-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
TARİHTE ALDIĞI İSİMLER Sihirli bir kürede gibi pembe bir hayal, tarihin geçmiş rüzgarlarının estiği Mardin Kalesindeki gerçek... Mardin, tarihin beşiğine tutulan en anlamlı mercek... Tarihte Mardin için birçok isim kullanılmıştır. Bunlar: Erdobe, Tidu, Merdin, Merdo, Merdi, Merda, Merde, Kartal Yuvası, Kuşlar Yuvası, Maridin ve Mardin Mardin adı hakkında pek çeşitli söylenceler vardır. J.A.Dupre ve J.Von Hammer Mardin kelimesinin savaşçı bir kavim olan Mardeler’le ilgili olduğunu, Mardeler’in İran hükümdarlarından Ardeşir(226-241) tarafından buraya yerleştirildiklerini anlatır. Şehir ve kavim isimleri arasındaki benzerlik, Mazıdağı yöresinde oturan Yezidilerin şeytana tapmaları, eski bir İran ananesinin devamı olarak şerre(kötülüğe) ibadet eden Mardeler’in bu bölgeye yerleştirildiklerinin delilidir. C.Ritter her ne kadar bu ifadeyi naklederse de bu ifadeye şüpheli bakar. Çoğu kaynaklarda Mardin’in gerçek adı “Merdin” diye geçer. Zira halkın çoğu da bugün böyle demektedir. Bu ad “Kaleler” anlamına gelir. Şehirde bir çok kalenin varlığı, şehrin bu şekilde isimlendirilmesini sağlamıştır. Mardin’in kale kavramlarıyla adının bu kadar sık geçmesinin en önemli nedeni de birbirini koruyup kollayan doğal savunma ve gözetleme faaliyetlerini icra eden korunaklı yapıların varlığındandır. Bunlardan bir kaçı: Mardin Kalesi(Kuşlar Yuvası, Kartal Kalesi veya Kartal Yuvası), Eskikale Köyünde bulunan Kalat’ül Mara, Deyrü’zzafaran Manastırının kuzeydoğusundaki Arur Kalesi ve Erdemeşt Kalesi’dir. Arap Tarihçilerinden Vakidi ise, Mardin adının Mate Dinden geldiğini ifade eder. Din isminde Mardin Kalesinde yaşayan ünlü bir rahip, kale komutanı ile dost olur. Komutanla dostlukları uzun sürmeyen rahip, Heraklüs tarafından gönderilen bir kumandan tarafından öldürülür. Kaleye Din öldü anlamına gelen “Mate Din” adı verilmiştir. Vakidi’nin bir başka rivayetine göre, İran Hükümdarlarından birinin Mardin ismindeki hasta oğlunun hava değişimi için geldiği bölgede iyleşmesi nedeniyle Mardin isminin bölgeye verildiğini ifade etmektedir. Bilgilere göre şehrin isminin doğrusuna en yakın rivayet budur. Süryaniler’in elde mevcut el yazma kaynaklarında da bunlara yakın söylemler mevcuttur. VII.yüzyılda İmparator Maoricius(1582-602) devrinin tarihçileri: Theophilaktas, Simotkattes, Procopius ve aynı devir coğrafyacısı Georgius Cyprius başta olmak üzere Mardin adının tarihteki gelişimi için benzer ifadeler kullanmışlardır. Bunların dışında Ermenice kaynaklarda şehrin isminin Merdin, Süryanice kaynaklarında Merdo, Merdi, Marda ve Mardin okunuşlarına rastlanıldığı, Süryani imla farklarının bu kelimenin belirli belirsiz ve çoğul şekillerindeki ayrılıklarından doğduğu ifade edilmektedir. Arap kaynaklarında ise şehir Maridin olarak anılır.
-
GENEL BİLGİLER Yüzölçümü: 12.760 km² Nüfus: 1.154.418 (1990) İl Trafik No: 47 Mardin, mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğunun şiirsel kentlerinden biridir. Mardin'de, farklı dini inanışlar paralelinde, sanatsal açıdan da tarihi değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dini eserler barındırmaktadır. Mardin, İpek Yolu güzergahında olup, 5 han ve kervansaray mevcuttur. İLÇELER: Mardin ilinin ilçeleri; Dargeçit, Derik, Kızıltepe, Mazıdağı, Midyat, Nusaybin, Ömerli, Savur ve Yeşilli 'dir. Kızıltepe: Kızıltepe Mardin'in güneybatısında yer alır. Artuklu ihtişamını yansıtan Ulu camii, Taşköprü, Tarassut Kulesi Şahkullubey Kümbeti, Harzem Harabeleri günümüze kadar ayakta kalan tarihi hazinelerdir. Mazıdağı: Sümerler devrinden beri mesken olduğu tahmin edilir. 50 metrelik bir tepenin üstünde bulunan Dermetinan Kalesi, Sultan Şeyhmus, Pir Hattap Türbeleri önemli ziyaret yerleridir. Zambırhan ve Asrihan iki mağaraları Taş Devrinden kalmadır. Midyat: Mardin'in bu çok önemli ilçesi gümüş işçiliğiyle ünlüdür. El sanatları açısından önemli bir yöre olan ilçe turistik açıdan oldukça çekicidir. İlçenin 18 km. doğusunda bulunan Deyrulumur Manastırı M.S.397 yılında inşa edilmiştir. Nusaybin: Dünyaya ışık tutacak Medeniyetler tarihine yeni bir sayfa açacak Gınnavas Höyüğü buradadır. Morin Şehir Kalıntısı, Morin Kalesi, Dimitros Kalesi, Mor Ambaham Manastırı, Yeni Kale, Şirvan Kalesi, Mor Yakup Kilisesi ve kilisenin 5-6 metre derinlikte bulunan zemin katta Mor Yakup Mezarı, Mor Evgin Manastırı, Mor Yuhanna Kilisesi, Üzüm suyu kanalı, Selman-i Pak, Şeyh Ali Tepesi, Pir Kemal Türbesi, Arap Kışla, Bağdat Köprüsü, Tak-ı Zaferin önemli tarihi yerlerdir. Zeynel Abidin Camisi, Hz. Muhammed' in 13. torunlarından olan Zeynel Abidin ve onun kız kardeşi Zeynep'in türbelerinin bulunduğu ilçenin en önemli camisidir. Ömerli: Asurlar, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Türk İslam Devletlerinin hakimiyetlerinin bıraktığı antik değerler, Ömerliyi zengin kültür merkezi kılmaktadır. Fafah Kalesi, Beşikkaya Harabeleri, Göllü Harabeleri ve merkezde bulunan Kilise Harabeleri görülmeye değerdir. Yeşilli: Mardin merkezinin kuzeydoğusunda yer alan Yeşilli, doğanın cömertçe oluşturduğu yemyeşil bir vadinin içinde mesire yerleriyle ün salmıştır. Romalılar devrinde yapılmış su kanalları, çeşmeler, bentler ve değirmenler görülmeye değerdir. NASIL GİDİLİR? Karayolu : Terminale belediye otobüsleri ve minibüslerle ulaşmak mümkündür. Otogar Tel : (+90-482) 212 15 49 Demiryolu: İl topraklarına Şanlıurfa-Ceylanpınar' dan giren demiryolu, sınırı izleyerek Suriye ve Irak'a ulaşır. Ayrıca Şenyurt kasabasından geçen bu yola Mardin 30 km. hatla bağlıdır. İstasyon Tel : (+90-482) 212 51 36 Havayolu: Haftanın beş gününde (Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe ve Cumartesi) Ankara aktarmalı İstanbul uçak seferleri yapılmaktadır. Hava Limanı Tel : (+90-482) 313 00 00 - 313 27 18 GEZİLECEK YERLER Müzeler Mardin Müzesi Adres: Halk Kütüphanesi Binası Meydanbaşı - Mardin Tel: (482) 212 16 64 Örenyerleri Dara Harabeleri: Mardin'in güneydoğusunda 30 km. uzaklıkta Oğuz Köyü'ndedir. Burası eski Mezopotamya bölgesinin en ünlü kentidir. Dara Kent Kalıntıları, kayalar içinde oyulmuş çevresi 8-10 kilometreyi bulan geniş bir alana yayılmıştır. Buralarda mağara evler vardır. Kent kalıntıları içinde kilise, saray, çarşı ve depoları, zindan, tophane ve su bendi halen görülebilmektedir. Ayrıca köyün etrafında kayalara oyulmuş 6-7 kadar mağara eve rastlanır. Bunların tarihi Geç Roma (Erken Bizans) dönemine kadar gider. Midyat Mardin gibi bir müze kent olan Midyat, Mardin'den yaklaşık 1.5 saat uzaklıkta yer alır. Mardin'e benzer evlerin, taş konakların, kemerli geçitlerin, minare gibi yükselen çan kuleleriyle Süryani kiliselerinin bulunduğu Midyat, bir ortaçağ kentini andırmaktadır. Bölgeyi Süryanilerin yavaş yavaş terk etmesi ve göç almasıyla şehir merkezi 2 km ötedeki Estel'e kaymıştır. Telkari diye bilinen taş işçiliğinin en güzel örnekleri Midyat'taydı. Bir kaç telkari ustası Midyat çarşısında mesleklerini sürdürmekte direniyorlar. Mutlaka izlemelisiniz.... Mardin'in bu çok önemli ilçesi gümüş işçiliğiyle de ünlüdür. El sanatları açısından önemli bir yöre olan ilçe turistik açıdan oldukça çekicidir. İlçenin 18 km. doğusunda bulunan Deyrulumur Manastırı M.S.397 yılında inşa edilmiştir.M.S.640 yılında Hz. Ömer zamanında Arap-İslam ordusu Süryanilerle işbirliği yaparak Mezopotamya'ya girince,özellikle bu eserin korunması için Hz. Ömer' in emri ile ayrıcalık tanımıştır. Manastırda eskiden içinde zengin bir kütüphane bulunmaktaydı. Ayrıca içinde binlerce öğrencinin eğitim aldığı bir teoloji fakültesi bulunmaktadır. Midyat'ta Meşe, Bitim, Antepfıstığı gibi ürünler ve kendine has acur, kavun yetiştirilir. Dünyanın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği kavşak noktasıdır. Kaleler Mardin Kalesi: M.S.975-976 tarihlerinde Hamdaniler tarafından inşa ettirilmiştir. Kalede, cami, hamam, mahzen ve birçok ambar bulunmaktadır. Dara Kalesi: Mardin'in 30 km. uzaklığındadır. Kale, İran Hükümdarı tarafından inşa ettirilmiştir Cami, Kiliseler ve Manastırlar Önemli bir İnanç Turizmi merkezi olan Mardin'de merkezde Ulu Cami, Meryemana Kilisesi ve Patrikhanesi, Mor Yusuf Kilisesi (Surp Hovsep), Deyruülzzafaran Manastırı (Mor Hananya), Deyrulumur Manastırı (Mor Gabriyel), Mor Yakup Manastırı (Nusaybin), Midyat Meryemana Manastırı ve Mor Dimet Manastırı görülmeye değerdir. Medreseler Zinciriye Medresesi: Mardin merkezde olup, 1214 'de inşa edilmiştir. Kasımiye Medresesi: Mardin'in güneybatısında yer alan Medrese, Mardin yapılarının en büyüklerindendir. 1469-1503 yıllarında yaptırılmıştır. Mağaralar Mardin Gızzelin Mağarası (İplik Dokuma), Midyat Linveyri Şifa Mağarası, Mardin Şakolin ve Firiye, Midyat Kefilsannur, Midyat Şenköy Kefilmelep, Kefilmardin, Midyat Hapisnas, Midyat Tınat, Savur Kıllıt, Kızıltepe Hanika ve Salah, Nusaybin Hessinmeryem ve Sercahan, Mazıdağı Gümüşyuva ve Avrıhan, Derik Derinsu, Dırkıp, Haramiye Mağaraları Mardindeki mağaralardır. COĞRAFYA Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Yukarı Mezopotamya havzasında bulunan Mardin, güneyinde Suriye, doğusunda Şırnak ve Siirt, kuzeyinde Diyarbakır ve Batman, Batısı Şanlıurfa ile çevrilidir. Mardin dağlarının, Mazıdağı, Derik, Midyat, Savur ve Nusaybin yörelerine sokulan yüksek kesimlerinde, Meşe ağaçlarından oluşan topluluklara rastlanır. İklim olarak Akdeniz iklimi ile karasal iklimin ortak özelliklerine sahiptir. Yazları çok sıcak ve kurak, kışları ise yağışlı ve soğuktur. TARİHÇE Fırat ve Dicle nehirleri arasında Mezopotamya bölgesinde, tarih boyunca pek çok medeniyet yerleşmiştir. Bir dağın tepesinde kurulmuş olan Mardin, Yukarı Mezopotamya'nın en eski şehirlerinden biridir. M.Ö.4500' den başlayarak klasik anlamda yerleşim, gören Mardin, Subari, Sümer, Akad, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Bizans, Araplar, Selçuklu, Artuklu, Osmanlı Dönemi'ne ilişkin bir çok yapıyı bünyesinde harmanlayabilmiş önemli bir açık hava müzesidir. NE YENİR? Mardin'in çok özel yöresel yemekleri mevcuttur. Özellikle kıbbe, çiğ köfte, keşkek, zerde, cevizli sucuk, helva çeşitleri, cevizli tatlılar yenebilir. NE ALINIR? Mardin'in meşhur telkari gümüş işlemesi alınabilir. YAPMADAN DÖNME Mardin Müzesi, Deyrulzaferan Manastırı ile Kasımpaşa Medresesi görmeden, Badem şekeri, leblebi, ceviz sucuğu tatmadan, Telkariden gümüş işleme almadan, Kiraz Festivaline gitmeden ...Dönmeyin.
-
BOTAN (ULUÇAY) Nordüz Platosu’nu batıdan kuşatan Siirt-Hakkari ve Siirt-Van sınırlarını oluşturan yüksek dağlardan kaynağını alan bu akarsu,önce batıya,sonra kuzey batıya doğru akar. Suyu iyice bollaşan Botan Suyu dar ve derin bir vadi oymuştur. Vadi tabanıyla dağ'' ların dorukları arasındaki yükselti farkı 1.000 m.’ye ulaşır. Akarsu, Pervari yöresinin sularını toplayan Çatak Çayı ve Bitlis’in doğusundaki dağlık yöre ile Doğruyol, Kapılı ve Kuran Dağları sularını toplayan Büyükdere’yle Çukurca da birleşir. Burada Botan Suyu adını alır. Batı yönünde akan Botan Suyu (Uluçay), Aydınlar İlçesi ve İl Merkezi’nin doğusun dan geçer. Bostancık yöresine ulaşır. Burada, doğudan Eruh yöresinin sularını toplayan Zorava Çayı’nı, kuzeyden Muş Güneyi Dağları’nın sularını toplayan Bitlis Çayı’nı alır. Bitlis Çayı, Botan Suyu’na karışmadan önce, Kavuşşahap Dağları’nın sularını toplayıp gelen Pınarca Çayı ile birleşir. Botan Suyu bu iki önemli akarsuyla birleştikten sonra, Çat Tepe’de Dicle Irmağı’na katılır. Yüksek dağlardaki kaynaklarla, kar örtülerinin ağır ağır erimesi ile ve yağmurlarla beslenen bu büyük çay her mevsimde bol su taşır. İlkbahardan yaz ortalarına kadar geçirdiği su, saniyede ortalama 100-300 m3’tür. Nisan ve Haziranda bu miktar 400-600 m3, Mayıs’ta 700-1000 m3’ü bulur, hatta arasıra bunu geçtiği de olur. Böyle zamanlarında Dicle’den de büyük bir ırmak görünümündedir. En çekilmiş olduğu yaz sonu ve güzün bile derinliği yine 1 m.’den çoktur ve yatağındaki su miktarı 60 -80 m3’ten aşağı düşmez. Bu ırmağın birçok yerinde hidroelektrik santrali kurma incelemeleri yapılmıştır. Kıyıdan kıyıya ancak kayıkla geçilebilir. Botan Irmağı çok yerinde dar ve derin dik inişli vadiler den geçer. Yolu boyunca alçak düzlükler azdır ve sulama da yararlı olamamıştır. Botan Irmağı’ nın Dicle’ye karıştığı yer yakınında Dicle Nehri keskin bir dirsekle güneye döner.
-
BITTIM SABUNU "Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Siirt ilinde tamamen ilkel yöntemlerle üretilen bir sabundur. Yabani fıstık kabuğundan üretilen sabun saç için olduğu gibi cilt içinde kullanılabilir Siirt'in dünyaca meşhur sabunu. Yabani fıstık (bıttım) ve melengiçten elde edilir. Hiçbir katkı maddesi kullanılmaz. Saç dökülmelerine ve kepeğe karşı çok etkilidir. Saçları besler yumuşatır. Özellikleri: El yapımıdır. Saçları besler. Saç dökülmesini önler. ince ve kırılan saçları güçlendirir. Saçlara tabi parlaklık ve canlı bir görünüm kazandırır. Kuru saçları nemlendirir. Saç diplerinde bakteri oluşumunu engeller. Kepek oluşumunu giderir. Kaşıntıya iyi gelir. Bıttım (Menengiç) Nedir? Bıttım yörelere menengiç, çitlenbik, çedene, çıtlık, çitemik gibi farklı isimlerle anılır. Bıttım, sakız ağacıgiller familyasından yaprak döken bir çalı türüdür. Bitki olarak ise fıstık ağacına benzerlik gösterir. Daha çok Güneydoğu Anadolu Bölgesi’de yetiştirilir kahve ve sabun üretiminde bu bitkiden faydalanılmaktadır. 6-9 m’ye kadar boylanır. Karşılıklı dizilmiş bileşik yapraklar 5-11 parlak yaprakçıktan oluşur ve reçine kokusu verir. Kırmızımsı mor renkli çiçekler Mart ve Nisan aylarında görülür. Mürekkep meyve küçük, küre biçiminde olup olgunlaşınca yeşil ve maviye dönüşür. Tohumlar Eylül-Ekim aylarında olgunlaşır.
-
SİİRT BATTANİYESİ Güneydoğu Anadolu’nun bölgesel özelliğini taşıyan Siirt’in en önemli el sanatlarından biri olan “Siirt Battaniyesi’” tiftiğin iğ ile eğrilmesi, elde yapılan ipliklerin mahalli tezgahlarda dokunması ve bu dokumanın tarak vurularak tüylendirilmesi ile oluşur. Siirt’e gelen herkese battaniye ısmarlamak, Siirt’ten ayrılana da, hediye etmek gelenek haline gelmiştir. Yüzyılı aşan bir geçmişe sahip olan Siirt Battaniyesi, Cumhuriyet dönemine kadar 40-20 cm eninde dokunurken, tezgahlarda, sergi ve örtü olarak kullanılabilecek ebatlarda da dokunmaya başlanmıştır. Başlangıçta sadece abacılıkta kullanılan bu el sanatı, daha sonra battaniye, seccade dokumacılığı olarak devam etmiş ve bugün daha da gelişerek manto, atkı, başlık, turistik heybe, çanta, divan örtüsü, kırlent ve çeşitli süs eşyaları ile adını duyurmuştur. Her tezgahta tek kişilik battaniyeden günde sadece bir adet dokunabilmektedir. Aynı dokuma sistemi ile heybe, seccade, atkı ve manto, kaban, yelek gibi ürünler de elde edilebilmektedir. Büyük emeklerle imal edilen Siirt battaniyesi ve ürünleri başta Amerika olmak üzere dünyanın bir çok bölgesine ihraç edilmekte, buralarda yüksek fiyattan alıcı bulmakta ve götürüldüğü yerlerde kısa bir süre içinde tükenmektedir. Özellikle turistik çevrelerde geniş bir pazar imkânı bulan bu el sanatı, el tezgahlarında dokunuyor. Ancak; eski bir el sanatı olan Siirt battaniyesi, hammaddesi olan tiftiğin pahalı olması nedeni ile daha az tercih ediliyor. 1985 yılında 200 olan tezgah sayısı bugün 50’ye düşmüştür. Battaniyenin ana maddesi olan tiftik, tiftik keçisinden kırkılarak elde edilir. Ayrıca keçi kesiminden sonra, deriden kesilen tiftikler de battaniye dokunmasında kullanılır. Kırkımdan sonra tiftik, yumaklar halinde satışa çıkarılır. Tiftik, battaniye esnafı tarafından renklere ve cinslerine göre ayrılır. Tiftiğin beyaz, siyah, kahverengi, sansar, deve tüyü gibi renkleri vardır. Bunların işlenmesinde herhangi bir boya kullanılmaz. Battaniyeler tek ve çift kişilik olarak 2 kez üretilmektedir.
-
SİİRT FISTIĞI Siirt fıstığının en önemli özelliği lezzeti ve iriliğidir. Siirt fıstığının Birkaç yıl öncesine kadar bölgesel pazarlarda pay bulabilen fıstığımız artık dünya pazarlarında pazarlanmaya başlandı. "Siirt fıstığı, coğrafi özellikleri ve adaptasyonu bakımından antepfıstığından daha lezzetli ve daha iridir. Bu bölgede uzun yılları aşan sürelerde yetiştiriciliğinin yapıldığı bilinmektedir" "Siirt fıstığı, kendi ikliminde doğal olarak yetişmektedir ve orman örtüsü içinde sıkça bulunmaktadır. Bu veriler de şunu göstermektedir ki Siirt fıstığı, Antepfıstığı'ndan çok farklı bir üründür. Siirtte pek çok ailenin geçim kaynağıdır. Siirt fıstığının içeriği, karbonhidrat-yağ dengesi açısından incelendiğinde insan sağlığı için istenen değerlere sahiptir. Siirt fıstığı genel olarak enerji hapı olarak tabir edilir. Siirt fıstığının alınması önemli miktarda enerji-protein açığını kapatır. Siirt fıstığının diğer bir önemli özelliği mineral maddelerce zengin olmasıdır. Siirt fıstığının 100 gramında 131 mg kalsiyum vardır. Özellikle kalp damar riski olanların diyetinde yeterince yer almalıdır. Çünkü kalsiyum kan basıncını düzenleyici etkiye sahiptir. Bundan başka kalsiyum ve fosfor, kemik ve diş sağlığı açısından önemlidir. Mineral maddelerden demir miktarı 100 gr Siirt fıstığında 7, 3 mg’dır. Bu oran diğer sert kabuklu meyve türleriyle etteki demir içeriğinden iki kat daha fazladır. Bu zenginliğe sahip Siirt fıstığını tüketilen besinlerimiz arasına katarsak vücuttaki kansızlık önlenir. Kan yapımına yardımcı olan demir vücuda yeterli miktarda alınmış olur. Siirt fıstığının insan sağlığı açısından önemli bir yer tutmasının başka nedeni de vitaminler bakamından oldukça zengin olmasıdır. Bilindiği gibi vitaminler, vücudun büyümesi, gelişmesi, canlılığını sürdürmesi ve sağlığının korunması yönünden önemlidir. Siirt fıstığı vitamin A, E, C, B, B1, B6 yönünden zengin bir içeriğe sahiptir.
-
ZİVZİK NARI İnsan sağlığına olan faydalarını saymakla bitirmek mümkün değil. Onun sadece meyvesi değil, çiçeği, çekirdekleri, suyu ve kabukları da çeşitli karışımlar halinde tıbbi olarak kullanılır. Narın en önemli özelliklerinden biri genel damar sağlığını, özellikle de kalbi koruma özelliğidir. Narın, damar tıkanıklıklarını %44 oranında gerilettiğini söyleyen bilim adamları, narın ‘ACE’ denilen enzimi engelleyerek tansiyon düşürücü etkisinin de olduğunu ortaya çıkarmışlardır. İnsanlar üzerinde yapılan bir araştırma sonucu 2 hafta boyunca günde 50 ml nar suyunun, tansiyon artıran enzimi yüzde 36 düşürdüğünü göstermiş bu sayede tansiyonu yüzde 5 düşürdüğü belirlenmiştir. Ayrıca narın, kalp çarpıntısına iyi geldiği ve içerdiği bazı maddeler sayesinde kolesterol düzenleyici özelliği olduğu belirtilmektedir. Araştırmacılar; nar çiçeğinin (Gülnar) Hindistan’da şeker hastalığında kullanıldığını ve kan şekerini dengeleyen özellikleri olduğunu tespit etmişlerdir. Adeta bir ‘ilaç’, hatta antibiyotik özelliği olan nar, özellikle bağışıklık sistemini güçlendirerek pek çok hastalıktan korumaktadır. Latince adı ‘Punica Granatum’ olan nar, özellikle içerdiği antioksidanlar sayesinde vücudun savunma sistemini güçlendirmektedir. Narda, kansere karşı koruyucu ve kanser hücrelerinin de gelişmesini engelleyici antioksidanlar bulunmaktadır. Nar suyundaki antioksidan miktarı yeşil çay, kızılcık ve portakal suyuna göre 3 kat daha fazladır. 1 bardak nar suyu, 10 bardak yeşil çay ve 4 bardak kızılcık suyu ile aynı seviyede antioksidan madde içermektedir. Son günlerde nar suyuyla ilgili yapılan araştırmalarda, cilt kanserine ve erkeklerde prostat kanserine karşı koruyucu etkisi olduğunun görüldüğünü söyleyen uzmanlar, kış mevsiminde portakal, mandalina ve limonun yanı sıra narı da taze şekilde veya suyunu sıkarak tüketmenin önemli olduğuna dikkat çekmektedirler. Narın meyve kabuğu ekstresinin güçlü virüs ve mikrop öldürücü özelliği bulunmaktadır. Bu sayede Nar meyvesi kabuğu, ishale karşı (%15’lik) çay halinde kullanılabilir. Kabuğunun suyu cilt üzerinde enfeksiyon ve yara iyileştirici etki de gösterdiği belirlenmiştir. Nar meyve kabuğu tanenlerinin antioksidan ve anti tümör etkileri de bilinmektedir. Nar ağacı kabuğu çok eskiden beri bilhassa bağırsak şeritlerine (tenyalara) karşı kullanılır. Yalnız zehirlenmelere yol açabileceğinden dikkatli olunmalıdır. Bu amaçla yapılan ilaçlar tenya düşürmek için kullanılır. Nar, potasyum ve demir açısından da çok zengindir. Aynı zamanda C vitamini deposudur. Yapılan araştırmalara göre narda, serbest radikallere karşı güçlü etkisi olan çeşitli vitaminler, minareler, enzimler mevcuttur. Tatlı nar midede çabuk çözüldüğü için hazmı kolaydır. Ayrıca tatlı nar mideyi kuvvetlendirir, boğaza ve akciğerlere faydalıdır, öksürüğe iyi gelir. Ekşi nar ise mide yanmalarına karşı faydalıdır, diğer narlardan daha fazla idrar söktürür, ishali ve kusmayı keser, karaciğer hararetini söndürür, kabızlığı giderir, mide ağzındaki ağrılara iyi gelir. Suyu zarıyla birlikte çıkarılıp bal ile merhem kıvamına gelinceye kadar pişirilip diş etlerine sürüldüğünden diş eti tahrişine iyi gelir. Dolama / tırnak iltihabı ve cerahatli yaraların tedavisinde nar çekirdeğinin balla birlikte karıştırılarak merhem halinde tatbik edilmesi tavsiye edilir. Nar çiçeği de yaralar için kullanılır. Nar burun poliplerine faydalı olma gibi yararları yanında kan yapıcı, enerji verici özelliği de vardır. Et kısmı ile sıkılıp içilirse, safra söker, pekliği giderir. Nar yararlarıyla ilgili pek çok bilimsel çalışmanın olduğunu söyleyen bilim adamları, özellikle de enfeksiyon hastalıkları açısından risk altında olduğumuz bu kış aylarında bol bol nar tüketmeyi öneriyorlar. Ancak içerdiği bazı kimyevi maddeler yüzünden, küçük çocukların ve hamilelerin fazla kullanmamaları tavsiye edilir.
-
PERVARİ BALI Pervari ilçesinin yöresel ürünleri arasında en önemli olanı şüphesiz ki çok eski zamanlardan bu tarafa haklı bir şöhrete sahip olan Pervari Balıdır. Pervari balı diğer ballardan ayrılan bir çok özelliğe sahiptir. Bu bal geleneksel usullerle karakovan ve örme sepetlerde üretilmektedir. Pervari karakovan balının önemli bir özelliği gerek örme sepetlerin, gerekse bir metre uzunluğunda, 30 cm. kalınlığında yuvarlak dut ağacının içi oyularak yapılan kara kovanların içine, temel petek konulmamasıdır. Diğer suni peteklerden farklı olarak, arıların içini doldurdukları temel petek te arılar tarafından yapılmaktadır. Bu sebeple karakovan balının peteği de rahatlıkla yenilebilir ve şifalıdır. Pervari Balı diğer birçok yöremizde üretilen sarı renkli ballara göre daha beyaz renklidir ve orijinal Pervari Balının üretiminde kesinlikle şeker, yem ve hiçbir katkı maddesi kullanılmamaktadır. Pervari Balı'nın, kalp, karaciğer, bağırsak, mide, tansiyon, kan dolaşımı ve damar hastalıklarına iyi geldiği bilinmektedir. Sigara içenlerin yemek borusunu temizlemek için de tercih ettiği balın, afrodizyak etkisi de vardır. Bu özellikleri sebebiyle Pervari Balı ülkemizde şifa kaynağı olarak görülen ve aranan birkaç baldan birisidir. Lezzeti, şifası ve kalitesiyle aranan bir bal olan Pervari Balı Osmanlı Sarayında da tüketilen bir bal olarak bilinmektedir. Yazar M.Lütfi İKİZ anılarında Paris’te sürgünde bulunan Osmanlı Padişahlarından Sultan Abdülhamid’in oğlu Abid Efendi’ye sürgüne gönderilmeden önce sarayda yaşarken çok sevdiğini bildiği Pervari Balını göndermeyi ihmal etmediğini anlatmaktadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, kendisiyle röportaj yapan Hasan Kaçan'a, 'Enerjimi Pervari Balına borçluyum' dediği bu balın sırrı, Siirt'in Pervari İlçesi'ndeki Yazlıca (Herekol) Dağının taze çiçeklerinden gelmektedir. İlçede 600 metre ile 3000 metre arasında değişen yükseltiler çok zengin bir flora kaynağı sunmaktadır. Üçgül, yonca, adaçayı, kekik, ballıbaba, peygamber çiçeği, geven, engerek otu, sığır dili, fiğ, kenger gibi yüzlerce çiçek ve bitkilerin oluşturduğu flora çeşitliliği ve nektarlı bitki bolluğu da balın kalitesini etkileyen çok önemli faktörlerdir. Pervari Balının çok eski tarihlerden bu tarafa tanınması, halkımızın bu bala olan ilgisi sebebiyle yöre balının korunması, istismarının önlenmesi amacıyla Türk Patent Enstitüsüne başvurulmuştur. Pervari Balı, 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 12. maddesi gereğince 27.07.2003 tarihinden geçerli olmak üzere Türk Patent Enstitüsü tarafından tescil edilerek korumaya alınmış ve bu karar 27.07.2003 tarihli Resmi Gazetede ilan edilmiştir. Pervari Balı bu anlamda korumaya alınan ilk bal olma özelliğini taşımaktadır.
-
TÜRBE HÖYÜK KAZILARI Türbe Höyük, Siirt il merkezine 27 km. uzaklıkta ve Siirt’in güneyinden akan Botan Nehri’nin kıyısında yaklaşık 100 x 40 metre boyutlarında yeralır. Höyük, Botan Nehri’nin Dicle Nehri ile birleştiği noktadan 2 km kadar kuzeydedir. Bu konumu nedeniyle Botan Vadisi boyunca kuzeye veya güneye ulaşılan önemli bir geçiş noktasında bulunmaktadır. 2002 yılı çalışmaları Türbe Höyük kazısının ilk yılı olmasından dolayı höyüğün topografik planı çıkartılmış, höyüğün batı ve doğusunda toplam 6 açmada kazı çalışmaları sürdürülmüştür. Ayrıca höyüğün batısında Botan Nehri boyunca uzanan yaklaşık 80 m. uzunluğunda ve yaklaşık 3 m. kalınlığındaki sur duvarlarında da temizleme çalışmaları yapılmıştır. 1, 2 ve 3 no’lu olarak adlandırdığımız açmalarda tabakalanmayı anlamak açısından kuzey-güney doğrultusunda höyüğün en yüksek noktasından güneye doğru devam etmiştir. Batı tarafta bulunan 4, 5 ve 6 no’lu açmalar ise sur duvarını ve duvarın arkasında bulunan yapıları açığa çıkartmaya yönelik gerçekleştirilmiştir. Türbe Höyük 2002 - Kazıdan Önce Türbe Höyük 2006 - Kazıdan Sonra Türbe Höyük adından da anlaşılacağı gibi höyük üzerinde bulunan mezarlardan dolayı yerel olarak bu isimle bilinmektedir. Bu nedenle, kazı yapılan tüm alanlarda çok sayıda Ortaçağ mezarı ortaya çıkartıldı. Ortaya çıkartılan iskeletlerin büyük kısmı çocuk iskeletleri olup, genellikle doğu-batı yönüne sırtüstü yatırılmışlardır. İskeletlerden bazılarının üzerinde 4 veya 5 taş sırasından oluşan plaka taşlar bulunmaktadır. Bazı iskeletlerin kollarında ve boyunlarında cam boncuk ve bilezikler ortaya çıkartılmıştır. Höyük üzerinde Ortaçağ’a tarihlenebilecek mimari tabakalar veya keramik bulunmamasından dolayı, höyük alanının Ortaçağ’da yalnızca mezarlık alanı olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Ortaçağ mezarlarının hemen altında, iskeletler tarafından kısmen tahrip edilmiş taş yapılar ortaya çıkartıldı. Bu taş yapılar höyüğün batısını çevreleyen 80 m uzunluğundaki sur duvarı ile birlikte yapılmışlardır. Sur duvarının doğusunda bulunan mekanların duvarları, aynı zamanda sur duvarlarına destek görevi görmektedir. Sur duvarı ve doğusunda bulunan mekanların yapımı için açılan temel çukurları da höyük üzerindeki erken tabakaların tahrip olmasına neden olmuştur. Sur duvarının doğusunda bulanan yapıların taş duvarları 2 m'ye kadar korunmuştur. Bu mekanlardan birinin içinde kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan ve yapım tekniği açısından aynı özelliklere sahip olan bir mekan ortaya çıkartıldı. Bu mekanın varlığı surun arkasında bulunan yapıların en azından iki evreli olabileceğini ve erken evrede yerleşimin surla çevrili olmadığını göstermektedir. Sur duvarı höyüğün güney kısmında köşe yaparak bitmektedir. Bu alanda tabanı küçük dere taşları ile döşeli küçük bir bölümün sur ile çevrili yerleşim alanına giriş için kullanıldığını düşünmekteyiz. Sur duvarı ve arkasında bulunan yapılar için yapılan ilk gözlemler Roma Dönemi öncesine tarihlenebileceğini göstermektedir. Kazı çalışmaları boyunca yoğun olarak Halaf ve Ubaid Dönemi’ne tarihlenen keramikler ortaya çıkartılmasına rağmen mimari olarak bu tabakalara ulaşılamamıştır. Özellikle iskeletlere ait mezar çukurlarının kazılması sırasında yüzeye çıkan keramiklerle birlikte yine bu dönemlere ait işlenmiş ve işlenmemiş çok sayıda çakmaktaşı ve obsidyen alet bulunmuştur. Bu nedenle Botan Vadisi’nin, Van Gölü civarında bulunan obsidyenin güneydeki bölgelere, Halaf ve Ubaid kültürünün ise kuzeye yayılımı açısından önemli bir geçiş yolu olduğunu söyleyebiliriz. Türbe Höyük bu stratejik konumunu özellikle İ.Ö. 5. ve 4. Bin boyunca sürdürmüş görünmektedir.
-
TARIM Bugün Siirt ve ilçelerini kapsayan yerleşim bölgeleri, tarih boyunca gelenek olarak aşiretlerin yaşama alanları olduğu için tarımsal üretimde önemli bir gelişmeye sahne olmamıştır. Bu konudaki ekonomik verileri Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda yayımlamış olduğu devlet ve vilâyet salnameleri ve ünlü Fransız araştırmacı Vital Cuinet’in La Turquie d’Asie adlı önemli eserinde bulmaktayız. Tarımsal üretimle ilgili olarak 1874 Diyarbekir Vilâyet Salnamesi’nde o dönemde Diyarbekir’e bağlı olan Siirt Sancağı’nda, 1.350.000 kilesini (ölçek) buğdayın oluşturduğu toplam 3.060.000 kile tahıl üretildiği belirtilmektedir. Aynı salnameye göre tahıldışı tarım ürünlerinin başında kuru üzüm, kişniş üzüm, soğan ve boyacılıkta kullanılan nar kabuğu gelmektedir. Bu dönemde kökboya üretimi ile hayvan yemi olarak kullanılan ama bugün farklı kullanım alanlarına sahip mazu da önemli gelir kaynaklarıydı. Cuinet, özellikle 1890’larda Bıttım üretiminin yılda 150 bin okkayı bulduğuna işaret etmektedir. Aynı yıllarda Siirt ve çevresinde bağcılık da önemli bir gelir kaynağıydı. Meşhur Bineteti ve Tayfi üzümlerinden elde edilen kuru üzüm, pekmez (dibs) ve pestil (harire) ile birlikte Pervari’nin ünlü Zivzik narından yapılma nar ekşisi (habrımman) ile boyacılıkta kullanılan nar kabuğu o dönemin koşullarına göre yöre halkının hem ihtiyaçlarını karşılıyor hem de önemli girdiler sağlıyordu. Bu dönemde Siirt ve yöresinin bir diğer önemli geçim kaynağı, hayvancılık ve bundan sağlanan gelirlerdi. Tüm bu bölgede varolan aşiret yapısından dolayı koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların oluşturduğu hayvansal üretimde peynir, önde gelen bir üründü. Özellikle çok değişik bir tadı olan Siirt Otlu Peyniri (sirike), günümüzde de benzerlerinden farklı lezzetini korumaktadır. Bunun yanısıra aynı dönemde tiftik üretimi de önemli bir gelir kaynağıydı. 1869 Diyarbekir Salnamesi’nden alınan verilere göre, üretilen 100 bin ölçek tiftiğin 75 bin ölçeği dışarı satılmaktaydı. Tiftiğin yanısıra yapağı ve özellikle Pervari’de üretilen bal ve balmumu da yörenin sayılı gelir getirici ürünleriydi. Cuinet, 1890’da Siirt ve yöresinde 81.273 koyun ve 79.289 keçi bulunduğunu belirtmekte ve bu konuda Garzan, Şirvan ve Eruh’un en zengin merkezlerden olduğuna işaret etmektedir. Bu konuda yaklaşık olarak aynı verileri Siirt’in daha sonra bağlandığı Bitlis’in 1892 Vilâyet Salnamesi’nde de görebiliriz. CUMHURİYET DÖNEMİNDE TARIM Siirt, Osmanlı döneminde varolan kapalı ekonomik yapısını Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da sürdürdü. Özellikle ulaşım imkânlarının sınırlı ve il merkezinin ticari yolların uzağında oluşu şehrin gelişimini olumsuz yönde etkiledi. 40’lı yıllarda il sınırları içinde petrolün bulunması, 1944’te demiryolunun Kurtalan’a kadar uzatılması, karayolu bağlantılarının artması vb. etkenler 50’li yıllardan sonra gelişimi bir ölçüde hızlandırdı. Bu tarihten sonra tarımsal üretim içinde hayvancılıktan sağlanan gelir, bitkisel üretimin artışıyla ikinci plana düşmeye ve modern tarım tekniklerinin gelişmesiyle birlikte verim yükselmeye başladı. Özellikle 1950’den sonra ekilebilir tarım arazilerindeki gelişme 1970’lerden sonra 100 bin hektarın üzerine çıktı. Bugün Siirt’te tahıllardan en çok ekilen buğday olup, arkasından arpa ve az miktarda pirinç gelmektedir. Ancak bütün bu ürünlerin Türkiye genelindeki payı oldukça düşüktür. Son dönemde idari yapılanmada yapılan değişiklikle, Batman ve Şırnak’ın il yapılması, Siirt’in tarım arazisini daraltmış, doğal olarak bu değişiklik tarımsal üretime etki etmiştir. Bugün toplam arazinin yüzde 14’ünü oluşturan tarım topraklarının 62.721 hektarı kuru, 4200 hektarı ise sulu tarıma ayrılmış bulunmaktadır. Siirt İl Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü’nün son raporuna göre ilimizde yıllık buğday üretimi 45 bin ton, arpa 22 bin ton, kuru mercimek ise 7200 ton olarak gerçekleşmektedir. Şehrimizin önemli bir gelir kaynağı olan ünlü Siirt fıstığı üretimi de yılda 2 bin tona yaklaşmıştır. Son yıllarda az da olsa bir gelişme kaydeden sulu tarımla birlikte, sağlanan teşvikler sonunda meyve ve sebze üretimi artmış, sulanan arazilerde pamuk ve tütün üretimi gelişmiştir. Siirt’te doğal olarak yetişen meyan kökü üretimi ise yıllardır süren çabalara rağmen beklenen düzeye ulaşamamış, yıllık üretim 3-4 bin tonda kalmıştır. Tarımda kullanılan alet ve makina sayısında sözkonusu nedenlerden dolayı fazla bir artış görülmemiştir. Bugün hayvancılık, Siirt’in önemli bir gelir kaynağı olmasına rağmen, üretimde gerekli modernizasyonun gerçekleşmemesi, ürünlerin pazarlanmasında yaşanan güçlükler ve daha başka nedenler yüzünden istenen bir düzeyde değildir. Bunda, hiç kuşkusuz yıllardır bölgede Kürt sorunu nedeniyle yaşanan çatışmaların, özellikle hayvancılığı olumsuz bir yönde etkilemesinin payı çok büyüktür. Ancak buna rağmen geliştirilen bazı projelerle birlikte, yetersiz de olsa kooperatifçilik özendirilmiş ve özel fonlarla hayvancılığa destekler sağlanmıştır. Ünü sadece Türkiye’de değil tüm dünyada duyulmuş Pervari balıyla birlikte Eruh ve Şirvan’da da gerçekleştirilen bal üretimi ise son yıllarda az bir artışla yılda 80 tona ulaşabilmiştir.
-
SİİRT MİMARİSİ Siirt ilinin doğası, çevresindeki Botan Suyu, Reşan Çayı ve Akdağ’ın yamaçları sivil mimarisini de etkilemiştir. Ayrıca iklim koşulları da yapılanmada büyük rol oynamıştır. Siirt’in ilk kurulduğu ana merkez olan Akdağ yamaçlarındaki eski mahallelerdeki evler günümüze gelebilmiştir. Bunlar dar sokaklar boyunca sıralanmış, kalın ve yüksek duvarların arkasındaki evlerdir. Çoğunlukla bu duvarların kalın ve yüksek oluşunun nedeni yazın sıcağından, kışın da soğuğundan korunmaktır. Ayrıca evlerin dikdörtgen pencerelerinin çok küçük ölçüde oluşlarında da yine iklimin etkisi bulunmaktadır. Siirt evlerinde kapalı bir yaşam biçiminin etkisi açıkça görülmektedir. Evlerin kalınlığı 50-120 cm. arasında değişen yığma tekniğinde moloz taş duvarları Cas denilen bir nevi sıva ile sıvanmıştır. Siirt sivil mimarisinde yaygın biçimde kullanılan Cas şehrin çevresinden sağlanan alçı taşının fırınlarda yakılıp öğütülmesi ile elde edilmiş bir kaba, alçı sıva türüdür. Bunun çabuk sertleşmesinden ötürü evlerde sık görülen kubbelerin kalıp dökülmeden yapılmasında büyük etken olmuştur. Bununla beraber dayanıksızlığından ötürü de nemden etkilenmiş ve sürekli onarıma gereksinim göstermiştir. Siirt evlerinde ahşap malzemeye fazla yer verilmemiştir. Bunun nedeni de yörede ağacın az olup, taşın bol olmasıdır. Mimaride kubbelere, yuvarlak kemerlere ve tonozlara yer verilmiştir. Özellikle yuvarlak çizgiler yapılanmada etken olmuştur. Yöreye özgü değişik bir kubbe türü ortaya çıkmıştır. Kubbelerin, tonozların dikey boşluklarına Kambik denilen içerisi boş toprak kaplar yerleştirilmiştir. Böylece dolgularda ağırlıklar azaltılmıştır. Çoğu kez de kubbe ve tonozların üzeri dolgularla düzleştirilmiş ve yaz aylarında üst örtüler kullanılabilir konuma getirilmiştir. Siirt sivil mimarisinde zengin kesimin evleri harem ve selamlık olarak bir avlu içerisinde yer almış, bunların ayrı ayrı kapıları olduğundan da erkek ziyaretçilerin harem bölümünü görmeleri engellenmiştir. Evlerin girişinde ortadaki ana bir avlu etrafında zemin katlarda mutfak, tandır ve depolar, üst katlarda da yine bir sofanın çevresinde odalar sıralanmıştır. Evlerin dış cephelerinde katları birbirinden ayıran silmelere yer verilmemiş, düz duvarlar üzerinde sıralanmış küçük pencere sıralarına dayanılarak evlerin kat sayısı anlaşılmıştır. Odaların içerisinde ahşap malzemeye yer verilmemiştir. Döşemeler bile Castan yapılmış, üzerleri kalın hasırlarla örtülmüştür. Ancak günümüzün yapılanmasında Casın kullanılması oldukça azalmış, onun yerini taş, tuğla ve briket almıştır. Siirt evleri genellikle şehir merkezinde iki ve üç katlı olup, giriş kapılarına özen gösterilmiş, çoğu kez de devşirme malzemeler burada kullanılmıştır. Zenginlerin oturduğu evlerin giriş kapılarının çevresinde sütunlar, bunları birbirine bağlayan dilimli ve yuvarlak kemerler ile dinsel mimariyle adeta yarış edilmiştir. Bezeme olarak yalnızca bu giriş kapılarına önem verilmiştir. Siirt’in kırsal kesimindeki evler çoğunlukla tek katlı, küçük kapılı ve pencereli düz damlı yapılardır. Döşemelerde sıkıştırılmış toprak, tavanlarda ise kavak ağaçları veya çalı-çırpı kullanılmış, bunların üzerine de sıkıştırılmış toprak döşenmiştir. Siirt yöresinin Eruh, Kurtalan ilçelerinde mağara evlerle karşılaşılmıştır. Bu evlerde mağaralar oyularak odalar yapılmış, önlerine de yığma taşla örülmüş duvarlar çekilmiştir. Ayrıca uygun yerlere de pencere ve baca delikleri açılmıştır.
-
SİİRT CAMİLERİ Ulu Cami (Merkez) Siirt il merkezinde bulunan Ulu Cami, minare kaidesindeki kitabesine göre Selçuklu Sultanı Mugiziddün Mahmut tarafından 1129 yılında yaptırılmıştır. Siirt Tarihi isimli eserde Irak Selçuklularından olan Mugiziddin Mahmut’un ismi belirtilmektedir. Buna dayanılarak caminin Büyük Selçuklular devrinde yapıldığı da anlaşılmaktadır. Cizre Valisi Atabey El Mücahit İshak tarafından da camiye bazı ilaveler yapılmıştır. Bu ilaveler ve daha sonraki yıllarda yapılan değişikliklerle cami genişletilmiş ve orijinalliğinden uzaklaşmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1965 yılında bu camiyi restore etmiştir. Caminin ilk yapımında ön tarafında toprağa gömülmüş halde birer mihrap izi ile karşılaşılmıştır. İlk yapımında iki tuğla paye üzerine oturan tromplu bir kubbeden meydana gelen camiye daha sonra bir eyvan eklenmiştir. Böylece Büyük Selçuklu Ulu Cami tiplerinden farklı olarak bu eyvanın iki yanına dikey olarak tonozlu iki sahın eklenmiştir. Bunun yanı sıra ilk kubbenin doğusuna daha küçük ve alçak, batısına da daha küçük ve alçak olarak birer kubbe eklenmiştir. Böylece kemerlerle üç kubbeli bir mekân birbirine bağlanmıştır. Cami dıştan kesme taş, içten moloz taşla yapılmıştır. Birbirine bitişik kemerlerle birbirine bağlanmış üç kubbeli bir mekân ve tonozlu neflerle enine gelişmiş dikdörtgen bir plan şekli göstermektedir. İç mekân sıvalı olduğundan erken dönemlere ait bezemelerin yalnızca kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Caminin son onarımını ve rölövesini yapan Y.Mimar Ali Saim Ülgen ilk yapının tek tromplu kubbeli bir yapı olduğunu belirtmiştir. Bu durum eski tuğla payelerdeki yuvarlak dilimli kemerlerle mihrap nişlerindeki ayet frizi ile firuze çinilerde de kendisini belli etmektedir. Mihrap yuvarlak bir niş şeklinde olup, mozaik çinilerle kaplanmıştır. Ali Saim Ülgen’in onarımı sırasında Anadolu’daki ender mozaik kakmalı mihraplarından olan mihrabı iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Caminin minberi Selçuklu sanatının meydana getirdiği, XII.yüzyıl ahşap minberlerin en güzel örneklerinden biri olup, kakma tekniğinde geometrik şeritler, yazı frizleri süslenmiştir. Siirtli Şeyhan Naccar tarafından kufi yazıları yazılan ceviz ağacından olan bu minber üzerindeki kitabesinden h.616 (1219) yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Minber 1933 yılında Ankara Etnoğrafya Müzesi’ne götürülmüştür. Caminin en dikkat çeken tarafı Siirt’in sembolü konumundaki dikdörtgen prizma kaide üzerine yuvarlak gövdeli olarak oturtulmuş, kalın ve firuze çinilerle süslü olan minaresidir. Yukarıya doğru incelen bu minarenin kaidesinde küfi yazılar, geometrik geçmeler, örgü ve yıldız motifleri bulunmaktadır. Minarenin üzerine oturduğu temelin hafifçe çökmesinden ötürü de minare eğilmiş ve gövdesinde de çatlaklar meydana gelmiştir. Bu arada da gövdesindeki çinilerin ve mozaiklerin bir kısmı dökülmüştür. Günümüze gelebilen örneklerden altıgen şekildeki çinilerin etrafının lacivert renkte şeritlerle çevrildiği görülmektedir. Oldukça basit olmakla beraber bu çiniler XII.yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ender örnekler arasındadır. Büyük olasılıkla da Anadolu’daki çini mozaiklerle süslenmiş bir minare ile ilk defa burada karşılaşılmaktadır. Tek şerefeli minarenin dört köşeli geniş tabanı üzerinde “Heza ecdidü tarihil camii vel minara” ismi altında “cisrun limen saa” kufi yazıları bulunmaktadır. Minare aleminde ise “Amelehu El Hacı İsmail El Saffar El Fiskini”, orta kemerinde “Hemçu Pervane-i Şemi pür karesi mara ki eğer pişrevam balû perem misuzet” yazıları bulunmaktadır. Farsça talik yazı ile yazılmış bu kitabelerde h.523 (1129) tarihi yazılıdır. Çarşı (Asakir) Camisi (Merkez) Siirt Cumhuriyet Caddesi’nde bulunan bu camiyi Artukoğullarından Melik-üs Salih Nasuriddin 1265 yılında yaptırmıştır. Cumhuriyet Caddesi’nin yeniden açılışı sırasında caminin portali ve ön bölümü kamulaştırılmıştır. Bu nedenle de cami 1966 yılında yeniden yaptırılmıştır. İlk yapılışında kesme taştan dikdörtgen planlı olan camiye iki kubbeli bir mekân eklenmiş ve böylece Siirt’in diğer camilerinde olduğu gibi enine gelişen bir plan şekli ortaya çıkmıştır. Caminin önünde dört kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Buradan iki kapı ile ibadet mekânına girilmektedir. İbadet mekânı orijinalliğinden kısmen uzaklaştığından orijinal bezemelere de rastlanmamaktadır. Bu arada kuzey yönüne, biraz altına da üzeri beşik tonoz örtülü abdest alma musluklarının bulunduğu bir mekân eklenmiştir. Ayrıca cami içerisinde onunla bağlantılı Es Şeyh Hasan Askeri’nin türbesi bulunmaktadır. Bu türbeden ötürü de camiye Asakir Cami ismi verilmiştir. Caminin mihrap ve minberi bir özellik taşımamaktadır. Caminin kesme taştan dikdörtgen kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Hıdr-Ül Ahdar (Cumhuriyet) Camisi (Merkez) Siirt il merkezinde bulunan bu caminin ilk ismi, yeşilin yeşili anlamına gelen Hıdr-Ül Ahdar (Hudurul Ahdar) idi. Siirt’teki camilerin en eskilerinden biri olan bu caminin XII.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Siirt Milletvekili H. Hulki Aydın’ın yardımı ile 1929 yılında yeniden onarılmış, minaresi yenilenmiş ve ismi de Cumhuriyet Camisi olmuştur. Bu caminin içerisinde Hz.İsa’nın havarilerinden Yakova’nın mezarı olduğu söyleniyorsa da bununla ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Aynı zamanda caminin bitişiğinde bulunan Sûk’ul Ayn Çeşmesi de Selçuklu döneminde yapılmıştır. Kesme taştan, tek kubbeli bir yapı olan bu caminin doğusuna Selçuklu döneminden sonra iki kubbeli bir mekân eklenmiş ve yapının planı dikdörtgene dönüşmüştür. Kuzey yönünde biri ibadet mekânına, diğeri de sonradan eklenen bölüme açılan iki ayrı kapısı bulunmaktadır. Bu kapılar sivri kemerlidir. Ancak bu kemerli kapılar sonradan kapatılmış ve iki küçük kapıya dönüştürülmüştür. Cami içerisinde orijinal konumuna ait mihrap, minber ve bezeme son onarımlar nedeniyle günümüze ulaşamamıştır. Şeyh Memduh (Memdun) Camisi (Aydınlar) Siirt ili Aydınlar ilçesinin batısındaki yüksek bir tepe üzerinde bulunan Şeyh Abdurrahman için Sultan Memduh 1830 yılında yaptırılmış olan türbenin yanına 1893 yılında bir cami yapılmıştır. Cami kesme taştan, kare planlı bir yapıdır. Önünde altı sütunun taşıdığı beş bölümlü, üzeri kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunları birbirine bağlayan yuvarlak kemerler alternatif dizilmiş iki renkli taşlarla hareketli bir görünüm kazandırılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe pandantiflerle duvarlar üzerine oturtulmuştur. Mihrap ve minberi özellik taşımamaktadır. Yakın tarihlerde onarılan caminin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.
-
SİİRT KALELERİ Derzin Kalesi (Baykan) Siirt ili Baykan ilçesinin 8 km doğusunda Adakale Köyünün yakınında bulunan Derzin Kalesi’nin yapım tarihi ile ilgili bir kitabe günümüze gelememiştir. Ayrıca kaynaklarda da bu kale ile ilgili yeterli bir bilgiye rastlanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan kalenin Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Kale moloz taş ve harçlı olarak yapılmıştır. Gözetleme kulesi niteliğindeki bu kalenin yalnızca kulelerinden bazı kısımlar günümüze gelebilmiştir. Beykent Kalesi (Kurtalan) Siirt Kurtalan İlçesinin 6 km. güneyindeki Beykent Köyündü bulunan bu kalenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığını belirten bir belge günümüze gelememiştir. Kalenin Bizans döneminde gözetleme niteliğinde yapıldığı sanılmaktadır. Moloz taş ve yer yer de tuğladan örülmüş duvar kalıntıları dışında başka bir kalıntı günümüze gelememiştir. Garzan Kalesi ( Garzan) Siirt iline 42 km uzaklıkta, Garzan (Yanarsu) ilçesinde bulunan kalenin yapım tarihi bilinmemektedir. Bu kalenin de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Günümüze moloz taş duvarlarından pek az bir kalıntı gelebilmiştir. Kalenin bulunduğu yerde de yeterli bir araştırma yapılmamıştır. Savtan Kalesi (Pervari) Siirt Pervari ilçesi, Taşlı Köyü’nde bulunan bu kalenin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Kale son derece büyük boyutlardaki taşlardan yapılmıştır. Günümüze büyük bir bölümü ayakta gelebilen sur duvarlarının büyük boyuttaki taşların benzerlerine diğer kalelerde rastlanmamıştır. Ayrıca kalenin yakınında bulunan Bünyan Duvarının da tarihte önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu duvar Botan Nehri’nin geçtiği dar bir boğaz içerisinde büyük kayalar oyularak yapılmıştır. Aydınlar, Pervari ve Şirvan ilçeleri arasında yer alan bu duvarın uzunluğu 85 m. yüksekliği de 10-15 m. arasında değişmektedir. Bazı kaynaklara göre Bizanslılar döneminde yapıldığı söylenen duvarın ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Körmas Kalesi (Şirvan) Siirt ili Şirvan ilçesi, İncekaya Köyü’nde bulunan bu kale Osmanlı dönemine tarihlendirilmektedir. Büyük olasılıkla XVI.yüzyıla aittir. İri moloz ve kesme taştan yapılan kale günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir.
-
SİİRT TÜRBELERİ İBRAHİM HAKKI TÜRBESİ (Aydınlar) Siirt Aydınlar ilçe merkezinin 3 km. doğusunda bir tepe üzerinde bulunan bu türbe İbrahim Hakkı’nın hocası ve kayınpederi, Kadiri Şeyhi İsmail Fakirullah (1657-1734) için yaptırılmıştır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber XVIII.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Bu türbenin yanında ayrıca bir türbe daha bulunmaktadır. Bu türbede Zemzem’il Hassa gömülüdür. Zemzem’il Hassa (1765-1852) Şeyh Mustafa Fani Hazretlerinin kızı, Sultan Memduh’un eşidir. Kendine has bir divanı vardır. Türbe kesme taştan sekiz köşeli olup, üzeri güneş ışıklarına açık bir kubbe ile örtülmüştür. Devrinin ünlü astronomi ve din bilgini olan ve Marifetnâme isimli eseri olan İbrahim Hakkı’nın (1702-1780) kurduğu bir düzenekle yanında bulunan kuledeki prizmadan yansıtılan güneş ışıklarının üst örtüden geçerek İsmail Fakirullah’ın sandukasını her yıl 21 Mart tarihinde aydınlatması sağlanmıştır. Bu güneş ışınları Kalet-ül Üstad denilen 40x40 cm. ölçüsündeki bir pencereden yansıtılıyordu. Ancak, 1963 yılında yapılan onarım sonucunda bu düzenek bozulmuş ve bu özellik ortadan kalkmıştır. Bu arada türbenin yanına kesme taştan bir cami yapılmıştır. Bu cami kare planlı olup, üzeri yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin cephesine kavisli bir duvar eklenmiş, bunun uzantısına da köşeli bir kule yerleştirilmiştir. İbrahim Hakkı’nın kullandığı kozmoğrafya aletleri, haritalar, güneş sistemi ile ilgili tahta küreler, el yazması kitaplarla düşünüre ait çeşitli eşyalar halen Tillo’daki torunlarında bulunmaktadır. VEYSEL KARANİ TÜRBESİ (Baykan) Siirt Baykan ilçesi, Ziyaret Beldesi’nde (Yeşil Çevre Köyü) bulunan Veysel Karani Türbesi 1901 yılında yaptırılmıştır. Hz. Ali zamanında Sıffin Savaşı’nda şehit düşen Veysel Karani’ye ait olan türbe Selçuklu döneminde yapılmış, sonraki dönemlerde onarılmıştır. Sultan Abdülaziz bu türbe ile ilgilenmiştir. Türbenin son onarımını 1967 ve 1974 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü yaptırmıştır. Bundan sonra 1982’de avlu düzenlemesi yapılmış ve çevresine de kurban kesim binaları ile ziyaretçiler için otel ve konuk evi gibi tesisler yaptırılmıştır. İlk yapılışında yöresel cas denilen bir harçla yapılan ve üzeri kubbeli olan bu türbe 1967 yılında yıkılmış ve yerine yeni bir türbe yapılmıştır. Bu türbenin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Veysel Karani’yi anma günleri her yıl 16-17 Mayıs arasında türbenin bulunduğu yerde yapılmaktadır. ŞEYH MUHAMMED EL HAZİN TÜRBESİ(Aydınlar) Siirt Aydınlar ilçesine 8 km. uzaklıktaki Dereyamaç (Fersaf) Köyü’nde bulunan bu türbe Şeyh Muhammed El Hazin’e aittir. Şeyh Muhammed El Hazin, Irak’ta Şeyh Osman’ın yanında eğitim görmüş, Siirt’e döndüğünde de Ulu Cami’de vaazlar vermiştir. 1891 yılında ölmüştür. Günümüzde türbesi halk tarafından ziyaret edilmektedir. Türbe kesme taştan yapılmış, kare planlı ve üzeri kubbelidir. Duvarların bitiminde dışarıya taşkın çok geniş bir saçağı bulunmaktadır. Yakın tarihlerde yenilenen türbenin mimari yönden herhangi bir özelliği bulunmamaktadır. ŞEYH MUSA TÜRBESİ (Merkez) Siirt Doğan Mahallesi’nde bulunan bu türbe Şeyh Musa’ya aittir. Şeyh Musa’nın Şeyh İlyas, Şeyh Naccar ve Şeyh Türki’nin hocası olduğu söylenmektedir. Türbe kesme taştan kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Türbenin bulunduğu yere daha sonra bir cami yapılmıştır. Bu cami kare planlı, kesme taştan ve kubbelidir. XIX.yüzyıl üslubunu yansıtmaktadır. ŞEYH HATTAB TÜRBESİ(Merkez) Siirt il merkezinde, Cerrah Camisi’nde türbesi bulunan Şeyh Hattab, Siirtli alim Ömer Alim ve Müftü Hüseyin’den ders ve icazet almıştır. Ayrıca Hicaz’da Mekke-i Mükerreme Müftüsü Alim Zeyni Dehlan’dan da icazet almıştır. Siirt’te Cerrah Camisi’nde imamlık yapmış olup, tefsir ve hadis başta olmak üzere diğer ilim dallarında dersler vermiş ve ün kazanmıştır. ŞEYH ŞERAFETTİN TÜRBESİ (Merkez) Siirt il merkezinde türbesi bulunan Şeyh Şerafettin, I.Dünya Savaşı’nda Hasankale’de binbaşı rütbesi ile savaşa katılmıştır. Ruslar Siirt ve Bitlis yakınlarına geldiklerinde yöre halkının Siirt’ten göç etmesini engellemiştir. Milli Mücadele sırasında da ayrılıkçı hareketleri bastırmış, aşiretler arasında birliği sağlamıştır. ŞEYH CELALEDDİN TÜRBESİ (Merkez) Siirt il merkezinde Cerrah Camisi’nde türbesi bulunan Şeyh Celaleddin din âlimlerindendir. Zengin kütüphanesi Siirt Müftülüğü’nde korunmaktadır. ABDURRAHMAN BİN AVF TÜRBESİ (Pervari) Siirt Pervari ilçesine 8 km. uzaklıkta, Yukarı Balcılar Köyü yakınında bulunan bu türbe, sahabeden Abdurrahman Bin Avf’ye ait olduğu sanılmaktadır. Abdurrahman Bin Avf Hz. Muhammed’in bütün savaşlarına katılmış ve 75 yaşında ölmüştür. Yöre halkı bu türbede gömülü olduğu sanılan Abdurrahman Bin Avf türbesini ziyaret etmektedir. Mezarının baş taşında celi sülüs yazı ile “Abdurrahman b. Avf Aşere-i Mübeşşere’den Radiyallah-u Anh-u El Fatiha” yaılıdır. Türbenin hemen yanında bulunan meşe ağacının yapraklarının kış aylarında da dökmediği gözlemlenmiştir. SULTAN MEMDUH TÜRBESİ (Aydınlar) Siirt ili Aydınlar ilçesinin batısındaki yüksek bir tepe üzerinde bulunan bu türbeyi Şeyh Abdurrahman için Sultan Memduh 1830 yılında yaptırmıştır. Öldükten sonra kendisi de bu türbeye gömülmüştür. Türbe kesme taştan, kare planlı olup, giriş kapısı yazı frizleri ve çeşitli motiflerle bezelidir. Bu bezemeler dikkat çekicidir. Son zamanlarda onarılan türbenin yanındaki cami de 1893 yılında yaptırılmıştır. ŞEYH HAMZA-EL KEBİR TÜRBESİ (Aydınlar) Siirt ili Aydınlar ilçesinde bulunan türbe, Şeyh Hamza-El Kebir’e aittir. Şeyh Hamza-El Kebir 1271 yılında ölmüş ve eski adı Tillo olan Aydınlar’da türbesi yapılmıştır. Şeyh Hamza-El Kebir Hamzaviye tarikatındandır. ŞEYH İBRAHİM EL-MÜCAHİT TÜRBESİ (Aydınlar) Siirt Aydınlar ilçesinde türbesi bulunan Şeyh İbrahim El-Mücahit, Tillo’da dünyaya gelmiş ve burada Velayet makamına yükselmiştir. İbrahim Hakkı Efendi eserlerinde Onun kerametlerinden söz etmiştir. Bir de divanı olduğu bilinmektedir. Şeyh İbrahim babasından önce, 1262 yılında ölmüş ve ilçede yapılan türbesine gömülmüştür. Bugün adı Aydınlar olan Tillo’da soyundan gelen aileler ve ismini taşıyan bir mahalle bulunmaktadır.
-
HALK OYUNLARI Şeyhani Oyunu : Bu oyunun bir başka adı da “Saygı Oyunu”’dur. Oyunda eğilip kalkmaların, din adamlarının önünde, onlara saygı göstermek amacıyla yapılan hareketler anlamına geldiği ifade edilir. Govent Oyunu : Siirt’te oynanan bir karşılamadır. “Go” ezgi söylemek, “Vent” beraber demektir. Govent’in karşılığı ise “Beraber söylenen ezgi ve oyun” demektir. Bu oyunda hem solo hem de koro tarafından türküler söylenir. Daha çok düğünlerde oynanan bu oyunlarda kız ve erkek tarafları karşı karşıya dizilirler. Her düğünde “Govent” denilen oyundan sonra “Sergovent” denilen ve sırayı yöneten halaybaşı niteliğindeki kişinin yönetiminde halaylar, sıra ve halka halayları olarak oynanır. Mirani, Şeyhani, Girani, Botani, Garzani, Çaçani, Hırpani, Roşkani Halayları : İki tarafın başında birer “Sergovent” adı verilen baş çekeni vardır. Erkek tarafının sergoventi, erkeği öven bir ezgi söyler. Son kısmını topluluk tekrar eder. Aynı şey kız tarafının sergoventi tarafından, kızı övmek amacıyla yapılır. Ezgi aynı kalır, sözler değişir. Güfteler irticali olarak düzenlenmektedir. Tekrarlar sergovent dinlenerek yapılmaktadır. Bunlar toplu olarak oynanan halaylardır. Dizilişler karşılıklı sıra halınde olup, sıraların hareketleri öteki sıralara yaklaşarak ve uzaklaşarak yapılır, Ellerin serçe parmaklarının kenetlenmesi suretiyle yarı bağlantı sağlanır. Sonra öteki oyunlara geçilir. Oyunlar tür olarak genellikle halay şeklindedir. Karakıştani Oyunu : Bu oyunda avuçlar karşılıklı olarak karşıdaki oyuncunun avucuna vurulur. Karşılama oyunu iki bölümden oluşur. Birinci bölümü ağırdır. Bu bölüme “Girani” denir. İkinci bölümü ise hızlıdır. Bu hızlı bölüme de “Süvik” adı verilir. Halay türündedir. HALK OYUNLARI KIYAFETLERİ Siirt yöresinde giyilen ve halk oyunları kıyafeti olarak kullanılan değişik tür ve şekillerde giysiler bulunmaktadır. Bu giysi ve kıyafet çeşitlerini iki ayrı bölümdü ele almak gerekir: Siirt Merkez ve Batısını İçine Alan İlçe ve Köylerinde Kullanılan Halk Oyunları Giysileri : Bu giysiler aynı zamanda günlük giysi olarak da kullanılmaktadır. (Kurtalan, Baykan, Aydınlar ve Şirvan İlçe Merkezleri ve Köyleri.) Kadın Giysisi 1- Üste Giyilenler : a- Hırka, yelek, cepken, b- Entari (fistan, çemçem, ince elbise), c- Kuşak veya gümüş kemer, d- Levendi (ter bezi) şerit şeklinde (10 Cm), 2- İçe Giyilenler : a- İç gömleği (kiras), b- İç donu, şalvar, 3- Başa Giyilenler : a- Tülbent, b- Mendil (temesi), c- Kuşak (ince, renkli bir veya iki yazma bağlanır.), 4- Ayağa Giyilenler : a- Yün çorap, b- Deri yemeni, c- Yarım çizme (mesh şeklinde pek kullanılmamaktadır.) Hırka, yelek ve cepken gibi giysiler süet ve parlak düz kadife kumaşlardan yapılmaktadır. Üzerleri de sim ile başka türdeki değişik yün ve renkli ipliklerle süslenmektedir. “Çemçem” diye adlandırılan iç elbiselerin üzerine giyilen bu tür giysiler, ince ve parlak bir kumaş türünden yapılmaktadır. Özellikle çok sıcak havalarda giyilmektedir. Diğer kalın türden olan fistan ise soğuk mevsimlerde giyilmektedir. Basma, pazen ve kadifeden de yapılanları vardır. Kuşaklar ise genelde yünlü veya pamuklu dokumadan yapılmakta ve çoğunlukla püsküllü olarak üretilmektedir. Yün çoraplar elde yapılmaktadır. Renkli yün veya orlon türünden iplikle süslenmektedir. Aksesuar olarak da başa dizili altın, boyuna gerdanlık, bele gümüş kemer ile hayıl, hızma, halhal gibi takılar da takılabilir. (maddi duruma göre.) Erkek Giysisi 1- Üste Giyilenler : a- Yelek, b- Şalvar, c- Kuşak (püsküllü), 2- İçe Giyilenler : a- Hakim yaka gömlek, 3- Başa Giyilenler : a- Külah, takke, b- Püsküllü camedan, 4- Ayağa Giyilenler : a- Yün Çorap, b- Deri yemeni, kundura (ayakkabı), Şalvar ve yelek, kabardin kumaştan yapıldığı gibi diğer kumaşlardan da yapılabilmektedir. Gömlek ise Osmanlı Yaka ve genelde beyaz renkteki keten ve benzeri kumaştan yapılmaktadır. Başa takılan külah veya takkenin etrafına püsküllü bir mendil, kuşak şeklinde sarılarak bir parçası kuyruk şeklinde bırakılır. Aksesuar olarak da pazubant, kama, hamayıl ve maddi duruma göre kordonlu saat veya köstek takılabilir. Ayakkabının ise deriden ve az topuklu olanı tercih edilmektedir.
-
YEREL ETKİNLİKLER Etkinliğin Adı : Nevruz Bayramı Tarihçesi :Orta Asya’da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı olarak kabul ettikleri güne Nevruz adı verilir ki yeni gün anlamına gelir. Farsça Nev (yeni), Ruz (gün) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Gece ve gündüzün eşit olduğu Miladi 22 Mart, Rumi 9 mart gününe rastlamaktadır.Nevruz-i Sultani, Sultan Nevruz, Sultan Navrız, Navrız, Mart Dokuzu gibi adlarla da anılmaktadır. Nevruz İranlılara mal edilmekte ise de Oniki Hayvanlı Türk Takviminde görüldüğü üzere Türklerde de çok eskiden beri bilinmekte ve törenlerle kutlanmaktadır. Türklerde Nevruz hakkında başlıca rivayet, bugünün bir kurtuluş günü olarak kabul edilmesidir. Yani Ergenokon’dan çıkıştır. İşte bu nedenle bugün Türklerde Nevruz, yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş ve günümüze kadar bayramlarla kutlanagelmiştir. Orta Asya’daki Türk topluluklarda Azeri, Kazak, Kırgız, Türken, Özbek Tatar,Uygur Türkleri, Anadolu Türkler ve Balkan Türkleri Nevruz geleneğini canlı olarak günümüze kadar yaşatmışlardır. Amacı : Nevruz-Yenigün yeniden canlanmaya başlayan doğanını insanlara sunduğu bolluk , dirilik gönlümüzde yarattığı sevgi, kardeşlik. Paylaşma, barış ve dostluk duygularını pekiştirmektir. Tarihi : 21 MART 1 gün Düzenleyen Kuruluş : Siirt Valiliği (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) Etkinliğin Adı : Hıdrellez Kültür Bahar Bayramı Tarihçesi : Hızır ve İlyas kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen Hıdrellez, resmi ve dini bayramlardan olmamasına rağmen halk arasında bir gün niteliğini korumakta, bahar bayramı olarak kutlanmaktadır. Yaygın inançlara göre Hızır ve İlyas bir araya geldiği gün olduğu inancıyla, kışın sona erip yaz mevsiminin başlama günü olarak kabul edilen Hıdrellez, doğrudan doğruya baharın gelmesi ile ilgilidir. Amacı : Ülkemizde Hıdrellez hazırlıkları 6 Mayıs tarihinden bir hafta ya da bir gün önceden başlar. Bir hafta öncesinden yapılan hazırlıkların önemli bir bölümünü ev ve çevre temizliği oluşturur. Arefe olarak adlandırılan 5 Mayıs tarihinde Hıdrellez günü yenilecek yemekler pişirilir. Gerekli malzemeler satın alınır. (Kurban kesilecekse ortaklaşa koyun, kuzu vb. alınması) Bayramlık giysiler hazırlanır., vücut temizliği yapılır. Bütün bu hazırlıkların temelinde Hızır’ın kendi evlerine de uğrayacağı inancı vardır. Tarihi : Mayıs ayı 1 gün Düzenleyen Kuruluş: Siirt Valiliği ( İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) Etkinliğin Adı : Mahalli Yumurta Bayramı Tarihçesi : Her yıl Mayıs ayında kutlanan bu yöresel bayram nedeniyle, bütün evlerde yumurta kaynatılır. Nişanlı ve yeni evlilere 100 ile 500 arasında yumurta gönderilir. Kurulan bayram yerinde çeşitli renklere boyanmış yumurtalar tokuşturulur. Bir araya gelen erkekler çeşitli oyunlar oynar. Uzun atlama ve koşu (Şakulu-Zemce) müsabakaları yapılır. Mahalli Yumurta Bayramı oynama yeri Sabahları Tınaz Tepe (Sor Mevkiinde) ikindi vaktinde Zeynebül Mahaddisenin bulunduğu mevkiinde yapılırdı. Amacı :Unutulmaya yüz tutmuş mahalli örf ve adetlerin yeniden canlandırılması ve halkın ilgisinin artırılması. Tarihi : Mayıs Ayı’nın ikinci haftası - 1 Gün Düzenleyen Kuruluş : Siirt Valiliği (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) Etkinliği Adı : İbrahim Hakkı Hz.Anma. Tarihçesi : İbrahim Hakkı Hz. İlmi konularını araştırmak ve tanıtmak üzere 1976 tarihinden beri kutlamalar düzenlenmektedir. Amacı: İbrahim Hakkı Hz. Tanıtmak ve inanç turizmini geliştirmek. Tarihi : 14-22 Eylül 1 Hafta Düzenleyen Kuruluş: Siirt Valiliği (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) (Aydınlar Kaymakamlığı) Etkinliğin Adı : Yamaçparaşütü Tarihçesi : Gençlerimize Dağ ve Doğa Sporlarını sevdirmek amacıyla 2001 yılından beri gerçekleştirmektedir. Amacı :İnsanlarımızı yamaçparaşütü sporunu çeşitli nedenlerle yaparlar. İyi bir pilot olup yarışmalara katılabilmek, uçmaya karşı duyulan özlem, Kendine güveni arttırmak, yükseklik korkusunu yenebilmek, doğayla daha iyi bütünleşmek, hobi, havacılığa olan tutku, yeni bir şeyler yapabilme bu nedenlerin başında yer alır. Amaç ne olursa olsun bu sporu emniyetli yapabilmenin ve geliştirmenin en iyi yolu her uçuşta yeni şeyler öğrenmektir. Tarihi : Haziran – Temmuz ayları Düzenleyen Kuruluş : Siirt Valiliği (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) Etkinliğin Adı : Rafting (Su Sporları) Tarihçesi : Gençlerimize su sporlarını sevdirmek amacıyla 2001 yılından beri gerçekleştirmektedir. Amacı :Akarsu sporları turizmine yönelik potansiyelin geliştirilmesi ve geniş kitlelere hitap edecek şekilde tanıtımının sağlanması . Tarihi : Mayıs- Haziran ayları Düzenleyen Kuruluş : Siirt Valiliği (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) Etkinliği Adı : Veysel Karani Hazretleri Anma . Tarihçesi :Veysel Karani Hz. İlmi konularını araştırmak ve Anne Sevgisini gençlere tanıtmak amacıyla 1977 tarihinden beri kutlamalar düzenlenmektedir. Amacı : Veysel Karani Türbesi, tarihi bir özelliği olmamasına karşın birçok yerli ve yabancının ilgisini çekmektedir. (Özellikle Arap ülkeleri: İran, Irak, Suudi Arabistan) Türbenin ana yola yakın olması Seyahat halinde olan Vatandaşların uğrak yeri yapmak, ve tüm dünyaya tanıtmak. Tarihi : 16 Mayıs-04 Haziran Düzenleyen Kuruluş : Siirt Valiliği (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) (Baykan Kaymakamlığı) Etkinliğin Adı : Mahalli Cigor Bayramı Tarihçesi : Mahalli bayramların başında gelen cıgor, Mart ayının ikinci haftasında başlar, 3 gün devam eder. Bir zamanlar bölgede yaşayan Hıristiyanlara göre nazire olarak kullanılan Cigor’un Arapça gegir, gıcık (kızdırma) kelimesinden türemiş olabileceği, veya baharla birlikte insanların çevreye çıkmaları anlamında “Çık gör” olabileceği düşünülmektedir. İlk günde erkekler, diğer günlerde de kadınlar ayrı ayrı tepelere gezilecek yerlere giderler. Özellikle Botan Nehri kenarında bulunan Rasulhacer (Taşbaşı) Mağaraları’na gidilir. Burada, ilkbaharın müjdecisi olan, nergiz çiçeklerini toplarlar. Günün özel yemekleri olan Bunbar, cokat, pekmez tatlısı, rayoşu meketip ve mevsim meyvelerini beraberinde getiren halk, akşama kadar burada eğlenir. Bu bayram dolayısıyla nişanlı kız ve evli kadınlara hediyeler gönderilir. Aynı gece damlarda “Suke” denilen meşaleler yakılarak baş üzerinde dakikalarca çevrilir. Mevsim şartları el vermediği zamanlar bu törenler, evlerde yapılmaktadır. Amacı : Unutulmaya yüz tutmuş mahalli örf ve adetlerin yeniden canlandırılması ve halkın ilgisinin artırılması. Tarihi : Mart Ayı’nın ikinci haftası - 3 Gün Düzenleyen Kuruluş : Siirt Valiliği (İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü) Dem Ocak ayının ilk haftasında kutlanan “Dem Günü” ‘nde Noel Baba tipinde “Devveme” (devam ettiren) ve inek suretinde olan bir iyilik meleğinin evlerin bacalarından girerek şöminenin yanına altın ve mücevher bırakılacağına inanılırdı. Üç gün süren bu kutlama nedeniyle her gece değişik türde yağlı yemekler ve tatlılar yenerek “Devveme” beklenirdi. Çocuklar gündüzden hazırladıkları yeşil otları şöminenin yanına bırakır, Ayrıca, üzüm ve cevizle de bu karşılamayı takviye ederlerdi. En ufak bir hışırtıya uyanarak “Devveme geldi!” diye sevinirlerdi. Bu geleneğin Noel’le aynı zamana denk düşmesi, bunun eskiden Siirt’te yaşayan Hıritiyanlardan kaldığını göstermektedir. Bu gelenek nedeniyle evlerin bacaları birkaç gün evvelinden temizlenirdi. Böylece yangınlara karşı bacalar temizlenmiş olurdu. Bu geleneğin baca temizliği sağlamak için süregeldiği söylenebilir. Bu gelenek bugün unutulmuştur. Şihirler Bu kelime sergi, panayır anlamına gelmektedir. Her yıl Mayıs ayının 13. gününe rastlar. Bir ay devam eder. Şihirler şehrin dört bir yanında bulunan türbelerde icra edilir. Buralara giden genç kız ve kadınlar en güzel elbiselerini giyer ve eğlenirler. Bilhassa genç kızları kadın görücüler burada tanır ve beğenirler.
-
GELENEKLER DOĞUM Evlilik telaşının sona ermesiyle, doğum hazırlıklarına başlanır. Özellikle ilk doğum büyük ilgi uyandırır. Doğum haberi kızın ailesi ve yakın akrabalarına hemen ulaştırılır. Doğumun ilk günü kızın annesi süt gönderir. Aradan bir hafta geçtikten sonra kızın annesi tarafından hazırlanan çocuk çeyizi götürülür. Bu eşyalar arasında; kundak ve elbise, pijama, havlu, pudra, kolonya, bir kaç sabun, bir kaç kat elbise, atletler, kilotlar, lastik kilotlar, muşambalar, salya önlükleri, zıbın, yorgan, yastık, kırlent ile anneye bir takım elbise ve bir teneke çekirdek bulunur. Çekirdek arasında misafir şekeri, fıstık ve leblebi vardır. Ailenin maddi durumuna göre çocuğun beresine çeyrek, yarımlık veya bir altın lira iliştirilir. Doğum yapan kadın kırk gün dışarı çıkmaz. Evde yalnız da bırakılmaz. Bu müddet zarfında ev işlerine karışmaz. Kız annesi ilk gün süt, ikinci gün kebap, üçüncü gün büryan gönderir. Bundan sonra yakın akrabalar doğum tebriğine gelirler. Hediyelerini getirirler. Çocuk erkek ise hediyeler daha kıymetli olur. Kırkıncı günün sonunda gelin baba evine giderek orada bir hafta kalır. Kendisine ve çocuğa verilen hediyelerle eşinin evine dönerek, artık normal anne hüviyetine kavuşur. SÜNNET 7-8 yaşına varan bir çocuğun babası, maddi imkanlarına göre kendi çocuğuna ve komşu öksüz çocuklardan birkaçına yeni elbiseler yaptırır. Sünnet günü cümadır. Cumadan iki gün önce davullu, sazlı ve sözlü eğlence yapılır. Cuma günü en güzel şekilde giydirilen çocukların başlarına dizili altınlar konulduktan sonra, mahalle çocukları ile birlikte araçlara bindirilerek şehir içinde gezdirilir. Cuma namazından sonra davetliler eğlence yerinde toplanır. Burada sünnet evi tarafından hazırlanan yemekler yenilir. Sünnetçi davetlilerin huzurunda çocukları sünnet ettikten sonra boş bir tepsi gezdirerek para toplar. Sünnetten üç gün sonra dost, akraba ve komşu kadınları sünnet evine tebriğe, hediyeleri ile birlikte giderler. Yemeklerini yiyerek dağılırlar ve sünnet merasimi tamamlanmış olur. EVLİLİK Mayıs ayında başlayan ve “Şihir” tabir edilen ilkbahar gezmelerinde, düğünlerde, aile toplantılarında vb. umumi yerlerde kızı görüp beğenen erkek, ailesine açılır ve “Falan kız kimlerden?” diyerek o kızı istediğini ima eder. Bunun üzerine erkek ailesi kız hakkında etraftan bilgi toplamaya başlar. Sonuç olumlu olursa, kadınlardan kurulu bir topluluk, kızı ailesinden ister. Kız evi nazlanır ve aynı zamanda erkek hakkında araştırma yapar. Bu ara geliş-gidişler devam eder. Araştırma neticeleri uygunsa, kız evi rıza gösterir ve bunu kahve-şeker ikramıyla belli ederek “Allah hayırlı etsin” temennisinde bulunurlar. Kız tarafı, damat tarafı erkeklerinin, kendi erkeklerini ziyaret etmesini isterler. Erkekler arasında isteme şekli daha samimi ve daha kısadır. Diğer bir deyişle iş kadınlar tarafından olgunlaştırılmış, erkekler tarafından noktalanmış olur. Bunu takip eden bir iki gün içinde gündüz kadınlar, gece erkekler olmak üzere, iki koldan kız evine gidilerek söz kesimi “Temlihkeyye” yapılır. Nişan Önce erkek tarafı nişan yüzüğü için ölçü ister. Arkasından da kız tarafı ölçü ister. Buna göre yüzükler alınır. Nişan günü erkek tarafı gelin evine bir torba kesme, bir torba toz şeker, iki kilo kahve ve yeteri kadar sigara ve kibrit gönderir. Kapısı ardına kadar açık bırakılan kız evine gelen misafirler erkek ve kadın olarak ayrı ayrı toplanırlar. Misafirlere şeker ve kahve ikram edildikten sonra imam, nişan duasını üç defa okur. Her defasında “Oğlumuz falana, kızınız falanı veriyormusunuz?” diye tekrarlar. Kız tarafının bir büyüğü “Atayna” (verdik) der. Bu söz üzerine damat adayının kardeşi veya genç bir yakını derhal yerinden fırlayarak “Verdik” diyen kimsenin ve hocanın elini öper ve fatiha okunur. Merasimin bitirildiği hemen kadınlara ulaştırılır. Damat tarafının kadınları, bu olayı “Tililili” (sevinç çığlıkları) ile ilan ederler, ve eğlence ile takılar takılır. Nişan tarihinden bir hafta sonra Perşembe gecesi damadın yakın akrabaları toplanarak kız evine giderler. Misafirler biraz istirahat ettikten sonra gelinlik kız, yaş sırasına göre gelenlerin ellerini öper, onlar da kendisine çeşitli hediye veya para verirler. Nikah Nişanlılık devresi devam ettiği müddetçe damat tarafı, gelinlere izzet ve ikramlarda bulunur. Her mevsimin meyvelerinden götürülür. Bayramlarda bayramlık hediye verilir. Mahalli günlerden olan Cıgor’da baklava, portakal; Yumurta Bayramı’nda sayıları 100 ile 500 arasında yumurta gönderilir.Her iki taraf içinde iktisadi bir yıkım olan bu adetler, çok yavaş bir şekilde terk edilmektedir. Önceleri damat tarafını masrafa sokan bu adetler, evlilikten sonra kız yakınları tarafından ömür boyu devam ettirilir. Pazartesi günü evli telaşı, Çarşamba gelince kına yarışı, Cuma gecesinde inletir başı, Şarkın incisi güzeldir Siirt. Damat tarafının hazırladığı hamam takımı, ayakkabı, manto, çanta gibi bütün eşyalar sandık içinde kız evine götürülür. Güğüm ve bakır ibrik kız tarafından çıkarılır. Kız evi, gelen kadın misafirlere çeşitli yemekler ikram eder. Kız evinde her iki taraftan toplanan kadınlar huzurunda tarafların çıkardığı çeyiz eşyaları tek tek gösterilir. Her gösterişte bir alkış tufanı kopar. Bu sırada kız ailesi tarafından damadın yakınlarına hazırlanan “Sabahiye” denilen hediyeler de teşhir edilir. Bu eşyalar gerdek gecesinin ertesi günü Cuma sabahı sahiplerine verilir. Bu teşhir işine “Şebeş” adı verilir. Düğünler dört gün sürer. Bu dört gün boyunca yapılan hazırlıklar damat evinde yürütülür. Gelin evinde sadece genç kızlar ve kadınlar eğlence düzenlerler. Düğünün ikinci günü olan Salı günü gelinin eşyaları damat evine taşınır. Kına Gecesi Çarşamba gecesi kına gecesidir. Sabahleyin gelin, damat ailesinin kadınlarıyla hamama götürülerek sevgi gösterileri arasında yıkanır. Damat tarafı, hamama mevsimine göre çeşitli meyveler gönderir. Geceleyin damat tarafı kalabalık bir erkek-kadın topluluğu ile kız evine kına götürerek gelinin eline sürerler. Bu kınanın içine damat tarafı bir miktar para koyar. Gelin evinden dönüşte tekrar eğlencelere başlanan erkek evinde, damadın da eline kına sürülür. Kına misafirlere de dağıtılır. Erkekler arasındaki eğlenceler kadınlarınkine göre nispeten daha renkli olur. Geç saatlere kadar devam eden eğlencelerden sonra damat sabaha karşı damat ve yakınları için tümüyle tutulan hamama arkadaşlarıyla birlikte gider. Yıkandıktan sonra topluca damat evine gidilerek mükemmel bir sabah yemeği yenilir. İkindiye doğru damadın tıraşı merasimle yapılır. Damadın odası gelin evinden gelen kadınların ve komşuların yardımlarıyla düzenlenirken, gelin de yakın arkadaşları tarafından süslenir ve baba evinde son dakikalarını yaşamaya başlar. Süslenen gelin yatsıya kadar gelinlik elbisesi ve duvağı ile oturarak komşuları tarafından ziyaret edilir. Yatsıdan sonra damat ve taraflarınca damat evine götürülür. Bu sırada sağdıçlar damada talimat verir.Sağdıç, damadın akrabası veya yakın dostlarından biridir. Aynı şekilde gelinede ablası veya yengesi nasihat ederek sağdıçlık görevini yerine getirmiş olur. Damadı, arkadaşları salavatlar arasında giydirirler. Damadın elbise düğmelerini iliklememesi, ayakkabı bağlarını bağlamaması tenbih edilir. Gelinle birlikte koltukta karşılıklı otururlarken gelinin damadın ayağına basmaması için dikkatli olması tavsiye edilir. Çünkü, gelin damadın ayağına basarsa, erkek evlilik müddetince karısından korkar ve kılıbık olurmuş. Aynı şekilde merasim sırasında damadın bekar kızlar tarafından “Murat” (dilekleri olsun) diye çimdiklenmemesi hususu hatırlatılır. Gelin, damat evine gelirken damadın kardeşi veya en yakını tarafından elinden tutularak kalabalık arasında salona çıkarılır. Gelin tam cümle kapısından girerken içinde bozuk para ve arpa bulunan bir testi, büyük bir gürültüyle kırılır. Böylelikle gelinin kayınbaba evinden korkacağına inanılır. Arpa, gelinin erkek çocuk doğurması içindir. Gerdek odasının önündeki salonda hazırlanan koltuklarda karşı karşıya oturan gelin ile damadın üstüne para serpilir. Damat, gelini salona girerken, etrafa para saçarak karşılar. Dualar ve salavatlar arasında bir müddet salonda oturan damadın elinde mumlarla süsle bir tabak bulunur. Son zamanlarda mumlar yerine ampul veriliyor. Kalabalığın dağıtılması için, gelinle damadı hemen gerdek odasına sokarlar. Etrafın dağıldığına kanaat getiren erkek, abdest alarak iki rekat şükür namazı kılar ve dua eder. Namazı bitiren damat, soyunmadan önce eline hediyesini verir. Daha önceden gerdek odasındaki masaya konan “Damad Mendili” diye tabir edilen bohça içinde bulunan kuruyemişlerden birbirlerine ikram eden gelin ve damat, kurdukları yuvanın geleceğinden konuşarak geç saatlere kadar uyumazlar. Ertesi gün sabah namazından evvel uyandırılan damat, hamama götürülür. Öğle vakti Cuma Namazı kılınır. Dönüşte akraba ve yakın arkadaşları ile öğle yemeği yer. Gelinin akrabaları hediyeler ve iki tepsi baklava ile kızlarını görmeye gelirler ve öğle yemeğini burada yerler. Üç gün sonra akşam, dost ve akrabalarla birlikte damat gelini babasının evine götürür. Kayınpeder ve kayınvalidesinin elini öper ve hediyesini alır. Bu hediye kol saati, yüzük veya elbiselik kumaş olabilir. Bu ziyaretten yedi gün sonra da gelin terafı kızlarını görmeye giderler ve hediyeler götürürler. Evlilikten kırk gün sonra, gelin babasının evine gider. Bir hafta orada kalır. Bundan sonra gelin tarafı damatlarına bir akşam yemeği verir. Vakit ilerleyince damat, hanımı ile birlikte evine döner. Böylece kuruluşu tamamlanan yeni aile, yaşayışına normal bir şekilde devam eder. ÖLÜM Siirt’te ölen kişiye çok büyük değer verilir. Uzun süre yas tutulur. Erkekler bir süre tıraş olmazlar. Ölüm haberi ölü evinden yükselen feryatlarla duyulur. Ölüm hangi saatte olursa olsun, komşular ve haberi işiten akrabalar cenaze evine koşarlar. Ölğm gece olmuşsa cenaze yıkanır. Bulunan hocalarla sabaha kadar hatim indirilir. Sabahleyin camilerde sela verildikten sonra toplanan kalabalıkla tabut, cenaze namazı içi en yakın camiye götürülür. Ölen kadın ise tabut üzerine entarisi ve tülbenti, erkek ise şapkası ve çeketi, talebe ise önlüğü konulur. Genç yaşında ölenlerin tabutları çeşitli enklere boyanır. Yaşlı ise sadece yeşile boyanır. Ölen çocuk ise tabut yapılmaz. Sadece aile efradı tarafından üzerine eşarp artülür ve kucakta taşınır. Cenaze namazı kılındıktan sonra camide ıskat töreni başlar. Bir mendilin içine ıskat için çıkarılacak paranın on mislinde yerleştirilen altınlar, ölenin yaşına eşit sayıda sıralanan cemaate tek tek dolaştırılır. Bu dolaştırma sırasnda mendili bir kişi taşır ve herkese hibe ederek tekrar hibe alır. Bu alış-verişe (kubul tü minke vehaptu ileyke) denir. Iskat için çıkarılan paralar, imama, müezzine, fakirlere ve cemaate dağıtılır. Bu bir nevi keffaredir. Cenaze namazından sonra tabut camiden mezarlığa kadar eller üzerinde taşınır. Tabut önünde giden bir-iki çocuk Kur’an-ı Kerim cüzlerini ve “İmraba” sandıklarını taşır. Camide dağıtılan ıskat paralarından ayrı olarak cenazeyi kaldırmak “Şeyle” için çıkarılan diğer paralarla, mezarlıkta tilavet edilen Kur’an-ı Kerim için; imamlara, hafızlara, cüzleri taşıyan çocuklara ve talkını yapan hocaya ücreti verilir. Ayrıca, ölü yıkayıcısına, tabutu yapan marangoza, mezar kazıcısına ve teneşir taşı tahtasını taşıyana paralar dağıtılır. Mezarlıkta dini merasim bitince, ölenin işyeri veya evine gidilir. 5-10 dakikalık istirahatten sonra baş sağlığı dilekleri iletilir ve cemaat dağılır. Gömüldüğü günün gecesinden başlayarak ölü için üç gün süren “Helete” ve ziyaretler yapılır. Camide uygulanan bu adetler gereğince dört ikindi, üç sabah olmak üzere yedi ziyaret yapılır. Ziyaretlerde hafızlar Kur’an-ı Kerim okur. Gelenlerde huşu içinde bağdaş kurarak dinlerler. Ancak günümüzde ziyaret adetleri terk edilmiş, sadece akşam namazından sonra ki “Helete” sadeti devam etmektedir.Gelenler, her hafız değiştiğinde kalkıp gidebilirler. Ziyaretler devam ederken bu günlerin akşamları yatsı ezanına kadar camilerde “Helete” diye tabir edilen tören uygulanır. Bu törende “Helete” ayeti ile başlayan (insan) Sure-i Celilesi ve bazı küçük ayetlet okunarak hayır dualar okunur. En fazla ilgi toplayan ve 20-30 dakika kadar süren bu töreni, sonuna kadar takip etme mecburiyeti vardır. Yatsı namazını kılan ölünün yakınları topluca ölü evine giderler ve kısa bir süre kalarak dağılırlar. Ölü evine, yakın akraba ve dostları tarafından ilk gece yemek gönderilir. Çünkü, ölenin aile efradı üzüntüsünden yemek yapmamıştır. Üç gün süren Helete ve ziyaretler müddetince gelenler ölünün yakınları tarafından kapıda ayakta karşılanırlar. Ailenin küçükleri gelenlerin ayakkabılarını düzeltirler. Taziyeye gelenlere herhangi birşey ikram edilmez. Yalnız Helete sonunda camiden ayrılanlara kapıda sigara ikram edilir. Bu törenlerden başka kadınlar da üç gün süreyle taziyeye giderler. Ölümden sonraki cumadan başlamak üzere, üç cuma kadın ve erkekler ayrı ayrı mezarlığa gidilerek, ekmek, helva, pasta, kurabiye ve meyve dağıtılır. Bunlar dost ve akrabalar tarafından hazırlanarak Perşembe günü ölü evine götürülmüş olur. Ölümün altıncı gününde kadınların katıldığı “İsboh” adı verilen bir tören yapılır, kadın hafızlar Kur’an-ı Kerim ve kasideler okur. Sosyal bir dayanışma ve kaynaşmayı gerçekleştiren ziyaretler ve Helete sayesinde, ölü yakınlarıyla dargın olarlar barışırlar. Ölü ailesi takip eden ilk bayramda dışarı çıkmaz ve evinde oturarak taziyeye gelenleri kabul eder. Bu ziyaret sırasında sigara ve son zamanlarda da şeker ikram edilmeye başlanmıştır. Ölenin ismi genellikle aile içinde anılmaz. Ancak ölünün (varsa) yeni doğan bir torununa ad olarak verilir. Dul kalan kadınların çoğu evlenmezler. Çocukları varsa bütün hayatlarını onlara vakfederler. Dul kalan erkekler ise aradan kısa bir müddet geçince genellikle sessiz bir şekilde evlenirler. Dulların evlendikleri gece, evlenen dul erkek ise, ilk karısının ailesi tarafından mezarlığa gidilir, akşama yakın bir zamanda merhum kadının mezarı başında mum yakılır. Ölümden bir sene sonra, hali vakti yerinde olanlar mezara lahit yaparlar. Ayrıca, her bayram arefesi mezarlıklar ziyaret edilerek, fakirlere para ve yiyecek dağıtılır, Kur’an-ı Kerim okutulur.
-
COĞRAFİ YAPI GENEL KONUM Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 41° 57'' doğu boylamı ve 37° -55'' kuzey enlemi üzerinde yer alan Siirt doğudan Şırnak ve Van, kuzeyden Batman ve Bitlis, batıdan Batman, güneyden Mardin ve Şırnak İlleri ile çevrilidir. İl topraklarının büyük bölümü dağlarla kaplıdır. Kuzeyde Muş Güneyi Dağları, doğuda Siirt Doğusu Dağları İl’in doğal sınırlarını oluşturan sıra dağlardır. 1990 yılında değişen sınırlardan sonra Siirt İli ’nin yüzölçümü 6.186 Km²’ye inmiş Km² ’ ye ise 42 kişi düşmüştür. 1997 yılı nüfus sayımına göre 263.258 kişilik nüfusuyla Türkiye toplam nüfusunun %4’ünü barındırmaktadır. YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ İl toprakları asıl görünümünü III. Zaman’da kazanmıştır. Şiddetli kıvrılma ve kırılmalara uğrayan il alanı, üst-eosen ve oligosen boyunca deniz dışında kalarak aşınmış ve bir yarı ova (peneplen) niteliği kazanmıştır. Üst-miyosende Doğu Anadolu genel olarak yükselirken, il alanı da blok halinde yükselmiş ve Güneydoğu Torosları oluşmuştur. Bu yükselme hareketleri sırasında il alanının güneybatısını da içine alan güçlü çöküntü alanları ortaya çıkmıştır.G.doğu Torosları esnekliğini yitirmiş ve sertleşmiş kesimlerinde ortaya çıkan çöküntü olukları, akarsularca aşın dırılarak batı, güneybatı ve güney yönünde uzanan vadilere dönüştürülmüştür. Bir yandan vadi ler oluşurken, bir yandan da özellikle çöküntü alanlarında hızla genişleyen vadi tabanlarında IV. Zaman boyunca çeşitli taşınma maddelerden oluşan düzlükler ortaya çıkmıştır.. DAĞLAR İlde yeryüzü şekilleri daha çok yüksek dağ ile platolardan oluşmaktadır. Siirt’ in kuzeyi ve doğusu yüksek ve sarp kesimlerdir.Genel olarak Güneydoğu Toroslar adıyla anılan bu dağ sırası, doğudan güneydoğuya genişçe bir yay çizerek Hakkari Dağları’yla birleşmektedir. Dicle Vadisi'' ne eğimli olan bu yüksek ve sarp kesimde yer alan önemli dağlar ve bunların özellikleri şöyle sıralanabilir. SİİRT DOĞUSU DAĞLARI Muş Güneyi Dağları’ ndan sonra,Bitlis Çayı Vadisi’nin doğusunda, dağlar güneye doğru açılarak Siirt’in doğusunu kaplar. Yükseltisi hızla azalarak Güneydoğu düzlükleri’ne doğru sokulan bu dağlar, bir yandan da Hakkari Dağları’yla birleşir. Siirt doğusu dağları genellikle tek tek kütleler halinde yükselmektedir. Bu kütleler, Dicle Irmağı’na karışan küçük akarsuların açtığı vadilerle parçalanmış durumdadır. Siirt Doğusu Dağları’nın ana gövdesini, Pervari, Siirt Merkez, Eruh ve Şırnak’ı da kapsayan Yazlıca Dağı (Herekul Dağı) oluşturmaktadır. Doğuda çok geniş bir kütle oluşturan Yazlıca Dağı 2.838 m.’lik yükseltisiyle İl’in en yüksek noktasıdır. Bu doruğu kuzeyden 2.444 m. yükseltili Meydanı Süleyman Tepesi ile daha düşük yükseltili Körkandil Dağı izlemektedir. Yazlıca Dağı, batıda, Uluçay ve Zorava Çay’ı Vadileri’nin birbirine yaklaştığı noktada daralırken, yükseltisi de azalır. Tosuntarla-Çizmeli çizgisinde yükseltisi 1.844 m.’ye dek düşen Yazlıca Dağı, Merkez İlçe alanında yükseltisi 1.500 m.’nin altında olan platolara düşmektedir. Siirt Doğusu Dağları, Yazlıca kütlesi dışında Şirvan-Pervari-Van üçgeni içinde de önemli yükseltiler oluşturmaktadır. İl’in kuzeydoğusunda genellikle tek tek yükselen bu dağların başlıcaları 2.741 m. yükseltili Doğruyol Dağı (Beknovi Dağı), 2.631 m. yükseltili Kapılı Dağı ve 2.350 m. yükseltili Koran Dağı’dır. Siirt Doğusu Dağları, İl’in güneydoğusunda daha dağınık ve daha alçaktır. Bu kesimlerdeki en önemli doruklar, Eruh’un güneyindeki Yassı Dağı (2.280 m.), bunun batı yönündeki uzantısını oluşturan Şeyh Ömer Dağı (1.409 m.)’dır. Buradaki dağların dorukları dışındaki kesimler, batı ve güney yönündeki eğime bağlı olarak aşınmış ve platolara dönüşmüş durumdadır. Siirt’te bu dağların dışında da bazı yükseltiler vardır. Bunların en önemli si Kurtalan’ın güneyindeki 1.530 m. yükseltili Dilek Tepesi’dir. Genellikle çıplak olan bu dağların kuzey yamaçlarında yer yer meşe ağaçlarından oluşan topluluklara rastlanmaktadır. PLATOLAR VE YAYLALAR Siirt’te dağlardan sonra en ağırlıklı yeryüzü şekli platolardır. Büyük bir bölümü yüksek düzlükler şeklinde olan bu platolar, Siirt Doğusu Dağları’ nın kuzey bölümünü oluşturan D.yol, Kurtalan, Kapılı ve Yazlıca Dağları’nın Botan Suyu ve kollarınca yarılmış vadilere bakan yamaçlarında toplanmıştır. Başlıcaları, Pervari de Cemikarı, Ceman ve Herekul Yaylaları ile Şirvan’da Bacavan Yaylası’dır.Yaz, kış bol yağış alan bu yaylalar,zengin çayırlarla kaplıdır. Yöre halkı ve göçerler bu yaylalarda sürülerini otlatır.Sert kış aylarında güneydeki daha düşük yükseltili platolarda otlatılan hayvanlar, yaz mevsiminde havaların ısın masıyla yeniden yüksek düzlüklere çıkarılır. Bozkır kuşağına yakın dağların eteklerindeki plato larda verim daha düşüktür. Yağışlar daha düzensiz, su kaynakları daha kıttır. Büyük ölçüde orman örtüsünden yoksun olan bu kesimde aşınma güçlüdür. Çayırların oluşumuna elverişli toprak tabakası yer yer ortadan kalkmıştır. İl platoları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, 1.200m. ile 2.000 m. arasına dağıldıkları ve bozkır kuşağında kalanların dışındakilerin hayvancı'' lık açısından çok önemli oldukları görülür. VADİLER Siirt İli’nde vadi oluşumları çok önemlidir. İlimiz'' deki dağlar ve platolar II. Zaman’daki kırılma ve kıvrımlarla şekillenmiştir. Sarp yapıda kalkerli oluşumlar egemen durumdadır suya karşı direnci çok düşük olan bu kalkerler, akarsu ve yüzey sularıyla hızla aşındırılmış, dar ve dik vadiler ortaya çıkarmıştır. İl’in kuzeyindeki ve doğusun daki dağlık kesimlerden güneye ve batıya doğru yönelen vadiler, Güneydoğu Anadolu Düzlükleri nin doğu ucuna ulaşıncaya dek genellikle pek geniş değildir. Bu nedenle Siirt’te ovalık alanlar azdır. Botan (Uluçay) Vadisi Bitlis’in güneyindeki dağların eteklerinde başlayan Botan Suyu Vadisi, yüksek ve sarp yapılı bir kesimde güneye doğru uzanır. Doğruyol, Kuran ve Kapılı Dağları’nın arasında bulunan vadi, Türkiye’nin en dik ve sarp vadilerindendir. Bitlis Çayı Vadisi ile birleşen Botan Vadisi, Dicle Vadisi’ne açılır. Botan Suyu Vadisi ve bu vadinin önemli bir kolu olan Bitlis Çayı Vadisi pek geniş değildir. Vadiler; kuzey ve kuzeydoğudaki dağlardan kaynağı nı alan bol sulu akarsularla kalkerli yapıda oyulmuş derin yarıklar durumundadır. Yalnızca Bitlis Çayı Vadisi, Kurtalan İlçe alanında azda olsa genişlemektedir. Bu genişleyen kesimler yer yer ova niteliği kazanır. Kurtalan Ovası’da bu vadinin tabanındadır. Behrancı Vadisi Yazlıca (Herekul) Dağları’nın güneydoğu yamaçlarından çeşitli kollar halinde başlayan Behrancı Vadisi’de dar ve diktir. Vadi kolları güneydoğudan güneybatıya genişçe bir yay çizerek Türkiye-Suriye sınırlarında Habur Vadisi’ne açılır AKARSULAR Siirt İli, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kuzeydoğu ucunda yeralır. Bölge, G.doğu Anadolu Düzlükleri’nden sonra birden yükselmekte, doğu ve kuzey kesimleri bol yağış almaktadır. Bu nedenle, kuzeyden Muş Güneyi Dağları, doğudan Siirt Doğusu Dağları’yla çevrili olan il alanı, Dicle Irmağı’nın önemli su toplama alanlarından birini oluşturmaktadır. İl topraklarının tümü Dicle Havzası’na girmektedir. Havza, Fırat, Kızılırmak ve Sakarya Havzaları’ndan sonra ülkenin dördüncü büyük su toplama alanıdır. BOTAN (ULUÇAY) Nordüz Platosu’nu batıdan kuşatan Siirt-Hakkari ve Siirt-Van sınırlarını oluşturan yüksek dağlardan kaynağını alan bu akarsu,önce batıya,sonra kuzey batıya doğru akar. Suyu iyice bollaşan Botan Suyu dar ve derin bir vadi oymuştur. Vadi tabanıyla dağ'' ların dorukları arasındaki yükselti farkı 1.000 m.’ye ulaşır. Akarsu, Pervari yöresinin sularını toplayan Çatak Çayı ve Bitlis’in doğusundaki dağlık yöre ile Doğruyol, Kapılı ve Kuran Dağları sularını toplayan Büyükdere’yle Çukurca da birleşir. Burada Botan Suyu adını alır. Batı yönünde akan Botan Suyu (Uluçay), Aydınlar İlçesi ve İl Merkezi’nin doğusun dan geçer. Bostancık yöresine ulaşır. Burada, doğudan Eruh yöresinin sularını toplayan Zorava Çayı’nı, kuzeyden Muş Güneyi Dağları’nın sularını toplayan Bitlis Çayı’nı alır. Bitlis Çayı, Botan Suyu’na karışmadan önce, Kavuşşahap Dağları’nın sularını toplayıp gelen Pınarca Çayı ile birleşir. Botan Suyu bu iki önemli akarsuyla birleştikten sonra, Çat Tepe’de Dicle Irmağı’na katılır. Yüksek dağlardaki kaynaklarla, kar örtülerinin ağır ağır erimesi ile ve yağmurlarla beslenen bu büyük çay her mevsimde bol su taşır. İlkbahardan yaz ortalarına kadar geçirdiği su, saniyede ortalama 100-300 m3’tür. Nisan ve Haziranda bu miktar 400-600 m3, Mayıs’ta 700-1000 m3’ü bulur, hatta arasıra bunu geçtiği de olur. Böyle zamanlarında Dicle’den de büyük bir ırmak görünümündedir. En çekilmiş olduğu yaz sonu ve güzün bile derinliği yine 1 m.’den çoktur ve yatağındaki su miktarı 60 -80 m3’ten aşağı düşmez. Bu ırmağın birçok yerinde hidroelektrik santrali kurma incelemeleri yapılmıştır. Kıyıdan kıyıya ancak kayıkla geçilebilir. Botan Irmağı çok yerinde dar ve derin dik inişli vadiler den geçer. Yolu boyunca alçak düzlükler azdır ve sulama da yararlı olamamıştır. Botan Irmağı’ nın Dicle’ye karıştığı yer yakınında Dicle Nehri keskin bir dirsekle güneye döner. REŞİNAN Bu su Pervari’nin Çemikari Yaylası’ndan çıkarak, Şırnak İli’nde oldukça geniş vadileri sular ve Dergül Köyü önünden geçerek Kasrik Boğazı’ndan sonra Dicle Irmağı ile birleşir. GARZAN ÇAYI Sason Dağları’nın güney yamaçlarından inen kollardan oluşur. Kozluk İlçesi yakınlarından (Pisyar) geçer. Kurtalan İlçesi’nde bir kısım araziyi suladıktan sonra Kaşüstü (Hendük) Köyü yakınlarında Dicle Irmağı’yla birleşir. Çay üzerinde, Pisyar ve Aviski adını taşıyan iki köprü bulunur. . KEZER ÇAYI Bitlis’in doğusunda Güzeldere denilen yerden çıkar ve Kırkçeşme Suları’nın birleşmesinden oluşur. Bu sular en son Şeyh Cuma Deresi’yle birleşip, İskambo Dağları’nı yararak Siirt’in batısında bir kavis çizer. Mağaralı (Hümriyan) Mezrası önünde Başur Çayı ile birleştikten sonra, Botan Çayı’na karışır. Çayın oluşturduğu vadilerde sebze yetiştirilir. BAŞUR ÇAYI Bitlis’in kuzeyinden çıkan bu suyun il hudutları içindeki uzunluğu 45 Km’dir. Siirt-Kurtalan asfaltı üzerindeki Başur Köprüsü’nün 2 Km. güneyinde Kezer Çayı ile birleşir. JEOLOJİK YAPI Petrol arama amacıyla, Siirt topraklarında bugüne kadar çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, il alanı değişik jeolojik yaşta kütlelerden oluşmaktadır. Bu kütlelerin en eskisi Siirt-Bitlis arasında kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan başkala şım kayaları serisidir. III. Zaman kratase ve III. Zaman palojen ve neojen yaşlı olan bu seriler doğudan il alanına sokulmaktadır. Tebeşirli kalker taşları, yontulmaları ve işlenmeleri kolay olduğu için genellikle yapı taşı olarak kullanılmaktadır. İlimiz de geniş alanlar kaplayan, dağ ve tepelerde bolca rastlanan bu oluşumlara “Midyat Kal kerleri” denilmektedir. İçlerinde orta eosen yaşlı fosillere de rastlanan “Midyat Kalker leri” Merkez İlçe’nin güneyinde, Siirt-İdil arasında ve Midyat dolaylarında göze çarpar. İl alanında sert kalkerlerin üzerine, kil, marn, silt ve kum taşlarından oluşan neojen yaşlı göl serileri yığılmıştır. Bu hafif eğimli yumuşak göl serileri geniş düzlükleri ve ovaları oluşturmak tadır. Genç oluşumlar arasında yer yer jipsli tabakalar yüzeye çıkmaktadır. Bu jipslere İlimizde “Cas Taşı” denir. Bu taşlar eskiden yakılıp ufalandıktan sonra yapılar da harç olarak kullanılma kta idi. Siirt il alanı, ülkenin başlıca kırık çizgilerinin dışında kalmakta, sarsıntıların zararsız geçtiği tehlikesiz bölgeler kapsamına girmektedir. Şehrin çevresi ve özellikle Botan Vadisi sert ve sarp kayalıklardan meydana gelmektedir. YERALTI ZENGİNLİKLERİ Siirt''in en önemli yeraltı zenginliği petrol ürünüdür.Petrol Siirt''in Kurtalan ilçesinde çıkarılmakta dır. Siirt''te Krom ve Bakır yatakaları da vardır. Baykan ve Şirvan yörelerinde ince damarlar halinde bulunan bakır yataklarının uzunluğu 70 m.genişliğin de 80 Cm''dir. Rezerv çalışmaları henüz tamamlanabilmiş değildir. Baykan''da zaman zaman üretime açılan Krom yatakları vardır. Etüt ve arama çalışmaları devam etmektedir. İKLİM Siirt''te karasal iklim hüküm sürmekte ve dört mevsim en belirgin özellikleriyle yaşanmakta, Yazları sıcak ve kuraktır. En az yağış Kurtalan''da En fazla yağış Baykan''da görülür. GAP''ın devreye girmesiyle iklimde belirgin bir değişme gözlenmiş, İlkbaharda daha fazla yağış olmuş ve %40''ın altında olan nem oranı yükselmiştir.Gece ve gündüz arası sıcaklık farkı fazladır. Tespit edilen en yüksek ısı 43.3 Co,en düşük ısı ise -19.5 Co''dir BİTKİ ÖRTÜSÜ ve ORMANLAR Siirt il alanı Doğu Anadolu yapraklı orman kuşağı ile G.doğu Anadolu bozkır kuşağı arasındadır.Toros dağları ''nın G.doğu toroslar adıyla anılan bölümleriyle, buradan kuzeye doğru uzanan plato ve dağlarda önemli ölçüde azalmış meşe ağaçları vardır.
-
SİİRT EKONOMİSİ SİİRT’TE SANAYİ, TİCARET VE ULAŞIM Tarih boyunca Siirt ve yöresinde gelişen zanaat dallarının başında dokumacılık gelmektedir. Bugün şehrimizin battaniyeleri, yüzyıllardır süregelen ince ve ustalıklı bir emeğin, süzülmüş bir hünerin ürünü olarak sadece Türkiye’de değil tüm dünyada da ünlenmiştir. Bunun yanısıra 19. yüzyıldan beri Sason ve civarında dokunan cicim türü Kürt kilimleri, tiftikli ve yünlü aba, ipekli kumaş üretimi de oldukça gelişmişti. 1869 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre Siirt Sancağı’nda bir yılda 10 bin adet ipekli kumaş, 9 bin adet yünlü kuşak, 9 bin adet tiftikli aba ile 5 bin top Siirt basması üretilmektedir. Aynı salname, o yıllarda özellikle Pervari gibi dağlık yörelerde kullanılan yemenilerle, Kürtçe Reşşik adı verilen bir çeşit kar ayakkabılarının imalatının gelişmiş olduğunu kaydeder. Ancak 19. yüzyılda en gelişmiş zanaat kolunun bakırcılık olduğu konusunda tüm kaynaklar birleşmektedir. Gerçekten, o dönemin Ermeni ustalarının maharetleriyle oldukça gelişmiş bir imalata sahip olan Siirt Bakırcılar Çarşısı, bugün bütün özelliklerini kaybetmiş olsa dahi yine de Siirt’in tarihi bir mekânını yaşatmaktadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Siirt ve çevresinde sanayi imalatına dayalı bir üretimden bahsetmek mümkün değildir. Bu yıllarda birkaç maden çıkarma işletmesi ile ilçelerdeki geleneksel dokuma tezgâhları ile daha çok il merkezinde yoğunlaşmış eviçi üretimine dayalı battaniyeciliğin dışında bir imalata rastlanmaz. 1927 Sanayi Sayımı’na göre şehirde işyerlerinde çalışan işçi sayısı 1278 idi. Cumhuriyet’ten sonra çıkarılan Sanayi Teşvik Kanunu’ndan yararlanan tek işyeri ise 1929’da Yasin Aral tarafından kurulan, 1939’da geçirdiği bir yangından sonra tevsii edilerek yeniden faaliyete geçen Yeni Hayat Un Fabrikası’ydı. 1960’lı yıllara kadar üretimde bulunan fabrika uzun yıllar şehrin 20’ye yakın işçi çalıştıran tek işyeriydi. 1940’ta Raman’da petrolün bulunmasıyla önce küçük bir petrol tasfiyehanesi olarak faaliyete geçen daha sonra 1948’de kurulan ve giderek modern bir işletme haline gelen Batman Petrol Rafinerisi; Batman’ın il yapılmasından önceki yıllarda Siirt’in en büyük sanayi kuruluşuydu. 1960’lı yılların sonuna kadar Siirt ve o dönemdeki il sınırları içinde yine oldukça cılız ve daha çok tarıma dayalı, tütün, yem, peynir ve tereyağı gibi tarım ve hayvancılığa dayalı sanayi ürünleri imalatı görülmektedir. Ancak, bölgede iyi niyetlerle girişilen sanayi yatırımları maalesef kalıcı olmamaktadır. Nitekim, 1976’da kurulan Siirt Yem Fabrikası ile Siirt ve çevresinde yetişen meyankökünden ilaç ve kozmetik sanayiinde kullanılmak üzere meyanbalı üretmek için 1973’te kurulan Siirt Meyankökü Fabrikası (SİSTAŞ) üretimlerini durdurmuş bulunmaktadır. Yine 1982’de Suat Kayhan’ın kurduğu Kayhan Un Fabrikası da bugün çalışmamaktadır. Dünden bugüne Siirt’te ticaret de, Türkiye’nin diğer illerine oranla fazla bir gelişme göstermemiştir. Şehrin tarih boyunca ticaret yollarının uzağında kalan konumu, ilçelerin bazılarının dağlık yörelerde oluşu, yıllarca Diyarbakır ve Bitlis vilâyetlerine bağlı bir sancak olarak ticari faaliyetten soyutlanmasına neden olmuştur. Siirt’in il dışına gönderdiği fıstık, ceviz, badem, bal, mazı, sımak, yün, tiftik vb. ticari ürünler de dünden bugüne pek fazla çeşitlenmemiştir. 1980 Sanayi ve İşyerleri Sayımı’na göre Siirt’te toplam olarak 1539 ticari kuruluş bulunmaktaydı. Bugün ise bu rakamlardaki küçük artışlar, ilde önemli bir ticari gelişimi yansıtmaktadır. Siirt ve çevresinin dağlık bir yörede oluşu, tarih boyunca ulaşımı olumsuz yönde etkilemiş, bu da doğal olarak ekonomik gelişmeyi engellemiştir. Bugün bile il merkezinin civar illerle olan karayolu bağlantısında son noktada oluşu, bu olumsuzluğun devamına neden olmaktadır. Bununla birlikte 1940’lı yıllarda Kurtalan’a kadar uzatılan demiryolu ve o yıllardan başlayarak günümüze kadar süregelen karayollarının yapımı, şehrin diğer iller ve bağlı altı ilçeyle bağlantısını sağlamış bulunmaktadır. Özellikle Batman ve Diyarbakır’dan geçen karayolu, Siirt’i güneye bağlayan ve şehirlerarası yolcu ulaşımında önemli bir işlevi olan karayoludur. Bunun yanısıra Siirt-Şırnak yolu ili doğuya, Siirt-Bitlis yolu ise ili kuzey-doğu’ya bağlamaktadır. Ayrıca 1994 yılının Eylül ayından itibaren düzenli olarak gerçekleştirilen hava ulaşımı da Siirt’in son yıllardaki gelişimine önemli bir katkı sağlamıştır.
-
SİİRT YEMEKLERİ PERDE PİLAVI Malzemeler (Dört kişilik) Bir Tavuk, bir çay bardağı yoğurt, bir çay bardağı sıvı yağ, bir çay bardağı tavuk suyu, dört yumurta, çay kaşığı ucuyla karbonat, kuş fıstığı, kuş üzümü, l00 gram badem içi, yedi türlü baharat, karabiber, 500 gr kadar un, 750 gram pirinç. Yapılışı: Tavuk ve pilav pişirilir, tavuk fırında az kızartılır. Ayrı bir kapta kabukları soyulmuş badem ve kuş fıstığı hafif yağda pembeleştirilir. Soğutulmuş pilava l avuç badem, kuş fıstığı, kuş üzümü, karabiber ve baharat konup karıştırılır. Un, yoğurt, yumurta, karbonat, tavuk suyu yoğrularak hamur haline getirilir. İki bezeye ayrılır, üste konulacak beze daha küçük olur. Kubbe şekli verilen özel perde pilav tenceresinin içine katı yağ sürülür, bademler kalp şekilleri verilerek üzerine dizilir. Hamur açılarak tencere içine sıvanır. İçine bir sıra pilav, bir sıra parçalanmış tavuk dizilir. İşlem pilav bitene kadar devam eder. En üstte kalan hamur açılarak kapak olarak kapatılır ve kenarları sıkıştırılır. Hamurun da üstü yağlanarak fırına atılır. Veya közü bol kül içinde gezdirilerek pişirme kıvamına getirilir. Piştikten sonra özel tencere ters çevrilerek kubbe haline gelen yekpare yemek üstünden kesilerek ve yan yufkalar dilimlenen sininin içinde bir çiçek halinde şekil verilerek ikram edilmeye başlanır. SIKMA KÖFTE Yarım kg. ince bulgur 250 gr. kıyma kimyon karabiber tuz 4 diş sarımsak Yarım kg. yoğurt 1 su bardağı su Sos İçin; 2 çorba kaşığı zeytinyağı 1 tatlı kaşığı salça pulbiber kuru nane İnce bulgurun üzerine tuz ve su konur, karıştırıdıktan sonra, kıyma, kimyon ve karabiber eklenir, hamur kıvamına gelene kadar yoğrulur, yarım saat dinlendirilir, sonra, ceviz büyüklüğünde parçalar koparılır, avuç arasında sıkılır, kaynayan suda yarım saat pişirilir, sarımsaklı yoğurda köfteler atılır, karıştırılır, üzerine pul biber ve salçalı kuru naneli kızgın yağ gezdirilerek servis yapılır. MİHR ÇORBASI Malzemeler: 1 bardak buğday 6 su bardağı su yarım su bardağı nohut 2 su bardağı yoğurt 1 fincan sıvı yağ nane tuz pul biber. Buğday geceden ıslatılır ve haşlanır. Nohutlar da haşlanıp su ile buğdaylara katılarak kaynatılır Yoğurt çorbanın suyu ile iyice çırpılıp ayran kıvamına getirilip çorbaya katılır. Yağ tavada ısıtılır, pul biberle kavrulup çorbanın üzerine gezdirilir İnce kıyılan taze nane ile servis yapılır. BÜRYAN Kızgın kuyularda pişirilen “Büryan” genelde yazın yenilen bir et yemeğidir. Kemiklerinden ayrılan et parçaları daha evvel kızdırılmış yeraltı kuyularına çengellerle sarkıtılır ve kuyu ağzı kapatılır. Kuyu tabanına büyükçe bir kazan yerleştirilir. Etin fazla yağı bu kazanda birikir. İki saat bekletilir. Kuyudan alınan pişmiş etler, askılarda satışa sunulur. Servis esnasında kızgın vaziyette hazır bekletilen etler, tekrar konularak sıcak servis yapılır. SİİRT KÖFTESİ Mahalli tabirle "Kitel" diye adlandırılan Siirt Köftesi ince bulgurdan yapılır. Su ile yoğrularak hamur haline getirilen bulgurun içine yağlı et ile pirinç, maydanoz, soğan ve bir miktar baharat konduktan sonra kapatılır. Bundan sonra yapılan iri köfteler kaynar suda haşlanarak pişirilir. Bu ağır köftenin yanında genellikle garnitür olarak ekşi sebzeli çorbalar veya bamya bulunur. “Pırtike” denilen ıspanak çorbası bunların başında gelir. “Nube” denilen çok acılı ottan yapılan çorba da bulunabilir. Serin mevsimlerde Pazar sabahları yenen sade bir köftedir. İnce bulgurla yapılır. Bulgur hamur haline getirilerek elle geniş ve ince bir daire şekli verilir. Kaynar suda haşlanarak pişirildikten sonra yağlı kavurmanın sıcak suda eritilmesi ve bir miktar ince sarımsam ilavesiyle elde edilen bir nevi sosa batırılarak yenilir. AYRANLI YARMA Kış mevsiminde yenilen bu yemeğin diğer adı “Şişe Şirten”’dir. Mahalle dibeklerinde dövülerek kasuğu çıkarılan buğday, değirmende övütülerek yarma haline getirilir. Bol suda hamurlaşıncaya kadar pişirilir. Pişirilen bu yarma derin tabaklar içine ortası boş bırakılarak yayılır. Yazın torbalarda süzülerek topak halinde kurutulan ayran “İncene” denen dibi pürüzlü toprak tencerede ılık suda, elle sürtülerek eritilir. Sıvı hale gelen ayranın içine bol miktarda kızarmış yağ, nane ve kırmızı biber konularak yarma tabağının boş bırakılan kısmına dökülür. Hazırlanan ayranlı yarma kıyıdan başlanmak suretiyle yenilir. BUMBAR Bu yemek mahalli bayram günü olen Cıgor’un (çık gör) özel emeğidir. Mahalli adı “Cokat”’tır. Önceden temizlenmiş, tuzlanarak kurutulmuş veya taze olarak itina ile temizlenmiş kalın bağırsakların bir ucu dikilir. Yıkanmış ıslak pirinç, karabiber, maydanoz ve kıyma (elle ince doğranmış et) karıştırılarak bağırsak içine doldurulur. 30-40 Cm olacak şekilde öbür ucu da dikilir. Bağırsağın hava almasını sağlamak için, çeşitli yerlerinden şişle delik açılır ve kazanda ılık su içine bırakılır. Bir buçuk saat kadar kaynatılarak pişirilir. Bağırsaklar, dolgun vaziyete geldiği zaman ateşten indirilir. Kaynar sudan alınan Bumbar’lar geniş bir kabın içine konur ve üstü bir bezle örtülerek 20 dakika dinlendirildikten sonra servis yapılır. VARAK KEK Normal sertlikte hazırlanan hamur, yufka yapılarak dilimlenir ve kurutulur. Hamurun iki katı kadar pekmez, yarısı oranında su ile karıştırılarak kaynatılır. Kaynamış bu karışıma hamurlar atılarak yarım saat kaynatılır. Pişen hamurlar karışımla birlikte tepsiye dökülür. Üzerine ceviz içi serpilir. Sogutulduktan sonra servis yapılır. ASİDE Un ve yağla birlikte kısık ateşte kahve rengini alıncaya kadar kavrulur. Kavrulan un, soğumaya bırakılır. Bir tencerede unla orantılı olarak ağda hazırlanır. Ağda da soğutulur. Kavrulmuş unla ağda iyice yoğrularak elle şekil verilir. Böylece tatlı, servise hazır olur. RAYOŞU MEKETİP 2 kg una 2 yumurta kırılır. Bir çay bardağı zeytinyağı ve bir çay bardağı yoğurtla hamur iyice yoğrulur. Yufka yapılır. Yufka içine dövülmüş ceviz serilir. Yufka katlanır. Mektup zarfı şeklinde kesilir. Adı da buradan gelir. Kızdırılmış zeytinyağı içine atılır. Kızartılır. Pekmez veya şekerli suya batırılır. Tatlı servise hazır hale getirilir. İMÇERKET 1 kg un, 1 yumurta ve 1 çay bardağı yoğurtla, kulak memesi yumuşaklığında yoğurulur. Çok az miktarda tuz atılır. Bu hamur yaş bezin altında, küçük parçalar halinde kesilmiş vaziyette bekletilir. 15 dakika dinlendirilen kesilmiş hamurlar açılır ve yağda kızartılır. Soğutulduktan sonra toz şekerle birlikte servise hazır hale getirilir.
-
TARİHÇE İl Adının Kaynağı : Siirt adının Sami Dili’nden geldiği öne sürülmektedir. Bazı kaynaklarda bu adın, Keldani Dili’nden, kent anlamına gelen Keert (Kaa’rat) sözcüğünden kaynaklandığı yazılıdır. Siirt sözcüğü, isim kaynaklarında; Esart, Sairt, Siirt, Siird, gibi çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Süryani’ler kente Se’erd (yöresel söyleniş biçimiyle Sert) demişlerdir. XIX.Yy.’da Sert, Seerd, Sört, Sairt olarak kullanılmış, günümüzde de Siirt biçimiyle benimsenmiştir. Diğer bir kaynakta Siirt isminin, “Seert” anlamındaki “üç yer” manasına geldiği söylenir. Siirt adının nereden geldiği konusunda değişik görüşler vardır. Kadri PERK’in, Cenup Doğu Anadolu Tarihi’nde Siirt, Sert, Tigra, Mosert; Hüseyin CAHİT Tarihi’nde Serad; Şemsettin SAMİ’nin Kamus’unda Tiğrakert olarak geçmektedir. Şimdiki Siirt, eski Siirt’in üstündeki sırtlarda kurulmuş olduğu için yukarıdaki sözü edilen “Sırt” kelimesi mevki ve kelime ilgisi bakımından daha uygun olarak görülmektedir. Tarihsel Gelişimi: Siirt, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının kesiştikleri alanda kurulmuştur. Bu yüzden kuzeyinde ve güneyinde ortaya çıkan uygarlıklar, yörenin kültürel gelişmesinde etkili olmuştur. Bölgenin dağlık oluşu ve ulaşım imkanlarının yetersizliği, gelişmiş kentlerin kültür merkezlerinin ortaya çıkmasını engellemiştir. Yakın zamana kadar Siirt tarihinin İ.Ö. IV.Yy. öncesi dönemleri bilinmemekteydi. 1963 yılında Halet ÇAMLIBEL ve R.J.BRAIDWOOD başkanlığında kurulan Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında, Siirt İli’nde yapılan yüzey araştırmalarında Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Helenistik, Roma, Bizans–İslam ve Yakınçağ’ı kapsayan dönemlere ait buluntular ortaya çıkarılmıştır. Günümüzdeki kültürel yapı Türk – İslam Kültürü’nün etkisiyle biçimlenmiştir. M.Ö. 3000 – İslam Uygarlıkları Dönemi : İ.Ö. 3000 ve 2000’lerde Güneydoğu Toroslar, iki kültür alanını birbirinden ayırmaktaydı. Güneyde Mezopotamya’da gelişmiş bir tarım kültürü, kuzeyde ise Doğu Anadolu’nun yüksek yaylasında ilkel tarımcılığa ve hayvancılığa dayalı, daha yavaş gelişen bir kültür vardı. İki kültürün kesiştiği yerde bulunan Siirt’te, yayla kültürü özellikleri görülmekteydi. M.Ö. 3000’lerde yöreye egemen olan Hurri’lerden sonra sırasıyla Hitit, Urartu, Asur, Med ve Pers’ler de hakimiyet kurmuşlardı. Siirt’in içinde bulunduğu bölge, göçler nedeniyle etnik ve dinsel inanışlar yönünden çeşitlilik göstermektedir. Urartular, İskitler, Medler ve Persler, egemenlik dönemlerinde dinsel inanışlarını da buralara yaymışlardı. Dağlık alanlarda yaşayan kapalı toplulukların çeşitli din ve tanrıları vardı. İ.Ö. 150’lerden başlayarak yöreye egemen olan Partlar, Arsaklılar, Sasaniler dönemlerinde İran Tanrıları’nın ve inanışlarının etkisi güçlenmiştir. Yöreyi etkileyen Roma – Part, Roma – Sasani Savaşları, aynı zamanda iki dinin ve kültürün karşılaşması niteliğindeydi. 300’lerde Hıristiyanlık yayılmaya başladığında Zerdüş Dini’ni benimseyen Sasaniler, yörede Hristiyan kıyımı yapmışlardır. İslam Uygarlıkları Dönemi : 639’da Elcezire’nin fethi için görevlendirilen İlyas Bin Ganem, Diyarbakır yöresini İslam mücahitlerine açtığı zaman Siirt’te aynı akibete uğramıştır. Diyarbakır’ın zaptında mühim hizmetleri bulunan Halid Bin Velid, Hasankeyf Savaşı’nda muzaffer olduktan sonra Siirt’e yürümüş, şehrin o zamanki hakimi Hersolu itaatini arz ederek, şehri teslim etmiştir. Bundan sonra Siirt Hakimliği’ne, sahabeden olan Hişşam oğlu Hakem tayin olunmuştur. 661 yılında kurulan Emevi Hilafeti bölge ile birlikte Siirt’i de hakimiyet altına almıştır. Emeviler’den sonra hilafet makamını ele geçiren Abbasiler, Diyarbakır, Silvan ve Siirt’i de ele geçirmişlerdir. Dinsel bakımdan bölge ilkin önemli bir “Harici” Merkezi’ydi. IX.Yy.’dan sonra Hanbeli ve Maliki mezhepleri aracılığıyla Sünnilik, Mervanoğulları Dönemi’nde Şafiîlik, Türklerle Hanefilik yayılmaya başlamış, daha sonra Mervanoğulları Dönemi’nde Şafiî’lik giderek ortadan kalkmıştır. Yörede Arap – İslam Kültürü’nün etkisi Türklerin Dönemi’nde de sürmüştür. Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Dönemi : Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başlamış ve Büyük Selçuklu Devleti’nin isteği dışında küçük Türk devletçikleri kurulmuştur. Siirt Yöresi, Hasankeyf Artuklular’ın yönetimindeydi. Artuklular’a bağlı göçebe Türkmenler yöreye yerleşmiş, Artuklu beyleri ve askerleri, kentlerde Türkleşmenin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Beylerinin Alp, İnanç, Yağbu gibi Türk adlarını kullanmaları; Artuklular’da Türkmen Geleneği’nin güçlülüğünü göstermektedir. Bağlı oymaklara “ok gönderme” biçimindeki Orta Asya Geleneği de Artuklar’da sürmekteydi. Artuklular’dan sonra Siirt’e Akkoyunlular ve Safeviler egemen olmuştur. Akkoyunlular yöreye Türkmenleri yerleştirmiştir. Safeviler Dönemi’nde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Şiî’lik yaygınlaşmıştır. Anadolu’da Şiîliğin etkisini kırmak isteyen Yavuz Sultan Selim, Urmiye Gölü’nden Malatya ve Diyarbakır’a kadar uzanan bölgeyi Osmanlı Devleti’ne bağlamak istemiştir. Bunun için Kürt kökenli ünlü bilgin İdris-i Bitlisi’nin yardımıyla Siirt Osmanlı yönetimine geçmiştir. Bu dönemde Siirt yarı, özerk beylerin yönetiminde, aşiret kültürünün egemen olduğu bir yerdir. XVI.Yy.’da Osmanlı yönetimine geçen Siirt, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar bu devlete bağlı kalmıştır. XIX.Yy.’ın ikinci yarısına kadar devlete olan bağlılıkları sözde kalan Siirt Beyleri’nin devlet otoritesine alınması için bir hayli çaba harcanmıştır. Siirt, bu tarihe kadar çok sıkı bir şekilde yönetilmiştir. Ancak Tanzimat’tan sonra 1864 Vilayet Nizamnamesi ile kaza haline getirilerek İstanbul’dan gönderilen kaymakam vasıtası ile yönetilmiştir. 19. Yüzyılda Siirt : XIX.Yy. içerisinde Siirt’te meydana gelen tek siyasal olay 1894 tarihinde Sason’da meydana gelen Ermeni ayaklanmasıdır. Rusya ve İran’daki Ermeni Komiteleri’nin de kışkırtması ile büyük bir isyan olayı ile karşılaşıldı. Bu durum karşısında Osmanlı Devleti sert tedbirler almak zorunda kaldı. Sason ayaklanması İngiltere’yi harekete geçirdi. Çünkü, Ermeni meselesi, Rusya ve İngiltere’yi menfaat çatışmasında birleştiriyordu. İngiltere Ermeni’lerin bağımsızlığını isterken; Rusya, Ermeni’lerin Rusya’ya katılmasından yanaydı. Merkezi Tiflis’te olan Ermeni Hınçak Komitesi ile Taşnaksutyun Komiteleri’nin amacı, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerin Rusya ve İran’daki bütün Ermenilerle birleştirip bağımsız bir Ermenistan Devleti’nin kurulmasını sağlamaktı. Böyle bir amaç İngiltere’yi memnun etmesine rağmen, Rusya, kesinlikle karşı çıkmıştı. 8 Ağustos 1884’te Sason’un Şenlik Köyü’nde, Kürtlerin birkaç koyunu gasbetmesi ile başlayan olaylar, Ermenilerin Türk Köyleri’nde katliama girişmesi ile genişlemiştir. Ermenilerin vergi vermemek ve hükümet memurlarına pasif direnişte bulunmak üzere daha önceden anlaşmaları da olayların genişlemesinde etkili olmuştur. Ermenilerin başlattığı bu ayaklanmayı II. Abdülhamid’in görevlendirdiği VI. Ordu bastırmıştır. Osmanlı Devleti’nin bu döneminde Siirt Yöresi’nde genellikle yarı özerk bir yönetim biçimi hakimdi. 1831’de yapılan Osmanlı nüfus sayımı kayıtlarında, XIX.Yy.’da Siirt Yöresi’nde Hazzo (Kozluk)’nun Diyarbakır Eyaleti’ne bağlı bir hükümet olduğu belirlenmiştir. Bugün Siirt İli’nin kazalarından biri olan Şirvan (Şirve) ise liva olarak Van Eyaleti içinde yer almaktaydı. 1867 Vilayet Nizamnamesi, Siirt Livası’nın Diyarbekir Vilayeti’ne bağlı olduğunu göstermektedir. Siirt Livası’nın, Merkez kaza, Pevvan (Bervade) ve Garzan (Kurtalan’ın eski yerleşme yeri, şimdiki Yanarsu Bucağı) olmak üzere toplam 3 kazası vardı. 1877’de Merkez Kaza, Eruh, Şirvan, Rızyan ve Sason’dan oluşan Siirt Sancağı, Diyarbekir Vilayeti’ne bağlıydı. Siirt, bu yönetsel durumunu 1880’de de korudu. 1892 Devlet Salnamesi, Siirt Sancağı’nın Diyarbekir Vilayeti’nden ayrılarak, Bitlis Vilayeti’ne bağlandığını ifade etmektedir. Eskiden Siirt İli’ne bağlı olan Beşiri Kazası, Diyarbekir Vilayeti Merkez Sancağı’na bağlı kaldı. Bu dönemde Bitlis Vilayeti; Merkez Sancağı, Muş, Genç ve Siirt Sancakları’ndan oluşmaktaydı. Siirt Sancağı’nın ise, Merkez Kaza, Şirvan, Eruh, Pervari ve Garzan (Kurtalan) olmak üzere toplam 5 kazası vardı. 1896 Devlet Salnamesi kayıtlarında daha önce Siirt’e bağlı iken bugün Batman’a bağlı olan Sason Kazası’nın Muş Sancağı içinde yer aldığı gösterilmektedir. Siirt Sancağı 1892 – 1896’daki yönetsel konumunu 1903’te ve 1916’da da korumuştur. 1918’de Siirt Sancağı’nın yönetsel konumunda yapılan tek değişiklik, Şırnak’ın ilave edilmesiyle kaza sayısının 6’ya çıkarılmasıydı. Milli Mücadele’de Siirt : Siirt, Milli Mücadele Dönemi’nde toprak ağalığı düzeninin ve aşiret ilişkilerinin egemen olduğu tipik bir kasabaydı. Siirt’in, Rus tehlikesini atlattıktan sonra, karşılaştığı diğer bir tehlike de İngiltere idi. İngilizlere ait bir birlik, halka gözdağı vermek amacıyla Siirt’e gelerek birkaç gün kaldıktan sonra geri çekilmişti. Siirt, bunun dışında yabancı güçlerin işgaline uğramamıştır. Müdafaa-i Hukuk Derneği’ni teşkil eden Siirt’in münevver zümresinin Milli Mücadele’nin gerçekleşmesinde gösterdiği medeni cesaret takdire değer bir vatanseverliktir. II. Meşrutiyet Dönemi’nden itibaren Siirt’ten de milletvekili seçilmeye başlanmış, ilk olarak Abdülrezzak Efendi; 1908 – 1912 tarihleri arasında bağımsız milletvekili olarak görev yapmıştır. Daha sonra sırasıyla; Nazım Bey (Nisan 1912–Ağustos 1912), Şeyh Nasreddin Efendi (1914–1918) tarihleri arasında görev yapmıştır. Ardından Siirt’ten Halil Hulki Bey; 12 Ocak 1920’de toplanan Dördüncü Dönem Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Siirt’i temsil etmiştir. Siirt, Milli Mücadele hizmetlerine devam ederek, Siirt Müdafaa-i Hukuk Derneği olarak önce Vahideddin’e, Sadaret’e, Hariciyye’ye, İtilaf Devletleri Müesseseleri’ne, İzmir’deki Reddi İlhak Cemiyeti’ne, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne telgraflar gönderilmiştir. Anadolu’nun her il ve ilçesinde olduğu gibi Siirt’te de “Müdafaa-i Hukuk Derneği” kurulmuş, başkanlığına da İl’in eski müftüsü Halil Hulki AYDIN getirilmiştir. Üyeleri, Ömer ATALAY, Siirt Belediye Başkanı Hamit Bey, İl’in ileri gelenlerinden Hamza Hilmi, Bekir Sıtkı ve Abdülkerim Bey’lerden ibaretti. Bu dernek Atatürkçü Düşünce ışığında İstanbul Hükümeti’ne ve İşgal Devletleri’ne karşı koymaktan hiç çekinmemiştir. Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi’nde belirttiği, “Her ilden bir delegenin gönderilmesi” fikrine sadakatle bağlı kalınmış, dernekçe seçilen Cemil AYDIN, Atatürk’ün başkanlığında oluşturulan kongreye katılarak, kongre kararlarını içeren kitabı getirmiş ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Siirt Şubesi’ne vermiştir. Halil Hulki AYDIN milletvekili seçilerek Siirt’ten ayrıldıktan sonra bu derneğin başkanlığına Ömer ATALAY getirilmiş, derneğe üye olarak da Cemil AYDIN, Şebap ÖZEL, Muhammed Fehmi FIRAT, Yahya Hikmet YAVUZ ve Bilal EVİN’in lüzum üzerine seçilmeleri uygun görülmüştür. Siirt, Milli Mücadele yıllarında Bitlis Vilayeti’ne bağlı bir sancaktı. Sancağın, Merkez Kaza dışında 5 kazası vardı. Bunlar; Pervari, Garzan, Eruh, Şirvan ve Şırnak’tı. Sancağın en kalabalık kazası Siirt Merkez Kazası idi. Bununla birlikte Siirt’in nüfusunda 1890’lardan itibaren hızlı bir düşüş olmuş, 60.000 dolayında olan kaza nüfusu 1914’de 30.000 civarına inmiş, bu düşme I. Dünya Savaşı Dönemi’nde de devam etmiştir. Bu düşüşte Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan yararlanarak, Doğu ve Güneydoğu’da işgal hareketlerini sürdüren Rusların da etkisi olmuştur. Siirt’in ileri gelenleri ve yaşlıları bu konu ile ilgili şunları söylemektedir: “Ruslar’ın işgallerinin, Bitlis’in Deliklitaş Mevkiisi’ne kadar geldiği Siirt halkı tarafından öğrenilince, halk arasında panik doğmuş, halkın bir kısmı kaçmak düşüncesiyle eşyalarını toplarken, çoğunluğu oluşturan Siirt halkı Müdafaa-i Hukuk Derneği’nin yardımıyla, Atatürkçü Düşünce’ye sahip kişilerden gönüllü askerler toplayarak, Ruslara karşı koymaya çalışmışlardır. Bu gönüllü askerler içinde sivil binbaşı rütbesiyle bazı kişiler görev almıştı. Bunlar arasında Şeyh Şerafettin AYDIN ve İbrahim-i Mekevi’nin de bulunduğu sivil ordu, büyük başarı sağlamış, Ruslar’ı geri püskürterek, Siirt’e girmelerini engellemişlerdir. Ruslar’ın Deliklitaş’tan geri çekilmeleri, bu ülkede Lenin’in gerçekleştirdiği 17 Ekim Devrimi’ne bağlanmaktadır. Erzurum Kongresi’nde Siirt : İstiklal Savaşı’nı zafere ulaştıran Milli Mücadele ruhunun temeli sayılan ve 23 Temmuz 1919 tarihinde Mustafa Kemal tarafından Erzurum’da düzenlenen ve 7 Ağustos 1919’da son bulan tarihi Erzurum Kongresi’nden sonra o zamanlar Bitlis Vilayeti’ne bağlı Siirt Sancağı’nı kimlerin temsil ettiği bugün dahi tarihin sisli sayfaları arasındadır. Erzurum Kongresi’ne Bitlis ve Siirt adına katıldıkları anlaşılan Hacı Recep Efendizade, Hacı Hafız ile Emekli Binbaşı Süleyman’ın, Bitlis ve Siirt’le ilgili olmadığı, bunların Erzurum’da oturdukları ve toplantıya vaktinde Siirt’ten kimsenin ulaşamadığı görülünce, Bitlis ve Siirt’i temsil ettikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Siirt’ten gittiği kesin olan Hacı Cemil Efendi (AYDIN)’nin ancak kongrenin son günü Erzurum’a ulaşabildiği de bunu doğrulamaktadır. Başta Büyük Önder Atatürk olmak üzere, Siirt’te olduğu gibi bütün Anadolu halkı işgalci kuvvetlere karşı koymakta bütünleşmişlerdir. Atatürk, silahlı mücadeleye hukuki ve siyasi bakımdan yön veren ve yeni kurulan Türkiye Devleti’ni milletler arası toplulukla beraber imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Türk İnkılabının aksiyon devrini de tamamlamıştır.
-
GENEL BİLGİLER Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Siirt, doğudan Şırnak ve Van, batısında batman, güneyinde Mardin ve Şırnak, kuzeyinde de Batman ve Bitlis ile çevrilidir. İl topraklarının büyük bölümü dağlarla kaplı olup, engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Güneydoğu Torosların uzantıları olan dağların belli başlıları kuzeyde Bekovi Dağı (Doğruyol) (2.741 m.), doğuda Herakol Dağı (Yazlıca Dağı) (2.953 m.), güneyinde de Çerrand Dağı (Yassı Dağ) (2.280 m.)’dır. Bu dağ sıraları doğudan güneydoğuya doğru geniş bir yay çizerek Hakkari Dağları ile birleşir. Bunların dışında Şeyh Ömer Dağı (1.409 m.), Kapılı Dağı (2.631 m.), Koran Dağı (2.350 m.) ilin diğer yükseltileridir. Siirt dağları genellikle çıplak ve yalçın kayalıklar şeklinde olup, yalnızca kuzey yamaçlarında yer yer meşe ağaçlarından oluşan ormanlıklara rastlanmaktadır. Bu dağlar Dicle Nehri’ne karışan küçük akarsuların açtığı vadilerle parçalanmıştır. Siirt’in doğal oluşumu III.zamanda bugünkü görünümünü kazanmıştır. Kırılma ve kıvrılmalarla üst-eosen ve oligosen boyunca aşınarak yarı ova (Peneplen) niteliğini kazanmıştır. Bu oluşumlar sırasında Siirt’in güneybatısında çöküntü alanları meydana gelmiştir. İlin platoları kuzey bölümündeki Doğruyol, Kurtalan, Kapılı ve Yazlıca dağlarının Botan Suyu ve kollarının açmış olduğu vadilerin yamaçlarında toplanmıştır. Bunlar Pervari’de Cemikarı, Ceman ve Herekul Yaylaları ile Şirvan’daki Bacavan yaylasıdır. İlin kuzey ve doğusundaki dağlık kesimlerden güneye ve batıya doğru vadiler yer almaktadır. Bu vadilerin en önemlisi Botan (Uluçay) Suyu Vadisi ile Bitlis Çayı Vadisidir. Kurtalan Ovası da Bitlis Çayı Vadisinin genişleyen bölümünde yer almaktadır. Oldukça dar ve dik olan Behrancı Vadisi de güneydoğudan güneybatıya doğru geniş bir yay çizerek Türkiye-Suriye sınırlarında Habur Vadisi’ne açılır. Bunun dışında Siirt’te ovalık alanlara rastlanmaz. İl topraklarının büyük bir bölümü Dicle Havzası içerisine girmekte olup, bu havza Fırat, Kızılırmak ve Sakarya Havzaları’ndan sonra ülkenin dördüncü büyük su toplama alanıdır. İl topraklarından kaynaklanan sular, Dicle Nehri aracılığı ile Basra Körfezi’ne ulaşır. Bunların başında Dicle’nin kollarından Garzan ile Botan Suyu (Uluçay), il sınırları dışında Dicle’ye katılan Habur Çayı’nın kollarından Hezil Çayı ile Garzan Çayı, Kezer Çayı, Başur Çayı il topraklarını sulamaktadır. Yüzölçümü 6.186 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım Sonuçlarına göre; toplam nüfusu 263.676’dır. İlin deniz seviyesinden yüksekliği 600 m. ile 1.600 m. arasında değişmektedir. Doğu Anadolu yapraklı orman kuşağı ile Güneydoğu Anadolu bozkır kuşağı arasında kalan Siirt’in doğal bitki örtüsü step (bozkır) görünümünde olup, dağlık alanlarda meşe ağacı topluluklarına rastlanmaktadır. Siirt’te Karasal iklim hüküm sürmekte ve dört mevsim en belirgin özellikleriyle yaşanmakta, Yazları sıcak ve kuraktır. En az yağış Kurtalan’da, en fazla yağış Baykan’da görülür. GAP’ın devreye girmesiyle iklimde belirgin bir değişme gözlenmiş, İlkbaharda daha fazla yağış olmuş ve %40’ın altında olan nem oranı yükselmiştir.Gece ve gündüz arası sıcaklık farkı fazla olup, en yüksek ısı 43.3 C, en düşük ısı ise -19.5 C.dir İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayii, petrol ve ticarete dayalıdır. Ekime elverişli alanların kısıtlıdır. Bununla birlikte yetiştirilen tarımsal ürünler arasında buğday, arpa, kırmızı mercimek, tütün ve sebze ve meyve gelmektedir. İlin en önemli ekonomik etkinliği hayvancılık olup, yaylalarda koyun, kıl keçisi ve yöreye özgü Ankara keçisi yetiştirilip, arıcılık yapılır. Hayvancılığa bağlı olarak süt, beyaz peynir ve tulum peyniri üretilir. Yörede yetişen sirik isimli bitkinin yardımı ile bir tür otlu peynir yapılır. Siirt’te yetiştirilen keçilerin tiftiğinden dokunan Siirt battaniyeleri ülke çapında ün kazanmıştır. Ayrıca hayvanlardan sağlanan yün, kıl ve tiftiğin el tezgahlarında işlenmesi ile başta çadır olmak üzere dokuma ürünleri elde edilir. İlde sanayi kuruluşu olarak, un, yem, çimento, tuğla ve kiremit fabrikaları bulunmaktadır. Siirt Meyan Kökü Sanayii ve Ticaret Aş.’ye ait tesisler, Kurtalan’da yaprak tütün işletmesi bunların başında gelmektedir. Siirt’in en önemli yeraltı zenginliği petrol ürünüdür. Petrol Kurtalan ilçesinde çıkarılmaktadır. Ayrıca il topraklarında krom, prit ve bakır yatakları bulunmaktadır. Siirt maden suyu kaynakları bakımından da oldukça zengindir. Billoris Kaplıcası, Lif Kaplıcası, Hista Kaplıcası, Germiab Kaplıcası bu kaynakların başlıcalarıdır. Siirt, Keldaniler tarafından Keert, Araplar tarafından Esart, Sairt ve Siirt, Süryaniler tarafından da Seert isimleri ile anılmıştır. XIX.yüzyıl kaynaklarında buradan Sairt, Söört ve Seert olarak söz edilmiştir. Bu isimler zamanla Siirt’e dönüşmüştür. Siirt yöresinde yapılan araştırmalar MÖ.3000’lerde Hurrilerin buraya yerleştiğini göstermiştir. MÖ.XIII.yüzyılda küçük krallıkların birleşmesi ile oluşan Nairi Konfederasyonu buraya hakim olmuştur. Bunun ardından yörede Hubuşkia ve Şupria Krallıkları kurulmuştur. Asurlular buraya egemen olmuşlar, daha sonra Kimmerler ve İskitler istila etmişlerdir. Şupria Ülkesi diye isimlendirilen yöre MÖ.VII.yüzyılın sonlarında Medlerin hakimiyetini kabul etmiştir. MÖ.VI.yüzyılda Persler buraya hakim olmuş ve Nairi bölgesindeki Satraplarca yönetilmiştir. MÖ.332’de Anadolu’nun büyük bir bölümünü ele geçiren Büyük İskender Pers hakimiyetine son vermiştir. İskender’in ölümünden sonra yöre Seleukosların egemenliğine girmiştir. MÖ.129’da Partlar buraya hakim olmuş, ardından Romalılar ile Partlar arasında yöre, birkaç kez el değiştirmiştir. MS.63’te yapılan bir antlaşma ile Siirt yöresi Arsaklılar tarafından yönetilmek üzere Romalılara bırakılmıştır. MS.V.yüzyılda Sasaniler, 637’de de Araplar buraya hakim olmuştur. Bundan sonra Emevi ve Abbasi dönemlerinde “Amil” denilen beyler, ardından Ermeni prensleri ve Arap emirleri tarafından yönetilmiştir. Bizanslılar 927’de buraya hakim olmuştur. XI.yüzyılda Bizans’a bağlı olan Philaretos isimli bir Ermeni kral tarafından yönetilmiştir. XII.yüzyılda Artuklular yöreye egemen olmuş, XIII.yüzyılda İlhanlılar, XIV.yüzyılda Eyyubiler buraya hakim olmuşlardır. XIV.yüzyılda Artuklular ile Karakoyunlular arasında çekişmeler olmuş ve yöre birkaç kez el değiştirmiştir. Şerefhanlar tarafından bir süre yönetilen yöre 1514’te Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır. XIX.yüzyıl sonlarında Bitlis vilayetine bağlı Siirt Sancağı olarak yönetilmiş, XIX.yüzyıl sonlarında ve XX.yüzyıl başlarında etnik kökenli ayaklanmalara sahne olmuştur. 26 Eylül 1919 yılında 48 Sayılı Heyet-i Umumiye Kararı ile bağımsız sancak haline getirilen Siirt, Cumhuriyetin ilanından sonra, 1923 yılında il konumuna getirilmiştir. İlde günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Baykan’da Derzin Kalesi, Siirt Ulu Camisi (1129), Çarşı Camisi (Asakir Camisi) (1265), Cumhuriyet Camisi (Hıdrü’l-Ahdar Camisi), Botan Çayı üzerinde Nasreddin Köprüsü (XIII.yüzyıl), Baykan’da Dört Ulular Köprüsü, İbrahim Hakkı Türbesi (XVIII.yüzyıl), Sultan Memduh Cami ve Türbesi, İbrahim Bey Camisi, Veysel Karani Cami ve Türbesi, Şirvan’da Saman Köprüsü, Saat Kulesi, Siirt Evleri bulunmaktadır.
-
URFA GENEL HARRAN KALESİ HALFETİ GÖBEKLİTEPE FIRAT NEHRİ ATATÜRK BARAJI ŞUAYP ŞEHRİ SOGMATAR KARACADAĞ EYYÜP PEYGAMBER TÜRBESİ ŞANLIURFA KALESİ DERGAH CAMİ BALIKLI GÖL TARİHİ GÜMRÜK HANI HARRAN ŞANLIURFA MÜZESİ
-
KÜLTÜREL ÜRÜNLER İSOT (Urfa Biberi) Malzemeler: Kırmızı Urfa isotu Tuz,Zeytinyağı Yapılışı: Sapları ve tohumları temizlenen ve ikiye bölünen isotlar şeffaf naylon torbaların içine konur. güneşe serilir üzerine tuzlu su dökülür. gündüzleri terde kalan isotların geceleri hava almaları ve küflenmemeleri için üzeri açılır ve sürekli kontrol edilir. Rengi kararan ve kuruyan isotlar tokmakla dövülerek toz haline getirilir.lezzetli olması için üzerine zeytinyağı dökülür ve saklanır. URFA PEYNİRİ Malzemeler: Yapılışı: Yapım aşamasında yumruk büyüklüğünde parçalara ayrılan peynir, bezlerin içine topak şeklinde bağlanarak süzülüp tuzlanıyor ve küçük toplar halinde satılıyor. Hem taze olarak hem salamura olarak yenebiliyor. Kahvaltıdan ziyade yolluk olarak kullanılan peynirin az miktarları bile doygunluk sağlıyor. Taze pide ve tereyağı ile yenildiği gibi, salataların üzerine de rendelenebilir. BASTIK (Pestil) Malzemeler: Yapılışı: Bağbozumu ile birlikte bağlardan derilen üzümler küfelerle evlere getirilir. Üzüm teknelerine boşaltılan üzümler bu teknelerde çıplak ayaklarla sıkılarak suyu çıkarılır. Şivinden (posa) ayıklanan üzüm suyu (şire) büyük kazanlara konularak odun ateşinde kaynatılır. Kaynayan şireye bir sitil (kova) ayran eklenir ve kaynatma işlemi sürdürülür. Daha sonra aktoprak (veya şire toprağı) eklenir (bu işleme "toprak verme") ve sürekli olarak karıştırılmaya devam edilir. Bu aşamada kazan altındaki ateş çekilir ve kazandaki şirenin yarısı başka bir kovanın içine boşaltılır ve kovadaki şireye katı kıvama gelmesi için un eklenir. Daha sonra bu un eklenmiş şire tekrardan ocaktaki kazana boşaltılır ve kazanın ateşi tekrardan yakılarak kaynatma işlemine devam edilir. Kazandaki şire katılaşıp bulamaç kıvamına gelene kadar kaynatma işlemi sürdürülür. İstenilen kıvama gelen bastığ şiresi damlara serilen savanların üzerine dökülerek yayılır. Yayılır yayılmaz üstüne çeviz kıynağı, küncü ve çedene serpilerek güneşte kurumaya bırakılır. İki-üç gün sonunda kuruyan bastığ savanların üzerinden toplanır ve kalıplaştırılarak saklanmak üzere teştlere konulur. Bastığ, kışın çerez olarak tüketilmek üzere hazırlanır ve uzun kış gecelerinde özelliklede ceviz ile birlikte köylülerin ağzını tatlandıran besleyici bir gıdadır. NAR EKŞİSİ Önce narın taneleri ayıklanır. Narın rengi taneleri ve tadı, nar ekşisinin o bildik mükemmel halini veriyor. Bir adet irice nardan ancak 1 yemek kaşığı nar ekşisi elde ediyoruz. Bu zahmetli iş için, önce narlar ayıklanır. Tadını değiştirmemesi için taneler arasındaki zarlar ve narın kabukları alınır. Sonrasında ise ezici ile nar taneleri ezilir ve suyu çıkarılır. Sonra bir kaba süzgeç vasıtasıyla süzdürüyoruz. Orta ateşte, reçel suyu kıvamına gelene kadar kaynatıp, porselen bir tabağa damlattığınızda akmadan kalıyorsa pekmezimiz (nar ekşimiz) olmuştur KURU DOMATES kuru domates:domatesler yıkanırdörde bölünür.bir tepsiye gazete serilir.domatesler üzerine yerleştirilir.bol tuz serpilir.güneşe konur.gerekirse 1-2 gün içinde çevirilir. kuru domates kışın bütün yemeklerinizde kullanabileceğiniz muhteşem bir lezzettir KURU PATLICAN Patlıcanları yıkamadan kesip içlerini oyun.içlerini oyduktan sonra su dolu bir leğenin içine atın.daha sonra ipe dizin.güneş gören bir balkona asın.kuruduktan sonra bir karton kutuya koyun ve kışın afiyetle yiyin GÜN PEKMEZİ Malzemeler: Şirelik üzüm, yeteri kadar havara taşı yani beyaz toprak Yapılışı: Tanelere ayrılan üzüm curunda (havuz) iyice yıkanır. Üzerine üzüm suyunun durulması için havari taşı (bu oran genellikle 1/4 olup, yani üzümün dörtte biri kadar havara taşı) serpilir. Ayakları temiz olan kişiler curunda üzümü iyice ezdikten sonra, curun borusundan (söbek) akan üzüm suları yaygın kapta (leğen, teşne) toplanır ve iyice kaynatılarak pişirilir. Kaynama anında oluşan köpükler alındıktan sonra tortuların dibe çökmesi için bekletilir. Durulan şerbet tekrar teşnelere süzülerek boşaltılır. Kalan tortulu kısım bez torbalara boşaltılarak yüksekçe bir yere asılır ve süzülen şerbet ayrı bir kapta toplanır. Biriken şerbetler güneşte karıştırılarak koyulaştırılır. Bu biçimde istenen koyuluk elde edilince, tekrar süzülür (tülbet bezden geçirilir) ve kavanozlara konur. CEVİZLİ SUCUK Malzemeler ve Yapılışı: pekmez su nişasta pudra şekeri ceviz ip Pekmez,nişasta,su,sekerle bir bulamac hazırlanır.Ceviz kopmayacak bir ipe dizilir ve bulamaca batırılıp çıkarılır.2-3gün ipe asılı vaziyette kuru bir yerde kurutulur. ÇEKÇEK (Kesme) Malzemeler ve Yapılışı: Bağbozumu ile birlikte bağlardan derilen üzümler küfelerle evlere getirilir. Üzüm teknelerine boşaltılan üzümler bu teknelerde çıplak ayaklarla sıkılarak suyu çıkarılır. Şivinden (posa) ayıklanan üzüm suyu (şire) büyük kazanlara konularak odun ateşinde kaynatılır. Kaynayan şireye bir sitil (kova) ayran eklenir ve kaynatma işlemi sürdürülür. Daha sonra aktoprak (veya şire toprağı) eklenir (bu işleme "toprak verme") ve sürekli olarak karıştırılmaya devam edilir. Bu aşamada kazan altındaki ateş çekilir ve kazandaki şirenin yarısı başka bir kovanın içine boşaltılır ve kovadaki şireye katı kıvama gelmesi için un eklenir. Daha sonra bu un eklenmiş şire tekrardan ocaktaki kazana boşaltılır ve kazanın ateşi tekrardan yakılarak kaynatma işlemine devam edilir. Kazandaki şire katılaşıp bulamaç kıvamına gelene kadar kaynatma işlemi sürdürülür. İstenilen kıvama gelen bastığ şiresi damlara serilen savanların üzerine dökülerek yayılır. Yayılır yayılmaz üstüne çeviz kıynağı, küncü ve çedene serpilerek güneşte kurumaya bırakılır. İki-üç gün sonunda kuruyan bastığ savanların üzerinden toplanır ve kalıplaştırılarak saklanmak üzere teştlere konulur. Bastığ, kışın çerez olarak tüketilmek üzere hazırlanır ve uzun kış gecelerinde özelliklede ceviz ile birlikte köylülerin ağzını tatlandıran besleyici bir gıdadır. ATEŞ PEKMEZİ Malzemeler: Yapılışı: Ekşi pekmez yapılmak isteniyorsa, üzümler yıkandıktan sonra ayağına oldukça temiz bir çizme giyen kişi tarafından güzelce ezilir ve şırası çıkartılır. Çıkarılan bu şıra posasından ve tozundan ayrılmak için ince delikli torbalardan ve ya ince delikli süzgeçten süzülür ve kaynama kazanına aktarılır. Bu kapların genişliği fazla, derinliği az olmalıdır. Örneğin; genişliği 70-100 cm. derinliği 25-30 cm. olabilir. Elde edilen bu şıra bu yayvan kaba aktarıldıktan sonra kap ateşin üzerine konulur ve kaynatılır. Kaynama esnasında pekmezin dip tutup yanık kokusunun oluşmaması için devamlı karıştırılmalı ve savrulmalıdır. Bu sırada kaynatma kabının kenarında ve şıranın yüzünde toplanan kirli köpükler bir kepçe ile alınmalıdır. Pekmez kıvama geldiğinde pekmezde kırmızı köpük oluşur ve ağdalaşma dediğimiz durum gelir. Ayrıca reçellerde olduğu gibi çeşitli denemelerle de pekmezin kıvama gelip gelmediğini anlayabiliriz. - Tahta bir kaşığı pekmeze daldırıp, pekmezden çıkardığımızda son damlayı temiz bir tabağa damlattığımızda dağılmıyorsa pekmez olmuştur. - Yine tahta kaşık pekmeze daldırılıp, pekmezden çıkarıldığında son damlalar kaşığın sadece bir yerinden değil de iki yerinden damlıyorsa pekmez olmuştur. - Bundan sonra kazan ateşten alınır. Ekşi olarak imal edilen bu pekmez bilhassa havaların sıcak olduğu yaz mevsiminde sulandırılarak serinletici olarak içilir. Buna şerbet veya nardenk denir. Ateşten alınan pekmez daha sonra temiz ve uygun şekildeki sırlı çömlek veya cam kavanozlara konularak kullanılıncaya kadar temiz ve serin bir yerde bekletilir. - Tatlı pekmez yapmak istiyorsak, tıpkı ekşi pekmezdeki gibi üzümüm şırası çıkarılır. Tatlı pekmez yapımının ekşi pekmez yapımından farkı üzüm ve şıraya pekmez toprağı yani ekşilik-asitlik giderici bir madde katılmasıdır. Bu madde pekmez toprağı olabileceği gibi karbonat, sönmüş kireç veya odun külü de olabilir. Ekşilik giderici olan bu maddeler üzümün ezilmesi sırasında katılabileceği gibi şıra soğukken ve sıcakken de katılabilir. Fakat ne kadar şıraya ne kadar asitlik giderici madde katılacağını kestiremeyiz.Genelde 100 kg şıraya 3-4 kg. pekmez toprağı katılmasına rağmen bu oran üzümün çeşidine, olgunluk derecesine ve pekmez toprağının kireç nispetine göre değişmektedir. Ne kadar şıraya ne kadar asitlik giderici madde katılması gerektiğini anlamanın pratik yolları vardır. Şöyle ki; Şıraya bir miktar asitlik giderici madde (örneğin odun külü) ilave edilir. Bu ilave ile şıranın yüzünde köpük tabakası meydana gelir. Şıradan kabarcıklar ve bu arada bir hışırtı duyulur. Bir süre sonra hepsi durur. Hala şırada bir ekşilik varsa bu belirtiler tekrar görülür. Eğer şıranın ekşiliği tamamen geçmişse odun külü ne kadar ilave edilirse edilsin bu belirtiler artık görülmez. Ayrıca asitlik giderici madde gereğinden fazla katılırsa pekmezin rengi adeta siyaha çalar bir koyulukta, eğer gereğinden az katılırsa sarı ve turuncuya çalar bir azınlıkta olur. Bundan sonra şıra ocağa konur ve bir taşım kaynatılır. Buna şıranın kestirilmesi denir. Şıranın kestirilmesinin çeşitli faydaları vardır. Şıranın bir taşım kaynatılmasıyla şıranın içindeki mayalar ölür ve şaraplaşma önlenmiş olur. Kestirilen şarap ocaktan alınır. Temiz bir kaba aktarılarak 5-6 saat veya bir gün kendi haline bırakılır, dinlendirilir. Bu dinlenme esnasında tortu yapan maddeler dibe çöker ve şıra berraklaşır. Bir gün sonra yavaş yavaş kaynatma kazanına aktarılır ki kabın dibindeki tortu kaynatma kazanına geçmesin. Böylece asitlik azaldığı gibi sıranın bir hayli durulması da sağlanır. Kaynatma kazanına alınan şıra ateşe konur ve tıpkı ekşi pekmezde olduğu gibi pekmezin kıvama geldiği anlaşılıncaya kadar ateşte kaynatılır. Arzu edilen kıvama gelince ateşten alınır ve muhafaza kaplarına aktarılır. Serin ve kuru bir yerde kullanılıncaya kadar bekletilir. Muhafaza kabı olarak cam kavanozlar, kalaylı bakır ya da emaye kaplar olabilir.
-
ATATÜRK BARAJI Atatürk Barajı, Şanlıurfa ve Adıyaman illeri arasında, Fırat Nehri üzerinde kurulu olup, enerji ve sulama amaçlıdır. 1983 yılında inşaatı başlamış olan baraj 1992 yılında işletmeye açıldı. 8 türbine sahip barajın yüksekliği 169 metredir. 2400 MW gücüyle yıllık 8900 GWh elektrik üretim kapasitesine sahiptir. Kaya dolgu tipinde bir barajdır. Gövde hacmi 84 500 000 m³ tür. Dış yüzeyi kaya içi kil ve topraktır. Baraj gölünün baskısı ile ilk inşasındaki yüksekliği 10 metre kısalmıştır. GAP Projesi içinde, Karakaya Barajının 180 km mansabında, Şanlıurfa ilinin Bozova ilçesine 24 km uzaklıkta Fırat Nehri üzerinde kurulan baraj. İnşaatına; 4 Kasım 1983 tarihinde başlandı. 1994 senesinde bitirilmesi planlanan baraj; sulama ve enerji elde etmek maksadıyla yapılmıştır. 2400 megavat, yılda 8.9 milyon kilovat saat elektrik enerjisi üretecek kapasitededir. 84.4 milyon m3 kaya ve toprak dolgu ile dolgu hacmi bakımından bugüne kadar dünyada inşa edilen barajlar arasında beşinci sıradadır. Meydana gelen göl alanı 817 kilometre karedir. Yıllık ortalama su akışı 26.654 milyar metreküptür. Toplam su depolama hacmi 48.7 milyar metreküptür. Her bir grupta; gücü 300.000 kilovat olan 8 adet türbin jeneratör bulunmaktadır. 25 Temmuz 1992"de bu 8 üniteden ikisi hizmete açılmıştır. Halen inşaatı devam eden Şanlıurfa Tünelinin de tamamlanması ile, Şanlıurfa, Harran, Mardin, Ceylanpınar, Siverek-Hilvan ovaları ile beraber 1.43 milyon dönüm arazi sulanır hale gelecektir.Temelden yüksekliği 169 metredir. Nehir seviyesinden yükseklik bakımından minimum su kotu 513, ideal su kotu 526, maksimum su kotu ise 524 metreye ulaşır. Barajda elektrik üretimi için derinliğin en az 133 metre olması gerekir. Baraj duvarının boyu 1644, eni ise 15 metredir. Atatürk Barajı, dolgu hacmi bakımından dünyanın en büyük 6. büyük barajı durumundadır. Hidroelektrik Santralı da, dünyada halen yapımı sürenler arasında 3., inşa edilmiş olanlar arasında da 5. en büyük santraldir. Aynı zamanda Avrupa"nın ve Türkiye"nin en büyük barajıdır. Atatürk Barajı, tamamen Türk işçi ve mühendisinin emek ve alın teriyle gerçekleştirilmiştir. Bu dev barajın gövdesi 80 ay gibi kısa bir zamanda bitirilmiştir.