Canraşit tarafından postalanan herşey
-
Tanrı Egoisttir...
İyi de efendim, bunu daha önce cevaplamıştım: Tekrar başa dönmeyelim. Bu kişiye göre değişen bir algılama meselesi. Başa döneceksek, bakın sayın Dayı ne güzel ifade etmiş: Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Efendim, Fransız devriminden sonra asalet ünvanı kullanabilen kalmış mıdır Fransa'da ? Ayrıca, uyduruk mahkemeler devede kulak, ben size aristokrasi sınıfına ve destekçilerine yönelik soykırıma varan katliamlardan bahsediyorum. Genel bir çerçeveden bakıp toparlarsak; Fransız feodal sistemindeki asalet ünvanlarının, İslam öncesi köleci sistemdeki karşılığı '' Müşriklik '' idi. Tek tanrılı dinlerden önceki, kabile bağını esas alan birlikler ve şehir devletlerine yol açarak, bir şehirdeki güçlü kabilenin zenginlik ve itibar olarak üst sınıfta yer aldığı yapı, Tek tanrılı sisteme geçişle birlikte, imparatorluklara yol açarak, kan bağını değil, din bağını esas alan ümmet birliğine ve güçlü ümmetin zenginlik ve itibar olarak üst sınıfta yer aldığı yapıya dönüşmüştür. Yani; tarihsel ve sosyolojik olarak, kabileden ümmete geçiş Tek Tanrılı Din ideolojilerine sahip Aristokrat devrimleriyle, ümmetten millete geçiş Laik Milliyetçi ideolojilerine sahip Burjuva Devrimleriyle gerçekleşmiştir. Saygılar sunarım.
-
İdam Cezası
E, o zaman, '' İdam cezasının yasalarda olması, suçsuz bir canın bedelinin ölçülemeyecek kadar ağır olduğunu insanların kafasına sokacağını '' söylerken, bunu ne sebeple söylediniz, İdamın cinayetlerde azalma sağlamadığını en başta söylediğiniz halde ? '' Bir insanın özgürlüğünün bir suçlu tarafından gasp edilmesi idam kadar kötü olmaz diye '' bir şey de söylemedim. Söylediğim; '' Hapis cezasının yasalarda olması da bireyin bazı durumlarda birilerini bir yere kapatıp bırakmama şeklinde cezalandırmanın meşru olduğu fikrini bilinçaltına soksa da, bu öldürmekten ağır olmaz herhalde, var mı ölümün geri dönüşü, var mı ölümden öte köy ? '' idi. Özetle; bir insanın özgürlüğünün bir suçlu tarafından gasp edilmesinin, cinayet kadar vahim bir sonucu yoktur, dedim. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Evet, ne var bunda ki şimdi ? Dinlerin ortaçağda birer ideoloji olduğunu söylemiştim. Dolayısıyla, o dönemlerde din farklılığı = ideoloji farklılığı olduğundan, din temelli devletlerin savaşı da ideolojilerin savaşı anlamına geliyordu. Dolayısıyla, Hz. Ali'nin koyduğu ilkenin mantığı 20.yy'ın Kore yada Vietnam savaşınının mantığından bir farkı olmadığı gibi, bu ilke, insanlık suçu işlenmesine mani olan bir prensiptir... Sayın demirefe, bu söylediklerim, bugüne göre olması gerekeni düşündüğünüz için size tuhaf geliyor. Bunun nedeni de, yalnızca İslam özelinde değil, temelde Tanrı'nın, tüm zamanlar için geçerli bir ideoloji göndermesi gerektiği yanılgısından kaynaklanıyor. Yani; sizin yaklaşımınız temelde bir Siyasal İslamcının yaklaşımından çok da farklı değil. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Çok alakası var efendim. Müslüman olduğu halde öldürülen adam öldürülmese idi, vatandaş falan değil '' esir '' olacaktır. Esirler de köle olduğuna göre, uygulanacak kısas da ona göre olacaktır. Öldüren adam öldürülmeyecektir, belki de köle azat etmesi yeterli olacaktır. Savaş esiri öldürmenin suç olmadığı söylenmedi. TCK'da cezasının olmadığı söylendi. Uygar dünyada bu suçları işleyenleri yargılama makamı, Uluslararası Ceza Mahkemesidır. O dönemde var mıydı böyle bir makam ? Ve ilginçtir ki, Askeri Cez Kanununda da esirlere her türlü tecavüz cezalandırılırken, esirleri kasten yada taksiren öldürenler hakkında bir hüküm bulunmuyor: Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Tam tersine, Mekke'nin ele geçirilmesinden sonra Mekke'de Müşrik kalmadığını kendi ifadenizle doğrulamışken, Kabe'ye Müşrik sokulmamasını emreden bir sure nasıl Mekke'lilere hitap edebilir? '' Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız '' diyor, daha ne desin ? ''7. Allah'a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah kendine karşı gelmekten sakınanları sever. '' Yoksa, Azteklerin, İnkaların putları falan da Mekke'de miydi de her an tapmaya gelme tehlikeleri vardı ? İddiamlarım da çelişmiyor. Müşriklerin güçsüzlüğü için, Hudeybiye'yi kanıt olarak kullandınız. Ben ise, bunun 2 sene öncesine ait bir anlaşma olduğunu, Tevbe suresinde sözü edilen anlaşmanın bu olmadığını, Tevbe suresinin Mekkeli müşriklerin toparlanmasına mani olmak, Müslümanları onlara karşı savaşa cesaretlendirmek için hükümler taşıdığını söyledim. Toparlanma emareleri gösteren Mekkeli müşriklerin ve onların yanında yer alma ihtimali olan Bedeviler vs. başka kabilelerin gözünü korkutmaya ve Medineli Müslümanları onlarla birlikte savaşmaya cesaretlendirmek için ayetler barındırıyor: '' 13. Yeminlerini bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü'minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. 17. Allah'a ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah'ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedî kalacaklardır. 18. Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur. 19. Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın bakım ve onarımını, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah zâlim topluluğu doğru yola erdirmez. 38. Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size "Allah yolunda sefere çıkın" denilince, yere çakılıp kaldınız.Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. 39. Eğer Allah yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise ona hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir. 81. Allah'ın Resûlüne karşı gelerek (sefere çıkmayıp) geri bırakılanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi ve "Bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennemin ateşi daha sıcaktır." Keşke anlasalardı. 90. Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir. '' Öyle olsa, surede Mekke ele geçirildikten sonraki olaylarla ilgili herhangi bir bahis olurdu ama hiç yok. Tevbe suresinin zamanı, dediğim gibi Mekke ele geçirilmeden öncedir ve Tevbe suresi Mekke'nin ele geçirilmesine yönelik ifadeler içermektedir. '' 13. Yeminlerini bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü'minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. 19. Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın bakım ve onarımını, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah zâlim topluluğu doğru yola erdirmez. 120. Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah'ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel (in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah iyilik yapanların mükafatını elbette zayi etmez. '' Aksine Tevbe'nin hükmü geçerlidir iddiasının en küçük geçerli temeli yok. Böyle bir şeyin olması için hükmün her zaman geçerli olduğunu, bundan sonra müşriklerin hep öldürüleceğini belirten başka bir ifade olacak ve bundan önce olacak. Tevbe’nin hükmü Mescid-i Haramla ilgili. Dolayısıyla, bundan sonra geçerli olan da Mescid-İ Haram’la ilgili, başka yerlerde de dokunun demiyor. Medinelilerin ticari kaygılarını gidermeye yönelik ifadeler içeriyor: ''28. Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.'' Biliyoruz efendim, biliyoruz. Alıntıyı bir daha okursanız, içinde bulunduğu tarihsel koşullar için geçerli olan ayetlerin Medine dönemine ait olduğu, evrensel nitelik taşıyanların ise Mekke dönemine ait olduğu yazıyor. Yeni gelenin evvelkini geçersiz kıldığı zannı bir dogmadır. Çünkü, Medine ayetlerinin tarihsel koşullarla ilgili olduğu çok açık. Dolayısıyla, tüm zamanlar için geçerli olması gibi bir durum gibi, Tanrı’nın evrensel -her şeyin kitabını göndermesi gerektiği dogması da bir yanılgıdır. Böyle olması gerektiğini, inanan-inanmayan kim düşünüyorsa dogmatik zihniyettedir demektir. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Efendim, '' inanç tartışması '' bittiyse, yeniden tarih tartışmaya ve yorumlamaya devam edelim. Saygılar sunarım.
-
Cem Karaca - 1 Mayıs Marşı
1 Mayıs Marşı, Bertolt Brecht'in Gorki'nin Ana romanından uyarladığı oyunun Türkiye'de perdelenmesi sırasında Sarper Özsan tarafından oyun müziği olarak yazılmış ve bestelenmiştir. Zamanla Türkiye'deki sol guruplarca benimsenmiştir. Özellikle önceleri adı Sosyalist Parti olan İşçi Partisi tarafından parti marşı olarak kabul edilmiştir. Sözleri: Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır. Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez, Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde. 1 mayıs, 1 mayıs işçinin, emekçinin bayramı Devrimin şanlı yolunda,ilerleyen halkın bayramı. Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından, Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından. Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir. 1 mayıs, 1 mayıs işçinin,emekçinin bayramı, Devrimin şanlı yolunda,ilerleyen halkların bayramı. Ulusların gürleyen sesi, yeri göğü sarsıyor, Halkların nasırlı yumruğu, balyoz gibi patlıyor. Devrimin şanlı dalgası, dünyamızı kaplıyor. Gün gelir, gün gelir zorbalar kalmaz gider, Devrimin şanlı yolunda,kül gibi savrulur gider. Vikipedi, özgür ansiklopedi
-
Hangisi Farklı
Siz cemaatten misiniz acaba ? Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Ama nasıl vatandaş ? O dönemde savaşta esir olanlar köle olurmuş. Bu kural taa 1648 yılındaki Vestfalya antlaşmasına kadar her yerde geçerli bir kural olmuştur. E, eğer kısas gerekiyorsa, savaşta esir ettiklerinden birini azat eder, bedelini karşılar. Öldürenin öldürülmesi gerektiği nerede yazıyor ? Kaldı ki, TCK'da bile savaş sırasındaki insanlık suçlarını kapsayan bir hüküm bulunmadığı gibi, taksiren kendi askerinin ölümüne sebep olan da en ağır ceza ile yargılanmaz. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
'' İslam kötüdür '' dogmasını savunmanın boyutu tarihsel gerçekleri çarpıtmaya kadar geldi demek. Bilerek mi, bilmeden mi acaba ? Hoş her ikisi de başka yönden bir olumsuz sıfatı hakeden davranış olur ama sonuçta farketmez. Tevbe suresi 28. ayete kadar Medine'deki Müslümanlara hitap eder. 28 ayetten sonra, yani; Mekke'nin fethinden sonra, '' öldürün '' diye bir emir içermez. Nasıl aristokratlar sırf öyle oldukları için öldürüldü diye bir şey yok oluyor ? Hem '' uyduruk mahkeme '' deyin, hem de '' suçluysa idam edilmiş '' diyerek o mahkemeye güvenin, bu çelişki değil mi ? Ayrıca, yalnızca giyotinle değil, Fransız ihtilali sırasında resmen '' soykırımlar '' bile yapılmıştır. Demek ki, iddia olarak ortaya koyduğum bilgi kabul edilmiş ve üstelik kanıt olarak kullanılıyorsa o bilgi iddia olmaktan çıkmış demektir. Ki ben o bilgiyi oturduğum yerden çıkarmadım. Kaynaklara biraz göz atmak yeterli, doğru olup olmadığını kontrol için. Buna rağmen, Hubeydiye antlaşması Müslümanların aleyhine hükümler içermesi bir yana, Mekke'nin fethinden '' 2 sene '' öncesindedir ve Tevbe suresinde konu edilen anlaşma bu olamaz. Kaldı ki, bu 2 sene zarfında Müslüman kabilelere saldırılarda da bulunulmuş, Mekke'de eziyet görüp de Medine'ye kaçan Müslüman köleler, anlaşma uyarınca Mekke'lilere iade edilmişler, Müslümanlar Mescidi Harama sokulmamışlar. Öte yandan, işin doğrusu da, Tevbe suresi hem Medine'deki Müslümanları savaşa ve Mescidi Haramı ele geçirmeye yüreklendiren, hem de Mekke Müşriklerine bir ihtar işlevi olmasından dolayı, nitekim, etkisini gösterip, Müslümanların gelmesiyle Mekkelilerin Müslümanlığı kabul etmelerini sağlamıştır. Yoksa, Mekke'de bir can pazarı yaşandığı bilgisi tarihi belgelerde bulunurdu. Böyle bir şey de yok. Saygılar sunarım.
-
gizli üyeyi soyle
Sayın GeceKuşu mu acaba ? Saygılar sunarım.
-
Hangisi Farklı
Fakat...ama...lakin; '' Resimlerin farklı oluşuna aldanmayın '' diyerek, yanlış şifre verip beni aldattınız, sayın NICLENO ! Bu durumu protesto ediyorum, sınav iptal olsun. Başka soru sorun lütfen ! Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Efendim, mazoşistlik istenilen, hoşlanılan bir şeydir. Bilim uğruna işkenceye katlanmak dayatılmasa bile, istenilmese, hoşlanılmasa da işkence görmek dahil her türlü acıya katlanılabileceğini ifade etmek, bilimin ne derece değerli bir kazanım olduğunun ifadesidir. Bir harf öğrenmek de aynı şekilde bu sözü söyleyen için öyle değerli bir kazanımdır ki, onun uğruna ve öğretene duyulan minnet hissi sebebiyle kırk yıl köle olmaya bile katlanılabilir. Budur. İslam devriminde de Mekke müşrikleri İslam devrimini ezmeye çalıştılar ve bunu başarmaları olasılığı olan güç ellerinde vardı. O yüzden çok kan döküldü. Ebu Süfyan pes ettiğinde ise zaten ortalıkta müslüman olmayan kalmadığı için, daha fazla kan dökülmesi, müslüman olan müşriklerin öldürülmesi gerekmedi. Oysa, Fransız devrimi sonunda, aristokratlar, burjuva olmayı kabul ettikleri halde öldürülmekten kurtulamadılar. Müşriklerin de toparlanıp, tekrardan Müslümanlara saldırıp, İslam'ı ortadan kaldırma tehllikesi hep vardı. Burada unutulmaması gereken, Tek Tanrılı din anlayışının, Paganist anlayıştan ileri olduğudur. İlkel köleci, kabileci toplum yapısının, feodal, ümmetçi toplum yapısından geri olduğudur. Tıpkı, Dersim'deki feodal, ümmetçi yapının, modern, milletçi burjuva demokrasisinden geri olduğu gibi. Onun için İslam devrimini müşriklerin penceresinden görmek, Cumhuriyet devrimini Dersimli ağaların penceresinden görmekle eşdeğer ve geri bir bakış açısıdır. İslam devrimi de, Müşrik ünvanının resmi geçerliliğini kaldırmıştır, kullanan resmi kabul görmez. Örneğin hakim mahkemede "müşrik olduğu için beraatine" diye bir karar verirse bu suçtur. Tevbe suresi İslam toprağı(=Mescidi Haram çevresi )nda müşrik bulunamayacağının ültimatomudur, İslam devrimi süresince geçerli olmak üzere, anlaşması varsa bitiminde, anlaşması yoksa haram aylar çıkınca; ya öldürülecek, ya sürgün edilecek, ya müslüman olacak. Bu bir devrim sürecidir, bu sürecin bitiminde, yani; Mekke ele geçirildikten sonra, Tevbe süresinin bir geçerliliği de kalmamıştır. Tıpkı, İstiklal Mahkemelerinin belli bir süre sonra, işlevinin bitiminde artık kurulmaması gibi. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Efendim, benim ne dediğim çok açık: Yani, eğer dogmatik derecede İslam karşıtlığı saplantılı düşünülmezse, savaş suçlularının, barışta aynı suçu işleyenlerle aynı cezaları almadığının söylendiği gayet kolay anlaşılabilir yazdıklarımdan. Düşünün bir kere, İdam cezasının olduğu bir ülke olan ABD'nin Irak'ta sivil öldürmüş bir askerine idam cezası verildi mi hiç ? Saygılar sunarım.
-
İdam Cezası
Efendim, istatistikler öyle demiyor ama. İdam cezasının olduğu ülkelerde cinayet oranları üst seviyelerde. Yani; istatistiklere göre idam suçu önleyemiyor. İdam cezasının yasalarda olması, suçsuz bir canın bedelinin ölçülemeyecek kadar ağır olduğunu insanların kafasına sokamıyor demektir. Hapis cezasının yasalarda olması da bireyin bazı durumlarda birilerini bir yere kapatıp bırakmama şeklinde cezalandırmanın meşru olduğu fikrini bilinçaltına soksa da, bu öldürmekten ağır olmaz herhalde, var mı ölümün geri dönüşü, var mı ölümden öte köy ? Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Efendim, dönüp baktığımda, doğrudur, ilk gülen adam ifadesini ben kullanmışım ama '' deeeermişim '' gibi gayri ciddi bir ifadeyi görünce ve ortaya konulan düşüncenin mantıksızlığını görünce. Zira, huyum kurusun mantık dışılık görünce gülmekten kendimi alamıyorum tabiat meselesi. Ama kızmaktan da iyidir bence...Her neyse, şunu bilin ki sizi ciddiye almazsam cevap hiç vermezdim. Evet, HY linkinde de gördüğümüz gibi Atatürk'ün kişiliği bolca övülmüş, dinine ne kadar bağlı bir Türk milliyetçisi olduğu vurgulanmış. Fakat, '' Gerçek Atatürkçülük '' anlatılırken dikkatinizi çekmiştir belki Laiklik, Devletçilik, Halkçılık, Devrimcilik ilkeleri hakkında tek bir bir söz bile edilmeyerek tamamen es geçilmiş, doğrular yanında bu arada yanlışlar da araya sokuluvermiş. Atatürk'ün fikirlerini herkes kendi eğitim düzeyine, havasına, temayulüne, amacına göre çarpıtabilir tabii ki ve nitekim, öyle de olmuştur. Ancak, daha önce de vurguladığım gibi sizin Kemalist olduğunu sandığınız ABD kontrolündeki ordumuzun gerçekleştirdiği her darbe sonrası Atatürkçülük tekrar yorumlanıp, ABD siyasetine uygun hale getirildiği gibi, HY'nın linki de bu gözle incelendiğinde, 1960 sonrası Atatürkçülük nasıl laik ama Alevileri baskılayan bir Türk-İslam çizgisine yakın yorumlanıp, Atatürk'e atıf yapılarak Komünizmin en büyük düşman olduğunu söylediği yalanı kullanılmışsa, bugünde ABD'nin AKP eliyle yaptırdığı '' Sivil Darbe '' süreci sonucu, Atatürkçülük, HY yorumu ile, yani; Laik değil Sekülerliğin ön plana çıktığı, İslam motifleriyle süslü, adeta ABD rejiminin İslami versiyonu olan '' Ilımlı Siyasal İslam ''a uygun olarak, Türk-İslam sentezi yerine, önceliğin Müslümanlığa verildiği Müslüman-Türk sentezi çizgisinde yorumlandığı görülür. İçi boşaltılmış Atatürkçülük dediğim de budur. Yani; 1960'tan bugüne kadar, devlet ve ordu nezninde Laiklik, Milliyetçilik çarpıtılmış, Halkçılık, Devletçilik, Devrimcilik bırakılmış iken, bugünden sonra da Laiklik yerini Sekülerliğe bırakırken, Milliyetçiliğin önüne de Müslümanlık koyularak yine Atatürçülük olarak lanse edilecektir. Gerek Mustafa Armağan'ın, gerekse HY'nin Atatürkçülük yorumu da bu yöndedir. Bursa Nutkuyla darbenin ne alakası var efendim, anlamadım, biraz açarmısınız ? İsmet İnönü'den bahsediyorsunuz ama bilmeniz gerekr ki, onun Milli Şef ilan edilmesi Celal Bayar ve Adnan Menderes',in teklifi ile olmuştur. Atatürk'ün ölümüyle millette doğan boşluk ve sahipsizlik hissini bertaraf etmek ve memleketin başsız kalmadığı mesajı için düşünülmüş bir çaredir. Paranın üstüne İnönü'nin resminin bastırılması ise, hem Osmanlı'dan kalan bir kanunda yazan bir zorunluluktan( Türk devletlerinin geleneği, padişahların tuğrası olur ) hem de bu bu karamsar atmosferi dağıtmak için gerekli görülmüş uygulamalardır. Nitekim, daha sonra paradan kendi resminin kaldırılmasına imkan veren kanunun değiştirilmesini teklif edip, değiştirilmesine de ve sonuçta kaldırılmasına yol açacak olan da İnönü olmuştur. Sayın Fuzuli, işte ben de onu diyorum zaten. Atatürk'ün fikirlerini herkes kendi eğitim düzeyine, havasına, temayulüne, amacına göre çarpıtabilir. Deniz Baykal CHP'si ile Kılıçdaroğlu CHP'sinin Atatürkçülük yorumlarında bir fark yoktur. Bir fark vardır demeniz için, yine somut delil ortaya koymak gerekir. Efendim, ordu'ya Kemalist olduğu bir suçlama şeklinde mi yapılıyor ki, kalksın yok biz Kemalist değiliz desin ? Şimdiye kadar ben hiçbir Genelkurmay Başkanı'nın ağzından Kemalizm diye bir kelime duymadığım gibi, Genelkurmayın yayınları, İnternet sitesi dahil hiçbir iletişim kanalında Kemalizm kelimesi geçmez. Varsa gösterirseniz, bu iddiamdan vazgeçerim tabii. Ama hiç somut bir şey söylememişim gibi yazmışsınız. Daha önce yok sayılan Devrimcilikten, Halkçılıktan bahsetmiştim, Laikliğin yanlış uygulandığından bahsettim, Milliyetçiliğin Kürtleri inkar noktasında yorumlandığını söyledim. Bunlar ölçü değil mi efendim ? Saygılar sunarım.
-
gizli üyeyi soyle
Gizli üyelerden birisi; sayın y.yılmaz mıdır acaba ? Saygılar sunarım.
-
gizli üyeyi soyle
Katılıyorum, teveccühünüz için de ayrıca teşekkür ederim. Saygılar sunarım.
-
İttifakçılar bir çatı partisi değil liste partisi bulmalı
Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Savaş hukuku ile Barış hukukunu karıştırmışsınız. O dediğiniz barış zamanı geçerli, savaştaki hukuka göre ise geçerli değildir. Bir savaşta, bırakın esir aldığı askeri, yanlışlıkla kendi askerini vurana bile, sivildeki gibi ceza verilmez. Kaldı ki, Peygamber'in ne ceza verdiğini de bilemiyoruz. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Sayın y.yılmaz söylemiş, ters mantık kullanıyorsunuz. Siz bir bedel istemeseniz de, okuma öğrettiğiniz er size minnet duymaz diyemezsiniz. Onun adına karar veremezsiniz. Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Gerçekten de öyle. Fakat, dogmaya karşı çıkacağım diye, dogmatik düşünülerek argümanlar üretilmesine ben şaşırmadım değil doğrusu. Karşı çıkmanın da bir mantığı olmalı, öyle değil mi? Kölenin hoşnut olduğunu söyleyen mi oldu ki ? Hayali tartışmalar yapmamak lazım. Köleliğe bir harfi öğrenmiş olmanın bedeli olarak istenmeden katlanılıyorsa, buradan; kölelik efendi açısından iyidir mesajının verildiği anlamını mı çıkartmak gerekir -ki sayın Evrensel bunu iddia ediyor- yoksa bir harfi öğrenmiş olmaktan dolayı öğretene duyulan minnet hissi mesajının verildiği anlamını mı ? Bunun, '' bilim öğrenme uğruna işkenceyi göze aldım, yeter ki bilimden uzak tutmasınlar, varsın işkence göreyim '' demekten bir farkı var mı ? Bu da, işkenceyi bilim öğrenmeye karşılık bedellendirme olduğu için ayıp mı olur ? Fransız devrimindeki Soyluluk ünvanlarını kaldırmanın, İslam devrimindeki karşılığı Müşrik ünvanının kaldırılmasıdır. Fransız devriminde soylular ünvanlarını bırakmaya yanaşsalar, burjuva olmayı kabul etseler dahi giyotine gönderilmişlerdir. İslam devriminde ise, müşrikler bu ünvanlarını bırakıp, müslüman ünvanını kabul ettikleri anda öldürülmekten kurtulmuşlardır. Aradaki fark bu ve görüldüğü gibi hem kendi çağına hem de Fransız devriminin yapıldığı çağa göre ileri bir anlayış bu. Türk devrimi ise, henüz tamamlanmadığından, hala ağa, bey, şeyh gibi feodal ünvanları kullananlar var. Dersim isyanının kanlı bastırılmasını başka bir başlıkta devrim gerekçesi ile savunan birisinin bu başlıkta düştüğü çelişki ise gerçekten düşündürücü. Eski devirlerde, kabile reisi din değiştirmeyi kabul ettiğinde tüm kabile de kabul etmiş olurdu. Dolayısıyla, Ebu Süfyan teslim olduktan sonra bir katliam yapılmış değildir. Tevbe suresinde bahsedilen antlaşmanın süresi dolunca devam eden savaş halinde yapılması gerekenleri, savaşın bitiminden sonra yapılması gerekenler olarak anlamanın bir yolu yoktur. Fransız devrimini yapanlar da, Aristokrasi zamanla zaten kalkar gider canım dememiş, üstelik kendi çağına göre daha insanlık dışı yöntemlerle, soyluları, din adamlarını öldürmüşlerdi. Milliyetçiliği yanlış anlayıp, ırkçılık yapan Hitler gibilerine, Sosyalizmi yanlış anlayıp dini yok etmeye kalkan Pol-Pot gibilerine bakıp, Milliyetçilik'in, Sosyalizm'in teorisyenleri hatalıydı denilebilir mi ? Saygılar sunarım.
-
DİN, DOGMALAR VE BİLİM
Efendim, ortada karışık bir şey yok da, arkadaşımız kafa karıştırmak için yine '' kırpma '' yöntemiyle benim cümlemden tercüme yapmış. Halbuki, anlamak son derece kolay aslında. Şimdi, benim cümlem şu: "Olması gereken ideal durum ile gerçekte olanın arasındaki fark ise, sayın Evrensel'in bir çok kere ifade ettiği gibi ideolojilerin farkında aranmalıdır." Ben bu cümlemde, vicdanın kendisinin değil, vicdanın kalitesinin yani niteliğinin, gelişmişlik düzeyinin belirleyicisinin ideolojiler olduğunu hiç sapmadan savundum. Oysa, arkadaşımız, ilk başta kendi savunduğu şeyden sapıp, en son benim savunduğumu; '' Yukarda vicdanın niteliğinin belirleyicisinin ideoloji olduğunu önce kabul edip sonradan itiraz ettiğin halde, tekrar sıkıştırarak "evet" dedirttim.'' diyerek, kabul ettiği halde, şimdi, tekrar kendi savunduğu fikre dönüp, benim de aynı şeyi söylediğimi, benim cümlemin kendince özetini yaparak iddia ediyor: '' Var olan vicdanın kaynağı= ideolojiler. Dolayısıyla vicdanın kaynağı= ideolojiler. '' Bunun doğrusu ve benim savunduğum fikrin özeti, eğer yazdıklarım kırpılmamış olsaydı: '' Var olan vicdanın niteliğinin kaynağı= ideolojiler. Dolayısıyla vicdanın kavram olarak kendisinin kaynağı= ideolojiler değil, '' olacaktı. Şimdi anladınız mı neyi tartıştığımızı y.yılmaz dostum? Bu arkadaşımız tüm tartışmalarda değil, yalnızca din tartışmasında böyle. İlginç değil mi ? Açığa çıkartmak istedim. Çelişkisini gösterdiğim halde, öz eleştiri yerine, son yazısında bile böyle yapmış. Saygılar sunarım.