8 adet mezar taşı Urfa Müzesi'nde sergilenmektedir. Aziz Stefanos Kilisesi Bu kilise, miladi 435 veya 436'da ölen Piskopos Rabbula tarafından eski bir Sinagog'dan dönüştü­rülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunlarının çokluğu nedeniyle "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan bu yapının yerine Zengiler döneminde 1170-1175 tarihlerinde bugünkü Ulu Cami inşa edilmiş, kili­senin çan kulesi minare olarak değerlendirilmiştir. Aziz Stefanos Kilisesi'nin avlu duvarları, Yıldız Meydanı ve Karanlık Kapı Sokağı'na açılan avlu kapıları, cami avlusundaki bazı sütun ve sütun baş­lıkları günümüze kadar ulaşmıştır. ANADOLUNUN EN ÖNEMLİ TURİZM GÜZERGÂHLARINDAN ŞANLIURFA TURİZM YOLU VE BU BÖLGEDEKİ ÖREN YERLERİ CABİR EL-ENSAR CAMİİ VE TÜRBESİ Harran'ın 20 km. kuzeyindeki Cabir el-Ensar (Yardımcı) Köyünde Cabir b. Abdullah'a (Cabir el-Ensar) atfedilen bir türbe (meşhed) ve yanında yine O'nun adını taşıyan bir cami bulunmaktadır. Mihrap duvarı boyunca üç kubbe ile örtülü olan caminin doğusuna dördüncü bir kubbeli mekânla türbe eklenmiştir. Cabir el-Ensar'ın hicretten 16 yıl önce (miladi 607) yılında Medine'de doğduğu, 697 yılında yine Medine'de vefat ettiği kaynaklarda kayıtlıdır. Peygamber Efendimiz ile birlikte bir çok savaşa katılan, Hz. Peygamberin vefatından sonra Şam'ın fethinde bulunduğu bilinen Cabir b. Abdullah'ın, Hz. Ömer zamanında Harran ve Urfa'nın fethine katıldığı ve İmam Bakır hazretleri gibi şehit düşen bir uzvunun gömüldüğü yere bu türbenin (meşhed) ve caminin yapıldığı söylenmektedir. İmam Bakır türbe ve camiinin orijinal şeklinin bozulmuş olmasına karşın Cabir el-Ensar türbe ve camii orijinal şeklini muhafaza etmekte olup 1992 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore etti­rilmiştir. İMAM BAKIR CAMİİ VE TÜRBESİ Harran'ın 3 km. kuzey doğusundaki İmam Bakır Köyü'nde, 12 İmam'dan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır'a atfedilen bir türbe ve yanında yine O'nun adını taşıyan bir cami bulun­maktadır. Anne ve baba tarafından Hz. Fatıma'nın (r.a.) to­runu olan, ilim, irfan ve takvasıyla herkesin saygı­sını kazanan, geniş bilgisinden dolayı "Bakır" laka­bıyla anılan Ebu Cafer İmam Muhammed h. 57 (m. 676) senesinde Medine'de doğmuştur. H. 103 (m. 721) senesinde Hamime'de vefat edince, naşı Medine-i Münevvere'ye getirilerek Cennet-ül Baki Mezarlığı'na defnedilmiştir. Hz. Ömer zamanında Urfa ve Harran'ın fethine katılan (miladi 639) Ebu Cafer İmam Muhammed'in şehit düşen parmağının buraya gömülerek üzerine türbenin (meşhed) yapıldığı ve köye "İmam Bakır" adı verildiği söylenilmektedir. Türbenin batısına bi­tişik bir de cami bulunmaktadır. Kitabesi bulunma­yan her iki yapı son yıllarda betonarme bir şekilde genişletilerek orijinalliğini kaybetmiştir. Harran'daki Mimari Eserler I. Yazılı kaynaklarda geçen mimari eserler Çeşitli kaynaklardan anlaşıldığına göre, Hz. Ömer zamanında İyaz b. Ğanem tarafından 640 yılında fethedilen Harran'da ilk islami eserler inşa edilmeye başlanmıştır. Emevi başkentliği yaptığı dönemde (744-750 II. Mervan zamanı) imar faaliyet­leri hızlanarak şehir mimari eserlerle donatılmıştır. Mervan, 10 milyon dirhem harcayarak Harran'a bir hükümdâr sarayı yaptırmış, Cami el-Firdevs'i (Cennet Camii-Ulu Cami) yeniletmiş ve su kanalları açarak tarımı geliştirmiştir. İmâdeddin Zengi'nin 1127 tarihinde Harran'ı almasından sonra, Zengi'nin oğlu Nureddin Mahmûd ve Selahaddin Eyyûbi zamanlarında şehirde medrese, hastane, çarşı, hamam gibi çok sayıda mimari eserin inşa edildiği, miladi 1175 depreminde zarar gören yapı­lar ile Ulu Cami'nin restorasyonunun yapıldığı yine çeşitli kaynaklarda kayıtlıdır. Onyedinci yüzyılın ortalarında (1650 yılları) Harran'ın harap haline yetişen ünlü seyyah Evliya Çelebi burasını, "Şehir harap, evler toprak olup ka­lesinde insanoğlu kalmamıştır. Ancak kargir cami­leri, han ve hamamları kalıp diğer harap evler içe­risinde çöl arapları kışlamaktadır" cümleleriyle an­latmaktadır. II. Harran kazılarında bulunan ve günümüzde ayakta olan mimari eserler Parlak bir tarih ve ilim geçmişine sahip olan Harran, tarih boyunca bir çok devletin hâkimiye­tine girdiğinden kültürlerin kaynaştığı bir kent ol­muş ve zengin mimari eserlerle donatılmıştır. Ancak, hiç bir zaman Bizans ve Haçlı hâkimiyetine girmeyen Harran'da bu devletlere ait eserler yer almamıştır. Kentin ortasında yer alan höyükte ve sur içer­sindeki harabelerde Sin Mabedi ve üniversite dahil en eski mimari eserlerin temel kalıntıları yer almak­tadır. Harran'ın zengin mimarisinden sadece surlar, iç kale, Ulu Cami, Şeyh Hayat el-Harrânî türbe ve camii ile konik kubbeli evler günümüze kadar ge­lebilmiştir. Harran Höyüğü: Şehrin ortasında yer alan 22 m. yüksekliğindeki höyük oldukça geniş bir alana yayılmıştır. M.Ö. III. binden M.S. XIII. yüzyıla kadar kesintisiz olarak is­kan edilen Harran Höyüğü, içersinde çeşitli devir­lere ait mimari kalıntıları ve bölgenin tarihini gün ışığına çıkartacak belgeleri barındırmaktadır. Sin Mabedi: Babil dönemine ait ünlü Sin Mabedi Harran'da inşa edildiği bilinen en eski anıtsal eserdir. M. Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerinde Harran'daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedi'nde bir ant­laşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M. Ö. II. bininin ortalarına ait Hitit tabletle­rinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran'daki Ay Tanrısı Sin'in ve Güneş Tanrısı Şamas'ın şahit tutulduğu belirtilmektedir. Yeri kesin olarak tespit edilemeyen Sin Mabedi'nin, höyükte, iç kalede ya da Ulu Camii'nin yerinde olduğu konusunda değişik fikirler ileri sü­rülmektedir. Bunlardan İbn-i Şeddad, bu mabedin Ulu Cami'nin yerinde olduğunu, Harran'ın 640 yı­lında İyâd b. Ğanem tarafından fethedilmesiyle bu mabedin camiye dönüştürüldüğünü, Paganistlere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer ve­rildiğini söylemektedir. Harran Üniversitesi: İlk Çağ'dan beri varlığı bilinen ve miladi 718-913 tarihleri arasında (İslâmi dönem) bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşan Harran Okulu'nun (Üniversite) İslâm öncesi ve İslâmi dönemdeki yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir. Tarihi Harran Üniversitesi'nin kuruluşu hak­kında elimizde yeterli kaynak bulunmamaktadır. Harran Şehir Surları: Elips şeklindeki Harran şehri, bazı kaynaklara göre 8, bazı kaynaklara göre 6 adet kapısı, 187 adet burcu olan, kesme taşlardan inşa edilmiş müstah­kem bir sur ile çevrilmiştir. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan hendeğin eskiden su ile dolu olduğu bilinmektedir. Şehrin güney-doğu köşesinde kesintiye uğrayan surların yerini İçkale tamamlamaktadır. Harran surları gü­nümüzde yer yer yıkılmış olmasına rağmen çepe­çevre izlenebilmektedir. Kapılardan sadece Halep Kapısı ayaktadır. Harran Kalesi: Şehrin güney doğusunda yer alan İçkale, surla­rın o kesimdeki parçasını oluşturmaktadır. Harran Ulu Cami: Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde yer alan Ulu Cami, Anadolu'nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii, en zengin taş süslemeli camii olma gibi daha bir çok önemli özel­liklere sahiptir. Çeşitli kaynaklarda "Cami el-Firdevs (Cennet Camii) veya "Cuma Camii" adla­rıyla geçmektedir. Şeyh Yahya Hayat El-Harrani (Hayat b. Kays-Hayat b. Abdülaziz) türbesi ve camii Şeyh Yahya Hayat el-Harrânî, XII. yüzyılda Harran'da yaşamış ve 1185 tarihinde burada vefat etmiş büyük bir İslâm alimi ve mutasavvufudur. XVII. yüzyılın ortalarında Harran'ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Şeyh Hayat'ın türbesinden şu şekilde bahsetmektedir. "Şeyh Yahya (Hayat) ziyaret yeri Harran dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sul­tandır. Harran Kalesi'nin yanında çöl tarafında bü­yük bir kubbe içinde medfundur. Çöl Arapları bu sultana son derece bağlıdırlar. Hatta Araplar ara­sında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap etse ta Basra, Lahsa, Umman, Cezayir, Kurna'dan gelip bu sultanın üzerine "Yahya Hayati'nin başı için" deyip duvara el sürse Allah'a yemin etmiş gibi sayarlar. Bu sultana Yahya Hayati demelerinin aslı, bir seccade üzerinde tahiyatta ve hayatta oturur gibi oturduğundandır." Hayat el- Harrani hazretleri ölümünden sonra da tasarrufu devam eden 4 büyük evliyadan biri olarak kabul edilmektedir. Şeyh Hayat'ın türbesi ve bunun güneyine bitişik olan camisi, Harran şehir surlarının kuzey batı dı­şarısındaki mezarlık alanındadır. Türbe ve caminin günümüze kadar önemli değişiklikler geçirdiği du­var ve payelerdeki izlerden anlaşılmaktadır. Cami ve türbe 1999-2001 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore edilmiştir. Harran'ın Tarihi Mezarlığı: Harran'da biri surların batı dışarısında Şeyh Hayat'ın türbesinin bulunduğu yerde, diğeri surla­rın doğu dışarısında olmak üzere iki mezarlık bu­lunmaktadır. Bunlardan Şeyh Hayat'ın türbesinin bulunduğu mezarlıkta süslemeli şahideler dikkat çekmektedir. Harran'ın tarihteki esas İslâm mezar­lığı surların doğu dışarısında yer almaktadır. Ancak, bu mezarlık tamamen kaybolmuş, sanat de­ğeri olan, süslemeli ve kitabeli şahideler toprak al­tında kalmıştır. Geleneksel Harran Evleri: Harran'ın en çok ilgi çeken yanı, bindirme tek­niğinde yapılmış, külah biçimindeki konik kubbeli evleridir. 1979 yılında arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak tescil edilen ve kubbe evleri korumaya alınan Harran'da, ören yerinden malzeme toplanması, her çeşit inşaat yapılması, kanal açılması yasaklanmış­tır. O tarihlerde 960 adet kubbe sayılan Harran'da bu sayı dondurulmuştur. Bölge iklimine uyumlu, yazın serin, kışın sıcak olan kubbeli Harran evlerinde, tavukların daha çok yumurtladığı, at gibi bazı hayvanların daha uysal olduğu, kuru soğanların çabuk filizlendiği köylüler tarafından söylenmektedir. Bu evlerden bir örnek 1999 yılında Harran Kaymakamı İbrahim Halil Akşit'in gayretleriyle restore edilerek "Kültür Evi" fonksiyonuna kavuş­turulmuş ve turizmin hizmetine sunulmuştur. Ayrıca Kültür Bakanlığı, restore etmek ve kültü­rel fonksiyon vermek üzere bu evlerden 4 adedini satın almıştır. ÇOBAN MAĞARALARI Harran-Han-el Ba'rür yolunun 14. km.'sinde, yo­lun sağ tarafında, bir sıra halinde, yapıları kuzeye bakan 10 adet mağara bulunmaktadır. Yaklaşık 3x3 m. genişliğinde olan ve "arcosolium"ları bulunan bu mağaraların kaya mezarı olarak Roma devrinde yapıldığı tahmin edilmektedir. Ancak çevrede yer­leşme yerinin bulunmayışı, bunların Tektek Dağları'ndaki çobanlar için barınak olarak yaptırıl­mış olabileceğini de akla getirmektedir. BAZDA MAĞARALARI Harran-Han el-Ba'rür yolunun 15. ve 16. km.'lerinde, yolun solunda ve sağındaki dağlarda tarihi taş ocakları bulunmaktadır. Bunlardan 16. km.'de yolun sağındaki köy içersinde "Bazda", "Albazdu", "Elbazde" ya da "Bozdağ" Mağaraları adıyla anılan iki taş ocağı görülmeye değer özellik­ler taşımaktadır. Çevredeki Harran, Şuayb Şehri ve Han el-Ba'rür yapıları için yüzlerce sene taş alın­ması neticesinde her iki mağarada çok sayıda mey­dan, tünel ve galeriler meydana gelmiştir. Bunlardan büyük olanı, yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 metreye va­ran ayaklar bırakılarak ortada meydanlar oluştu­rulmuştur. Ayrıca uzun galeri ve tünellerle dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmıştır. Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephele­rinde taş kesilmesi nedeniyle büyük oyuklar mey­dana gelmiştir. Anadolu'nun belki de en büyük, en gizemli ve gezilmeye değer bu tarihi taş ocağının belli bölümlerinin 1250 yılında "Abdurrahman el-Hakkâri", "Muhammed İbni Bakır", "Muhammed el-‘Uzzar" gibi şahıslar tarafından işletildiği, kayalara yazılmış Arapça kitabelerden anlaşılmaktadır. HAN EL-BA'RUR KERVANSARAYI Harran’ın 20 km. doğusundaki bu kervansarayın bulunduğu yer bugün Göktaş Köyü adıyla anılmaktadır. Tamamı 65x66 metrekarelik bir alan üzerine inşa edilmiş olan kervansarayın kuzey cephesindeki portal kitabesinde h. 626 (m. 1228-1229) tarihinde el-Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Tektek Dağları olarak anılan dağlık bölgede Harran-Bağdat yolu güzergâhında bulunan kervansaray, giriş kapısı, köşe kuleleri, payanda kuleler, mescid (1993’de restore edilip kullanıma açılmıştır), hamam, yazlık ve kışlık bölümleri ile Anadolu Selçuklu kervansaraylarının tüm özelliklerini taşır. Bu kervansarayın ismi olan “Ba’rur” kelimesi Arapça’da “keçi pisliği” anlamındadır. Rivâyete göre, hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle doldurmuş ve “Benden sonra gelenler burayı keçi pisliği ile dolduracaklardır.” demiştir. Gerçekten de bugün kervansaray uzun yıllar ahır olarak kullanıldığı için hayvan gübresi ile dolmuştur. Eyyûbiler dönemine ait bu kervansarayın portal ve mescid dışındaki büyük bölümü harabe durumdadır. ŞUAYB ŞEHRİ HARABELERİ Harran'dan Han el-Ba'rür Kervansarayı'na ula­şan şose yol, kuzey doğuya doğru devamla 10 km. sonra Harran ilçesine bağlı Özkent Köyü adıyla anılan tarihi Şuayb Şehri harabelerine varmaktadır. Bu kentteki mevcut mimari kalın­tıların Roma devrine ait olduğu tahmin edilmekte­dir. Oldukça geniş bir alana yayılan bu tarihi kentin etrafı, yer yer izleri görülen surlarla çevrilidir. Kent merkezinde çok sayıdaki kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Tamamı yıkılmış olan bu yapıların bazı duvar ve temel ka­lıntıları günümüze kadar gelebilmiştir. Halk arasında Şuayb Peygamber'in bu kentte yaşadığına ve kentin adını Şuayb Peygamber'den aldığına inanılmaktadır. Kalıntılar arasındaki bir mağara Şuayb Peygamber'in Makamı olarak ziyaret edilmektedir. SOĞMATAR HARABELERİ Şuayb Şehri'nden kuzeye doğru devam eden şose yol 16 km. sonra tarihi Soğmatar kenti harabe­lerine ulaşmaktadır. Bu tarihi kent, merkez Yardımcı (Sumatar) nahiyesine bağlı Yağmurlu Köyü içersinde yer almaktadır. Köyün ortasında yer alan höyük, Soğmatar'ın milattan önceki çağlara uzanan tarihini gün ışığına çıkartacak belgeleri içersinde barındırmaktadır. Tepedeki duvar ve burç kalıntıları höyüğün M.S. II. yüzyılda kale olarak kullanıldığını kanıtlamaktadır. Soğmatar tarihteki esas ününü; ay, güneş ve ge­zegenlerin kutsal sayıldığı Assur ve Babillilerin poli­teist inancından gelen Pagan (putperest) dinin ve bu dinin baştanrısı (tanrıların efendisi) "Mar alahe" (Marelahe)'nin merkezi olmasından almaktadır. Marelahe'yi temsil eden açık hava mabedi, Soğmatar'daki kalıntıların odak noktasını teşkil et­mektedir. POGNON (Ponyon) MAĞARASI Yüzyılımızın başlarında Fransa'nın Bağdat Konsolosu H.Pognon'un keşfederek yazılarını oku­duğu bu mağara, kalenin 250 m. kadar kuzeybatı­sındadır. Giriş ağzı doğuya bakan bu mağaranın güney, kuzey ve batı duvarlarında, tanrıları tasvir eden tam boy insan rölyefleri ve aralarında Süryânice yazılar bulunmaktadır. Bu kabartmalar­dan birinin başı üzerinde Ay Tanrısı Sin'i sembolize eden "Hilal" kabartması dikkat çekmektedir. KARAHİSAR Soğmatar'ın 13 km. kuzeyindeki bu tarihi yer­leşmede, kale olarak kullanılan bir tepe ve bunun doğusundaki kayalık tepelerde M.S. V. yüzyıla ta­rihlenebilen kaya mezarları ve sarnıçlar bulunmak­tadır. MEHEMEDEY HAN Soğmatar'ın 30 km. kuzeyinde, Urfa-Mardin ka­rayolunun 50. km.sindeki Dağyanı Köyü'nde, Romalılara ait olduğu sanılan ve "Mehemedey Han" (Mehmed'in Hanı) adıyla anılan büyük bir "Hayrat" yer almaktadır. SENEMIĞAR (Senem Mağara-Sanem Mağara) Soğmatar'ın 11 km. kuzeyinde yer alan Büyük Senem Mığar Köyü'ndeki mevcut mimari kalıntılar ve kayadan oyma yapılar, burasının Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında önemli bir merkez olduğunu gös­termektedir. Köy içersindeki tepe üzerinde yer alan, kesme taşlardan yapılmış üç katlı anıtsal yapının bir ma­nastır ya da saray kalıntısı olduğu tahmin edilmek­tedir. 11 km. güneydeki Soğmatar'ın M.Ö. 400-M.S. 200 yılları arasında Paganistlerin merkezi olmasına karşın, Senem Mığara'nın bölgedeki Hıristiyan Süryânilerin önemli merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Zira, Soğmatar'da tanrısal gücü ol­duğuna inanılan gök cisimlerinin heykelleri yerine, Senem Mağara'da Hıristiyanlığın sembolü haç mo­tiflerine yer verilmiştir. BETİK Soğmatar'ın 7 km. kuzey doğusu, Senem Mağara'nın 4 km. güneydoğusundaki Betik (Güzel) Köyü'nde kesme taşlardan inşa edilmiş 8x4 m. bo­yutunda anıtsal bir yapı yer almaktadır. Bu yapının Harran Ulu Camii ile aynı dönemde (744-750 Emevi dönemi) inşa edilmiş küçük bir mescid olabileceği fikrini akla getirmek­tedir. Yapının üzeri sahınlar üzerine kuzey güney yö­nünde yerleştirilmiş büyük taş lentolarla örtülmüş­tür. ÇATALAT (ÇATLAR) Soğmatar'ın 16 km. güneydoğusunda, Viranşehir'e bağlı Çatalat köyünde, V. yüzyıl Roma döneminden kalma yapı kalıntıları bulunmaktadır. Bu kalıntı­lardan birisi yaklaşık 2 m. eninde, 4 m. yüksekliğinde kemerli bir kapıdır. Diğer kalıntı ise büyük bir ya­pının köşe duvarlarına aittir. KASR-ÜL BENAT (KIZLAR SARAYI) Soğmatar'ın 17 km. kuzeydoğusunda, Betik'in 10 km. doğusundadır. Soğmatar'daki Süryânice yazıtlı Kutsal Tepe'nin bir benzeri Kasr-ül Benat'ta bulunmaktadır. Köyün kuzeyindeki bu kayalık tepede 10'dan fazla Süryânice yazıtın bulunması, burayı "Yazıtlı Tepe" olarak adlandırmamıza sebep olmuştur. "Yazıtlı Tepe'nin güney kesiminde ve köyün do­ğusundaki kayalık yamaçta, mağaralar ve kaya me­zarları yer almaktadır. Bunlardan en büyüğü ve işçi­likli olanı "Yazıtlı Tepe"nin güney yamacındaki 8 arkosoliumlu kaya mezarıdır. Kasr-ül Benat yapılarını, IV. yüzyıl son­larına tarihlemek mümkündür. ÇİMDİN KALE Soğmatar'ın 50 km. kuzeydoğusundaki bu tarihi kaleye Soğmatar'dan ulaşılabileceği gibi, Urfa-Mardin karayolunun 61. km.'sinden güneye sapan şose yol ile 9. km. sonra ulaşmak mümkündür. Çimdinkale'nin; 1182-1239 yılları arasında böl­geyi ellerinde tutan Eyyûbiler zamanında savunma ve konaklama amaçlı "Ribat" olarak inşa edildiği tahmin edilmektedir. Şanlıurfa kalesi gibi dört ta­rafı kayadan oyma derin savunma hendeğiyle çev­rili Çimdin Kale'nin üzerinde çeşitli yapı kalıntıları ve bir su ku­yusu yer almaktadır. EYYUP NEBİ KÖYÜ PEYGAMBER MEZARLARI (TÜRBELERİ) Urfa-Mardin karayolu'nun 85. km.sinden ku­zeye sapan asfalt yolun 16. km.sindeki Eyyup Nebi Köyü'nde Eyyup Peygamber, Eyyup Peygamber'in hanımı Rahime Hatun ve Elyesa‘ Peygamber'in me­zarları bulunmaktadır. Bu köyün 400 yıldan beri Eyyup Nebi Köyü adıyla anıldığı vakfiyesinden an­laşılmaktadır. Eyyup Nebi Köyü'ndeki peygamber türbeleri yüzyıllardan beri kutsal günlerde ve bayramlarda, yöredeki binlerce kişi tarafından ziyaret edilmekte­dir. Bu önemli inanç merkezinde, son yıllarda Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Okutmanlarından Mehmet Oymak'ın danışmanlı­ğında, Turizm Bakanlığı ve Şanlıurfa Valiliği'nce geniş ölçekli bir çevre düzenlemesi ve türbe resto­rasyonları gerçekleştirilmiş; her üç türbe arasında yaya yollarıyla bağlantı sağlanarak türbeler alanı ihata duvarlarıyla köy yerleşmesinden ayrılmış ve ağaçlandırılmıştır. Eyyup Peygamber türbesinin batı yakınında bulunan ve O'nun otururken yas­landığına inanılan büyük bazalt taş, bu proje içer­sinde korumaya alınmıştır. Eyyup Peygamber Türbesi Şanlıurfa'ya 100 km. mesafede, Viranşehir ilçe sınırları içersindeki Eyyup Nebi Köyü'nde bulunan Eyyup Peygamber'in türbesi, köyün kuzey yönün­deki höyüğün güney eteğinde, kendi adıyla anılan caminin doğusundaki mezarlık içersindedir. Oldukça harap bir durumda olan türbe, son yıl­larda Şanlıurfa Valiliği'nce tek kubbeli, beşgözlü revaklı ve revakların üzeri üç kubbe ile örtülü ola­rak yeniden inşa edilmiştir. H. 1336 (m. 1918) tarihli Diyarbakır Vilâyet Salnâmesi'nde, türbenin kubbesinin çinko ile kap­landığı ve hademesine maaş bağlandığı kayıtlıdır. Rahime Hatun Türbesi Eyyup Peygamber'in ağır hastalığı ve uğradığı musibetler sırasında O'na büyük bir şefkat ve sa­bırla bakan hanımı Rahime Hatun'un mezarı Eyyup Peygamber türbesinin yaklaşık 500 m. kuzeybatı­sındadır. Kare planlı, tek kubbeli bu mütevazi me­zar anıtı köydeki diğer türbeler gibi, geçtiğimiz yıl­larda Şanlıurfa Valiliği'nce restore edilmiştir. Elyesa‘ Peygamber Türbesi Eyyup Peygamber türbesinin 500 m. güneybatısında yer alan ve oldukça harap bir durumda olan Elyesa‘ Peygamber türbesi, Şanlıurfa Valiliği'nce yeniden yaptırılmıştır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.