bekir tarafından postalanan herşey
-
İslamda kölelik ve cariyelik
Estağfirullah...Saflığınıza hükmetseydim bu kadar teferruata girmezdim. Yine, saf temiz manasına da gelir ki; verdiğiniz çaba doğrultusunda bunu düşünmem mümkün değildir. Burada da bir anlama sorunu olduğu görülüyor. Kölenin ekonomik değeri yok demedim. Normal zamanlarda yapılan bir köle azadından bahsettiğim yok. İşlenen bir suç nedeniyle hem köle azadı hem diyet ödenmesi gerekiyorsa iki farklı durum vardır. Ekonomik ceza "diyet"tir. Köle azadı ise Allah'ın affına mazhar olmak içindir. Allah, kişiye iki farklı şey yapmasını şart koşmuştur. Tek köleyle ilgili cümlem anlaşılmayı kolaylaştırmak amacıyla verilen bir örnekti. Örneği şöyle de sürdürebiliriz demiştim. İslamın geliştiği zaman dilimi içerisinde zenginlerden bazılarının çok sayıda kölesi olmuştur. Ayet, sadece bir kölesi için indirilmiş değil. Bunu ben de söyleyemem, kimse de söyleyemez. Ben, daha güzel bir tartışma alanı açayım bari...Kur'an, indiğinde kölelik vardı. Şimdi yok. Bir islam devleti olsaydı, taksirle bir adamı öldüren kişi nasıl olup da hem köle azat edecek hem de diyet ödeyecekti. Hadi bana bunun cevabını verin. Ayet tüm zamanlara inmedi o zaman. Yok canım, Kur'an'ın bütün ayetleri tüm zamanlara inmiştir. Tüm zamanları kapsar. Kölelik kalktığına göre; islam devletinin ceza hukukunu uygulamak mümkün değil galiba O zaman burada bir iş var...
-
İslamda kölelik ve cariyelik
O söz tam olarak öyle değildir bilen bilir. Eh, bahsini ettiğiniz şey et için geçerli olabilir. Dahası bu sözü en fazla (sizi tenzih ederek söylüyorum) "kazık" yiyenler söyler bizim buralarda...:-) Israrımı anlamışsınız anladığım kadarıyla. Ama yine dolambaçlı bir yoruma gitmeye kalkmışsınız. Bu sebeple "diyet" nedir, "ceza" nedir, "köle azat" nedir ayrı ayrı bilmek gerekir. Köle Azadına diyet derseniz, bu konu hakkındaki bilgisizliği ortaya koymak olur. İslamı bilmediğiniz zehabına kapıldığım için doğruları göstermeye çalışıyorum. Pekiyi ben size bir şey sorayım. Köleliğin inanılmaz yaygın olduğu bir zaman ve coğrafyada küçük küçük suçlara köle azadını şart koşan bir din, yine köleye bir sürü haklar tanıyan bir din dönem içerisinde ne yapmayı amaçlıyordu. Peygamber niye bir köleyi evlat edindi. Bu durum o zaman içerisinde inanılmaz değil mi? Acaba neyin işareti bunlar. Mevcutun sistemin bu kadar dışına çıkan bu uygulama ne olaki...Evvela bunların ayırdına varmak gerek. Bugün kalkıp da; Kur'an da kesin bir nass yok o halde islam köleliği yasaklamadı, o halde Allah; bugünkü insan hakları problemini o zamanki Kur'an ayetleriyle çözmedi demek...Yapmayın sayın yam yam...O kadar da değil...Bence İhsan Eliaçık'ın makalesini baştan sona bir okuyun. Surede Allah, neleri sarp bir yokuşa benzeterek nelerin yapılmasın istemiş. Gelelim verdiğiniz ayete. Rum suresi 28. ayet. Beni niye arama uğraşına sokuyorsunuz. Buna benzer başka bir ayet daha var. 4 eşlilikle ilgili. Aralarında hakkaniyete riayet edebileceğini düşünenlerin 4 eş almasına dair. Sonunda da ne yaparsanız yapın hakkaniyete riayet edemeyeceklerini söylüyor. Yukardaki ayette; bir durum belirtiliyor. Hz. Peygamber defaatle kölelerin, efendileri gibi doyurulup giydirilmesini istemiş. Kendisi bir köleyi oğul olarak kabul etmiş. Bütün bunlara rağmen onlar hala köle. Yine bahse konu ayette; bir efendinin, kendisini köle ile eşit görmeyeceğini işaret ediyor. Bu örnek insanların anlaması için verilmiş bir örnek. Aslık üstlük veya zorunluluk ayeti değil. Anlaşılma ayeti. Allah’a, onun yarattıklarını eş görenler için yine Allah tarafından bir anlatım. Siz, benim size verdiğim mallar ve eliniz altındaki köleleri kendinizle eşit görmezken Allah’a nasıl eş bir şey izafe edilebilir. Yani ki; siz, hemcinsiniz olan, sizin gibi olan, (bu da köleyi insan görmeyen anlayışın dışına çıkan ve İslam’ın getirdiği bir anlayış/anlatımdır.Köleyi , efendisiniz parçalara ayırma hakkına sahip olduğu bir anlayışı tasavvur ettiğimizde ne demek istenildiği anlaşılır) sizden biri olan ama sadece özgürlük statüsünü kaybetmiş bulunan hemcinsinizi bizzat kendiniz gibi görüp, birbiriniz gibi saymazken Allah’a nasıl ortak koşulabilir. İşte bu nedenle Hz. Peygamber birçok kereler sahabeyi, köleler konusunda uyarmış, onlara yediklerinden yedirmeleri, giydiklerinden giydirmeleri konusunda telkinlerde bulunmuştur. Kölenin yaptığı hatalar dolayısıyla sürekli olarak affedilmesi gerektiğini özellikle belirtmiştir. Kendisi bir köleyi evlat edinerek kölelerin yine kendileri gibi insanlar olduğunu tüm Müslüman tebaaya işaret etmiştir. İslam; küçük suçların diyeti yanında köle azadını da şart koşarak bir suçun bir cezası bir de Allah katında kişinin bağışlanmasının yolunun bu olduğunu göstermiştir. Örnek olarak; birini hatayla öldüren bir mümin, kurbanın ailesine (ailenin kabul etmesi durumunda) fidye ödeyerek dünyalık cezadan kurtulurken Allah indinde affına mazhar olacak bir davranış olarak da köle azat etmekle mükellef kılınmıştır. Bu sebeple köle azadının ekonomik olmadığı görülürü. Bu örneği şöyle de sürdürebiliriz. Bir kişinin tek bir kölesi varsa ve hatayla birini öldürmüşse, kendisi de zengin değilse. Köleyi azat etmesi durumunda işlerini kendisi yapmak zorunda kalacaktır. Bu durumda daha çok çalışacaktır. Bu ise, ekonomik değil kişisel bir gayret artışını gerektirir.
-
ŞU BEYAZ TÜRKLER
Hakan Albayrak'ın ilgili yazısının içerisinden yaptığınız alıntıların Asım Yenihaber'e ait olduğunu biliyorsunuz. Gerisi önemli değil. Kaldı ki Asım Yenihaber'in yazısı bir kitapta olduğu kadar bir gazetede de yayınlanmıştır. Dolayısıyla daha geniş kitlelere yayılma ihtimalleri aynıdır hatta yanlış hatırlamıyorsam Hakan Albayrak'ın yazısı Milli Gazetede çıkmış Asım Yenihaber'in yazısı Vakit Gazetesinde çıkmış olup; o dönem Vakit okuru sayısı daha fazladır. Dahası bir suç işlendiğinde ve bu basın suçu olduğunda çok daha geniş kitlelerin, olaydan haberdar olması suçun nev'ini veya soruşturulup soruşturulmaması gerekliliğini etkilemez. Avukatlık kanunun ilgili maddesinde kimlerin avukat olacağı yazılıdır. Son kertede Barolar Birliğine kayıt yaptırıp avukatlık belgesi alma şartı vardır. Ben de, staj bitim belgesi var. Avukatlık belgesine durduk yere 800,00 TL civarında para vermeyi zull görmüştüm. Dolayısıyla kişi avukatlık stajı yaparsa Avukat olmaz. Bu stajı tamamlayıp noterlik de yapabilir. Bu stajı tamamlayıp hakim de olabilir. Tabii; hakimlik ve savcılığa kabul edilenlerin 2 yıllık ayrı bir staj süresi vardır o da ayrı. Bir stajın konusunun avukatlık olması staj bitiminde sizi avukat yapmıyor maalesef. En azından kanun nazarında bu böyledir. Yani ki; ben şimdi gidip bir mahkemede bir kişiyi avukat sıfatıyla savunma hakkına sahip değilim. Bunun cevabı yukarda verildi sanırım. Ben, bir an öyle birşey istediğinizi düşündüm. Haber olarak da daha önceki tartışmamızdan başka birşey yok. Bir yazarın Atatürk'e hakaretten içeri girmesi rutinden sayıldığı için önem atfedilmemiş olabilir. Kararın gerekçesi elimizde yok, internette yok. İlgili kitapta yok. Bana kalırsa gerekçeye gerek de yok. Haketmiştir... Şimdi gayet net anlaşıldı. O zaman 1938 ile 1946 arasını tartışmaya çalışmanın bir manası yok. Zira gerekçe olarak bunun için erkendi, zaten demokrasi yoktu filan deniliyorsa; bahse konu tarihler arasında hukuk devleti yoktu, insan hakları yoktu da denebilir. Herşey mübah olarak kabul edilebilir bu anlayış doğrultusunda. O zaman neyi/niye tartışacağız. Başından beridir de benim söylediğim buydu. Eğer ki; 1946'daki seçimleri despotluk olarak kabul etmezsek, o seçimler için bir takım gerekçeler uydurursak ondan öncekiler için milyon tane gerekçe uydurabiliriz. O zaman da bunu tartışmak beyhude olur. Bunun adı da naz değildir... Selamlar ile...
-
İslamda kölelik ve cariyelik
Hiç makul değil. Çok ödüyorlarmış, ben daha ucuza daha iyi iş çıkartırım. Sizi destekleyenlere burdan bildiriyorum... Ben de işte bu yüzden bilmeden tartışmaya dalmayalım diyorum. Diyet ayrıdır köle azadı ayrıdır. Hem köleyi azat hem de diyet ödemek gerekebilir. Dikkat edilsin, ayeti boşuna koymadık oraya. Peygamberimizin Veda Hutbesinin farklı farklı tercümeleri vardır. Bazı yerlerde o tercüme narkör olarak da geçer. Neyse; köle olduğunu varsayalım. Burada çok önemli bir vurgu var. Başkasının emri altına girme. Yani Ahmet'in emri altındayken Mehmet'in emri altına girme. Kişi, kendi kölelik statüsünden kaçmıyor köle olarak kalırken başkasının emri altına girerek belki çok büyük bir husumetin fitilini ateşliyor. Yine Veda Hutbesini okuyanlar haramdır yollu cümleleri okumuş olsa gerektir. Lakin, burada meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın diye bir beddua edilmiştir. Peygamber Efendimiz beddua etmez genelde. Burada demek ki çok önemli bir durum var. Mesela burada Peygamber Efendimiz kaçan bir köleyi, veya müslüman olup da artık efendisine itaat etmeyen köleye beddua etmiyor. Lanetlemiyor. Köleliği kaldırmaya çalışan bir din, var olan durumun iyiyi doğru yolunu açıyor. Hatta köleliği o kadar zorlaştırıyor ki; köle almak isteyenlere sürekli olarak köle ile efendinin yaşayışlarının birbirine yakın olmasını şart koşuyor. Misafir mi alıyorsunuz köle mi? Köleyi, parçalara ayırmaya varan bir anlayıştan köleyi evlat edinmeye varan bir anlayışa geçen islam. Köle azadını özendiren islam. Köle azadını nerdeyse bir nevi ibadet haline getiren islam. Yine günaha kefaret olarak köle azadını öngören islam. Böylesi bir anlayışın köleliği olması gerekli bir kurum olarak gördüğünü söylemek mümkün mü? Yani ki; hem köle azadını bu kadar önemseyen bir yaratıcı olacak ve hem de kişilerin köle olarak alınmalarını isteyecek. Neyse; vesselam...sanırım ki kendi adıma söyleyeceğim başka birşey kalmadı...
-
İslamda kölelik ve cariyelik
Enteresandır zira varolan uygulamanın yanlış olduğunu söylüyor. Kendi kanıtlarıyla bunu ortaya koyuyor. İslamda evrim vardır diyen adamların makalesi kadar enteresandır. Birçok başka mütefekkir; kölelik kurumunun gerekçesini anlatırken İhsan Eliaçık, islamda kölelik yoktur diyerek bir gerekçe aramanın kifayet kabil etmeyeceğini belirtiyor. Hz. Ömer’in öldürülme gerekçesine bu yüzden değiniyor. Gelelim teistlerin senaryolarına. Ama ondan önce başka bir şeye. Ateistlere. Hatırlanırsa “Bir dogma olduğu söylenen inancımdan fevkalade memnunum” diye bir başlık açmıştım. Ve inancım bir dogma olsa dahi bunu kabul edebileceğimi belirtip pekiyi ateistlerin bu uğraşılarının amacı nedir diye sormuştum. Yani beni dinden çıkartarak hangi amacı gerçekleştirmiş olacaksınız deyip, bilindiği üzere ateizmin tebliğ misyonu yoktur demiştim. Şimdi o mesele tekrar kafama takılıp; yahu ateist arkadaşım senin bu kadar kendini yorarak İslamın tanrısının yanlış yaptığını ispatlamaya iten neden ne olaki dediğimde; aklıma türlü türlü altından Yahudi oyunları çıkan senaryolar geliyor.:-) Hangi amaçla hukuki hükümlere köleliğin dahil edildiği soruluyor… Burada bir açmaz var. Bunlardan bir tanesi hangi hukuki kaidelerin köleliği barındırdığına ilişkin sorunsaldır. Bu sorununu tam manasıyla cevabını verebilmek için İslam fıkhı konusunda uzman olmak gerekir. Bu ikimizde de yok. Pekiyi tek bir hukuki kaide biliyorsak ne olacak… Nisa 92-Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Konuya ilişkin ayet budur. Pekiyi bu ayet neyi düzenlemektedir. Taksirle adam öldürmeyi değil mi? Yani; dikkatsizlik, tedbirsizlik, yanlışlıklayı…Pekiyi yanlışlıkla adam öldürmek ağır bir suç mudur? Şu anda dahi bu suçun cezası çok düşük bir cezaya denk gelir. Hani, gelişerek değişmiş uygar anlayış var ya. Pekiyi; İslam hukuku hangi Saikli kölelikle ilgili bir hüküm koymuş. Köle azadını şart koyarken bir nevi köleliği kabul etmiş olmuyor mu? Faizi yasakladığında faizle ilgili realiteyi de kabul etmiş oluyor. Bunlar var. Bunlar var da; kölelik kurumunda basit denebilecek bir suç için köle azat etmeyi şart koşuyor. İslam coğrafyasında kölelik uygulaması var zira savaşlar var ve savaşlarda esir düşenler köle yapılırlar. Bu yanlış uygulamayı İhsan Eliaçık teferruatıyla ortaya koyuyor. Hatta Hz. Ömer’in 100binleri bulan savaş esirlerine ilişkin bir kararı Hz. Ali’ye son olarak sorduğunu ve Hz. Ali’nin hepsini salıver gitsin önerisine binaen saldığını söylüyor. Yani ki; o coğrafyada ve tarihin geri kalan kısmında bu çok yaygın bir uygulama. Ancak, İslam küçük küçük günahlar için dahi köle azat edilmesine dair metinler koyuyor. Bu da islamın köleliği kaldırmaya yönelik çabasını gözler önüne sermelidir. Pekiyi bunu hangi noktadan hareketle söylüyorsunuz. Köleliğin sadece savaş esirlerinden alınması bir sınırlama değil midir? Bir büyüğümüz (adı bende saklı) “köle almak köle olmaktır” derken islamın köleliği ne kadar zorlaştırdığını ifade eder. Kölenin, efendisinin yediğinden yemesi ve giydiğinden giymesi şartları vardır. Bu şartları gerçekleştirmek hiç kolay değildir. Roma Hukukunu bilenler bilir. Nasıl köle olunacağına dair çok ince teferruatlar vardır. İslamda kölelik savaş esiri olmakla olunan bir durumdur. Sadece savaş esirleri köle yapılabilir. Bu da o zamanın bir mecburiyetidiydi. Buna rağmen genelde savaş esirleri serbest bırakılmışlar köle yapılmamışlardır. Tabiki genelin istisnaları vardır. Güzel bir akıl yürütme. Önce köle azat etmenin on fakiri doyurmak gibi bir diyet olduğunu söyleyip ekonomiye bağlayalım işi ardından da işlediğiniz suça karşılık köle azat etmenin ekonomik bir mesele olduğunu söyleyelim. Başta söylemiştik: köle azadıyla ilgili suç, yanlışlıkla olandır. Yanlışlıkla olduğu için de ekonomik bir yaptırım mümkündür. Zaten, diyet ödenmesine dair yaptırımda ekonomiktir. Ama mesela bir müminin bir mümini bile/isteye öldürmesi durumunda değil bir, bin köle azadı bile kişiyi kurtarmaz. Kur’an da köle azat edilmesini gerektiren ayetlere baktığımızda denilmiş. Demek ki; Kur’an birçok durumda köle azat edilmesini işaret ediyor. Kölenin ekonomik değerine atıfta bulunulmaz. Bunu siz çıkarıyorsunuz ama bir atıf yok. üzgünüm. Kölenin ekonomik bir değeri vardır yalnız hem de önemli bir ekonomik değeri vardır. O yüzden zırt pırt köle azat edilmez, edilemez. Bu ekonomik değerine rağmen İslam hem sürekli olarak köle azat etmeyi işaret ediyor, hem İslam Peygamberi bizzat kendisi bu azadı gerçekleştiriyor, hem bu kölelerden bir tanesine akrabalıkta çok özel bir yer veriyor ve hem de kölelerin efendileriyle aynı statüde yaşatılmaları gerektiğini belirterek; köle almak isteyenlere büyük bir zorluk çıkarıyor, aldığı savaş esirlerini genelde serbest bırakıyor, kendisi, köleye davranışını tüm Müslümanlara teşmile uğraşıyor. Ondan sonra da İslam köleliği kaldırmadı deniyor. Bunu söylerken de illaki Allah’ın: kölelik yasaktır diye bir hüküm koymamasına sarılıyorlar. İhsan Eliaçık, birçok uygulamanın da yasak kipinde gelmediğini sarahatle ortaya koyduğu makalesinde bu kardeşlerimize “bilmiyorsunuz” bari bilmişlik yapmayın diyor…Hadi eyvallah…
-
İslamda kölelik ve cariyelik
Enteresan bir makale...Açıkçası çok da hoşuma gitti. İnsana böylesi önem veren bir dinin kölelik konusunda da insana değerini iade etmesi şarttı. Pekiyi bu yorum doğru bir yorum mu? Uygulamayla örtüşmeyen bir yorum...Uygulama mı doğru yoksa...
-
ŞU BEYAZ TÜRKLER
Aynı metni aynı konuda okumuşum. Düştüğümüz komikliğe bakın. Güneş çarptı hafta sonu sanki...Neyse, özür diliyorum...
-
ŞU BEYAZ TÜRKLER
Atatürk’e hakaretle ilgili kısımda alıntı yaptığınız kişi Asım YENİHABER, bu sözlerinden yargılanmamıştır.“‘Yenilmez kumandan’, ‘ebedi’ Atatürk de bütün bu sıfatlarına rağmen ölmüştü. “ bu ifadede Asım Yenihaber’indir. Asım Yenihaber bundan dolayı cezalandırılmamış ve hakkında bir dava açılmamıştır. Zaten bu konu daha önce yayınlanmış bir kitaptan alıntıdır. Mahkemede dava açılan metin bu metindir ve hakim ikinci metin dolayımında ceza verdiğine göre dava açıldığında Asım Yenihaber’in yazısından da haberdardır savcı da haberdardır. Öyleki; savcı, dahi daha sonra ceza verilmemesini istemiştir. Bir avukat arkadaşınıza sormayı düşündüğünüze göre sizin de sorununuzdur. Bu arada avukat değilim. Bu metni daha önce bir yerlerde okudum. Lütfen, bir daha olmasın. Sevmiyorum böylesi yazım tarzını. Başkasının yazısını alıp, kendi yazılarınızın arasına koyup bir de kime ait olduğunu belirtmediğinizde bu bir nevi düşünce hırsızlığı oluyor kanaatimce… Gelelim mahkeme kararını getirme meselesine. Hiç; herhangi bir mahkemeden karar almaya kalktınız mı? Diyelim ki konunun tarafısınız; mahkeme kararını nelerden sonra alabilirsiniz. Evvela bunları da bilmek gerekir. Pekiyi 1946 seçimlerini despotluk olarak kabul ediyor musunuz etmiyor musunuz? 1946 seçimlerinde İstanbul’dan seçilmesi mümkün olmayan bir adama hükümeti kurma görevini vermeyi ne olarak görüyorsunuz. Bunları bir cevaplayın ben de gerisine değineyim…
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Şeriatin verdiği ceza odur diyordum. Herhalde farkı anlarsın… AİHM’in türban yasağıyla ilgili vermiş olduğu kararlara birkaç kez göz attım. Yasaklamanın da yasaklamamanın da mümkün olabileceği yönünde bir kararı vardı. Başından beridir aynı şeyi söylüyoruz; burada siz sadece İslam böyle böyle bir din olduğu için bu şekilde bir uygulama mümkündür ve haklıdır diyorsunuz. Biz de hayır İslam böyle bir din değildir kaldı ki İslam böyle bir din olsa dahi laiklik böyle uygulanmamalıdır diyoruz. Herkes kendine uygun bir laiklik anlayışını sergilerse herkes kendine has bir demokrasiye, herkes kendine has bir hukuk devletine gider. Evrensellik denilen çılgınlığı kimse tınlamaz o zaman. O zaman aynı Avrupa’nın da hukuk devleti hukuk devleti demesinin bir manası kalmaz… AİHM’in verdiği her kararı evrensel olarak görmek büyük bir açmazla sonuçlanmasın CYRANO…Türbanla kamu hizmeti verilmesinden filan bahsetmiyorum. Aynı Avrupa’nın başka bir ülkesinde bir kız türbanla girmek istediği üniversiteye girebildi. Bu da yasak kabilinden olmadığı için böyle oldu. AİHM’in ilgili kararına (Türkiye’deki uygulamayla ilgili)istersen bir göz at. Hah şöyle. Sadede gelelim. Bunlardan var mı yok mu bilinmiyor. Ya varsa. Ya tutarsaya döndü. Ya varsa. Pekiyi bunlar hiç siyasete bulaşmamış olsalar dahi yasaklılar grubuna girmiyorlar mı? Ne oldu bizim yasa savunuculuğumuz. Suçluyu suçsuzu ayırma prensibimiz. Türkiye’de dini kullanan bazı siyasiler var diye din yasaklanır mı? Ya da türbanı siyasi simge olarak takanlar var diye Türbanı takanlar tamamen yasak kapsamında değerlendirilir mi? Oluyor işte.Haaa, bu arada biz batıdaki tarikatlerden değil Türkiye’dekilerden bahsediyoruz…Unutulmasın…
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Yarım bıraktığım yerler için 9-10 günlüğüne söylenebilecek birşey yok. Haftaya izindeyim. Eyvallah...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Yok, ondan sen bahsediyordun. Smile’lerle ilgili bir cümlen vardı. Hatta, o metninden sonra ben de yanlış hatırlamıyorsam 2 tane smile olan bir metin göndermiştim. Doğru hatırlamış olsan da; Ben, komikliği severim. Trajikomikliğe varmadan tabii. Yine de sıkışan insanların işi komikliğe vurmasından hazzetmem bunu da belirteyim. Bu durum sıkışan/bilmeyen insanlar için düşüneceğim şeydir. Her yazımda mizah yapma ihtiyacı hissetmem. Mizah, anlaşılmayı kolaylaştırıp; zor yazıların okunmasını sağlar. Söylemek istediklerimi yumuşatmaya ihtiyaç duymadığımı bilmen gerekiyor, el/kol kesmeyle ilgili cümleleri yakınlarda okudun. Atatürk’le ilgili cümleleri de bu yakınlarda okumuş olman gerekiyor. Şaka şaka ile ilgili cümlemde ne bilmemek, ne sıkışmak vardı. Ne de yumuşatarak söyleme ihtiyacı. Mizahi bir sohbeti sen yapmıyor olabilirsin ama ben bütün yazılarım içerisinde mizaha yer vermeye çaba gösteririm göstermesem dahi bir şekilde mizah kendine yer bulur. Salih Tuna, Gökhan Özcan, Mevlan İdris, Murat Menteş, Engin Ardıç, Mehmet Şeker yazılarını fazla okumak da etken olabilir. Burada hiçbirimiz tamamiyle bilimsel bir tartışma yürütmediğimiz gibi dünyanın sayılı dergilerinde yayınlanmak üzere makale de yazmıyoruz. Sana tavsiyemle başlayan cümlenizi baştacı ettik. Tanımı ve uygulamaları değişip durun bir tane evrensel laiklik anlayışı. Pek oturmamış ama kabul edelim. Diyelim ki; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması. Bu da laiklik sloganı olmuş bir tanım. Her ne ise; her ülke kendi şartlarına göre farklı bir laiklik uygulamasına gidiyor. Bunda da hemfikiriz. Bizdeki bunun baskıcı olanı. Dediğim bundan öte bir şey değil. Öyle ki; Engizisyonu görmüş Avrupa, Fransa; üniversitelerde başörtüsünü yasaklamıyor ama bizde yasak. Niye çünkü İslam dini şiddete en fazla cevaz veren dinmiş. Pekiyi devletten uzaklaştırdığınız bu din dışarıda serbest mi? Üniversitenin dışında. Dini engellemediyseniz bu şiddet kısmı ne olacak. O halde dine de müdahale ederek törpülemek şarttır mı? Devleti dinden arındırmak bu şiddet unsurunu durdurmaya yetmediği gibi daha da şiddetlenmesine neden olabilir. Diyanet’in kuruluş gerekçesi olarak islamın Protestan versiyonunu inşa etmek olabilir mi acaba. Bu unsurlar bulunduğu için devlet de baskı yapabilir dediğimizde; devletin baskı yapmış olduğunu da kabul etmiş oluyoruz. İslam suistimal edildiği için devletin yapmış olduğu baskıyı baskı olarak görmek doğru olmaz denilmeye varan bir akıl yürütme. Pekiyi İslamı suistimal etmeyenler için baskı ne olarak görülecek… Hayır, daha basit değil. Nasrettin Hoca’da doğru söylemiş dünya yuvarlak olduğuna göre. 50-100 kişilik gruplar tarikat değil miydi de onlardan bahsetmiyorsunuz. Pekiyi onların kapatılmaması gerektiğine dair ilgili kanunda bir metin varmıydı da onlardan bahsetmiyorsunuz. Biz, diyoruz ki; o kanunlarda iyi/kötü birbirinden ayrılmadan tamamı kapatılmıştır. Mevlana’nın türbesi kapatılmamış o ayrı. Yazar aklında kalan kısmında böyle başlamasa iyi olurmuş. Başladılar diyerek Yoktur tapacak diye giriş yapınca işlerde karışıyor.
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Bahsini ettiğiniz gibi. Savaşın nasıl idare edileceği veya topların nereye konulacağı noktasında emir vermesinden bahsetmiyorum zaten. Emri veren meclistir aslında demişsiniz. Bir parti tek başına güvenoyu alabilecek sayıda vekili barındırıyorsa aslında meclis, bir nevi olarak hükümetin kararlarını yerine getiren mercii konumuna gelir. Yani ki; şu anki durumdan örnek verirsek, AKP ne derse Meclis onu demiştir. Ya da AKP neyi istiyorsa Meclisten geçirebilir. Nitelikli çoğunluk şartı aranmayan metinler için diyorum. Aslında emri veren yine Başbakan oluyor...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Kahramanımız Hamdullah Suphi Tanrıöver. Devrin Maarif Vekili. Hamdullah Suphi , Mustafa Kemal Paşa’ya sormuş; -Paşam, bu kanunda vuzuhsuz bir nokta mevcud olduğunu zannediyorum. Hangi türbeler mevzuubahis? İstanbul’da bizim mahallede Bukağılı Dede türbesi vardır. Bu zat kimdir, bilmiyorum. Hayatta zavallı insanlara ümid vermiş, teselli vermiş azizlerden biri midir? Sözleri anlaşılmadığı için kendisine keramet atfedilmiş meczublardan biri midir? Bunu ne ben biliyiorum, ne bilene rastgeldim. Selami Dede, Merkez Efendi, Baba Haydar Türbeleri mi?.Yoksa tarihimizi yapan, bize kurtardığınız vatanı bırakan, isimleri milletimizin şereflerini teşkil eden tarihi kimseler mi? Bunu lutfen tasrih eder misiniz? O, bana bir cümle içinde sert bir bakışla ve dik bir sesle: -Hepsi, dedi. Bütün türbeler. -Paşam, baştı saydıklarımın türbelerini kapatmak değil, bu türbeleri temel taşlarına kadar söktürseniz itiraz etmek benim aklımdan geçmez. Fakat öbürleri, bize bir vatan bıraktıkları için size bir vatan kurtarmak imkanını veren tarihimizin, mazimizin sahibi olan büyük insanlar…onların türbeleri nasıl kapatılır?. Ben, iki erkek çocuk babasıyım. Beş mektepte hocalık ettim. Hocalık ile hayatımın sonunun bulacağımı sanıyorum. Memleketin gençlerine, o memleketi bir devlet olarak, bir vatan olarak kendisine verenlerin kim olduğunu öğretmek için benim elimde ressamlığım yok. Şehirlerin Belediye bahçelerinde memleket büyüklerinin heykelleri yok. Müzeler, eserleri ile doludur. Fakat evleri bir ziyaretgâh haline getirilmemiştir. Büyükleri, çocuklarımıza tanıtmak için onların yalnız kemikleri dağılmış birer türbeleri var. Onu da kaparsanız, yeni nesli nasıl yetiştireceğiz?. Düşünüyorum: Bizim memleketimiz büyük adamları tanımak için ne kadar fakirdir, çaresizdir. Avrupa’da kendisine benzemek istediğimiz o diyarda ölmüş büyüklerin adları birer ziyaretgahdır. Onların elleri sürünen eşya mukaddesat sırasına geçmiştir. Seyranlarda bir baba, bir mektep hocası çocuklarının bir heykelin karşısına götürür, tunca, mermere geçen hizmet sahibinin tercüme-i halini anlatır. Onların müzelerde resimleri teşhir edilmiştir. Bunların hiçbiri bizde yok. Koskoca bir mazi göçüp gitmiş, binlerce vatan damininin mezar taşlarına yalnız isimleri yazılmış ve başlarına kavuklar veya fesler geçirilmiş. Fakat yüzleri yok, bu sebeple yüzlerini tanımak muhaldir. Elimizde yalnız bir köşe vardı. Onların türbeleri!. Hiç olmazsa yavrularımızı, gençlerimizi bu türbelere götürüyor ve oradaki kemiğin karşısında yine mazi ve tarih hissini veren düşüncelerimizi anlatabiliyorduk. Demek bunların da kapısını artık örtülü bulacağız. Reisimizin çok kızdığını, sabit bakışından ve çatılmış kaşlarından seyrediyordum. Başvekil (İnönü) Paşa seslendi. -Hamdullah Suphi Bey, buraya gelip oturur musunuz?. Kenardan bir iskemle çekti. Banan yanında yer verdi, gittim onun yanına oturdum. İsmet Paşa, masanın altından dizime hafif bir yumruk dokundurdu. Devlet Reisi hala yüzüme bakıyordu. -On sene bekle, bütün türbeleri sana vereceğim dedi. Şimdi gelelim türbelerin nasıl islamdan iz taşıdığı faslına. İçinizde türbeye gidenler olmuştur. İç mekan hakkında fikir sahibi olacağınız gibi dış mekan hakkında da bir fikriniz vardır. İçerde muhakkak namaz kılabileceğiniz bir yer vardır. Benim gittiklerimde öyleydi. İstediğiniz herhangi bir türbeye gidin. Dünyanın herhangi bir noktasındaki herhangi bir müslümanın türbesini ziyaret edin. Türkiye’de türbesi bulunanlar genellikle ermiş olarak telakki edilenlerdir. Padişahların türbesini es-geçiyorum. Mevlana’da öyledir birçokları da. Yorumumuza sonra devam edelim inşaallah...Şu anda eksik bu kısım. Devamını getirmeye çalışacağız...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Yukarda yazdığım mesajda despotlukla ilgili bir cümle var mı? Yukardaki paragraf tamamen hiyerarşi denilen mevhumu anlatmak üzerine kurulu, despotluk değil. Yine bu metinde hiyerarşiyi anlattık. Despotizmi değil. O dönemde hiyerarşi yoksa-ki bu sizin iddianız- denilmiş. İnsana sorarlar; hiç mi idare hukuku okumadınız, hiç mi anayasa okumadınız, hiç mi kamu yönetimine ait kitaplar okumadınız. Madem okumadınız, yukarda bir sürü açıklama yaptık hiyerarşi nedir diye onları da mı okumadınız. Ben, size daha ne anlatayım. Hiyerarşi başka bir şeydir dediklerinizin yapılıyor olması başka bir şeydir. Mesela beni çok seven eşimden ben su istediğimde kalkıp suyu getirir. Ben, onun hiyerarşik amiri miyim, veya o benim astım mı? Mesela bir bakan, diğer bakan arkadaşından halasının oğlu ahmet’i kendi bünyesindeki bir işe almasını ister; bir bakan diğerinin hiyerarşik amiri midir? Mesela Cumhurbaşkanı, kendisine getirilen Bakanlar Kurulu kabine listesinden bazı bakanların isimlerinin çıkarılmasını isteyebilir, Cumhurbaşkanı; Başbakanın üstü müdür? Evvela bunu öğrenin. Despotluk; kişinin kendi isteklerini yaptırmasıyla alakalı bir durum değildir bizzat yapılan eylemin içeriğine bağlıdır. Bunu da öğrenmek gerek. Yani ki Atatürk’ün kendi isteklerini yaptırıyor olması=despotluk tanımına uymaz. Bu isteklerin içeriği önem arzeder. Mesela şapka inkilabı ve bu inkilaba uyulmaması hadisesi despotçadır. Ya da yasaklanan müzik hadisesi böyledir. Ancak, çok partili siyasi hayata geçme denemeleri ise fevkalade demokratik hareketlerdir. Pekiyi hangi Atatürk problematiğinde Atatürk’ü iki-üç eylem üzerinden mi değerlendireceğiz yoksa bütün bir değerlendirmeye mi tabii tutucağız…Pekiyi başka bir soru daha sorayım. İnönü’ye laf söylemeye çalıştığımızda hemen niye konu Atatürk’e getirilmeye çalışılır. Yani; İnönü despottu dediğimiz de Atatürk değil mi sorusunu niye sorarlar. Arkadaşlar; Atatürk’ü koruma kanunu diye bir kanun vardır, daha önce tartıştık Atatürk despottu derseniz hapislik yollarını görebilirsiniz. Ben, böyle bir şey demiyorum, bana göre de değildi. Her insan gibi bazı hataları olmuştur o kadar. Bugün onun döneminin tartışılması mümkün olmadığı gibi (bir kanuni sınırlama vardır) bu bize bir şey de kazandırmıyor. İnönü dönemine dair uygulamalar ise sonuçta Ergenekon’a kadar çıkabiliyor. Ulusalcıların sayısının az olduğunu iddia etmek derken. Okuyanlar “az” diye bir kelime görebilecekler mi benim cümlelerim arasında. Veya sayısal bir bindirme görebilecekler mi? Yine aynı konuya dahil olabilecek daha önceki mesajımda bir sayı görebilen var mı? Azlık-çokluk belirten bir cümle var mı? denilmiş. Dediğinize dönüp bizim ne dediğimize bakalım şimdi… Bunu demişsiniz. Bunu, neye karşılık demişsiniz. Buna karşılık demişsiniz. Bu kadar alakasız bir cevap işte verdiğiniz. Pekiyi “Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakandan emir almalıdır değil mi? Diye sorduğunuz soruya biz ne cevap vermişiz. Sorduğunuz “Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakandan emir almalıdır değil mi” sorusunu sorduğunuzda bir şeyi açıklamış oldunuz. Size göre almamalıdır? Zira bu sözü bana iğneleme maksatlı söylediğiniz sarih. Pekiyi, ben kimden emir almalıdır diye sormuş muyum. Sormuşum. Pekiyi, Genel Kurmay Başkanlığının bir memurluk olduğunu belirtmiş miyim, atanmayla oraya geldiğini söylemiş miyim, Başbakanlığa bağlı bir kurum olduğunu belirtmiş miyim? O zaman sormak hakkımdır? Pekiyi size göre Genel Kurmay Başkanı, başbakandan emir almayacaksa başbakana emir vermeli midir? Yazılanları çok iyi okuduğumu iyi bilin.
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Ne alakasız bir metin...Anayasa Madde 117/4.bent: Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. D. Görev ve siyasî sorumluluk MADDE 112.– Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur. Her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur. Başbakan, bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlüdür. Hiyerarşi Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yoktur veya bir başbakan bir bakanın hiyerarşik amiri değildir ancak görevine son verilmesini sağlayabilir. Bu hiyerarşi dışı bir durumdur. Lakin; bakanlar görevlerinde kalabilmek için başbakanın taleplerini yerine getirirler genellikle. Bunlar hiyerarşi ile ilgili şeyler değildir. Diğer başlıkta somut örnekleri özellikle vermedim. Bir tane çok açık somut örnek verdim ama bu dahi örnek mesabesinden çıkarılmaya çalışıldı. Tüm dünyanın despotizmin doruğu olarak görebildiği bir seçim şekli, seçim hilesine bahane uydurularak isteseydi seçime gitmezdi dahi denilmeye vardı. Ben, ondan sonra kalkıp neyi despotizm olarak somut örnek vereyim size. Seçimleri normal süresinden önceye alıp, gizli oy açık sayım yapıp, İstanbul gibi bir yerde bariz şekilde gerçekleştirilen seçim hilelerinden sonra İstanbul’dan seçilmesi dahi mümkün olmayan bir adama Hükümeti kurma görevine yani başbakanlığı vermek despotizm olarak adlandırılmıyorsa ne diyelim…Kendi ağzımla söylemiş olduğum şeylerin neler olduğunu bilirim, kendi kafanızla anladığınız şeylerin benim ağzımdan çıktığı umuduna boşuna düşmeyin… Ulusalcıları, Ergenekonla eşitlemeye çalışan bir anlayışın ortaya çıkmasında; Ergenekon dolayımında yargılananları destekleyenlerin kendilerini ulusalcı olarak belirtmeleri ön-ayak oluyor olabilir. Lakin, benim Ergenekon ve ulusalcılıkla ilgili böyle bir cümlem yok. Ulusalcılarla ilgili de sanırım ilk defa böyle bir cümle kurdum. Ben, ulusalcıları-statükoculukta eşitlemeye gitmiş olabilirim. Ammman gözden kaçmasın. Yine diyorum ki; İnönü’yü savunanlara baktığımızda kendilerine ulusalcı diyorlar. Allah Allah, bu işte bir keramet olsa gerektir diyorum. Bugün olmadı, unuttuk. 30 yaşında hala saçma şekilde 16-17 yaşında gençlerle çift pota basket maçı yaparsan işte en büyük kendini bilmezlik budur. O da yalın ayak, başı kabak olunca daha da sorun teşkil ediyor. Biri ayağımın bir parmağını ezdi, her tarafım ağrıyor. Sabah nasıl kalktığımı bilmiyorum. Haliyle kitabımızı da o arada unuttuk. Tekrar İnşaallah yarına diyelim… Bu sonda Anayasa Maddelerini niye koyduğuma ve Genel Kurmay Başkanı meselesine değinelim. Genel Kurmay Başkanlığı, bilindiği üzere Başbakanlığa bağlı bir kurumdur. Genel Kurmay Başkanı, görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. Genel Kurmay Başkanlığı seçimle o yere gelmez. Atanma şeklinde gelir. Bakanlar da atanır ama arkalarında bir seçim vardır. Her bakan, başbakana karşı sorumludur derken bu hiyerarşik sorumluluk değil siyasi sorumluluktur. Genel Kurmay Başkanının sorumluluğu siyasi değildir. Pekiyi Başbakan, Genel Kurmay Başkanına emir verebilir mi? Gelelim ilk cümleye; Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakan’dan emir almalı değil mi meselesine. Kimden emir almalıdır. Ordunun savaşa katılmasına kim karar verir. Meclis değil mi? Meclisten emir almalı mıdır? Veya Cumhurbaşkanı olur mu? Genel Kurmay Başkanı’nın siyasi bir sorumluluğu yoktur ama Başbakan’ın halk nazarında siyasi sorumluluğu vardır. Genel Kurmay Başkanı bir kişiden emir alacaksa bu elbette ki başbakan olmalıdır. Uygulamada genellikle Genel Kurmay Başkanları, Başbakanlara emir vermişlerdir. Pekiyi soralım; Başbakan, Genel Kurmay Başkanından emir almalı mıdır?
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Hayır öyle bir ifade ediş yok. Hiyerarşi astlık-üstlük ilişkisinin hüküm sürdüğü alanlarda geçerlidir. Eğer hem Atatürk hem de İnönü asker olsaydı veya memuriyet işgal ediyor olsalardı hiyerarşi olarak adlandırabilirdik. Siyaset arenasında hiyerarşi yoktur. Mesela Başbakan, bakanların hiyerarşik amiri değildir yine Cumhurreisi, Başbakanın hiyerarşik üstü değildir. Hepsinin farklı farklı görev alanları vardır. Tabii burada makamın verdiği güç ve makama halkın verdiği güç de önem arzeder. Atatürk, hem bulunduğu makam hem de kendisine duyulan sevgi mesabesinde İnönü'ye, İnönü'nün başbakanlığı döneminde kendi arzularını uygulatmıştır. İnönü'nün statükücoluğunu taraflara göre değerlendirmek ; gerek liberaller, gerekse muhafazakarlar İnönü'nün statükoculuğu noktasında hemfikirdir dersem fazla iddialı olur değil mi? İnönü'nün statükocu olmadığını söyleyen insan sayısı muhtemelen ulusalcıların sayısıyla örtüşüyor dersem de komiklik yapmış olurum...Komikliği severim...Bazılarının statükocu olmadığını ispat etmeye çalışmak da bulunulan tarafa göre değişiyor olabilir... En son paragraf; türbeleri kapatma düşüncesinin dine müdahale olduğu düşüncesine gelirsek; bir şeyin ilk aslı başka birşey olabilir. Zaman içerisinde değişerek başka bir konuma gelebilir. Türbe islamdan iz taşıyan bir yapı haline gelmiştir. Ancak türbe faslına bahsini ettiğim yazı paralelinde yarın değinsem olur sanırım…Umarım inşaallah…
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Hem ne dediğimi algılamıyor/anlamıyor hem de cevap vermek gibi bir zulme kalkışıyorsunuz... Bu açıkçası çok nahoş bir tavırdır. Tayyip Erdoğan'dan örnek vermedim, onu siz konuya dahlettiniz... Orada demokrasi için ben de şunu söyleyim bari dediğim yerde demokrasinin ne için araç olduğu açık. Konunun baş kısımlarını okumayıp, bir cümleyle iktifa edip, ardından bir cümle paralelinde bana cevap vermeye kalkarsanız; protestan/katolik laik; seküler ülke, laik ülke, CHP'nin iddiaları, Anayasa Mahkemesinin kararı tabiki sizin için anlamsız gelir. Ben de herkes için tekrar tekrar başından itibaren yazdığım şeyleri tek tek açıklamak zorunda değilim. Yazdığım şeylerde zaten fazlasıyla açık. Siz, anlamadığınız yeri söyleyin diyeceğim; şimdi hepsini anlamadığınız ortaya çıkacak. Laik bakış, laikçi bakış...Kişi laik olmaz devlet olur diye de bir söz vardı bir aralar. Neyse şimdi buna da bir anlam verilemeyecek. Laikçi bakış dendi ya o cihetten o sözü hatırladım. Vesselam demiştim ama tekrar yazdım. Olmuyor böyle bekir...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Protestan batı ile katolik batı arasında laiklik uygulamalarında farklar varmış. Fransadaki laiklik biraz daha sertmiş. Mesela Fransa'daki devlet okullarınının üniversite olmayan kısımlarında başörtüsü yasakken üniversitede dahi başörtüsü serbest olabiliyormuş... Her ülkenin kendi şartları doğrultusunda laikliğin şekil alması gerektiğine dair CHP'nin iddiası varmış ve Anayasa Mahkemesinin de bu konuda kararı varmış. Ha: demokrasi benim için de bir araçtır demiştim. Tüm yönetimler bir araçtır bu arada; Dini kurallar karşısında yaptırım...Yok daha neler. Dini kurallardan arındırılmış bir devlet deseniz amenna. O da protestan laikliğe (buna seküler devlet diyelim) varır kanaatimce ya ayrı hikaye...Bu arada laikliğin baskıcı versiyonu dolayımında İslam rahat bırakılmamış Diyanet kurulmuştur dersem ne sonuç çıkar ortaya... Türkiye'de laiklik oyunu oynanmaktadır dersem hele daha da süper olmaz mı? Hem laik olacaksınız, hem şapkayı şart koyacaksanız, hem laik olacaksınız, hem diyaneti kuracaksınız, hem laik olacaksınız hem imamlara maaş ödeyeceksiniz, hem laik olacaksınız hem ilahiyat fakültelerini kuracaksınız, hem laik olacaksınız, hem de üniversite de başörtüsünü yasaklayacaksınız, hem laik olacaksınız hem sakallı olacaksınız...Sakalla takılmayın, orası şakadır... Baskıya değinmedim değil mi? Ehemmiyeti yok. Siz, Atatürk'e karşı olmakla ilgili Ahmet Taner Kışlalı'nın bir cümlesini aktarmışsınız ya... Demokrasi için ben de şunu söyleyeyim bari. İnsanın, kendini ifade edebilmesi ve kendi olarak kalabilmesi için en ideal (ütopik) sistem demokrasidir. Ve Tayyip Erdoğan'ın ifade ettiği o söz dolayımında rahatsızlık çekenler aslında demokrasiyi içlerine hiç sindirememektedirler zira demokrasiyi ancak kendileri için isteyenlere batmaktadır bu demokratik sistem desem... O da laf oyunu değil...Laiklik oyununu ortaya koyan bir cümle kabilindendir...İslama inanan birinin demokratik olamayacağı gibi bir mantıkla insanlara yaklaştığınızda daha çok yanlışa düşersiniz. vesselam...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Hem de nasıl bağdaşıyor bir bilseniz...O başlıkta Atatürk tarafından İnönü'nün frenlendiğini söylemiştim. Bu da Atatürk'ün hükümet üzerindeki gücünü gösteren bir metin. Yine aynı zamanda İnönü'nün, Atatürk'ü kızdırmamak için kendi bakanını nasıl durdurduğuna dair manidar bir metin. Yine aynı zamanda İnönü'nün daha sonra verdiği bu sözü tutmadığını bildiğimize göre doğruyu söylemekte cimri davrandığına dair bir metin...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Burada bir sorun yok. Her ülke kendine has laiklik anlayışını uyguluyormuş. Bizde ki baskıcı olan kısmı. Nev’i şahsına münhasır laiklik... Siz, o dönem içerisindeki bütün tarikatleri sayabilirseniz ben de siyasi odaklı olmayan veya siyasetin dışında kalmayan var mı bakarım..Madem hepsini biliyorsunuz inceleriz... Bu arada Atatürk’le tartışan kişi değildir referansım demişsiniz. Ben de onu referans olarak alın demedim. Türbelerin kapatılmasıyla ilgili bazı tespitleri olmuş, İsmet Paşa tarafından uyarılmış 8-10 yıl sonra ben sana hepsini veririm diyerek susturulmuş bir zat vardır...Türbelerin dahi “tamamının” kapatılması hadisesinden bahsetmek istemiştim... Tamamı o metnin budur. Böyle bir saçmalık da ayıp olmaktadır. CYRANO, böyle bir saçmalığı senden beklemezdim. Ben, zaten daha önce Türkiye’de islam adına neyi yaşayamıyorsun gibi bir kıstırma (çabası) sorusuna verdiğim cevapta zaten 4/4’lük bir müslümanlık yaşamadığımı belirtmiştim. Hem onu söyleyip hem de böyle bir şey söylediğimde benim müslüman olmamam gibi bir sonuç ortaya çıkmaz mı? Dahası orda şaka şaka diye yazılan bir metin var. Ve daha dahası hemen arkasında İslamın yaklaşım tarzını ayrıca ortaya koyduğumuz bir metin var. Son olarak Abdulhamit’in yasaklamış olmasına dair eklediğiniz metin pek uymamış gibi geldi. Hele de Yoktur Tapacak diye ezana başlamak hiç uymamış gibi...Bilmiyorum...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Farkettim ki fazla iddialı bir söz olmuş. Siz de böyle dememişsiniz tam olarak. Özür diliyorum bu kendini bilmezlik için...
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
-http://www.enfal.de/p-mektub.htm- -http://www.kuranvebilim.com/html2/makaleler/peygamberimizin_teblig_mektuplari.htm- -http://www.muhammedmustafa.net/veri/resimler/emanetler/peygambermektubu.jpg- Bazılarının orjinalleri hala bulunuyor...Hamidullah Hoca'nın bahse konu kitabında çok teferruatlı bir yer tutuyor mektuplar. Kitaptan bahsettiğime göre kitabın resmini eklemem lazım. Kitap, şu an yanımda değil. Bir kutunun içinde kolilenmiş vaziyette babamgilin yanında duruyor. Çok arzu edilmesi durumunda koli açılır ve kitabı taratarak ekleriz... Avrupa'da militan falan yok dediğinize göre Türkiye'de farklı bir laiklik uygulanabilir demek istiyorsunuz. Bu durumda laiklik versiyonu olmaz demenin bir manası yok... Bütün tarikatler siyasi odaklıdır demişsiniz. Bugüne kadar böyle bir tespiti kimse yapamamıştır. Türbelerin kapatılmasıyla ilgili Atatürk'le polemik'e giren başka bir adam vardır. Yanlış hatırlamıyorsam devrin milli eğitim bakanıydı. Onun bu konudaki sözleri konuyu sarahatle ortaya koyar. İsteyenler arayıp bulabilirler... Ben de bir kişi içki de içse kumar da oynasa, zina da yapsa, faiz de yese müslümanlıktan çıkmaz diyorum. Bir kişi, bir diğerini öldürse yine müslümanlıktan çıkmaz. Ancak, cezalandırılır...Bu ayrımı yapamıyorsanız söyleyecek bir söz yoktur. Konuyu bu saçma noktaya çekmenin manası nedir anlamadım. Ben, onlar müslüman değildir mi dedim. Birinin günahkar olması ayrıdır şirke düşmesi ayrıdır, dinden çıkması ayrıdır. Bazen, şirk, günahkarlık, dinden çıkma birleşebilir o da ayrıdır... Allah bilir derken "islamda mürtedlere verilen ceza vardır" demiştim daha önce. Bunun da dikkate alınması gerekir. Demek ki; kişinin dinden çıkıp çıkmadığını, başka bir dine geçip geçmediğini tespit ederek ceza verilen durumlar varmış, bu da Allah yerine geçmek değil islamın bir hükmünü uygulamakmış... Gelelim Çizgi Film yayınlanması hadisesine. Ne demiştim; hükmün illeti ortadan kalktığında hüküm değişir. Mesela islamın ilk devrelerinde kabir ziyareti yasaktı. Daha sonra illet ortadan kalktığı din anlaşıldığı için kabir ziyareti yasak olmaktan çıkartılmıştır. Resim konusunda islamın farklı uygulamaları olmuştur. Hatırlanacağı üzere bu yasaklama aynı zamanda bizde minyatür sanatının gelişmesine neden olmuştu. Hasılı kişiye çok fazla benzeyen resimler yerine onun minyatürünü çizdiler. Sonraları portre çizimleri de oldu. Hasılı, sanıyorum ki; benim çizgi karakter o zaman olsaydı da bana bir şey yapmazlardı. Ama senin resimler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim Bir diğer mesele olarak Burjuvazi/Krallık/Feodalite/Kilise meselesine gelirsek. Ali Şeriatinin yanlış söylediğini sanmıyorum benim de yanlış anladığımı sanmıyorum. Bahsini ettiğiniz durum ortaçağ için geçerlidir. Ancak, gerek burjuvanın güç kazanması sürecinde gerekse merkezi krallıkların ortaya çıkması sürecinde feodallerden bir feodal ayrımı ortadan kalkmıştır. Kral/Kilise/Burjuva hegemonya paylaşımı asıl olarak laikliği devlet düzeninde kabulünü sonuçlamıştır… Gelelim, Abdulhamit’in yasak koyması meselesine. Ben, bu konuyu bilmediğimi belirttim. Abdülhamit’in yasakladığı ezan metni veya yasağa dair bir metin varsa görmeyi temenni ediyorum. Neyi, ne şekilde yasaklamış açıkçası merak ettim… Saygılar…
-
Srebrenitsa kurbanları katliamın 14. yılında anıldı
Ne ettiysem, elim varmadı bir türlü...Varamadı...Gözümün önüne getiremedim o katliamı..Getirmek istemedim... Irzına geçilen kadınları, kızları getirmek istemedim...Ya benim bacım, anam olsaydı...Nasıl yaşardım, ne yapardım... Dünyanın gözü önünde yaşanan bu zulme nasıl da seyirci kaldık. Lanet olası BM'ye bağlı Hollanda. Hristiyan bir Avrupa Devletine bu hunharca katliamı yaptırırlar mıydı? Yaşım bu katliamı anlamaya el vermiyordu o zamanlar, sonraları Bosnayı, Cemalettin Latiç'i, Bilge Kral Aliya'yı, Mostar'a Hakan Albayrak'tan öğrendim. Geç kalmış bir öğrenmeydi o ayrı hikaye... Selçuk Küpçük'ün güzel bir Saraybosna şarkısı diyelim alttakine...Kimse gitmedi değil...Srebrenitza'daki katliama ön-ayak olan Hollanda ve BM'in de Allah belasını versin. Türkiye'nin de o dönem gerekli inisiyatifi göstermeyen yöneticilerinin de Allah belasını versin... - http://www.firaset.net/29364__selcuk-Kupcuk---Saraybosna_.html -
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Bal gibi olur. Ben de daha önce açıklamıştım. Anayasa Mahkemesinin kararı ve CHP’nin Anayasa Mahkemesine bildirdiği Türkiye’nin nev’i şahsına münhasır yapısı gereğince Batıdakinden farklı bir laiklik anlayışını benimsemenin şart olduğuna dair metni bu foruma ben taşımıştım. Hatırlatırım. Bu da baskıcı versiyonu olsa gerektir. Kapatılan yerler vardı cümlesi boşuna yazılmış birşey değildir. Bu dine baskı yapılmadı denildiği için o cümle yazılmıştır. Neymiş, en siyasi yerlermiş tekke/zaviye/türbe/tarikat. Ne olacak, siyasi diye kapatmak mı gerekiyor. Şıhlık, şeyhlik sisteminde olmayanlar var mıdır bunların içerisinde. Türbeler dahi kapatılmıştır hatırlatırım. İslamiyette ruhban sınıfı yoktur diyorum ve tarikatlerin kapatılmasını dine müdahale olarak görüyorum hatta ileri gidiyiorum tekkelerin kapatılmasını, türbelerin kapatılmasını böyle görüyorum. Bunların içerisinde yanlış yola girmiş olanlar yok mudur, vardır vardır da bir kirli buzağının bir sürüyü berbat edeceği yer ahırdır bunu da söylemek gerektiğini düşünüyorum... Tabii ki söyleyebilirsin. Ben de buna katılırım. Lakin, atlama yaparak gitmeyelim derim. Burjuva gelişme aşamasında evvela krallıkların güçlenmesini, feodal beylerin yok olmasını istemiş olamaz mı? Ali Şeriati Kapitalizm adlı şaheserinde bu durumu anladığım kadarıyla şöyle tasvir ediyordu. Burjuva dediğimiz meret ticaretle uğraşan adamlardı. Bunlar bir yerden bir yere giderken her feodal beye farklı vergi ödüyordu, her feodal beyin bulunduğu mekanda farklı kanunlar işliyordu. Krallıklar zayıftı ve feodal beylerin desteğine ihtiyacı vardı. Burjuva feodal beylere karşılık güçlü bir krallığı tek vergi, tek kanun nedenine bağlı olarak destekledi. Ne kadar basit bir anlatım oldu değil mi? Yani ki feodalite ayrımı ilk elden kalktı. Feodalite zamanında da bu hegemonya paylaşımı ile laiklik arasında tam manasıyla bir sorunun olmadığını söyleyebilirim. Kilise mutlak egemendi dersem inanır mısın? Kralların dahi hakimiyetini belirleyen kilise idi. Devir değişip düzen bozulduğunda yeni yeni ortaya çıkan güç dengesinde feodalite kendini bir çöplükte buldu. Yerine kral/kilise/burjuva geldi. Laiklik konusunda asıl tartışma da bu üçlü arasında cereyan etti. Bu üçlüden iki tanesi de ortadakine cephe alınca laiklik bir sistem olarak uygulamaya koyuldu. Çıkarlar. Felsefeler, kişilerden neşet ederler ve kişinin düşüncesi çoğu zaman geçmiş yaşamının etkisiyle şekillenir. Soyut bir düşünceye göre; devrin en önemli bilginlerinden biri olan xxxx kişi engizisyon tarafından yakılarak kül haline getiriliyor. Onun oğlu olan 12 yaşındaki xxxxx kilisenin yok oluşu üzerine süper düşünceler geliştirebilir ilerde nasıl uygulanacağına dair faraziyeler üretebilir, olmaması gerektiğine dair söylemler geliştirebilir ve sonunda aklı evvel bir devlet adamı da bunu uygulamaya koyabilir. Platon’un erdemliler yönetimi böyle çıkmış olabilir, Prens denilen kitap böyle çıkmış olabilir, Hitler dahi böyle çıkarak nasyonal sosyalist yönetimi oluşturmuş olabilir. Zaten bir düşüncenin ortaya çıkışı ile yönetime yerleşmesi aynı olacak demiyorum. Diyorum ki; laiklik niye Avrupa’da uygulama buldu, hristiyanlığa karşı niye çıktı. Engizisyon bir etken olabilir mi? Ruhbanların hakimiyetleri ve zenginlikleri bir etken olabilir mi? Bu zenginlik çok önemli bir durumdur aynı zamanda bizim ruhbanları onların ruhbanlarından ayırır. Siz düşünmeyebilirsiniz ama bundan daha alakasız cümleler nedeniyle irticacı olmakla anılır oldum. Zaten bahsini ettiğim yetkiler sembolik olarak kaldı. Mesela 2. Meşrutiyet yönetimine geçildiğinde Osmanlıda da sembolik bir durum meydana getirilmişti. Ülke kendisine mesela Birleşik Krallık diyorsa bu ülkenin krallıkla yönetiliyor olduğunu gösterir mi? Biz de burada hep birşeyi söylüyorduk: bir ülkenini kendisine bir ismi vermesi onu o yapmaz. Bir ülke kendisine İslam Devleti diyorsa bu onun islam devleti olduğunu göstermez. Mümkündür. Hemen söylemeseydiniz iyi olurdu. Din olarak islamı ele alalım. Bu dine mensuplar bu dinin gereklerini yerine getirecektirler mensup olmayanlar da kendi dinlerinin gereklerini yerine getirebilirler. Bu islam için böyledir. Pekiyi ben sonda farklı birşey söyledim. Din olarak illaki islamı düşünmek laiklik konusunda bir veriye bizi ulaştırmayabilir. Benim kamu haklarını koruma anlayışıma gelince; yukarda bahsini ettiğimiz şey İslamın bu konudaki uygulamasıdır. Bunu ben değiştiremem, ulemada değiştiremez inancındayım. Ben haddi zatında bir insanın müslümanım dedikten sonra içki içmesine de, dinin görünür kısımlarını yerine getirmemesine de karşıyım da o da ayrı hikaye olsun. Yani ki hem müslümanlığı kabul edip hem başı açık gezeyim (ulan kimse erkeksi bir örnek vermeyecek mi mesela diz üstü şortla falan gezmeden bahsetmeyecek mi yahu) diyenleri hoş gözle görmüyorum. Ne lan bu ya müslüman olun ya olmayın. Ne yardan geçerim ne serden hesabı olur mu? Şaka şaka. (yazıma cevap verdiğiniz son paragrafta 4/4’lük yaşamadığımı belirmiştim ne yar ne ser bu sebeple dikkatle okunsun) Burayı baştan alalım. Bazı durumlarda şartların değişmesiyle hükmün illeti ortadan kalkacağı için sonuç da değişebilir. Bu hükmün illetinin ortadan kalkmasına bağlıdır. Ancak bazı hükümlerin değişmesi mümkün değildir. Ayetle sabit olan bu hükümler mecburi olarak uygulanacaktır. Verilen iki örnek de devrin kendisine dair verilen örnekler değil bizzat ayete dayanan iki örnektir. Dolayısıyla örtü müslüman kadın için bir mecburiyet içki ise kati surette haramdır. Lakin, islamın ilk yıllarındaki müslüman kadının ayet indikten sonra başını örtmediğine dair bir durum bildiğim kadarıyla yoktur. Yani ki müslüman kadınlara bu sebeple verilmiş bir ceza duymadım. Buna mukabil içki içenlere cezalar verilmiştir. Bugün Türkiye bir islam devleti olsaydı başı açık müslüman kadınlara nasıl bir ceza verilirdi açıkçası bilmiyorum verilir miydi onu da bilmiyorum. Verilmesi gerekir miydi onu düşünürüm. Bir ayetin gereğini yerine getirmeyenlere islam devletinde ceza verilmesi gerekir kanaatindeyim. Bu islam için böyledir. Neticede iki tarafı da en ince ayrıntılarına kadar düzenlemiş bir dinden bahsediyoruz. Bu sebeple bu mu senin kamu haklarından anlayışın derseniz hayır bu değil. Bu islamın anlayışı. Siz burada ayrı iki dini düşünebilirsiniz. Hristiyanlık veya Yahudilik. Farklı hukuki kaide bu dine inanmayanlara konulabilir demiştik. Yine aynı hukuka tabii olunabileceği de konulabilir demiştik. Bu ikisi İslamın uygulamasıdır. Ancak son cümle olarak illaki islamı düşünmeyin derken bunların ikisinin dışında yollar olabileceği de vurgulanmıştır. Yine cevabın illeti unutulmuş. Bu cevabı ben niye verdim. “Sen bir müslüman olarak Türkiye'de neyi yapamıyorsun” bu soruya karşılık bu cevap verilmişti. O zaman neyden bahsedeceğim, 28 Şubat öncesinde ben müslüman olarak bu ülkede bir yer işgal ettiğimi dahi bilmiyordum. 1980 doğumlu hemen herkes de 28 Şubat’la birlikte müslümanlığının farkına vardı. Kalkıp da 1930’lu yıllarda ne olduğuna veya 1983’lerdeki başörtüsü problemlerine veya 1967-70 arasındaki başörtüsü problemlerine değinebilecek değilim. Ben, Hamidullah Hoca’nın Peygamberimize ait kitabında diğer milletleri yazılmış mektuplarının resimlerini görmüştüm. Arapça idiler. Ezan manevi bir çağrıdır. Elhamdülillah gibi bir sözdür. Allah’u Ekber mistik bir cümledir. Ben, burada ezanın tercümesinin nasıl yapıldığına dair bazı şeyler sordum. Açıkçası Abdülhamit zamanında olmayan birşey olarak neyin yasaklandığını bilmiyorum. Ama yasaklanan metin buysa Abdülhamit yasaklamakta iyi etmiştir. Bu metin insanları namaza çağırırken Türkçeleştiriyoruz diye girişmiş işe, bile isteye büyük bir özenle hem ezanı mistik havasından koparmış ve hemde asıl anlaşılması gereken yerlerini eski halde bırakmış ve hem de Allah büyüktür manasını Tanrı uludura çevirmiştir. Her dinin farklı tanrıları olduğu gibi bazı uygarlıkların onlarca tanrısı olmuştur. Dolayısıyla tanrı yaratıcı demektir. Yine dolayısıyla Allah ismi müslümanların tanrısının ismidir. Ayrıdır. Müslümanların yaratıcısına (diğer dinlere mensup olanları ve olmayanları da o yaratmıştır da o ayrı) müslümanlar Allah diye seslenirler. Yani ki Tanrı uludur diyenler acaba niye Allah büyüktür dememişlerdir. Bunu benden çok iyi bildiklerini sen de ben de çok iyi biliyoruz. Lütfen CYRANO; ezan böyle mi tercüme edilirdi. Allah rızası için sen söyle. Allah’u Ekber: Tanrı uludur diye mi tercüme edilir. Hayye ala`l-felah çevirisi yapılırken felah kelimesi neden kurtuluş olarak çevrilmemiştir sen söyle. Kurtuluş diye bir kelime o zaman yok muydu…Burada gerçekten alangirli bir tavır yok mudur? Türkiye’de kimse laiklik konusunda objektif olamaz. Bu sebeple objektif kitap aramak da bulmak da akla pek yatkın değildir. Burada objektiflikten ziyade kanıt sorunu devreye girer. Yalancılık sorunu devreye girer. Mustafa Müftüoğlunun kitaplarında kaynaklar belirgin bir yer tutar. Tahir’Ul Mevlevi ve Necip Fazıla ayrıca değineceğim. E kitap dedim ama görme engelliler için hazırlandığı için biraz sorun yaşıyorum okurken…
-
Laikliğe sapkın, Atatürk ve İnönü'ye militan diyor
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.