Canraşit tarafından postalanan herşey
-
İdam Cezası
Bu ifadeden bir şey anlaşılmıyorsa da, anladığım kadarıyla, eğer, sayın demirefe'nin bize anlatmaya alıştığı şey, insanların adalet duygusunun, hayvanlardan üstün ve gelişmiş olduğu ise, kendisi idam cezasının geri bir uygulama olduğunu zımnen kabul etmiş demektir ve o zaman Pamukoğlu doğruyu savunmuş olmaz. Yok duygularına kapılmadan hesaplamak iyidir diyorsa, hayvanların adalet ölçüsünü doğru ve kesin buluyor demektir. Bu durumda ise, insanların adalet duygusunun, hayvanlardan üstün ve gelişmiş olduğunu değil, tam tersini kastediyor ve savunduğu idam cezası ile tutarlı bir örnek vermiş oluyor demektir ve o zaman Pamukoğlu doğruyu savunmuş olur. Ama sayın demirefe, bunu savunmadığını iddia ediyor, tutarlı iken kendi düşüncesini kendi elleriyle tutarsız konuma getiriyor. İnsanları, idam cezası varken verilen eğitim sırasında, öldürmenin yanlış olduğuna nasıl inandıracaksınız ? Evet, bu doğru. 24 saat kamera ile takip etmek ve anında müdahale mümkün olmazsa, kediye zarar verene Aslanlra bakma cezası, Kuşa zarar verene de Akbabalara, Kartallara bakma cezası verilir. Sıkıysa cinnet geçirsin bakalım, kim katliam yapıyor görürüz. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Tam tersine, bilimin doğru düzgün yapılması, sömürünün kucağına itilmemesi için Mühendislik Etiği, Tıp etiği gibi uygulamalı etik yani ahlak felsefeleri, ilgilendiği uygulamalı bilimlere yön verir, karışır, dikte eder. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Efendim, Müslümanlar asırlar boyu bu ayetin tefsirini sizin anladığınız gibi yapmadılarsa, örneğin Taberinin tefsirinde böyle bir anlama yoksa, yok illaki ''demirefenin tefsiri '' ile anlayacaksınız diye ısrar etmenin bir manası var mı, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmekten başka ? Hayır akıl var, mantık var. O ayetlerde '' Resul '' ile yapılan bir antlaşmaya konu olan müşriklerden bahsediyor, kim olsa böyle anlar. Ayrıca, buyrun Taberi tefsirine atıf yapılan tefsir : Tevbe Suresi 1- Bu, Allah ve Resulünden, kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklere bir ihtardır. Bazı Müşrik kabileler, Resulullah ile yapmış oldukları antlaşmalarını bozmaya başlamışlardı.Bunun üzerine Allah teala, Resulullahın da, Müşriklerle olan antlaşmalarını bozmasını ve kendilerine dört aylık bir süre tanıdıktan sonra savaş açacağını ihtar etmesini emretmiştir. Taberiye göre, burada ahidleri bozularak kendilerine savaş açılacağı ihtar edilenler, Resulullahın aleyhine başka kâfirlere yardım edenler ve tek taraflı olarak Resulullah ile olan andl aşmalarını bozanlardır.[1] [1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/251 -http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=5338&BID=62- Saygılar sunarım.
-
ULUSAL EGEMENLİK Bayramı Kutlu Olsun !
23 Nisan önce ULUSAL EGEMENLİK, sonra ÇOCUK bayramıdır. Ulus bilincini gelecek kuşaklara taşıma görevini yerine getirecek olanların bugünün çocukları olması, bu bayramın neden Atatürk tarafından ÇOCUK Bayramı olarak da adlandırıldığını açıklar. Dün bu bayram da, diğer resmi bayramlar gibi görünüşte eskisi gibi kutlandı. Fakat, yine eskisi gibi kutlandığını düşündürten bu bayramın vurgusu, sizce bu kez gerçekte verdiği mesaj olan ULUSAL EGEMENLİK'e mi yapıldı, yoksa, ÇOCUK'a mı ? Yandaş medyada kaç yıldır, her gün Ulus Bilinci aşındırılmakta iken, böyle bir bayramın kutlanmasındaki çelişki ve samimiyetin sorgulanması gerekmez mi ? Saygılar sunarım.
-
Bedri Baykam’ın bıçaklanma olayında yaşananlar çok açık bir gerçeği göstermiyor mu?
Efendim, o yardım etmeyen insanlar belki de Bedri Baykam'ı tanımadılar, onun tavırlarını kendilerine yönelik bir tehlike addedip, belki de onu adeta bir tinerci gibi görerek, karnına bastırdığı elinde bir bıçak, bir şey olduğunu zannedip kaçmış da olamazlar mı ? Ayrıca, olayda, Bedri Baykam'ın Asistanı olan hanımın bıçaklanması, Baykam'dan sonraymış ve Baykam'ın o sırada yaşadığı panik dolayısıyla bundan haberi olmamış. Çünkü; o kaçtıktan sonra bıçaklanan asistanı, onun gerisinde kalmış. Her şeyi darwinizme bağlamadan önce, biraz da olayların oluşumunu, sebeplerini takıntısız bir biçimde anlamaya çalışsak daha doğru olmaz mı ? Saygılar sunarım.
-
DUDAYEV SUİKASTİ, KİMİN ELLERİ KANLI ?
Derin devlet dediğimiz oluşumun asıl sahibi olarak 28 Şubat darbesini tıpkı diğer darbeler gibi yaptıran ABD'dir. ABD'nin soğuk savaş yıllarında NATO ülkelerinde kurdurduğu, lojistik ve mali destek sağladığı GLADYO benzeri Derin Devletler, bu ülkelerde iktidarlara ABD karşıtı hükümetlerin gelmesine veya ABD çıkarına ters politikaların üretildiği anda mani olmak için, yerine göre çeşitli manipülasyonlar, başka çare kalmayınca darbeler yaptırmışlardır. ( Bkz. Menderes DP'si-27 Mayıs, İnönü CHP'si-12 Mart, Ecevit CHP'si-12 Eylül ) Erbakan'ın da siyasi duruşu batı karşıtı, ABD, AB, İsrail karşıtı olduğundan doğal olarak iktidarda kaldığı süre boyunca dış politika çizgisinde İslam ülkeleri ile ekonomik ve siyasi işbirliği yolları araması, özellikle İsrail ve ABD'nin Ortadoğu'daki baş düşmanı İran ile yakınlaşması, iç politikada ise iktidarını sağlamlaştırma hamlesi olarak ücretli çalışan kesimin maddi olanaklarını arttırması, milli ekonomiyi geliştirme adına üretici yerli sermayeyi geliştirme çabaları göstermesi, ipinin çekilmesi için yeterli saiklerdi. ABD, soğuk savaşın ardından değişen dış politikası gereği, Sovyetlerin çöküşünden önce Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde Türkiye'de el altından ( Suudi Arabistan kanalı ile ) desteklediği Siyasal İslamcıların bir kanadını yani Milli Görüşçüleri 28 Şubat'ta tasfiye etmiş, öteden beri beslediği Gülen Cemaatine ise '' yürü ya kulum '' demiştir. Darbe sürecinde ABD kontrollü holding medyası yoluyla Milli Görüş'çülerin üzerine gidilerek hata yapmaları sağlanmış, üstüne yapay soslar eklenerek, darbe meşrulaştırılmıştır. Darbenin halkın gözünde meşru görüldüğü de, Refah Partisi'nin yerine kurulan Fazilet Partisi'nin 99 genel seçiminde aldığı oy oranına bakılarak anlaşılabilir. Evet, o dönemin konjonktürü, yani; TSK'nın Laiklik hassasiyeti ile ABD'nin bölge üzerindeki çıkarlarına dayanan siyasetinin örtüşmesi bu darbeyi mümkün kılmıştır. Bugün ise, tam tersine, konjonktürün uygun olmaması, yani; TSK'nın Laiklik hassasiyeti ile ABD'nin bölge üzerindeki çıkarlarına dayanan siyasetinin taban tabana zıt olması, TSK tarafından bir darbe yapılamadığını / yapılamacağını / yaptırılmayacağını gösterdiği gibi yine tam tersine şu anki tablo, ABD ve AKP tarafından, '' Ergenekon Davası '' ile, TSK ve diğer sivil ulusal güçlere bir '' SİVİL DARBE '' yapıldığını gösteriyor. Bu darbenin meşrulaştırılma zemini de yine yandaş ve holding medyası kullanılarak üzerlerine gidilen ulusalcı güçlerin hatalarıyla ve çeşitli hukuk dışılıklarla oluşturulmaktadır. Saygılar sunarım.
-
YSK'NIN YASAKLARI NE ANLAMA GELİYOR?
Efendim, devlet de dahil hiç bir kurum Tanrı değildir. Dolayısıyla hata yapabilirler. Fakat, hem iktidarda hem de halkta biraz demokrasi bilinci olsa, akıllı, uslu, gerçekten '' demokratik '' protestolar yapılmış olsa, ne çocuklar ölecek, ne de canlar yanacaktı. Gerçek demokrasiyi isteyelim, herkes için ve herkese ! Saygılar sunarım.
-
YSK'NIN YASAKLARI NE ANLAMA GELİYOR?
Komplo teorisi ise alın size başka bir komplo teorisi: Bilakis, bu olayda görülmüştür ki; Derin güçler AKP hizmetindedir. Yargının teknik olarak bağlanmasının ardından, hala derin güçlerin başka ellerde olduğunu iddia etmenin bir mantığı yoktur. Derin güçler YSK’nın bu vetolarıyla bölgede ikinci parti olan BDP’yi zor durumda bırakıp oy oranını, dolayısıyla milletvekili sayısını önemli ölçüde düşürmek istemişlerdi. Bununla iktidarın BDP'nin oylarını da kendine tahvil edeceklerini düşünmüşlerdi. Ama BDP’nin açıklamaları derin ağabeyleri “bu sefer yanlış yaptık, dön baba dönelim” demeye sevk etti. BDP’nin açıklamaları oyunu bozmakla kalmadı, bu derin güçlerin hesaplarında akıl ve izanı yeterince kullanmadıklarını da plan sahiplerine göstermiş oldu. Çünkü BDP’nin “seçimlerden çekiliriz” resti hesaplanmamıştı. BDP’nin seçimlerden çekilmesi bölgedeki milletvekilliklerinin tamamına yakınını Muhalefet partisi (CHP) alacak demekti. Hatırlayanlar bilir, 1991 yılında benzer durumda,Güneydoğu'da HEP adaylarını listesine alan SHP Güneydoğu'da %34 oy oranını yakalamıştı. Aynı durumun bu kez de CHP'nin lehine olacağı şüphe götürmez. Bu da Ak Partinin tek başına anayasayı değiştirecek meclis çoğunluğuna sahip olamaması anlamına geliyor. Plan sahiplerinin amacıyla yüzde yüz ters bir sonuç olacaktı. Saygılar sunarım.
-
Yirmi yıldır yastığa başımı huzur içinde koyuyorum…
Efendim, bu cümleyi boşuna mı yazdık: Okumadınızsa ben ne yapayım ? Ayrıca, yazılarınızı google da araştırdığımda; aynı yazıların bir kaç sitede Erkan Arkut ismiyle yayınlandığını gördüm: -http://blog.milliyet.com.tr/Yirmi_yildir_yastiga_basimi_huzur_icinde_koyuyorum_/Blog/?BlogNo=301115- -http://blog.haberturk.com/muratturkay/yaziD.asp?yID=214701&kID=39- Şimdi, eğer, Erkan Arkut sizseniz, daha önce de dediğim gibi, 20 yıl önceki bir ölümü şimdiymiş gibi anlatıp insanları kandırmak dışında, herhangi bir sorun yok. Ancak, eğer, Erkan Arkut siz değilseniz, tekrar soruyorum; kaynak göstermemek emeğe saygısızlık değil mi, etik dışı değil mi, kul hakkı yemek olmaz mı ? Saygılar sunarım.
-
İdam Cezası
Evet, şimdi de '' gülelim, eğlenelim '' bölümüne gelelim ve böylece ilk defa idam hakkındaki subjektif görüşümü de ifade etmiş olayım: Kedilere ve kuşlara zarar veren insanları gördüğüm anda, bilincimi kaybettiğimden, idam dahil her türlü kısas uygulamasını uygulayabilirim, hiç garantisi yok. Fakat, bilincim yerine geldiğinde, devletin bu gibi insanlara ceza olarak kısas uygulamasına karşı çıkarım. Bence, bu insanlara verilecek en iyi ceza, kör noktaları olmayan kameralarla dolu bir kapalı barınakta, en az 6 ay kedilere veya kuşlara, dışkı temizleme dahil, bakması, 24 saat onlarla birlikte olması. Suçun ikinci kere tekrarında ise, cezadan önce bir temiz dövülmesi ( Bunlar biraz Leman'daki Erdener abi tarzı çözümler oldu ama idare ediverin artık ! ) Saygılar sunarım.
-
İdam Cezası
O çiçek aslında sizin sayın Evrensel. Doğru söylemek gerekirse, ifadelerinizden yararlanmadım değil çünkü. Fakat, başından beridir bunu anlatmaya çalışmamıza rağmen demek ki iyi ifade edememişiz. O da ayrı. Pamukoğlu'ya gelince, tabii ki ürettiği siyasetin gerçekçi olduğu, Türkiye gerçeğine uygun olduğu söylenebilir. Fakat, onun bu söylemi bile, HEPAR'ın MHP tabanı için bir bölen olarak işlevinin bir kanıtı olduğunu da söylememiz için yeterlidir. Tıpkı, N.K.Zeybek'in, '' Demokrat '' Parti Genel Başkanı olarak AKP'yi eleştireceğine, Türkeş'ten bahisle Bahçeli'ye yüklenip, MHP tabanından oy devşirmeye çalışması gibi... Yani; ABD'nin BOP planı, sayın demirefe'nin söylediği gibi '' tikir tikir '' işlemekte ve Anayasa'nın tamamen AKP'nin eliyle değiştirilip, rejimin '' ILIMLI-GÜDÜMLÜ-EMPERYALİZMLE UYUMLU SİYASAL İSLAM '' rejimine dönüştürülmesi için gerekli olan, AKP'nin ezici çoğunlukta olduğu '' iki partili meclis '' hedefinin gerçekleşmesi yolunda bir engel yok hala... Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Efendim, ben tam tersini savunmuştum halbuki, görülüyor ki anlatamamış, iyi ifade edememişim. Her neyse, önemli değil... Yalnız, şunu tekrar vurgulayayım ki; Ben, bu seçimde CHP'nin iktidara gelebileceğine inanmıyorum. Dolayısıyla, AB/D desteği olmadan hiç bir partinin iktidar olamayacağı tezimle çelişkili bir söylemim yoktur. Şimdilik, en azından bu anlaşılsın yeter benim için. Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Ama, siz benim öyle olduğumu düşündüğünüz için, o taşın havaya değil, bizzat bana atıldığı çok belli. Başka bir başlıkta ne demiştim efendim, hatırlayalım bir: Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Çıkar efendim, çıkar. Her coğrafyadan, her inançtan, her etnikten, her ırktan boş da çıkar, dolu da...Sabah yazarı Hıncal Uluş Kafkas kökenli değil mi ? Habertürk'teki program yapımcısı ve yazar Ahmet Tezcan Kafkas kökenli değil mi ? Sunucu, manken Vatan Şaşmaz Kafkas kökenli değil mi ? Herkes de Kafkas kökenli Sevtap Parman gibi dolu pardon dolgun olmak zorunda da değil yani İzmir'in kavakları olduğu gibi, salakları da yok mudur, elbette vardır. Saygılar sunarım.
-
"DEVLET LAİK OLUR, BİREY LAİK OLMAZ" SAFSATASI
Sayın GeceKuşu, yazınızda o kadar çok Laiklik kelimesi geçmiş ki, aklıma Zekeriya Beyaz Hoca geldi. Hani, DSP'den İstanbul Esenler Belediye Başkanı adayı olduğu dönemde, sürekli '' Esenler'de şu yoktur, Esenler'de bu yoktur '' diyerek TV'de bir programda seçim propoganda konuşması yaparken, yine aynı partiden aday olduğu halde Levent Kırca sonunda dayanamayıp, '' Esenler diye bir yer yoktur '' diye espriyi patlatmıştı ya, ben de yazınızı okurken neredeyse '' Laiklik diye bir şey yoktur '' diyesim geldi. Elbette, bu hoşgörünüze sığınarak yaptığım bir latifedir. Ama İlahiyatçı Zekeriya Beyaz'ın ne kadar saf, temiz ve samimi bir insan olduğunu daha sonra Ergenekon'dan dolayı evi aranıp, ifade verdiğinde anlamıştım. Meğerse, kendisi gerçekten de Esenler'de ikamet ediyormuş. Bunun gibi, yazınızda, Laiklik ve Sekülerliğin birbirine karıştırılmış olduğunu görünce, sizin de yazınızda Laiklik kelimesini sık kullanmanızı, Beyaz hoca'nın gerçekten Esenler'de oturması gibi, Laikliği samimi ama subjektif olarak yorumlamanıza bağladım. ------ Zira, Batı'da, Laiklik fikrinin kaynağı olan, aklı ön plana alan, rasyonalist ve amprist düşüncenin geliştiği Aydınlanma Çağı'nın genel anlayışı Kant gibi filozoflar, aydınlar tarafından geliştirilmiş, Laiklik düşüncesi, Fransızlar gibi Katolik toplumlarda burjuvazinin gelişmesine engel olan Ortaçağ'ın Skolastik anlayışından sıyrılmak için hem devlet için hem de birey için bir çözüm önermişti. Oysa, yine Batı'da, Sekülerlik fikrinin kaynağı, Laikliğin tam tersi olarak, çıkış noktası Katoliklik'te reform arayışları ile, Papa'lık kurumuna, Kiliseye isyan olan, Luther gibi din adamları tarafından geliştirilmiş Sekülerlik düşüncesi, Aydınlanma Çağı'ndan önceki dönemde Kutsal Roma İmparatorluğuna bağlı Alman Prenslerin seçimiyle belirginleşen, Almanlar gibi mezhep ayrılıkları ile ayrışan Protestan toplumlarda önce birey için, daha sonra genişletilerek devlet için önerilen bir çözüm olmuştu. ------ O nedenle, bir kişinin Laik olması için, Emre Kongar'ın dediği gibi, devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini kabul etmesi gerek ve yeter şarttır. Yani; bir kişinin Laik olması için, devlet için geliştirilen Laiklik ilkesinin birey için felsefi yorumunu veya Seküler olmayı illaki kabul etmesi gerekli olmadığı gibi, Laik bir devletin varlığı için de Laiklik ilkesinin felsefi yorumunu veya Seküler olmayı kabul eden insanların çoğunlukta olması da illa ki gerekli değildir. Çünkü, Laik bir devletin varlığı, sayın demirefe'nin belirttiği gibi, Ulus bilincinin çoğunluk tarafından benimsenmesi ile mümkündür. Kişinin devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini kabul etmesi için gerek ve yeter şart da budur. Zira, Laiklik, yine aynı Aydınlanma Çağı aydın ve filozoflarının paralel olarak geliştirdiği Milliyetçilik ideolojisinin toplumları soktuğu Uluslaşma süreci içerisinde anlam kazanmıştır. Çünkü; farklı Hristiyan mezheplerinden olanlar 30 yıl boyunca kıran kırana savaşmıştır Avrupa'da( bkz. 30 yıl savaşları ). Katolik Fransa'nın, İtalya ve İspanya'nın başını çektiği Katolik cenaha destek vermeyip, Protestan cenahta savaşa dahil olmasıyla anlaşılmıştır ki, '' artık savaşlar dini sebeplerle değil, devletlerin çıkarları gözetilerek yapılmakta ''. Ve işte bu gerçeğin görülmesi, ülke içinde laikliğin gerekliliğinin ve dış politikada ise modern uluslararası ilişkiler mantığının geliştirilmesinin sebebi olmuştur. ------ Bu bağlamda, kişinin, devlet için dini hükümlerin geçerli olması gerektiği dogması da dahil, dogmalardan sıyrılması şart değildir. Hatta Ümmet fikrinin kendisinin de bir dogma olmasına rağmen, yeter ki o kişide Ulus Bilinci gelişmiş olsun ve Din ortaklığına bağlı olan Ümmet birliği yerine Ulus yani Millet birliğini kabul etsin ve doğal olarak devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini de kabul etsin, o kişi laiktir ki, öyle ya da böyle Laik insanlar belli bir kritik değerin üstünde oldukça Laik devlet hep var olacaktır. Ve tüm bu anlattıklarımdan dolayı, sayın Jön'ün de iddiasında olduğu gibi bilinenin tam tersine, Atatürk'ün Diyanet gibi özerk olan bir kurumu kurması da, Laiklik'e aykırı olmadığı gibi, kuruluş döneminde Diyanet bünyesinde, Osmanlı dönemindeki hakim anlayış olarak dogmayı öne alan itikadi Eşarilik yaklaşımı yerine, aklı öne alan Maturidilik yaklaşımının getirilmesi ve bu şekilde Kuran'ın çağdaş yorumlarının yapılabilmesine zemin oluşturulması, Seküler düşüncenin geliştirilmesi yönünden, en az çağdaş eğitim kurumları ile rasyonalist düşüncenin öğretilmesi, benimsetilmesi kadar devrimci bir adımdır. Saygılar sunarım.
-
"DEVLET LAİK OLUR, BİREY LAİK OLMAZ" SAFSATASI
Efendim, işte; doğru bilinen yanlışlardan bir tanesi: '' Diyanet olduğu için Türkiye tam laik bir ülke değildir '' Aslında, diyanetin olması, tam da laik bir ülkede olması gereken bir uygulama olmasına rağmen, insanımız laikliği ABD'den öğrendiği için, maalesef bu anlayış yerleşti. Din ve devletin tamamen ayrı tutulduğu Seküler devletlerle, dinin devlet üzerinde denetiminin olduğu Laik ülkeler arasındaki dine toplumsal bakışın temel farklılıklarının bilinmemesinden kaynaklanan, Protestan insanların çoğunluğunu oluşturduğu bir ülke olan ABD'nin Laik değil '' Seküler '' bir devlet olduğunu bilmemekten ve Katolik insanların çoğunluğunu oluşturduğu Laik bir ülke olan Fransa'da, yakın zamana kadar, devletin kiliseyi kontrol altına aldığının bilinmemesinden kaynaklı bir yanlış anlayış. Çünkü, Protestanlık'ta, devlet için din hakimiyetini zorunlu gören bir toplumsal bakış yoktur. Oysa, Katoliklik'te devlet için din hakimiyetini zorunlu gören bir toplumsal bakış vardır. Sünni İslam anlayışına bağlı insanların çoğunluğunu oluşturduğu Türkiye gibi bir ülkede de, Diyanet benzeri kurumların olmasının Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde zorunlu olmasının da, Seküler Devlet ile Laik Devlet arasındaki temel ayrımın da kaynağı budur. Bu nedenle, Laikliğin tamı, yarımı, ılımlısı, serti, ortaya karışığı, pilav üstü azı falan olmaz. Laiklik ya vardır, ya da yoktur. '' Hiç okunmuyor, okunsa da hiç anlaşılmıyor '' derken haksız değilmişim, değil mi? Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Yok fazla kabarmasın. Arama motorları sağ olsun ! Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Efendim, bu iki kavram arasında bağlantı yok değil ki. Ulusçuluk, elbette ulusalcılığı da kapsar ya da eski Türkçe ile milliyetçilik, milliciliği de kapsar tabii. Yoksa, Ulusalcı cephe içerisine BTP'yi, SP'yi, HAS Parti'yi de katmamamız gerekir değil mi ? Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Efendim, derdim polemik değil. Bir şey anlatmaya çalışıyorum, Lassie gibi belki , ama anlayın artık siz de istiyorum. Amerikan toplumu çok mu farklı ? Toplu intihar edilen tarikatler bile var ABD'de üstelik. Bu düzende dini taassubun ezilen insanların tek sığınabildiği korunaklı bir liman olduğunu görmek gerekir. Zenginler de bu toplumun insanı değil mi ? Siz, yeterli eğitimi, sağlık hizmetini, işsizlik, gelecek kaygısını azaltacak sosyal devleti götürmediğiniz insandan ne bekliyorsunuz ? Onlar da toplu intihar mı etsinler ? Marksist değilim ama dinin bu kalpsiz dünyanın kalbi olduğunu söyleyen Marks'ın bu konuda haksız olduğunu gerçekten söyleyebilir miyiz ? Ben merak ediyorum, insanların kimliğine dokunulmadıkça ekonomik kaygılarla seçim yaptıklarını ve bu seçimler sonucu, onları olması gerektiği gibi dini vicdanına indirgemiş, bunu özümsemiş çağdaş insanlar haline getirecek uygulama ve hizmetleri onlara sunacak partilerin iktidara gelebileceklerini göremiyor musunuz gerçekten ? Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Hiç merak etmeyin, pazarda limon satan da var, kendini satan da, çöple beslenen de, üç kuruş için patronun ağız kokusunu çeken de...Özal'ın dediği gibi işini bilen memur da... Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Ulusçuluk ile Ulusalcılığı karıştırmamak gerekir. Zira, biri bir ideoloji diğeri siyasi bir duruştur. Saygılar sunarım.
-
Türkiye'nin ETNİK HARİTASI
'' Sizleri zandan sakındırırım. Çünkü zanla söylenen sözler yalanı daha çok olandır. '' Hz. Muhammed Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Doğru yoktur demek indeterminizm değildir. Felsefe ile Bilim her alanda bağımsız değildir. Mühendislik Etiği, Tıp etiği gibi uygulamalı etik yani ahlak felsefeleri, ilgilendiği uygulamalı bilimlere yön verir, karışır, dikte eder. Bu felsefeler, uygulamalı bilim uygulamacılarının yani teknolojiyi üretenlerin, insanların zararına çalışmaması için üretilen kuralları içerirler. Sömürü olgusu bu kurallara her zaman ters davranmaya zorlar tabii, burada tartışılan da sayın Evrenselin dediği gibi, o. Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Efendim, anlaşılmıyorsa ben ne yapayım: Yani, duyurmak için megafon mu kullanmak lazım, anlamadım ki ? Saygılar sunarım.