bekir tarafından postalanan herşey
-
Türk Polisinden korkmayan var mı ?
En sondan başlayalım. Mümkündür. Yasa bazen izin verir sonuçta yasayı yapanla alakalı bir durumdur bu ancak her yasa da doğrudur diye bir kaide yok. Yani kanuni olan doğru olmayabilir. Pekiyi bir intihar bombacısını öldürmek şart mıdır? Keşke başka bir örnek üzerinden gitseydik. Yani intihar bombacısı zaten yaşam hakkından vazgeçmiş kişidir . Ve dahası onu durdurmak, yaklaşmak ve dahası öldürmeden durdurmak pek mümkün olmayan birşeydir. Ama dersek ki; henüz bombayı yapacak maddeleri üzerinde bulundurmakla birlikte bombayı hazırlamamış bir intihar bombacısı olsaydı bu adam yine de öldürülseydi; onu öldüren kahraman ilan edilmeyecek miydi? Burada başkalarının yaşam hakkını gasp edenlerin yaşamaya hakkı yoktur diye bir yaklaşımda bulunabiliriz ancak hukuk bunu söyleyemez. Bugün gelişen ceza hukuku suçluyu topluma kazandırmayı esas almıştır. Bazen, öyle saçmalıklar görüyorum ki deliresim geliyor. Kronik bir bombacıdan bahsetmiyorum. Bazen insanlar kendilerini bir cenderenin içerisinde hissedip kendisiyle beraber birçok insanı da öteki tarafa götürmek zorunda hissedebiliyorlar kendilerini. Aslında güzellikle konuşulsa dertlerine ortak olunsa belki binlerce kez pişman olacaklar. Ülkemiz üzerinden verilecek örnekler şu anda bizleri birbirimizi iki kutupda değerlendirme sonucuna götürecektir. Bu sebeple örneğin; Amerikanın Bağdat'ta gerçekleştirdiği adilikler üzerine adamın biri bombayı üzerine yerleştiriyor ve Amerikan askerlerini gördüğü yerde fitili çekiyor. Bir Amerikan askeri 25 Iraklı ölüyor. Faraziye. Bu adam belki intihardan vazgeçirilebilirdi. Her ne ise; çağdaş ceza hukuku suçluyu topluma kazandırmayı amaçlamışken insanların hayat haklarını korumak da esastır. Yani ki; o kişinin üzerinden bomba çıksaydı vurulduğunda kahraman ilan edilecekti o polis. Kasten öldürmeye ateş ettiğini de varsayalım. Pekiyi o adamın o bombayı patlatmama ihtimali yok mudur? O bombayı bırakıp teslim olup bombanın kendisine nasıl ulaştığını anlatma ihtimali de yok mudur? Şu ana kadar çok da işin hukuki boyutuna girmedim. Polis vazife ve selahiyat kanunu olabilir Jandarmayla ilgili mevzuat olabilir silahlı kuvvetlerin mevzuatı olabilir. Bu mevzuatların ödüle ilişkin hükümleri dikkate alındığında birşeyler çıkabilir. Pekiyi ben bir insan olarak ne hissediyorum. Diyelim ki bu adam benim mahallemde vuruldu. Karşı sokaktaki bir evde oturuyormuş. Çok şükür kurtulduk Allah'a şükürler olsun onu haklayandan demez miyiz...Konu terör olunca meseleye kendi durduğumuz yerden bakışımızla terör dışı bir suç nedeniyle vurulan açısından bakışımız farklı oluyor. Diyelim ki aynı olayda kız kardeşini haklamış ve kaçak durumundaki bir adam vurulmuş olsaydı. Bu kaçaklığı polisin bilmediğini de ekleyelim olaya. İnsan olarak hemen diyecektik ki;ya hu keşke bıraksaydı da adam cezasını çekseydi ve gün gelip bir gün hapisten çıkardı. Ya pekiyi aynı ölü adam yüzlerce erkekle iş çeviren kız kardeşini haklamış olsaydı toplumun önemli bir kısmı polis tarafından bu adam öldürüldüğünde polise karşı gizli bir hınç da duyabilirdi. Sonuçta aynı polis tarafından öldürülen üç adam olsa üç farklı da bakış açısı olabilir. Biz insanız, bakış açılarımız değişebilir. Lakin Polisin ve de hakimin bakış açısı adalet olmalıdır. Adaleti hukuk devletinde hakimler dağıtır. Hakim de ancak suçluluğu sabit olunca bir kişiye suçuna göre ceza verir vermek zorundadır ki orası hukuk devleti olsun... Uzun oldu ama kafamda benim de soru işareti barındıran bir konuydu alıntıladığınız yer. CYRANO'ya değerli katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Yalnız polislerin eğitim süreleri hakkında sanırım ufak bir hata olmuş. Şu anda üniversite mezunlarından alınan polisler 6 Ay sonra göreve başlıyorlar lise mezunu olup da polis olanlar ise 2 yıllık meslek yüksek okulunu tamamladıklarında göreve başlayabiliyorlar. 1. yılın sonunda da 1 aylık staj yapıyorlar. Son yıllarda polis kadrolarına üniversite mezunlarının alınması eğitim seviyesini yükseltmiş olmakla beraber üniversite de alınan eğitimle polislik hayatında gerekli olan eğitimin pek de alakalı olmadığı gerçeği ise sorunu derinleştiriyor. Neyse zaten çok uzun oldu...Kusura bakmayın...Selam ve saygılarla...
-
Türk Polisinden korkmayan var mı ?
İnsan bir kanunun verdiği yetkiyi bilip diğer kanunun kıstığı yetkiyi sallamazsa sorunlar olabiliyor. Çağdaş Gemik...Şüpheli midir? Hangi makul şüphe ile hareket edilerek durdurulmak istenilmiştir. Bu görevdeki polisler trafik polisi de değildirler ki sürücü belgesi sormak için durdursunlar. Önleyici Hizmetler Şubesi. Polisin kimlik sorması, üst araması gibi yetkiler; bir dönemler tip begenmemeyle anlam kazanarak uygulanıyordu. Yeni TCK bu tip beğenmemeyi makul şüphe seviyesine yükseltti. Hal böyle olunca herkese kimlik soramayacağınız gibi kolay kolay üst araması da yapmanız mümkün değil. Pekiyi makul şüphe uyandığında polisin dur ihtarına uymayan biri hakkında nasıl davranılması gerekir. Polis Vazife ve Selahiyat Kanununun ilgili maddesine göre önce havaya sonra durduracak bir noktaya ateş esas alınıyor. Pekiyi olayda bu polis memuru bu çocuğu öldürmek ister mi? Bana kalırsa istemez. Ancak bana kalırsa kaskı da yüzünün üstüne düşmemiştir lakin kendisini de böyle kurtarabileceğini düşünmektedir. 4-5 metrelik koşu esnasında tam olarak nişan alamamış durdurmak için ettiği ateşle motorsiklet üzerindeki genci öldürmüştür. Pekiyi aynı polis memuru için olayı bir de şöyle düşünelim. Bu olayda ölen gencin üzerinden 5 kilo c-4 bir el bombası 1 de tabanca çıksaydı. Polis memuru "kahraman" ilan edilmez miydi? Bazen kahramanlıkla/katilliğin arası çok daralıyor. Daha önce Polis Meslek Yüksek Okullarında atış eğitimi esnasında atışları kaydeden polislerin, öğrencilere; "Oğlum vurmayın, vurmayın. Yarın birgün bir adamı vurursunuz gelip de bizden hedefi vurmaktaki oranlarınız sorulacak. Eğer hedefi sürekli vuruyorsanız şuraya sıktım ancak adama değdi diyemezsiniz" dediğini belirtmiştim. Türkiye gibi terörün üst düzeyde örgütlendiği/işler gerçekleştirdiği bir ülkede havaya ateş, kaçması durumunda durdurmaya yetecek derecede ateş edilmesi uygundur. Bir kişi eğer ciddi manada bir suç işlememişse havaya ateş edilmesi ona gerçeği hatırlatır. Dandik bir saçmalık uğruna vurulacaksın "DUR". Ancak ucunda hayli önemli derecede hapsi sonuçlayacak bir suç varsa kaç ha hapiste ölmüşsün ha burada... Bu arada her durumda maalesef bu da olmuyor ve bazen suçsuz gençler kaçıyorlar ve bazen de kendini bilmez bir polis kendisinin bütün hayatını karartmak pahasına sanki bir öç alıyormuş gibi bir tuhaflıkla bir cana kast edebiliyor. Söylediğim gibi. Onlar olmadığında bizim de güvenliğimiz tehlikede ancak bazen de güvenliğimiz bizzat onlar tehdit ediyorlar. Hal böyle olunca bir orta yol bulmak zorlaşıyor. Orta yolu da yargı bulmalı. Ben hala Memur yargılanmasıyla ilgili kanunu anlayabilmiş değilim. Arkadaş; bu nasıl bir dokunulmazlık zırhı yahu. İlk önce kalkması gereken kanunlardan bir tanesi de budur...Yargı adam akıllı işini yaparsa doğru ile yanlışı ortaya koyarsa, hakedene cezasını verirse poliste (hatalı olanlar) kendilerine çeki düzen verecektirler...
-
HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Çok manidar bir yazı... Esas duruş ile esaslı duruş arasında farklar vardır. Okumakla anlamak arasında da vardır aynı farklar... Hukuk uzmanları gibi absürt bir kelime uydurulmuş ya. Genel cerrahi uzmanı veya plan bütçe uzmanı...Hukuk uzmanı...Her ne ise... Bazen takılıyorum böyle şeylere işte... Sevmiyorum böylesi şeyleri. Uzman hukukçu tabirini de sev/e/medim gitti. Hukukçuluk aşkın bir kavramdır. Uzman kanuncu olabilir veya kanun uzmanı olabilir. Hukukçuluk varken de zaten uzman hukukçu diye bir tabire gerek yoktur. Siz de mesela benim üç noktalara takılabilirsiniz. Taha Akyol'a selam "hukuka karşı girişilen her eyleme karşı" direnişe devam...- Türk Polisinden korkmayan var mı ?
Mesele de aslında bu değil mi Kardeşim... Hakkı aramak...Pekiyi hakkını arayanların bazan bulduğu hak/sızlık acaba hak arama isteğini ne derecede etkiliyor... Bir avukat arkadaşımdan bahsetmiştim. İstanbul'da bir parkta eşiyle beraber otururken polis gelip kimlik soruyor. Avukat arkadaş da polislere kimlik soruyor ve harika denilebilecek bir dayak yiyor. Diyelim ki; bu polisin akrabalarından birisiniz ve olayı duydunuz (duymayan kalmadı ama) "Ulan avukatı dahi polise kimlik sorduğu için dövmüşler aman bulaşmayalım da ne derlerse yapalım" benzeri bir psikoloji oluşmaz mı, kanaat hasıl olmaz mı? İnsanlar, kendilerini koruyan/koruması gereken güçten niye korkarlar? Çok sevdiğim polis arkadaşlarım var ve kısmetse bu yaz kardeşim de polis oluyor. Ben arada sırada ondan da korkuyorum ya o ayrı hikaye... Ancak ne olursa olsun, nasıl bir korku olursa olsun...Yanınızda bir kadını sürükleyip polis kılığına girmiş kişiler zorla götürüyorlarsa dayağı göze alıp birşeyler yapmanız gerekiyor ancak oraya gidenlerde herhalde dayak yemeye gitmediler Her ne ise; en azından savcı tarafından istenilen ceza güzel de daha önce demiştik. Bizim savcılarımız istemekle mahir bakalım hakim ne karar verecek...- Bu özel koşullarda istifa edeceğimi nasıl ilan edeyim?
Selamlar... Burası bir hukuk forumu olmadığı için sorunuza tam manasıyla uygun bir cevap bulamayabilirsiniz. Dahası konunuz sadece iş kanununu değil Basın İş Kanununu ilgilendiriyor. Teferruatlı cevabı basın iş kanununu inceleyerek verebileceğim kanaatindeyim ancak şimdilik bazı şeylere değineyim. İşveren ile aranızda bir sözleşme olması gerekir. Madde 1 - (Değişik: 4/1/1961 - 212/1 md.) Bu Kanun hükümleri Türkiye'de yayınlanan gazete ve mevkutelerle haber ve fotoğraf ajanslarında her türlü fikir ve sanat işlerinde çalışan ve İş Kanunundaki "işçi" tarifi şümulü haricinde kalan kimselerle bunların işverenleri hakkında uygulanır. Madde 4 - (Değişik: 4/1/1961 - 212/1 md.) Gazeteci ile kendisini çalıştıran işveren arasındaki iş akdinin yazılı şekilde yapılması mecburidir. Bu sözleşmede işverenin ünvanı, adresi belirtilir. Buna göre işverene bir ihtarname çekerek (tercihen noterden) işten ayrılabilirsiniz. Noterden çekilen ihtarname işverenin belirtilen adresine postacı tarafından ulaştırılacağı için ve kesin kanıt teşkil edeceği için çok daha uygundur. Masrafı da şu anda 40 TL civarında olması gerekiyor. Yani ki; istifa mektubunuzu (dilekçenizi) illaki işverene ulaştırmak gibi bir zorunluluğunuz yok. İşyeriniz neresi ise istifa dilekçenizin de ulaşacağı yer orasıdır. Ancak; işvereninize iyi niyetinizin bir göstergesi olarak da e-mail yoluyla istifa beyanınızı iletiniz ve gönderdiğiniz e-maili silmeyiniz. Bu ikincisi hukuki bir gereklilik değildir. Eğer; Basın İş Kanununda belirtilen gerekliliklere uymadan bir iş ilişkisi söz konusu ise; iş aktinin feshinde usul yine aynı olacaktır. Burada sadece yazılılık kuralı farklıdır. Yazılı bir sözleşmeniz olup olmadığını ve bu sözleşmenin ilgili yerlere verilip verilmediğini varsa sözleşmede tebligat adresi gösterilip gösterilmediğini incelemeniz durumunda (gerekirse burdan bana da bildirebilirsiniz.) sonuç almak daha kolaydır. Yine ayrıca; ben, basın iş kanununa tabii çalışmıyordum 4857 sayılı iş kanunu kapsamında işçi olarak çalışıyordum diyorsanız da farkeden birşey olmayacaktır. Sözleşmede belirtilen yer veya fiilen çalıştığınız işyerine ulaşacak bir istifa dilekçesi yeterlidir. Bunu da tercihen noterden çekmeniz uygundur. Lakin; ihbar tazminatı nasıl işveren için bir yükümlülükse işçi için de yükümlülüktür. Bunu da hatırdan çıkarmamanız yararınıza olur. NOT: Sözüme itibar edilir mi bilmem ancak hem hukuk fakültesi mezunuyum hem de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğü personeliyim. Saygılarla...- durup düşünmek gerek...
Selamlar... Kafama bir tuhaflık takıldı. Öylesine takıldı hem de...Sadece üstünkörü okurken hem de... Burada hesapsal bir hata var mıdır?- Türk Polisinden korkmayan var mı ?
- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Rıza Türmen'in yazıları okumayı hak ediyor.- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Bir şey kötüyse karşısındaki iyidir demek psikoloji ve sosyolojinin alanı dışındadır. Türbanlılar dindarsa, türban takmayanlar laiktir demek de öyledir. Sözün hasılı; devlet memurlarının giydiği kıyafetin herhangi bir dinin kıyafeti olup olmadığını ben bilmiyorum. Belki bir yeraltı dininin dayattığı kıyafettir. İkinci kısım bir şakadan ibaret olmakla beraber pekala olabilecek birşeydir de... Amerikanın keşfe ihtiyaç duyup duymadığını bilmemekle beraber yanlış bilgilerin doğrusuyla değiştirilmesi gerektiğine inancım sonsuzdur. süper cümle. Biri bu ise öteki de şudur. Hadi yaaa... Şakadan bir soru daha soralım: saptamalar niye hep islam üzerinden. Laiklik sadece islama karşı mıdır? Saç/ma...Mesela, rahiplere ait kıyafet de yasak olduğuna göre ve rahiplerden yukarda belirtilen yönde bir şakla.banlık peydah olmadığına göre bu sorunuz anlaşılmıyor mu? Bir de bir şey ancak zıddıyla anlam kazanıyorsa zıdlık değişirse anlam da değişmiz mi? Gelelim Hukuk Müşavirliği meselesine... İlkokul seviyesinde tartışma yürütenlere söyleyecek bir sözümüzün olmadığını daha önce belirtmiştik sanıyorum. Yargının baştacı olması bahsine ise değinelim de; ne de olsa bozuk saat dahi günde iki defa doğruyu gösterirmiş. İktidar tarafından bir dönem yargı kıyasıya eleştirilmiş ancak Ergenekon Davası esnasında bu kez aynı yargı için; herkesin hukuka saygı duyulması gerektiği veya savcıların görevlerini yaptığı gibi cümleler serdedilmiştir iktidardan. Bu durum yanlış ata oynamak değilse turşulu bir cümleye denk gelir. Ben; hukuku size adres gösterirken hukukun tanımını yapıp; hukuk sadece kanunlar değildir dedim. Hatta hukuk bazen kanunlara karşıdır dedim. Bazen kanunların hukuku engellediğini söyledim. Yargının kararına saygı denildiğinde karar saygı duyulmaz olsa olsa kararın gereği yerine getirilir dedim. Yine bugün ben; iktidar kimdir dava nedir farketmez diyorum. Yargılamada garabet varsa bunu adam gibi ortaya koymak zorundayız. Bu hukuk için şarttır. Ancak, bugün bazıları sırf bu davayı sulandırmak için olmayan şeyler söylüyorlar yine aynı adamlar daha bir yıl evvel sürekli olarak hukuka saygı hukuka saygı derken bugün çıkıp yargı siyasal iktidarın emri altındadır diyorlar. Hukuka saygı sözlerini de bugünlerde AKP içinden bazıları söylüyor. Neyse bugünkü tartışmamızın mevzuu bunlar değil. Ergenekon davasında bahse konu hukuk dışılıklar nelerdir evvela bir arkadaş bunları yazarsa bir inceleyelim. Neler hukuk dışı imiş neler hukuk içi imiş? Ama lütfen bol keseden atma olmasın yukarda ilgili kanunların maddeleri var... Bilimadamlarının içeri alınması meselesine de değinmiştim. İçeri alınanın bilim adamı mı/kadını mı olduğuyla vatandaş mahmut'un içeri alınması arasında hukuk nazarında bir fark yoktur. İnsanlar da yargı karşısında böyle savunulmaz. Daha önce Türkiye'de tutukluluk esas tutuksuz yargılanmak ise (burada tam hangi kelimeyi söylediğimi hatırlamıyorum) istisnadır demiştim. Hele de yargılandığınız suç ağır cezayı gerektiriyorsa; nöbetçi mahkemeler tutuklama kararı verip "Benden sonra tufan aman ben tutuklama kararı vereyim de yargılandığı mahkeme serbest mi bırakır tutukluluğun devamına mı karar verip beni ilgilendirmez" mantığına sahipler. Bu da tabi ki bizim ceza yargılama sistemimizin büyük sorunlarından bir tanesidir. Her ne ise; bu yargılamalarda hukuk dışı olarak gördüklerini herkes yazarsa memnun oluruz. Ama, kendi gördüklerini yazanlara daha fazla itibar edeceğiz... Saygılar...- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Aşağıdaki alıntı başka bir konudaki metinlerdir... Biraz da bunları görelim Pazartesi gününe gerisine bakarız. Hayırlı cumalar...- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Farkedildiyse, bunlar bizim CMK’nın maddeleri. Ancak burada hatırda olmayan bir kanun var. Daha önce başka bir konuda tartışmamıza esas olmuştu. Ve bu fakir o zaman; bu kanun doğru dürüst uygulandıktan sonra terörle mücadele için yeterde artar bile demiştim. CYRANO da terörü önlemek için ceza kanunları yeterli olmaz demişti ama benim olayın sadece cezai boyutuyla ilgilendiğim fark edilmemişti. Hasılı bir de o kanundan bazı maddeleri görmek güzel olacak…Şimdilik hele şu maddeleri de bir görelim. Görelim de; biz de en azından yapılan arama ve gözaltılar hangi maddelere dayanıyor veya aykırı görelim. Özellikle Cumhuriyet Savcısı denetiminde arama veya iki komşu ile arama gerçekleşiyor mu bir bakalım…- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Kıyafeti belirleyen nedir? Din veya moda mı? Modayı belirleyen bazen din değil midir? Laik kıyafet. Her ne demekse; Pekiyi, şu anda devlet memurlarının giydiği kıyafetin laik olduğuna kim karar verdi. İslami olmayan laik midir?Bu kıyafet tarzının başka bir dine ait olmadığını ispatlayabilir miyiz? Haa, tersi de sorulabilir. Sen, başka bir dine ait olduğunu ispatla o halde. Bu çok da zor bir şey değil. Gelelim "Parodi din" denilen meseleye...Ben; bir din icadından bahsettim. Birkaç dinin bir araya getirilip yeni bir din icadından değil. Yani parodiyle copy-paste ile ilgili birşey demedim ki. Tarih denilen olgu bilir mi bilmem ama dinler tarihi içerisinde bizim gördüğümüz dinin kaynağının iki türlü olduğudur. Birincisi ilahi ikincisi beşer kaynaklı. Beşer şaşar ama şaştığı oranda da yeni bir din ortaya koyabilir. Haa, şu da söylenebilir "ya hu beşerin sıfırdan bir din üretmesi mümkün değildir bazı dinlerden esinlenir" . Eh buna da denilebilecek bir şey yok. Hasılı kelam; Budizmi bir beşer kurdu ve tarih içerisinde bir din olarak kabul gördüyse ve o tarihte iletişim araçları da fazla güçlü olmadığı için geç yayıldı ise buna yapacak birşey yok. Yarın; bir mucit bir din icat edebilir (Örneğin Yaşar Nuri Öztürk) ve bir hafta içerisinde mail yoluyla binlerce insanı bu dine bağlayabilir. Her ne ise; tarih denilen bir olgu var ve neydi parodi dinlerin parodi din olduğunu normal zekaya sahip herkes anlayabilir değil mi? Bu maddeler şimdilik burda dursun incelemeye sonra devam ederiz.- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Bugüne kadar durdum durdum da; tam da CHP lideri Deniz BAYKAL; Ergenekon davası nedeniyle gerçekleştirilen göz altılar için tavır gösterme çağrısı yaparken bu başlığı açtım. Çok garip ve bir o kadar da benim açımdan tehlikeli bir durum. Hukuku adres göstermem ile Deniz Baykal ve de Ergenekon Davasından içeri alınanlardan bazılarına karşı gerçekleştirilen ve CMK'ya tam olarak uymayan davranışlar arasında bir alaka yoktur. Hatta özellikle böyle bir alaka kurulmasına tamamen karşıyım. Birkaç gün önce; suçludan* hareketle delil aradığınızda hukuku bir şekilde eğip, bükmek ve de kanırtmak zorundasınızdır. Hukukun kanırtılması da ne olaki diyenler olabilir. Kanırtmanın başında "kan" kelimesi geçmekle beraber kanırtmayı bu yüzden seviyor değilim ama kanırtmada zorlama vardır. İşte zorlama bazen tamamen dışa çıkmayı da doğurur. Sardunya Hanım bu konunun içerisine Ergenekon Davası ile ilgili bir şeyler eklemiş. Ben; naçizane şahsi görüşümü açıklayayım bu dava ile ilgili. Hatırlanırsa (ki muhtemelen hatırlanmayacaktır) Cumhuriyet Mitinglerinden sonra yapılan gece yarısı internet bildirisinin asker tarafından nasıl bir okumaya tabii tutulduğunu belirtmiştim. Bu bildiriyi askerin darbeye meşru bir zemin oluşmakta olduğu şeklinde okumuş ve bildirinin de o amaçla kaleme alındığını belirtmiştim. O mitinglere katılan birçok kişi başkalarının amaçlarını anlayamamış, kaale almamış, önemsememiş olabilir. Hatta sadece kendi kaygılarıyla o mitinglere katılmış olabilirler. Ancak, o gösterileri düzenleyenlerden bazılarının bence amacı farklı idi. Anayasa Mahkemesinden 367 kararını çıkartanların, Erkan Mumcu ile dirsek temasında olanların amacı farklı idi. Meseleler sadece bunlar değil. Faili meçhul birçok cinayetin aydınlatıl/a/maması. Cümlenin saçmalığına bakınız. Faili meçhulse zaten aydınlatılmamıştır. Aydınlatılmayan birçok cinayetin faillerinin meçhul kalması. Böyle bir oluşum var. Yukarda hiçbir teferruat bulunmamakla birlikte ilk iddianamede okuduğum telefon görüşmelerinde de böyle bir oluşumu görmüştüm. Böyle bir oluşum olduğunu çok önceden de söylemiştim. 28 Şubat'ta bir Şeyhin banyoda 30 tane kamera ile basıldığını bana kimse açıklayamadı bu zamana kadar. Ali Kalkancı'nın da hap fabrikasıyla işler herkesin gözünde aydınlanmalı. Şimdi çıkıp da ne ergenekonu. Türkiye'de hiç böyle darbe olmadı, hiç böyle bir oluşum olmadı diyebilir miyiz? Bunun cevabı hayır ise; Diyeceğimiz şudur. Evet, Ergenekon (birilerinin dediği, isim önemli değil) denilen bir örgüt var. Bu örgütün amacı da darbe veya ona benzer birşey. Ancak, şu anda herkes zan altında. Herkesin evi aranıyor, herkesin eşyaları aranıyor, herkesin telefonu dinleniyor. Her ne kadar; suçluluğu sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılmaz ise de, bizim kanaatlerimiz olmayacak değildir bu. Kanaatimce, yakalananların bir kısmı bu suçu işlediler. Belki bazıları bir husumetle davaya dahil edilmişlerdir. Paşa paşa yargılansınlar, suçsuzsalar ne de olsa ceza almazlar demek mümkün değil. Bu bizim tarihimizde yok. Hangi güç, ne istemişse bizim yargımız o yönde karar vermiştir. Pekiyi bu davada hangi güç/ne istiyor. Demokratikleşme mi? Muhalefetin bastırılması mı? Böyle olsaydı CHP ve MHP'nin veya SP ve (DTP'nin demeye dilim var mıyor ) her ne ise...Demek ki, asıl muhalefet meclisin dışında birileri imiş. Demek ki onlar da sadece bu ülkenin geleceği için sokaklara dökülmüşler. Her ne ise; ben, böyle bir çetenin varlığına inanıyorum. Benim inanmam birşeyi değiştirmez. Savcı da inanıyor. Onun inanması bir nebze olsun etkendir. Ancak, mahkeme inanacak mı? Delilleri yeterli sayacak mı? Son söz olarak; bazı göz altılar esnasında kişilerin kariyerleri ve ne kadar önemli kişiler oldukları söylendi. Dava esnasında bunlar yargılanmıyor. Yani kariyeri düşük olanlar yargılanabilir yüksek kariyer sahipleri yargılanamaz demek mümkün değildir. Selamlar ve iyi akşamlar...- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Selamlar... Tanık da kamu görevlisi savlamasının altında bir hinlik yatmıyor. Tanık örneği; bazı durumlarda kişiler sadece çok kısa bir anlığına bir kamu hizmetinde bulunabilirler; insanları zorlayarak, sırf onlardan haz almadığınız için ve kanuni de bir yasak olmamasına rağmen istemezuk, giremezsin anlayışını eleştirmek içindi. Yoksa altında bir hinlik yattığı yok. Tanık'ın kamu hizmeti yapıp yapmadığı bellidir. CYRANO, bir açıklama getirmiş ben de başka bir açıklama getirdim. Siz, ikisinden birini tercih etmişsiniz. Bu doğal hakkınız ama CYRANO bir açıklama getirmiş diye de ben, bildiğim varolan durumun değiştiğini kabul edemem değil mi? Bu arada daha önce bu laiklik anlayışı ile zaten kamu görevlilerinin başörtüsü takmalarının mümkün olmadığını belirtmiştim. Ancak bu durum, kamuya bir sözleşme bağı ile bağlı olanlar içindi. Bu konu da başörtüsü tartışılmayacaktı. O, sadece konunun bir vechesi idi. Mesela 367'de bir mesele olarak vardı karşımızda. Ve ya acemi işi iddianameler de...Ama burada asıl önemli olan dik durma, dik durabilme meselesidir. Bir zamanlar çıkıp da Hukuka saygı (bu kabul edilebilir), Yargının Kararına saygı gibi cümleler atıp da bugün Ergenekon Davası nedeniyle bazı insanlar tutuklandığında, göz altına alındığında veya ifadeleri alındığında böyle hukuk mu olur, Yargı AKP'nin maşası olmuştur dersek; Biz, kendimiz en büyük hatayı yapmış oluruz. Bu hata "keser döner sap döner, gün olur devran döner" meselesini bilmemekten de ibaret değildir sadece. Yukardaki anlayış nalıncı keseri ise tamam ancak Yargı öyle değildir. Yargıyı bu duruma yukardaki düşünceye mensup olanlar getirmiştir. Yargı karar verdiğinde herşey bitmez. Yargı karar verdiğinde karara saygı duyulmaz kararın gereği yerine getirilir. Bunları bilmek şarttır. Yargı yanlış yapabilir, yanlış karar verebilir evvela bunu kabul edelim. NOT: Bu gece uykumun arasında kafama garip bir soru takıldı. Şu an devlet memurlarının giymekle mecburi tutuldukları kıyafet bir dine ayet kıyafet olamaz mı? Hötöröfizm* dinine mensup insanlar bu kıyafet tarzını icat etmişler ve belki de şu anda bu dinin binlerce temsilcisi var diyelim. Bu durumda laik devlet belli bir dinin kıyafeti olan şu anki kıyafeti yasaklayacak mıdır? Veya ben, bugün çıkıp bir din icat etsem (Allah muhafaza) ve bu dinde zorunlu kıyafet Türkiye Cumhuriyeti Devleti memurlarının zorunlu kıyafetidir desem ve birkaç yıl içerisinde bu dine mensup 10 binler olsa acaba o zaman bu kıyafet tarzı da yasaklanacak mı? *hötöröfizmin heteroluk ile hiçbir ilişkisi yoktur.- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Kardeşim CYRANO, Tanık örneği ile ilgili olarak konuya bir link eklemiştim. -http://www.yayin.adalet.gov.tr/8_sayi%20içerik/Eray%20UTKU.htm- Tanıklık, tanık açısından karşılıksız olarak yerine getirilmesi gereken bir kamu görevi olduğu gibi, verdiği bilgilerden dolayı bir zarara uğramasına karşı gerekli tedbirleri almak da devletin sorumluluğundadır "* Bu şekliyle kamu görevini yerine getiren kişi sıfatıyla tanık olunmaktadır. Tanıklığın bir kamu hizmeti olduğu noktasında bir duraksama yok. Soru: Kamu görevi sadece kamu görevlileri aracılığı ile mi görülür? Yukardaki iki örnek buna hayır diyor. Yine bahse konu makalede Renklendirdiğim bu yerde seçim kurullarına da değinmiş ama konumuz özelinde tanıklık. Tabii; bu maddeler eski TCK'ya aittir. Yine eski TCK'mıza göre " Ceza Kanununun tatbikatında amme hizmeti görmekle muvazzaf olanlar: 2 - Devamlı veya muvakkat, ücretli veya ücretsiz ihtiyari veya mecburi surette bir amme hizmeti gören diğer kimselerdir. denilmektedir. Yargıtay'da tanıkları bu madde kapsamında değerlendirmiş ve amme hizmeti gören diğer kimseler olarak kabul etmiştir. Yeni TCK'da bu hüküm yoktur ancak Yargıtay'ın görüşlerinin değiştiğini gösterir bir karar da yoktur. Burada da görüleceği üzere tanığa verilen kaybettiği zaman ili orantılı bir tazminattır. Pekiyi kişi çalışmayan biri ise. Madde zamana para verileceğinden bahsediyor ve Bakanlıkça belirlenecek tarifeye göre bir para verileceğinden bahsediyor. Haa, seyahat etmek falan zorunda kalmışsa onları ayrıca belgelendirip talep söz konusu...Uygulama da ne oluyor...Hakimler bu parayı talep eden tanıklara fırça kayıyorlar o kadar... *Tanık Koruma Kanunu gerekçesi- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Selamlar... Bu konunun açılışı bu başlığın görünen anlamı değildir. Bu başlık; aslında bir sitemin/serzenişin başlığıdır. Bugün Ergenekon Davası kapsamında yapılanlara karşı "Adalet istiyoruz" diyenlere bir serzeniştir bu. Bu başlık; geçmişte bu kılıç başkalarına işlerken hem yasa hem hukuk ve hem de adalet çiğnenirken buna alkış çalanlar oh be içimize su serpildi diyenlere benim naçizane küskünlüğümdür bu başlık. Bu sebeple içinde geçmiştekiler de var. Ama; bir intikam bir öç alma siz öyle yaptınız bizimkiler de böyle yaparlar adama oooohhh benim de içim rahatladı başlığı değildir bu başlık. Ben, böyle bir şey söylediğimde yarın iktidarı veya yargıyı bir şekilde eline geçiren karşıt görüşlü mekanizmalar onu kendi siyasi/ideolojik emelleri doğrultusunda kullanabilecek/yönlendirebilecektir. Hal böyle olunca; bugün bana yarın sana oku bana bir fatiha tavrı terkedilmelidir. Hukuk/Adalet/Yargı her türlü siyasi, ideolojik veya başkaca anlayışların esiri olmaktan çıkarak adaletin tecellisi için çalışmaladır. Yine sitemimi belirtiyorum. Keşke o zaman da çıkıp hukuk/çular veya yargı/çlar birşeylere alet olmasınlar deseydik. Olmadı ve dahası onların hukuku kanırtmaları için onlara destek ve hatta aba altından sopa göstermek (27 Nisan) şerefine nail olanlar oldu. İmdi ise yargı tu/kaka oldu. Biz, "HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR" cümlesini sadece mağdurların kuracağı bir cümle olmaktan çıkartamazsak... sanırım burayı herkes kendisi bir şekilde tamamlamalı...- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Maalesef, kıyasta hata olmuş...Benim tarafımdan değil. Tanık ile diğerleri arasında fark vardır. Tanık, istemese dahi mahkemeye gelmek; konu hakkındaki bilgisini anlatmak zorundadır. Adaletin tecellisi için bu şarttır. Tanıklık karşılığında kişiye bir bedel de ödenir. Dolayısıyla tanıklık aynı zamanda bir iştir. Bir hizmettir. Şahsın, adaletin tecellisi için kamuya sunduğu bir hizmet. Bilgisine başvurulmasıdır. Dolayısıyla ne para yatırmak gibi bir durum ve ne de dilekçe vermekle ilgili durum burada cereyan etmez. Bu arada bazı durumlarda dilekçe verenler sonradan tanık sıfatını alabilirler ama o bizim konumuzla alakalı değil. Burada, dikkat edilmesi gereken bir husus da; yalancı tanıklık durumunda tanığa verilecek cezalar olmasıdır. Tabii, bu failin aldığı cezaya göre değişir. Tanık da mahkemede bir görev üstlenen bilirkişi, avukat veya hakemler gibi her ne kadar devlet tarafından istihdam edilmemişseler de bir kamu görevi üstlenmişlerdir. -http://www.yayin.adalet.gov.tr/8_sayi%20içerik/Eray%20UTKU.htm- Her konunun aşırıları muhakkak varsa; ve aşırılık bir örnek teşkil etmiyorsa, bu herkes için geçerli olmalıdır. Bir ayrım yapmıyorum ama sizden/bizden cümlesi kurmak zorundayım. Sizden olarak bunu yapanlar yahu onlar bir elin parmakları gibidir sayabilirsiniz, zaten onları tasvip etmiyor eleştiriyoruz boşverin onları ise; bizden olarak bunu yapanlar varsa bize de aynı savunmaya yapmak düşebilir. Hülasa; tırnağı olan başını kaşıyacağına başımızı bir rahat bırakalım. Bu arada kral kim kralcı kim. Adamlara yazı gönderip almayın diyen mi kral/kralcı yoksa almayanlar mı kral/kralcı. Pekiyi; o törene, o lojmana o kişileri almayanlar hakkında soruşturma açtırtmayan kim. Kral mı, kralcı mı? İşte biz; onların canına ot tıkamazsak? Ya hu bu türbanlılar da çok oluyor ne işiniz var törende, lojmanda dersek...Kanuni bir engel yok ama türbanlılar da her yerde karşımıza çıkıyor onları görmek istemiyoruz dersek... Devlet nispet yapmaz, intikam almaz derdim. Birkaç gün evvel süper bir laf etti kayınpederim. Devlet 17 yaşında bir çocuk dedi. Bana göre 24'ünde. Bazen olgun bazen çocuk. Ehh, ne yapacağını kestirmek güç. İntikam da alabilir nispet de yapabilir mi? Adalet asla ve asla hukuka aykırı bir yoldan tecelli etmez. Böylesi bir yolu kullananlar ile suçlular arasındaki farkı tespit etmek çok güçtür. Bu noktada suçlu kim, suç ne ve kimin suçlu olduğuna kim karar veriyor meseleleri ortaya çıkar. Bu sebeple sağlam bir duruş sergilemek zorundayız. Her ahval ve şerait içerisinde adaleti/hukuku savunmak zorundayız. İstediğimiz hukukun dışına çıkılarak gerçekleştiriliyorsa en azından; yahu ben bunu istiyorum ama bu aynı zamanda hukuka da aykırı bir durumdur diyebilmeliyiz. Diyebilmeyiz değil mi? Biz bunları söylediğimiz de inanın ki; adalete olan güven de kendiliğinden sağlanacaktır. Ama en fazla biz adalete engel oluyoruz... Bakın en son bir olaya değineyim. 31.12.2008 tarihi itibariyle çek kanununda düzenleme yapılmadı ve karşılıksız çeklere verilecek ceza uygulanamaz hale geldi. Ancak, kaç tane internet sitesi dolaştıysam avukatlardan çıt yok. Hiçbiri konuşmuyor, yazmıyor. Adamların para kapısı mal beyanı ve çeklere verilen hapisti. Böylesi bir durum örneğin TCK'daki başka bir suç için olsa idi; bütün avukatlar ayaklanır ve bu cezanın artık uygulanmasının mümkün olmadığını bağırırlar ve dünyayı ayağa kaldırırlardı. Ancak, şu anda şu bahsini ettiğim durum için aynı il içindeki iki farklı mahkeme cezanın infazına veya cezanın kaldırılmasına karar veriyor ve hiçbir avukat çıkıp da böyle bir saçmalık olmaz demiyor. Mahkemelerin verdiği cezanın infazı kararları kendilerinin işine yarıyor diye susuyorlar ama aynı zamanda bu kararlar hukuka aykırı... Ondan sonra çıkıp da; başka bir davada "ADALET İSTİYORUZ" derseniz, bu hoş olmuyor. Adalet isteyen kendisi adil olmak zorunda değildir ama adalet de adil olmayan topluluklarda pek cereyan etmez... Saygılar...- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Mahkeme tanık örneği verilmesinin sebebi kamu hizmetidir. Tanık, mahkemeye çıktığı esnada bir kamu hizmetinde bulunmaktadır. Kamu hizmetinde bulunan herkes başının bir kısmını görünür kılmaz zorunda mıdır meselesidir meselede... Siyasi partilerin listeleri olmasa da sandık görevlileri olacaktı ancak ne hikmetse (ki o hikmeti sen de belirtmişsin) partilerden üye alınır. Ve dahası o üyeler ne hikmetse genel de akşama kadar belki 20 defa o partinin bir gözetmeni tarafından akşam şu belgeyi alacaksın, sayım yapılırken aman dikkat et laflarıyla uyarılıp durulur. Bunlar mesele değil. Mesele olarak önümüzde; türban acaba hangi anlayışın veya partinin simgesi olarak bulunuyor duruyor. Veya bir kişi türbanlı olduğunda tarafsızlık nasıl ortadan kalkıyordur. Ama bundan önce ben bir mesele olarak YSK'nın hizmet veren anlayışına takıldığımı ve bunun nedeni olarak da partili görevlilerin de başının açık olması gerektiğini belirttiğini söylemiştim. O halde bu konuda bir sorun var mıdır? Tanık örneği, hizmet veren hizmet alan ayrımının doğru bir ayrım olmadığını gösteriyor. Yine ayrıca; YSK başkanlığınca yapılan seçimler hizmet verme ise bu hizmeti alanlar var demektir. Bu hizmeti halk alıyor Ali alıyor, Abuzer alıyor veya Ayşe alıyor. Ama asıl önemlisi olarak siyasi partiler bu hizmetten faydalanıyorlar ki nihayetinde beledilere yönetici veya meclise vekil gönderiyorlar. Dolayısıyla herhangi bir partiye üye olanlar hizmet alıyorlar (sadece üye olanlar değil ama anlaşılırlık açısından özellikle üye üzerinde duruyorum) ama aynı zamanda bir noktada da hizmet verenlerin arasına karışabiliyorlar. Sandık Kurulunda kendisine YSK tarafından görev verilen bir partinin üyesi hem hizmet alan hem hizmet veren oluyor. Ve dahası orada bir parti adına bulunuyor. Ben biliyorum ve diğer partili üyeler de biliyor. Seçmen bilmiyor. (bazısını biliyor o da ayrı hikaye olsun)... Yani hizmet alan/hizmet veren tam olarak uymuyor uymuyor da...uymasa da bazı şeyler oluyor...Müşahatlik konusunda hatalı bir yaklaşım olmuş özür diliyorum. İlk defa 99 yılında seçimde görev aldığımda müşahit olarak görevlendirildiğim ve sabahtan akşama kadar bu görevi yaptığımı sandığım için hızlıca bir yazımla karışıklık olmuş. Yani pek de fazla düşünülmeden yazılmıştır o kısım. Halbu ki; gerek sandık kurulu başkanlarına verilen genelge de sandık alanında sayım esnasında en fazla bir partiden üç müşahit görevlendirelebilir gibi bir maddeyi hatırlayan ben ve yine sandık kurulu görevlilerine ait seçim evrakında onlardan hiç bir defa müşahit olarak söz edilmediğini hatırlamam gerekirdi. Bundan dolayı özür diliyorum. Saygılar...- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
367--Toplantı yeter sayısı nedir karar yeter sayısı nedir bilmemek nedir?Önşart toplantı yeter sayısıdır...Anayasa Mahkemesinin yürütmenin durdurulma yetkisi var mıdır? Hangi maddedir? Anayasa Mahkemesi o kararı verdiğinde neyin yürütmesini durdurmuştur? Meclisin mi? Daha önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde böyle bir sayı niye akla gelmemiştir? Yine daha sonraki oylamada 367'nin altında seçilme mümkünken neden 367 şarttır deniliyor. AKP 336'yı geçiyor ama 367'ye yetişemiyor değil mi? Pekiyi Meclis'in daha sonra tekrar 367'yi bularak toplanması mümkün değil mi? Bunu engelleyen hangi kural var. Meclisin Cumhurbaşkanı seçmesi için tekrar toplanmasını engelleyen hangi kural var ki Yürütmenin durdurulması kararı verilerek Meclis'e artık Cumhurbaşkanı seçemezsiniz deme cüretini Anayasa Mahkemesi söylüyor.... Başın açık olması bir yönetmelik konusudur demişsiniz. Hiçbir yönetmelik Kanuna aykırı olamayacağı gibi bir kanuna da dayanmak zorundadır. Yine Yönetmelik ile bir hak ortadan kaldırılamaz. Ama mesele yönetmelik meselesi değildir. Anayasanın açık hükmü karşısında Anayasa Mahkemesinin kendisini Anayasa ile bağlı telakki etmemesidir. Anayasa'da şekille ilgili düzenleme açıkca belirlidir. Üstelik bu madde daha önce Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini istediği gibi denetleyebilmesine karşılık olarak konulmuş bir maddedir. Buna rağmen Anayasa Mahkemesi Anayasa değişikliklerini ben istediğim gibi incelerim demiştir. Hal böyle olunca anayasaya ; Cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili olarak konulan maddeyi de iptal edebilir temel hak ve özgürlüklerle ilgili konulabilecek maddeyi de; bundan sonra tek yasa koyucu Anayasa Mahkemesi haline gelmiştir. Zira kanunlarca kendisine verilmeyen yetkiler ihdas edebildiği gibi bütün kanunları da denetleme ve isteğini kaldırma hakkına sahiptir. Meşrutiyet döneminde padişahın özelliği de bu muydu? Başını sokakta örten öğretmenle ilgili Danıştay'ın kararı birçok internet sitesinde vardır isteyenler bakıp öğrenebilir. Maslahat'ta islami bir kavramdır. Her yerde kullanılmasa daha iyi olur.... Kamu görevi yapan/yapmayan...Kamu görevi yapan...Tanık, kamu görevi yapmakta mıdır? Bir tanığa başının açık olması şartını koyabilir misiniz? Müşahit dediğimiz kişiler şahittirler. Seçimin doğru ve düzgün yapıldığının şahiti. Orada gerçek manada iki tane kamu görevlisi vardır. Ve dahası parti görevlileri zaten siyasi tutumları itibariyle orada görevlidirler. Yani onlar zaten bir taraftırlar. Örneğin MHP'nin üyesi, örneğin AKP'nin üyesi ve Örneğin CHP'nin üyesidirler veya görevlisidirler. Orada rozet falan takamazlar o ayrı hikaye ama. Yani parti görevlisi ile memur görevlileri birbirine karıştırmamak gerekir. Bir de türban takan herkes belli bir siyasi taraf mıdır? Hangi siyasi partinin üyeleri türbanlıdır veya bütün türbanlılar aynı siyasi partinin üyesi midirler? Bunların hepsi hukuka uygunsa; uygun telakki ediliyorsa, adalet teşkilatı adı altında yapılan herşey doğrudur, mümkündür, kabul edilmesi gerekir. Bunlar hukuka uygundur deniyorsa; biz daha çooooookkk çile çekeceğiz demektir. Bundan sonra da herkes kendi suçsuzluğunu ispata uğraşsın dursun. Ne denmişti bir zamanlar; AKP çıksın, irticai faaliyetin odağı olmadığını ispatlasın mı?- HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Sorumuz "Hukuk birgün herkese lazım olur mu!?" Pekiyi bu soru bir yere, bir şeye başka bir konuya tekabül ediyor mu? Mesele 367'ye tekabül eder mi? Ve/ya da (tamam biliyorum bağlaç böyle kullanılmaz) mantıkı zorlayan türban/başörtüsü kararları buna denk gelir mi? Hukuku eğip, büküp, kanırtıp kendinize, kendinizin isteğine uygun kararlar çıkartmak için hukukun hakkından geldiğinizde bir gün birileri de çıkıp acaba hem hukukun hem de sizin hakkınızdan gelir mi? Acaba; ben, yapmayın hukuk birgün herkese lazım olur dediğim de (dedim değil mi); Her ne ise; vur abalıyanın anlamı yok. Olanlar oldu/şimdi dönüp herkesin hukuku savunması gerekiyor. Her ahval ve şerait içerisinde...Zira o bozulduğunda insanların sığınacak hiçbir yerleri yoktur... Şapkadan tavşan çıkartan Anayasa Mahkemesine'de, sokakta dahi bir öğretmenin başının kapalı olmasına hayır diyen Danıştay'a da, Seçimlerde belli bir parti adına görev üstlenen müşahitlarin başlarının açık olması şarttır diyen Yüksek Seçim Kuruluna'da, uyduruk delillerle parti kapatmaya uğraşan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılarına'da ve en sonda; delilden suçlu arayacak yerde kendince bu suçludur evine gidip arayıp muhakkak birşey bulunur diyen savcılara karşı da hukuku savunmak zorundayız... Birgün herkes umarım bunu anlar...- 29 Mart’ta, Cumhuriyet tarihinin en şaibeli seçimi yapılacaktır!
Selamlar... Pırlantadan alınan KDV sıfırlandığı için insanlar samimi olmadığı anlamış AKP'nin...Pekiyi Pırlanta'dan acaba ÖTV diye bir vergi alınıyor mu? Başbakanın çocukları var değil mi pırlantacı...Onlardan KDV alınmıyor değil mi? Ah bir de yahu ne oluyor diye bir araştırsalar...Kandırıldık mı acaba diye bir düşünseler...Neyse ceketi koyanlar seçimi kaybedeler de AKP %40 oy aldı biri de bunu hatırlatsa iyi olur. Bir de AKP'nin kaybettiği yerlerde genel olarak yanlış aday gösterdiğini birinin göstermesi iyi olur. Yani ki; kaybettiği yerlerde ki oy kaybı genel olarak AKP'nin beğenilmemesi, politikalarının eleştirilmesi değil yanlış adayı desteklemesi, yanlış adayı göstermesi olamaz mı? Adana, Urfa; Kebaptan bahsetmiyorum... AKP'yi ne kadar büyütmüşsünüz seçimden önce. Ve aldılar kömürü verdiler oyu dediğiniz halkı şimdi nasıl da büyük görmeye başladınız daha 2007 seçimlerinde suçlarken...Göbeğini kaşıyan adamlara bayılıyorum ya hu...Bilincin doruğunda bu halk. Herkese haddini bildiriyor. Tepeden inme başkan adayı belirlersen bende aşağıdan yukarı sana apartırım diyor. Aparkatı yedi AKP ama yarın seçim yapılsa ve AKP kaybettiği yerlerdeki adaylarını doğru belirlese yine %45 oy alırdı. AKP'yi gözünüzde o kadar büyütmüş, o kadar geniş kesimin temsilcisi görmüşsünüz ki %60'lardan filan bahsediyorsunuz. 2007 seçimi bir tercih değildi bir mecburiyetti. AKP'nin alabileceği belki de maksimum oy oydu. İnsanlar kendisini bu seçimlerde bir mecburiyet içerisinde hissetmediler ve bunun (bazı yerler bana göre istisna) yerel seçim olduğununun fena halde farkındaydılar. Tayyip Erdoğan'ın gazına gelmediler. Bundan sonra da kimse gaza gelmemeliydi. Ama mal bulmuş mağribi gibi bir davranış var. Yahu 1. parti AKP ikinci seçimi kaybedendir ancak sanki AKP seçimi kaybetmiş gibi bir algılama var insanlarda. Tabiki oy kaybı bir parti için tehlikedir. Ama yerel seçimlerde bunca yanlış aday gösterilmesine rağmen AKP %40 oy almıştır. Gelelim en son meseleye. İnsanları iki kutba ittiğinizde Türkiye'nin yapısı itibariyle halkımızın kimi destekleyeceği sarahate kavuştu. Şartlar normale evrildiğinde herşey normalleşiyor. Sahi birileri bana şu anda pırlanta üzerinden alınan ÖTV'nin oranını yazabilir mi? Yani 10.000TL'lik bir pırlanta aldığımda ne kadar ÖTV öderim. 2004 olsaydı bu 10.000TL'lik pırlanta alma işi kaç lira KDV öderdim. Saygılar... -http://www.secimler.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=701:mv-secimsonuc&catid=38:genel-bilgiler&Itemid=74- YSK'nın sitesinde sadece yerel seçim sonuçları var. Bu sitede CHP'nin en azından genel seçimlerdeki son 20-30 yıldaki oy oranında bir sabitlik mi yoksa değişim olduğu mu görülür. Yerel seçimleri de birileri eklerse görürüz. Saygılar...- 29 Mart’ta, Cumhuriyet tarihinin en şaibeli seçimi yapılacaktır!
Hadi 4. yazı olsun da son diyeyim. Polyanna olmakla polyanna'nın bakış açısıyla bakmak ayrı şeylerdir. İkisinin de dışında olup da; gerçeğin farklı yönleri olabileceğini ve sadece bir noktadan bakmamak gerektiğini bilmek de apayrıdır. Bunu yapanlar sadece ortalamanın üzeri zekaya sahip olanlar değil kendilerini belirli bir ideolojiyle sınırlamayanlardır. Dolayısıyla; ortalamanın üzeri bir zekaya sahip aklım birçok şeye farklı mantıklarla bakabiliyor. Elhamdülillah... Gelelim 5,5 milyon seçmen türetme hadisesine...Ortalama zekaya sahip Güneri Civaoğlu ve seçim konusunda otorite sayılacak Tarhan Erdem'in açıklamalarını eklemiştim oysaki... http://www.turkish-media.com/forum/index.p...st&p=746256 Karambole getiren yer türbanla ilgili kararı alan yerdir. Bunu da hatırlatalım da...Yani ki: Yüksek Seçim Kurulu gibi bir Kurulu kurtarmaya çalışmak benim için en son yapılacak şeydir. Müşahitlerin dahi başörtüsü ile görev yapamayacağı kararını oybirliği ile alan yerden bahsediyoruz. YSK'yı kurtarmak benim haddime değildir ancak bu konudaki mesele de bellidir. 20 seçmenle ilgili hikayeyi bir daha okumanı tavsiye ederim. Ben birşey söylemişsem bir bildiğim var ki söylemişimdir. Ama illaki açıklamam isteniyorsa; bazı sandıklarda sabah sayılan oy pusulaları ile akşam sayılan oy pusulaları sayısının tutmadığı ancak sandık kurullarının tutanağı tutturmak için olmayan sayıları yazdığı bilgisine birşekilde sahibim. Yine özellikle büyükşehir belediyesi, ilçe belediyesi ve ilçe meclis üyesi için verilen zarftan sadece birine pusula çıkıp da diğer ikisine oy verilmeyen zarfların olduğu ancak seçmenlere verilen oy pusulalarının ikisinin de ortada bulunmadığı sandıklar var. Bu bilgiden hareketle biraz ilerisini düşünüyorum. Hayal gücünüzü biraz genişletmek için ne kadar çaba sarf ediyorum oysaki...Köy kaydından, arabalarla insan taşınmasından, her partinin hile ile birbirini suçlamasından bahsediyorum, pusulanın da mührün de bastırılmasının kolay olduğundan bahsediyorum. Ama bunu seçim kuruluna teslim etmek zor diyorum sonunda. Ve en sonunda sürekli bir filmden bahsediyorum. Hilenin büyüğünün orda yapılabileceğinden bahsediyorum ama çalkala oluyor. Birşey sorayım. Seçim kuruluna sandık kurullarının getirdiği listelere göre bilgisayara kayıtlar girilir. Seçim torbasına hiç bakılmaz. Pekiyi bu listeleri bilgisayar otomatik mi görüyor yoksa birileri mi işliyor. Bu verileri işleyen şahıslar yanlış işleseler ne olacak. Denetim var mı? Seçim kurulunun görevlileriyle o verileri işleyenler arasında 20 metre mesafe vardı. Diyelim ki doğru işlendi ufak bir yazılım sorunuyla bazı şeyler değişemez mi? Ortada çok daha büyük seçim sorunları varken sizin takıldıklarınız komik oluyor diyorum. Oy pusulası çıkmış çöplükten. Çöplükten oy pusulası çıkartmak kadar kolay birşey yok. Ama daha komplike seçim hileleri vardır. Çöplüklere takılmayın. Veya bu kadar abartmayın... Hayal gücü meselesine gelirsek; ben kendi zihnimi yoklayarak hesaplar yaparak birşeyler söylüyorum; siz ise size söylenene göre birşeyler söylüyorsunuz gibi geliyor bana. Taylan Kardeş; inan çok daha girift seçim hileleri var. Bak mesela Adana'da AKP kazansaydı MHP itiraz edecekti MHP kazanınca AKP itiraz ediyor. İkisinin de dayanağı çöplükten oy pusulası çıkması. DTP'de itiraz ediyor CHP'de itiraz ediyor. Seçim şaibeli seçim şaibeli dediğimizde verdiğimiz oya biçtiğimiz anlamı mahvediyorsunuz. İnsanların kafasında ondan sonra; sen ne oy verirsen ver adamlar kimi istiyorsa onu başkan yapıyorlar oluyor. Pekiyi, hemen yukarda cümleyi söyleyen bu adam aynı zamanda yukarda da 4-5 farklı seçim hilesinden de bahsetti. Bu ne perhiz ne lahana turşusu. Bunun anlamı hem herşeyi bilip hem de hiçbirşey bilmemek mi? Herşeyi bilerek hiçbirşey bilmiyormuş gibi yapmak nahoştur. Ama hemen hiçbirşey bilmeyerek herşeyi biliyormuş gibi yapmak da hoş değildir. Neyse yukardaki paradoksu güme götürmeyelim. Paradoksu ortadan kaldırayım. Ben insanların verdiği oya çok büyük bir değer veririm. Nihayetinde o oy hakkı için bir zamanlar çok kanlar aktı. Yine o oylar için hala kanlar akıyor. Ve yine o oylarla köyün, kasabanın, ilçenin, şehrin ve de ülkenin kaderi belirleniyor. İnsanların verdiği oyun anlamı çok büyüktür. Kendi verdiğim oya en fazla değeri verdiğim seçimler 2007 yılındaydı. Değerini de bulduğunu gördüm. Gerisi ise ehemmiyet kesbetmiyor. Mesela; Adana'da oy kullanan ben sadece büyükşehir belediyesi için oy kullanma hakkına sahiptim. Aytaç Durak'ı seçmek istemiyorum zira bildiğim birşeyler var, Mehmet Ali Bilici AKP'nin en büyük hatası. Onu da seçmek istemiyorum. Ümit Özgümüş ise en azından tanışmışlığımız olan Soner Çetin'in üye yapılmaması ve CHP'ye oy vermemin de pek mümkün olmaması nedeniyle olmuyor. Ehh, bu seçimde de oyum bir anlam ifade etmiyor dolayısıyla. Hasılı insanların oyuna, o hakkın alınışını bildiğim için değer verirken kendi oyuma zaman zaman değer veriyorum. Böyle olunca da belki kendi oylarına değer veren insanlara; senin oyun boşa gitti mesajı verilmesini istemiyorum. Buzağıyı yanlış yerde aramayın meselesini ise; gelecek seçimlerde belki oy kullanırım da itiraz makamında olanlar da doğru şeye itiraz etsinler diye belirtiyorum. ********* Hadi eyvallah...Kendine iyi bak...Kötümserlik ve karamsarlık meselelerinde İsmet ÖZEL'in süper makaleleri vardı...İnşallah bulur da buraya eklerim...Girişini buldum...- 29 Mart’ta, Cumhuriyet tarihinin en şaibeli seçimi yapılacaktır!
Sevgili Taylan, ıııhh ne gıcık oldu... Taylan Kardeş, Oy saymaya merak salmazsınız. Her seçimde değil 99 ve ondan sonraki seçimlerde. Oy saymak size tevdii edilir. Bir mecburiyettir. Kamu görevidir. Kamu görevlilerinin üzerinde bir yükümlülüktür. 99 seçiminde kamu görevlisi değildim o ayrı. 99'da müşahittim. Onda da oy kullanmam mümkün değildi. Diyarbakır'daydım, öğrenciydim. Parti görevlisi olarak bulundum. Oy vermek gibi bir isteğim oldu mu olmadı mı bunu 2007'deki seçimde bir varlık kazanmamla açıklamak mümkün değil. Oy vermek istemişimdir ancak erinmişimdir. Oy kullanabilmek için insanlar birbirini öldürürken ben erindiğim için oy kullanmadım o zamanlarda. Ama 2007 bir mihenk taşıdır benim için. Gelelim 5,5 milyon seçmen nerede ile ilgili meseleye. Ben, o konuda söyleyeceğim söyledim. 5,5 milyon seçmenin nerede olduğu açıklandı. Kümesle ilgili haberin de uydurmaca olduğu başkaca gazetelerde belirtildi. İsteyenler arayıp bulabilir. Kümeste kayıt altına alınabilirdi o da mümkün. Nüfus aynı kaldığı halde seçmen sayınız artabilir. Nüfus azaldığı halde seçmen sayınız artabilir. Bunun gerekçesi Mernis kayıtlarıdır. YSK kendi kayıtlarını oradan aldığı kayıtlara göre ayarlamıştır. Öküz ve buzağı meselesi budur. Verdiğin örnekleri okudun mu? Ölen bir adamın kızı canlı kaydedilmiş üstelik de 40 bilmem kaç yıl evvel. Bu mudur yani seçim hilesi yapacak bir partinin sığınacağı metod. Komik diye ben buna derim. Ben o konuda söylemişim. Otobüsle adam taşımalardan filan bahsetmiştim. Buraya bir not düşeyim. Çok uzaktan bazı akrabalar; şehirde sakin oldukları halde; eskiden oturdukları köyde muhtarlık için aday olan bir tanıdıklarını kıramayıp (kıramayıp mı yoksa para aldıkları için mi tam hatırlamıyorum ) köy seçmen kaydı yaptırmışlar. Birkaç ay evvel bu isimlere eski muhtar itiraz etmiş ve seçim kurulu incelemesinin ardından kendileri için çok ciddi ağır para cezaları yediler. Hasılı YSK, türban ve T.C. Kimlik numarası dışında başka şeylere de imza atabiliyor. Tereci derken; Taylanım, mesela Adana'da seçimi AKP kaybetti. DTP'li biri çıkıp çöpten AKP ve DTP oyları çıktı diyor. Bir başkası CHP çıktı diyor bir başkası MHP çıktı diyor. Ben ise herhangi bir partinin seçime şaibe karıştı demesini sağlamak kolay diyorum. Basit; 20 tane seçmen bulacağım oy kullanılan sandıklara gittiklerinde zarfın içine oy pusularını koymayın evet mührünü basıp cebinize atın ve zarfın içine de alakasız bir kağıt koyup çıkın diyeceğim. Elimde 20x(3+1)=80 adet evet mührü basılmış pusula var. Gerisi muhtelif çöplüklere bunları atmak. Haa, daha beteri var. Bu oy pusulaları rahatlıkla bastırılabilinir. Evet mührüde bastırılabilinir. Bunlar mümkün de; bunların seçim kuruluna teslim edilmesi biraz zordur. Yukarda prosedürü anlattık. Sen iki konuda ne demek isteğimi anlayamadın maalesef; Ben açıklayayım. 5,5 milyon seçmen arttı denilen başlıkta seçime başka şekillerde hile karışması mümkündür ama 5,5 milyon seçmenin artması homojen bir topluluk yaratmak değildir demiştim. Bu öküz altında buzağı aramaktır demiştim. Bu konuda da; çöplerden oy pusulası çıkabilir bu bir seçim hilesi değil seçimi kaybedeceğini kesin olarak bileceklerin de hilesi olabilir demek içindi. Ve yine yandaş medyada bulamazsın dediğiniz yazıda büyüttüğüm kısım içindi... Bu arada birşeyi unutmuşum. 22:30'da seçim bitti ama polis birkaç sandığı birlikte teslim etmek meselesi yüzünden gece 00:40'ta ancak seçim kuruluna gönderdi dersem inanır mısınız? Bu seçimden sonra sanırım bir daha görev verildiğinde gidip sol taraftan da fıtık ameliyatı olacağım ve seçimden kurtulmanın yolunu arayacağım. Her ne ise; iki günde üç yazı. Yeter...Bu arada izlemeyenler için tekrarla Robin Williams'ın Yılın Başkanı filmini tavsiye ederim. Asıl şaibenin nasıl ufak bir hatayla bilgisayar yazılımından meydana geldiğini göstermesi açısından süper... Saygılar...- 29 Mart’ta, Cumhuriyet tarihinin en şaibeli seçimi yapılacaktır!
Sayın Taylan abi, sanırım hiçbir seçimde görev almamışsın. Hele de yerel seçimlerde hiç anlaşılan. Yahu; adam kafayı sıyırıyor o sayım esnasında. 5 tane seçim görevlisi, 10 tane muhtarlık için bekleyen ve birsürü partili üye. Aydın'ın Nazilli İlçesindeki durum unutmadır. Hile değil. Sayım yapılmış, tutanak tutulmuştur ancak torbaya konulması gerekirken zarflar sandığa konulmuştur. Muhtemelen işi çok da bilmeyen bir başkan görevlendirilmiş ve o da unutmuştur. Tutanak tuzmazsa; seçim kurulu tarafından oylar yeniden saydırılır bunu da belirtelim de... Gelelim çöplerden oy pusulası çıkması hadisesine... Benim sandıkta olanlardan bahsedeyim ki anlaşılır olsun biraz... Büyükşehir Belediyesi, İlçe Belediyesi ve İlçe Meclis Üyeliği seçimini aynı zarfa koymak üzere seçmene veriyoruz. Seçmen kabine giriyor ve oyunu kullanıyor. Oy pusulalarını zarfa koydu mu koymadı mı bilmiyoruz. İçlerinden kimisi önce iş istiyorum dahi yazabiliyor pusulaları... Hasılı; bir kısmı oy pusulalarından sadece Büyükşehire oy verip gerisini kabinde bırakıyor. İlçe Belediyesi ve İlçe Meclis Üyesi pusulalarından birkaç tanesini muhtarlık pusulalarını (onların pusulası olmaz demezseniz memnun olurum) düzeltmek için kabinlere girdiğimde çıkardım. Şimdi; siz seçime şaibe karıştı, seçime hile karıştı demek isterseniz: oy kullanacağınız sandığa gider üç tane pusulayı alır kabine girersiniz evet mührünü de alıp kabinde bunlara basarsınız ancak zarfın içine bunları değil veya bunlardan sadece birini koyabilirsiniz. Diğerleri ne oldu...Cebinize attığınızı görmem mümkün mü? Başka zamanlarda başka şeyler de oluyor. Birkaç yıl evvel seçim kurulu başkanı; ellerindeki pusulanın aynısını bastırmış olan bir matbaacının kendilerine gelerek; isterseniz oy pusulalarını çok ucuza sizin için basarım dediğini belirtmişti. Bunlar da oluyor. Evet mührünü bastırmak da seçim kurulu mührünü bastırmak da çok zor şeyler değil. Herşeye şaibe diye atlamanın manası yok. Unutkanlıklar, hatalar, elde olmayan nedenler olabilir. Bazılarının bile isteye böyle şeyler yapma ihtimali olabilir. Özellikle DTP konusunda böyle şeyler olabilir. Bütün bunlara rağmen şaibe de olabilir. Ama kalkıp da; yok en şaibeli seçim, yok yandaş medyada bulamazsınız...Bunlarda sorun olur... Selamlar ile...Prosedürü bilmek güzeldir hele de o hengameyi yaşayan insanların ne duygularla, nasıl bir zorluk içerisinde seçimi sonuçlandırmaya çalıştığını bilmek biraz daha güzeldir... Bu arada yakınlarda izlediğim güzel bir film vardı...Robin Williams'ın Yılın Başkanı adlı...Şaibeler hakkında çok bilgimiz var keşke herkesin de böyle olsa.... Saygılar birader... - HUKUK BİRGÜN HERKESE LAZIM OLUR MU!?
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.